Bülent Tekin / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Tevfik Fikret’in (1867-1915) anlattığı bir av tüfeği hikâyesi var: “Bu tüfeğin hikâyesi uzundur: Bunun (Fransa’nın tarihi bir şehri olan) Saint Etienne’deki silah fabrikasının müdürü tarafından bilhassa bir markiye yadigâr olarak sunulmak üzere yaptırılmış olduğu kesindir. Bu hoş hediyeye karşılık markinin fabrika müdürüne on bin franklık bir hediye gönderdiğini de bütün avcılar bilir. Fakat bu tüfek, markinin elinden feci bir kazanın çıkmasına sebep oldu: Marki bir sabah karanlığında güvercine benzettiği beyaz bir şey üzerine ateş eder etmez müthiş bir feryat işitildi. Vurulan güvercin değil, kendisinin nişanlısıydı ki başına İspanyolları taklit ederek beyaz bir örtü almış, markiyi tatlı bir şaşkınlık içinde bırakmak isteğiyle erkenden av yerine gelmişti. Zavallı kızcağızın yarasını iyileştirecek bir çare bulunamadı… O zaman marki, matemin verdiği sersemliğin tesiriyle ne yapacağını şaşırdı. Tüfeği paramparça etmek istedi. Müşteriler, teklifler pahalar yağıyordu; nihayet inanılmayacak bir fiyatla Baron Şinapanski’ye-Polonya’nın birinci avcısına-sattı. Evet, inanılmayacak bir fiyat, topu topu iki yüz elli Napolyon! Baron Şinapanski, bu tüfeği ömrünün son dakikasına kadar ruhu gibi muhafaza etti. Ne fayda ki varisi kıymet bilmez bir haylazdı… İşte-ister inanınız ister inanmayınız-ben bunu o haylazdan otuz yedi Lui’ye alıverdim… Nasıl? Bu bir ikramiye, bir piyango gibi bir şey değil mi?
Her okuyan anlamıştır ki bu masalın yazarı bir avcıdır… İşte böyle bir avcının tüfeğinin uydurma bir macerası vardır. Hâlbuki av tüfeklerinin yüzde doksan dokuzu doğrudan doğruya Belçika’dan gelir!”
Bu av meselesi bizim biraz anayasa meselemize benziyor. 1876 Anayasası (Kanun-ı Esasi) Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk ve son anayasasıdır. 23 Aralık 1876’da ilan edilmiş, 1878’de II. Abdülhamid tarafından askıya alınmış, 24 Temmuz 1908 II. Meşrutiyet’in İlanı sonucunda yeniden yürürlüğe girmiştir. 1921 Anayasası’nın (Teşkîlât-ı Esâsîye Kanunu) kabul edildiği 20 Ocak 1921 tarihi ile 1924 Anayasası’nın yürürlüğe girdiği 24 Mayıs 1924 tarihi arasında ise kısmen yürürlükte kalmıştır. “Osmanlı memleketinde bulunan milletlerin her biri kendi dilini konuşmakta serbesttir” mealindeki madde devletin resmi dilinin “Türkçedir” şeklinde değiştirilerek 18. ve 57. maddeler olmak üzere iki yerde yerini aldı. (Madde 18-Tebaai Osmaniye’nin hidematı devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır; Madde 57-Heyetlerin müzakeratı lisanı Türkî üzere cereyan eder ve müzakere olunacak layihaların suretleri tab ile yövmü müzakereden evvel azaya tevzi olunur.)
1921 Anayasası (Teşkilatı Esasiye Kanunu) 20 Ocak 1921’de kabul edildi. Bu anayasada Türkiye Devleti ve Büyük Millet Meclisi ibareleri geçer. (Madde 3-Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti “Büyük Millet Meclisi Hükümeti” unvanını taşır.) Yani Meclis henüz Türkiye Büyük Millet Meclisi değildir. 1921 Anayasası’nda “Madde 2-(Özgün hali) İcra kudreti ve teşri salâhiyeti milletin yegâne ve hakikî mümessili olan Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temerküz eder.” şeklindeyken 1923’te “Madde 2-(Değişik: 29.10.1339 (1923)-364 S. Kanun) Türkiye Devleti’nin dini, Dini İslâm’dır. Resmi lisanı Türkçedir.” şeklini alır. 1921 Anayasası’nın değiştirilmemiş (özgün) halindeki 11, 12, 13 ve 14. maddeleri vilayetlere muhtariyet tanımış. Vilayetler, Vilayet Meclisleri (Şuraları) tarafından yönetilir ve valiler sadece ihtilaf (çelişki) durumlarında devreye girerler. Daha sonraki anayasalarla mukayese edildiğinde 1921 Anayasası’nın özgün halinin çok daha olumlu olduğu görülür.
1924 Anayasası (Teşkilatı Esasiye Kanunu) 20 Nisan 1924’te kabul edildi. Bu anayasanın birçok maddesinde Türk veya Türkler kelimesi geçer. Zaten bu topraklarda yaşayan herkesi Türk kabul etmiştir: “Madde 88-Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur. Türkiye’de veya hariçte bir Türk babanın sulbünden doğan veyahut Türkiye’de mütemekkin bir ecnebi babanın sulbünden Türkiye’de doğup da memleket dâhilinde ikamet ve sinni rüşte vusulünde resmen Türklüğü ihtiyar eden veyahut Vatandaşlık Kanunu mucibince Türklüğe kabul olunan herkes Türk’tür. Türklük sıfatı kanunen muayyen olan ahvalde izale edilir.”
1961 Anayasası (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası) bir darbe anayasasıdır. 9 Temmuz 1961 tarihinde kabul edildi. Bir darbe anayasası olmasına karşın temel hak ve özgürlükler konusunda 1924 Anayasası’ndan daha iyi olmasına karşın milliyetçi, Türk ve Türklük konusunda taviz vermemiştir. Çok sayıda Türk Milleti sözü geçer. Mesela, milletvekili seçilme yeterliliğinde “Otuz yaşını dolduran her Türk Milletvekili seçilebilir.” ifadesi geçer. Diğer bazı örnekleri şöyle verebiliriz: [“Madde 3-Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Resmî dil Türkçedir. Başkent Ankara’dır. Madde 4-Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir. (…)” “ Madde 35-Aile Türk toplumunun temelidir. (…)” “Madde 54-Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür. Yabancı babadan ve Türk anadan olan çocuğun vatandaşlık durumu kanunla düzenlenir. (…)”]
12 Eylül darbesinin bir anayasası olan 1982 Anayasası-birçok kez değişikliğe uğramasına karşın-aynı etnik, ırkçı ve Türkçü özelliğini koruyor. 1982 Anayasası (Türkiye Cumhuriyeti Anayasası) 18 Ekim 1982 tarihinde kabul edildi. Bu anayasada da Türk ve Türk Milleti söylemi çok yerde geçiyor. Sadece iki örnek vermek isterim: “Madde 3-Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı ‘İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır.” “Madde 66-Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür. (…)”
Özetle söylersek 1876 Anayasa’sındaki 18. ve 57. maddeler tüm anayasalara bir şekilde girmiştir. Mesela bu iki madde yürürlükteki anayasamızın 3. ve 66. maddelerine bir şekilde girmiştir. Bizim anayasa(lar) hikâyemiz biraz da Tevfik Fikret’in anlattığı hikâyeye benzer. 1921 Anayasası’nın kıymetinin bilinmemesine benzemektedir. Marki’nin silahıyla yanlışlıkla nişanlısını vurması ve o değerli silahı sattıktan sonra onu alanlar tarafından kıymetini bilmeyip silahı küçük bir fiyatla satmaları gibidir. Kısacası hikâyemiz bir avcı hikâyesi gibidir.
Siyasi Haber