1921 Anayasası, Lozan ve Yeni Barış Süreci 

Cumhuriyet’in temelinin atıldığı ilk anayasa olarak kabul edilen ve Büyük Millet Meclisi tarafından 20 Ocak 1921’de kabul edilen 21 Anayasası’nın birinci maddesi şöyledir: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” 

Ulusal Kurtuluş Savaşı döneminin ihtiyaçlarına cevap veren ve 24 maddeden oluşan, katılımcı yerel demokrasiye değer atfeden bir anayasa olmasına rağmen neden daha da geliştirilmemiş, iptal edilme yoluna gidilmiştir? 

21 Anayasası, ülkenin anayasacılık tarihinde kabul edilmiş anayasalar arasındaki kısmen de olsa en demokratik anayasadır. 

21 Anayasası, güçlü bir idari muhtariyetin hukuki statüsünü oluşturmuştur. 

21 Anayasası, mevcut 24 maddeden 14’ünü taşra yönetimine, yerinden yönetim ve yerel yönetim ilkelerine ayırmıştır. 

21 Anayasası, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerini Meclis’te toplamıştır. 

21 Anayasası’na göre milletvekili seçimleri iki yılda bir yapılacaktı. 

Türkiye siyasi hayatında toplumsal sözleşme olan anayasalar, farklı toplumsal ve sınıfsal kesimlerin temsilcileriyle oluşturulmadığı için bu kesimlerin ihtiyaçları önemsenip dikkate alınmadığından dolayı anayasalar hep tartışmalı olmuştur. Bunun galiba yegâne istisnası 21 Anayasası olmuştur. 

Diğer anayasaların maddeleri defalarca değiştirilmelerine rağmen 21 Anayasası’nın hiçbir maddesi değiştirilmemiştir. 

Sonraki anayasalar otoriter düzenleme aygıtı olarak işlev görmüşlerdir. 

Bu anayasa, devletin sahipleri tarafından “çok özgürlükçü, çok lüks” bulunduğu için iptal edilerek hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı, gerçekliklerin inkâr edildiği, halkın tektipleştirildiği yeni bir anayasa (24 Anayasası) yürürlüğe sokulmuştur. 

Bir devlet politikası olan Kürtlerin inkârı, 1923’te cumhuriyetin ilanından sonra başlamıştır. 

1924 Anayasası, devletin Türklük üzerine kurulduğunu ilan etti. 

Artık Türk ulus devletinde Kürtlere yer yoktu. 

Cumhuriyet’in kuruluş süreci inkâr edilmiş, anayasalar sermaye, ordu ve aydınların eğilimlerini göstermiş, onların iradelerini yansıtmış ama uzlaşmaya dayalı, halkın eğilim ve inançlarını kapsayan anayasalar olmamıştır. 

Anayasa siyaseti sınırlaması gerekirken, siyaset anayasayı sınırlamış, delmiş, rafa kaldırmıştır. 

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşunu Türk-Kürt ittifakı sağlamıştır. Bu ittifakın kurumsallığı Erzurum, Sivas, Amasya kongreleri ve Birinci Meclis’te yer alan farklı dil, inanç, etnik yapıdaki milletvekilleri ile kazanılmıştır. Yasallığın çerçevesini ise 21 Anayasası ile çizmiştir. 

21 Anayasası ile Kürtlük meşru kılınmış, temel haklar güvence altına alınmış, yerel yönetimlere muhtariyet tanınmıştır. 

24 Anayasası ile bu çoğulcu yapı yok sayılmış ve Kürtler dışlanmış, tekçi ve otoriter bir sistem inşa edilmiştir. Onun için 21 Anayasası ruhu deniyor. 

Lozan 

Lozan Barış Antlaşması’nın Birinci Meclis’te onaylanmasının mümkün olmadığını gören M. Kemal, Birinci Meclis’i feshetmiştir. Seçime giden M. Kemal, Lozan Antlaşması’na karşı olan Birinci Meclis milletvekillerini tasfiye ederek belirlediği milletvekili adaylarıyla muhalefetsiz İkinci Meclis’i oluşturdu ve Lozan Antlaşması muhalefetsiz imzalandı. 

Lozan’a gönderilen İsmet İnönü’nün her konuşmasına “Biz Türkler ve Kürtler” diye başlaması sadece İngilizlerin değil, meclisin ırkçı-Türkçü kanadından gelen ikinci delege Rıza Nur’un da tepkisini artırmıştır. Rıza Nur, “Demek İsmet Kürt’tür. Hem de koyu Kürt! Biz bu heyetin başından Abaza diye Rauf’u attırdık. Türk diye bir halis Kürt getirmişiz, vah yazık!” diye hayıflanıyordu. 

Kürtlerin ölüm fermanı olarak gördükleri “Lozan Antlaşması”nı yine bir Kürt’e imzalatmaları ırkçıları tatmin etmiyordu. 

Zavallı İsmet Paşa, Kürt’e en büyük zararı vermesine rağmen Kürt’ün düşmanı olup Türk’e yaranamadı. İnönü’nün Kürt Raporu’nda Kürdistan/Kürt sorunu vardır ama bastırdık. Bu sorunu nasıl bastırarak hallettiği malum. Lozan’ın bedeli Kürt halkına ödetildi. Ama yine de İnönü, Rıza Nur’lara yaranamamıştır. 

Bugünkü “korucular ve İnönü benzeri Kürt siyasetçiler” aynı sorunla karşı karşıyadırlar. 

Kürt sorununun uluslararası boyutu üzerine akademik çalışmalar yapan Erol Kurubaş’ın ifadesiyle Kürtler, Musul meselesinde “özne değil de nesne olarak” gündeme gelmiştir. 

Kürtler Lozan’da tehdit unsuru olarak kullanılmışlardır. 

“Lozan Konferansı ile Amerikalı Chester Grubu’na imtiyazlar verilmiştir. Madenler, petrol kaynakları, demiryolları ve limanlar ile ilgili olarak verilen bu imtiyazla, emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanmak ve Konferans’ta ABD’nin desteğini almak amaçlanmıştır.” (Temuçin Faik Ertan) 

Lozan’da Batı Trakya kaybedilmiştir. 

Yunanistan’dan savaş tazminatı olarak Dedeağaç şehri yerine alınan Karaağaç köyünün alınması bir zafer olarak ilan edilmiştir. 

Lozan’da Kıbrıs’ın İngilizler tarafından ilhak edildiği kabul edilmiştir. 

Bazı tarihçilere göre Mısır’ın da Lozan’da kaybedildiği söyleniyor. 

Fransızlarla karşı karşıya gelmeyi göze alamadığı için Halep kaybedilmiştir. 

Musul İngilizlere bırakılmıştır. 

Lozan’da boğazlar başkanı Türk olan uluslararası komisyona verilmiş ve askerden arındırılmıştır. 

Sonuç olarak bunca tavizin verildiği bu şartlarda imzalanan Lozan Antlaşması’nın en büyük sebebi Kürdistan’ın kuruluşunun önüne geçmek ve bir an önce sistemi kurup yoluna devam etmek istemeleridir. 

Osmanlı’dan Türkiye’ye, devlet karşılaştığı her bariyeri Kürtlerle anlaşarak aşabilmiştir. Taki düzlüğe çıkıp tehlike atlatılınca Kürtler yok sayılmıştır. 

İşte bugünkü barış sürecinde de devlet, iktidar Ortadoğu’da bir tehlike görüyor. Onun için barış diyor. Yarın bu tehlike atlatılınca yine eskisi gibi düşük yoğunluklu savaş devam edecek mi? 

İnsanlar ölmeye devam edecek mi? 

Devletin inkâr politikası devam edecek mi? 

… gibi deli sorular Kürtlerin beyninin içerisinde dolaşıp duruyor. 

Yani Kürtler bu barış sürecine ihtiyatlı, temkinli ve iyimser yaklaşıyorlar. 

Yazarın diğer makaleleri

Verified by MonsterInsights