“Türkiye’de 1 Mayıs’lar ya kanlıdır ya yasak. Ya Takrir-i Sükun Kanunu vardır ya askeri diktatörlük. Ya 1996’da Kadıköy’de polis kurşunuyla öldürülür Hasan Albayrak, Yalçın Levent, Dursun Odabaşı oluruz, Taksim Meydanı’na çıkmak isterken 1989’da polis kurşunuyla öldürülür Mehmet Akif Dalcı oluruz, ya 1990’da felç edilir, Gülay Beceren oluruz.
2015’DE DE TAKSİM’E GİDİYORUZ…
1 MAYIS 2015’DE İSTİKAMET(İMİZ)
-2014’TE OLDUĞU GİBİ!- TAKSİM!
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Bugününüz, geçmişi anılarla,
geleceği ise özlemle kucaklasın.”[1]
1 Mayıs 2015’in eşiğinde -alışıldığı üzere!- İstanbul Valisi Vasip Şahin, Taksim Meydanı’nda 2015 yılında da 1 Mayıs kutlamalarına izin vermeyeceklerini “Toplantı ve gösteri yapılabilecek yerler belli, Taksim bunlardan biri değil,” vurgusuyla açıklarken; DİSK Başkanı Beko da, “Emekten mücadeleden yana olanların adresi Taksim’dir,” deyip ve ekledi:
“1 Mayıs’ta Taksim’i yasaklamak suçtur! 1 Mayıs’ın nerede kutlanacağı ile ilgili söz hakkını dahi sendikalara, işçi sınıfına vermeyen bir zihniyetin ‘demokrasi’ ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamanın hakkımız olduğu teslim eden çok sayıda ulusal ve uluslararası mahkeme kararı mevcuttur. 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamayı engellediği için hükümet Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) haksız bulunmuştur. Anayasa’da güzergâhı belirleme yetkisi de mülki idari amirlerine verilmemiştir.”[2]
“AİHM diyor ki ‘1 Mayıs 1977 yılında İstanbul Taksim’de 37 işçinin katledilmesinden sonra DİSK’in de KESK’in de 1 Mayıs gününün İstanbul’da Taksim’de kutlamasıyla ilgili üyelerine sorumluluğu vardır’…”[3]
Görünen odur ki AKP Taksim’i emekçilere kapatmaya kararlı.
1 Mayıs’ta Taksim’i yasaklayan hükümet, AİHM kararını da yok sayarken; Türk-İş 1 Mayıs’ı Zonguldak’ta, Hak-İş de Konya’da kutlayacağını açıkladı.
DİSK Genel Başkanı Kani Beko, yasağı kabul etmeyeceklerini; KESK Genel Sekreteri Hasan Toprak da 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayacaklarını açıkladı.
Aynı konuda ‘Devrimci 1 Mayıs Platformu’ ile radikal sosyalistlerin net tutumu 1 Mayıs 2015’de de istikametin Taksim olduğunu ortaya koyuyor.
Hayır; bu bir inat(laşma) falan değil; sadece ama sadece geleneği savunan sınıfsal bir kararlılıktır.
Hatırlayın! 2013 yılında yitirdiğimiz SDP’li Barışta Erdost yoldaşımızın, 1 Mayıs 2008’de Taksim Kazancı Yokuşu’nda okumak üzere hazırladığı -ancak okunamayan- konuşma metnindeki haykırışı hatırlayın:
“Türkiye’de 1 Mayıs’lar ya kanlıdır ya yasak. Ya Takrir-i Sükun Kanunu vardır ya askeri diktatörlük. Ya 1996’da Kadıköy’de polis kurşunuyla öldürülür Hasan Albayrak, Yalçın Levent, Dursun Odabaşı oluruz, Taksim Meydanı’na çıkmak isterken 1989’da polis kurşunuyla öldürülür Mehmet Akif Dalcı oluruz, ya 1990’da felç edilir, Gülay Beceren oluruz.
Bundan tam 120 yıl önce de, işçi sınıfının 8 saatlik işgünü hakkını elde etmek için verdiği kararlı mücadelelerle sarsılan ABD’de, burjuvazi aşağılık bir hesaplaşma, korkakça bir öç alma taktiğiyle 4 işçi önderini idam etmiş, tahakküm altındaki milyonların hareketini ezebileceğini, işçi sınıfının kurtuluş düşünü yok edebileceğini sanmıştı.
Tarih, idam edilen işçi önderlerinden Spies’ın ‘Burada bir kıvılcımı ezeceksiniz ama her yerde alevler yükseliyor. Bu gizli bir ateş. Bunu asla söndüremezsiniz’ derkenki inancını haklı çıkardı. 120 yıldır dünya işçi sınıfı birlik, dayanışma ve mücadele taleplerini haykırıyor. Dili, milliyeti, rengi ne olursa olsun milyonlar aynı özgürlük duygularıyla birleşiyor. Bazen yalnızca göğüslerine bir kırmızı karanfil takabilerek, bazen yalnızca teksirle çoğaltılmış bir bildiriyi bir kapının altından atabilerek, bazen yalnızca kapalı salonlarda, bazen sessiz ve derinden ama asla söndürülemeyen bir ateş olarak!”[4]
Evet, bizi Taksim’e yönlendiren bu partizan sorumluluktur!
Biliyoruz: Taksim güzergâhında biz(ler)i yine gaz, tazyikli su, hatta olabilir ki, barut ve ateş bekliyor!
Yolumuzu gazla, TOMA’larla, “kale” denilen modifiye edilmiş çelik duvarlarla, hasılı sınır tanımayan “İç Güvenlik”çi beyaz terörle kesmeye kalkışacaklar…
Evet, evet 2014’deki gibi, “1 Mayıs’taki baskı ve şiddet borsayı yükseltecek”[5] 2015’te de!
İktidar yine ve bir kez daha 1 Mayıs’ta gövde gösterisine kalkışırken; Taksim yolunda binler olacak; bomboş hâliyle Yenikapı meydanı ise iktidarın esas güçsüzlüğünü simgeleyecek!
“Yasak” tabelası, her iktidarın vazgeçilmezi olsa da; hayır; onlara teslim olunmayacak!
Asiler, başkaldıranlar egemen(ler) karşısında itaate değil, itiraza sarılırlar.
Egemen(lar)in emrini dinlemeyip, “yasak” tabelasını kale almayanlar; hep “Neden?” diye sorar, “Ne hakla?” diye sorarlar…
Burjuvazinin her “yasak”ı, yerle yeksan edilmek içindir…
Sakın ola unutulmasın/ unutturulmasın: Üzerine konan yasak işçi sınıfı mücadeleleri açısından gayri meşru olan Taksim Meydanı, onlarca emekçinin “Uğruna can verilecek kadar sevdiği şeydir”!
Hayır; asla ve kat’a vazgeçmeyeceğiz Taksim’den; daha kaç 1 Mayıs “savaşa” gider gibi gideceğimizi bilmesek de oraya.
Sahi daha kaç 1 Mayıs “Simit sat, onurlu yaşa!” diye bağıracağız ara sokaklarda?
Daha kaç 1 Mayıs egemen terör karşısındaki cüretimiz/ cesaretimiz sınanacak?
Daha kaç 1 Mayıs egemen(ler)in nefreti ve şiddetiyle kuşatılacak o meydan?
Bunları kestirmek kolay olmasa da; iktidarların geçici, 1 Mayıs’ların baki olduğu unutulmasın.
Geleneklerimize ihanet etmeyeceğiz.
Şarkılarımızı kısık sesle söylemeyeceğiz.
Duvar yazılarımızı silmeyeceğiz.
Hayallerimizden vazgeçmeyeceğiz; yalana teslim olmayacağız.
Çünkü 1 Mayıs, sürdürülemez kapitalizmin insan(lık)ı sürüklediği uygarlık krizine karşı itiraz(lar)ın kalkış noktasıdır. Dünya halklarının kapitalist iflasa, tahribata ve sömürüye karşı yükselttikleri isyandır. Tam da bunun için hak, adalet, emek ve özgürlük mücadelelerinin sembolüne dönüşmesi tesadüfi değildir. Bu sembol, tarihi belleğine alınteriyle, canla/kanla, cesaretle, yani ağır bedeller ödenerek kaydedilmiştir.
1 MAYIS’IN KÖKLERİ
1 Mayıs’ı, daha çok sömürü ve kâr zulmünün devreye soktuğu emek mücadeleleri yaratmıştır.
Kolay mı? XIX. yüzyılda işçiler kol emeğine dayalı çok ağır koşullarda çalıştırılıyorlardı. Öyle ki, çalışma saatleri bazen 18 saati buluyordu. Ortalama çalışma saati ise 16 saatti. Kesintisiz 16 saatlik bir çalışma karşılığında aldıkları ücret ise sadece hayatta kalmalarına yetiyordu. Kadın ve çocukların çalışma koşulları daha da ağırdı. Kölece çalışma koşullarından onların payına düşen daha fazla, ücret ise daha azdı. On binlerce işçi fabrikaların çevresindeki ilkel barakalarda barındırıyor, sağlıksız koşullarda yaşamlarını tüketiyorlardı. İşçilerin ortalama yaşam süresi 40 yılı ancak buluyordu.
İşçiler söz konusu koşullara karşı örgütlenmeye başladılar. Önce yardımlaşma sandıkları ve dayanışma örgütleri oluşturuyordu, bunlar sonradan sendikal örgütlenmelere dönüştü. Mücadeleyi ilk başlatan 1856 yılında 8 saatlik işgünü isteyen Avustralyalı emekçiler olacaktı. 1866 yılında Uluslararası İşçiler Birliği (I. Enternasyonal) tüm dünya işçilerine dayanışma ve 8 saatlik işgünü için mücadele çağrısı yaptı.
1881 yılında 500 bin işçiyi temsilen örgütlü Meslek ve Meslek Birlikleri Federasyonu 8 saatlik iş günü mücadelesini başlattı. İşçiler 8 saat uykuya, 8 saat çalışmaya, 8 saat de sosyal faaliyete zaman ayırmak istiyorlardı.
‘American Federation of Labor Kongresi’nde, işgününün 8 saatle sınırlandırılması için patronlara baskı yapılması kararı alınırken; 28 Nisan l886’dan itibaren, Chicago’da ve Milwaukee’de olaylar başlardı. Gösterilerin kapsamından korkan egemenler, eylemci işçilere ateş açtırdı ve sekiz işçi katledildi.
1886 yılında ABD’de 1 Mayıs’ta 350 bin işçi greve çıktı. Greve Chicago kentindeki 40 bin emekçi katılmıştı. McCormick Tarım Fabrikalarının patronları bin 400 işçiyi sokağa atarak yerlerine grev kırıcı işçileri yerleştirirler. Grevciler, 3 Mayıs günü, “sarı” olarak nitelendirdikleri işçileri protesto etmek için fabrika çıkışında toplandı. Polisin saldırısıyla işçilerin direnişi başlayacaktı. Polis kurşunlarıyla altı işçi öldü, elli kadarı yaralandı.
15 bin kadar olduğu tahmin edilen işçi topluluğu, önderlerinin konuşmalarını dinledikten sonra dağılmak üzereyken “beklenmedik” bir durum ortaya çıkacaktı. Polislerin arasına ansızın düşen bir bomba, sekiz kişinin ölümüne ve altmış kişinin yaralanmasına neden oldu. Bunun üzerine polis, kalabalık üzerine yoğun ateş açtı. Bu katliamın kesin bilançosu hâlâ meçhuldür.
Egemen sınıflar ve hükümet bu olayları işçi liderlerini tutuklatarak değerlendirdi. Tutuklananlardan sekizi hakkında dava açıldı. Bu liderlerden biri olan Parsons, önce cezaevinden kaçar. Ama duruşma günü mahkemeye gelerek “Emeğin hakkı, ezilenlerin özgürlüğü ve yazgılarının düzeltilmesi davası için idam sehpasına çıkmaya da hazır olduğunu” açıkladı.
Bombayı kimin attığına dair kesin bir delil bulunamamış olmasına rağmen, yargılanan işçi önderlerinden yedisi ölüm cezasına ve sekizi ömür boyu hapse mahkûm edildiler. Tutuklananlardan Louis Lingg duruşmadan sonra hücresine götürülüp bayıltılıncaya kadar dövüldü; ardından ağzında dinamit patlatılarak katledildi. Sonra da intihar ettiği yalanı söylenir. Ölüm cezasına mahkûm edilenlerden dördü (Parsons, Spies, Fisher ve Engel), 11 Kasım 1887’de idam edildiler.
Augustin Spies idam sehpasında “Öyle bir zaman gelecek ki bizim suskunluğumuz sizin bugün ipe çektiğiniz seslerden daha güçlü olacaktır,” derken; idam sehpasındaki sözlerinin doğruluğu cenazelerinde kanıtlanacaktır. Onların asılmasının etkisi öyle büyük olmuştur ki cenazelerine binlerce Amerikalı emekçi katılmış, daha sonra İkinci Enternasyonal’in kararı doğrultusunda 1 Mayıs yüzbinlerce işçinin sessizliği yırttığı uluslararası bir gün olarak tarihe geçmiştir.[6]
Chicago’daki kanlı olayın üstünden 3 yıl geçer.
1889’da Paris, iki büyük etkinliğin sahnesidir. Fransız Büyük Devrimi’nin birinci yüzyılını kutlamak için düzenlenen uluslararası fuar sırasında, Sosyalist Enternasyonal’in ikinci kurultayı da Paris’te yapılır. Kurultayda, işçi ve emekçilerin günde 8, haftada toplam 48 saatten fazla çalıştırılamama talebi için mücadele kararı alınır.
1 Mayıs 1891’de, Fransa’nın Fourmies kentinde yürüyüş yapan işçilerin üstüne ateş açan polis, sekizi 21 yaşından genç 10 işçiyi öldürünce, “1 Mayıs” Avrupalı emekçilerin ortak mücadele tarihinin simgesi olur. Fourmies dramından birkaç ay sonra Brüksel’de toplanan Sosyalist Enternasyonal, 1 Mayıs tarihini mücadele günü olarak tesciller.
COĞRAFYAMIZDA 1 MAYIS’LAR
Türkiye’de iktidarlar, işçi sınıfı ve sendikal örgütlerinin bedeli kanla ödedikleri, bu nedenle de büyük simgesel önem taşıyan Taksim 1 Mayıs Alanı’nı emekçilere kapalı tutmada uzun yıllar direnmişti. 12 Eylül yadigarı bu tavır, iktidarlara çok pahalıya mal olurken; devrimci işçiler ve radikal sosyalistlerin ısrarı 2009’da bu kuşatmayı kıracaktı.
O yıl da önce polis şiddetiyle yollar kesilmeye çalışsa da, kararlı yürüyüş kortejlerinin direngenliğinde sonunda 1 Mayıs Alanı, uzun yıllar aradan sonra işçi sınıfınca yeniden kazanılmıştı; ne ki, AKP iktidarı bu kazanımı kendisi için bir “tehdit” olarak algılayıp, 2013’de Taksim bir kez daha gasp edilecekti…
Coğrafyamızda 1 Mayıs’ların tarihi yasaklara özdeştir. Yıl 1906,[7] İzmir. Bu tarih ve yer Türkiye’de ilk kez 1 Mayıs’ın kitlesel olarak kutlanışına işaret ediyor. Tarihten de anlaşılacağı gibi cumhuriyetin kurulmasına 18 sene kala Osmanlı Devleti’ne dayanıyor ilk 1 Mayıs kutlamaları.
Aradan 4 yıl geçtikten sonra da 1909 yılında Üsküp’te Bulgar, Sırp ve Türk işçiler ellerinde flamalarla 1 Mayıs’ı kutlarlar. İstanbul’daki ilk 1 Mayıs kutlaması ise bir sene sonra, 1910 yılında yapılır. Keza 1911’de de Selanik’te özellikle tütün işçileri 1 Mayıs’ı kitlesel bir biçimde kutlarlar. Bu gösteriye 14’ten fazla sendikanın katıldığı ifade edilmektedir. Hatta bu mitinge katılan işçilere konuşulan her dilde seslenilir.
1912 yılında işçilerin üzerindeki baskı artmasına rağmen 1 Mayıs kutlamaları Selanik ve İstanbul’da kitlesel olarak gerçekleşir. Pangaltı Belvü Bahçesi’nde yapılan kutlamaya binlerce işçi katılır. 1913 sıkıyönetiminin ardından 1919’a kadar gelinen süreçte 1 Mayıs kutlamalarına izin verilmez. İttihat ve Terakki zamanıdır. Birçok siyasi parti kapatılır ve birçok aydın sürgüne gönderilir.
Cumhuriyetin kurulmasına ramak kala 1919 ve 1920’de 1 Mayıs sadece işçi bayramı olarak kutlanırken, 1921’deki 1 Mayıs oldukça kitlesel geçer. Osmanlı işgal altındadır ve 1 Mayıs kutlamaları da yasaktır. Tüm bunlara rağmen 1 Mayıs kutlaması sorunsuz bir şekilde gerçekleşir. Keza aynı şekilde çeşitli sloganlarla 1922 ve 1923’ün 1 Mayıs’ları da aynı şartlar altında kutlanmıştır.
Cumhuriyet kurulur, tek parti dönemi başlar ve bir sene sonra ötekileştirici felsefesi bugünlere bile taşınan 1924 Anayasası ilan edilir, Takrir-i Sükun Meclis’ten geçer. Cumhuriyetin kurulmasının ardından gelen süreç 1920 gibi çok kültürlü geçmez. Tek tipçiliğin hâkim olduğu ve insanların tek bir kalıba sokulmak istendiği dönem başlar. 1924’ün 1 Mayıs’ı da doğal olarak yasaklanır. Bildiri dağıtan işçiler tutuklanır. Buna rağmen gizli bir şekilde Ankara’da yapılan toplantı ile 1 Mayıs kutlanmış olur.
1925 ve 1926’da da 1 Mayıs yasağı devam etmektedir. Sokağa çıkanların tutuklandığı ve özgürlüğün olmadığı bir dönem iyiden iyiye kendini göstermeye başlamıştır. Tüm bunlara rağmen 1925 yılında Amele Teali Cemiyeti’nin genel merkezinde 1 Mayıs sınırlı bir törenle gizlice kutlanır. Cemiyet’in ‘1 Mayıs nedir?’ broşürleri dağıtması ise Cemiyet’ten 38 kişinin tutuklanmasına ve ardından hepsinin İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanmasına yeterli bir delil sayılacaktır. Hatta yargılananlar arasında Nâzım Hikmet de vardır.
1928’de son kez açık olarak kutlanan 1 Mayıs’lar, 1935 yılına kadar büyük bir gizlilik altında eda edilecektir. Bu dönem aralığında hükümetin kendi işçisini yaratmak amacıyla kendi yandaşlarına bir Amele Birliği kurdurduğu da söylenir.
Yasaklı yıllar birbirini kovalar ve 27 Mayıs 1935’te ‘Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkındaki Kanun’la 1 Mayıs, anlamının dışına çıkılarak ‘Bahar ve Çiçek Bayramı’ adıyla ücretsiz tatil günü kabul edilir. Daha sonradan Demokrat Parti zamanında 1951 yılında işçilere yarım günlük ücretin ödenmesi, 1956 yılında ise tam gün ücretinin ödenmesi karara bağlanır.
27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra da 1 Mayıs’ın kutlanması yasaklanır ancak, gizliden gizliye yapılan kutlamalarla gelenek sürdürülür.
Özetle 1 Mayıs, 1906’dan beri kitlesel katılımla kutlanıyorken; 1921’de İstanbul’da işçilerin mavi gömleklerinin üzerine kırmızı atkılar takarak yürüdükleri bir “kutlama” gerçekleştirilecek, ertesi yıl alanda ilk kez “Enternasyonal” seslendirilecekti. Bilinen ilk 1 Mayıs marşı, 1927’de düzenlenen mitingde okunan: “Hoş geldin 1 Mayıs, işçinin günü/ Dağıt rüzgâr gibi gönülden gamı/ Karakış günleri yansın kül olsun/ Kırmızı çiçekli bahar uyansın/ (…)/1 Mayıs 1 Mayıs ilk dileğimiz/ Yaşatacak seni tunç bileğimiz.”
Memleketteki ilk 1 Mayıs şiiri ise, Osmanlı’nın ilk kadın şairlerinden Yaşar Nezihe tarafından yazılmış: “(…) Ey işçi…/ Mayıs birde bu birleşme gününde/ Bîşüphe bugün kalmadı bir mani önünde…/ Baştan başa işte koca dünya hareketsiz; yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz…”
1977, “Kanlı 1 Mayıs”ın yaşandığı yıl. Çok değil, bir yıl önce açılan Taksim, o tarihten sonra kutlamalara kapatılacak. 1979’da Bülent Ecevit’in emriyle sokağa çıkma yasağı ilan edilecektir. Başta Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu üyeleri olmak üzere sokağa çıkan herkes gözaltına alındı. 1980’de, Süleyman Demirel şu sözleri sarf etti: “1 Mayıs kutlamalarına asla izin vermeyeceğiz.”
Görüldüğü üzere, 1 Mayıs üzerindeki yasakların tarihi 70’lerde başlamıyor. “Bayram”ı ilk yasaklayan, bizzat Cumhuriyet rejimi! Yine de, 1923’ü takiben yayınlanan Takrir-i Sükûn Kanunu’yla sendikalar ve işçi örgütlerinin yasaklamasına rağmen, 1 Mayıs kutlanabiliyor. 12 Eylül 1980’de yönetime el koyan Kenan Evren ve arkadaşlarının ilk icraatından biri, 27 Mayıs 1935’te “ulusal bayram ve genel tatiller hakkındaki kanun”la “bahar bayramı” kabul edilen bu günü bayramlıktan çıkartmak olur.[8]
1 MAYIS’LAR(IMIZ)IN DÖKÜMÜ | |
Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk 1 Mayıs | II. Meşrutiyet’in ilanından bir yıl sonra, 1909’da Üsküp’te Bulgar, Sırp ve Türk işçilerin katılımıyla kutlandı. 1910’da 1 Mayıs, Selanik ve başta birkaç Rumeli şehrinde kutlandı. 1911’de ise, Üsküp, Selanik, İstanbul Edirne ve Trakya kentlerinde kutlandı. Selanik’teki gösteriye 14’ten fazla sendika, Yahudi, Bulgar, Yunan ve Türk işçiler katıldı. Yük arabası sürücüleri, mavnacılar, liman ve yükleme-boşaltma işçileri iş bıraktı. 1912 yılındaki 1 Mayıs daha geniş katılımla kutlandı. |
1921 | Ülkeyi işgal altında tutan emperyalist güçler 1 Mayıs’ı yasakladı ama Şirket-i Hayriye, Tramvay Kumpanyası, Haliç Tersanesi, Feshane gibi kurumlarda çalışan işçiler üzerinde etkin olan Türkiye Sosyalist Fırkası’nın öncülüğünde gösteriler ve grevler gerçekleştirildi. 1 Mayıs 1922 yaklaşırken işgal kuvvetleri ve yerli işbirlikçi sermaye çevreleri gösteri ve kutlama girişimlerini engelleme çabalarını yoğunlaştırmışlardı. Ancak kutlamalar engellenemedi. Bu 1 Mayıs eylemi sınıfsal taleplerle birlikte emperyalist işgale karşı da bir protesto niteliği taşıyordu. |
1 Mayıs 1923 | Yerli ve yabancı şirketlerde çalışan çok sayıda işçi, yabancı şirketlere el konulması, 8 saatlik işgünü ve hafta tatili, sendika kurma ve grev hakkı talepleriyle greve gittiler. |
1 Mayıs 1924 | Hükümet, 1 Mayıs’ta yapılacak kutlamaları yasakladı ve 1 Mayıs gösterilerine izin verilmeyeceği belirtildi. Buna rağmen Amele Birliği Genel Merkezi’nde bir resmi kabul düzenlendi, Birlik Genel Merkezi, kırmızı renklerle donatılıp cephesine “Türkiye Amelesi Sendikalar Kanununu İster” yazıldı, Enternasyonal marşı çalındı. 1 Mayıs dolayısıyla çıkarılan Çelik Kol gazetesi toplattırılıp, Aydınlık dergisi idarehanesi arandı, 1 Mayıs’ı kutlamak isteyenlerden tutuklananlar oldu. |
1 Mayıs 1925 | 17 Mart l925’de çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu, Türkiye’de her türlü emekçi ve muhalefet hareketinde de “sükun” dönemi başlatma yolunda kullanıldı. 1 Mayıs 1925 Amele Teali Cemiyeti tarafından genel merkez binasında sınırlı bir törenle kutlandı. Amele Teali Cemiyeti, ayrıca, “1 Mayıs nedir?” başlıklı bir broşür dağıtma girişiminde bulundu. Bütün bunlar, hükümetin yeni bir tutuklama başlatması için yeterli oldu. Otuz sekiz kişilik bir grup Ankara’ya gönderilerek İstiklal Mahkemesi önüne çıkarıldı. Bunlardan bazıları, 7 ile 15’er yıl hüküm giydi. Hüküm giyenler arasında komünist şair Nazım Hikmet de bulunuyordu. |
1928 | 1 Mayıs son kez 1928’de ‘İşçi Bayramı’ olarak kutlandı. Tek parti ve çok partili dönemlerde 1976’ya kadar 1 Mayıs kutlamaları yasaklı hâle geldi. |
1976 | 1 Mayıs’ların yeniden kutlanmaya başlanması, 1 Mayıs1976’da DİSK’te örgütlü işçiler ve onlarla birlikte hareket eden diğer örgütlerin yaygın katılımıyla İstanbul’da Taksim Meydanı’nda kutlandı. |
1977 | Yine işçi sınıfı hareketinin bir dalgaya dönüştüğü ‘77 1 Mayısı’ fail-i meçhul güçlerce provoke edilerek onlarca işçinin öldürülmesiyle sonuçlandı. Yaklaşık 500 bin kişinin katıldığı mitingin sonlarına doğru, meydana hâkim konumda bulunan Sular İdaresi’nin duvarları üzerinde ve İntercontinental Oteli’nin çatısında mevzilenmiş kişiler, kalabalığa ateş açtılar ve 37 kişinin ölümüne, 126 kişinin yaralanmasına neden oldular. Tarih sayfalarına ‘Kanlı 1 Mayıs’ olarak geçen bu katliamın failleri “bir türlü bulunamadı”. |
1978 | Tarihler 1 Mayıs 1978’i gösterirken yine işçi sınıfı, sosyalistler ve demokratik kitle örgütleri Taksim’e çıktı. 77 Katliamı’nın 1. yıldönümü olan 1978 1 Mayıs’ında işçiler, hüzünlü ve bir o kadar da görkemli miting yaptı. |
1979 | 1979 yılına gelindiğinde CHP iktidarı ele geçirmişti. Öte yandan sıkıyönetim devam ederken 1 Mayıs kutlamalarına izin vermeyeceğini belirten hükümet sokağa çıkma yasağı ilan etti. Asker ve polisin İstanbul’un bütün meydanlarını ablukaya aldığı 1 Mayıs’ta, 987 yurttaş yasakları tanımadıklarını belirterek Merter, Topkapı ve Çiçekçi’de sokağa çıktı. Sokaklara çıkan herkes gözaltına alındı. Merter’de bulunan DİSK Genel Başkanlığı önünden aralarında Behice Boran’ın da bulunduğu grup yürüyüş yapmak istedi. Polis DİSK binası önündeki herkesi gözaltına aldı. |
1980 | Sıkıyönetim tarafından 30 ilde miting ve gösterilerin yasaklanması üzerine, DİSK ve bağlı sendikalar 30 Nisan’da İstanbul, Ankara, İzmir’de gösteriler düzenlediler. Baştürk ve diğer bazı DİSK yöneticileri gözaltına alındı. DİSK hakkında dava açıldı. |
1987 | 12 Eylül’den sonra uzunca bir süre 1 Mayıs’ın kutlanması yasaklandı. Ancak, 1 Mayıs 1987’de Petrol-İş ve LasPetkim-İş, Genel Hizmet-İş, Deri-İş Sendikalarının katkısıyla İstanbul’da Emek Sineması’nda bir şölen düzenlendi. |
1988 | 1 Mayıs 1988’de kutlamalar yine yasaktı. |
1989 | Bahar mevsimi işçilerin eylemlerine sahne oluyordu. 89 Bahar Eylemleri dönemiyle birlikte yeniden yükselişe geçen işçi sınıfı 1989 1 Mayıs’ında Taksim’e çıkmak istedi. Yapılan yürüyüşe polisin saldırması neticesinde çatışmalar yaşandı. Polis saldırısında Mehmet Akif Dalcı isimli işçi, trafik polisinin silahından ateşlenen kurşunla yaşamını yitirdi. |
1990 | Türk-İş Genel Kurulu’nda 1 Mayıs’ın kutlanması karar altına alındı. 1990 1 Mayıs’ında gösterileri önlemek amacıyla İstanbul’da sıkı güvenlik önlemleri alındı. Değişik semtlerde gösteri yapmak isteyen devrimci gruplarla polis arasında çatışmalar çıktı. Pangaltı’daki olaylar sırasında İTÜ öğrencisi Gülay Beceren polis tarafından vuruldu ve felç oldu. |
1991 | 1 Mayıs, işyerlerinde Türk-İş yönetiminin yayınladığı bir bildiri okunarak kutlandı. Bunun dışında Hak-İş tarafından Ankara’da Dedeman Oteli’nde bir açık oturum düzenlendi. İstanbul’da yasaklara rağmen yapılan gösterilerde ise on eylemci yaralandı ve toplam 600 kişi gözaltına alındı. İzmir’de Balık Hali önünde gerçekleştirilen toplantı 12 Eylül sonrasının ilk ‘yasal’ 1 Mayıs mitingi oldu. |
1996 | Kadıköy’de kutlanan 1 Mayıs’a daha sabah saatlerinde saldıran polis üç işçiyi katletti. Polis saldırısında yaralanan işçilerin bulunduğu hastaneye doğru yürüyüşe geçen kitleye saldıran polis ateş açtı. Kitlenin polis saldırısına direnişle karşılık vermesi üzerine Kadıköy’de olaylar gün boyu sürdü. Emekçi ve devrimci grupların arasında telsizinin sesini açık unutan bir sivil polis Star TV’nin canlı yayınında görüntülendi. |
1997 | 1 Mayıs’da işçiler yine alanlardaydı. İstanbul, Ankara, Adana, Mersin, İzmir, Antalya, Denizli ve Uşak’ta yürüyüş ve miting düzenlendi. Bu yılki 1 Mayıs kutlamalarını Türk-İş, DİSK ve KESK birlikte organize ettiler. Merkezi miting İstanbul’da Çağlayan Meydanı’nda yapıldı. |
1998 | 1 Mayıs, “Şimdi Demokrasi Zamanıdır” temel sloganı ile ifade edilen, demokrasi ve özgürlük talebinin, güvenli bir gelecek isteğinin dile getirildiği mitinglere sahne oldu.12 Eylül sonrasında ilk kez 1998 yılında 1 Mayıs yaygın biçimde kutlandı. Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK tarafından İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana, Çanakkale, Diyarbakır, Malatya, Gaziantep ve Samsun başta olmak üzere pek çok ilde ve ilçede 1 Mayıs kutlandı. |
1999 | 1 Mayıs’ı işçi konfederasyonları ve çeşitli toplumsal muhalefet örgütlerinden 15 örgütün bir araya gelmesiyle oluşturulan Emek Platformu tarafından kutlandı. İstanbul, Ankara, İzmir, Mersin, Adana, Kocaeli, Lüleburgaz, Gebze, Eskişehir, İskenderun, Kayseri, Trabzon, Silifke ve Divriği’de mitingler yapıldı. 1999 1 Mayıs’ında dikkat çeken nokta büyük kentlerin yanı sıra emekçilerin yoğun olarak bulunduğu ilçe merkezlerinde de 1 Mayıs mitinglerinin düzenlenmiş olmasıydı. |
2000 | Türkiye’de 1 Mayıs’ı kutlamak üzere bir araya gelen Türk-İş, Hak-İş, DİSK ve KESK “Küresel saldırıya karşı güç birliği” sloganını temel aldılar. İstanbul, Ankara, İzmir, Samsun, Gaziantep, Diyarbakır, Mersin, Malatya, Tunceli’de düzenlenen mitinglerde çalışanlar sosyal devletin korunmasını istediler ve iş güvencesi talep ettiler. |
2001 | İstanbul kutlamaları üç işçi konfederasyonu ve KESK ile ortak düzenlendi. Miting Çağlayan’da yapıldı. Ülkenin pek çok kentinde yine kutlamalar yapıldı. |
2002 | 1 Mayıs’ı birçok emek örgütü, İstanbul’da Çağlayan meydanında kutladı. |
2003 | 1 Mayıs sendika ve örgütler öncülüğünde bir önceki yıllarda olduğu gibi Çağlayan Meydanı’nda kutlandı. |
2004 | DİSK ve Türk-İş kutlamaları Taksim’de yapmak üzere valiliğe başvurdu, ancak valilik izin vermedi. Bunun üzerine Türk-İş Çağlayan için başvurdu ve mitingi orada yaptı. DİSK, KESK ve pek çok emek örgütü, Taksim’de ısrar edince, valilik ara formül olarak 1 Mayıs mitinginin Saraçhane’de toplanılarak Yenikapı’ya yürünülmesi şeklinde yapılmasına izin vermek zorunda kaldı. Yasal izin başvurusunda bulunmadan Saraçhane’de kutlanan bu mitingin yararı, 1996’dan sonra yasaklanan Kadıköy’ün tekrar mitinglere açılması oldu. |
2005 ve 2006 | Mitingler Kadıköy meydanında yapıldı. Bu yıllardaki 1 Mayıslar polis saldırısı olmadan olaysız ve coşkulu geçti. |
2007 | 1 Mayıs 1977 günü Taksim Meydanı’nda yapılan kutlamalarda 500 bin emekçi vardı. Sular İdaresi ve İntercontinental Oteli üzerinden açılan ateş sonucu çıkan kargaşa ve çatışmalarda 37 işçi yaşamını yitirmişti. Bu olay ‘Kanlı 1 Mayıs’ olarak tarihe fail-i meçhul bir katliam olarak geçti. 2007 yılı ise katliamın ardından geçen 30. yıl olması sebebiyle emekçiler için tek adres olarak Taksim’i gösteriyordu. Emekçilerin Kanlı 1 Mayıs’ın karanlık faillerini lanetlemek, 37 işçiyi anmak ve taleplerini haykırmak için 1 Mayıs’ta Taksim’de olacaklarını belirtmelerinin ardından AKP hükümeti, Taksim’i asıl sahibi emekçilerden korumak için ortalığı adeta savaş alanına çevirmişti. Gün boyu yaşanan direniş sonucunda DİSK ve örgütler Taksim Meydanı’na girmeyi başardılar. |
2008 | Adı konulmayan sıkıyönetimi aratmayan 2008 1 Mayıs’ında da Türkiye’nin giderek ‘polis devleti’ne dönüşümüne şahit olundu. Köprüler, vapurlar, metrolar, otobüsler kapatıldı, Taksim’e çıkmak için yürüyen emekçiler gün boyu polisin gaz bombalı, plastik mermili ve kimyasal sulu saldırısına direndi. |
2009 | Emekçiler ve devlet arasında yaşanan ve ‘Taksim Meydan Muharabesi’ olarak adlandırılan direniş 2009’da da yaşandı. İstanbul’un Taksim’e çıkan yollarında emekçilere yine polis saldırısı vardı. Kurtuluş, Harbiye, Şişli, Mecidiyeköy, Beşiktaş ve Nişantaşı’nda emekçiler Taksim için direndiler. 2009 1 Mayıs’ının öne çıkan bir başka gelişmesi ise artık 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesi olmuştu. Emekçiler gün boyu süren mücadelelerinde az sayıda da olsa Taksim’e çıkmışlardı. |
2010 | Emekçilerin direnişleri neticesinde AKP hükümeti 2010 yılında Taksim Meydanı’nı halka açmak zorunda kaldı. Coşkulu yürüyüşlere sahne olan 2010 1 Mayıs’ı Taksim’in ana sloganlarından biride “Taksim’i açmadılar biz kazandık!” idi. |
2011 | Emekçiler 1 Mayıs’ında Taksim zaferini coşkuyla kutlarken 77’de ölen işçileri de andılar. |
2012 | İşçi sendikaları, demokratik kitle örgütleri ve siyasi partiler tarafından Taksim’de yüzbinlerin katılımıyla coşku içinde kutlandı. Kürsüden ve medyandan çıkan birincil talep ise 77 suçlularının yargılanması yönündeydi. |
2013 | 1 Mayıs için emekçiler adres olarak yine Taksim’i göstermişti. Valiliğin ve hükümet kanadının ise Taksim’de yapılmakta olan tünel inşaatı bahanesiyle ‘güvenlik’ sorununu gündeme getirdi ve emekçilere Taksim’in yasak olduğunu ilan etti. 2013’e gelene kadar Türkiyeli emekçilerin ve sosyalistlerin mücadelesiyle kazanılan Taksim’e çıkmak isteyen emekçilere polis 3 yıl ara ardından yine gaz bombaları ve kimyasal sularıyla saldırdı. 17 yaşındaki lise öğrencisi Dilan Alp polisin attığı gaz bombasıyla başından vuruldu ve komaya girdi. Emekçilerin direnişi gün boyu sürdü. |
2014 | 1 Mayıs’ı için işçi sendikaları ve demokratik kitle örgütleri adres olarak Taksim’i gösterdi. Sendika temsilcileri ile görüşen Vali Mutlu Taksim’in emekçiye kapalı olacağını ilan etti. Taksim ve çevresi gün boyu polisle halk arasında yoğun çatışmalara sahne oldu. |
Bu tabloda 1977 1 Mayıs’ına özel bir parantez açmak “olmazsa olmaz”dır![9]
1 Mayıs öncesinde sosyalistleri karalamak isteyen ‘Sabah’, “O katliam sol gruplar arasındaki çatışmanın ürünüydü. ABD parmağı, derin devlet, fabrikasyon masallar… Türkiye solu, enkaz hâlindeki geçmişi için bir mağduriyet hikâyesine ihtiyaç duydu,”[10] diyen Halil Berktay ile röportaj yaptı. Üstüne düşen görevi layığıyla yerine getiren Berktay, 1 Mayıs 1977 katliamının devlet tarafından değil, solcular tarafından gerçekleştirildiği yönündeki temelsiz iddiasını tekrarlarken; dönekliğin ne demek olduğunu bir kez daha kanıtladı!
Düşman ve döneklere inat “Derin bir iç çekiştir 1 Mayıs’ımız… Kederimizdir. Yarım kalan coşkumuzdur. Ama o gün, iş, ekmek ve barış türküleriyle Taksim’e yürüyen insanlar, bu alanın adını ‘1Mayıs Meydanı’ koydular. Bu yüzden hâlâ umut etmek için çok sebep var. Hâlâ inanacak bir şeyler…
1 Mayıs 1977’de de zalimler, Taksim Meydanı’nı kana buladılar. Önceden hazırladıkları planı soğukkanlı bir katil gibi uyguladılar. Alanda toplanan kalabalığa ateş açtılar, su sıktılar, panzerlerle saldırdılar. Kazancı yokuşundan ve alandan kurtarabildikleri ölü ve yaralılarını, bir kamyonetin kasasına koyarak hastaneye götürmeye çalışan işçiler, yol boyunca kamyonetin kasasından kan aktığını ve meydandan İlk Yardım Hastanesi’ne kadar bu kanlı çizginin kesintisiz devam ettiğini anlatırlar.
Kazancı’dan başlayıp Firuzağa’da biten yol Sıraselviler’dir. Yol boyunca sıralanan bütün binalar şahittir buna. Rum Zapyon Lisesi, Romanya Konsolosluğu; hepsi… Şahittir… Katledilenlerin kanı büfelerin önünden geçerek, yokuştan aşağıya aktı. Aya Triada Kilisesi’nin önünden İlk Yardım’a doğru… Ardından Alman Hastanesi ve Mustafa Ağa Camii… Biraz önce yan yana halay çeken Nazan ve Kadriye kamyonetteydi. Hacer de var mıydı bilmiyorum. Mehmet Ali, Ercüment, Garabet ve Hasan oradaydı ama. Ziya, Aleksandros, Hüseyin ve Ömer de… Bir çizgi hâlinde, kandan mürekkep ve kalbimize yazılan…
Taksim arenadır… Ölülerimiz Sıraselviler boyunca caddeleri kanlarıyla boyadılar. 1 Mayıs 1977’den sonra bu yol ‘Kanlı Yol’dur ve bu ismi Taksim 1 Mayıs Alanı’nda katledilenler koymuşlardır…
Geçmiş kaybedilmiş bir zaman parçası değildir. Elimizden akıp gitmiş, geriye dönüp baktığımızda hayıflanacağımız bir zaman hiç değildir. Yaşanan her şey, bir yumak gibi sarılıp toplanarak ardımızdan gelir. Bu yüzden yaşadığımız her an kıymetlidir ve hiçbir şey boşuna değildir. Çünkü tarih ancak yaşananlar üzerinden yazılır ve hiç kimse bir başkasının tarihini kolayca anlatamaz. ‘Tarih ne zamandır ne de bir gelişme. Her ikisi de bir sıranın göstergesidir. Zaman bir durumdur.
İnsanın ruhuna can verir ve zamanın dışında anı olmaz.’ Zaman ve anı bir madalyonun birbirine açılan iki yüzü gibidir. Bir yüzü, Ankara’dan sabah vakti trenle gelip hiç uyumadan Saraçhane’den yürüyüşe katılan Hasanoğlan’lı öğretmen Bayram Çıtak’a açılır, diğer yüzü, Uzel’deki direnişten çıkıp gelmiş işçi Kadir Balcı’ya… Bayram Hoca’nın kaburgaları kırılmış, Kadir’i de kurşunlamışlardır. Bu yüzden, 1 Mayıs 1977 kırmızı bir güldür. Zaman da bu gülün goncası. En dış yaprağında ipek saçlarıyla Fen Fakültesi birinci sınıf öğrencisi Sibel durur, onun altındaysa Eczacı Meral. Sibel, incitmeden sarmıştır, Meral’in panzerin altında ezilen ve saatlerce alanda bekleyen cesedini.
Zaman geri gelmez, getirilemez. Yani geçmiş geri getirilemez. Ancak ‘geçmişte şimdiki zamanın geçip giden her bir anın geçici olmayan gerçekliğini bulabildiğimize göre’ geçmiş ne demek oluyor ki? Geçmiş, geçip gitmiş zaman parçası değildir. Bugünün içinde durur. Yarınsa bugünden başlayan bir şeydir ve geleceğimizi içinde taşır.
Zamanın dışında anı olmaz… İnsanın vicdanı da zamana bağlıdır ve yalnız onunla var olur. Demek ki anılarımız vicdanımız, vicdanımız da belleğimizdir. Unutmaksa vicdansızlık. 1 Mayıs’ı unutmayacağız. Çünkü 1 Mayıs, bizim geçmişimiz değil geleceğimizdir.
Doğru; derin bir iç çekiştir 1 Mayıs… Kederimizdir. Yarım kalan coşkumuzdur. Ama o gün, iş, ekmek ve barış türküleriyle Taksim’e yürüyen insanlar, bu alanın adını ‘1 Mayıs Meydanı’ koydular.
‘Meydanlar taraflıdır ve politiktir. Tarih boyunca örgütlenmek ve örgütlenmeye karşı mücadelenin izlendiği alanlar olmuştur. İktidarın amacı kaybedilmiş meydanı tekrar ele geçirmektir. Meydanı ele geçirmek, meydanda egemenliğini sürdürmek, mücadelenin kazanılıp kaybedildiğinin de simgesidir.”[11]
1 MAYIS’IN SİMGESEL ÖNEMİ
Şafak Pavey’in, “Taksim Meydanı çok ağır bir hatıranın mabedi” notunu düştüğü mekânın 1 Mayıs’ın gelenek için -simgesel- önemi çok büyüktür.
1 Mayıs, “masum” bir bayram değildir. Sınıf mücadelesi tarihinin hatırlandığı, anıldığı, bu anmanın eylemlerle bütünleştiği bir gündür!
Taksim Meydanı, bu kutlamanın Türkiye’deki yüreğidir, ne denirse denilsin!
Bu Meydan başlı başına bir tarih, bir bellektir. Bellek katmanlarıyla yüklüdür!
İşçi sınıfı oradadır ve toplumsal bellek böyle bir şeydir. Bu bağlamda sosyalistlerin o meydanı kullanarak kendi belleklerini, tarih ve geçmişlerini canlı tutmak istemesi kadar anlaşır bir şey yoktur ve olamaz da!
Burjuva iktidarın işçi sınıfına başka bir meydanı (örneğin Yeni Kapı’yı) kutlama alanı olarak göstermesi sorunu çözmez; tersine, sorun(lar) doğurur. Çünkü bu öneri, belleğin “silinmesine” dönük bir girişimdir; hafızasından arındırılmasıdır; kabullenilemezdir…[12]
Siyaset toplumsal, toplumsal olan mekânsalken; devrimci hafıza ve gelenekten Taksim’in silinmesi mümkün değildir; belleklerde yaşaması da engellenemeyecektir.
Türk-Alman Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Berke Özenç’in ifadesiyle, “Toplanma hakkının özü mekânın, hakkın öznesi, yani bireyler tarafından seçilmesidir. Çünkü tam da seçilen yer, toplanarak açıklanmak istenen görüşlerin ya da tavırların amacına ulaşmasını sağlar”ken; Taksim Meydanı konusunda emekçilerin ve sosyalistlerin hassasiyetleri ve ısrarları elbette ki anlamlı ve anlaşılırdır.
Bu meydanda 1 Mayıs kutlamalarında onlarca şehit verdiler. Büyük tarihi direnişler gerçekleştirdiler. Taksim Meydanı bu temelde 1 Mayıs Meydanı hâline geldi.
Şimdi bu şehitlerin anısına sahip çıkmaları, bu tarihi direnişleri yerinde anmaları elbette ki doğru ve gerekli olandır. 1 Mayıs Bayramı’nın gerçeği ve anlamı zaten budur. 1 Mayıs Bayramı mücadele şehitlerinin anısına sahip çıkmak ve onların direnişlerini devam ettirmek bayramıdır. Eğer emekçiler 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamazlarsa, o zaman 1 Mayıs’ın özünden ve anlamından kopmuş olurlar.
O hâlde 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmak istenmesi, bir “inat”tan öte; hafızasını yitirmeyenlerin toplumsal talebidir. Bu öyle bir hafıza ki, 1 Mayıs’ın Taksim Alanında kutlanmasını halkın toplumsal psikolojisinde hiç bir yasaklamayla sökülemez bir gelenek hâline getirmiştir…
Kolay mı? Mücella Yapıcı’nın, “İktidarın uyguladığı şiddet, Taksim Meydanı’nın simgesel değerinin hiç olmadığı kadar altını kazımıştır. İktidar kentsel bellekten silebilmek için yasakladığı bir alanı bu şiddetle daha da önemli ve simgesel bir hâle getirmiştir,” vurgusu da tam bunun ifadesidir.
Nihayetinde tohum ve doğum ayıdır, Mayıs. Her can nasıl kansa, kansız can, cansız kan nasıl olmazsa; nasıl kanlar içinde doğulursa dünyaya, 1 Mayıs’lar da işçilerin canı, emekçilerin kanıyla “hak” edilmiştir.
Özetin özet: 1 Mayıs hayattır, sevdadır, umuttur, direniştir…
İşçi sınıfı tarihi, 1 Mayıs’ın demokrasi, özgürlük ve emek simgesi olduğunu gösterirken; coğrafyamızdaki tarih de 1 Mayıs’ı Taksim’le özdeşleştirir; otoriter ve totaliter eğilimli egemenlerin, demokratik oluşumlara ve emekçi sınıflara karşı, faili meçhul cinayetleri bile kullanarak güç ve kuvvet gösterdiği bir olay hâline getirir. Taksim, Gezi Parkı Direnişi ile demokrasi ve özgürlük alanı olma simgesini ayrıca güçlendirmiştir de.
Sonuçta, Taksim hep 1 Mayıs’ın alanıdır. Ancak bu, 2015’de çok daha fazla böyledir. Bunun için bedel ödenmesi gerekiyorsa ödenir. Ancak bu kez de kimin kazanacağı önemli değil, tek rauntluk bir maç değil 1Mayıs kavgası. Mesele geleneğin yaşatılması ve kızıl sancağın yükseltilmesidir…
TERÖRİST DEVLET GERÇEĞİ
Terörist devlet gerçeği ve yaşananlar dikkate alındığında, bunun kolay olmasa da, mümkün olduğu hepimizin bilgisi dahilindedir.
Ayşe Hür’ün ifadesiyle, “Devletin ‘Taksim’de 1 Mayıs’ paranoyasının kökleri Demokrat Parti dönemine uzanıyor”ken; “Taksim’in 1 Mayıs’a yasaklanmasında Gezi fobisinden öte, Erdoğan’ın aldığı kararların ‘tartışılamaz’, karşı çıkılamaz olduğunun gösterilmek istenmesi daha baskındır.”[13]
Bu “Devletin Genetiği”ne ilişkin bir sorun(sal)ken; “Buldukları çare de zorbalığı artırmak, yaygınlaştırmak, toplumun her katmanına, siyasetin her alanına nüfuz etmesini sağlamaktı. Gezi Direnişi’ne duydukları çaresiz öfkenin dile gelişidir bu yasak. Bu nedenle Taksim’i işçilere, emekçilere yasak ettiler. Korkunun dile gelişi, cisimleşmesi gaza, copa, plastik mermiye, TOMA’ya dönüşmesiydi.”[14]
Tam da bunu için her yıl 1 Mayıs öncesi “gelenek” hâline dönüşen operasyonlar için düğmeye basıldı. Polis İstanbul’un birçok bölgesinde sol örgütlere yönelik operasyonlar düzenlemeye başladı.
Taksim’de 1 Mayıs öncesi Emniyet, İstanbul için sıkıyönetim benzeri önlem kararları aldı. Buna göre, yedi ilden yapılacak takviyelerle İstanbul’da 40 bin civarında polis görev yapacakken; İstanbul polisinin 1 Mayıs’taki izinleri iptal edildi.
Ayrıca 1 Mayıs Emek Günü’nde Taksim’i zorlayacak kitleleri nasıl engelleyeceklerinin tatbikatını yapan güvenlik güçleri, olası bir “savaşa” hazırlanıyordu.
“Hazırlıklar”ın ilk adımı, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen DİSK’in Gezi Parkı girişinde basın açıklaması yapmak istemesi, müdahaleyle karşılaştı, gözaltılar oldu. İşçileri kalkanlarla toplantının yapıldığı otel önüne sıkıştıran polis, gaz sıkarak dağıttığı işçilerden bazılarını gözaltına aldı. Müdahale sırasında fenalaşan bir kameraman hastaneye kaldırıldı.
Böylesi bir müdahale “En son 12 Eylül’de olmuştu,” Hazal Ocak’ın altını çizdiği üzere…
Evet 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda Taksim’in emekçilere kapatılacak olması, yoğun olarak tartışılırken; AKP Sinop Milletvekili Mehmet Ersoy da, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanacağına ilişkin bir yasa olmadığı vurgusuyla, “Onları da anmak istiyorsanız temsilcileriniz gelsin – çiçek mi bırakırlar, dua mı ederler, Kur’an mı okuturlar, mevlit mi okuturlar – Taksim Meydanı’nda bu etkinliği yapabilecek kadar bir ekip gelsin, bunu da yapsınlar,”[15] demesi eşliğinde Semra Somersan uyarıyordu:
“Erdoğan Bey, Bir Mayıs’ı işçiler, sendikacılar ile birlikte kutlamak için Taksim Meydanı’nı hepimize açmazsa başımıza gelecekler: Biber gazları, sokak savaşları, TOMA’lar, basınçlı sular, yaralılar, günlerce-aylarca komada kalacaklardır”!
Ancak bunlar Erdoğan ve maiyetinin umurunda değildi…
Dönemin Başbakanı Erdoğan, Taksim ve Kadıköy’de miting yapmanın artık mümkün olmadığını belirterek, “Miting mi yapacaksan git Yenikapı’ya Maltepe’ye” vurgusuyla ekledi:[16]
“1 Mayıs’ın, şiddetten, vandalizmden, çatışmadan uzak şekilde, bir emek, demokrasi ve dayanışma şöleni olarak kutlanması en büyük arzumuz. Millet olarak, geçmişte yaşanan acı ve kötü manzaraların yaşanmasını hiç arzu etmiyoruz. 1 Mayıs’ın artık coşku içinde kutlanması, olumsuz imajından kurtulması en büyük arzumuz. İşçilerimizin, emekçilerimizin, tüm çalışanlarımızın, tahriklere boyun eğmeden, kendi günlerini bayram havasında kutlayacaklarına inanıyorum.”
“2013 yılında Mayıs ve Haziran aylarında ‘12 adet ağaç bahanesiyle’ sokağa çıkanlar aslında Türkiye üzerine oynanan çirkin bir oyunda maalesef piyondur. Dert başka, bunlar, kendi kör ideolojileriyle konuşuyorlar. Bu ülkede yapılan hayırlarla değil, güzelliklerle değil. İşte, miting mi yapacaksın git Yenikapı’da yap. Miting mi yapacaksın, git Maltepe’de yap. Bundan sonra bu tür alanların dışında bazı ilçelerimizde de inşallah butik meydanlar düzenleme kararı aldık. AKP’li belediyeler olarak 30 bin 50 bin kişi alabilecek meydanlar düzenleyeceğiz. 100 bin kişi alabilen meydanlar düzenleyeceğiz. Git, orada mitingini yap ama gelip vatandaşımızın, esnafımızın camını çerçevesini indirebilecek şekilde, yok Taksim Meydanı’nda, yok Kadıköy Meydanı’nda, yok şurada, yok burada… Bu tür şeyleri yapmak mümkün değil. Kesinlikle artık bunlara fırsat vermeyeceğiz.”[17]
“Hazret”in tavrı açıktı ve dönemin “Başbakan’ının niyeti, her otoriter çıkışında demokratik tepkisini ortaya koyan kesimlerle, bu tepkiyi göster(e)meyen kesimler arasındaki bağları tamamen kopartarak otoriterliğe dayanan gücünü daha da arttırmaktı.”[18]
Ancak Erdoğan’ın Taksim’i 1 Mayıs’a kapatmasının hiçbir meşru gerekçesi yoktu. Zaten kendisi de yasağına herhangi bir bahane gösteremiyor ve saldırıyı tercih ediyor. Taksim’de ısrar eden sendikaları “şımarık bir ruh hâline sahip olmakla” suçluyorken; İstanbul Valiliği de Taksim’deki 1 Mayıs kutlamalarını, sadece muhaberat devletlerinde görülen bir gerekçeyle yasakladı.
Ayrıca İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, 1 Mayıs ile ilgili gerçekleştirilecek kısıtlamalar ilişkin açıklamaları sıralayıp, “Yarın Metrobüs seferlerinde Anadolu Yakasından Avrupa Yakasına yolcu taşınmayacak. Metrobüs seferlerinde Avrupa Yakasında Beylikdüzü-Topkapı seferleri yapılacak. Topkapı’dan sonra yolcu taşınmayacak,” dedi.
Dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala da,[19] Taksim yasağıyla ilgili açıklamasında Erdoğan gibi Taksim yasağını savunup, Gezi Direnişi’ni hatırlatarak ekledi: “Gezi olaylarında Türkiye’nin, milletin zararlarını, insanlara hiçbir katkı sağlamadığını artık teorik olarak insanlar öğrenemese de pratik olarak da mı öğrenemediler. Bu kadar tecrübe, bu kadar maliyetten sonra da öğrenilememişse artık o zaman kanunlar, kurallar ne diyorsa o yapılır. Onun dışında yapılacak bir şey yok. Bunlar son derece yanlış, provakatif söylemlerdir.”
“1 Mayıs için yasaklama yok. Taksim kutlama alanı değil. Yenikapı, Maltepe’dir. Başka bir sendikamız da Kadıköy’de kutlayacak. Neden Yenikapı’ya gidilmiyor. Orası da merkez değil. Planlar yapılırken onlarca şey göz önüne alınır. Taksim’de kutlama olduğunda bütün İstanbul duruyor. 15 milyonun seyahat özgürlüğünü kısıtlıyorsunuz.”[20]
Bunlarla birlikte 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanıp kutlanmayacağını konusunda da fikri sorulan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, şehir merkezlerinde artık miting istemedikleri vurgusu eşliğinde, 1 Mayıs mitinglerinde yaşanan polis şiddetini yok sayıp, “Yasa dışı örgütler şiddete başvuruyor” iddiasına sarıldı![21]
“Gaz banyosu” ve “TOMA’lar” ve de teknolojinin ileri aşamasını temsil eden “kale” adlı modifiye edilmiş çelik duvarlı, gözaltı odalı araçlar.
Bariyerler… Çatışmalar… Yaralılar… Gözaltılar… Vapurlar kalkmıyor. Yollar kesilmiş. Dükkânlar kepenk indirmiş. Köprüde bile 4-5 saat bekledikten sonra insanlar umudu kesmişler.
Neredeyse adı konulmamış “olağanüstü hâl”di söz konusu olan; 2013’ü anımsatan yanlarıyla![22]
Adnan Gerger’in, “Bütün dünya, Türkiye’de demokrasinin gerçek yüzünü gördü. 40 bin polis… Havadan uçuş yasağı… Karadan yollar tutulmuş… Ara sokaklarda TOMA’larıyla zırhlı araçlarıyla ve diğer donanımlarıyla yüzlerce çevik kuvvet polisi barikatı… Havada polis helikopterleri… Ve sokaklar gaz bulutunun altında; hunharca dövülen, yerlerde sürüklenen, polise direnen gözaltına alınan insanlar; durmadan ha bire su sıkarak insanları deviren polis araçları, sirenler,” notunu düştüğü 1 Mayıs’ta İstanbul ve Ankara’da[23] yasaklar sebebiyle yine bildik görüntüler yaşandı. Polis kitlelere gaz ve basınçlı suyla müdahale etti; iki şehirde hayat durdu.
“Otoriter devletler zaman zaman gücünü test etmek ister… Gücünü göstermek ister… 1 Mayıs’da böyle bir gündü… Sokaklarda 39 bin polis görev yaptı ama sokaklarda 39 bin gösterici yoktu… Sadece Taksim ve çevresine 19 bin polis dikilmişti… Güç gösterisiydi bu… Otoriter devletin gücünü test etmesiydi”![24]
Tüm bunlar böyleyken; ‘Yeni Şafak’ hâlâ, “Kutlamaya değil çatışmaya gitmişler,”[25] diyebiliyordu!
Rahim Er, “1 Mayıs’ta DİSK ve bazı müfrit CHP’li vekiller sayesinde zarar-ziyan ve korku sebebi oldu. İstanbul, bir kere daha çirkin manzaralar yaşadı. DİSK verilen bütün meydan ve ulaşım imkânlarını yok sayarak laftan anlamadı. Hâlbuki 1 Mayıs kutlamalarını TÜRK-İş, Kadıköy’de, HAK-İŞ Kayseri’de MEMUR-SEN Diyarbakır’da yaptı. Buralarda ve birçok ilde şenlik yaşandı, konuşmalar oldu. Hele son iki konfederasyon başkanı çok şuurlu, çok kuşatıcı konuşmalar yaptılar,”[26] derken; Nuri Elibol da, “1 Mayıs İşçi Bayramını İstanbul dışındaki illerimizde çok şükür kazasız-belasız coşku ile kutladık. İstanbul’da işçiyle, emekle ilgisi olmayan, mevcut hükümete muhalif bazı kesimler günlük hayatı insanlara zehir ettiler,”[27] zırvasına sarılabiliyordu!
EGEMEN HUKUK(SUZLUK)
Hatırlanacağı üzere: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AHİM), DİSK ve KESK’in hükümet aleyhine Taksim’in gösterilere kapatılmasına karşı açtığı davada hükümetin meydanı kapatma/yasaklama kararını (2008’de) haksız bulmuştu.
2012’de verdiği “Taksim’de gösteri güvenlik kaygısı gerekçe gösterilerek engellenemez” kararında AİHM, hükümetin, gösterilerin engellenmesi değil göstericilerin güvenliğini sağlamaktan sorumlu olduğunu da belirtiyorken; Taksim’in 1 Mayıs alanı olduğunun AİHM kararıyla tescillendiğinin altını çizen Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, “Taksim’de 1 Mayıs’ın kutlanmasını sağlamak hükümetin görev ve yükümlülüğü hâline gelmiştir,” derken; Türkiye Barolar Birliği yazılı açıklamada, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanacak olmasının, anayasanın 34. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 11’inci maddesi gereğince yasal olduğu vurgulayıp, ekledi:
“AHİM’in 2012 yılında verdiği 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın Taksim’de kutlanabileceği kararı bağlayıcıdır. Bu kararla Taksim Meydanı, 1 Mayıs kutlamalarının İstanbul’daki adresi olarak tescillendi ve ilk kez bir meydan, İnsan Hakları Avrupa Sistemi’nde bir özne olarak yer aldı. Hükümetin görevi Taksim’i, 1 Mayıs’a açık tutmak ve işçi bayramı için hazır hâle getirmektir”![28]
“İnsan hakları değerler sisteminde, kamu düzeni uluslar arası bir kurum olarak ele alınır. Bu kurum gereği hukuk devletinin gerçekleşme şekli olarak hukuk kurallarının uygulanma zorunluluğu, hukuk kurallarını oluşturan mahkeme kararının da uygulanması zorunluluğu tüm taraf ülkelere yüklenmiştir. Hükümet verilen bu karara itiraz hakkını kullanmamış, kararda yapılan tespitleri kabul etmiştir. Mahkeme de kararlara uymanın bakanlar komitesinin denetimini gerektireceği yaptırımını düzenlemiştir.”[29]
Bunların yanında dönemin CHP İzmir Milletvekili Rıza Türmen, Taksim Meydanı’nın 1 Mayıs kutlamalarına kapatılmasının, hukuka aykırı ve keyfi olduğunu savunarak, “Bireysel özgürlüğü ihlâl eden kararsa -ki öyle-, elbette bunu Anayasa Mahkemesi’ne götürmek lazım. Geçenlerde, 39 bin polis, 50 TOMA bir tatbikat yapmışlar. Bidonların üzerine su sıkarak Taksim’deki gösteriyi nasıl önleyeceklerinin tatbikatı. Bidonlar ile insanları ayırt edemediği için bu iktidarın, insan hakları, özgürlükler bakımından başı derde girmektedir. İktidar, bidonlar ile insanları ayırt etmeye başladığında insan haklarına daha saygılı iktidar hâline gelecektir,” derken; 1 Mayıs’taki Taksim yasağı bir kez daha AİHM’e taşındı. Yasağın kaldırılması için Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı başvuru “iç hukuk yollarının tüketilmemiş olması” gerekçesiyle reddedilen avukat Sedat Vural AİHM’de dava açtı. Vural başvurusunda, AİHM’nin Taksim yasağını kaldıran daha önceki kararına da dikkat çekti.
Ayrıca Ankara Başsavcılığı da, “1 Mayıs bayramdır, gösteri için izin gerekmez” derken;[30] avukat Yıldız İrmek’in de işaret ettiği üzere, “2008 yasağındaki tüm gerekçeler, 2014 yasağındaki gerekçelerle aynıdır ve AİHM’in ihlâl kararında bu gerekçelerin yerinde olmadığı tespit edilmiştir. AİHM kararları, tıpkı Anayasa Mahkemesi kararları gibi bağlayıcı kararlardır. Ancak, Hükümetin, kendisini hukuk ve hatta yasalarla da bağlı saymama tutumunun çıplak yansımalarından biri olmuştur 2014 1 Mayıs’ı.
AİHM 2008 1 Mayısı’nın Taksim’de kutlanmasının yasaklanması ve polis şiddetiyle ilgili ihlâl kararı vermiştir. Bu kararda, toplantı ve gösteri özgürlüğünün, aynı zamanda mekân seçme özgürlüğü olduğu, Taksim Meydanı’nın 1977 1 Mayıs katliamının hafızası olması nedeniyle, emekçi bayramının kutlama alanı olarak seçilmesinin tabii bir hak olduğu tespit edilmiş ve Taksim yasağı, toplantı ve gösteri özgürlüğünün dolaylı bir sınırlaması olarak değerlendirilmiştir. AİHM bu kararında, trafiğin engellenmesi, esnafın iş yapamaması gibi gerekçelerin, barışçıl toplantı özgürlüğünü engellemenin makul gerekçeleri olamayacağına karar vermiştir. Engellemenin ölçüsüz bir polis şiddetiyle gerçekleştirilmiş olması, gaz kullanılması da aynı kararda ihlâl olarak değerlendirilmiştir.
Taksim yasağı, Anayasada tanımlı düşünce ve toplantı özgürlüğüne de, 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri yasasında yer alan sınırlamalardan birine de uymamaktadır. Nitekim 2008 1 Mayısı’na ilişkin AİHM kararında 2911 sayılı yasanın 22 ve 24. Maddelerinin de ihlâl edildiği tespit edilmiştir.
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun, dönemin İçişleri Bakanı Efkan Ala için TBMM Başkanlığına verdiği soru önergesinde, “Kolluk güçleri 1 Mayıs’ta, yurttaşların yargılanması için delil üretme talimatı almış mıdır? Böyle bir talimatı kim vermiştir? Beşiktaş’ta yakalanan bir gencin boynuna zorla puşi takıp fotoğrafını çeken polis memurları hakkında herhangi bir işlem yapacak mısınız? İstanbul’daki olaylar sırasında kolluk güçlerinin göstericilere karşı sapan kullandıkları göründüler basına yansımıştır. Bu yeni bir kararla alınmış bir uygulama mıdır? Kolluk güçlerine kaç sapan dağıtılmıştır? Sapan kullanma talimatını siz mi verdiniz? Sapan kullanma talimatı sizin tarafınızda verilmemişse, bunu kullanan kolluk güçleri hakkında herhangi bir işlem yapılacak mıdır?” diye sorduğu yasalarını da çiğneyen egemen hukuk(suzluk) bu kadar da değil; işte birkaç tane örnek daha!
- i) Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına kapatılması ve olay çıkmasın diye alınan tedbirler, İstanbul’u kilitledi. O gün yaşanan olaylarda 200’ü aşkın kişi gözaltına alınırken 90 kişi yaralandı. Sendikalar, bu tablodan sorumlu tuttukları Başbakan, İçişleri Bakanı ve İstanbul Valisi hakkında suç duyurusunda bulundu;[31] sonuçsuz kaldı!
- ii) 1 Mayıs günü polisin attığı plastik mermiyle gözünü kaybeden Barış Ceyhan’ın ailesi olayı yargıya taşıdı![32]
iii) 2013 1 Mayıs kutlamalarına yapılan müdahale sırasında biber gazı fişeğiyle başından yaralanan Dilan Alp hakkında “marjinal” ve “tam bir radikal mensuptur” ifadelerini kullanan Vali Hüseyin Avni Mutlu soruşturulmayacak. İçişleri Bakanı Efkan Ala, Mutlu’nun Emniyet’ten gelen bilgileri açıkladığını ve Alp için “19 yaşındaki kızımız” ifadesini kullandığını, soruşturulacak bir eylemi olmadığını belirtti. İstanbul ’da, 2013 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın Taksim Meydanı’nda kutlanması yasaklanınca on binlerce insan sokağa çıktı. Bu gösterilere katılmak isteyen 17 yaşındaki Dilan Alp, Tarlabaşı’nda polisin attığı biber gazı kapsülünün başına isabet etmesi sonucu başından ağır şekilde yaralandı. Vali Hüseyin Avni Mutlu, Alp’in elindeki sirke şişesinin molotofkokteyli olduğunu ileri sürmüştü![33]
- iv) İstanbul’da, 2013 yılki 1 Mayıs eylemine katılan Sosyalist Demokrasi Partisi üyesi Gizem İnce ve Gökhan Dermanlı hakkında 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu ihlâl ettikleri iddiasıyla İstanbul 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. 1 Mayıs’a katıldıkları için yargılanan iki genç suçsuz bulundu. Savcı, 1 Mayıs’ın bayram olarak kutlandığı, gösteri için izin gerekmediği ve barışçıl olduğu müddetçe müdahale edilemeyeceği yönünde mütalaa verince mahkeme de 18 yaşındaki iki gencin beraatına karar verdi![34]
- v) Sendikacılara 1 Mayıs davasından beraat etti. İstanbul 28’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 1.5 yıldan 4 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan Kani Beko, karar sonrası yaptığı basın açıklamasında hükümete seslenerek, “Hukuksuz bir inadı sürdürerek bu bayramı da işçi sınıfına ve İstanbullulara zehir etmeyin” vurgusuyla şunları söyledi: “Biz 1 Mayıs 2014’te Taksim Meydanı’nda olmak için çağrı yaptık. Ve bu çağrının suç olmadığı mahkeme tarafından bir kez daha tespit edilmiş oldu. Böylece ‘Taksim, 1 Mayıs Meydanı’dır’ iddiamızın meşruluğu bir kez daha tescil edilmiş oldu. Bu karardan sonra İstanbul Valiliği ve hükümete bir kez daha sesleniyorum: Kazandığımız çok sayıda davaya bir yenisini daha eklemeyin. Artık bu hukuk tanımaz yasağa bir son verin. 1 Mayıs Meydanı konusundaki mahkeme kararlarını, Anayasa’yı ve yasaları görmezden gelmekten vazgeçin. Biz 1 Mayıs’ı şarkılarla, türkülerle, çiçeklerle, çocuklarımızla Taksim 1 Mayıs alanında kutlayarak 1977 Katliamı’nda ölenlerin anısını yaşatmak istiyoruz. Bu isteğimiz meşrudur, haklıdır”![35]
2014 DİRENİŞİ
Tüm bunlara karşın 2014’ün 1 Mayıs’a da -ruhuna uygun biçimde- Mücadele Günü olarak sahip çıkma kararlılığıyla kutlandı. Yani “2014 1 Mayıs’ı, tarihe ‘Havada karada polis olsan beni yıldıramazsın’ diye özetlenebilecek bir mücadele kararlılığıyla geçti,” Fatih Polat’ın ifadesiyle!
1 Mayıs’ta Taksim diyenler “dikta”nın neyi nerede yapacağımızı dayatmasına karşı bir daha “Hayır” dedi… Sokaklarda yasağın saldırısı, direnişin kavgası vardı. Meydanlar yasaklandığı içindi sokaktaki kavga…
Mecidiyeköy’ün tüm sokaklarında mücadele saatlerce sürdü. Eylemciler polisin orantısız şiddetine ve yolları kapayan barikatlarına karşın direnişten vazgeçmedi!
İstanbul’da çatışmaların en sert geçtiği bölgelerden biri olan Beşiktaş’ta polis, direnişi kıramadı. Birleşik mücadelenin ve dayanışmanın ön plana çıktığı semtte eylemciler, sokakları AKP diktatörlüğüne teslim etmedi!
Göstericiler, “Hırsızlara, vatanı soyanlara bekçilik yapın. 30 milyon Avro parayı sıfırlayanları yakalayın,” diye haykırırken;[36] 1 Mayıs’ta Taksim’i, keyfi olarak işçilere kapatanlar karşısında “Direnenler vatandaşlık/ yurttaşlık görevlerini yerine getirdiler… Otorite ne derse desin, onlar iyi yurttaşlar… Onlar hakkın, adaletin peşinde… Onlar güçlünün değil, zayıfın yanında… Hepsinden öte, onlar ahlâklı… Zerre kadar şüpheniz olmasın,” diye haykırmakta sonuna değin haklıydı Melis Alphan…
Ancak; “Bir 1 Mayıs daha geçti. Korkunun diktatörlüğü bir kez daha kazandı.”[37] Veya “Başbakan zaferlerine bir yenisini daha ekledi. Buyruğundaki 39 bin polisle İstanbul’a tarihinde benzeri görülmemiş olağanüstü bir gün yaşattı, kentin tarihini yeniden yazdı. Bir kez daha efsaneleşen polisler TOMA’ları, biber gazları, sis ve ses bombalarıyla İstanbul’da kuş uçurtmadılar,”[38] diyenler yanılıyorlardı!
Çünkü 2014’de de coğrafyamız direnmeye devam ediyor ve 1 Mayıs’ı yaşatıyordu.
“Yasak”çıların unuttukları şey; yasağın güç değil güçsüzlük işareti olduğuydu. 1 Mayıs’ta egemen gücün çaresiz kalmış güçsüzlüğü gördük… 1 Mayıs’ta Taksim’e, Kızılay’a koyulan yasak ve şiddet devletin güçlü ve muktedir olduğunu göstermedi; aksine devletin ne kadar güçsüz olduğunu gördük 2014’ün 1 Mayıs’ında… Canavarın, güçsüzlüğü gördük; çaresizliğini de…
Türkiye’yi yönetemeyenler, şiddetlerini beş kilometrekarelik bir alanda on binlerce polisle göstererek hedeflerine ulaşmış sayabilirlerdi kendilerini; ancak 1 Mayıs’ta sağladıkları “başarı” buydu, bu kadardı.
Yönetemiyorlar ve korkuyorlar. Korkuları büyüktür, yıkılacaklarını biliyorlar…
2014’de 1 Mayıs yaşamıştı, yaşama şansı olmayanlar ise zorbalardı…
1 MAYIS’A DAİR ZIRVALAR
Burada bir parantez açıp, unutulmaması için 2014 1 Mayıs’ına dair zırvalara değinmeden de geçmemek gerek!
Taha Akyol, “İktidar, kutlamaların Taksim’de yapılmasına izin vermiyorsa sendikalar ve halk bu konuda diretmemeli,” derken; 1 Mayıs kutlamaları için bir kez daha Yenikapı’yı adres gösteren İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun, “Elimizde istihbarat bilgisi var. Yasadışı terör örgütleri ve uzantıları Taksim’de şiddete başvuracak. Bunları kamuoyuyla paylaşabilmem mümkün değil. Yapılan operasyonda 2 Kalaşnikof tüfeği ele geçirildi. Bu şehirde uzun namlulu silahların oluşturduğu bir risk var,” yalanına ilişkin olarak da Mahmut Övür ekliyordu:
“Hükümet, tıpkı 77 1 Mayıs’ında DİSK’in ‘çatışma çıkacak’ kaygısını taşıyorsa bunu hiç mi dikkate almayacağız? Çatışmacı ortamın ne işçilere, ne demokratikleşmeye, ne de hak ve özgürlüklere katkısı olmayacağı çok açık. Amaç gerçekten 1 Mayıs’ı kutlamak mı yoksa bazı güçlerin veya küçük sol grupların kuyruğuna takılıp, ‘hükümeti yıkmak’ ham hayallerine kapılmak mı?”[39]
Evet yandaş medya 1 Mayıs haberleriyle polisin TOMA’sına, adeta su taşıyıp, gaz takviyesi yaparken; haberlerinde ve köşe yazılarında AKP’nin Taksim yasağına savunup, solculara “Emek mücadelesi nasıl yapılır, nasıl yapılmaz,” dersi(!)verilmeye kalkışırken; yalan(lar)ın, zırva(lar)ın, hezeyan(lar)ın, tezvirat(lar)ın sınırı yoktu; işte bir kaçı!
YALAN(LAR), ZIRVA(LAR), HEZEYAN(LAR), TEZVİRAT(LAR) | |
Sabah Gazetesi | “1 Mayıs, yurt genelinde olaysız geçti. İstanbul Kadıköy’de davul zurna ile Taksim’de ise demir bilye ile alanlara inildi. Bazı münferit olaylara rağmen korkulan olmadı”![40] |
Hasan Celal Güzel | “Gene ‘1 Mayıs kepazeliği’ yaşadık… Özellikle İstanbul’da Taksim alanını mevzuata aykırı olarak kullanmak isteyen kudurmuş çağdışı Marksistler, CHP’lilerin öncülüğünde vurdular, kırdılar; İstanbul’un en güzide semtlerini savaş alanına çevirdiler. Ankara ve İzmir’de de kavga ve huzursuzluk çıkardılar”![41] |
Özlem Albayrak | “Türkiye’ye baktığımızda gördüğümüz 1 Mayıs’larda da şiddet var”![42] |
Engin Ardıç | “Siz de ancak 1 Mayıs’larda yersiniz sopayı, kurtlarınızı dökersiniz”![43] |
Ahmet Zeki Gayberi | “1 Mayıs’ı yılda bir kez kutladıkları ‘Kutsal hac ibadeti’ gibi gördüklerini itiraf eden marjinal örgütlerin, üniversitelerden devşirdiği militan öğrencilerle her sene yaptığı gibi 1 Mayıs’ı işçinin bayramından ziyade, Devrim provası yapma girişimi bu sene de akamete uğradı”![44] |
Emin Pazarcı | “… ‘Taksim semboldür, kutsaldır’ dediler. Gerilimi tırmandırdılar. ‘Hükümet yasağa makul bir gerekçe gösteremedi’ iddiasıyla Taksim’i zorladılar. Hoş olmayan görüntüler ortaya çıkardılar. Ortalığı savaş meydanına çevirdiler. Sorumlusu oldukları bu çirkin görüntüleri de kullanmaya çalıştılar”![45] |
Mehmet Ocaktan | “Son yıllarda özellikle marjinal ve illegal yapılar üzerinden siyasi iktidarla bilek güreşine tutuşan zenginler kulübünün giderek bir azınlık diktasına dönüşen oligarşik güç merkezleri, sokakta iktidar yıkmak için çapulcu heveslere kapıldılar. Türkiye’deki demokratik gelişmeleri zaafa uğratmayı hedefleyen bu zihniyet, günlerdir 1 Mayıs için kâbus senaryoları yazdılar. Erdoğan’ın ‘Taksim’den ümidinizi kesin. Devletle gerilime girmeyin’ uyarıları üzerinden 37 yıl önceki o karanlık günleri hatırlatarak adeta kâbus beklentilerine girdiler. Ama bu ülkenin emekçileri 1 Mayıs’tan devrim çıkarmaya çalışan oligarşinin oyuncağı marjinal çapulcuların ve şişman azınlığın kâbus heveslerini kursaklarında bıraktı”![46] |
Doğu Perinçek | “Taksim’de şunu görüyoruz; Apo posterleri açılacağını şimdiden ilan ediyorlar. PKK Taksim’de olacağını BDP Taksim’de olacağını söylüyor. Birtakım başı bozuk gruplar oralarda tertip kokan hazırlıklar içindeler. İşçi sınıfı Taksim’de değil, İşçi sınıfı Kadıköy’de. Turuncu kuvvetler, küresel merkezler tarafından yönlendirilen turuncu kuvvetler Taksim’de, halkımızı uyarıyoruz”![47] |
Milli Gazete | “Ülke genelinde ‘1 Mayıs işçi bayramı’ adı altında çeşitli organizasyonlar düzenlendi. Çalışanların haklarını korumak amacıyla kurulan sendikaların artık tek gündemi ‘1 Mayıs’ inatlaşmasına indirgendi… Aslında ‘1 Mayıs işçi bayramı’ işçiler hariç her kesimin istediği gibi geçiyor… 1 Mayıs’ta Orak çekiç de neyin nesi?”[48] |
Mehmet Şeker | “DİSK ‘1 Mayıs’ta Taksim’de Olmak İçin 15 Neden’ başlıklı bir rapor yayınladı. 1. Her dakika iş kazası; 2. Her saat bir ölüm; 3. Sağlığımız risk altında; 4. Taşeronlar ölüm saçıyor; 5. Çalışmaktan yaşayamıyoruz; 6. İki milyon köle; 7. Yıllık izinde 3. ligdeyiz; 8. Hasta da olsak çalışıyoruz; 9. Tatil hayal, ısınmak zor; 10. İşsizlik kronik sorun; 11. İşsizlik fonuna yağma; 12. Kart borçları arttı; 13. Asgari sefalet sürüyor; 14. Kadının önünde duvar; 15. Sendikal haklar gasp ediliyor. Bunlardan hangisi Taksim için sebep teşkil ediyor? 1 Mayıs, Taksim’de kutlanınca bu maddeler arasından hangisi düzelecek?”[49] |
Haşmet Babaoğlu | “Hiç uzatmadan söyleyeyim… İçinde yer aldığım ve en acı anlarına gözlerimle tanıklık ettiğim 1 Mayıs 1977’de başlayan süreç devam ediyor. Nedir o süreç, anlatayım… Her 1 Mayıs’ta sol ile halk arasındaki mesafe açılıyor. Vuslat gerçekleşmiyor, tersine solun sosyolojik gurbeti iyice derinleşiyor”![50] |
Atilla Yayla | “1 Mayıs çoğu zaman sol çizgiyle özdeşleştirilmekle beraber ne orijinal olarak ne de fiilî olarak öyledir. Efsanenin çıkışının klasik solla bir ilgisi olmadığı gibi bugün dünyanın her yerinde sadece solda yer alanların 1 Mayıs’a önem verip kutlama yaptığı da söylenemez”![51] |
Nihat Karademir | “1 Mayıs’ta işçiler nerededir? Meydanda olmadıkları kesin. Şayet sermayedar o gün onlara izin yapma hakkı vermişse ya evde çocuklar ile eğlenmekte veya pikniktedirler. Ama çoğu bayram günü de işe gitmek zorundadır ve İstanbul gibi yerlerde 1 Mayıs onlar için bir bayram günü değil, daha çok eziyet gördükleri zorlu bir çalışma günüdür… Ne ironidir ki katılımcıları arasında emekçi oranının en yüksek olduğu kutlamalar ise sağcı sendikalar tarafından gerçekleştirilen daha az heyecanlı ve daha olaysız geçen kutlamalardır”![52] |
Yaşar Taşkın Koç | “Beklediğimden farklı geçmedi 1 Mayıs kutlamaları. Gezi’den bugüne bir şey devşirmek isteyenler ve ‘Acaba bir şey devşirirler mi’ diye güvenliği en üst düzeye çıkaran yaklaşımların karşılaşması az oldu; düşük şiddette yaşandı, geçti gitti. Provokasyon endişesini daha da pompalayanların dediği çıkmadı… XXI. Yüzyıl’da bütün bu alanlardaki mücadelenin XIX. Yüzyıl şartlarında gerçekleşmeyeceğini anlayıp, ilkelerden vazgeçmeden sorunların çözümüne kafa yorsalardı…”[53] |
Ayşe Böhürler | “1 Mayıs’ın nerede kutlandığını tartışmanın faydasızlığına inanıyorum… Emek tanımını değiştiren, hatta bazı durumlarda niteliksizleştiren teknolojik gelişmeler bir tarafa, üretici kesime ilişkin tanımlamalar dahi 1980 öncesi Türkiye’sinin sol söylemlerini yansıtıyor. Türkiye değişirken, bu değişimden tüm çalışanlar ile birlikte işçiler de payını aldı”![54] |
Erdal Şafak | “Tarlalara bilgisayarların yönettiği robotlarca çalıştırılan biçerdöverler; fabrikalara da robot işçiler girince… Orak-çekiç çağdışı aletler düzeyine iniverdi. Dahası ‘Emek’ ve ‘Emekçi’ kavramları alt-üst oldu. Ve… Elveda orak-çekiç… Elveda ‘Dünyanın bütün işçileri birleşin’ sloganı… Elveda Sovyetler Birliği… ‘Çağ körlüğü’ yaşayan sol ideolojiler ve sendikalar derinleştikçe derinleşen toplumsal sorunlara hâlâ eski reçetelerle çözüm bulmaya çalışıyorlar. Tabii karaya vuruyorlar”![55] |
Mümtaz’er Türköne | “1 Mayıs bizim gençliğimizde ‘bahar’ ve ‘çiçek’ bayramı olarak kutlanırdı; sonra bayram olmaktan da çıkartıldı. Kamu sektörünün güçlü olduğu dönemlerde sendikacılık kamu işçileriyle hükümet eden siyasetçiler arasındaki pazarlıklarla sınırlı kaldı. Bugün klasik anlamda işçi sınıfı da kalmadı. Mavi yakalılar değişimin itici gücü değiller artık. Taksim, sol için önemli bir sembol. Daha çok 1977’nin kanlı mirası ile geleneğe dönüştürülmüş bu sembolün içeriği bugüne kadar pek eleştiriden geçirilmedi… Dünya değişti, Türkiye’yi yönetenler değişti. Jakoben-asker elitlerin yerini, yeni yetme muhafazakâr burjuvazi aldı. Dünün ezilenleri bugün iktidarda. Ama her türlü iktidardan darbeler yemiş olan solda hiç değişiklik yok”![56] |
Zırvalar bunlarla da sınırlı değildi; “Bizim yapımız, tabanımız müsaade alınmayan bir yerde 1 Mayıs’ı kutlamak istemiyor,” vurgusuyla Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, Türkiye’nin her yerinin kendileri için Taksim Meydanı gibi olduğunu belirterek, “Dağlar kadar sıkıntımız, derdimiz ve problemimiz var. 1 Mayıs’ta, bu günde, bizim bir günlük bayramımızda biz bunu bütün Türkiye’nin alanlarından çalışanların, çalışmayanların, öğrencilerin, tarımda çalışanların sıkıntılarını, sorunlarını başta Kadıköy olmak üzere alanlarda haykıralım,”[57] diyordu!
Özellikle Ankara’da 1 Mayıs’ta Sıhhiye’de ortak miting yapılması konusunda anlaşan sendikalar ve meslek örgütleri daha sonra ayrıştı. Türk-İş temsilcisi, mitingde Kürtçe metin okunmasını ve İşçi Partisinin mitinge katılma talebinin reddedilmesini ayrışmaya gerekçe gösterdi. Daha önceden de kurumların konuştuğu ve büyük oranda anlaşmaya varıldığı belirtilen bu konuların, Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay’ın Başbakan Tayyip Erdoğan ve Çalışma Bakanı Faruk Çelik’le yaptığı görüşmenin ardından yeniden gündeme getirilmesi dikkat çekiyordu.[58]
Özetle Türk-İş’in İstanbul Kadıköy’ünden,[59] Hak-İş’in Kayseri’sine,[60] Memur-Sen’in Diyarbakır’ına[61] sarı sendikalar işlevini icra ediyordu!
Tıpkı Murat Belge’nin, “İşçinin, Emekçinin Bayramı” hepimize kutlu olsun. Karadeniz türküsünün dediği gibi, ‘Bu yıl da boyle geçtu, seneye Allah kerimdur.’ 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama ısrarı üstüne söylenecek şeyler olduğu kanısındayım”;[62] Yiğit Karaahmet’in, “Tarihin en sıkıcı 1 Mayıs’ını (2014) geçirdim sanırım. Çünkü bu 1 Mayıs baştan itibaren bir İşçi Bayramı kutlaması gibi değil, beyefendi babamızın üzerimizdeki otoritesini sağlamlaştırma harekâtıydı”[63] ve Otoriteye sesleniyorum: Bırakın, kurtlarını döksünler! Bırakın Taksim’de deşarj olsunlar! Madem sahte bir efsane yaratarak Meydan’ı kutsal bir sembole, tabuya, mabede dönüştürdüler, bu takdirde artık izin verin de senede bir gün hançerelerini orada yırtsınlar. Ve görmezden gelin, 1 Mayıs’ta muzaffer edayla afra tafra kessinler. Cüce egolarını tatmin ederler ve gelecek seneye kadar da bununla oyalanırlar,”[64] diyen Hadi Uluengin’in liberal zırvalarındaki üzere…
Ya CHP mi? 21 Nisan 2013’de DİSK Genel Başkanı Kani Beko ile parti genel merkezinde görüşen CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, “1 Mayıs alanı Taksim’dir. Taksim herkese açık olduğu gibi 1 Mayıs günü işçilere de açılmalıdır” deyip, örgütlerinin Taksim’de olacağını iletirken, kendisinin de 1 Mayıs’ta işçi konfederasyonlarıyla birlikte Taksim’deki kutlamalara katılabileceği mesajını verdi.
Ancak, “1 Mayıs’ta CHP milletvekilleri her eylemin içindeydi. En öndeydiler… CHP’yi alkış,” diyen Can Dündar’ın da bilgisi dahilinde olduğu üzere Kılıçdaroğlu 1 Mayıs’ta yoktu!
Nihayet siz bakmayın Gülen Cemaati’nin resmi sözcülüğünü üstlenen Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı 2. Cemal Uşşak’ın Twitter’dan yaptığı açıklamada, 1 Mayıs’ta Taksim’e getirilen yasağın kaldırılması çağrısında bulunup, 1 Mayıs için konulan Taksim yasağına, “Taksim Meydanı, emekçiler ve sol kesim için sembolik/ manevi değeri yüksek bir yerdir. Saygı gösterilmeli. Bir mü’min için mezar ziyareti ne ise, sol ve emekçiler için orada olup, ölenleri anmak da odur,” demesine!
Bunların hepsi egemen(lik) türevlerinin yalan(lar)ına, zırva(lar)ına, tezvirat(lar)ına denk düşüyordu…
TOPARLARSAK!
1 Mayıs 2014’de işçiler Taksim’e yönelinirken tablo Gözde Bedeloğlu’nun tarif ettiği üzereydi; yani “2014 verilerine göre açlık sınırı 1167, yoksulluk sınırı 3802, asgari ücret 846 liraydı… İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin raporuna göre, 2013 yılında ölen işçi sayısı en az 1203. Bunların 59’u çocuktu…
Ayakkabı kutularında milyonlar saklayan iktidara göre, asgari ücrete yapılacak yüzde 3 zam yeterliydi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, açlık sınırının altına denk gelen asgari ücretle ‘bal gibi de geçinilir’ diyerek işçilere gülümsüyordu. İş kazalarına gelince, kafaya takmaya değmezdi. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, demokrasimizin özlemini çeken Avrupa’yı bir kez daha kıskandıran sözler ediyor, ‘iş kazaları medeniyet göstergesidir’ diyordu.
Okulda olması gereken saatlerde, haftalığı 100 liraya çalışmak zorunda kalan 13 yaşındaki Ahmet Yıldız, pres makinesine sıkışarak öldü. Eğitim masraflarını karşılamak için Van’dan İstanbul’a çalışmaya gelen 19 yaşındaki Erdoğan Polat, halatın kopması sonucu, çalıştığı inşaatın 15. katından düşerek öldü. 3. Köprü inşaatında meydana gelen göçükte enkaz altında kalan 3 işçi öldü. 2014’ün ilk üç ayında 80 işçinin evine ateş düştü.
AKP Türkiye’si, ‘kaderlerinde ölüm olan işçilerin güzel öldüğü’; ‘çocuğum işsiz’ diye bağıran bir babanın, ‘senin çocuğun da işsiz kalsın. Otur! Bana kişisel sorunlarını getirme, genel sorunları getir’ diye azarlandığı; ‘çiftçinin anasını ağlattınız’ diyene ‘artistlik yapma, ananı da al git’ diye ayar verildiği; göçük altında ezilen, baraj gölünde boğulan, AVM inşaatında yanan işçilerin sorumlularının cezasız bırakıldığı bir ülke. AKP’cesi, medeni!
Kayseri İl Müftüsü Ali Maraşlıgil, ‘1 Mayıs’ta isyan etmeyin, ibadet edin’ buyurmuş. Daha sözünün manasızlığı üzerine iki kelâm edemeden, Kayseri Organize Sanayi Bölgesi’nde yaşanan patlamada 8 işçinin yaralandığı haberi geldi. ‘Bunlara karşı mücadele etmeyelim de ne yapalım’ diye soran sendikalara müftünün cevabı kısa oldu: ‘Açıklama yapma gereği duymuyorum’…”[65]
Bu tabloda 1 Mayıs yasaklarıyla, “İfade hürriyetinin tabutuna bir çivi daha çakıldı,” diyen ‘Uluslararası Af Örgütü’, “Yetkililerin 1 Mayıs kutlamalarının geleneksel mekânı olan Taksim Meydanı’nda gösterilerin gerçekleşmesine izin vermemesinden endişe duyuyoruz,”[66] dese de; hatta Nagehan Alçı da, “1 Mayıs yaklaşırken İçişleri Bakanı ve Valilik’ten gelen açıklamalara bakılacak olursa yasakta ısrar edilecek gibi görünüyor. Ben bu tavrı hiçbir şekilde anlamıyorum! Böyle bir gerginlik alanını yeniden yaratmaya ne gerek var? Umarım bu karardan dönülür ve Taksim yine rengarenk bir bayram kutlaması yaşar,”[67] diye haykırsa da, “2014’ün 1 Mayıs’ı Şef’in kibri ve takıntısı yüzünden yeniden çatışma ve olağanüstü hâl ortamında geçti.”[68]
Oysa “Emeğin başkenti İstanbul’da Taksim’i 1 Mayıs’a yasaklamak, aslında Türkiye işçi sınıfına 1 Mayıs’ı yasaklamaktı.”[69] Ama bu yasak tutmadı, tutamadı; her yer Taksim’leşti…[70]
Özetle Eser Karakaş’ın, “1 Mayıs’larda Taksim kapatılmayabilir de. Hatırlayabildiğim kadarıyla Taksim’de 1 Mayıs kutlamalarında sadece bir kez, o da 1 Mayıs 1977’de çok büyük olaylar oldu, başka büyük olay hatırlamıyorum”; Umur Talu’nun, “Şöyle söyleyeyim: Siz yokken de 1 Mayıs vardı!” notunu düştüğü 1 Mayıs 2014 hakkında Hüseyin Ali de, “1 Mayıs’ta Türk devleti yine terör estirmiştir. Bu, aslında ideolojik saldırının fiziki saldırıya dönüşmesidir. Türkiye halklarının kapitalizmin ideolojik hâkimiyetini kırmasından korkmaktadırlar. Türkiye’deki sosyalizm mücadelesi, 1 Mayıs bilinci ve ruhu çok güçlüdür… 1 Mayıs bilinci ve halkların kardeşliği tüm yasakları ve engelleri aşarak demokratik Türkiye ve özgür Kürdistan’ı gerçekleştirip sosyalizmin yolunu güçlü döşeyecektir,”[71] diyordu![72]
“Kamu güvenliği iddiasıyla İstanbul’u savaş alanına çeviren hükümete “İşçi değilse, kamu çalışanı değilse, öğretmen, hekim değilse, mühendisler değilse, avukatlar değilse, gazeteciler değilse, esnaf değilse, çocuklar-yaşlılar değilse, bu ‘kamu’ kim?” diye soran DİSK Genel Başkanı Kani Beko, başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir ve bazı illerde 1 Mayıs etkinliklerine polisin sert biçimde, kuralsızca müdahale ettiğini söyledi.
1 Mayıs 2014’ün ardından DİSK, KESK, TMMOB ve TTB başta olmak üzere yaklaşık 60 sivil toplum örgütü ve siyasi partinin oluşturduğu 1 Mayıs Komitesi, Taksim’e çıkmak isteyen yurttaşlara polis saldırısı ve Taksim yasağına ilişkin DİSK Genel Merkezi’nde düzenlediği basın açıklamasında, faşist zihniyetin İstanbul’u cehenneme çevirdiğini ve 15 milyona çile çektirdiğini belirtti. Komite, 2015’de de Taksim’de olacaklarını ve direnişin süreceğini ilan etti.
2015’DE DE TAKSİM’E GİDİYORUZ…
Taksim’de 2014’deki 1 Mayıs mitingi nedeniyle haklarında dava açılan KESK Eş Genel Başkanı Lami Özgen’in 1 Mayıs 2014’te Taksim’de 39 bin polis ve TOMA’ların konumlandırıldığı vurgusuyla, “Emekçiler değil de sermaye kesimi Taksim’de gösteri düzenleseydi kırmızı halılar serilirdi. 1 Mayıs dava konusu yapılamaz. Bundan dolayı bu dava hükümsüzdür,” dedikten sonra eklediklerine katılmamak mümkün mü:
“Polis devletine döndüğümüze başka bir kanıt var mıdır? 1 Mayıs’ta Taksim’i yasaklamak, 1 Mayıs 1977’deki katliamı onaylamak demektir. 37 emekçinin kanının yerde kalması demektir. Emekçiler buna izin vermez, vermeyecektir”!
Kimsenin bundan kuşkusu olmasın: 2015’in 1 Mayıs’ında bir kez daha istikamet(imiz) Taksim; 2014 ve öncesindeki olduğu gibi her dilden: “Bijî şoreş û sosyalîzm!” “Skidas genomtskinu do sosyalizmi!” “Yaşasın devrim ve sosyalizm”; “Karkerên hemû welaten yekbîn! Karkerên hemû welaten û gelên bîndest yekbîn!” “Mtel kianaş madulyepe, koqiqatit; Mtel terepeşi madulyepe do zeri xalqepe, koqiqatit!” “Bütün Ülkelerin İşçileri Birleşiniz! Bütün Ülkelerin İşçileri ve Ezilen Halklar Birleşiniz!” haykırışıyla Taksim’e gidiyoruz…
Friedrich Engels’in, “İşçi sınıfının sefil durumunun nedeni, o ufak-tefek yakınma konularında değil, ama kapitalist sistemin kendisinde aranmalıdır”; Karl Marx’ın, “Burjuva sınıfının varlık ve hâkimiyetinin temel koşulu, servetin özel kişilerin elinde birikmesi, sermayenin oluşması ve büyümesidir. Sermayenin koşulu ise, ücretli emektir. Ücretli emek, sadece ve sadece işçiler arasındaki rekabete dayanır. Burjuvazinin ister istemez destek olduğu sanayinin gelişmesi, işçilerin rekabetten kaynaklanan yalıtılmışlığının yerine, örgütlenmeden kaynaklanan devrimci birliğini geçirir. İşte bu nedenledir ki modern sanayinin gelişmesi, burjuvazinin üretim yaptığı ve ürünlere el koyduğu temeli onun ayaklarının altından çeker alır. Dolayısıyla, burjuvazi en başta kendi mezar kazıcılarını üretir. Burjuvazinin yıkılışı ve proletaryanın zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır,” uyarıları eşliğinde; “Fırat suyu bütün bir bölgeyi takma adlarla dolanmak zorundadır,” dizeleriyle Cemal Süreya’nın altını çizdiği halkların eşitliği ve kardeşliği için 2015’de de Taksim’e gidiyoruz…
Nâzım Hikmet’in, “Ben yanmasam/ sen yanmasan/ biz yanmasak,/ nasıl/ çıkar/ karan-/ -lıklar/ aydın-/ -lığa,” dizelerindeki sorumlulukla; Enver Gökçe’nin, “Halkın/ Üstüne/ Böyle/ Kalksa da/ Faşist/ Namlular/ Namert/ Ellerdir/ En/ Sonda/ Bir/ Bir/ Kırılacak” dizelerindeki kararlılıkla Taksim’e gidiyoruz; “Ve/ And/ Olsun/ Şart/ Olsun/ Yerde/ Kalmaz/ Ahım,” haykırışıyla…
Kocaman bir tarihin gelenekleriyle; “Nerede olursan ol,/ İçerde, dışarda, derste, sırada/ Yürü üstüne üstüne, Tükür yüzüne celladın/ Fırsatçının, fesatçının, hayının…/ Dayan kitap ile/ Dayan iş ile./ Tırnak ile diş ile/ Umut ile sevda ile düş ile/ Dayan rüsva etme beni,” dizeleriyle ne yapılması gerektiğini bize anımsatan Ahmed Arif’in “Terkemedi Sevdan Beni” dediği tutkularla gidiyoruz Taksim’e…
1977 1 Mayıs’ında “fail-i meçhul” denilenlerin katledildiği 37’lerle; 1989’da katledilen Mehmet Akif Dalcı’yla; 1990’da polis tarafından vurulup felç olan Gülay Beceren’le; Kadıköy’deki 1996 1 Mayıs’ında polisin katlettiği Hasan Albayrak, Levent Yalçın ve Dursun Odabaşı’yla birlikte Edip Cansever’in, “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka,/ ne çıkar siz bizi anlamasanız da,” dizelerini terennüm ederek Taksim’e gidiyoruz…
Evet Nâzım Hikmet’in, “Onlar ki toprakta karınca/ suda balık/ havada kuş kadar/ çokturlar,/ korkak/ cesur/ cahil/ hâkim/ ve çocukturlar/ ve kahreden/ yaratan ki onlardır,/ destanımızda yalnız onların maceraları vardır…// Demir/ kömür/ ve şeker/ ve kırmızı bakır/ ve mensucat/ ve sevda ve zulüm ve hayat/ ve bilcümle sanayi kollarının/ ve gökyüzü/ ve sahra/ ve mavi okyanus/ ve kederli nehir yollarının/ sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı/ bir şafak vakti değişmiş olur,/ bir şafak vakti, karanlığın kenarından/ onlar ağır ellerini toprağa basıp/ doğruldukları zaman. En alim aynalara/ en renkli şekilleri aksettiren onlardır./ Asırda onlar yendi, onlar yenildi./ Çok sözler edildi onlara dair/ ve onlar için:/ ‘zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur’/ denildi,” dizelerinde betimledikleriyle…
Yine, “Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim/ akar suyun/ meyve çağında ağacın,/ serpilip gelişen hayatın düşmanı…/ sana düşman, bana düşman/ düşünen insana düşman/ vatan ki bu insanların evidir/ sevgilim onlar vatana düşman/ çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına: çürüyen diş, dökülen et,/ bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp gidecekler,/ ve elbette ki, sevgilim, elbet,/ dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,/ dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle…/ bu güzelim memlekette hürriyet,” diyen Nâzım’ca umutlarla istikamet(imiz) Taksim diyoruz…
11 Kasım 1887’de idam edilen Augustin Spies’in, “Bir gün gelecek, sessizliğimiz bugün boğduğunuz seslerimizden daha güçlü duyulacaktır,” diyen “son sözü”nü ve “Bugüne dek varolan bütün toplumların tarihi sınıf savaşımları tarihidir… Sınıf düşmanlıklarını yalınlaştırmıştır. Toplum, bir bütün olarak giderek daha fazla, iki büyük düşman kampa, birbirleriyle doğrudan yüzyüze gelen iki büyük sınıfa bölünmektedir. Burjuvazi ve proletarya,” notunu düşen Marx ile Engels’in, ‘Komünist Manifesto’daki uyarısını unutup/ unutturmadan aşk ve hayat için Taksim’e gidiyoruz…
Ve “Tek tek kıldan sakal olur,” diyen Süryanî atasözündeki uyarıyı kulağımıza küpe edip; Latinlerin “Post tenebras spero lucem/ Karanlıkta aydınlığı ümit ediyorum,” ısrarını yanımıza alarak, Hasan Hüseyin Korkmazgil’ce, “Herşey bitti onlar için/ değil mi ki kırdılar bu fidanları/ değil mi ki ağlattılar bu anaları/ onlar için bitti her şey/ ne bir tutunacak dal/ ne bir dayanacak duvar,” diyoruz…
Evet, evet Taksim’e gidiyoruz, son sözü Eugene Pottier’e bırakarak: “Cellatların döktüğü kan/ Bir gün onları boğacak/ Bu kan denizinin ufkundan/ Kızıl bir güneş doğacak./ Bu kavga en sonuncu/ Kavgamızdır artık/ Enternasyonal’le/ Kurtulur insanlık.”
15 Nisan 2015 10:33:40, Ankara.
N O T L A R
[1] Halil Cibran.
[2] “… ‘1 Mayıs’ta Taksim’i Yasaklamak Suçtur!”, Birgün, 19 Mart 2015, s.4.
[3] “Taksim’de 1 Mayıs Yine”, Evrensel, 16 Mart 2015, s.6.
[4] Barışta Erdost, aktaran: Işık Kansu, “Düş Yok Edilemez”, Cumhuriyet, 3 Mayıs 2014, s.13.
[5] Özgür Müftüoğlu, “1 Mayıs’ta Baskı ve Şiddet Borsayı Yükseltti…”, Evrensel, 9 Mayıs 2014, s.4.
[6] Burak Butur, “1 Mayıs’ın Tarihsel Gelişimi ve Mücadelesi”, Birgün, 16 Mart 2014… http://birgun.net/haber/1-mayisin-tarihsel-gelisimi-ve-mucadelesi-13050.html
[7] Tarihçi Yazar Dr. Oktay Gökdemir, birçok kaynağın, Türkiye’de ilk 1 Mayıs’ın 1909’da İstanbul ve Üsküp’te kutlandığını yazmasına karşın, yeni ortaya çıkan bir belgenin bu tarihi 1906’ya çektiğini öne sürdü. Gökdemir, belgeye göre ilk kutlamanın, İzmir Basmane’deki işçi kıraathanelerinin bulunduğu alanda yapıldığını bildirdi.
Türkiye’de emek tarihi üzerine yapılan çalışmaların son derece sınırlı olduğunu anımsatan Gökdemir, İstanbul’da 587’de camii inşaatında çalışan duvarcı, marangoz ve taş ustalarının 12 akçe olan yevmiyelerine 4 akçe zam talebinde bulundukları, bu talep karşılanmayınca da iş bıraktıklarının tarih belgelerinde yer aldığını vurguladı. Bazıları aylarca süren çeşitli iş bırakma eylemlerinin de bilindiğini söyledi.
1 Mayıs’ın Türkiye’de “amele-işçi bayramı” olarak kutlandığı ilk tarihin bütün emek tarihi çalışmalarında 1909 olarak tespit edildiğini anımsatan Gökdemir şunları söyledi: “Bu bağlamda 1909 yılında Üsküp ve İstanbul’daki değişik sektörde çalışan işçilerin bir araya gelerek ilk defa 1 Mayıs’ı kutladıklarını birçok kaynak dile getirmektedir. Ancak ortaya çıkan yeni bir belgede, Osmanlı coğrafyasında 1 Mayıs’ın ilk kez 1909’da değil 1906’da, İzmir’de Basmane’deki işçi kıraathanelerinin bulunduğu alanda kutlandığını gösteriyor. Elimizdeki belge, Arapça kaleme alınmış. 1906 gibi çok erken bir tarihte II. Abdülhamit’in hafiyelerinden ve jurnalcilerinden kurtulabilmek için bildirge Arapça kaleme alınmış olabilir. İkinci ve akla daha yatkın etken ise Basmane ve civarında XIX. yüzyıl itibarıyla Kireçlikaya’daki Dana meydanı civarında ikamet eden Afrika kökenli amelelere bir çağrı olarak düzenlenebileceğidir. Zira bu dönemde o mahâlde amele kıraathanelerinin mevcut olduğunu ve burada da daha çok Afrika kökenlilerin yaşadığını tarihsel kaynaklar bize aktarmaktadır.”
Belgede günümüz Türkçesiyle, “Yurtsever Kardeşlerim! Şerefli Gazete Çalışanları! Haberiniz olsun ki, 1 Mayıs Dünya İşçileri Bayramı münasebetiyle amele kıraathaneleri civarındaki tren istasyonu mevkiinde toplantı ve gösteri vardır. Dernek (Cemiyet) Reis Vekili Celil ve İsameddin Efendi 1906” yazdığını bildiren Gökdemir, “Bu belgenin aslı şu anda DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nda bulunuyor. Hatta Genel- İş yöneticilerinin bu belgeden hareket ederek 2005 yılında Basmane civarındaki büyük çınar ağacının altında bir 100. yıl kutlaması da yaptıklarını geçerken anımsatalım” dedi. (“1 Mayıs İlk Kez İzmir’de Kutlanmış”, Cumhuriyet, 1 Mayıs 2014, s.9.)
[8] Murat Meriç, “1 Mayıs: İşçinin, Emekçinin Bayramı!”, Birgün Pazar, Yıl:10, No:372, 27 Nisan 2014, s.6.
[9] Kimi kaynaklara göre 500 bin, kimilerine göreyse milyonu bulan bir kalabalık Taksim’deydi. Saat 19 sularında, DİSK Başkanı Kemal Türkler tam konuşmasını bitirmek üzereyken kontrgerilla devreye girdi ve kitlenin üzerine ateş açtı. Yüzlerce, binlerce, onbinlerce, hatta yüzbinlerce insan kaçışmaya başladılar çaresizce. Görünmez bir güç onları Kazancı Yokuşu’na doğru itti. Kazancı Yokuşu’nda binlerce insan adeta sıkışmıştı. Ezilenler, yaralananlar ve ölenler oldu. Tarih, 34 kişinin hayatını kaybettiği, yüzlerce insanın yaralandığı ve ülkeyi kaosa sürükleyen kontrgerillanın bu toplu cinayetini ‘Kanlı 1 Mayıs’ olarak kayda geçirdi.
Kıymet Kocamış da o gün üniversiteden arkadaşlarıyla birlikte Taksim’e, bayramı kutlamaya karnındaki dört aylık bebeği ile gelmişti. Belki sabah çayını içti, tostunu yedi, heyecanını yanında taşıyarak sloganlarla alana girdi. Sağlık Meslek Lisesi’ni bitirmiş, İstanbul’da Göğüs Cerrahisi’nde hemşire olarak çalışıyordu. Henüz beş ay önce evlenmiş, bir yuva kurmuştu. Ama özgür bir dünya isteği, haklarını savunduğu düşleri O’nu alanlara getirmişti.
Olmadı. Kıymet Kocamış karnındaki dört aylık bebeğiyle Kazancı Yokuşu’nda ezilerek hayatını kaybetti. Bazı kaynaklarda göbek adı olan Kadriye ismiyle ve evlendiğindeki soyadı Duman ile kayıtlara geçti. Bozcaadalı’ydı, orada doğmuş ve büyümüştü. Hayalleri, idealleri, ada sokaklarında kalan ayak izlerini ve gençliğini de aldı götürdü hayat. (Mustafa Dermanlı, “Kıymet Kocamış ve Bozcaada’da 1 Mayıs”, Birgün, 2 Mayıs 2014, s.6.)
[10] İsa Tatlıcan, “Halil Berktay: Türkiye Solu,1 Mayıs 1977’de Taksim’de Öldü”, Sabah, 28 Nisan 2014, s.17.
[11] Ercan Kesal, “Bizim de Günümüz Gelecek”, Birgün Pazar, Yıl:10, No:372, 25 Nisan 2014, s.5.
[12] Ancak sinemacı Ali Özgentürk’ün, “O meydan 1 Mayıs’ın, işçilerin, emekçilerin ikonudur… İşçilerin camisidir orası,” (Sibel Oral, “Ali Özgentürk: Beni Sevmeyen Devleti Ben de Sevmiyorum”, Radikal, 20 Nisan 2014, s.29.) betimlemesini de kabullenmek mümkün değildir!
[13] Mete Çubukçu, “Devletin Genetiği”, Radikal İki, 27 Nisan 2014, s.3.
[14] Güray Öz, “Mayıs Ruhu Ölür mü?”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2014, s.7.
[15] Ayşe Sayın-Emine Kaplan-Mahmut Lıcalı, “AKP’den Taksim’e Mevlitli İzin”, Cumhuriyet, 28 Nisan 2014, s.5.
[16] “Taksim’e 1 Mayıs’ta çıkmak ‘yassah!’ Neden? Bilmiyoruz… Taksim aslında neden yasak? Kadıköy neden yasak değilse. Yani, tamamen keyfi! Hazret, 20 Nisan’da ‘Yok Taksim, yok Kadıköy, bundan sonra buralarda miting yasak’ diyerek Kadıköy’de de miting yapılamayacağını duyurdu. İki gün sonra, 22 Nisan’da da Kadıköy’e son kez ‘izin verdiğini’ açıkladı: ‘Taksim’den ümidinizi kesin, gelin buyurun Yenikapı, orası değil Maltepe, buyurun orada yapın. Bu sene son olarak Kadıköy’e, Maltepe bitmediği için müsaade edildi ama artık olmayacak. İki gün önce ‘yasaktı’, artık değil. Neden yasaktı, neden yasak değil?” (Ayça Söylemez, “Diktatörün 1 Mayıs Korkusu”, Birgün, 29 Nisan 2014, s.9.)
[17] Gökhan Karakaş, “Miting Yapacaksan Git Yenikapı’da Yap”, Milliyet, 20 Nisan 2014, s.23.
[18] Özgür Müftüoğlu, “1 Mayıs Üzerinden Kutuplaştırma Siyasetine Devam…”, Evrensel, 25 Nisan 2014, s.4.
[19] İçişleri Bakanı Efkan Ala, 1 Mayıs kutlamalarıyla ilgili, “Polis gerçekten net, güzel bir duruş sergiledi genel olarak. Gerçekten teşekkür ediyorum. Orada verilen görevleri çok net biçimde, berrak bir biçimde verilen talimatları tam anlamıyla uyguladı, yerine getirdiler,” dedi.
NTV’de gündeme ilişkin soruları yanıtlayan Ala şunları söyledi: “Orantısız bir saldırı oldu polislere, onu da söyleyelim. Böyle molotoflarla, sapanlarla, hepsi fotoğraflanmış durumda, ele geçirildi bir kısmı. Ama polisin orantısız güç kullandığı olabilir mi? Sonuçta da beklenenin çok altında ama yine de insan yaralanması, işte böyle ciddi yaralanmalar yok Allah’a şükür. Olunca bir kişi bile sıkıntılı. Polis memurlarımızdan da yaralanan oldu hastanede olan İzmir’de tek bir kişi var. O’nun dışında ufak tefek yaralanmış polis memurlarımıza büyük geçmiş olsun diyorum buradan. Vatandaşlarımız da tedavilerini oldu çıktı, önemli bir kısmı ayakta. Orantısız güç kullanma iddiası ciddi bir bulguya dayanır, bize iletilirse veya valiliğe biz onu yine tabii ki ciddiyetle araştırır, değerlendiririz ve sonuçlandırırız. Benim genel olarak gördüğümü söylüyorum, elbette istisnalar olabilir.” (“İçişleri Bakanı Ala: ‘Polis Net Duruş Sergiledi’…”, Hürriyet, 3 Mayıs 2014… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26342508.asp)
[20] “1 Mayıs Taksim’de Kutlanacak mı?”, Hürriyet, 18 Nisan 2014… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26247476.asp
[21] “Çelik: Madenciler Kaçsın Kurtulsun, Doğrusu Bu”, Karşı, 4 Mart 2015… http://www.karsigazete.com.tr/gundem/celik-madenciler-kacsin-kurtulsun-dogrusu-bu-h30647.html
[22] Taksim Meydanı’nda yoğun güvenlik önlemi alan ve başka illerden 2 bin 600 kadar takviye ekip getirten İstanbul Emniyet Müdürlüğü, 1 Mayıs 2013 sabahı Beşiktaş, Şişli, Tarlabaşı ve birçok yerde toplanarak Taksim’e çıkmak isteyen yurttaşlara 22 bin polis, 37 TOMA aracı, yüzlerce gaz bombası ve plastik mermiyle saldırıya başladı. Yaklaşık 8 saat boyunca orantısız bir şekilde polis müdahalesinden dolayı şiddetin sürdüğü İstanbul sokaklarında, İHD İstanbul Şubesi 1 Mayıs 2013 Gözlem Raporu verilerine göre, 3’ü ağır toplam 200’den fazla yurttaş ve olayları takip eden 6 gazeteci yaralandı. Bu arada, 72 kişi de gözaltına alındı ve darp edildi. Polis müdahalesi sırasında 2 bin gaz bombası kullanıldığı da valilik tarafından açıklandı. (Evrim Kepenek, “Hükümet 1 Mayıs’ta Neyin Peşinde?”, Özgür Gündem, 19 Nisan 2014, s.4.)
[23] Valiliğin kutlama için izin vermediği Kızılay Meydanı’nda polisin müdahalesi sert oldu. Kızılay’a yürümek isteyen göstericilere polis gaz ve tazyikli su ile müdahale de bulunurken cadde ve ara sokaklarda ise gözaltı yaptı. Ankara’da çoğu 10-14 yaşlarında 43’ü çocuk olmak üzere 173 kişi gözaltına alındı. (Fevzi Kızılkoyun, “Ankara’daki 1 Mayıs’ın Çocuk Mağdurları”, Radikal, 3 Mayıs 2014, s.9.)
1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı’nda da polisin orantısız güç kullanması nedeniyle 18 yaşındaki Barış Ceyhan gözünü kaybetti. 1 Mayıs sabahı Tandoğan’da kutlamalara katılan ve işçi olan babası Mustafa Ceyhan’ın yanına gitmek üzere Kızılay’dan geçerken polisin attığı plastik mermiyle yaralanan Barış Ceyhan’ın tek gözünü kaybettiği açıklandı. (Selda Güneysu, “Polisin Attığı Plastik Mermi Yine Kör Etti”, Cumhuriyet, 8 Mayıs 2014, s.7.)
[24] Mehmet Tezkan, “Otoriter Devletin Güç Gösterisi”, Milliyet, 2 Mayıs 2014, s.6.
[25] “Kutlamaya Değil Çatışmaya Gitmişler”, Yeni Şafak, 5 Mayıs 2014, s.19.
[26] Rahim Er, “DİSK Azınlıktır ve Zamanın Gerisindedir”, Türkiye, 2 Mayıs 2014, s.3.
[27] Nuri Elibol, “Her Devlet Kendisini Korur”, Türkiye, 2 Mayıs 2014, s.12.
[28] “AİHM Taksim’i Tescilledi”, Cumhuriyet, 16 Nisan 2014, s.7.
[29] “1 Mayıs’ın Taksim’de Kutlanmasını Sağlamak Hükümetin Görevidir”, Radikal, 16 Nisan 2014, s.22.
[30] “Ankara Başsavcılığı: 1 Mayıs Bayramdır, Gösteri İçin İzin Gerekmez”, Birgün, 12 Haziran 2014, s.6.
[31] Mahmut Kurnaz, “Taksim’i Kapatan Başbakan ve Valilik Hakkında Suç Duyurusu”, Zaman, 10 Mayıs 2014, s.6.
[32] Tamer Arda Erşin, “Bu Acıyı Yaşatanlar Cezasız Kalmasın”, Evrensel, 9 Mayıs 2014, s.3.
[33] İsmail Saymaz, “… ‘Dilan Kızımız Marjinal’e Soruşturma İzni Verilmedi”, Radikal, 10 Mart 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/dilan_kizimiz_marjinale_sorusturma_izni_verilmedi-1309905
[34] İsmail Saymaz, “Ankara’dan Sonra İstanbul: 1 Mayıs İçin İzin Gerekmez”, Radikal, 17 Haziran 2014… http:// www.radikal.com.tr/ turkiye/ ankaradan_sonra_istanbul_1_mayis_icin_izin_gerekmez-1197513
[35] “Sendikacılara 1 Mayıs Beraatı”, Cumhuriyet, 25 Mart 2015, s.7.
[36] “Okmeydanı Savaş Alanı”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2014, s.7.
[37] Işıl Özgentürk, “Sivil İtaatsizliğe Övgü…”, Cumhuriyet, 4 Mayıs 2014, s.20.
[38] Deniz Kavukçuoğlu, “Başbakan’ın Zaferi”, Cumhuriyet, 3 Mayıs 2014, s.13.
[39] Mahmut Övür, “İnatlaşma”, Sabah, 1 Mayıs 2014, s.21.
[40] Mesut Er-Mustafa Kaya-Deniz Derin-Hasan Ay-Emir Somer-Metin Arabacı-Barış Sözal-Orhan Yurtsever-Ali Oktay-Veli Sarıboğa-Mesut Altun-Fatih Ulaş-Zeynel Yaman-Erhan Öztürk-Gülcan Demirci-Zafer Halatçı-Ferit Zengin-Cevdet Özdemir-Recai Kömür-İlhami Yıldırım-Ahmet Külsoy-Şüheda Aykut Ali Altuntaş, “Kadıköy’de Bayram Taksim’de Terör”, Sabah, 2 Mayıs 2014, s.24.
[41] Hasan Celal Güzel, “Çağdışı Marksistlerin 1 Mayıs Onamisi”, Sabah, 2 Mayıs 2014, s.7.
[42] Özlem Albayrak, “1 Mayıs’tan Muhalefet Devşirmek”, Yeni Şafak, 2 Mayıs 2014, s.17.
[43] Engin Ardıç, “Ye Sopayı Ferahla”, Sabah, 2 Mayıs 2014, s.3.
[44] Ahmet Zeki Gayberi, “Taksim Fetişistleri!”, Milat, 2 Mayıs 2014, s.11.
[45] Emin Pazarcı, “Solun Namusu ve 1 Mayıs”, Akşam, 2 Mayıs 2014, s.12.
[46] Mehmet Ocaktan, “Oligarşinin Şişman Azınlığı ve 1 Mayıs”, Akşam, 2 Mayıs 2014, s.13.
[47] Ahmet Yaşaroğlu, “1 Mayıs’ta Hükümet Destekçiliği”, Evrensel, 2 Mayıs 2014, s.10.
[48] “Bayram mı Dediniz!”, Milli Gazete, 2 Mayıs 2014, s.1.
[49] Mehmet Şeker, “İşçiyiz, Güçlüyüz… Yaşasın 1 Mayıs”, Yeni Şafak, 2 Mayıs 2014, s.23.
[50] Haşmet Babaoğlu, “Her 1 Mayıs’ta…”, Sabah, 2 Mayıs 2014, s.4.
[51] Atilla Yayla, “1 Mayıs Kâbusa Dönüşmesin!”, Yeni Şafak, 17 Nisan 2014, s.17.
[52] Nihat Karademir, “1 Mayıs: Çalınmış Bayram, İşgal Edilmiş Meydanlar”, Yeni Şafak, 3 Mayıs 2014, s.18.
[53] Yaşar Taşkın Koç, “Bir 1 Mayıs Daha Harcanırken…”, Yeni Şafak, 2 Mayıs 2014, s.12.
[54] Ayşe Böhürler, “İşçi Hakları Derken”, Yeni Şafak, 3 Mayıs 2014, s.11.
[55] Erdal Şafak, “Gül ve Sol”, Sabah, 2 Mayıs 2014, s.5.
[56] Mümtaz’er Türköne, “Değişmeyen 1 Mayıs”, Zaman, 2 Mayıs 2014, s.20.
[57] “Türk-İş Genel Başkanı: Türkiye’nin Her Yeri Bize Taksim Gibidir”, Haber Türk, 25 Mayıs 2014, s.20.
[58] Cem Gurbetoğlu, “Başbakanla Görüştü 1 Mayıs Bölündü”, Evrensel, 27 Nisan 2014, s.5.
[59] “Türk-İş’in Kadıköy’de düzenlediği 1 Mayıs mitingi kalabalık ama coşkusuz geçti… İşçiler belki sendikalarının çağrısıyla kendileri Kadıköy’deydi ama akılları ve yürekleri “Taksim! diyordu. Bu duygu Kadıköy Meydanı’ndaki miting alanına fazlasıyla yansımıştı. Kadıköy 1 Mayıs’ı işçilerin katıldığı fakat taleplerinin aynı oranda alana yansımadığı bir 1 Mayıs olarak kutlandı.” (Olcay Özak, “İşçinin Gözünden Kadıköy 1 Mayıs’ı”, Evrensel, 3 Mayıs 2014, s.10.)
“Türk-İş yönetimi çok şaşaalı bir miting organize etmeye çalışsa da, davullara vurulsa zurnalar çalınsa da yürüyüş kolunda pek bir coşku yoktu. Çünkü gündem Taksim vahşetiydi. Telefonla Şişli’deki bir arkadaşıyla konuşan işçinin, telefonu kapattıktan sonraki tepkisi; ‘DİSK’in önünde toplanmışlar. İnşallah girebilirler, bari oraya saldırmasa şerefsizler’ oluyor. Bu değerlendirmeyi dinleyen işçilerden biri ise ‘Lan bizi niye getirdiler buraya’ diye tepkisini ifade ediyor… Gözler Taksim’deydi, gelişmeler anbean izlendi. Sendikaların hedeflediği olmuş, bölünme yaşanmıştı. Kadıköy’ün bu nedenle işçisi bol ama içeriği güdük bir miting olduğunu söyleyebiliriz. (Sinan Ceviz, “Bedenimiz Kadıköy’de Aklımız Taksim’deydi”, Evrensel, 3 Mayıs 2014, s.10.)
[60] “Kayseri’de Hak-İş’in yaptığı 1 Mayıs İşçi Bayramı etkinliği, ki onlar hükümet gibi Emek ve Dayanışma Günü demeyi tercih ediyor, de bana konjonktürün bugün getirdiği dedirtti… Ve son söz; Hak-İş dostlar alışverişte görsün, hükümet bizi daha çok sevsin diye dayanışmayı rafa kaldırıp Kayseri’de 1 Mayıs’ı kutluyormuş gibi yapmayı tercih etti…” (Nejdet Kala, “Dostlar Alışverişte Görsün 1 Mayıs’ı”, Evrensel, 3 Mayıs 2014, s.10.)
[61] Memur-Sen, “1 Mayıs Emek, Dayanışma, Kardeşlik ve Medeniyet Buluşması” Diyarbakır İstasyon Meydanı’nda büyük bir coşkuyla gerçekleştirildi. Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, “1 Mayıs’ı kavga nedeni olmaktan çıkarmak, şiddetten arındırmak, asıl amacına uygun bayram olarak kutlamak için buradayız” dedi.
“Sizlere Konya’dan Mevlana’nın, Siirt’ten Veysel Karani’nin, Malatya’dan Somuncu Baba’nın, Nevşehir’den Hacı Bektaş’ı Veli’nin, Bitlis’ten Said Nursi’nin, Eskişehir’den Yunus Emre’nin, Kırşehir’den Ahi Evran’ın, Sögüt’ten Şeyh Edebali’nin, Ankara’dan Hacı Bayram-ı Veli’nin nefesini, duasını, birlik ve beraberlik iradelerini getirdim. 81 ilden dualar, sevgiler, manevi kokular ve renkler getirdim,” diye devam eden Gündoğdu, “Bu koku kardeşliğin kokusudur. Bu renk çoklukta birliğin rengidir. Bu dua ve dayanışma huzurun müjdecisidir. Bugün burada peygamberlerin, sahabelerin, velilerin manevi atmosferinde buluştuk. Bugün Ahmed-i Hani’nin manevi huzurunda toplandık. Diriliş şairi Sezai Karakoç’un memleketine misafir olduk. İnşallah buluşmamız Anadolu’nun birliğinin zemini, İslâm dünyasının dirliğinin mayası, dünya barışının harcı olacak. Büyük Türkiye’nin, bölgesel ve küresel vizyonunun yeni ufku olacak. Allah Anadolu’nun birliğini ve dirliğini bozmasın inşallah.” (“Bayram Havası”, Milat, 2 Mayıs 2014, s.10.)
Tabii bu söylemlerle Memur*Sen’in İşçi Sınıfının Uluslararası Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü 1 Mayıs’ı mı yoksa, Türkçülerin “Türklük Bayramı” mı ilan ettikleri 3 Mayıs’ı mı kutladığını anlayabilmek mümkün değil!
[62] Murat Belge, “1 Mayıs”, Taraf, 3 Mayıs 2014, s.9.
[63] Yiğit Karaahmet, “Şehirli Kızların 1 Mayıs İkilemi”, Taraf, 3 Mayıs 2014, s.2.
[64] Hadi Uluengin, “1 Mayıs 2015 Çağrısı”, Taraf, 3 Mayıs 2014, s.7.
[65] Gözde Bedeloğlu, “Bayramdan Savaş Yaratan Kibir”, Birgün, 2 Mayıs 2014, s.2.
[66] “Uluslararası Af Örgütü, “Türkiye Yetkilileri, 1 Mayıs’ta Barışçıl Toplanma Hakkına Saygı Duymalı, 28 Nisan 2014.
[67] Nagehan Alçı, “Açın Taksim’i!”, Milliyet, 20 Nisan 2014, s.17.
[68] Ahmet İnsel, “Şef’in Memleketinde Keyfi Yasak”, Radikal İki, 4 Mayıs 2014, s.1-8.
[69] Osman Öztürk, “1 Mayıs’ın 1 Mayıs’a Denk Gelmesi de Pek Manidar!”, Birgün, 16 Nisan 2014, s.4.
[70] 1977’de tarihe “Kanlı 1 Mayıs” olarak geçen kutlamalara katıldıklarında 17 yaşında ve lise öğrencisi olan Zeki Eyi ve Gönül Birsen Kement, çıkan olaylarda babalarını kaybetti. O yıldan sonra hayatları değişen Eyi ve Kement, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Taksim’de kutlamalara izin vermeyeceği yönündeki açıklamalarına tepki gösterdi. Yasaklamalara karşın işçi ve emekçilerin Taksim’e çıkacaklarını vurgulayan aileler, “1 Mayıs, kutlama değil anmadır. Taksim, bir simgedir, 1 Mayıs alanıdır. Gezi Parkı olaylarında Taksim bir kez daha simgesel hâle gelmiştir. İktidar bundan korktuğu için yasaklamaya çalışıyor, ama unutmasın emekçiler asla vazgeçmeyecektir,” dediler. (Sibel Bahçetepe, “Babaları Öldürüldü Yılmadılar”, Cumhuriyet, 28 Nisan 2014, s.7.)
[71] Hüseyin Ali, “1 Mayıs ve Kürt Halk Önderi’nin Mesajı”, Gündem, 2 Mayıs 2014, s.10.
[72] “Amed sınıf atlamış galiba, Türkiye’de son otuz yılın siyasi mücadelelerde odak noktası Amed serhıldanımızda, nedense 1 Mayıslarda büyük kitlesel eylemler olmuyor. Nedense Amed’i merkez kabul edip, bölgenin diğer kentlerinden proleterler ve topraksız köylüler ya da baskıya uğrayan insanlar Amed’e akıp siyasal ve ekonomik taleplerini dile getirmek için özel bir çaba sarf etmiyorlar…
Bizim solcularımız işi bilmiyor, o kadar kavga gürültü, dayak yemek, baksınlar Okan Bayülgen ve Ufuk Uras’a, inanılmaz bir mücadelenin ardından tek başlarına kolluk kuvvetlerini yarıp, entelektüel performanslarıyla onları ikna edip 1 Mayıs’ta alana çıkıyorlar ve önderlik edecekleri kitleyi bekliyorlar, önderlik diye buna denir.” (Zahit Atam, “Türkiye’de 1 Mayıs’ın Eksantrik Yönleri”, Birgün, 4 Mayıs 2014, s.9.)