Enver Şen / Yazarın diğer makaleleri
1 Ekim 2024’te Bahçeli’nin DEM Parti yöneticileriyle el sıkışması ben dahil birçok insana pek de doğal gelmedi. Ne oluyoruz sorusu sorulmaya başlandı. Daha sonraları bunun spontane bir hareket olmadığı anlaşıldı. DEM heyeti İmralı’yı ziyaret etti. İkinci ziyarette Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” adı verilen mektubu basına açıklandı. Bu açıklamadan sonra konu Kürdistan’ın tüm parçalarında, Türkiye’de ve ülke dışında oldukça yoğun bir şekilde tartışıldı, tartışılıyor. Rojava, Başur, Qandil ve Avrupa’ya mektuplar gitti. Barış ve çözüm tartışmaları Kürdistan’da, Türkiye’de ve yurtdışında coşku ile karşılandı. Tartışmalara katılım giderek arttı. Başur’dan gelen kutlama mesajları Amed ve daha sonra yapılan Newroz kutlamalarına yeni bir karakter getirdi. Katılım ve coşku yükseldi. Newroz kutlamaları tam anlamı ile bayram yerine döndü. Kısacası Newroz ulusallaştı. Bu yeni bir aşamaydı. Yeniyi yaşatmanın ve geliştirmenin yolları bulunmalı.
Ekim 2024’te başlayan adına ne denileceği beli olmayan gelişme, Türk devleti ve hükümetinin baskı ve terör uygulamalarını azaltmadı, tam tersine daha da bağnazlaşmasını, diktatörleşmesini getirdi. Okların ucu ana muhalefete döndü. Daha önce diploması iptal edilen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu 19 Mart 2025 sivil darbesi ile tutuklandı. Amaç Kent Uzlaşısı’ndan dolayı İstanbul’a kayyım atamaktı. Beklemedikleri bir direnişle karşılaşınca şimdilik bu suçlamalardan beraat ettirmek zorunda kaldılar. Ancak aynı suçlamalardan dolayı birçok insan tutuklandı. Bu da keyfiliğin başka örneğiydi. Devlete göre baş “suçlu” suçsuz ancak çalışma arkadaşları suçluydu. İmamoğlu’na rüşvet ve yolsuzluk suçlamaları kaldı. İstanbul’da 13/14 şirkete el kondu. Belediye çalışamaz hale getirilmek isteniyor. Başta Esenyurt olmak üzere Kürdlerin yoğunlukta olduğu ilçelerde belediye başkanları görevden alındılar. Kent Uzlaşısı’nın başarılı sonuçlarını yok etmek istiyorlar.
Devlet ve hükümet demokratikleşme gibi bir sorunlarının olmadığını açık şekilde ortaya koydu. Erdoğan protesto gösterilerine katılan yüzbinleri terörist ilan etti. Gezi’de olduğu gibi “camilere saldırıyorlar, kutsallarımızı ortadan kaldırmak peşindeler” gibi hiçbir doğruluk payı olmayan söylemlerle toplumu bölmeyi derinleştiriyor. Bir tarafta “barış ve demokratik toplum” istemini boşa çıkarmak diğer taraftan Kürdlere teslim olma dayatılıyor. Kürdlerle diğer muhalif güçleri birbirinden uzaklaştırarak, muhalefetsiz ya da muhalefeti hükümetin yanında olan bir “demokrasi” istiyor. Tıpkı “dostum” dediği Putin Rusya’sı gibi.
Kürtlerin statü sahibi olması için demokrasi mücadelesi son derece önemli. Muhalefeti genişletmeden bunu yapmak oldukça zor görünüyor. Hiçbir yanlış anlaşılmaya yer vermemek için şunu belirtmek gerekir kanısındayım. Cumhuriyet ve Türkiye muhalefeti tarihini Kürdlerden daha iyi tanıyan kimse yok. “Kürd anasını görmesin” politikası her iki cephede de hala devam ediyor. Türkiye’nin en örgütlü ve dinamik muhalefeti bizleriz. Öz gücümüze güvenerek hem Kürdistan’da hem de Türkiye’de diğer muhalefeti etkilemek, demokrasi mücadelesine kazandırmak mümkündür. Hükümetin antidemokratik ve halklara düşman politikalarını geriletmek ve muhalefetin içindeki ırkçı – faşist çevrelerin önünü kesmek olanaklıdır.
Devlet İsrail – Hamas Savaşı ile Ortadoğu’da özellikle de Suriye’de büyük oranda çekilmek zorunda kalan İran’ın yerini doldurmak için, müttefiklerinin de baskısıyla demokratik adımlar atmadan Kürdlerle barışma çabasına girdi. ABD, AB ve İngiltere’nin İran’ı istikrarsızlaştırma planlarını onaylayan Erdoğan, demokratik adımlar atmaya ihtiyaç duymuyor. AB (mülteci sorunundan dolayı) Erdoğan’ın planını destekler durumda görünüyor. Brüksel’de yapılan açıklamalar alışıla gelmiş genel doğruların ötesine geçmedi. Muhalefet, Kürdlere statü Türkiye’ye demokrasi mücadelesini milyonlara, on milyonlara taşıyabilirse çözüme yaklaşırız.
29 Mart 2025