Site icon Rojnameya Newroz

TÜRKİYE KENDİ TARİHSEL DİNAMİKLERİYLE BARIŞMALIDIR!

Adına konuştuğumuz coğrafyada kan fazlasıyla döküldü, halklar fazlasıyla acı çekerek bedel ödedi. Halklar yönünde meselelerin barışçıl yol ve yöntemlerle çözümünden başka bir alternatifi yok.

Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

28-29 Şubat tarihlerinde Berlin’de gerçekleşen “Küçük Asya Halkları’nın HAKLARDA BİRLEŞME Konferansı; “Haklarda Birleşme, 19 Ocak İnsiyatifi”ni oluşturmuştu. İnsiyatif, “ZULME UĞRAMIŞ KÜÇÜK ASYA HAKLARI LİGİ” kısa adıyla AMG LİGİ kuruluncaya kadar belirlenmiş görevleri yerine getirecektir.

“Haklarda Birleşme, 19 Ocak İnsiyatifi” önüne birçok görev koymuş bulunmaktadır. Bunlardan biri de 18-19 Haziran Beyrut’ta uluslararası bir toplantı gerçekleştirmekti. Toplantı 200’ü aşkın uluslararası temsilcinin katılımıyla gerçekleşti ve iki gün devam etti. Birinci gün konuyla ilgili genel politik görüş ve öneriler sunuldu. İkinci gün ise daha önce oluşturulmuş uzmanlar komitelerinin raporları üzerinde tartışma sürdürülerek toplantı sonlandı.

Toplantı vesilesiyle ÖSP’li (KKP’li) kadrolar 30 yıl aradan sonra Beyrut’ta yani Teğmen Ali (Cevat Saim Çelen), Mustafa Çetiner ve İmam Ateş yoldaşların şehit düştükleri topraklardaydılar.

ÖSP kadroları bir dizi ikili görüşmeler de yaptılar. Rojava’dan PYD ve PDK-S temsilcileriyle, Güney Kürdistan’dan gelen parlamenterlerle, Lübnan Komünist Partisinden gelenlerle ve aydınlarla güncel gelişmeler üzerine görüşmeler yapıldı. Gerek bu görüşmelerde gerekse kürsü de yapılan sunumda Kürdistan’da yapılacak bağımsızlık referandumu dile getirildi ve destek istendi. Aynı destek yapılması gündemde olan Katalanya bağımsızlık referandumu için de dile getirildi.

Toplantıda yaptığım konuşmanın metni aşağıdadır.

 

***

TÜRKİYE KENDİ TARİHSEL DİNAMİKLERİYLE BARIŞMALIDIR!

Değerli dostlar,

Küçük Asya Halklarının acılarını, yaşayan-hisseden-paylaşan değerli katılımcılar,

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Çalışmaları bu evreye kadar getirme de emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Soykırımla ile ilgili ne zaman bir kitap-belge-makale okusam tüylerim diken diken olur! Bu duygularla yeryüzünde yaşanmış bütün soykırımları lanetliyorum.

Tüm soykırımlar özelde de Anadolu ve Kürdistan’daki soykırımlar sürecinde; gerek yaşamını yitirenlerin ve gerek tehcir sonucu uzak diyarlara zorunlu göç edenlerin, gerekse de toprağında ancak kimlik değiştirerek sağ kalabilenlerin anıları önünde saygıyla eğiliyorum.

Anadolu ve Kürdistan’daki Hıristiyan, Musevi halkların “binde bire” düşürülmesi yüzkarası bir durumdur!

Türk rejim yetkililerinin sabah akşam, “hamdolsun yüzde 99.99 Müslümanız” diyerek böbürlenmesi, övünülecek değil utanılacak bir durumdur. Mısır, Suriye, Ürdün, Irak, İran, Azerbaycan gibi komşu İslam ülkelerinin her birinde, %2 ile %12 arasında Hıristiyan, Musevi inançtan hakların yaşadığı gerçeğini dikkate aldığımızda; Küçük Asya’nın otokton halkları olarak Ermeni, Rum, Süryani, Keldani, Yahudi… halkların kendi topraklarında adeta kazınarak numunelik orana düşürülmesi, Türk rejimi adına yüzkarasıdır.

Ortak vatanda birlikte yaşam, milliyetçilik aşılmadan mümkün değil!

Değerli dostlar, katılımcılar,

Her ulus, devletle sınırları çizilmiş her coğrafya, kendi “milli tarihi”ni yazıp öne çıkarır. Her “milli tarih” ise az ya da çok komşu halkların, ulusların, coğrafyaların kültürel, siyasal, bilimsel değerlerini (tarihlerini) kendisine mal ederek yazıldı.

Her “milli tarih” kendini yazmakla da kalmaz, “kendim” diye yazılan tarihte başkalarının değerlerini kendine mal eder. Bu kendine mal etme de, başta Ortadoğu ve Akdeniz havzasında tarih boyunca kültürlerin geçişli olmasının rolünün yanı sıra esasen milliyetçiliği bayraklaştıran “milli yarar” siyaseti belirleyici rol oynamıştır. Bunu en kapsayıcı olarak Avrupalı tarihçiler dünya tarihini Avrupa merkezci perspektifle yazmakla gerçekleştirdiler.

Milliyetçilikle, “Milli yarar” eksenli siyasetle ne dünyanın ne de Küçük Asya’nın sorunlarına halklar lehine çözüm getirilemez. Çünkü her devletin/ulusun “milli çıkarları” başta komşuları olmak üzere başka devlet ya da ulusların “milli çıkarları”nı az-çok mutlaka zedeler.

Devletler arasında son 200 yıldır devam eden kanlı boğazlaşmaların asıl nedeni herkesin kendi “milli çıkarları”nı komşularının ve başkalarının “milli çıkarları” aleyhine genişletme arayışıdır. Milli yarar siyasetinin doğası gereği dost değil düşman üretmesi buradan gelir. Herkesin kendi milliyetçiliği temelinde geliştirdiği siyaset; halklara, toplumlara barış, demokrasi ve özgürlük değil, yoksulluk, gerici dikta rejimleri altında ağır siyasi baskılar ve sonu gelmeyen savaşlar üretti, üretiyor.

Osmanlı sonra Türkiye Cumhuriyeti, aynı “milli yarar” gerekçesiyle tek tipleştirme-standartlaştırma-merkezileştirme yönelimiyle önce Ermeni, Süryani, Pontus sonra Kürt soykırımlarını gerçekleştirdi. Kısacası Amerikan yerli halklarından Küçük Asya halklarına, Avrupa Yahudi halklarından Balkanlara ve Afrika’ya uzanan tüm fiziki ve kültürel soykırımların temelinde, ırkçı milliyetçilikle iç içe tek tipleştirme yatar. Hepsinin temelinde, ırksal, inançsal ya da kültürel arındırma-tek tipleştirme bulunur. Hepsinin temelinde bir biçimiyle “tek millet, tek devlet, tek din, tek dil, tek bayrak” deli gömleğini halklara zorla giydirmek bulunur.

Bugün de sosyal ve kültürel soykırım devam ediyor.

Günümüzde ise etnik olarak Türk ve inanç olarak Sünnilerin dışındaki herkes Türk rejiminin asimilasyon kıskacı altındadır.

İstanbul başta olmak üzere Türkiye  ve Kürdistan’da yaşayan toplam 80 milyon insanın büyük çoğunluğu (Kürtler, Araplar, Çerkesler, Lazlar, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler…) yani Türk olmayan tüm halklar, ağır bir asimilasyon kuşatması altında yok olmakla yüz yüze. Bir kuşak sonra İstanbul, Çukurova, İzmir, Antalya, Antep, Malatya, Elazığ, Erzurum, Bingöl…. de Türkçe dışında konuşulan dil kalmayacak. Tehlike bu kadar çaplı ve yakın!

Çözüm; Küçük Asya ve Mezopotamya’nın uygarlık tarihinin büyük sentezinde saklıdır!

Dünya kültürünün beşiği, ilk tanrısal inançların boy verdiği topraklar, genelde Büyük Doğu, özelde “Verimli Hilal”dir. Toprağı işlemek kültürel üretimin ilk ve temel adımıysa bu ilk adımı atan Mezopotamya ve daha kapsayıcı olarak da Doğu halklarıdır. Mezopotamya dünya uygarlığının ilk beşiğidir, kültür ve bilimin ilk filizlendiği coğrafyadır.

İnsanlığın uygarlık yürüyüşünün birinci halkasını Antik Mezopotamya-Mısır; ikinci halkasını Antik Hint-Çin ve Maya-Aztek; üçüncü halkası olan Batı uygarlığını ise Yunan-Roma temsil eder.

Hem Büyük Doğu hem de Batı uygarlığı, öncelikle Mezopotamya-Mısır’dan etkilenip beslenmiş, sonra ikinci adımda karşılıklı geçişlerle birbirlerini etkileyip inşa etmişlerdir. Dicle-Fırat havzası ile Nil’in de aktığı Akdeniz havzası, tarihte halklar/toplumlar arası ortak kültür ve sentezin önemli odağıdır.

Kültürler, uygarlıklar tarih içerisinde geçişli olup iç içe geçmiştir. Bakıldığında, hiçbiri homojen, katışıksız değil, hepsinin orijinal dokusu karşılıklı geçişlerle farklılaşarak, yekpare olmaktan çıkıp melezleşmiştir. Bu melezleşme ya da sentezleşmenin ilk adımı öncelikle Mezopotamya-Mısır arasında ve bunu takiple Mezopotamya-Mısır-Anadolu-Hindistan-Çin’deki uygarlıkların karşılıklı geçişlerle birbirlerini etkileyip inşa etmesiyle gerçekleşti.

Çoktandır, Avrupa ile Asya özellikle Mezopotamya, Pers, Komagene, Mısır, Anadolu, Yunan, Roma’da kültür, bilim ve felsefe geçişli olup karşılıklı girdilerle birbirini tamamlayıp inşa etmişlerdir.

Yunan uygarlığı içerisinde Mezopotamya-Pers uygarlığı; Mezopotamya-Pers uygarlığı içerisinde Yunan; Roma uygarlığı içerisinde Mısır-Anadolu; Mısır-Anadolu uygarlığı içerisinde de Roma vardır.

Daha kapsayıcı olarak kültür, bilim ve felsefe alanında Batı Doğu’yu, Doğu da Batı’yı içerir. Kültürler, uygarlıklar tarih boyunca geçişli olmuşlardır. Bunun tipik örneklerinden biri olarak Roma İmparatorluğu’nun Asya’da doğulaşmasıdır.  Bugünde ortak vatanda birlikte yaşamada belirttiğimiz büyük sentez bize yol göstericidir.

Yapılması gerekenler ya da talep ve öneriler

Adına konuştuğumuz coğrafya da kan fazlasıyla döküldü, halklar fazlasıyla acı çekerek bedel ödedi. Halklar yönünde meselelerin barışçıl yol ve yöntemlerle çözümünden başka bir alternatifi yok. Daha somutta şunları öneriyoruz:

I – Öncelikle acıların ve sorumluların adını doğru koyalım. Bunun üzerinden ortak vatanda birlikte yaşamayı arayalım. Küçük Asya’da Müslüman olmayan halklara yapılan katliam-tehcir-soykırımların sorumlusu ve uygulayıcısı Türk rejimidir. Bu ırkçı siyasetin icrasında, mülkiyet hırsı ve inanç faklılığı nedeniyle başta Türk egemen sınıflar olmak üzere Müslüman toplumların egemen sınıfları da, dolaylı veya doğrudan yer almışlardır.

Türk rejimi, öncelikle Ermeni, Rum, Süryani, Êzidi gibi Müslüman olmayan halklara yönelik katliam ve soykırımdan dolayı özür dilemeli, soykırım kurbanlarının mirasçılarına vatandaşlık haklarını iade etmeli, el konulmuş maddi zenginliklerini iade veya tazmin etmeli.

II – Ermeni, Süryani, Pontos, Yahudi, Kürt halklarına yönelik katliam ve soykırımların önemli sonuçlarından biri de “evlad-ı metruke” ya da Dersim özelinde “Dersim’in kayıp kızları” olarak el konulan çocuklardır. Bu hiçbir maddiyatla karışlanamaz ancak Türk rejiminin içten, gönülleri fetheden özürle birlikte dostluk elini uzatarak telafisi mümkün olabilir. Türkiye kendi tarihsel dinamikleriyle yani Ermenisiyle, Rumuyla, Süryanisiyle, Yahudisiyle, Alevisiyle, Kürdüyle… barışmak için bu dostluk elini uzatmalıdır.

III- Dolaysıyla bu İnsiyatif, sonuç elde etmek istiyorsa; milliyetçilikten, milli yarar siyasetinden ve milli haritaların tanımlanmasından bilinçli uzak durmalıdır.

IV – Alternatif “ortak tarih” yazımı da bu İnsiyatif için başka bir mayın tarlasıdır, ilerlemek isteniyorsa girilmemelidir diye öneriyoruz.

– İnsiyatif; Kurmanclar, Kırmanckiler, Soranlar, Goranlar, Lorlar yani Kurd dilinin farklı lehçelerini konuşan Kürt halkının tümünden ve siyasi yapılarından destek alınmak istiyorsa “Zazaları, Kürtlerden ayrı bir millet” olarak gören savunudan uzak durmalıdır. Ayrıca yanlıştır da!

VI- “Kürt halkı, Gayrimüslim Küçük Asya halklarının felaketinden maddi olarak fayda sağlamıştır” tespit ve yaklaşımları da yanlıştır. Doğrusu Kürt halkı yerine Kürt egemenlerinin bir kısmı maddi yarar sağlamıştır denilmeli.

VII – Diğer bir hassasiyet, belge ve söylemlerde Êzidi halkı anılırken “Yezidiler” denilmemelidir.

VIII – Kemalizm’in halklara ve inançlara deli gömleği misali giydirdiği ırkçı milliyetçi tek tipleştirmeye, Anadolu ve Kürdistan’da bugün kararlılıkla karşı durmalıyız. Anadolu ve Kürdistan halkları, dil-kültürde tıpkı Batı Avrupa benzeri modernist merkezileşme- standartlaşma-tek tipleşmeyi yaşamak zorunda değiller. 17.06.2018

 

Exit mobile version