TEMEL DEMİRER / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
“Kapitalizm,
insan gibi davranan makineler
ve makine gibi davranan
insanlar üreten bir sistemdir.”[1]
Bebek katili Yeni Doğan Çetesi’nden Narin ve Şeyma çocuklara, Rojin’den kadın cinayetlerine; açlığın ve yoksulluğun Türkiye’si, “içe dönük patlamalar” ile sarsılırken, yolsuzluklarla, sıradanlaşan şiddetle bir cehenneme dönüşüyor.
Sürdürülemez kapitalist iktidarın cezasızlık politikası ve siyasetteki nefret dili, tırmandırılan şiddet eşliğinde çeteleşmeyi de büyütüyor. Silaha erişim ve denetimsizlik arttıkça can güvenliği diye bir şey kalmıyor, saldırıların çoğu ölümlerle sonuçlanıyor. LGBTİ, Kürt, kadın ve sokak hayvanlarına karşı tırmanan şiddet, toplumsal travmaları derinleştiriyor.
Kolay mı?
İktidarın tepede kurduğu nefret dili, tabanda şiddeti arttırıp çapını genişletiyor. Eskişehir’de Nazi sembolleriyle halka rasgele saldırılmasında olduğu gibi…[2]
Çeteler ve mafya liderleri kol gezerken bir saldırı da eski futbolcu Serhat Akın’a yapıldı. Siyaset ve mafyanın içerisinde bulunduğu futbol, karaborsa, yasadışı bahsin artmasıyla birlikte iktidarın tezahürü haline geldi.
Kredi kartı borçlarından ötürü 7 ayda 784 bin kişinin yasal takibe girdiği;[3] Diyanet ordusunun iki yılda yarım trilyon TL yuttuğu;[4] derin yoksulluğun boyutunu ortaya koyan sosyal yardım verilerine göre, 2024’ün ilk 7 ayında düzenli yardıma muhtaç hane sayısının 3 milyon 792 bin, bakılamayan çocuk sayısının ise 167 bini bulduğu[5] coğrafyamızda yaşanan hâli Lee Kuan Yew’in, “Eğer hırsızlar yollarda güvende yürüyorlarsa, bunun iki nedeni vardır: Ya rejim büyük hırsızdır veya halk aşırı aptaldır”; Amin Maalouf’un, “Kardeşlerim, balık baştan kokar! İnsan topluluklarında da bu böyledir. Kokuşmuşluk baştan tabana doğru yayılır,” sözleri betimler…
Örneğin ‘2023 yılı Yolsuzluk Endeksi’nde, Türkiye 180 ülke arasında 34 puanla 115. sıraya yükseldi.[6]
“Nasıl” mı?
Mesela… New York Belediye Başkanı Eric Adams hakkında rüşvet suçlamasıyla düzenlenen iddianameye göre Türkevi’nin açılışının Erdoğan’ın ziyaretine yetiştirilmesi için milyonlarca dolar verilmiş. Ensar ve TÜRGEV tarafından kurulan TURKEN Vakfı yöneticilerinden de kayıt dışı para alan Adams, THY’de ücretsiz seyahatler ederken lüks otellerde, yat turlarında ve eğlence mekânlarında ağırlanmış.[7]
Ayrıca “Türk Escobar”larından söz edilen coğrafyamızda “Büyük Tehlike Uyuşturucu”[8] ilan edilirken; baronlar ve uyuşturucu kartelleri için bulunmaz ülke konumundaki Türkiye’de sadece 2023’de 10 ton 976 kilogram uyuşturucu yakalandı; sahte içki ve tütün kaçakçılığında da patlama yaşanıyor…[9]
2023’te uyuşturucu satmak ya da kullanmaktan 251 bin 103 kişiye işlem yapılırken ve günde 688, saatte ise 35 olay yaşanmışken;[10] Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Başkanlığı 2023 raporuna göre, 2021’de Türkiye’de yakalanan eroin miktarı 25.5 ton oldu. Bunun en büyük nedenlerinden birisi Balkan rotasında kilit noktada olmak. Afganistan’dan başlayarak İran, Türkiye ve Balkan ülkeleri üzerinden Orta ve Batı Avrupa’ya ulaşıyor bu güzergâh. Batı ve Orta Avrupa’daki eroinin yüzde 70’inden fazlasının Balkan rotası üzerinden giriş yaptığı değerlendiriliyor. Afganistan Taliban yönetiminde olmasına rağmen 2022’de haşhaş ekim alanı 2021’e göre yüzde 32 artış göstererek 233 bin hektara ulaşmış…
2022 Kasım’ında İstanbul’da gerçekleştirilen bir operasyonda İran’dan geldiği tespit edilen magnezyum silikat (talk pudrası) maddesine emdirilmiş hâlde, likit metamfetamin maddesi ile kristal forma dönüştürülmüş metamfetamin ve dönüştürme aşamasında kullanılan kimyasal maddeler ele geçirildi.
2022’de ele geçirilen sentetik ilaç miktarında 2021’e göre yüzde 49.1’lik bir artış yaşanmış ve 12 milyon 607 bin 432 tablet sentetik ilaç ele geçirilmiş.
Narkotimler tarafından müdahale edilen olay ve şüpheli sayısına baktığımızda da 2018’de 37 bin 92 olan olay ve 66 bin 535 olan şüpheli sayısı 2022’de 76 bin 841 olay ve 104 bin 218 şüpheliye yükselmiş.
2022’de 3 bin 827 kokain olayına müdahale edilmiş ve bu olaylarda 5 bin 647 şüpheli ve 2 bin 299 kilogram kokain ele geçirilmiş. Bu rakam 2020’de 1961 kilogramdı. 2021 yılında ise 2 bin 841 kilogram olmuştu.[11]
Toplumsal çürüme hâli bu merkezdeyken;[12] “Bal tutan parmağını yalar”; “Devletin malı deniz, yemeyen domuz”; “Yemeyenin malını yerler”; “At binenin, kılıç kuşananın”; “Kol kırılır, yen içinde kalır”; “Söz gümüş ise sükut altındır”; “Komşuda pişer bize de düşer”; “Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez”; “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”; “Üzümünü ye bağını sorma”; “Köprüden geçene kadar ayıya dayı de” diyen coğrafyamızın bugünlerine geldik…
Şimdiki zamanlar; Ingmar Bergman’ın, “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir!” dediği yerin de ötesinde artık…
Belki de Sait Faik Abasıyanık’ın, “Çekilecek bir köşemiz olacak. Belki bir deniz kenarı, bir ağaç altı, bir rüzgâr, bir sessiz kahve, bir bardak çay, bir simit, bir dilim kaşar peyniri, bir yarım kilo şarap bulursak, dost olarak bu en iyisi. Ama insan? Yok kardeşim yok, insan bulamayacağız,” notunu düştüğü koordinatlar…
Veya Kemal Tahir’in, “Yiğitlik eskiden bir çetinse, şimdilerde on çetindir. Çünkü çöküntü çağındayız. At izi, it izine karışmıştır,” sözüyle anlattığı…
Ya da Şükrü Erbaş’ın, “Bir çürümenin ortasında/ Utancımıza tutunmuş/ İyi şeyler düşünerek/ Yaşamaya çalışıyoruz,”[13] dizeleriyle betimlediği hâl…
Tabir caiz ise, görmeden bakmış, duymadan dinlemiş, hissetmeden dokunmuş, düşünmeden konuşmuş gibi yapan insan(sızlık)ların çoğaldığı bir felaket…
“Felaket”i, “toplumsal çürüme”, “kapitalist meta fetişizminin devreye soktuğu yabancılaşma” olarak ifade edebiliriz; Yaşar Kemal’in satırlarındaki üzere:
“… ‘İnsanlık öldü mü?’ dedim. ‘Yok,’ dedi, ‘ölmedi, ölmedi ama, bir şeyler oldu, başka bir yerlerde sıkıştı kaldı herhâlde?”[14]
“İnsanın içindeki adalet duygusunu köreltirsek, insanın insana saygısı kalmaz. İnsanın insana itimadı, hürmeti kalmayınca da bir yerde insanlık çok şey kaybeder, hayat çirkinleşir”…
“Vicdanın karışmadığı işte iş yoktur. Hayır gelmez. İlle de vicdan”![15]
DURUM(UMUZ)
Verili tabloda Türk(iye) insanı çürü(tülü)rken; Albert Caraco’nun, “Var olan düzeni kabullenip onunla mutlu yaşayan herkes birer ‘sosyal böcek’tir,” sözlerini hatırlayıp/ hatırlatmamak mümkün mü?
Elbette değil!
Çünkü kötülüğü kabullenip sindiren “insan(sızlık)”ın kandırılmasına gerek kalmadığı gibi, artık hapishane dışında özgür olmanın mümkün ol(a)madığı bir çöküş/ çürüme ufkundayız.
Friedrich Nietzsche’in, “İnsan ölümü nasıl karşılayacağına karar vermek zorundadır,” uyarısı eşliğinde çöküş/ çürüme, yaşam(ak)dan kopuşa denktir; ölümdür.
Birçok insan ekmek bulamadığı için açlık çekmeye mahkûmken; çöküş/ çürüme çukurunda göremeyen, algıların alışkanlığıyla yaşamı ezbere dönüşen insan(cık)ın mutluluğunun (??) temel unsurunu, mağaza vitrinlerine bakmak, taksitle yaşamak oluşturuyor; tıpkı “Yalnızca satın alınabilen hayallere hoşgörüyle bakılan bir dünyada, mutluluk da sahip olmaya ilişkin bir özellik hâlini aldı,”[16] satırlarındaki üzere Susanna Tamaro’nun…
Sözünü ettiğim yabancılaş(tırıl)mış insan(cık)lar güç karşısında pozisyon al(a)mazlarken; vahim ve acıklı olan, insan(lık)ın soru(n)larının kendinden kaynaklandığını görememesidir.
Kişinin olduğu şeyle olmadığı arasında boşluğa mahkûm edildiği ve buna alışmanın da aptallık olduğu güzergâhta, hiçbir şeyin olağan sayılmasına izin vermeyip, mevcut durumlarını iktidarla ilişkilendiremeyen sürüleştirilmiş insan(cık)lar, eylemsizlikleriyle verili çöküş/ çürümeden sorumludurlar.
Tıpkı coğrafyamızda olduğu üzere…
Bu elbette boşuna değil ve sürdürülemez kapitalizm ile doğrudan ilintili.
Örneğin, bir araştırmaya göre, vatandaşların sinirli olmasının temel nedenleri arasında ekonomik sıkıntılar, siyaset ve savaşlar gibi faktörler yer alıyor; Türkiye, yüzde 40 oranıyla en sinirli ülkeler arasında ilk 10’da yer alıyor.[17]
Görülmeli: Gündelik yaşamdan siyasete nefret dili ve ekonomik krizle birlikte de şiddet sarmalı büyüyor. Bireysel silahlanma artarken, mafyalaşma ve şiddet eğiliminin tırmanması dikkat çekiyor.
Coğrafyamız adeta Teksas’a dönerken, kapitalist iktidarın hem cezasızlık politikası hem çeteleşmenin önünü açan tercihleri sokaktaki zorbalığı artırıyor.
İktidarın “Çökerttik” diyerek gözaltına aldığı çetelerin daha sonra serbest bırakılması yanında eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya yakın olduğu iddia edilen ve yurtdışına çıkmaya çalışırken yakalanan, organize suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan’ın ifadeleri, mafya gerçeğini gözler önüne seriyor.
Kaplan eski Yargıtay üyesi ve Ankara Başsavcısı Yüksel Kocaman’ın kendisinden lüks bir villa ile otomobil hediye aldığını söylemişti. Kaplan, Emniyet içerisinden bazı isimlerin de kendisinden rüşvet aldığını da belirtmişti. Skandallarla dolu iddialar devlet mafya ilişkilerinin önde gelen örneği olarak göze çarpıyor.
İktidarın cezasızlık politikasının yanı sıra, aklama politikaları da dikkat çekiyor. Yabancı Mafya üyeleri ve çetelere AKP döneminde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verildiği de görülüyor.
İstanbul Üsküdar’da yakalanan Hırvat uyuşturucu baronu Nenad Petrak da TC vatandaşı yapılmıştı. ABD, Almanya, Hırvatistan, İtalya ve Rusya’nın kırmızı bültenle aradığı uyuşturucu baronu, 250 bin dolarlık daire satın alarak vatandaş olmuş ve Nenat Çelik ismini almış. İstihbarat incelemelerine, parmak izi ve yüz tanıma sistemlerine karşın Avrupa’nın önemli uyuşturucu kaçakçılarından birine yine AKP iktidarı döneminde vatandaşlık verilmişti.
Görüldüğü gibi, Petrak tek örnek değil. Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanlığı döneminde Türkiye baron vatandaşlar gerçeğiyle yüzleşti. Almanya merkezli büyük bir dolandırıcılık örgütünü yöneten İranlı Ahmet Nazari, Forex vurgunlarıyla yılda 250 milyon euro haksız kazanç elde etmiş ve hakkında kırmızı bülten çıkarılmıştı. Nazari’nin TC vatandaşı yapıldığı ortaya çıkmış, hatta Eskişehir Valiliği’nden rüşvet vererek silah ruhsatı aldığı bile öne sürülmüştü.
Mafya hesaplaşmaları artarken sokaklarda çeteler ve uyuşturucu baronları adeta cirit atıyor. Suç örgütü liderlerinin infaz yasasıyla tahliye edildiği ülke, “Mafya, Emniyet, Devlet” üçgenine sıkışmış hâlde…[18]
Tüm bunlarla bağıntılı olarak ‘Psikeart Dergisi’nden Prof. Dr. Mehmet Emin Önder’in, “Türkiye’de yaşananlar, insanlar için ciddi bir ruhsal travma oluşturmaktadır,” tespiti büyük önem arz ediyor.
Örneğin Türkiye’de antidepresan kullanımı 2019’da 49 milyon 857 bin kutu olarak gerçekleşirken, 2020’de 54 milyon 625 bine, 2021’de 59 milyon 641 bin kutuya, 2022’de 61 milyon 870 bin 998 kutuya, 2023’de ise 65 milyon 451 bin 831 kutuya ulaştı. 2023, 2022 ile karşılaştırıldığında antidepresan ilaç kullanımında yıllık yüzde 6 oranında artış yaşandı.
Ipsos’un araştırmasında ise Türkiye’de yaşayanların yüzde 61’inin akıl ve ruh sağlığının 2023’e göre daha kötüye gittiği ifade edilirken; ‘2023 Dünya Mutluluk Endeksi’nde Türkiye 137 ülke arasında 106’ncı oldu![19]
Bu kadar da değil; ‘Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), ‘Ölüm ve Ölüm Nedeni İstatistikleri Raporu’na göre, 2001’de 2 bin 584 olan intihar[20] nedenli ölüm sayısı, her yıl artarak 2023’te 4 bin 61’e yükseldi. İntihar edenlerin 1072’sinin hastalık sebebiyle, 278’i geçim sıkıntısı kaynaklı intihar ettiği açıklandı.[21]
Ve… Emniyet Genel Müdürlüğünün faaliyet raporuna göre, 2023’de KADES’e 400 bin 419 kadın ihbarda bulundu. İstanbul Milletvekili Dr. Gamze Akkuş İlgezdi de, “Günde bin 97, saatte 45 kadın şiddeti ihbar etmiş. Yani her 1.5 dakikada bir kadın şiddet gördüğü için KADES uygulamasını kullandı,”[22] dedi…
VE ÇOCUKLARIMIZ!
TÜİK’in 2024 Ağustos’undaki ‘Türkiye’de Çocuk’ başlıklı raporu çocukların hâlini ortaya koydu:
2023’te güvenlik birimine kaybolma nedeniyle 15 bin 716 çocuk getirildi. 2024’te İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin, 9 yılda 104 bin 531 çocuğun kaybolduğunu, yılda ortalama 10 bin, günde 32 çocuğun kaybolduğunu açıklamıştı.
Aynı şekilde 6 Şubat depremlerinin ardından kayıp çocuklara ilişkin bir bilgi paylaşılmıyor. Afet Çocuk Sivil Koordinasyon Ekibi depremin ardından arama faaliyetleri sona erdiğinde ellerinde en az 300 kayıp çocuğun adının yer aldığı bir liste olduğunu açıklamıştı.
Beslenme istatistiklerine göre ise Türkiye’de 0-4 yaş arasındaki 5 milyon 329 bin 448 çocuktan; i) 90 bin 600’ünde zayıflık, ii) 319 bin 766’sında bodurluk, iii) 79 bin 941’inde düşük kilo, iv) 431 bin 685’inde fazla kilo gözlemleniyor.
Çocukların yüzde 33.3’ü “Ciddi finansal sıkıntıyla karşı karşıya olan insanların oranı” olarak tanımlanan maddi yoksunluk kategorisinde. Toplam 7 milyon 34 bin çocuk yoksul, erkek çocuklarda oran yüzde 30.6 iken kız çocuklarda yüzde 32.1.
2023’te ölen 17 bin 889 çocuktan 13 bin 43’ü yaralanma, zehirlenme gibi nedenlerle hayatını kaybetti. 1264 çocuğun ölüm nedeni ise belirsiz. Türkiye’de her 1000 bebekten 10’u, 5 yaş altı her 1000 çocuktan ise 14’ü hayatını kaybediyor.
Ayrıca Türkiye’de 2021’de 13 bin 909 çocuk evliliği yaşandı,[23] 13 bin 139 kız çocuğu evlendirildi.[24]
TÜİK verilerine göre 10 yılda 16-19 yaş aralığındaki 441 çocuk, evlilik adı altında kendinden en az 29 yaş büyük erkeğin istismarına maruz bırakıldı. 15 yaşından küçük 2 bin 578 çocuk doğum yaptı.
2023’de 16-19 yaş aralığında 37 çocuk kendilerinden en az 29 yaş büyük erkekle evlendirildi. 16-19 yaş aralığında iken 45-49 ve daha büyük yaşlardaki erkekle zorla evlendirilen çocuk sayısı ise 2022 ve 2021’de 38, 2020’de 41, 2019’da 42, 2018’de 39, 2017’de 46, 2016’da 54, 2015’te 56, 2014’te 50 olarak kayıtlara geçti. Son 10 yılda 16-19 yaş grubundaki erkek çocukla evlenen 45 yaş ve üstü kadın sayısı da 15 oldu.
Doğum istatistikleri verilerine göre, 2022’de 15 yaşından küçük 147 çocuk doğum yaptı. 15-17 yaş grubunda ise 7 bin 42 çocuk doğum yaptı. Annenin yaş grubuna göre doğum istatistiklerinde 2013-2022 yıllarında 15 yaşından küçük 2 bin 578 çocuk doğum yaptı. Yıllara göre, 15 yaşından küçük ve 15-17 yaş aralığında doğum yapan kız çocuklarının sayısı şöyle:
2013’de 15 yaşından küçük 449 çocuk, 15-17 yaş aralığında 21 bin 967 çocuk; 2014’te 15 yaşından küçük 436 çocuk, 15-17 yaş aralığında 20 bin 682 çocuk; 2015’te 15 yaşından küçük 321çocuk, 15-17 yaş aralığında 18 bin 841 çocuk; 2016’da 15 yaşından küçük 309 çocuk, 15-17 yaş aralığında 17 bin 99 çocuk; 2017’de 15 yaşından küçük 295 çocuk, 15-17 yaş aralığında 15 bin 282 çocuk; 2018’de 15 yaş aralığında 211 çocuk, 15-17 yaş aralığında 12 bin 114 çocuk; 2019’da 15 yaşından küçük 171 çocuk, 15-17 yaş aralığında 10 bin 74 çocuk; 2020’de 15 yaşından küçük 121 çocuk, 15-17 yaş aralığında 8 bin 251 çocuk; 2021’de 15 yaşından küçük 118 çocuk, 15-17 yaş aralığında 7 bin 176 çocuk; 2022’de 15 yaşından küçük 147 çocuk, 15-17 yaş aralığında 7 bin 42 çocuk küçük yaşta doğum yaptı.
Bunlar elbette kendiliğinden olmadı; cemaat ve tarikatların talepleri üzerine iktidarının ilk yıllarından itibaren çocuğa yönelik cinsel suçların önünü açan yasal düzenlemeleri Meclis gündemine taşıdı. O düzenlemelerden bazıları şöyle:
2004: yasal düzenleme yapılarak “Tecavüz mağduru ile evlenmesi durumunda failin cezasız kalması”nın önü açıldı…
2009: Milli Eğitim Bakanlığı lise ve ortaokul öğrencilerinin nişanlanmasını serbest bıraktı…
2012: 4+4+4 sistemi kız çocuklarını örgün eğitimden kopardı; çocuklar sürekli istismarla gündeme gelen cemaat ve tarikatlara yönlendirildi…
2013: evli öğrencilerin açık liseye yönlendirilmesi düzenlemesiyle lise çağlarında evliliğin önü açıldı…
2015: AYM resmi nikâh kıymadan dini nikâh kıyan imam ve çiftlere verilen cezaların kaldırılmasına karar verdi. Bu karar çocuk yaşta evliliklerin önünü açtı…
2015: AYM çocukların cinsel ilişkiye rıza yaşının 15’ten 12’ye indirilmesinin önünü açtı…
2016: Boşanmaların Önlenmesi Komisyonunda istismarcının tecavüz ettiği çocukla 5 yıl “sorunsuz” evlilik sürdürmesi hâlinde denetimli serbestlikten yararlanması önerildi…
2016: AYM “15 yaşını tamamlamamış her çocuğa karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranışın cinsel istismar sayılacağına” ilişkin hükmü iptal etti…
2017: Müftülüklere resmi nikâh kıyma yetkisi veren düzenleme Mecliste onaylandı…
2020: Çocuk yaşta evlilikler ve istismarın önünü açan af tasarısı yargı paketi ile gündem edildi…
2021: 4’üncü Yargı Paketi ile cinsel istismar, taciz,[26] kasten öldürme ve işkence gibi katalog suçlarda tutuklama için ‘somut delil’ şart hâline getirildi…
2022: 6’ncı Yargı Paketi’nde tecavüz faillerine af getirecek maddeler kadın örgütlerinin eylemleri üzerine geri çekildi…[27]
Evet, çocuk(lar) deyince en çok tartışılan konuların başında istismar geliyor. Ceza mahkemelerine 2013-2020 arasında 143 bin 335 “Çocukların cinsel istismarı” suçu gerçekleşti. Bazı yıllarda çocukların cinsel istismarı dosyaları şöyle oldu: 2013: 17 bin 948… 2015: 16 bin 957… 2017: 16 bin 348… 2019: 28 bin 360… 2020: 17 bin 948… 2021: 20 bin 459…
2021’de çocukların cinsel istismarı suçu kapsamında ceza mahkemelerinde görülen davalardan toplam 29 bin 822 karar çıktı. 2021’de alınan karar sayısı 2020’yea oranla yüzde 32.55 arttı.[28]
Tüm bunlar için; i) Yurtlarında 40 çocuğa istismarla gündem olan dini vakıflardan birini korumak için “Bir kereden bir şey olmaz” diyen, en önemli görevi kadın ve çocukları şiddete karşı korumak ve şiddeti önlemek olan Aile Bakanı gördük.
ii) “Küçüğün rızası var” diyerek 2016’da ve 2020’de önümüze konan, çocuk istismarcılarının affını ve tecavüzcüyle evlendirmeyi çözüm olarak sunan yasa tasarısını savunan Adalet Bakanı ve çeşitli siyasetçiler gördük.
iii) Bütün kız çocuklarını cinsel obje, bütün erkek çocuklarını ise onlara cinsel tacizde bulunmaya hazır varlıklardan ibaret gösteren yanlış toplumsal algıyı onaylayan ve buna dayanarak “karma eğitime” karşı çıkan Milli Eğitim Bakanı gördük.
iv) 6 yaşında kızını müridine eş olarak hediye eden tarikat şeyhi yargılanırken, taraftarlarının olayı protesto eden kadınlara “azgın azınlık” diye saldırmalarını seyreden İçişleri Bakanı ve Vali gördük.
v) Genel seçimlerde Meclis’e taşınan, “Neye göre, kime göre çocuk?” diyerek çocuk yaşta evlilik adı altında cinsel istismarı savunan milletvekili gördük.
vi) Çocuk yaşta evlilikleri Kur’an’a dayandırarak “Evlilikle ilgili şeriatımız İslâmın yaş haddi yoktur” diyerek evlenme yaşını bebeklere kadar indiren Sosyal Doku Vakfı Başkanı Nurettin Yıldız gibi sözüm ona “sivil toplum” mensuplarını ve onlar hakkında hiçbir işlem yapmayanları gördük.
vii) Evlenme yaşının kız çocukları için 9, oğlan çocukları için 12 olabileceğini söyleyen devlet kurumu (Diyanet İşleri Başkanlığı) gördük.
viii) Bu ülkede, yakalandıysa ve hukuka uygun yargılandıysa eğer, cinsel istismar faillerine mahkemelerde verilen cezalar Meclis’te infaz adı altında affedildi. En son Temmuz 2023’te yangından mal kaçırırcasına TBMM’de kabul edilen yasa ile çocuk cinsel istismarcıları ve kadın katilleri de salıverildi.
ix) Adalet Bakanlığı 2019’da cinsel istismar verilerini sitesinden kaldırdı. Sadece Adalet Bakanlığı değil; ilgili hiçbir kurum istismarın önlenmesi için düşünmesi ve çalışması gereken kurum ve kişilere veri sağlamıyor. Zaten bir önleme eylem planı yapmak isteyen kurum var mı o da artık belli değil.
x) Çocuk pornografisinden milyarlar kazanan uluslararası suç çetelerinin Türkiye’de cirit atmalarına uzunca bir süredir göz yumuldu.[29]
xi) Cinsel suçlarda tutuklama ve mahkûmiyet kararı zaten neredeyse istisnai olarak verilirken, 7 Temmuz 2021’de Meclis’te kabul edilen 4. Yargı paketinde tecavüz ve çocukların cinsel istismarı suçlarında tutuklama için somut delil aranması kriteri getiren madde kabul edilerek cezasızlık politikaları pekiştirildi.[30]
Çocukların yaşadıkları bunlarla da sınırlı değil…
TÜİK verilerine göre 207 bin 999 çocuk 2021’de güvenlik birimine getirildi. Suç mağduru olarak gelen veya getirilen 186 bin 14 çocuğun yüzde 57.4’ü yaralama, yüzde 13.1’i cinsel suçlar, yüzde 4.5’i tehdit suçlarından mağdur oldu.
2023’de 452 bin 70 çocuğun suça karıştığı belirlendi. Çocuklar hakkında en çok, “vücut dokunulmazlığına ve malvarlığına karşı” suç işledikleri gerekçesiyle Cumhuriyet başsavcılıklarında dosya açıldı.
‘Sosyopolitik Saha Araştırmaları Merkezi’nin 2020 Nisan’ındaki araştırmasına göre hanelerin yüzde 19.3’ünde çocuklar şiddete maruz kaldı. Yüzlerce çocuk cezaevinde:12-18 yaş arasında 1406’sı tutuklu, 670’i hükümlü olmak üzere toplamda 2 bin 76 çocuk zindanda bulunuyor.[31]
Ayrıca yüz binlerce çocuğun suça sürüklendiği Türkiye’de, yoksulluk nedeniyle bakılamayan çocuk sayısı da 170 bine dayanıyor. 2020’de 129 bin 422 olan ‘Sosyal ve Ekonomik Destek’ hizmetinden yararlanan çocuk sayısı 2022’de 157 bin 248’e, 2023’te ise 170 bine kadar ulaştı.[32]
Birde 2023’te 565 bin 435 çiftin evlenip, 171 bin 881 çiftin de boşandığı Türkiye’de, 171 bin 213 çocuk ise velayete verildi. 2017’de 108 bin 297 olan velayete verilen çocuk sayısı 2023’te 171 bin 213’e ulaşarak, 7 yılda yüzde 58.1 arttı.[33]
HASTALANDIRAN KAPİTALİZM VE YABANCILAŞMA
Albert Camus, “Çağdaş siyasi toplum, insanları mutsuzluğa düşürme makinesidir,” derken; “Kapitalist toplum, hasta bir toplumdur. Kapitalist toplumun ‘sağlıklı’ insanı, hasta oluşu dikkati çekmeyen biridir. Ne var ki, o, aslında sonuna kadar hasta, bozuk ve sakat bir insandır. Hastalığı topyekûn ve her yerdedir,”[34] diye ekler Dieter Duhm de…
Sonuçları açısından yabancılaşma aşağı yukarı budur; Paul Auster’in, “Yoğun bakımda olmadığı hâlde ‘bilinci kapalı’ ne çok insan var”; Pierre Beaumarcha’nın, “İnsan hastalık korkusuna boyun eğdi mi, çoktan korku hastalığını kapmış demektir,” ifadeleri eşliğinde toplum psikolojisi, ruhla ile değil insanların bilme hâliyle, davranışlarıyla ilgilenir ki, bu da yabancılaşma alanıdır.
Şimdi burada Karl Marx’a kulak verilmelidir:
“Bugün öz faaliyet ile maddi yaşamın üretimi öylesine birbirinden ayrılmıştır ki, maddi yaşam amaç gibi görünmekte ve maddi yaşamın üretimi, yani çalışma da araç gibi görünmektedir…
“Yabancılaşma öteki varlıktır, bilincin ve öz bilincin nesnenin ve öznenin karşıtlığıdır…
“Yabancılaşmış emek; 1. Doğaya, 2. Kendine, 3. İnsanın cinsil varlığına, 4. İnsanın kendi emek ürününe yabancılaşır…
“İnsan insana yabancılaşmıştır. İnsan kendi kendisinin karşısında iken, onun karşısında olan ötekidir…
“İşçi yaşamını nesneye koyar. Ama o zaman yaşamı kendisinin değil, nesnenindir…
“Özel mülkiyet, yabancılaşmış emek, yani yabancılaşmış insan, yabancı kılınmış emek, yabancı kılınmış yaşam, yabancı kılınmış insan kavramının çözümlemesinden çıkar…
İşçi ne kadar zenginlik üretir, üretimi erk ve hacim bakımından ne kadar artarsa o kadar yoksul duruma gelir. Ne kadar çok meta üretirse o kadar ucuz bir meta hâline gelir.”[35]
“Ücret, yabancılaşmış emeğin doğrudan sonucudur ve yabancılaşmış emek, özel mülkiyetin dolaysız nedenidir. Eğer biri düşerse, diğeri de düşmek zorundadır…
“Para, insanın varlığının ve emeğinin yabancılaşmış özüdür ve bu yabancı öz, insanı tahakküm altına alır ve insan ona tapar…
“Yabancılaşmış emek sadece doğayı insandan yabancılaştırmaz, bununla birlikte insanı kendinden, kendi işlevinden, hayati faaliyetinden de yabancılaştırır.[36] Bundan dolayı, insanı kendi türüne de yabancılaştırır. İnsanın türsel/ cinsi yaşamını onun tekil yaşamı için bir araca çevirir…”[37]
Evet, “Toplum bireylerden oluşmaz, ancak karşılıklı ilişkilerin toplamını, bu bireylerin içinde durduğu ilişkileri ifade eder,”[38] diyen Karl Marx için yabancılaşma, kapitalizmi anlamanın merkezindeyken; yabancılaşma ise kapitalizmin acı meyvesiydi…
O, kapitalizm altındaki toplumsal ilişkiler analizinde tarihsel olarak temellenen bir yabancılaşma anlayışı sunarken; Yabancılaşmanın ilk sistematik açıklaması, “Entausserung/ Kendini dışsallaştırma”, “Entfremdung/ Yabancılaşma” ve “Vergegenständlichung/ Bir nesneye dönüştürmek” kendisinden başka hâle gelmesini betimlemek için kullandı.
Bu nedenle “Kapitalistin işçi üzerindeki egemenliği,” diye yazmıştı Karl Marx, “nesnelerin insanlar üzerindeki, ölü emeğin yaşayanlar üzerindeki, ürünün üretici üzerindeki egemenliğidir.”[39]
Yine ona göre, kapitalist toplumda insanlar arasındaki ilişkiler, “Kişiler arasındaki doğrudan sosyal ilişkiler” olarak görülmektense “kişiler arasındaki maddi ilişkiler ve nesneler arsındaki sosyal ilişkiler” olarak görülür. Bu fenomen, onun “emeğin ürünlerine meta olarak üretildikleri anda kendilerini bağlayan ve bu nedenle meta üretiminden ayrılamaz olan fetişizm” dediği şeydir.
Meta fetişizmi Karl Marx’a göre, burjuva toplumunda insani nitelikler ve ilişkiler, nesneler arasındaki niteliklere ve ilişkilere dönüşürken; “Kapitalizmin yabancılaştırmaya sebep olduğu” açıklamasının altını özenle çizer.
Yabancılaşma düşüncesinin genel görünümü epey basittir: Tanıdık, aşina ve bağlantılı olan (veya olması gereken) bir şey giderek daha yabancı veya bağlantısız görünmeye başladığında; bir şey yabancılaştırıcı olmaya başlamış demektir; ve de yabancılaşma, yalnızca öznel bir duygu durumu değil, nesnel bir gerçeklikle ilgilidir.
O hâlde soru(n) şudur: Emekçiler kapitalizmin boyunduruğu altında kendi türlerine nasıl yabancılaşmaktadırlar?
i) Emekçiler diğer insanlara (ve diğer insanlardan) yabancılaşmıştır.
ii) İşçiler, kendi emeklerinin ürünlerine (veya ürünlerinden) yabancılaşmıştır. Kapitalistlerin bizzat kendilerinin herhangi bir emek harcaması gerekmez; onlar yalnızca üretim araçlarına sahip oldukları için, sahibi oldukları şirketlerin kârını kontrol eder ve bu yolla da zenginleşirler. Tamamen işçiler tarafından üretilmiş olan metaları satma yoluyla kâr elde edebilirler. Böylece de, bizzat işçinin emeğinin ürünleri olan şeyler, çıkarları proletaryanınkiyle taban tabana zıt olan kapitalistleri güçlendirir. İşçiler bunun hem emekçi hem de tüketici olarak devamını sağlarlar: İşçiler ne zaman kapitalistlerden bir meta satın alırsa, bu aynı zamanda kapitalistlerin konumunu da güçlendirmektedir.
iii) İşçiler, emek gücüne (veya emek gücünden) yabancılaşmıştır. Kapitalistler, işçi çalıştıran şirketlerin sahibi olduklarından dolayı hangi metaların, nasıl ve hangi çalışma koşulları altında üretileceğine karar verenler onlardır; işçiler değil. Bunun sonucunda da çalışmak demek genellikle “kasvet”, “tekrar” ve hatta “tehlike” demektir. Yani “insan özgürlüğünün ve potansiyel olarak insanın kendini tanımlamasının kaynağı olan çalışma eylemi bizzat hayatta kalma zorunluluğuna indirgenmiştir.
Karl Marx’ın izah ettiği kapsamda, çürüyen kapitalizm yerküreyi tam bir yabancılaşma küresine çevirdi. Bu nedenle, yabancılaşma kavramı ekonomiden psikolojiye, sosyolojiden felsefeye, edebiyat ve sanat dünyasına dek geniş bir kullanım alanı içinde sık sık karşımıza çıkmakta.
İşçinin ürettiği ürünün sahiplenilme tarzı yabancılaşmanın somut bir göstergesiyken; kapitalist üretim tarzının çarpıcı çelişkisini açığa vurur. Çünkü işçi kendi yarattığı ürünle aslında sermayeyi yaratır ve işçi ne kadar çok üretirse, o kadar da çok sermayenin egemenliği altına girer. İşçi ne kadar çok meta yaratırsa, kendi işgücü bir meta olarak o kadar ucuzlar. Metalar dünyasının değeri arttıkça insanlar dünyası değersizleşir. Kapitalizmin temel çelişkisini oluşturan emek-sermaye çelişkisi, sermaye palazlandıkça işçinin yoksullaşması gerçeğinde somutlanır. Böylece emeğin yabancılaşması da kendini bu çelişkinin derinleşmesinde yansıtır.
Karl Marx, özel mülkiyetle emeğin yabancılaşması arasındaki diyalektik ilişkiyi de çarpıcı biçimde ortaya koyarken; özel mülkiyet de yabancılaşmış emeğin bir dışavurumudur. Yani özel mülkiyet emeğin yabancılaşmasını yaratırken, emeğin yabancılaşması da özel mülkiyeti yeniden üretmektedir. Kısacası, kapitalizm çerçevesinde yabancılaşmayı ortadan kaldırmak mümkün değildir. Aslında kapitalist üretim süreci, emeğin yabancılaşmasının da yeniden üretildiği bir süreç olmaktadır.
Yarattığı zenginlik büyüdükçe işçi yoksullaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, kapitalizmin insanı kendi üretici etkinliğine, kendi yarattığı ürüne ve dolayısıyla doğaya yabancılaştıran bir düzen olduğu gerçeği çarpıcı biçimde ortaya çıkar.
Karl Marx’ın ifadesiyle, “Emek zenginler için mucizeler üretir ve saraylar kurarken, işçiler için sefaletten başka bir şey doğurmaz ve izbelerden başka bir şey kurmaz; güzellik yaratırken, makine durumuna indirgeyerek barbarlık içine düşürdüğü işçiyi fizik ve törel bakımdan alçaltır; kafa alanını geliştirirken, alıklık ve budalalığı işçinin yazgısı durumuna getirir.”
Emeğin yabancılaşması aynı zamanda insanın kendine ve hemcinsine yabancılaşması gibi sonuçlar doğurarak toplumsal ve psikolojik hastalık yaratır. Kapitalist işbölümü ve üretim ilişkileri insan ilişkilerini atomize eden, insan psikolojisini bozan özelliklere sahiptir.
Kolay mı? Paranın egemenliği ölçüsünde, insanlar arası ilişkiler paraya bağımlı ve paraya tapınan pespaye bir ilişkiye dönüşür. Böylece kendine ve hemcinsine yabancılaşan insan, neticede çürüyen bir düzenin içinde kendi benliğini yitirerek çürür.
Bu temelde günümüz dünyasında insan, çeşitli psikolojik sorunlar içinde kıvranan yalnız biri olarak tasvir edilir. Kapitalist düzenin insanı çeşitli fiziki ve psikolojik hastalıklara sürüklediği, toplumu atomize ederek insanı yalnızlaştırdığı, insan ilişkilerini metalaştırarak onun iç dünyasını yoksullaştırdığı vb. doğrudur. Ancak farklı sınıfların bu tür sorunları farklı boyutlarda yaşadığı gerçeği asla unutulmamalıdır.
İNSAN OLMAK VE KALMAK
Açlık sorunu derinleşiyor; en zengin yüzde 1, küresel servetin yarısına sahip olup; 733 milyon insan 2023’de açlık içinde yaşamış ve her 11 kişiden biri açlıkla karşı karşıya kalmışken;[40] “Bu durumda insan olmayı/ kalmayı nasıl başarabiliriz,” mi?
İnsan(lık)ın aslî ilk işinin boyun eğmemek olduğunu hatırlayarak. Çünkü insan(lık), kendini büyük bir kurtuluş, özgürlük davasına adanmadan insan olma özelliklerine sahip olamaz.
Malum: İnsan(lık)ın, kendini gerçekleştireceği devrim, ezilenlerin kaderini değiştirmeye talip/ taraf olma cüretiyle “olması gereken” değişime yol açabilirken; “Önemli olan hayatta kalmak değil insan kalmaktır,” der George Orwell…
Bu “olması gereken” tercihtir, duruştur.
İnsanların sorumlu davranmalar için yasalara ihtiyaçları olmayıp, vicdanlarını yitirmemeleri yeterken; bireyin dünyayı kavrayıp bilinçlenmesi, hayatını değiştirmesine yol açar.
Buna “vicdan” diyenler de var; lakin içimizde bir vicdan varsa, o doğuştan gelme değildir, bir bilincin praksisidir.
Evet vicdanı suskun, köreltilmiş insan(lık)ın, düşmandan farkı yokken; “İçimizde aşikâr olan ve içinde cennetin parladığı tek bir noktaya sahibiz. Bu bizim kalbimizdir veya daha dürüst olmak gerekirse, bizim vicdanımızdır,”[41] der Friedrich Wilhelm Joseph von Schelling.
Haksız da değildir. Çünkü insan sevdaya tutununca; yaşamaya da başlar; “İnsan yalnız ekmekle yaşamaz,” gerçeğini anımsattığı üzere Andrew Carnegie’in.
Bir insan(lık)ın kalbi durunca öldüğü söylense de, bu “doğru” değildir. Aslında insan(lık) boyun eğince, teslim olunca, diz çökünce ölür.
Tam da bunun için George Santayana, “Doğal görevini yapmış bir insan için ölüm, uyku kadar doğaldır”; Henry David Thoreau, “Ben, önce insan olmamız gerektiğini, daha sonra başka sıfatları edinmemiz gerektiğini düşünüyorum”; Henry Miller, “Hayatın sunduğu en güzel fırsat insan olmaktır”; Lev Tolstoy, “Bir insan acı duyarsa canlıdır. Başkasının acısını duyarsa insandır”; Nikos Kazantzakis, “İnsan uçurumun kenarına varmadan kanatlanmaz”; Oruç Aruoba, “Kişi, kendi birliğini ancak çatışmalar içinde bulabilen varlıktır; Gerry Spence, “İnsanlar bir iddiaları yoksa yok olurlar,” derler.
Asla unutmamalı: Yıpratıp, yıkmalarına izin vermediğimiz kadar insan olmayı/ kalmayı başarabiliriz.
Bunun kolay olmadığı aşikârken; “Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir diye endişe etme; nereden bilebilirsin, hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?” diye sorar Şems-i Tebrîzî.
Dediklerimi toparlarsam: Düştüğünün farkında olmayan, tekrar ayağa kalkamazken; insan(lık) özgür ise alçalmaz, paçavralaşmaz, yüzüne tüküreceği biçimde yaşamaz; tıpkı “Orman kuşu asla bir kafes istemez,” vurgusundaki üzere Henrik Ibsen’in…
Tam da bunlar için Friedrich Nietzsche’nin, “Denizi seviyorsan dalgaları da seveceksin. Korkarak yaşarsan, yalnızca hayatı seyredersin”…
Henrik Ibsen’in, “Dövdüler, yıkılmadık. Sövdüler, yıkılmadık. İşkence ettiler, yıkılmadık. Alkışladılar, övdüler, yıkıldık”…
Edmund Burke’nin, “Ben tek başıma zaten neyi değiştirebilirim ki, diyerek hiçbir şey yapmamak kadar büyük bir yanlış yoktur”…
Edward Estlin Cummings’in, “Seni diğerlerinden farksız yapmaya bütün gücüyle gece gündüz çalışan bir dünyada, kendin olarak kalabilmek, dünyanın en zor savaşını vermek demektir. Bu savaş bir başladı mı, artık hiç bitmez”…
Julio Cortázar’ın, “Bu dünyadan yalnızca bir kez geçeceğim. Ağzımdan çıkabilecek iyi bir söz varsa, o sözü ‘şimdi’ söyleyeyim, gerçekleştirebileceğim iyi bir eylem varsa o eylemi ‘şimdi’ yapayım, çünkü buralardan bir daha geçmeyeceğim”…
Leo Huberman’ın, “İhtiyaçların pençesinde kıvranan insan, özgür insan değildir”…[42]
Helena Petrovna Blavatsky’ın, “Gerçeği yaşamak istiyorsan alışıldık hayatını terk et”…
Audrey Hepburn, “Alnımız ak yaşayacaksak başkalarının acılarına kayıtsız kalamayız.” “Mükemmel biri olmanıza gerek yok. Davranışlarınız sahte olmasın yeter”…
Carl Gustav Jung’un, “Ben başıma gelen şeylerin toplamı değilim, ben olmayı seçtiğim şeyim”…
Furuğ Ferruhzad’ın, “Tutunduğumuz tek dal içimizdeki isyandır”…
Albert Camus’nün, “Umudun kalmadığı yerde, bizlere umudu yeşertmek düşer,” sözleri yolumuzu aydınlatmalıdır.
Evet, tekrarlıyorum: Hiçbir şey kolay değil;[43] ancak bugünlerde yaşamaktan da zor değil ve ezilenlerin almaya cesaret edemediği riskleri alan ezenler ise bugünleri karartanlardır.
Bu koordinatta insan(lık)ın en büyük hatası, kendine hak ettiğinden daha az değer verilmesine boyun eğmektir. O hâlde “Tam anlamıyla insan gibi yaşayamıyorsak, en azından tam anlamıyla hayvan gibi yaşamamak için elimizden geleni yapalım…”[44]
Malum: Devrimci düşünceler hapsedilemez, çünkü onlar özgürdür ve prangaya vurulması mümkün olmayan praksisin eseridir.
25 Ekim 2024 18:22:23, Muğla.
N O T L A R
[1] Erich Fromm.
[2] Eskişehir’de üzerinde Nazi sembolleri olan, bıçak ve balta 5 vatandaşı yaralayan 18 yaşındaki Arda K., polis ekiplerince yakalanarak gözaltına alındı. Çelik yelek ve kask giyerek yüzünü maske ile gizleyen şüpheli, bölgedeki çay ocağında oturan 5 kişiyi bıçakla yaraladı. (Bahar Gönül, “Dışlayıcı Söylem Şiddeti Körüklüyor”, Birgün, 14 Ağustos 2024, s.6.)
[3] “7 Ayda 784 bin Kişi Yasal Takibe Girdi”, Evrensel, 10 Eylül 2024, s.6.
[4] Mustafa Bildircin, “Diyanet Ordusu İki Senede Yarım Trilyon Yutacak”, Birgün, 28 Eylül 2024, s.6.
[5] Mustafa Bildircin, “3 Milyon 792 Bin Yoksul Hane”, Birgün, 9 Eylül 2024, s.4.
[6] Orhan Şener, “Yolsuzluk Algılaması Endeksi ve Türkiye”, Cumhuriyet, 9 Şubat 2024, s.2.
[7] “Sınırları Aşan Yolsuzluk”, Birgün, 28 Eylül 2024, s.7.
[8] Mehmet Gürleş, “Büyük Tehlike: Uyuşturucu”, Yeni Yaşam, 27 Haziran 2024, s.3.
[9] Mustafa Bildircin, “Uyuşturucu Batağı Derinleşiyor”, Birgün, 19 Mart 2024, s.7.
[10] Mustafa Bildircin, “Günde 688 Uyuşturucu Olayı”, Birgün, 22 Nisan 2024, s.3.
[11] Murat Ağırel, “Uyuşturucu Milli Güvenlik Sorunu”, Cumhuriyet, 23 Nisan 2024, s.12.
[12] Bkz: i) Temel Demirer, “Kapitalist Uygarlık Krizi: İnsan(lık) Hâl(ler)i ve Çürüme”, Rojnameya Newroz, Nisan 2024… https://temeldemirer.wordpress.com/2024/04/22/kapitalist-uygarlik-krizi-insanlik-halleri-ve-curume1/
ii) Temel Demirer, “… ‘Çürüme ve Korku’nun Türk(iye) İnsan(sızlığ)ı”, Rojnameya Newroz, Temmuz 2023… https://temeldemirer.wordpress.com/2023/10/01/curume-ve-korkunun-turkiye-insansizligi/
iii) Temel Demirer, “Kapitalist Coğrafyamızda Çürüme ve Çözülme”, Rojnameya Newroz, Mayıs 2022… https://temeldemirer.wordpress.com/2022/05/25/kapitalist-cografyamizda-curume-ve-cozulme1/
iv) Temel Demirer, “80’li Yıllar = İnsan(sızlık) + Umut(suzluk) + Eylem(sizlik)”, Arasöz Dergisi, Şubat 2016… https://temeldemirer.wordpress.com/2016/02/15/80li-yillar-insansizlik-umutsuzluk-eylemsizlik-2/
v) Temel Demirer, “Sıradanlaşan Nedir (mi)?”, Mezopotamya Haber Ajansı, 29 Mayıs 2020… https://temeldemirer.wordpress.com/2020/05/29/siradanlasan-nedir-mi1/
vi) Temel Demirer, “Kapitalist Uygarlık Krizi: İnsan(lık) Hâl(ler)i ve Çürüme”… https://www.youtube.com/watch?v=vPObB9WwtuQ
[13] Şükrü Erbaş, İnsan Bir Eksik Sözdür, Kırmızı Kedi Yay., 2021, s.12.
[14] Yaşar Kemal, Kuşlar da Gitti, Milliyet Yay., 1978, s.39.
[15] Yaşar Kemal, İnce Memed 1, YKY, 51.baskı, s.146.
[16] Susanna Tamaro, Yüreğinin Götürdüğü Yere Git, çev: Eren Gendey, Can Yay., 1998
[17] “Dünyanın En Sinirli Ülkeleri Açıklandı!”, 5 Eylül 2024… https://abcgazetesi.com/dunyanin-en-sinirli-ulkeleri-aciklandi-turkiye-40-ulke-arasinda-kacinci-sirada-763808
[18] “Çeteler Cirit Atıyor”, Birgün, 13 Ağustos 2024, s.3.
[19] Tuğçe Göbekçin, “Önder: Toplumsal Olaylar Travma Yaratıyor”, Birgün, 26 Mayıs 2024, s.2.
[20] “Ve eğer intihardan birisi suçlanacaksa, suçlanması gereken geride kalan insanlardır, çünkü bu güruh arasında intihar eden insan için uğruna hayatta kalmayı hak edecek bir kişi bile yoktur.” (Karl Marx, İntihar Üzerine, çev: Zeynep Özarslan, Yeni Hayat Yay., 2006.)
[21] “İntiharlar Katlandı”, 18 Haziran 2024… https://abcgazetesi.com/ak-parti-iktidari-doneminde-yuzde-57-oraninda-artis-gosterdi-intiharlar-katlandi-751696
[22] “Her 1.5 Dakikada Bir Kadına Şiddet Vakası Yaşanıyor”, Cumhuriyet, 31 Mart 2024, s.3.
[23] Mardin’de 2 çocuğa nişan töreni düzenleyen aile fertleri serbest bırakıldı. Erken yaşta evliliğe zorlanan çocukların sayısı her geçen gün artarken çocukların evlendirilme yaşı ise düşüyor. Yürütülen soruşturmalar ise yetersiz kalıyor. Bu istismarın son örneği Mardin’de yaşandı. Kızıltepe ilçesinde doğduktan sonra beşik kertmesi yapılan 8 ve 9 yaşındaki çocuklar için ‘nişan’ töreni düzenlendi. Törene ilişkin görüntüleri sosyal medyada paylaşıldı. (Emre Kongar, “Çocuklarımızı Koru(ya)muyor muyuz?”, Cumhuriyet, 31 Mart 2024, s.2.)
[24] Figen Atalay, “Çocuklar Aç ve Güvende Değiller”, Cumhuriyet, 19 Kasım 2022, s.6.
[25] https://x.com/Pala_Biyik_Rak/status/1837207251708432469/photo/1, 20 Eylül 2024
[26] Kartal’da Yılmaz P. hakkında pilates hocası sevgilisinin 16 yaşındaki kızını taciz ettiği iddiasıyla 8 yıldan 15 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldı. 16 yaşındaki çocuğun yaşadıklarını not kâğıtlarına yazdığı ortaya çıktı. Babanın şikâyeti üzerine dava açılırken annenin ise kızını ikna ederek olayı kapatmaya çalıştığı öne sürüldü. (“Tacizi Satır Satır Yazmış”, Cumhuriyet, 24 Mart 2024, s.8.)
[27] “Binlerce Çocuk ‘Evlilik’ Kisvesiyle İstismar Edildi”, Evrensel, 30 Nisan 2024, s.3.
[28] “Yüz Binlerce Çocuğa Bugün Bayram Yok”, Birgün, 30 Nisan 2023, s.14.
[29] Edinburgh Üniversitesi ‘Childlight Küresel Çocuk Güvenliği Enstitüsü’ ile ‘UNSW Sidney’in, ‘Into The Light’ başlıklı ‘Çevrimiçi Çocuk İstismarı Raporu’na göre, 2023’de 157 ülkede en az 300 milyondan fazla çocuk çevrimiçi cinsel istismara maruz bırakıldı. Verilere göre, 2023’de her 8 çocuktan 1’i çevrimiçi yolla istismar edildi. ‘Childlight Enstitüsü’ Başkanı Paul Stanfield, Türkiye’de çocukların yüzde 13’ünün rıza dışı cinsel görüntülerinin paylaşıldığını belirtti. (“Çevrimiçi İstismar Vakalarında Artış”, Birgün, 22 Haziran 2024, s.9.)
[30] Emre Kongar, “Çocuklarımızı Koru(ya)muyor muyuz?”, Cumhuriyet, 31 Mart 2024, s.2.
[31] “Yüz Binlerce Çocuğa Bugün Bayram Yok”, Birgün, 30 Nisan 2023, s.14.
[32] Mustafa Bildircin, “Çocuklar Suç Bataklığında”, Birgün, 22 Nisan 2024, s.7
[33] “Velayete Verilen Çocuk Sayısında Artış!”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2024, s.8.
[34] Dieter Duhm, Kapitalizmde Korku, çev: Sargut Şölçün, Ayraç Yay., 1996, s.39.
[35] Karl Marx, Yabancılaşma, çev: Barışta Erdost, Sol Yay., 2013.
[36] “Din, insan kendi çevresinde dönmediği sürece insanın çevresinde dönen yanılsamalı bir güneşten başka bir şey değildir… İnsan tanrıya ne kadar çok şey verirse, kendisinde o kadar az şey kalır.” (Karl Marx, Yabancılaşma, çev: Barışta Erdost, Sol Yay., 2013.)
[37] David McLellan, Karl Marx: Selected Writings, Oxford University Press Inc. New York., 2000, second edition
[38] Karl Marx, Grundrisse: Ekonomi Politiğin Eleştirisi İçin Ön Çalışma, çev: Sevan Nişanyan, İletişim Yay., 4. baskı, 2014.
[39] Karl Marx, Kapital, Sermayenin Üretim Süreci, Cilt: I, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1965.
[40] “Dünyada 733 Milyon İnsan Aç”, Birgün, 26 Temmuz 2024, s.11.
[41] Friedrich Wilhelm Joseph von Schelling, Clara, çev: Mehmet Barış Albayrak, Ayrıntı Yay., 2019
[42] Leo Huberman, Sosyalizmin Alfabesi, çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1997.
[43] “-Sen hiç depresyona girmez misin?
-Hayır. Depresyon burjuvalar içindir. Geri kalanlarımız sabah erkenden kalkıp işe koyuluruz.” (Ken Loach, Riff-Raff, 1991.)
[44] José Saramago, Körlük, çev. Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yay., 2022, s.123.