TEMEL DEMİRER / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
“Sadece istemek yetmiyor,
seçmek gerekiyor.”[1]
Meşhur yönetmen Ingmar Bergman’a sormuşlar. “Gidişat kötü, dünya nasıl kurtulacak?”
Bergman “Utanç” diye yanıtlamış, “Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir.”
Böyle bir (kapitalist çürüme) dünyasında ben de, “utananlar”dan birisiyim…
İnsan olan herkese, hepimize; “Kalp düşünebilseydi atmaktan vazgeçerdi,”[2] haykırışıyla Fernando Pessoa ile “Ya düşlerinin peşine düşmeyi seçersin ya da olanları kabullenmeyi. İyiliklerinle güçlenir, keşkelerinle tükenirsin. Karar senin,” ikilemin altını çizen Charles Bukowski’nin uyarılarını doğrulayan bir vahşet tablosunun orta yerindeyiz…
Bu tablo karşısında kapitalist iktidarın aslî işi, insan(lık)ı tüketim toplumu yaşamının, yabancılaşmanın kafeslerin içine kapatarak hayatımızı denetleyip, yaşam(ımız)a topyekûn el koyarak, körleştirmektir.
Tıpkı José Saramago’nun ‘Körlük’ başlıklı yapıtındaki üzere…
Bilindiği gibi yazar, “körlük” kavramını bir metafor olarak ele alırken; kapitalist iktidarların toplumu körleştirip, duyarsızlığı ve bencilliği bir salgın gibi yaymasına dikkat çekerken; kişinin algı ve anlayışının körleşmesini “gören körler” biçiminde betimler.
Söz konusu düzlemde ‘Körlük’ün unutulmaz pasajlarından birisi şöyledir:
“- Neden kör olduk?
– Bilmiyorum, bunun nedeni bir gün keşfedilir. Ne düşündüğümü söylememi ister misin?
– Söyle.
– Sonradan kör olmadığımızı düşünmüyorum, biz zaten kördük!
– Gören körler mi?
– Evet, gördüğü hâlde görmeyen körler.”[3]
“Gördüğü hâlde görmeyen körler”in (bugünkü) yerküresinde BM Özel Raportörü Prof. Nils Melzer’in, “Kriz dönemlerinde insan hakları ihlâl edilebilir,”[4] diyebildiği; “Kötü Zamanlar”dır sözünü ettiğim; Bertolt Brecht’in satırlarındaki üzere:
“Me-ti, şu öyküyü okudu: Bir devrimci, kendisini zorunlu olarak ölüme götürecek bir görevi üstlenmişti. Yola çıkarken dik yürüyemiyordu. ‘Korkuyor musun?’ diye sordu yanındaki. Devrimci: ‘Evet, korkuyorum’ diye karşılık verdi. ‘Korkuyorsan neden geri dönmüyorsun?’ Devrimci şöyle karşılık verdi: ‘Duyduğum korkunun kaynağı, benim kişisel güçsüzlüğümdür. Ölümüm ise toplumu ilgilendiren bir sorun.’
Me-ti şöyle der: İnsanın korkusuna boyun eğemeyeceği zamanlar, kötü zamanlardır. Ama gönül ister ki, kendi yararı için çalışanın aynı zamanda toplumun yararı için de çalışmış olacağı bir toplumsal konum uğruna olabileceğince çok kişi kendini tehlikeye atsın.”[5]
* * * * *
“Utananlar”dan ve Bertolt Brecht’in uyarısına kulak verenlerden birisi olarak; “karanlık”, “zor” ve sancılı günlerde yaşanmış(lıklar)dan ders çıkartmak; benim için de müthiş önem arz ederken; döne döne okumak da “olmazsa olmaz” olup çıkıyor.
Böyle bir hâlde okudum Murat Kahraman’ın, ‘Bitmeyen Veda’sını;[6] ve itiraf etmeliyim ki;
“Sizi gördüğüm, tanıdığım ve yaşadığım gibi yazdım. Güzel hatıranız önünde, bir Budist rahip gibi iki dizimin üzerine çöktüm. Sizi bir kez daha saygı ve özlemle andım. Güzel adlarınızın bu kitapta sonsuza dek yaşaması dileğiyle…” notu düşülmüş…
“Darına düştüm ya boz atlı Xızır. Niyaz yurduna sığınan göçmen kuşlarına kol kanat ger ya Kêmere Düzgün!” niyazını terennüm eden…
“… ‘Dersim can çekişiyor Cemal. Usul usul ölüyor Kırmancîye yurdu’ diye mırıldandı Garo…” haykırışı ve “Sana ayağa kalk, dedim. Ölümün karşısında düşkünleşme!” duruşuyla müsemma epope yapıt beni etkiledi…
Etkilemenin de ötesinde, insan(lık) sorunsalında bir kere daha kafa yormamı “olmazsa olmaz” kıldı.
* * * * *
Fazla detayına girmeden ana hatlarıyla ifade edersem: Murat Kahraman, ‘Bitmeyen Veda’sında; Dersimli isyancıların tutkulu başkaldırısını, epik bir üslupla ak kâğıda nakşediyor.
Yazarın anlatısıyla Dersim coğrafyasına, kadim uygarlıkların (ve halkların) “Gümüş Kapı”sına adım attığınızda büyük acılar ve umutlarla karşılaşıyorsunuz.
Partizancılar, askerî harekâtlar ve var olma yani yaşam hakkı mücadelesi veren halk…
“Yaşam hakkı” deyip geçemezsiniz; onu dayanağı, insanın canlı olma doğasından gelen yaşama, hatta sonsuz yaşama yönelimidir… Her bir insan, doğasından gelen “yaşama hakkı”na sahiptir. Ama…
Bu hak gasp edildiği anda itiraz (ve isyan) devreye girer ki, Partizancı Cemal’in, Şahin’in ve yoldaşlarının; ölüm fikrini aştıkları ölümsüzlük hikâyesi de bu tarihsel gerçeğin bir parçası…
Bu böyleyken; öte yandan Dersim’de can veren de, bu hikâyenin mimarları, özgürlük için mücadele edenlerdir…
Neler yoktur ki bu çok katmanlı gerçekte; insan olmak ve kalma hâline mündemiç…
Mesela “Katili, ibreti âlem olsun diye ağaca asalım”a verilen “Adil bir şekilde yargılayacağız,” yanıtındaki üzere…
Soru(n)lara verilen yanıtlar gerçeğin peşinde koşanlara özgüdür; bugünde geleceği inşa etmenin gayretiyle müsemmadır…
İnsan olmaktan uzaklaşmayıp; zalimleşmemek gayretiyle; bugünde, vaat edilen geleceği yaratmak kaygısıyla…
Hem de bir soykırım coğrafyası olan Dersim’de…
Her şeye karşın bağlanmak, sevdalanmak; yani Cemal’in Şare’ye beslediği tutkulu aşkı göze almak, cüret etmek…
Bu dayanma, direnme gücüdür; yeni insan(lık)a mündemiçtir.
‘Bitmeyen Veda’, yaşattığı heyecan ve duygusallığı yanında, umuda dair mesajıyla ister istemez, kafa yorulması gereken, insan(lık) sorunsalının altını kalın çizgilerle çiziyor…
* * * * *
Hepimize; Immanuel Kant’ın, “Böcek olmayı kabullenenler, ayaklar altında kalıp ezilmekten yakınmamalıdır,” saptamasını anımsatan Partizancı Cemal’in, Şahin’in ve yoldaşlarının mücadelesi ile Cemal’in Şare’ye beslediği tutkulu -fedakâr- aşkı “makûl” bulmayabilirsiniz!
Ama bir an, “Tanrılar Dağı”dan Zeus’a inat ateşi çalıp, insan(lık)a armağan eden Prometheus’u veya “Herkesin bu derece birbirine benzediği bir toplumda, yalnızca anormalliğin bir değeri vardır,” diyen Stefan Zweig’ı ya da “Dünyanın gösterişli hâlleri, yapmacık çıkarcı insanları çekmiyor dikkatimi. Bana bir parça, yüreği güzel, samimi insan lazım,” vurgusuyla Maksim Gorki’yi anlamaya çalışın…
Bu insan(lık)ın, yüzyıllardır verdiği insan olmak ve kalmak mücadelesidir…
Murat Kahraman, ‘Bitmeyen Veda’sındaki Dersimli isyancıların tutkulu başkaldırısının anlattığı bir insan(lık) dersidir aslında…
Söz konusu dersin hepimize, herkese Spartaküs’ten beri anlattığı, özgürlük mücadelesinde umutsuzluğa yer olmadığıdır; her türlü olumsuzluğa karşı umutların canlı tutulmasının belirleyici olduğudur.
Özellikle de bugünlerde; hani kimilerinin ütopyalarını kaybettiği koordinatlarda; dünya hâlinden memleketin hâline dek her yerde kaygı ile korkuların çoğaldığı zor yıllarda!
* * * * *
Tam da bu dizaynda Murat Kahraman’ın, ‘Bitmeyen Veda’sındaki Partizancı Cemal’in, Şahin’in ve yoldaşlarının biz(ler)e hatırlattığı: Hayat dediğimiz şey, sınırları tanımayla inkâr etme, başka bir deyişle had bilmeyle haddini aşma arasında yaşanan ikilem ya da mücadele olduğudur.
Aslında kadim hikâyeler, mitoloji ve tragedyalar bunu anlatır. Hatırlayın Atlas da bu yüzden cezalandırılmıştı.
Mitolojik hikâye der ki babası Poseidon ve annesi yeryüzü olan bu yarı tanrı-yarı insan Titan, ülkesi Atlantis’e saldırılması üzerine tanrılarla savaşa girişir. Tanrılarla Titanlar arasındaki savaş uzak durulması gereken bir şeydir (yani bir tür had aşımıdır). Mağlup olan Atlas, Tanrılar tarafından cezalandırılır (ve ona haddi bildirilir). Zamanın sonuna kadar gök kubbeyi sırtında taşımak cezası verilir.
Tüm dünyanın yükü omuzlarına biner. Böylece onun çizgi (had) aşımı var oluşunu çevreleyen sınıra dönüşür. Atlas, “Erkek kardeşim Prometheus gibi ben de çizgiyi aştığım için cezalandırıldım. O ateşi çalmıştı. Bense özgürlük uğruna savaştım. Sınırlar, hep sınırlar,” diye anlatır ikilemini Atlas’ın Yükü’nde. Her canlı kendi varlığının içinde hapsolur ki yaşamın sınırı da budur…
“Özgür insan kaçmayı hiç aklına getirmez” diyen Winterson, “kader”, “baht” ya da “yazgı” denilen boyun eğişle özgür irade arasındaki silik çizgiyi işaret ederek, “Özgürsün, o yüzden seçimini kendin yap, yani onu yarat!” diyen Jean-Paul Sartre’a atıfta bulunur.[7]
Sartre’a göre özgürlüğün temeli seçim yapmaktır. İnsan, seçen varlıktır ve onu diğer canlılardan ayıran da bu özgürlüktür. Hayvanlardan farklı olarak insanın doğası doğumda belirlenmez, doğamızı biz, kendi tercihlerimizle oluştururuz.
Evet, evet “kader”/ “yazgı” gibi bahanelere sığınmadan seçim yapmak varlığın özüdür Sartre’a göre; tıpkı Max Stirner’in, “İnsanlarda özgürlük fikrini uyandırırsanız, o zaman özgür insanlar sürekli olarak kendilerini özgürleştirmeye devam ederler,”[8] sözlerinde…
Cemal Süreya’nın, “Jandarma daima nesirde kalacaktır/ Eşkıyalar silahlarını çapraz astıkça türkülerine/ Ve bu dağlar böyle eşkıya güzelliği taşıdıkça” dizelerinde…
Nihayet ‘Bitmeyen Veda’nın verdiği mesajdaki üzere…
11 Şubat 2019 16:15:00, İstanbul.
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No: 212, Mart 2019.
[1] Robert Burns.
[2] Fernando Pessoa, Huzursuzluğun Kitabı, Çev: Saadet Özen, Can Yay., 2016
[3] José Saramago, Körlük, çev: Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yay., 2017.
[4] “BM Özel Raportörü Melzer: Kriz Dönemlerinde İnsan Hakları İhlâl Edilebilir; Türk Hükümetini Tebrik Ederim…”, 24 Kasım 2018… http://t24.com.tr/haber/bm-ozel-raportoru-melzer-kriz-donemlerinde-insan-haklari-ihlâl-edilebilir-turk-hukumetini-tebrik-ederim,756239
[5] Bertolt Brecht, Me-ti, çev: Ahmet Cemal, Kaldıraç Yayınevi, 2011.
[6] Murat Kahraman, Bitmeyen Veda, Sancı Yay., 2019, 400 sayfa.
[7] Jeannette Winterson, Atlas’ın Yükü, çev: Dilek Şendi, Sel Yay., 2018.
[8] Max Stirner, Eğitimimizin Sahte İlkesi ya da Hümanizm ve Realizm, Çev: M. Hanifi Macit-M. Fikret Arargüç, Fenomen Yay., 2014.