Site icon Rojnameya Newroz

TARİHSEL, ULUSAL VE SINIFSAL BİLİNÇTEN YOKSUN GENÇ NESİLLER YETİŞTİRİLİYOR

2021 baharında pandemi iyice azıtınca, Hükümet Başkanı, 27 Nisandan itibaren on yedi günlük sokağa çıkma yasağı uygulanacağını ilan etti. Bir yıldan fazladır kapalı yaşam üstüne bir de bu yasak gelince, ben, yasaktan birgün önce soluğu Kiğı/Bılece köyünde aldım. Pandemi ile birlikte kırsala, daha küçük yerleşim alanlarına dönüşler Türkiye’nin her yerinde olduğu gibi Kiğı/Bılece’de de artmıştı. Olanakları elverişli olanlar köylere geçici de olsa yerleşip yeni evler yapmaya başlamışlardı. Böylece, büyük şehirlerin kalabalığından, pandeminden ve onun yan ürünü olan maskeden kurtuluyorlardı.

Hüsnü Gürbey / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

1990’larda ya zorunlu ya da zorla boşaltılan köylere geri dönüşlerin olması, yeni ve modern evlerin yapılması elbette ki olumlu bir gelişmedir. Fakat Bılece’de ve benzer Kürt köylerinde bir aksaklık vardı. Gidenler Kürt’tü, dönenler Türkleşmiş Kürtlerdi. Bir röportajda bu gerçeği dile getirdiğim için, bazı kesimlerin hoşuna gitmedi ve tedirginlik yarattı.

Sorun bu kadarla da sınırlı değildi. İnşaatlarda çalışmaya gelen işçilerle de ilgilenmeye başladım. Ustaların yanında çalışan -harç yapan, kum ve tuğla taşıyan vb.- elemanların çoğu iş bulamayan üniversite mezunu gençlerdi. Bakmaya kıyamadığın bu yakışıklı gençlerle konuşmaya başlayınca, hayretler içinden kaldım. Gençlerin tarihsel, ulusal ve sınıfsal bilinçten yoksun olduklarını hayretler içinde kalarak izledim. Gençtiler, yakışıklı idiler ama işsizdiler, umutsuzdular. İşsizlik onları bunalıma sürüklemişti, istinasız hepsi uyuşturucu (esrar) kullanıyordu ve içlerinde bazıları ekim işini dahi yapmaktan kaçınmayacaklarını söylüyorlardı. Birbirlerinin görüş mesafesinde kalekolların bulunduğu ve uçan kuştan haberli olan devletin bu varlığına rağmen gençlerin böyle uluorta uyuşturucu kullanması sizce de manidar değil midir?

Hiç kimse kendini kandırmasın, gençlerin içinde bulunduğu bu berbat durumdan devlet dâhil, herkes haberlidir ve bu bilinçli politikanın bir ürünüdür. Kürt gençleri, tarihsel, ulusal ve sınıfsal konularda bilinçlenirlerse, toplumsal sorunlarla ilgilenecekler, bu da yönetici elidin, başına yeni sorunlar açacağına, uyuşturucu kullanıp, uyuşsunlar, uysal uysal uyusunlar; güdülen politika tam da budur. Bunun bir başka versiyonu da korucu olmaktır; al maaşını ve evinde uyu; hani eski ilkokul müfredatında vardı, “Ali uyu uyu, yat uyu”…

Bu politikanın bir devamı daha var; uyuşturucuyla uyuşturulan gençleri başka bir illüzyonla da oyalamak gerekir. O da bölgenin her tarafında toprağa gömülü olduğuna inanılan Ermeni halkının altınlarıdır. Bulanları bulanlar çok zengin olmuşlar ve büyük şehirlerde lüks hayatı yaşamaktadırlar. Fakat her ne hikmetse kimse ne onların adlarını, kimliklerini biliyor ne de adreslerini…

Herkesin hayalinde bu altınlara ulaşmak var. Ermeni altınları hakkında önceden belli bir merkezden bir söylenti yayılıyor ve hiç kimse sorgulamaksızın arayış içine giriyor; kafası tütsülenmiş, geleceği kararmış gençler en heveslisi, Ermeni halkının toprağa gömülü olduğu iddia edilen altınlarının peşinde. Akşamdan tütsülenenler, geceleri ellerine aldıkları kazma-kürekle ve el fenerleriyle daha önceden kestirdikleri yerleri kazmaya girişiyor, bu yer kendi ata-baba mezarı olsa dahi; her yer kazılıyor, her yer tahrip ediliyor.

Bu kazılarda, birbirlerine görüş mesafesinde bulunan kalekolların bilgisi dahilinde olmadığını veya onlardan habersiz yapıldığı iddiasında bulunmak, pek de inandırıcı gelmiyor.

Peki, bu kazılara niçin göz yumuluyor?

Bölgedeki, Ermenilerin, Kızılbaş/Kürtlerin ve Êzidi halklarının izlerini silmek, yok etmek içindir. Kafası tütsülenen gençler sadece bu işte kullanılan piyonlardır, yoksa herkes gibi bu söylentileri yayanlarda çok iyi biliyorlar ki bölgede yer altında gizlenmiş ne altın ne de hazine vardır.

Bir illüzyona kurban giden kafası tütsülenmiş gençler, önlerine ne çıkarsa, orijinal Kızılbaş/Kürt mezar taşları da olabilir, bir ziyaretgâh da olabilir veya bir Ermeni kilise kalıntısı da fark etmez mutlaka kazacak ve tahrip edecektir. Bu kazılar bazen öylesine gelişi güzel ve bilinçsiz yapılmaktadır ki aynı yer bazen farklı insanlar tarafından yılda birkaç kez kazıldığı gibi aynı yerlerin her yıl kazıldığı da görülmektedir.

Yukarıda yazıldı, bu kazılar bir merkezden ve bilinçli olarak yönlendirilmektedir. Kızılbaş/Kürtler, dağa, taşa, ağaca, suya taptıkları gerekçesiyle, devletin resmi inancının yani “makbul” kabul edilen inancın -Sünni/Hanefi mezhebi- dışında görüldüğü için, tasfiye edilecek inançlar arasında sayılmaktadır.  Bu kutsallıklar yok edilirse, bunların İslam’a dönüşleri kolaylaşacak, oradan da Türkleşmeleri hızlanacaktır. Tarihte biliyoruz, halklar önce inançlarını kaybetmişler, inanç kaybı da dil kayıplarını getirmiştir. Türkiye’nin Sultan II. Abdülhamid’den beri güttüğü resmi politikası budur. Onun için önce bir söylenti yayılır, yüksek dağların yamaçlarında binlerce yıldır tek başına yaşayan ulu ağaçlar (meşe veya merx denilen ardıç ağacı) önce dinamit lokumuyla parçalanarak devrilir, ardından yerinden yeniden yeşermesin diye kökünden üç metre derine kazılarak yok edilir.

Yayılan söylentilerle bir taşla birkaç kuş birden vurulmaktadır. Böylece Kızılbaş/Kürtlerin kutsallıkları yok ediliyor, yerinden yeniden yeşermesin diye kökleri üç-dört metre derine kazılıyor. Ocaklarla birlikte ziyaretgâhlarda, kutsal mekânlarda yok edilince iki-üç kuşak sonra bu kutsallıklar unutulacak, Kızılbaş/Kürtlerde bu inançtan vazgeçecekler ve devletin “muteber” vatandaşları olarak, Sünni/Hanefi mezhebini benimseyerek Öztürk olacaklardır. Ve bu iş de kafası tütsülenen Kürt gençlerinin marifetiyle başarılacaktır.

Oysa halkların, tarihleri, kültürel varlıkları, inançsal mekânları, Birleşmiş Milletlerin (BM) ve onun yan kuruluşu olan UNESCO’nun teminatı altındadır ve bunun altında Türkiye Cumhuriyeti’nin de imzası bulunmaktadır. Buna rağmen böyle bir suç işleniyorsa ya da işlenmesine göz yumuluyorsa, bu çok daha vahimdir çünkü burada uluslararası bir suç işleniyor demektir.

Sonuç olarak devlet, bölgeye demokratik bir yaklaşımla Kürt halkının demokratik/ulusal halklarını tanımak yerine, bölge gençlerinin kafasını tütsümesine göz yumarak, onların tarihsel, ulusal ve sınıfsal bilinçten yoksun kalmasına ve gelecek umudunu yitiren bir gençlik yaratmanın peşindedir. Gençlerimizi düştükleri bu çıkmazdan kurtarmak, bütün yurtsever, demokratik kesimlerin öncelikli görevi olmalıdır. Bunun yolu da bölgeye gitmek, gençlerimiz örgütlemek ve aydınlatmak olmalıdır.

18. 09 2021

Exit mobile version