“Bextê Rome tune”/Türk’ün insafı yoktur.
MÖ IV ve III. yüzyıllardan beri Kürt izleri Orta-Asya’nın doğu bölgesine tekabül eden Horasan bölgesinde görülmektedir. Bu tarihlerde efsaneleri bir kenara koyarsak, kayıtlara geçmiş bir Türk-Kürt ilişkilerine bugüne kadar rastlanamamıştır. İki halk arasındaki doğrudan temas MS X ve XI. yüzyıllarda kurulmaya başlanmıştır. Bu tarihlerden itibaren çeşitli nedenlerden dolayı Orta-Asya’dan İran üzerinden Anadolu’ya akmaya başlayan göçebe Türk boyları, sosyo-ekonomik, siyasal ve kültürel yapıları kendilerine çok benzeyen göçebe Kürt aşiretleri ile karşılaştılar. Bu benzerlik iki halkı hem yakınlaştırdı hem de çatıştırdı. Neden mi?
Bugün pek çok akademisyen, aydın ve yazarın üzerinde durmadığı konu, Kürtlerin ne zamandan beri Müslüman oldukları ile ilgilidir. Bu konu aydınlanırsa Türk-Kürt ilişkileri de o ölçüde aydınlatılmış olur. Zira Kürtler 634-44 yılları arasında Halife Ömer’in komutanlarından Halit Bin Velid komutası altında, kan dökerek, kelle keserek, kadınlara-kızlara tecavüz ederek, onları cariye edip pazarlarda satarak, çocukları kaçırarak, kısacası Kürdistan’a korku ve dehşet saçarak Kürtleri Müslümanlaştırmadılar. Arap-İslam orduları tarihte o güne kadar görülmemiş bir vahşetle Kürdistan’ın kültürel ve mimari değerlerini yok ettiler, kitaplarını yaktılar, yazılarını yasakladılar, isimlerini değiştirdiler ve hatta dillerini dahi değiştirmeye zorladılar. Yapmak istedikleri çok açıktı, Kürtleri köklerinden, geçmişlerinde koparıp “mevali” ismi altında kendilerine uşak etmekti. Kürtler yenildiler ama Arapların bu vahşi dayatmalarını da kabul etmediler. Her dara düştüklerinde yaptıkları gibi yine Kürdistan’ın engin dağlarına sığındılar ve eski inançlarını burada kısmen değişikliğe uğratsalar da yine de devam ettirdiler. Kaçamayan Kürtler ise sözde bir İslam’ı kabul etmekle yüz yüze kaldılar.
Şehirlerde yaşayan küçük bir azınlık dışında Kürtler İslam’ı hiçbir zaman içselleştirmediler. Özgürce yaşadıkları dağlarında kendilerine göre İslam’ı yorumlayıp katı şeriat kuralları dışında bir yaşam tarzı sürdürdüler. Kadınlarını kapatmadılar, tek eşliliği benimsediler, namaz-oruç tutmadılar ve şeriat mahkemelerine asla başvurmadılar; sorunlarını, kendi içlerinde oluşturdukları “Rispi” denilen aşiret meclislerinde çözdüler. XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar Kürtlerin büyük bir ekseriyetini oluşturan bu dağlı Kürt aşiretlerinin bugünkü İslam’la geçişleri, Osmanlı İmparatorluğu’nun en pragmatik ve en politik sultanı olan II. Abdülhamid döneminde ve onun çabasıyla gerçekleşecektir. Araştırmaya değer bir konu olan bu İslam’a geçiş, daha önceden yazdığımız “İşbirlikçi Kürt tipinin yaratılmasında II. Abdülhamid’in rolü” adlı makalede, Cumhuriyet dönemi boyunca, halkına yabancılaşmış hatta düşman olmuş, işbirlikçi tipin nasıl oluşturulduğunu anlatmıştık. Aynı yöntemle II. Abdülhamid güttüğü Panislamist politika ile Kürtleri bir yandan işbirlikçi yaparken, diğer yandan da Kürdistan’a gönderdiği Nakşibendi hocaları aracılığıyla onları hızla İslamlaştırdı. İlginçtir bugün pek-çok Alevinin duvarlarında yeşil örtü içerisinde asılı duran Kuran, yine bu devirlerde II. Abdülhamid’in görevlendirdiği Nakşibendi Hocaları tarafından Kızılbaş-Kürt toplumuna benimsetilmiştir.
Aynı şekilde Anadolu’nun kapılarına dayanan Göçebe-Türk Boyları da İslam’la tanışmış ama İslam’ı içselleştirmemişlerdi. Siyasal-toplumsal yapıları Kürtlere çok benzemenin ötesinde tıpkısının aynısıydı. Kimlik ve inançları yüzünden asırlarca Hıristiyan Bizans tarafından baskılanan Kürtler için göçebe Türk Boyları bulunmaz bir müttefikti. Aynı zamanda Kürdistan kapılarına dayanan bu göçebe Türk boylarından kurtulmak da gerekiyordu. Çünkü Kürdistan dağları bu iki savaşçı göçebe topluma yetersiz kalıyordu. Dolayısıyla Kürtler, Türklerin Hıristiyan Bizans’a bir ders verip, Anadolu’ya geçmelerini hem istiyor hem de çıkarı gereği canı gönülden destekliyorlardı. Zira göçebe Türk boyları Anadolu’ya geçmeye muvaffak olmasalar, hem onlar tarafından hem de Bizans tarafından Kürtler sıkıştırılacaklardı. Bu devirde Kuzey Kürdistan’da ve Azerbaycan’da kurulan pek-çok Kürt hanedanlığı Hıristiyan Bizans tarafından ağır vergiler ödemeye zorlanıyorlardı. Kürdistan’da oluşan bu şartlar, Bizans ve müttefikleri ile Kürt ve müttefikleri arasında bir savaşı kaçınılmaz kılmıştı. Savaş 1071 yılında Sultan Alpaslan komutasında Türkler ve Kürtler müttefikliğine karşı Hıristiyan Bizans’ın etrafında toplanan Ermeni-Gürcü Prensleri ile Bizans İmparatoru Romanus Diogenes komutasındaki güçler arasında oldu. Savaştan önce bölgede kurulan Kürt hanedanlıkları ile Sultan Alpaslan arasında kurulan ve tarihe ilk Türk-Kürt ittifakı olarak geçen olaylar zincirine kısaca değinmekten fayda vardır. Konuyu dağıtmamak açısından, Kürt-Türk ittifakları dört bölüm halinde hazırlanacak ve her bölümün sonunda faydalanılan kaynaklar da belirtilecektir.
- Bölüm
1071’DE MALAZGİRT SAVAŞI ÖNCESİ, KÜRT HANEDANLIKLARI İLE BÜYÜK SELÇUKLU SULTANLARI ARASINDA KURULAN İTTİFAK:
Türkler X. yüzyıldan itibaren İran üzerinden Kürdistan topraklarına yönelirken, Kürtler de zayıflayan Arap egemenliğinden kurtularak, Halifeye sözde bağlı ama bağımsız hanedanlıklar şeklinde örgütlenmeye başlamışlardı. İslam millet anlayışının aksine ümmet anlayışıyla örgütlendiği için, kurulan Kürt hanedanlıkları da bu anlayışa göre örgütlenmişlerdi. Özü Kürt’tü ama savundukları değerler İslam’dı, resmi dilleri de Arapça idi. Dolayısıyla bu beyliklerin Kürt kökenli oluşu dışında, bunların tarihinin o devirdeki diğer bir sürü Müslüman prensliğin tarihinden hiçbir farkı yoktu. Bunlarda özgül bir Kürt niteliği aramak boşuna olur. Çünkü o devirde yukarda anlattığımız gibi İslam bilinci, millet (ulusal) bilincinin önündeydi. Bu yüzden, bu beyliklerin büyük kısmı Kürt ulusal karakterinde olmasına rağmen, Kürt kimlikleriyle değil, İslam kimliği adına hareket ediyorlardı. Ulusalcılıktan çok ümmetçiydiler. Bu da o dönemin bariz bir özelliğiydi. Gerçi bu dönemde zengin Pers-Sasani kültürüne sahip İran hızla Arap etkisinde kurtulacak ve Fars dili İslam’ın kültür diline dönüşecekti, ama bu olay o dönemde Kürtlere oldukça uzaktı. Bu devirde Kuzey Kürdistan’da ve Azerbaycan’da kurulan Kürt hanedanlıkları şunlardı:
1- Merwani Kürt Hanedanlığı: Ebu Ali bin Merwan tarafından 983’te kurulan bu Hanedanlık, Malazgirt, Ahlat başta olmak üzere Erzurum ve Diyarbakır’ı da içine alıyordu. Daha sonra hanedanlık Mardin ve Urfa’yı da içine alarak güneye doğru genişledi. Beylik süreç içerisinde evrim geçirerek başkentleri Bitlis olan Rozhakiler (Rojki) adını alırlar. Daha sonraları ortaya çıkan Bedirhaniler de onları izler Rozhaki/Bedirhani Hanedanlığı 1847 tarihine kadar hüküm sürer.(*1)
2- Rewadiler. Tebriz’i kendisine başkent eden Rewadi Kürt Hanedanlığı, Hezbani Kürt aşiretinin Rewadi koluna bağlı idi. Bu aşiret daha sonra Güney Kürdistan’a göç edecek ve burada Selahaddin Eyyubi tarafından Eyyubi Hanedanlığı kurulacaktı.
3- Şeddadi Hanedanlığı. (951-1198) Bugünkü Ermenistan, Şirvan ve Aran’ı içine alıyordu ve 951 yılında Hezbani Kürt aşiretinin Rewadi kolunda Muhammed Şeddad bin Kartu tarafından kurulur. Yönetimindeki Hıristiyan halklara dahi oldukça adil davranan hanedanlık, bölgesinde pek çok mimari esere de imza atar. Hanedanlık 1072’de (hicri 465) Gence ve Ani kolları olarak ikiye ayrılır. Ani, sırasıyla Gürcülerin (1124-1126), sonra Şeddadilerin (1126-1161 ve 1165-1198) eline geçer.(*3) Araştırmacı Aso Zagrosi’ye göre hanedanlık, 1198 yılında Gürcülerle işbirliği yapan Hıristiyan Kürtlerin yardımıyla, Gürcü Prensler tarafından yıkılır. Gürcülerle beraber hareket eden Hıristiyan Kürtlerinden Zekeriya ve İvan’ın yardımıyla 1198 yılında Şeddadilerin başkenti Ani’yi Gürcüler alır ve Zekeriya Ani’nin başına geçer. Bu hanedanlık konusunda, Kasravi’nin (Xosrevi) güzel bir incelemesi ve Minorsky’nin daha da derin bir incelemesi vardır.
Kürt tarihini inceleyen Mesuddi, Ahmet Xosrevi, İbn El Êsiri ve yakın zaman araştırmacılarından olan Minorsky ve Nikitin’e göre X ve XI. yüzyıla gelinceye kadar Azerbaycan’ın nüfusunun büyük çoğunluğu Kürtlerden oluşuyordu ve yönetimde de olmalarına rağmen bölge Kürdistan adını almamıştı, Aturpatkan adını almıştı. Fakat eskiden yerli halk yine Kürt idi. Rewadî (Revadi), Şedadi ve diğerleri gibi Kürt hanedanlıkları tarafından yönetilmiştir. Bunların damarlarında da Mad kanı dolaşıyor, Kürtlerle aynı soydandırlar. Uzun yıllar Türklerin egemenliklerinde kaldıklarından dillerini unutmuş, Türkçeyi öğrenmişlerdir (*4) Minorsky’de Kürt dilinin, İran’ın Kuzey-Batı lehçesinin uzantısı olan Med dilinin devamı olduğunu, Kürtlerin, çevreye ve dağlara yayılmadan önce burada oluştuğunu belirterek şunları yazar: “Tarihi ve coğrafi nedenlerden ötürü, Kürtlerin ancak ATROPATENE denen bugünkü Azerbaycan’ın yerindeki Küçük Medya’dan yayılmaya başlamış olabileceklerini kabul etmek gerekir.”(*2) Anlaşılıyor ki, Azerbaycan Kürdistan ismini almasa da Tarihi Kürt yerleşim birimlerinin içerisindedir.
Büyük Selçuklu Sultanları Kuzey Kürdistan’a ulaştıklarında karşılarında önemli bir askeri ve siyasi güce sahip yukarıda kısmen incelediğimiz hanedanlıklarla karşılaşırlar. Bu hanedanlıklar Sultanın varlığını tanırlar, ona vergi vermeyi kabullenirler ama bağımsızlıklarını da korurlar.1064 yılında Sultan bölgeye geldiğinde Şeddadilerin başında Mir Abusuwar var. Mirin Sultanla kurduğu ittifak sonucunda Hıristiyanlardan geri alınan Ani şehri ona tekrar geri verilir. 1071 yılında ise Hanedanlığın başına geçen Abusuwar’ın oğlu III. Muneçehr, Ani’yi Şeddadilerin başkenti yapar.
O devirde bölgede Hanedanlık kuran Müslüman Kürtler ile Prenslikler kuran Ermeni ve Gürcü halklar bazen iç içe, bazen de komşu komşuya yaşasalar da iki kesim arasında sürekli bir rekabet ve çatışma hali mevcuttu, kaleler sık sık el değiştiriyordu. Bu nedenle bölgesel ittifaklar bir zorunluluk halini almıştı. Herkes daha çok da dinen kendisine yakın gördüğü güçlü bir güçle ittifak yapmada sakınca görmüyordu. Hıristiyan Prenslikler Bizans’a yaklaşırken, Kürtler de Türklere yaklaşıyorlardı. Savaşın ayrıntısına girmeden diyebiliriz ki 1070 yılının ortalarında Selçuklular Şeddadilerin destek ve aktif askeri yardımıyla Malazgirt vb. bölgeleri Bizans’ın denetiminden çıkarırlar. Yine Merwaniler, Sultan’la birlikte o sıralar Hıristiyanların elinde bulunan Urfa’nın kuşatmasına Şeddadilerle birlikte katılırlar ama şehri alamazlar.
Anadolu, benimde (yazarın) mensubu olduğum ve bugün Şadiler veya Şadiyan olarak adlandırılan aşiretin aktif desteğiyle Türklere armağan edilmiştir. Şeddadiler, Rewadiler ve Merwaniler birlikte Türklere yardım ederken, aynı zamanda büyük bir orduyla Kürdistan’ı işgal etmeye gelen Bizans İmparatoru Romanus Diogenes karşısında vatanlarını savunmuşlardır. Her ne kadar bu hanedanlıklar Sultanın himayesi altında olup ona vergi veriyorlarsa da görece bir özerkliğe de sahiptiler ve bunu da korumaları gerekiyordu. Kaldı ki sorun onu da aşmıştı, bir vatan savunması sorunu haline gelmişti. Kürtlerde onu yaptı. Kürtler, Bizans belasını savuştururken, Anadolu kapılarını da Türklere açarak, ileride kendisine türlü katliamlar uygulayacak yeni bir güçle de tanış oldular. Yeri gelmişken belirteyim ki Bizans İmparatoru Diogenes (Diyojen)i Şadi isimli bir Kürt esir alır ve kaderin cilvesine bakın ki Sultan Alpaslan’da bir Kürdün hançer darbesiyle öldürülür.
Sonuç olarak, Malazgirt savaşı öncesi kurulan ittifaklar her iki taraf içinde bir zorunluluktan doğmuştu. Ermeni ve Gürcü prenslerin Bizans’a karşı kurdukları ittifaka karşı, Kürtler de ülkelerini ve varlıklarını korumak için siyasal-toplumsal yapısı kendisine benzeyen Türklerle ittifak etmekte yarar görürler. Türkler ise öyle zannedildiği gibi büyük bir güçle gelmediler. Anadolu’ya geçmek için Kürtlerin yardımına ihtiyaçları vardı. Şayet Kürtler, Türklere gerekli desteği vermeseydiler belki de gerisin geriye Orta-Asya’nın bozkırlarına dönmeleri içten bile değildi.
-devam edecek-
- Bölüm/ Çaldıranda İdris-i Bitlisi aracılığıyla Kürt Mirleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Kurulan İttifak.
Kaynakçalar
1- Izady, Mehrdad. R—Bir el kitabı, Kürtler/ Doz yayınları, 2.baskı 2007
2-Minorsky Vladimir,-Şedadi, dilêkolînên ser dirokaKafkasyayê de/Avesta yayınları
3- Nikitin,Bazil—Kürtler/ Deng yayınları, 3. baskı 1991
4-Paşa, ihsan Nuri—Kürtlerin kökeni/Doz yayınları,2. baskı 1991
Makaleler
1-Aso Zagrisi,- Ayşe Hür’ün Malazgirt Savaşı ve Kürd Tarihine ilişkin çarpıtmaları.