Site icon Rojnameya Newroz

“SUSMA, SUSTUKÇA SIRA SANA MUTLAKA GELECEK!” / SİBEL ÖZBUDUN

‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı bildirinin imzacısı üç akademisyenin geçtiğimiz günlerde tutuklanması, şu anda yurtdışında bulunan biri hakkında da gözaltı kararı çıkartılması, birkaç açıdan değerlendirilmeli bence.

 

“SUSMA, SUSTUKÇA SIRA SANA MUTLAKA GELECEK!” / SİBEL ÖZBUDUN

“Her korkan kaçmaz,

ama her kaçan korkaktır.”

(Özdemir Asaf.)

 

Soru(lar): Akademisyenlerin tutuklanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Akademisyenlerin tutuklanması ile Türkiye’nin geleceği ne olur.

Akademisyenlerin tutuklanması ile kimlere gözdağı verilmek isteniyor?

Akademisyenlere yönelik bu tür saldırılar ile faşist bir kadrolaşma mı amaçlanıyor. yetiştirecekleri neslin faşizm öğretisi ile mi yetiştirmeyi amaçlıyorlar.

 

Yanıt(lar): ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı bildirinin imzacısı üç akademisyenin geçtiğimiz günlerde tutuklanması, şu anda yurtdışında bulunan biri hakkında da gözaltı kararı çıkartılması, birkaç açıdan değerlendirilmeli bence.

Biri, sizin de soruda işaret ettiğin “kadrolaşma” meselesi. AKP iktidarı, peyderpey tüm kurumlarda ciddi ve (kendince geri dönüşsüz) bir kadrolaşma gerçekleştiriyor: Emniyet, TSK, Milli Eğitim…

Aslına bakarsanız, YÖK ve rektör atamaları eliyle -zaten çoğunlukla otoriteye boyun eğmeye, iktidarda kim varsa onun suyuna gitmeyi huy edinmiş- üniversiteler üzerinde denetim büyük ölçüde sağlanmış, kadrolaşma konusunda da önemli bir mesafe kat edilmişti.

Ancak iki bin küsur akademisyenin (şunu hatırlatmalı; günümüzde Türkiye üniversitelerinde 150 bin kadar öğretim elemanı bulunuyor) yayınladığı bildiri, öyle anlaşılıyor ki iktidarın -özellikle de “Milli Şef/ Tek Adam”(!?) olmaya soyunan cumhurbaşkanının- “karizmasını çizdi.

Kasım seçimlerinin ardından iktidarın üniversitelerde “temizlik” planladığı söylentileri epeydir dolaşımdaydı; bildirinin, bunun vesilesi olduğu görülüyor.

Ancak sorun sadece “kadrolaşmak”tan, ya da yükseköğrenim diplomalı olup olmadığı hayli tartışmalı olan birinin kişisel hırslarından ibaret değil.

Özellikle imzacılardan üçünün tutuklanmasını, topluma bir mesaj olarak görmek gerekiyor: “Bize karşı çıkanları ‘profesör-mrofesör’ dinlemez, yakasından tuttuğumuz gibi atarız içeri” mesajı.

Peki, böylesi bir mesaja, daha doğru bir deyişle böylesi bir gözdağına neden bugün ihtiyaç duyuyor iktidar?

Öncelikle, devletin “Kürt sorunu”nun “çözüm”ünde geldiği nokta, her türlü çatlak sesin, itirazın bertaraf edildiği, tek-tipleşmiş bir refleksi gerektiriyor: Herkesin “teröristlerin imhası” konusunda de devletin arkasına dizileceği, tek-sesli bir toplum tahayyülü; totaliter bir kurgu.

Dikkatinizi çektiyse, 16 ve 17 Mart tarihlerinde Tayyip Erdoğan, birbirini tamamlayan iki konuşma yaptı. İlkinde “terörizmi destekleyen” (giderek kendisine karşı olan) herkesin “terörist” sayılmasını sağlayacak yasal değişikliklerin yapılması gereğini vurguluyor, ikincisindeyse tüm “terörist”lerin (Allah’ın izniyle) imha edileceğini “müjdeliyordu”!?

“Alman halkı bize yönetme yetkisi verdi. Şimdi de sonuçlarına katlanmak zorundalar,” diyen Adolf Hitler ile “Birey devletle uyumlu olduğu ölçüde önemlidir. Her şey devlet için, hiçbir şey devlet dışında ve başka birşey için değildir,” diyen Benito Mussolini’yi, vd’lerini kıskandıracak bu söylem, ülkenin her türlü “çatlak ses”ten arındırıldığı bir tasavvura işaret ediyor. “Barış olsun” diyen üç akademisyenin tutuklanması ise bu tasavvurun bir çeşit “test yayın”ı…

Protesto gösterilerimizde hep haykırırız ya: “Susma, sustukça sıra sana gelecek!” diye; hiç bu kadar gerçeklik kazanmamıştı bu slogan.

Öte yandan, bir üçüncü nokta da, bu tutuklamalar, kanımca Kürt hareketinin tasfiyesiyle atbaşı gidecek bir Ortadoğu’ya müdahale/ savaş sürecinin adımları. AKP iktidarının Türkiye’yi, Kürtlerin Ortadoğu’da bağımsız bir iradeye dönüşmelerini engellemeye, bölgenin kendi denetimi altına girmesini sağlamaya yönelik bir müdahaleye hazırlama peşinde olduğu kanısındayım. Askeri müdahale-savaş hazırlıkları sürecinde faşizan baskı ve uygulamaların yoğunlaştığına tarih tanıktır. Akademisyenlerin tutuklanması, toplumun iktidarın neo-Enverist politikalarının arkasına dizilmeyen kesimlerini, “baksana koca profesörleri içeri attılar, sana-bana ne yapmazlar” korkusuyla susturmayı/ sindirmeyi hedefliyor, bence…

Hasılı Bertrand Russell’ın, Kürtçesi’yle “Heke hin ramanan pejirandin an jî li dij wan sekînin, an jî di hin mijaran de ji tiştekî bawerkirin an jî bawernekirin bi ziman xistin, rê bide danekirinên sizayê, raman ne azad e,” dediği gibidir her şey; yani Türkçesi’yle: “Bazı fikirleri benimsemek veya onlara karşı olmak, ya da bazı konularda bir şeye inandığımızı veya inanmadığımızı dile getirmek, ceza yaptırımlarına yol açıyorsa düşünce özgür değildir.”

Diliyorum ve umuyorum ki bu son öngörümde yanılıyorumdur. Üniversitelerin bastırılıp sindirilmesinin ülkenin bilimsel-düşünsel yaşamında orta vadede yol açacağı vasatlaşmanın etkilerini tartışma fırsatını ancak bu durumda bulabiliriz.

Ancak şimdi bizlere düşen, korkuya kapılmadan, baskı ve tehditlere teslim olmadan bu saldırıya karşı birlikte durarak, kuşatma çemberinde bir gedik açmaya çalışmaktır… “Suç işlemeye alenen tahrik”ten hakkımda açılan davanın beraatle sonuçlanması, böyle bir dayanışma sayesinde gerçekleşti.

Bu vesileyle, yargılanma sürecinde dayanışma gösteren herkese şükranlarımı ifade etmek isterim.

 

18 Mart 2016 11:28:59, Ankara.

 

Exit mobile version