Resmi ‘Komünist’ Tevfik Rüştü Aras’ın Komintern maceralarına değinmeden önce Mustafa Kemal tarafından kurulan Resmi Türkiye Komünist Fırkası’na değinmekte yarar var.
Hazırlayan: Mahsuni Gül / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Resmi Türkiye Komünist Fırkası, Mustafa Kemal tarafından 1920 yılının Mayıs ayında kuruldu. Kurucuları arasında Mustafa Kemal, Tevfik Rüştü Aras gibi şahsiyetler vardı. Bu Fırka’nın neden kurulduğuna ilişkin ipuçları Resmi Türkiye Komünist Fırkası üyesi Tevfik Rüştü Aras’ın 3. Komünist Enternasyonal’e sunmuş olduğu 2 raporda da detaylı olarak yer almaktadır.
Resmi Türkiye Komünist Fırkası üyesi Tevfik Rüştü Aras’ın 3. Komünist Enternasyonal’e sunmuş olduğu 2 rapor da Erden Akbulut ve Mete Tuncay’ın birlikte kaleme aldıkları “Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923)” adlı eserlerinde yayınlanmıştır.
İlk rapor, Tevfik Rüştü Aras’ın Türkiye Komünist Partisi Temsilcisi ve Büyük Millet Meclisi Milletvekili olarak Dr. T. Rouschdy takma adıyla 3. Komünist Enternasyonal Yürütme Komitesi’ne sunmuş olduğu 21.02.1921 tarihli rapordur.
Tevfik Rüştü Aras’ın 21. 02. 1921 tarihli raporu şöyledir:
“… Moskova, 21.2.21
Yoldaşlar,
Öncelikle size Ankara’ danaldığım çifte yetki konusunda bilgi vermeliyim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, beni, bir yandan, meclisin onayıyla kısa süre önce buraya gelmiş olan inceleme heyetinin bir üyesi olarak, Rus Devrimi’nin aydınlattığı obüyük ilkelerin uygulanmasını ve ayrıntılarını incelemekle görevlendirdi.
Öte yandan, özellikle, bedeniyle ve ruhuyla kısa süre önce size katılan çok genç bir komünist partisi tarafından gönderildim. Benim açımdan tek bir hedef güden ve eskiler için hacca gitmek kadar kutsal, o kadar arzu edilir bir görevi yerine getirme fırsatı doğuran bu iki görevi gönüllü olarak kabul ettim.
Türkiye Komünist Partisi 1920’nin Mayıs ayında kuruldu. Hükümet tarafından, dört aylık bir illegal yaşamdan sonra tanındı.
Halihazırda, Ankara’da yayımlanan bir günlük gazeteye [Yeni Dünya (orijinalinde Türkçe, Ç. N)] sahibizve Büyük Millet Meclisi’nde 30’u aşkın üyemiz var. Üyeliğe kabul için tüm koşulları ve bekleme süresini ciddi bir biçimde uyguluyoruz ve şu anda Büyük Millet Meclisi’nde yayılmaya ikincil bir önem atfediyoruz. Tercihimiz,Türkiye’nin büyük kitlesini oluşturan cahil yoksul köylüler ve memurlar,ilkokul öğretmenleri, tek kelimeyle proletarya ve aydın gençlik arasındapropagandayı dur durak bilmeksizin sürdürmektir. Aynı zamanda ….. (1 sözcük okunamadı) devrimci önderlerini de kazanmaya çalışıyoruz ve kazanıyoruz.
Bunlar Türkiye’nin en iyi unsurları. Öte yandan Zonguldak madencilerinin ve Karadeniz demiryolu işçilerinin ve denizcilerin örgütlenmesini tamamlamakla uğraşıyoruz meslek birliklerinin örgütlenmesine de bunlara komünist propagandistleri katarak yardımcı oluyoruz.
Hazırlık aşamamız henüz tamamlanmadı. Yine de çeşitli devrimlerden çıkartılmış derslerden yararlanarak acele ediyoruz.
Her şeyden önce gerekli fedakarlık zihniyetine, devrimci imana sahip güçlü bir örgüte dayanmak istiyoruz. Bunlara özellikle şunu öğretmek istiyoruz. Bunlara özellikle şunu öğretmek istiyoruz ki, emeğin ve emekçilerin egemenliğini sağlamak ve gerek kendilerini gerekse onlara ait olacak ülkeyi özgürlüğe kavuşturmak amacıyla onları iktidara getirmek istiyoruz; zira kapitalist sistem ayakta kaldığı sürece siyasal bağımsızlıktan sonra da ekonomik bağımlılık ağırlığını hissettirmeye devam edecektir. Bu alandaki ilerlememiz oldukça hissedilmektedir.
Büyük Millet Meclisi’nde izlediğimiz hatt-ı harekat ilkelerimize sıkı sıkıya sadık kalarak ve davamız için herhangi bir yarar sağlanabilecek en küçük fırsatı kaçırmaksızın, dünyanın büyük burjuvazisinin bugün dayandığı güçlere karşı amansız bir savaş ilan etmiş olan halihazırdaki Ankara Hükümeti’ni desteklemekten ibarettir. Burada itiraf etmeliyim ki, halihazırdaki hükümetin devrimci önderleri, elbette kimi ihtiyat paylarıyla, bize karşı koymak bir yana, hazırlık çalışmamıza yardımcı bile oluyorlar. Milletvekilleri arasında da verimli bir komünizm propagandası yürütmekten geri durmuyoruz. Ve özellikle komünist olmayan milletvekillerini,dünyanın kurtuluşu için kendini feda eden ve sosyal ve ekonomik devrimin olanaklı olduğunun kanıtını borçlu olduğumuz Sovyet Rusya’yla işbirliğini sürdürmenin zorunluluğuna ikna etmeye çalışıyoruz. Rusya ile Türkiye arasında,aşikar olmayan, bir takım büyük benzerlikler var. Benzer hareketler Avrupa’nın başka bir ülkesinde cereyan etseydi, bu bizim açımızdan, şu andaki kadar yüreklendirici olmazdı. Partinin gelecek kongresinde, daha önemli kimi yeni taktik ve faaliyet kararları elbette alınacaktır.
Size, işte bu genç ve inançlı partinin kardeş selamlarını ve derin hayranlığını getiriyorum. Bu hızla kaleme alınmış notta, incelenmesi oldukça ilginç bir başka sorunu ele almam gerekiyor.
Fabrika hayatının neredeyse bulunmadığı Türkiye gibi bir ülkede komünizm fikri nasıl ortaya çıkıyor? Bu basit bir fantezi olmasın?
Aşağıdaki yargılar, gerek Anadolu’nun sosyal yapısı hakkında birtakım açıklamaları, gerekse yüzyılımızın başından bu yana yer almış değişik devrimler ve bu ülkedeki partilerin gelişimive bu partilerin içinde her zaman var olagelmiş iç çatışmalar hakkında kimitarihsel bilgileri gerektirmektedir. Ancak böylesi bir sunum, çok uzunolacaktır ve ayrıca bu raporun çapını aşar. Burada sadece özel bir teze işaretetmekle yetineceğim. Dolayısıyla bu konuya burada kısaca bir göz atacağım.
Günümüz Türkiye’si, çoğunlukla yoksul köylülerden ve büyük ölçüde henüz örgütlenmemiş yüz bin dolayında işçiden ve tümü de yoksul olan devlet memurlarından, ilkokul öğretmenlerinden ve subaylardan oluşmaktadır.
Ülkedeki işçilerle ilgili olarak verdiğim yaklaşık sayı, çiftliklerde ve ormanlarda çalışanlar da dahil olmak üzere sözcüğün tam anlamıyla tüm işçileri içermektedir.
Zaten son derece kısıtlı olan, ülkenin zengin sınıfının büyük bir bölümü, İstanbul ve İzmir gibi kıyıların ticaret kentlerinde bulunmaktadır. Marmara ve Akdeniz’deki bu tür kentler halen emperyalist devletlerin işgali altındadır. Bununla birlikte, bu zenginlerden kimilerine demiryolu ağı üzerindeki büyük kentlerde de rastlanmaktadır. Ancak hemen belirtmeliyim ki, Küçük Asya’nın doğusu ve Adana, askeri işgallerle ve ardı ardına yaşanan göçlerle yıkıma uğradı. Doğrusunu söylemek gerekirse, tüm Anadolu, büyük savaş boyunca orduların sürekli harekatlarıyla tarumar oldu. Günümüz Anadolu’su, her ne kadar milliyetçi bir rejime tabi olsa da, dikkate değer bir direniş gösterebilecek güçlü bir burjuvaziden yoksundur. Sözde burjuvazi, yani mevcut birkaç yüz zengin ve bunlara dünya savaşı sırasında kimi benzerleri, bana göre, Avrupalı kapitalistlerin uşakları olarak değerlendirilmelidir. Bunların çoğu da, bugün, aylak efendilerinin yanı başında, Türkiye sınırları dışındadır. Büyük toprak sahipleri az sayıdadır ve ülkede dağınık haldedir. Bu büyük toprak sahiplerinin çoğunluğu Kürdistan’da ve Büyük Millet Meclisi’nde benim temsilcisi olduğum Menteşe vilayetinde bulunmaktadır.
Türkiye’deki köylülerin çoğu, az veya çok toprağa sahiptir. Anadolu’da hala işlenmemiş görece büyük topraklar vardır ve sahipleri olmadığı için devlete aittir. Vurgulanması gereken bir diğer nokta da, özel bir inceleme gerektiren “Vakıf’ sorunudur.
“Yarıcı” adı verilen topraksız çiftçiler, Türkiye’nin Avrupa bölümünde kalmıştır ve bunlara ancak varlıklarını sürdürebilen kimi çiftliklerde rastlanmaktadır. Mevcut çiftliklerde genellikle işçi eksikliği hissedilmektedir.
Orman sorunu, toprak sorununun hissedilmediği kimi vilayetlerde daha önem taşıyordu. Büyük Millet Meclisi, son zamanlarda, bir yoldaşın girişim üzerine, ormanların nüfusa göre köylerde dağıtılması yasasını kabul etti.
Zaten az sayıda olan ve Avrupa kapitalizmine özgü ekonomik kurum ve kuruluşlar da, Ankara hükümetinin şu anki sınırları dışında kalmıştır. Tütün şirketi, Düyun-u Umumiye, demiryolları hükümet tarafından müsadere edilmiştir.
Dikkat edilecek bir nokta da şu ki, köylüler, çiftçilerin hükümete ödedikleri Aşar adlı vergi sisteminden ve ağırlığından şikayet etmektedir. Büyük meclis, bu aşikar olguyu saptadı ve bunu gelecek yıl düzeltme sözü verdi. Meclisimizde eksik olan, sosyal demokrat kararlar değildir.
Böylece geniş kitlenin şikayetinin olabildiğince etkili biçimde giderileceği düşünülmektedir. Bunun ardından kötü idari sistemi değiştirme ve tartışma zemini olarak az veya çok değiştirilmiş Sovyet sistemini alınma kararına da varıldı; nitekim büyük meclis daha şimdiden hem yürütme, hem de yasama erklerine sahiptir. Biri hükümetten, diğeri halk partisinden olmak üzere iki tasarı sunuldu. Bu tasarıların ruhu, halka yönelmektir. Ne var ki bir toplumsal devrimde “ya hep ya hiç” olur; bu noktaya varılacaktır. Ancak kabul etmeliyim ki, cehalet ve yönetici sınıfların konumunu pekiştirmek üzere yüzyıllardır halkın tabi olduğu din sömürüsü hala kitlelerin gözünü kör etmeye ve çıkarlarını açık bir biçimde görmelerini engellemeye devam etmektedir. Partinin bu iki etkeni hesaba katmayacak bir taktiği, ke sin başarısızlığa mahkumdur. Proleter kitlelerin manevi hazırlığını önceden gerçekleştirmeden ülkede mutlu bir değişiklik yapılamaz. Bu hazırlık da, hiçbir durumda, büyük çoğunluğu komünizme sempati duyan, ülkemizin bu günkü devrimcilerinin ve aydın gençliğinin desteğini sağlamadan başarılamaz. Cehaleti ve din sömürücülüğünü yenilgiye uğratacak durmak bilmez propagandanın en güçlü etkenleri, bunlar olacaktır.
Bu yüzyılda ülkede birbirini izleyen ve özellikle emperyalist kapitalizmin gerçek yüzünü ortaya çıkartan dünya savaşından sonra meydana gelen çeşitli devrimler, genellikle kitlelerin; özellikle devrimcilerin zihinsel gelişmesinde önemli bir etki yaratmıştır. Özellikle işaret etmeliyim ki, savaş süresince Almanya’yla ilişkiler, Brest-Litovsk düellosu, ateşkeslerin ve barış anlaşmalarının acımasızlığı ve devrimci Rusya’yla komşuluk şimdiye kadar devrimci milliyetçi kalmış zihniyetlerin komünizme yönelmesinde özel ve muazzam bir yer tutmuştur. Ahlaktan yoksun kapitalizm ve emperyalizmin iğrenç yüzünün ortaya çıkışının yarattığı manevi yıkım karşısında, bizzat kendinde de fark ettiğim üzere, birçok devrimci zihin, komünizmin ilkeleri Rus devriminin dehaları tarafından böylesine güzel açıklanıp ortaya konmasaydı ve gerçek sosyalizmin kuruluşu yardıma koşmasaydı, kaçınılmaz olarak anarşizme düşerdi. İşte komünizm fikri, bizim devrimci çevrelerde böyle oluştu.
Burjuvalaşmış feodal beyler, dünya coğrafyasının yeni haritalarını istedikleri gibi çizmek üzere, şampanyaların su gibi aktığı, kuş sütü bile eksik olmayan sofralarda yenen akşam yemeklerinden sonra toplantılar yaparken, eski kölelerin yanına yeni köleler eklemeye çalışırken ve nihayet bu baylar, spekülasyonu kendi tekellerinde tutmak için işledikleri büyük cinayetin giderlerini kapatmak üzere insanı şimdiye dek görülmedik ölçüde sömürmek istedikleri birtakım anlaşmalar imzalarken, Türkiye’de kendileri de mazlum ve mazlumların dostu olan birtakım insanlar, Rusya devriminin ilkelerini incelemeye koyuldular. İlk olarak, varlık nedenlerini yitirmiş eski siyasal partilerin tümünü yıkarak işbirliği içine giren Türkiye devrimcileri Erzurum ve Sivas Kongrelerinde, bu iki kongreyi toplayanların zaten doğal önderi olan Mustafa Kemal Paşa’yı başkan seçtiler ve Türkiye devrimcileri, ülkelerinin siyasal ve iktisadi bağımsızlığını sağlamak üzere ulusal devrime giriştiler. Türkiye Büyük Millet Meclisi bu devrimden doğdu. Bu meclisin en solcu üyeleri, kendi aralarında hararetli tartışmalardan sonra, insanlığın sefaletini giderecek ve dünyayı kölelik ve sömürüden kurtaracak, nihayet sözcüğün saf anlamıyla emeğin hükümranlığını sağlayacak, böylece insan onurunu kurtaracak tek gerçek araç olan büyük dünya sosyal devrimine katılmaya karar verdiler. Gördüğünüz gibi yoldaşlar, Türkiye komünist partisini, büyük meclis dışındaki yoldaşlarla işbirliği içinde, vicdani kanaatlerimiz doğrultusunda oluşturduk ve daha önce de belirttiğim gibi, bedenen ve ruhen, haklı ve makul büyük davaya katılmaya geldik.
Bu beyanlarımın içten samimiyetinden emin olunuz yoldaşlar ve Türkiye komünist partisi merkez yapısının en azından 15 yıldır devrimci yaşamları boyunca sözlerini hiçbir zaman yememiş olan üyeleri gibi devrimcilere inanınız.
Böylece, ömrünü tüketen kapitalizme ve emperyalizme karşı, akli ve nihai tek savaşı aynı coşkuyla bizler de yürütüyoruz.
Türkiye Komünist Partisi Temsilcisi ve Büyük Millet Meclisi Milletvekili
lMZA
Dr. T. Rouschdy…” (1)
Tevfik Rüştü Aras’ın 10. 04. 1921 tarihli 2. raporu ise şöyledir:
““Yoldaşlar,
İlk beyanımda izah etme fırsatına sahip olduğum üzere, partim ve ben, şu anda pek küçük de olsa çabalarımızı, Komünist Enternasyonal’in giriştiği muazzam çabayla birleştirmeye her zaman büyük bir önem verdik ve ben Moskova’ya derin bir coşkuyla koştum. Rus devrimi önderlerini ve devrimci kurumları ziyaretim sırasında gördüğüm muazzam iman, Kızıl Enternasyonal’in bu çekiciliğini daha da artırıp pekiştirdi. Dolayısıyla, sınıfların ortadan kalkışını ve dünyadaki emekçi kitlelerin ve tüm ezilenlerin haklarını açık bir biçimde ilan etmiş ve eşitliğe ve adalete aç insanlık için onur kırıcı bir görev oluşturan aşağı ırkların haksız ve yapay teorisini alaşağı eden III. Enternasyonal Yürütme Kurulu önüne çıkacağım günü ifade edilemez bir sabırsızlıkla bekliyordum. İki aylık bekleyişten sonra Yürütme Kuruluyla ilişkiye geçme olanağı bana 4/5 Nisan’da tanındı. Benim açımdan son derece ilginç bu oturumdan sonra, kimi yoldaşların beyanlarına ve edindiğim izlenimlere cevap olarak geliştirdiğim görüşleri yazılı olarak tespit etmek üzere bu mektubu size göndermeyi gerekli gördüm.
Daha önce yazılı bir beyanda bulunduğum için, aşağıdaki biçimde kısa bir sunumla yetinmeyi uygun buldum:
“Türkiye Komünist fraksiyonu, devrimci Türkiye’nin enternasyonalist devrimciliğe uzattığı bir eldir.
Dolayısıyla ödevimiz, emperyalizme ve Avrupalı sömürgelere karşı amansız mücadeleye elbette halel vermeksizin, köylülerin, işçilerin ve aydın gençliğin sınıfsal eğitimini yapmak ve böylece emekçi kitleleri ulusal sömürücülerinin karşısına çıkarmaya hazırlamaktır. Ortadoğu’da tarihin bize biçtiği rolü ve bize düşen görevi gayet iyi anlıyoruz. Ortadoğu’da olanaklı ve kesin barış ancak çoğunluğu oluşturan emekçi kitleler iktidara sahip olduklarında ve karşılıklı bağımsızlıklarına onları gitgide daha yakınlaştıracak bir biçimde saygı göstererek dayanışmalarını artırdıklarında sağlanabilir. Kendimi daha uzun biçimde ifade etme yeteneğim yok, ancak bu eksikliği eylem alanında telafi etmeye çalışacağız. Bu konuda bana sorulacak tüm sorulara cevap vermeye hazırım.”
Pavloviç yoldaşın ifadelerinin bana Şablin yoldaş tarafından özetlenerek yapılan çevirisinden, bize karşı aşağıdaki görüşleri ileri sürdüğünü anladım.
1. Lenin ve Zinoviev yoldaşların eserlerini tercüme etmiş ve hatta Anadolu’da Ethem isyanını kışkırtmış olan Bakü’de bir Türkiye Komünist fraksiyonunun varlığı;
II. Gazetenin başında partimizin bir üyesinin bulunmasına rağmen, Yeni Gün (orjinalde Türkçe, Ç. M.) gazetesinde komünist olmayan makalelerin yayınlanması.
III. Partimizin akıbeti hakkında karar vermek için Bakü fraksiyonunun raporlarının beklenmesinin uygun olacağı.
Hiçbir dayanağı olmaksızın Türkiye fraksiyonu olarak geçinen ve kesinlikle Komintern tarafından kendisinin doğu seksiyonu olarak kabul edilmemiş bir komitenin sunacağı rapora göre partimizin akıbeti hakkında karar verilmesi yönündeki isteğin son derece yaralayıcı olmasına rağmen, yaklaşık olarak şunu söylemekle yetindim ki, komünizme yakınlık bakımından Ethem’in üyeliği bir ölçü ise, Bakü fraksiyonu ile Ankara komünist partisi arasında, bu önceliğe kesinlikle biz sahibiz; zira Ethem, Bakü fraksiyonuyla hiçbir zaman herhangi bir ilişkiye sahip olmamış yoldaşlarımızdan biridir, ayrıca şunu da eklemem gerekir ki, Ethem, bu isyanla, bize büyük zarar verdi. Bu olaylar hakkında kesin ayrıntılara sahip olmamakla birlikte, öğrendiğim kadarıyla, Ethem; Kütahya’da geçici bir hükümet kurmak istemiş ve bu amaçla Eskişehir demiryolu işçilerine bir bildiri dağıtmış. Bir hafta süreyle hükümet kuvvetleriyle çatışmalardan sonra Ethem kuvvetleri dağıtılmıştır. Aslında Ethem’in emrindeki askerlerin büyük bolümü, Ankara’nın tek bir çağrısı üzerine onu terk etmişlerdir. Kışkırtılmış olsa bile Ethem’in böyle bir isyana kalkışmaması gerekirdi; zira böyle bir durum genel davaya zarar vermekten ve itilafçı Yunan ordusunun harekatına elverişli bir zemin oluşturmaktan başka bir sonuç yaratamazdı. Moskova gazetelerinin verdiği haberlere göre, halk partimizin gazete bürolarına saldırmış ve bu olaylar nedeniyle Eskişehir’de tutuklananlar olmuş.
Türkiye fraksiyonu adıyla komünist partilerinin sayısına gelince, bunlar üç tanedir. Bunlardan biri, Türkiye’de hiçbir dayanağı bulunmadığından ne görüş ayrılığımız, ne de hatta ilişkimiz olan Bakü fraksiyonudur. Büyük Millet Meclisinde, uluslararası ölçüde komünist olarak tercüme edilen Halk İştirakiyun adını taşıyan bir üçüncü parti de vardır. Bu, bizim açımızdan oportünizmdir.
Daha sonra sözü Sultanzade yoldaş aldı. Konuşmasına programımızı görmediğini söyleyerek başladı; oysaki bu program Yürütme Kurulu’ndaki dosyada vardı. Ardından -hep Şablin yoldaşın bana yaptığı özet tercümeye dayanarak konuşuyorum- partimizin İslam dünyasına yayımladığı bir bildirinin elinde olduğundan söz etti. Bana cevap için söz verilmedi ve konu buraya havale edildi.
Tüm bunların ötesinde her iki yoldaş da partimizin Mustafa Kemal Paşa’nın sun’i bir kuruluşu olduğunu ve bizlerin onun en iyi dostları olduğumuzu hissettirdiler. Gerçekten de, kişisel dostluk, benim açımdan son derece doğrudur. Ancak yoldaş bu görüşleri ve devrimci Türkiye’nin uzattığı ele bakış tarzını analiz etmeme ve durumu aydınlatmak ve açıklığa kavuşturmak amacıyla net bir biçimde cevap vermeme olanak tanıyınız.
Sanıyorum ki Ethem olayıyla ilgili olarak yukarıda belirttiklerim yeterince açıktır; nitekim bu olaydan hemen sonra Yunan ordusu taarruza geçmiştir.
Bakü fraksiyonuna gelince, bunun partimizden tamamen farklı olduğunu eklemem gerekir. Partimiz her zaman halk yığınları için de çalışmış ve halkın kaderini paylaşmış kişiler tarafından Türk devriminin bağrında kurulmuşken, Bakü fraksiyonunda, sadece, Anadolu dışında yaşayan ve ülkede hiçbir örgütü bulunmayan bir grup insan yer almaktadır. Bunların iyi birer Marksist olarak görülmeleri önünde bir engel bulunmamakla birlikte, Türkiye’de Marksizm’in münhasır tekelini bunlara tanımaya da hiçbir neden görmüyorum. Bu iki fraksiyonun birleşmesi elbette söz konusu olabilir ancak Anadolu Marksistlerine, Merkez Komitesi olarak, ülke dışında oluşmuş ve ülkeyle ilişkisi olmayan bir grubu dayatmaya çalışmayı anlamam olanaklı değil. Bunların faaliyetinin, çevre ülkelerde komünist propaganda üzerinde, özellikle iç çekişmeleri ve taktik eksiklikleri nedeniyle yaratmış olduğu kötü etkilerle ilgili dolaşan söylentiler üzerinde durmaksızın, propagandanın verimliliği açısından bilmemin ilginç olacağı Türkiye’deki bir ruh halini aydınlatmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Avrupa tarafından açık bir biçimde ve her zaman kandırılmış olan Türk halkı, sadece kendi kaderini paylaşanların ve kendisinin gayet iyi tanıdıklarının tavsiye ettiği fikirlere itibar etme alışkanlığı edinmiştir.
Öte yandan, III. Enternasyonal Yürütme Kurulu’nun bizim önceki sosyalizm aşamasından hani Avrupa barışı için Türkiye’nin paylaşılmasının gerekli olduğunu onaylamış ve hatta yetkili önderlerinin ağzından bunu ilan edip önermiş ve bizim köleleştirilmemiz pahasına kendi işçilerini kandırmaya çalışmış o oportünist sosyalizm aşamasından geçmediğimiz eleştirisinin yapılmasını kabul edeceğine inanmıyorum.
Daha önceki beyanlarımda hükumetle ilişkilerimizin mahiyetini yeterince açıklığa kavuşturduğumdan, bu konuya geri dönmeyi gereksiz görüyorum; zaten amaçlarımız da programımızın ilk maddelerinde net bir biçimde tanımlanmıştır.
Şu noktayı eklemem gerekir ki, büyük mecliste milletvekili de olan merkez komitesi üyelerinin eylemlerini sadece kişisel kanaatleri ve çoğunluğu oluşturan ülkenin emekçi kitlelerinin çıkarları etkileyebilir.
Yeni Gün gazetesiyle ilgili olarak, şuna işaret etmekle yetineceğim ki, bu gazetenin yazı işlerinin başında bulunan yoldaş sayesinde, gazete, kesinlikle parti organı olmamasına rağmen Bolşevik literatürün birçok sayfasını ve komünizm lehine birçok makaleyi ve Bolşeviklerle ilgili yüzlerce haberi yayınlayabilmeli.
Öte yandan, fraksiyonumuz, kendisinin olmayan bir gazetenin sorumluluğunu kesinlikle kabul etmez.
Partimizin İslam dünyasına yayımladığı bildiriye gelince, böyle bir şeyin bulunmadığını ve bunun tersinin kanıtını bana verirse Sultanzade yoldaşa müteşekkir olacağımı söyledim. Partimizin bunu hiçbir zaman düşünmemiş olduğunu beyan etmekle birlikte, şunu eklemeyi de yararlı buluyorum ki, taktik bir araç olarak, komünist hareket lehine böyle bir bildirinin çıkartılması önünde bir engel de görmüyorum.
Son olarak, itiraf etmek isterim ki genç Marksizm’imiz henüz deneyimde ve belki de diğer partilerin sahip olduğu sağlamlıktan yoksun, ancak şunu istemeye hakkım olduğuna inanıyorum ki, yoldaşlarımı ve şahsen beni harekete geçiren devrimci imana, hiçbir şeye tabi olmayan ve şu anki programımızın sınırları içinde ne olursa olsun hiçbir biçimde değişmeyecek olan o devrimci imana inanılsın.
Enternasyonal ile ilişkilerimi açıklığa kavuşturmama yardımcı olacak cevabınızı beklerken, en dostça selamlarımı iletirim.
Türkiye Komünist Partisi Temsilcisi ve Ankara Büyük Millet Meclisi Milletvekili
(iMZA)
Dr. T. Rouschdy…” (2)
1) TÜSTAV Kominten Arşivi Döküm 1, CD 25A, Klasör 31_36, Belge No: 631-638 (Fransızca).
2) TÜSTAV Komintern Arşivi Döküm 1, CD 25A, Klasör 3 1_36, Belge No: 648 – 651 (Fransızca).
3) Erden Akbulut Mete Tunçay Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920-1923) Sayfa 70, 71, 72, 73, 74, 75.