Ana SayfaNIVÎSKARÊNRECEBİYE CEMAHİRİYESİ’NDEN HALİFELİĞE DOĞRU MU?

RECEBİYE CEMAHİRİYESİ’NDEN HALİFELİĞE DOĞRU MU?

Tevfik FİKRET’in deyişiyle bir “beyaz dumanın içerisindeyiz”. Recebiye Çemahiriyesi döneminden piyano piyano beyaz duman dönemini tamamlayarak siyah duman dönemine doğru adım atılıyor. Anadolu ve Mezopotamya halkları olarak ki eğer ABD ve AB başta olmak üzere küresel finans teröristleri yeşil ışık yakarlar ise teok döneminden teokrasiye, Halifelik dönemine geçiş yapacağız…

Başta ABD ve AB küresel güç ve finans oligarkları ve de bunların politogları kendilerine zararlı olmayan bir teokratik rejime yeşil ışık yakabilirler ‘eti bana kemiği sana ‘misali ekonomik alan ile ilgili rantımızı alır isek gerisi size ait derler. Bu uluslararası güç denilen emperyal güçler, çember ve çeper ülkelerin kendi çekirdek ülkeler seviyesine çıkmasını istemezler. Bunların diplomasisi çekirdek denilenlerin dışında kalanları yerme, aşağılama, küçük düşürme ilişkileri üzerine kurulmuştur. Takke giyen bir RTE onlara daha da caiz gelir diye düşünüyorum. Örtünen ve de mümkünse siyahlara bürünmüş kapalı bir giyim içerisinde olan bir Emine Erdoğan hanımefendi isterler ve bu durumu kendi halklarına karşı koz olarak en iyi medeniyetin kendilerinde olduğunu “The civilized world” (“uygar dünya”) kullanırlar… Bizim gibi ülkelerin din savaşları, mezhep savaşları, kara çarşafa bürünmüş kul vatandaşları bunların çıkarına uygun gelir; kendi vatandaşlarının hallerine, “Even as we are beter” (yinede bizler iyiyiz ), razı olmaları ‘Bakınız ne güzel bir uygarlaşmış dünya da yaşıyoruz!’ demek için kendi halklarına. Türkiye gibi çember, Afrika gibi çeper devletlerin elit yöneticileri de ABD AB vb… devletlere “uygar ülkeler seviyesine çıkmak” derler. Ama nafile bir türlü olmaz, olmuyor…

Tekrar konuya dönersek; televizyonda RTE’nin balkon konuşmasını izlediğimde % 30 üzerinden bir, (Hitlerde sosyal demokratların ‘kelekliği’nin yüzünden % 42 oy almıştı) eğer tabir uygun düşer ise, kitlesel hipnozculuk duygusu içerisinde kaldığını ve de kendisini bir lider despotizmi psikozu içerisinde bulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. NATO ile iç içe geçmiş, TC iktidar erkinin ABD ve AB istihbarat birimlerince saniye saniyesine izlendiği bir devlette, batılı denilen devletler kendilerindeki gibi uygulanan bir sistemi yasama, yürütme, yargı hatta ve hatta giyimden-kuşama varıncaya kadar istemezler. Batılı denilen finansal terörist devletler Türkiye’nin bir Suudi Arabistan, bir Katar (… ) olmasını isterler çünkü Ortadoğu’daki halklarda vatandaşlık bilincinin gelişmesi işlerine gelmez ki bu nedenle araştıran, soran bir vatandaşlık bilinci yerine, araştırmayan, sormayan, bir kulluk bilinci ‘bireyler’ini tercih ederler diye düşünüyorum. Tıpkı batılı ülkelerdeki yabancı kökenli öğrencileri öğretmenler aracılığı ile en alttaki mesleklere yönlendirdikleri gibi ki bu konuda bazı istisnaların olması da sistemi kamufle etmek içindir. 11. ve 12. C.reisi hanımlarına kapalı giyimi uygun bulan finansal teröristler şürekâsı belki duruma göre ‘eti benim kemiği senin’ yemekli toplantılarda bayanlar aracılığı ile, bayanlar kendi aralarında, ‘hanım efendi kapalı giyim size daha çok yakışıyor’ dedirttirilerekten 13. C.reisi’nin eşine ya kara çarşafa büründürmeyi yakışır bulup önerirler ya da gelişmelere göre yüz ve saç kısmı kapalı, kot pantolonlu bir giyim ve kuşamı uygun bulurlar; yani neo-liberalizm ile bütünleşmiş bir sembol giyim-kuşam ve de dahası. Yemek yemeden tutunuz,  bütün günlük yaşamın jestlerine varıncaya kadar ‘balık baştan bulanır ‘ önce C.reis hanımlarına daha sonra da halka yavaş yavaş benimsettirilmeye çalışılır. Semboller ve giyim-kuşam bir toplumun yaşamsal ruh halinin dışa vurumudur. Kadını kapatmak, kadını ikinci sınıf vatandaş görmektir. Ve de tamamen erkek egemen anlayışıdır ki normal bir kapanma değildir. İşin kötü yanı özgürlükler adı altında yapılıyor olmasıdır. Balkon konuşmasındaki RTE’nin duruşu bana Harald BREAM’ın Mitilojinin romanı Uruk Aslanı Gılgameş kitabındaki geçenleri hatırlattı. Balkondaki duruşu tam bir Enkidu duruşu idi. Erdoğan hanımefendinin duruşu da sanki bir Tehiptilla duruşu gibi idi. Erdoğan hanımefendinin giysileri bana teokratik bir Recebiye Cumhuriyetine doğru gidişatı kafamda canlandırdı… 21. yy Enkidu RTE’nin mitolojideki gibi Enkidu’yu da yanına alarak kötü ruhlara karşı mücadele eden bir Gılgameş değildi. 21.yy Enkidu RTE’yi iyi ruhlara karşı yalan ve dolan ile şöyle kalkındık, böyle çağ atlayıp ilerledik, övgülü idi, boş sözlerdi ve de Anadolu’da söylenen ‘çemkirme’ sözüne çok çok uygundu. Boş konuşulmaya devam edileceği gün gibi ortada. AKP yalancılığı ve talancılığı ülkeyi felakete götürüyor ama buna rağmen yeni yetme bir kaç AKP çıkarcıları İslamo- neoliberal sermaye iktidarı avazı çıktığı kadar  ‘kalkınıyoooruuuz’ dillendirmesini sürdürüyorlar. TOKİ aracılığı ile “gök delen binalar” yapılıyor, günlük olarak çok masraflı asansörler düşüyor ve de her gün ölüm haberleri, apartman sakinlerine pahalıya mal olan asansör girdileri cep yakıyor. İş yerlerinde yeterli iş güvenliği sağlanamadığı için her gün iş kazaları; yer üstü böyle iken yer altında da sık sık SOMA gibi kazalar ha keza aynı bir durum.

Termik santrallerin çevreye, insana ve canlılara verdiği zararlar, tarım ürünlerinde üretim ve kalite düşüklüğü, insan sağlığında kanserojen belirtiler vb… Trafikte her gün kaza ve ölüm olayları, bilinçsiz sürücüler, bilinçsizce otomobile sahip olma aşkı nerede ise “otomobili olmayana kız verilmiyor”(!) Yolsuzluklar, ekonomide lümpen gidişat, basının yazdığına göre IŞİD denilen kadın, çocuk kaçırıp tecavüz eden yapılandırma ile gizili ilişkiler, çözüm süreci denilen Kürt sorunu bir bilmeceye dönüşmüş ve de sadece dil üstünde sürüncemede kalmış. RTE ayrı bir dil, G.Kurmay ayrı bir dil sürüncemesi yapıyor. Dersim jenosidini açıkça belgeleyen deliller olduğu halde ‘çıt’ yok; Ermeni, Pontus, Süryani jenositlerinde olduğu gibi. Toplumda ve gençler arasında intihar olayları, kadına karşı erkek şiddeti, Bonzai kullanarak ölen gençler yine ‘çıt’ yok vb. Bütün bu sorunları çözecek bir RTE beklemek toplumla alay etmektir diye düşünüyorum. Tutarlı bir muhalefette parti sözcüleri babında orta yerde yok ki sadece muhalefetin halk katmanlarında az da olsa bir ses var. Muhalefetin bir kısmı ulusalcılık adı altında tek ‘millet’ nakaratını tekrarlamaya devam ediyor. Diğer muhalefette “seçim sonuçlarına saygılıyız” diyerekten “yüzde 52 oy alan” bir C.reise, Reis heveslisine, o çok dillendirilen sözüm ona demokratik yöntemlere riayet etmeyen ve de o yöntemleri politikaya alet ederek halife olma hanesine kullanan, Kürtleri kandıran birisine(…) “saygılıyım” diyor. Hele de 2. Abdulhamidcilik kurnazlığı oyunu yaptığı açıkça belli olan birisine ayağa kalkarak alkış çalmak doğru değildir ki yine de ben bunu bir anlık iyimserliğe ve duygusallığa yorumluyorum ya da okura bırakayım. Halbuki RTE yüzde 52 oy almadı. Sadece seçime katılanların yüzde 52’sinin oyunu alabildi. Bu yüzde 52’lik bir oy durumunu iyi okumak gerekiyor ki RTE genel seçmenin yüzde 1/3’nün oyunu alabildi demek daha doğrusu olurdu. Temsili demokrasi denilen saçmalık batıda da böyle der, doğuda da böyle der, falanca parti oyların şu kadarını aldı diyerekten seçime katılanların sayısının şu kadar oyunu aldıdan hareketle seçmen sayısının önemi yerine, seçime katılanların sayısı önemsenir ve buradan hareketle seçimlere katılmanın meşrutiyeti öne çıkarılır ve de sanki seçimlere iştirak etme demokrasinin kendisi sayılır ve seçimlere iştirak etme eşittir demokrasidir saçmalığı ön planda tutulur. Amma velakin demokrasinin bu olmadığı bir gerçekliktir konuyla ilgilenenler açısından. Oy verdiğim S. Demirtaş’a Jacques Rancière’in kitabından “Demokrasi Nefreti” şu alıntı ile yanıt verebilirim, temsili demokrasi denilen aldatmaca üzerine; “Demokrasi ne yönetilecek bir toplum ne de bir toplumun yönetimidir. Demokrasi her yönetimin kendi temelinde yer aldığını keşfetmesi gereken yönetilmezliktir bilhassa”. “Demokrasi Nefreti”ni özetleyen Ali Bulunmaz da şöyle yazmaktadır ‘Ranciere’in “sahte demokrasi” dediği bireyci demokrasinin serpilmesini sağlar. Atomize bireylerin öne çıktığı bu demokraside, kişi egosuyla baş başa kalır. Atomistik bireyciliğin zaferi aynı zamanda “gücün, sayının ve kurnazlığın zaferine dönüşür”. “Bireyci demokrasi”, bir kolektifliği savunur gibi yapar ama desteklediği şey hiyerarşik bir kolektifliktir. “Bazıları eşittir, bazıları daha eşittir” sözü böylece ete kemiğe bürünür’.

Ekonomide lümpen gidişat piyano piyano adım atarken, hukuksal alanda da hukukla, hukuk devletiyle ilgisi, astarı olmayan bir gidişat devam etmektedir ki bu duruma ‘Guguk devleti’ demek tam yerinde olur. Böylesi bir RTE’li guguk devletinden sorunları çözme beklentisi bana hiç mi hiç inandırıcı gelmiyor. RTE’nin polis saldırıları, devlet şiddeti devam edecektir ve hızlanacaktır diye düşünüyorum. RTE her şeyi tozpembe gösteriyor ama istatiki veriler hiç de öyle değil. Geniş tanımlı işsizlik yüzde 16’ya, yoksulluk zaten diz boyu ki tabir uygun olur ise ‘iki tavuğu olan’ işsiz sayılmıyor. İşsizlik sayısı resmi rakam olarak 5 milyon, enflasyon da çift haneye doğru yükseliyor, 2013 yılı itibari ile ithalat 51.5 milyon dolardan 251.1 milyara yükselmiş ki aradaki açık çok fazla. Cari açık 1 milyardan TL bazından 65 milyar TL ye fırlamış, kısa vadeli borçlar 16 milyar dolardan 129 milyar dolara yükselmiş… RTE hala ‘çemkiriyor’ ‘Kalkınıyoooruuuz…” Kur Dolar / TL 2.26’lara çıkmış, dış borç kredisi 100 milyar, örnekleri çoğaltmak mümkün… RTE’nin dış borçları sıfırladık Enkidu duruşunda, İMF’de çalışan Kemal Derviş’in girişimi ile dış borç kredisi sağlama vasıtası ile kapatılmaya çalışılmıştır; hepsi bu, gerisi AKP çemkirmesi ki dış borç kredisi nasıl oluyor da borç sayılmıyor? İnsanın şu kepazelik iktisatçılığa bak diyesi geliyor.

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights