“Bir bedenin neler yapabileceği
hakkında hiçbir şey bilmeyiz.”
Spinoza
Armen Korkmaz / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Dünyanın birçok yerinde özgürlüğü özellikle dini kanunlarla kısıtlanmış kadınlar, ellerinde avuçlarında hiçbir şey olmadığı halde kendilerini son derece güçlü hissediyor ve direniyorlar. Kadınlar İran’ın dört bir yanında inanılmaz bir şekilde örgütleniyor, “yazgılarına” karşı geliyorlar. Bireysel anarşist çıkışlar kadar kolektif eylemlilikler de göz dolduruyor. Yasakların gölgesinde örtünün “oksijensiz bıraktığı” saçlar; rüzgarın, güneşin alacasına değmediği için dalgası/ ışığı kırılıp donuklaşan saçlar kadınların güçlü isyanıyla örtüden sıyrılıp hayatla buluşuyor. Ahh kızıl, siyah, kumral ve buğday sarısı renklerde tutkuyla dalgalanan saçlar. Zorbalıkla öldürülen Mahsa’nın değerli anısını hem yas hem de isyanla yaşatmak için tıpkı cesaretle giyotine uzanır gibi makasla kıstırılan ve tel tel dağılan, acımadan kesilen saçlar! Anais Nin’in özgür ruhu ve sonsuz merakıyla aynada izlediği kadın bedenini, içgüdüsel olarak dokunmak ve keşfetmek istediği cinsel organlarını sevdiği gibi saçlarını sevmek, dokunmak, sırf yasak koyulduğu için onları daha çok özgürleştirmeyi istemek ve görünür kılmak.
İran İslam Cumhuriyeti tarihi, insanlık tarihinin belki de en “anlaşılamaz” hatta kayda alınmaya değer görülmeyesi bu dönemi, yansıttığı izleri bakımından kadınların hak ve özgürlükleri karşılaştırıldığında eski İran’dan fersah fersah geridedir. Sasani İmparatorluğu’nun Arap Müslümanlar tarafından MS. 651’de istila edilmesine kadar olan sürede Persli kadınlar, eski İran kültüründeki ayrıcalıklarının sefasını sürmeye devam etmişlerdi. İranlı kadınların ve yüzünü “batıya dönmüş” İranlı avangart erkek sanatçıların zorlu yaşayımları, hayatın onlara cezalarla zehredilişi, geçmiş ile birlikte ifade ve inanç özgürlüğü karşılaştırılmalı okunduğunda modern felsefenin iddia ettiğinin aksine tarihin ilerlemeci bir gelişim çizgisine sahip olmadığını gösterir. Eski İran’da kadınlar, birbirinin mirası birçok imparatorlukta tüm sınıfların kadınlarının itibarının ve bağımsızlığının korunması için bir Pers paradigması ile gözetilmişlerdir. Adil ve eşitlikçi bir sistem adeta her alandadır. Erkeklerle eşit maaş alabilme hakkı, tek başlarına özgürce seyahat, soylu olan sınıfın politika üreterek yönetime üst düzey katılımı ve etkinliği, kadınların kendi kaderlerinde söz sahibi olabilmeleri hakkı, ticaretle uğraşmak, siyasi amaçlar için evlenmeleri gerekmedikçe kadınlara kendi eşlerini seçebilme imkanları tanınmıştı. Metreslerin kraliyet üyeleriyle evlenebilmelerinin önü açılmıştı ve kraliçe unvanı alabiliyordu onlar da. Eş ve metreslerden olma çocuklar yönetimde eşit düzeyde temsil hakkı kazanıyorlardı ve aynı seviyede saygı görüyorlardı. Kadınlar savaş dönemlerinde asker olarak işe alınıyorlardı ve eşsiz savaşçılar gibi eğitilip dövüşebiliyorlardı. Sanatsal faaliyetler; dans müzik ve hikaye anlatıcılığı özellikle teşvik ediliyordu ve kadın erkek ayrıştırılmıyorlardı.
İranlı kadınlar İslamcı rejim inşa edilmeden hemen önce Muhammed Rıza Şah Pehlevi’yi seküler bir Müslüman olarak, güçlü modernleşme ve sekülerleşme siyasetine rağmen Batı yanlısı bir dış politika izlediği için tüm muhalif öğelerle birlikte aforoz etmişlerdir. Şah Pehlevi, İran’ı küresel bir güç ve modern bir ülkeye dönüştürme isteğiyle reformist “Beyaz Devrim” adlı bir programı uygulamaya koymuştur. Bir dizi sosyal, siyasi ve ekonomik reformu içeren devrim halk üzerinde beklenenin tersine huzursuzluğa neden olmuştu. Özellikle kadınlara tanınan haklar ve toprak reformu ve geleneksel tüccarlarla yaşanan anlaşmazlıklar Şii ruhban sınıfını rahatsız etmiş ve iktidara karşı ortak güçlü bir muhalefetin gelişmesine dayanak olarak sunulmuştur. Takdir göreceği yerde ağır eleştirilere maruz kalan hükümet ve Şah Pehlevi, komünist Tudeh Partisi’ni yasaklayıp istihbarat örgütü Savak’ı da devreye sokunca her kanaldan muhaliflerle mücadeleye zorlandı. Ve “Şah Pehlevi” siyasi huzursuzluğun bir devrime dönüşmesi sonucu ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Ülkede monarşiye son verilirken Ayetullah Humeyni liderliğinde bir tür İslamik cumhuriyet ilan edilir.
İslamcı rejim, ilan edildiği ilk andan itibaren toplum için avangart görünmeyen dikkat çekmeyen tehlike oluşturmayan mütedeyyin ve devrimci bir kadın modeli tasarlamış, o sırada ve yıllar içinde oluşan toplumsal normları kabul eden kadınları makbul, etmeyenleri ise şu anda olduğu gibi isyankar olarak niteleyen ve ahlâk polisine havale ederek çok sert cezaların uygulanmasını telkin etmiştir. Kadınlar istikrarlı bir şekilde Şah Pehlevi dönemindeki gibi şeklen, fiziksel seküler dizaynı reddettikleri gibi teokratik yönelimli dayatmaları da kabul etmiyorlar.
İran’da “Jina Mahsa Amini”nin ölümüyle başlayan “kadın direnişi” güçlenerek ve yayılarak devam ediyor. Son süreçte sisteme karşı çıkan muhafazakâr kadınlar ve erkekler de direnişe destek veriyorlar. Gösterilerin Kürdistan’da başlaması, Mahsa Amini’nin Kürt olması ve “Jin, Jiyan, Azadi” sloganının tüm eylemlerde ünlendirilmesi hareketin önce İran’da Kürtler arasında karşılık bulmasını sağladı. Beluciler, Azeri Türkler ve Arapların yaşadığı alanlar ve hemen sonrasında tüm dünya kadınlarının desteklediği ve katılım gösterdiği yaratıcı eylemlerle devam ediyor.
Şiddetli sokak çatışmalarının yaşandığı, yaklaşık 18.000 tutuklunun ve 500’e yakın insanın hayatını kaybettiği sürecin olumlu dönüşümleri de oldu. Ahlak Polisi kaldırıldı, kadınlar sokaklarda diledikleri gibi görünmek ve hareket etmek konusunda eskiye oranla daha rahat bırakıldılar. Hükümetin samimiyetsiz yaklaşımı ya da denge politikası direnişi destekleyenlere karşı hızlı yargılanmalar ve idamlarla ortaya çıkınca küçük kazanımlar ve minik sevinçler de yerini hüzne bıraktı. Elbette gösterilerin bir liderden yoksun olması iletişimi ve kazanımı engelleyecek etkidedir, ne ki hızlı hukuksuz yargılamalar ve idam cezaları da bu liderin ortaya çıkmamasını tetikleyen asıl sebeptir.
İran, 19-20-21 Aralık günleri zincir grevlerle hareketlenmesine rağmen öğrenci hareketleri ile esnaf ve işçi grevleri henüz bir devrimi ateşleyebilecek etkide değil maalesef. Eğer ısrarcı çoğulcu bir muhalefet ve spontan politika üretebilecek ortak akıl devreye girerse, rejimi yıkamasa bile çok gerilere düşürür ve ülkeye rahat bir nefes aldırır. Çünkü dinlerin dünyanın çeşitli yerlerinde bütünüyle içselleştirilmediği, ritüel olarak yaşatıldığı ve dayanışmacı ve şölen ruhuyla korunduğu bu çağda Ortadoğu’daki dindar halklar değişime ayak uydurmayarak ve daha da radikalleşerek iman etmeye devam ediyorlar. Dileğim odur ki, değişim ve reform rüzgarları tez zamanda tüm dünya halklarını etkilesin ve mutluluğa ve refaha sürüklesin.