Site icon Rojnameya Newroz

ÖZGÜR İFADE “HAZIR OL”DA DUR(A)MAZ

Hak, hukuk ve adalet; her biri derin anlamla yüklü kavramlardır. Felsefi ve hukuki açıdan ayrılmaz üçlüyü, diyalektik bir bütünü oluştururlarken; herkes için adalet istediğinde hukukun üstün olması imkân dahilindedir.

ÖZGÜR İFADE “HAZIR OL”DA DUR(A)MAZ[*]

TEMEL DEMİRER / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

“İnsanın düşüncelerini

hazır olda durmaya

kim zorlayabilir?”[1]

12 Ocak’ta 67 yaşıma girdim; iki gün sonra, bugün de (14 Ocak 2021’de), 2020/2588 Soruşturma, 2020/535 Esas ve 2020/185 No’lu İddianame ile isnat edilen “Terör Örgütü Propagandası Yapmak” suçlaması(?) ve 1 ila 5 yıl hapis ile cezası ve “belli kamu hakları kullanmaktan yoksun bırakılmak” talebiyle karşınızdayım.

Mahkemelerde sayısını hatırlayamadığım kadar yargılandım; hatta geçenlerde, 25 Eylül 2020’de “1) “Halkı Kin, Nefret ve Düşmanlığa Tahrik, Aşağılama”, 2) “Cumhurbaşkanına Hakaret”, 3) “Terör Örgütüne Üye Olmak”, 4) “Terör Örgütü Propagandası Yapmak”…”tan gözaltına alınıp, dört gün sonra da “takipsizlik kararı”yla (İst. Cum. Başsavcılığı, 2020/131956) serbest bırakıldım.

Bu tür bir birikim, insana ister istemez bir tecrübe kazandırıyor; iddianamenin hakkımdaki 8 satırlık “suçlamalar”ına ilişkin yanıtlarıma gelince:

KISA(CA) YANITLAR(IM)

Öncelikle özensizce hazırlanmış savcılık iddianamesindeki hatalardan birisini düzelteyim: Ben müzisyen olmadığım gibi, – keşke olabilseydim ama- Grup Munzur üyesi de değilim.

“İyi de 29 Mart 2019’de Hozat’ta ne mi yapıyordum”?

Ben, o tarihte Hozat’ta yerel seçimlere adayı ile giren Türkiye Komünist Partisi (TKP)/ Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) tarafından düzenlenen etkinliğe, komünist bir yazar ve aydın sıfatıyla, Belediye Başkan adayı Yılmaz Cesur’a destek olmak amacıyla, yani bir yasal seçim çalışması kapsamında gidip, ifade özgürlüğü hakkımı kullandığım bir dayanışma konuşması yaptım. (Benzer türde konuşmaları Ovacık’ta, Tunceli’de vb’lerinde de yapmıştım.)

Uzunca konuşmamdan alınmış “Temel Demirer isimli şahsın ‘Biz bir geleceğiz (DOĞRUSU: GELENEĞİZ-bn), biz bir tarihiz, biz bir mücadeleyiz, bu mücadelenin şahidi şu yanı başımızdaki dağlardır, o dağlarda olanlardır…, biz kasketin en çok yarıştığı (DOĞRUSU: YAKIŞTIĞI-bn), ser verip sır vermeyen o insanın, o adamın (BU İFADE BENİM DEĞİL-bn), o mücadele çizgisinin takipçileriyiz,’ söyleminde bulunduğu, şüphelinin bahsettiği kişinin TİKKO/MKP silahlı terör örgütü kurucusu İbrahim Kaypakkaya isimli şahıs olduğunun değerlendirildiği,” biçimindeki satırların yanlışlarıyla ve eklemeleriyle “suçlanıyorum”!

Tek tek yanıtlarsam:

i) Öncelikle yaptığım bir taramaya göre TİKKO/MKP diye bir örgüte rastlamadım; ancak kastedilen iddianamenin son satırındaki TKP/ML TİKKO ya da MKP/HKO mu? Ya da hangisi? Zikredilen iki örgüt aynı değil; toptancı iddianamenin neyi kastettiği açık değil; bilgisiz, subjektif ve önyargılı!

Savcılık iddianamesinde sözü edilen TİKKO/MKP adında illegal bir “silahlı terör örgütü” var mıdır, bilmem. Kaldı ki ben konuşmamda herhangi bir örgütten söz etmedim. Bir mücadele tarihinden ve bir kişiden söz ettim. İddianamede “terör örgütü lideri” olduğu iddia edilen, ancak hakkında kesinleşmiş -hatta herhangi bir – hüküm bulunmayan kişiden…

Dahası ben, söz konusu kişinin herhangi bir eyleminden de söz etmedim. Kasketin kendisine yakıştığını, ser verip sır vermediğini söyledim. Bunlar, kişiye ait olduğunu düşündüğüm özellikler. Bunun “cebir ve şiddeti övmek”le ne alâkâsı var? Örneğin “Hemşehrim İbrahim Kaypakkaya iyi saz çalar, çok iyi türkü söylerdi,” deseydim, “terör örgütü propagandası” yapmış sayılacak mıydım? Böyle bir şey olabilir mi?

ii) İddianamede adı geçen ‘TKP/ML’ adlı örgüt varlığını sürdüren bir örgüt değildir. Yaklaşık 40-45 yıl önce varlığı sona ermiş/dağılmış bir örgüttür. Emniyet TEM Birimi tarafından hazırlanan ve dosyaya sunmuş olduğumuz 6 sayfalık ve 2019 tarihli bilgi notunda THKP/C adıyla faaliyet gösteren bir örgütün bulunmadığı belirtilmiştir. TKM/ML ve THKO adlı örgütler de 1970 yıllarda ortadan kalkmış ve dağılmış örgütlerdir. (Av. Şenal Sarıhan ile Av. Ahmet Tan’ın 2020/311 E. No.lu Mehmet Özer davası için Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sundukları savunmadan)

Bu bağlamda Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 9.2.2016 tarihli ve E. 2015/7466, K. 2016/1025 sayılı kararında, “Terör örgütünün propagandası suçunun oluşumu için; faaliyetleri devam eden bir terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemleri teşvik edecek şekilde yapılması gereklidir,” kararı orta yerdeyken; atılı suçun oluşma zeminin bulunmadığı görülmektedir.

Kaldı ki suçlamaya konu cümlelerin hiçbirinde “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemleri meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek” bir ifade ve/veya ibare de yoktur.

İddia makamının, cezalandırılmamı talep ettiği Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. maddesi incelendiğinde, suç olarak tanımlanan fiilin, “terör örgütünün, cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini”; 1) meşru gösterecek, 2) övecek, 3) bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapmak unsurlarını içermesiyle tanımlandığı görülür; eklemeden geçmeyeyim!

Terörle Mücadele Kanununun 7/2. Maddesi, 11.04.2013 tarih ve 6459 sayılı Kanunun 8. Maddesi ile değiştirilerek son şeklini almıştır. Bu son değişikliğin gerekçesi; “AİHM, şiddeti teşvik edici nitelikte olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ya da kişileri silahlı isyana teşvik edici nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin Terörle Mücadele Kanununun 7’nci maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaktadır.”

“Yapılan düzenlemeyle, maddenin ikinci fıkrasında yer alan suçun unsurları yeniden belirlenmekte, maddeye ‘cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bti yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde’ ibaresi eklenerek suçun kapsamı AİHM standartlarına uyumlu hâle getirilmektedir,” biçimindedir.

Atılı suçu kabul anlamına gelmemekle birlikte bu değişiklikten sonra her türlü propaganda değil, sadece “cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemleri meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde” yapılan propagandalar suç olarak cezalandırılabilecektir.

Ve bu da çok nettir (değil mi?)

iii) Gelelim iddianamedeki “Biz bir geleceğiz (DOĞRUSU: GELENEĞİZ-bn), biz bir tarihiz, biz bir mücadeleyiz” ibaresine…

Biz komünistler elbette bir tarihiz, geleneğiz, mücadeleyiz! Bir komünist olarak bunun propagandasını yapmamdan doğal ve hakkım olan ne olabilir ki? Kimsenin buna itiraz hakkı yoktur ve olamaz da!

“Dağlar” metaforuna gelince…

Dağlar tüm direnenler gibi biz komünistlerin de tanığıdır.

Dağlar haksızlığa karşı itirazın simgesidir. Mesela “Ferman padişahın ise dağlar bizimdir,” diyen Dadaloğlu veya Bolu Beyi’nin zulmüne başkaldıran Köroğlu ya da Yaşar Kemal’in Toroslar’daki İnce Memed’i…

Uzatmak istemiyorum; ama efelerden söz etmeden geçemem: Atçalı Kel Mehmet, Yörük Ali, Demirci Mehmet, Kıllıoğlu Hüseyin, Gördesli Makbule, Çakırcalı Mehmet Efe’den dağlar olmadan söz etmeniz mümkün müdür?

Saklayıp, gizleyecek ne var ki? Ben Çakırcalı Mehmet Efe’yi, onu Ege Dağları’nda takip eden dedem Çorumlu Kaleli Niyazi’den; Yörük Ali Efe’yi de 17 yaşındayken işgale karşı saflarına gönüllü olarak katılan ustamız Dr. Hikmet Kıvılcımlı’dan dinlediğimden beri gönlüm dağlarda kalmıştır; hâlâ da ordadır.

Kolay mı? Yoksulların, mazlumların, direnenlerin sırtını yasladığı hakikâttir dağlar; bir komünist olarak bundan söz etmemem mümkün mü? Hele de Hozat yoksullarının karşısında…

Ve nihayet “Kasketin en çok yarıştığı (DOĞRUSU: YAKIŞTIĞI-bn), ser verip sır vermeyen o insan” saptamasında kastettiğim elbette, Diyarbakır Zindanı’nda günlerce gördüğü işkence ardından katledilip, cesedi babasına bir torba içinde teslim edilen İbrahim Kaypakkaya’dır.

iv) Hayır, İbrahim Kaypakkaya’dan söz etmek, onu anmak “suç” değildir; olamaz. Bu gerçek, Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İbrahim Kaypakkaya’yı anmak üzere Ankara’da bir yürüyüş düzenleyen, ardından da Çorum Karakaya köyündeki mezarı başına giden 254 kişi hakkında 2012/113 soruşturma ve 2013/12 karar no. İle verdiği “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” ile sabittir.

Benzer biçimde, İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesi, 2018/150 Esas, 2020/129 Karar no. ile verdiği beraat kararında, ‘İbrahim Kaypakkaya’yı Savunmak Onurdur’ ibaresi bulunan bir dövizi taşımaktan yargılanan bir sanığın bu eyleminde “terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek, insanlarda saldırgan tutum ve davranışlar yaratacak düzeyde olmadığı, insanları etkileyip şiddete teşvik edip harekete geçirme kabiliyetinin bulunmamasına göre ulusal güvenlik ve kamu düzeni üzerindeki etkisinin potansiyel etkisinin sınırlı olduğu, açık ve yakın bir tehlike yaratmadığı” değerlendirmesinde bulunmuştur.

Bilindiği üzere, 3713 sayılı TMK’nın “terör örgütünün propagandasını yapmak suçu”nu düzenleyen 7/2 maddesi, 11.04.2013 tarih ve 6459 sayılı kanunun 8. Maddesi ile ifade özgürlüğünün kapsamını genişletecek şekilde yeniden düzenlendi. Değişikliğe göre “terör örgütünün propagandası suçunun oluşabilmesi için; “Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde” yapılması zorunlu kılındı.

Benim sözlerimde bırakın propagandayı, ne bir örgütten söz ediliyor, ne cebir ve şiddet ya da tehdit içeren yöntemleri meşru gösterecek ya da övecek veya teşvik edecek bir telmih bulunuyor.

iv/a) Nitekim, İstanbul 29. Ağır Ceza Mahkemesi, 3 Mart 2020 tarihli kararında ‘Gerillalar Ölmez’, ‘Yaşasın Halk Savaşı’, ‘Mercanda Düşene Dövüşene Bin Selam’ şeklinde sloganlar attıkları iddiasıyla yargılanan sanıklar hakkında, “silahlı terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek ve korunan değerler bakımından yakın ve açık bir tehlike oluşturacak şekilde olmadığı, bu hâliyle atılı eylemlerin terör örgütü propagandası yapma suçunun yasal unsurlarını ihtiva etmediği, böylece 3713 sayılı yasanın 7/2 maddesinde yazılı Terör Örgütü Propagandası Yapmak suçuna ilişkin koşulların oluşmadığı” kanaatiyle beraat kararı vermiştir. (Dosya no. 2019/126 Esas, Karar no. 2020/79).

iv/b) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu aynı gerekçeyle sanıklar hakkında “Ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” vermiştir. (Soruşturma no. 2014/406116)

iv/c) Öte yandan, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2016/54 E. Sayılı beraat kararı gerekçesinde “terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterici, övücü, teşvik edici slogan atmadıkları, silahlı terör örgütüne yardım fiili kapsamında değerlendirilebilecek (Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 27/02/2017 tarih ve 2016/6095 esas, 2017/1063 karar sayılı karar) silahlı terör örgütünü öven maddi nitelikteki bir hareketlerinin varlığının tespit edilmediği” belirtilmektedir.

iv/d) Çorum 3. Ağır Ceza Mahkemesi 2019/181 Esas, 2019/29 Karar no. ile “… ‘İbrahim Kaypakkaya Ölümsüzdür’ ve ‘Onu Anıyor ve Sahipleniyoruz’, ‘Şehitlere Devrim Sözümüz Var. Belki Biz Olmayacağız Ama Bu Çelik Aldığı Suyu Unutmayacak’ ibareleri bulunan pankartlar taşıyıp ‘Katil Devlet Hesap Verecek’, ‘Bedel Ödedik, Bedel Ödeteceğiz’, ‘Faşist Devlet Hesap Verecek’, ‘Kaypakkaya Onurdur, Onuruna Sahip Çık’ ve ‘Deniz Gezmiş Yaşıyor, Mahir Çayan Yaşıyor, İbrahim Kaypakkaya Yaşıyor, Kemal Pir Yaşıyor, Mazlum Doğan Yaşıyor, Erdal Eren, Hüseyin Gökdemir, İbrahim Satılmış Yaşıyor, Alaattin Karadağ Yaşıyor, Devrim Şehitleri Ölümsüzdür’ şeklinde sloganlar attıkları” iddiasıyla dava açılan kişilerin fiilleri “düşünce özgürlüğü” kapsamında değerlendirilerek haklarında beraat kararı verilmiş, bu karar Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi tarafından 2020/234 Esas ve 2020/614 İstinaf karar no. ile onaylanmıştır.

iv/e) Benzer biçimde Diyarbakır 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 2018/822 Esas ve 2018/902 Karar sayılı ve 30.11.2018 tarihli beraat kararında “olayda atılan sloganların ve söylenen marşın terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı, bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği anlaşılmakla…” denilmektedir.

iv/f) Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 2015/4456 sayılı kararı “Yaşasın Başkan Apo” ve “Yaşasın Zindan Direnişçileri” sloganlarını “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirerek sanıklar hakkında verilen mahkûmiyet kararını hukuka aykırı bulmuştur.

iv/g) Yine Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 2015/2742 Esas ve 2015/2316 karar sayılı 19.07.2015 tarihli kararında, “İfade özgürlüğü sadece memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak saldırgan, şok eden, rahatsızlık veren veya ayrılık yaratabilen fikirler içinde uygulanabilmelidir,” denilerek, Nevruz kutlamaları sırasında atılan sloganların terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da teşvik edecek nitelikte olmadığı bu sözlerin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği” belirtilmiş ve yerel mahkeme tarafından verilen mahkûmiyet kararı bozulmuştur.

iv/h) Anayasa Mahkemesi’nin katıldığı bir TV programında “terör örgütü propagandası” yapmaktan hüküm giyen Ayşe Çelik 2017/36722 no.lu başvurusuna ilişkin olarak aldığı 9/5/2019 tarihli mahkûmiyeti bozma kararında, 6/5/2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi’nin Terör suçunun işlenmesine alenen teşvik” kenar başlıklı beşinci maddesine gönderme yapılarak şöyle denilmekte:

“Bununla birlikte akılda tutulması gereken ilk şey Türk hukukunda terör ile bağlantılı her tür düşünce açıklamasının değil yalnızca terör örgütlerinin cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandanın yapılmasının suç olarak kabul edilmiş olduğudur.

Terör veya terör örgütü ile bağlantılı olsa bile içinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan, terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan, terör örgütünün ideolojisi, toplumsal veya siyasal hedefleri, siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlara ilişkin görüşleri ile paralellik taşıyan düşünce açıklamaları terörizmin propagandası olarak kabul edilemez. Toplumsal ve siyasal ortama veya sosyoekonomik dengesizliklere, etnik sorunlara, ülke nüfusundaki farklılıklara, daha fazla özgürlük talebine veya ülke yönetim biçiminin eleştirisine yönelik düşüncelerin -Anayasa Mahkemesinin daha önce ifade ettiği gibi devlet yetkilileri veya toplumun önemli bir bölümü için rahatsız edici olsa bile (Abdullah Öcalan [GK], B. No: 2013/409, 25/6/2014, § 95)- açıklanması, yayılması, aktif, sistemli ve inandırıcı bir şekilde başkalarına aşılanması, telkin ve tavsiye edilmesi ifade özgürlüğünün koruması altındadır. (…)

Anayasa Mahkemesi, terörizmin soyut olarak propagandası ile propaganda sonucu provokasyonun gerçekleşmesi hâli arasında bir fark bulunduğu kanaatindedir. Açıktır ki terörizmin propagandası sonucu provokasyonun gerçekleşmesi hâlinde fail, işlenen suça suç ortaklığından veya eylem kanunlarda öngörülen başka bir suçu oluşturuyorsa o suçtan cezalandırılacaktır. Öte yandan propaganda suçunun soyut tehlike suçu olarak kabul edilmesi başta ifade özgürlüğü olmak üzere anayasal hak ve özgürlükler üzerinde bir baskı oluşturma potansiyeline sahiptir. Bu sebeple yukarıda alıntılanan açıklayıcı raporun yüzüncü maddesinde ifade edildiği gibi bir propaganda faaliyetinin cezalandırılabilmesi için olayın somut koşullarında belirli oranda tehlikeye neden olduğunun gösterilmesi uygun olacaktır. (…)

Şiddeti kışkırtma veya demokratik ilkelerin reddi durumları dışında ifade özgürlüğünün kullanımından kaynaklanan müdahaleler demokrasiye zarar vermekte ve onu tehlikeye atmaktadır. Sarf edilen bazı görüş ve ifadeler kamu gücünü kullanan organlar nazarında incitici, yaralayıcı ve kabul edilemez görülse bile hukukun üstünlüğüne dayanılarak oluşturulan demokratik bir toplumda, kurulu düzene karşı çıkan veya başta kamu gücünü kullanan organların eylemlerini eleştiren fikirler serbestçe açıklanmalıdır…”

iv/i) Yine Anayasa Mahkemesi’nin, kamuoyunda “Barış Akademisyenleri” olarak bilinen, ve Hendek Olayları sırasında devletin sivil halka karşı suç işlediğini bildiren bir bildiri yayınladıkları için yargılanarak çeşitli cezalara çarptırılan akademisyenlerin 2018/17635 no.lu başvurusuna ilişkin 26/7/2019 tarihli kararında aşağıdaki içtihat niteliğindeki Yargıtay kararlarına yer verilmekte:

Toplantı veya gösteri yürüyüşünde olsun veya olmasın; yazı veya sözler (atılan slogan, taşınan pankart veya giyilen üniforma) ile verilen mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe ve isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun bir ortamı kışkırtacak nefret söylemi olup olmadığı değerlendirilmeli, doğrudan veya dolaylı şiddete çağrı var ise sanığın siyasi kimliği, konumu, konuşulan yer ve zamanı gibi açık ve yakın tehlike testi bakımından analize tabi tutulmalıdır.

İfade özgürlüğü sadece memnuniyetle karşılanan zararsız veya önemsiz sayılan insanların kayıtsız kalabileceği bilgi ve fikirler için değil, aynı zamanda demokratik toplumu şekillendiren çoğulculuğun, hoşgörünün ve geniş fikirliliğin doğasında bulunan bir gereklilik olarak saldırgan, şok eden, rahatsızlık veren veya ayrılık yaratabilen fikirler içinde uygulanabilmelidir. (55. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 9/6/2016 tarihli ve E. 2015/8605, K. 2016/3876sayılı kararının ilgili kısmı)

“Terör örgütünün propagandası suçunun oluşumu için; faaliyetleri devam eden bir terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemleri teşvik edecek şekilde yapılması gereklidir…

Dairemizin uygulamaları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik içtihatlarına göre; kullanılan yazı, sözler veya araçların;

1-Şiddet, bir araç olarak görülüyorsa;

2-Kişiler hedef gösterilip kanlı bir intikam isteniyorsa;

3-Benimsenen düşünceler için şiddete başvurmanın meşru bir yol olduğu ileri sürülüyorsa;

4-İnsanda saldırgan duygular uyandıracak biçimde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun ortamı kışkırtıyorsa;

İfade özgürlüğünün sınırlandırılması makul görülebilecektir.(57. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 9/2/2016 tarihli ve E. 2015/7466, K. 2016/1025 sayılı kararının ilgili kısmı)

AYM kararı, bu içtihatların ardından şöyle devam ediyor:

117. Yukarıda aktarılan Yargıtay içtihatları (§§ 54-57) ile birlikte değerlendirildiğinde 6459 sayılı Kanun’un yürürlük tarihi olan 11/4/2013’ten itibaren “terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde” propagandasının yapılması, suçun maddi unsurunu oluşturmaktadır. Son değişiklikle birlikte örgütün propagandasını yapmanın, bağlı hareketli bir suç hâline geldiği kabul edilmelidir. Buna göre, suçun oluşabilmesi için propagandanın (a) örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek ya da (b) örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini övecek veya (c) örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde yapılması gerekir.

Diğer taraftan yapılacak değerlendirmede propaganda sonucuna ulaşılabilmesi için isnat edilen suçun öğeleri ile eylem arasında nesnel ve doğrudan bir ilişki kurulmalı, başka bir deyişle ulaşılacak sonuç kanun hükmünü aşar biçimde bildiri metnindeki ifadelere dolaylı anlamlar yükleyen subjektif yorumdan ibaret olmamalıdır.

118. Kelime olarak övme, birinin veya bir şeyin iyiliklerini, üstünlüklerini söyleyerek değerini yüceltme, methetme, sena etme anlamına gelmektedir. Söz konusu olan terör örgütün propagandası olunca övme, bir terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini görkemli, değerli veya yararlı olarak takdim etmektir. Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerine başvurmayı teşvik etmede ise belirli bir suçun doğruluğu, yüceliği hakkında değil, bu suçun işlenmesinin gerekliliği hakkında beyanlarda bulunulmaktadır. Tahrik; harekete geçirici, özel, psikolojik bir enerjiyle, başkalarının iradesi üzerinde doğrudan doğruya etki yaratmaya yönelmiş bir davranış anlamındadır. Meşru gösterme ise bir terör örgütünün işlediği suçları iyi gösterme niteliğindedir. Terör örgütünün amacını gerçekleştirmek için yapmış olduğu öldürme, bombalama, yaralama, adam kaçırma, korkutma gibi cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek şekilde propagandasını yapmak, bu suçun unsuru olarak düzenlenmiştir.

119. Başvuruya konu olaydakine benzer düşünce açıklamalarında dikkate alınacak esas unsurlar şu şekilde sıralanabilir:

(a) Terör örgütünün propagandası suçunda örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini belirli bir yoğunlukta savunarak, başkalarınca aynı davranışın gerçekleştirilmesi amaç edinilmektedir.

(b) Düşünce açıklamalarının kişileri terör örgütlerinin cebir, şiddet ve tehdit yöntemlerini kullanmaya sevk edecek derecede kin ve düşmanlık barındırıp barındırmadığı irdelenmelidir. Bu bağlamda Devletin terör örgütü ile giriştiği meşru mücadelede yaşanan sosyal veya bireysel sorunlara ilişkin açıklamalar -bunlar tamamen öznel değerlendirmeler olsa dahi- tek başına terör suçlarını işlemeye hazır bulunan insanları bilinçlendirmeye veya cesaretlendirmeye olanak sağlayan, bu suçların işlenme riskini artıran düşünce açıklamaları olarak kabul edilemez (Ayşe Çelik, § 56).

(c) Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerine başvurmayı teşvik etme, terör suçlarının işlenmesine kışkırtmak niyetiyle terör suçlarının işlenmesini savunarak bir veya birden fazla suçun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuna yayılmasıdır. Bu bağlamda içinde kişileri şiddete başvurmaya yönlendiren ifadeler yer almayan ve terör suçlarının işlenmesi tehlikesine yol açmayan açıklamalar terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerine başvurmayı teşvik etme olarak kabul edilemez

120. Anayasa Mahkemesi, çok sayıda kararında ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahalelerin Anayasa’nın 26. maddesini ihlal edeceğini ifade etmiştir. İfade özgürlüğüne yapılan bir müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun kabul edilebilmesi için kamu makamları tarafından ortaya konulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olması gerekir (diğerleri arasından bkz. Kemal Kılıçdaroğlu, § 58; Bekir Coşkun, § 56; Tansel Çölaşan, § 56).

Bu mülahazalar ışığında AYM aşağıdaki kanaate varmıştır:

“139. Başvurucuların ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Anayasa’nın 26. Maddesinin ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.”

iv/j) Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi, Nazımiye Asliye Ceza Mahkemesi’nin sanatçı Pınar Aydınlar hakkında “Suç ve Suçluyu övme” isnadıyla verdiği 201727 Esas, 2017/50 karar no.lu mahkûmiyeti 2018/1946 Esas, 2018/1945 karar no. İle bozma gerekçesinde “sanığın sarfettiği sözlerin kamu düzeni açısından açık ve yakın bir ortaya çıkmasına neden olmadığı” gerekçesiyle bozdu.

Kaldı ki, Nazımiye Asliye Ceza Mahkemesi’nin sanatçı Pınar Aydınlar hakkında “Suç ve Suçluyu övme” isnadıyla verdiği 201727 Esas, 2017/50 karar no.lu mahkûmiyet kararında, “TCK m. 215’te düzenlenen “suçu ve suçluyu övme” suçunun yasal unsurlarının oluşması için failin işlenmiş bir suçu ya da bir suçtan dolayı bir kişiyi alenen övmesi gerekmektedir” denilmekte. Bir kişiye kasketin yakıştığından söz etmek, hangi suçu övme kapsamında değerlendirilmektedir?

v) Ve nihayet gelelim şu “propaganda”/ “övmek” meselesine…

Biz komünistler “övmeye” de, “sövmeye” de itibar etmeyiz; böyle bir propagandaya da asla tenezzül etmeyiz. Veya bir hakikâtten söz ederken ya değerlendiririz ya da eleştiririz.

O hâlde iddianamedeki “propaganda” isnadı bir değerlendirme (ya da eleştiri) olmak bağlamında ifade özgürlüğünün kullanımıdır ki; hiç kimse, hiçbir yasal merci, bu yurttaşlık hakkımı yargılayamaz!

GENELE MÜNDEMİÇ HATIRLATMALAR

Hâl, kısaca ifadeye gayret ettiğim merkezdeyken; Sokrates’in, “Bir yargıç: iyi niyetle dinlemeli, akıllıca karşılık vermeli, sağlıklı düşünmeli, tarafsızca karar vermelidir,” uyarısı eşliğinde davaya ilişkin olarak şu hukuki ilkelerin hiç unutulmaması gerektiğini düşünüyorum:

i) “Necessitas probandi incumbit, illi qui agit/ İspat külfeti davacıya aittir.”

ii) “Praetor ius dicere potest, facere non potest/ Hâkim hukuku söyleyebilir, fakat yaratamaz.”

iii) “Quivis bonus praesumitur/ İyi niyet karinedir.”[2]

Açık açık dillendirmem gerek: İddianamedeki isnatlar kanıtsızdır, özneldir; yani, ispat külfetinin davacıya ait olduğu “es” geçilmiştir.

Böylelikle de keyfi bir “hukuk(suzluk)”a prim vermiştir.

Ve nihayet “İyi Niyet Karine”sinden uzaktır.

İşte tüm bu nitelikleriyle esas ve usul açısından kabullenilmesi mümkün olmayan iddianame, Avrupa Komisyonu’nun belkemiğini oluşturan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “6. Adil yargılanma hakkı”; “9. Düşünce, din ve vicdan özgürlüğü”; “10. İfade özgürlüğü” maddeleriyle bir tezat (ve ihlâl) belgesi olarak karşımızdadır; bu hâliyle hukuki olarak kabullenilmesi de mümkün değildir.

ÇÜNKÜ…

“Sokrates’leri öldürmeyecek bir devlet düzeni” arayışındaki Platon (M.Ö 427-M.Ö 347), olması gereken “hukuk”un tarifini verirken ekler: “Her yönetici sınıf kendi çıkarları doğrultusunda kanun yapar, demokrasi demokratik kanunları, tiranlık tiranlık kanunlarını vb. bu kanunları yaparlarken, yöneticiler kendi çıkarlarına uygun olanı ‘doğru’ diye tanımlarlar ve biri kanunlara uymayacak olursa onu ‘yanlış yaptı’ diye cezalandırırlar. ‘Doğru’ derken kastettiğim şey her devlette aynıdır, yani kurulu düzenin yönetici sınıfının çıkarları.”

Hak, hukuk ve adalet; her biri derin anlamla yüklü kavramlardır. Felsefi ve hukuki açıdan ayrılmaz üçlüyü, diyalektik bir bütünü oluştururlarken; herkes için adalet istediğinde hukukun üstün olması imkân dahilindedir.

Adalet dendiğinde, imgelemimizde mitolojideki adalet simgesi olan o bir elinde kılıç, bir elinde terazi, gözleri bağlı olan tanrıça Themis figürü canlanır. Gözündeki bağcık ile “tarafsızlığı”, tuttuğu kılıçla adaletin gücünü, terazisiyle de hakkaniyeti anlatır. Elbette terazinin ayarının bozulmaması, kılıcın da zalimin emanet edilmemesi koşuluyla…

Eduardo Galeano’nun, “Adalet adil midir? Dünyanın adaleti ayakları üzerinde ters mi duruyor?” sorusu gündemdeyken yargı, iddia ve savunma üçayak üzerine oturan adalet açısından “yargılama bağışıklığı/ immunité de procédure” vazgeçilmedir.

Tam da bu kapsamda Aristoteles, “denkleştirici adalet teorisi”ni, bir hukuki ilişkideki tarafların eşit muamele görmesi, kişisel unsurların dikkate alınmaması ile açıklamıştır. Asırlar sonra 1789 tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 6. maddesinde bütün vatandaşların kanun önünde eşit olduğu vurgulanacaktır.

Çünkü “… ‘Hukuk’un, ‘Bir toplum düzeni, yaşamın kuralı ve adaletin ilk koşulu’ olduğu kabul edilir. ‘Adalet’in de, ‘Hukuk kurallarını yansız uygulamak”[3] olduğunun altını çizer Hıfzı Veldet Velidedeoğlu…

Evet hukuk bir neden sonuç ilişkisidir. Toplum düzenini korumayı ve düzenlemeyi amaçladığı kadar bireyi de devlete karşı korumak için vardır, var olmalıdır.[4]

O hâlde hukukun adaletle -olabildiği kadar!- buluşmasından korkmamak, evrensel ilkeler ile bağlantısını daha da güçlendirerek buradan, sağlıklı bir şekilde beslenmesini temin etmek gerekir.

İş bu nedenle eski Danıştay Başkanı Nuri Alan, “Yargı bağımsızlığı, titizlikle korunması gereken yüce bir değerdir,”[5] derken; adil yargı ihtiyacının altını çizen Antik Grek’deki ‘Zaleukos’un Yasası’ da “Yasalar her yurttaşa eşit uygulanmalıdır. Yasa koyucular, kendi koydukları yasaları kendileri çiğneyemez,”[6] gerçeğinin altını çizer.

Evet teorik ve soyut açıdan yargı, evrensel olarak adaletin emrinde ve hizmetinde olmak iddiasındadır ve öyle de olmaya gayret etmelidir.

Yeri geldi hatırlatayım: Adil yargılanma hakkı, soruşturmanın başlangıcı ile birlikte başlar. (Anayasa Mahkemesi (AYM), Bireysel Başvuru No: 2012/625, Tarih: 09/01/2014) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de aynı kanıdadır. (Eckle/Almanya Kararı, Başvuru No: 8130/78, Tarih: 15/07/1982, P.:73/75)

Bu çerçevede yargıcın tarafsızlığı gerek AYM, gerekse AİHM kararlarında irdelenmiştir. (AİHM, Carvalho/Portekiz Davası.)

Nesnel tarafsızlık da önemli olup AİHM, “Adaletin yerine getirilmesi yetmez, aynı zamanda yerine getirildiğinin görülmesi de gereklidir….” demektedir. Öznel tarafsızlık, aksi kanıtlanıncaya kadar varsayılır. Özellikle ceza davalarında nesnel tarafsızlık önem kazanmaktadır. AİHM de Coeme ve Diğerleri/ Belçika davasında, “… Bu bağlamda… görünüm bile belli bir öneme sahip olabilir. Söz konusu olan, demokratik bir toplumda halka yansıtılması gereken mahkemelere karşı güven duygusudur ve her şeyden önce, ceza davaları söz konusu olduğunda, bu güven duygusunun sanığa da yansıtılması gerekir” şeklinde karar vermiştir. (Başvuru No: 32492/96, Tarih: 22/06/2000, Paragraf: 21)

AYM de Taşpınar kararında “Bağımsızlık ve tarafsızlık, yargı fonksiyonunu, idare fonksiyonundan ayıran en önemli ölçüt olup yargı yetkisini kullanacak olan mercinin, çözülmesi istenen uyuşmazlığa doğrudan veya dolaylı olarak taraf olmayan ve uyuşmazlığın taraflarından tamamen bağımsız olan kişi veya kişilerden oluşmasını gerektirmektedir” şeklindeki gerekçesiyle tarafsızlığın önemine ve gerekliliğine işaret etmiştir. (Başvuru No: 2013/3912, Tarih: 06/02/2014)

Eğer, “Hukuk Devleti”yiz deniyorsa eğer; bun(lar)a dikkat edilmesi “olmazsa olmaz”dır!

Çünkü AYM’nin, süreklilik kazanmış kararlarına (ve “iddiası”na) göre (K: 2009/69 ve 2010/32) hukuk devleti: 1) “Eylem ve işlemleri yargısal denetime bağlı olan”; 2) “İnsan haklarına dayanan” ve “insan haklarına saygılı”; 3) “Adaletli hukuk düzeni kuran”; 4) “Yasal düzenlemelerde belirlilik ilkesine bağlı olan”; 5) “Kişilere hukuk güvenliği sağlayan”; 6) “Hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan”; 7) “Kurumların da üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve anayasanın bulunduğu bilincinde olan bir devlet” olarak tanımlanır.

Kuşkusuz burada yargıçların bağımsızlığı ön plandadır ve Yargıtay Onursal Daire Başkanı Hamdi Yaver Aktan da meseleye ilişkin şunun altını çizer:

“Hukuk devletine, insan haklarına, demokrasiye bağlı bir ülkede eleştiri vazgeçilemez bir gereksinimdir. Liberal düşünür Isaiah Berlin bu yöndeki düşüncesini ‘topyekûn kaos veya felaketi önlemek için fikir birliğine gerek duyulan umutsuz durumlar hariç, eleştiriyi yasaklayan veya kısıtlayan bir rejim totalitarizme veya başka bir tür fanatizme yol alıyor demektir’ biçiminde açıklamaktadır. O nedenle düşünce özgürlüğü günümüzde en yüksek değer olmuştur. Katılınmasa da yok etme hakkı hiç kimseye tanınamaz.

John Stuart Mill ne diyordu:[7] ‘Bir kişi hariç bütün insanlık aynı görüşte olsa, tek bir kişi karşı görüşte olsa, insanlığın o kişiyi susturma hakkı o kişinin gücü yetse insanlığı susturma hakkından fazla değildir’…”[8]

İFADE (VE DÜŞÜNCE) ÖZGÜRLÜĞÜ

Şimdi ifade (ve düşünce) özgürlüğü meselesine gelmiş oluyoruz; ancak burada bir tashih gerekiyor: Bu dava bir “Terör Örgütü Propagandası” değil; aksine ifade (ve düşünce) özgürlüğümün ihlâli davasıdır. Ve maalesef Avrupa Alevî Birlikleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turgut Öker’in ifadesiyle, “Politik talepler, söylemler terör propagandası sayılıyor”![9]

Ancak “Özgürlük, bilinç, kişilik, şüphe, muhakeme ve eleştiri. Bu altı kavram, birbirine öyle sıkı bağlı ki, biri eksildi mi, diğerleri azalıyor,”[10] saptamasına değer veren birisi olarak, “Her kim bir halkın özgürlüğünü elinden almak isterse önce ifade özgürlüğünü bastırmakla başlar,”[11] diyen Benjamin Franklin’in saptamasını müthiş önemsiyorum.

Çünkü Elsa Morante’nin, “İnsana karşı girişilen en kötü şiddet eylemi, aklın küçük düşürülmesidir”…

Euripides’in, “Bir kimsenin düşüncesini açıklayamaması köleliktir”…

Michel de Montaigne’ın, “Düşünmekten utanmıyorsan, söylemekten de utanma”…

Stefan Zweig’ın, “Bir fikir, ancak ifade edildiği zaman bir fikirdir”…

Emma Goldman’ın, “İfade özgürlüğü, başkalarının duymak istemediklerini söyleme özgürlüğü anlamına gelmiyorsa hiçbir şey ifade etmez”…

Joseph Roux’nun, “Karşıt düşünceye yer vermeyen devlet; düşünceye, dolayısıyla insana değer vermiyor demektir,” saptamalarının doğruluğuna tüm benliğimle, bilinçle inanıyorum.

Hukuki olduğu kadar felsefi bir kavram olarak düşünmek ve düşündüğünü ifade etmek artık cesarete muhtaç eylemdir, özgürlüktür, bilinç işidir!

Çünkü aklımızın “düşünme gücü” ve ifadesi insan olarak yaşamda kalma imkânımızdır; bu da “felsefi etkinlik”tir; “doğru” arayışıdır.

Söz konusu arayışa, özgürlüğe yönelik yasak, baskı gibi uygulamalar toplumsal güveni zedeleyip, büyük felaketlere neden olurken; yargı bağımsızlığı ve adil yargılanma hakkı hayal olur. Siyasallaşan hukuk(suzluk) atmosferinde ifade özgürlüğü bastırılır; toplum iktidarın olanaklarıyla kör, sağır ve dilsiz hâle getirilir. “Kuvvetler (yasama, yürütme, yargı) ayrılığı”; “Haklar ve özgürlükler” ihlâl edilir!

Örneğin ‘Türk Ceza Hukuk Derneği’ ile ‘İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi’nin, ‘Türk Ceza Hukuku Kapsamında İfade Özgürlüğüne İlişkin Güncel Meseleler’ başlığında düzenlediği sempozyumda ifade özgürlüğü üzerine yaşanan sorunların yoğunlaştığına dikkat çekilirken;[12] ‘Türkiye Yayıncılar Birliği’, “İfade özgürlüğü tehdit altında” açıklamasını yaptığı[13] vb’leri gibi.

Oysa özgürlüklerin anası olarak kabul edilen ifade özgürlüğü, düşüncelerin, şoke edici ve sert de olsa, herhangi bir engelle karşılaşmadan ifade edilebilmesi değilse nedir ki?

ÖRNEK KARARLAR

Evet ifade özgürlüğü, düşüncelerin, şoke edici ve sert de olsa, herhangi bir engelle karşılaşmadan ifade edilebilmesidir; bu sadece benim değil, AYM ve mahkeme kararlarının da kesin hükmüdür.

i) Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Karar/ Sırrı Süreyya Önder Başvurusu

Başvuru Numarası: 2018/38143

Karar Tarihi: 3/10/2019

Başvuru Numarası: 2018/38143

Karar Tarihi: 3/10/2019

ii) Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi Genel Kurul Karar/ Zübeyde Füsun Üstel ve Diğerleri Başvurusu

Başvuru Numarası: 2018/17635

Karar Tarihi: 26/7/2019

iii) Aziz Güler Cenazesi Beraat İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi

Dosya No: 2017/117 Esas

Karar No: 2019/136

C. Savcılığı Esas No: 2017/8984

iv) AİHM Yavuz ve Yaylalı Türkiye Davası

Başvuru No:12606/11

Karar Strazburg 17 Aralık 2013

v) AİHM Cangöz ve Diğerleri Türkiye Davası

Başvuru No:7469/06

Karar Strazburg 26 Nisan 2016

vi) T.C. Nazımiye Sulh Ceza Mahkemesi Beraat Kararı

Dosya No: 2011/28

Karar No: 2011/55

C. Savcılığı Esas No: 2011/36

vii) Emsal karar: ‘Mahir, Hüseyin, Ulaş’ sloganı beraat etti: 2012 yılında Artvin’de katıldığı 1 Mayıs eyleminde “Mahir, Hüseyin, Ulaş; Kurtuluşa kadar savaş” sloganı attığı için hakkında dava açılan E.T., 8 yıllık yargı süreci ardından beraat etti. Yargıtay’da alınan karar emsal niteliği taşıyor…[14]

viii) Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı anmak için toplananlara açılan davanın duruşmasında beraat kararı çıktı…[15]

ix) AYM, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü isteyen kampanya kapsamında, Öcalan’ın fotoğraflarının yer aldığı formları dağıtan 2 kişiye, “Örgüt propagandası yapmak”tan verilen 10 aylık hapis cezasının “düşünce ve ifade özgürlüğünün ihlâli” ve fiilin de “düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında” olduğuna karar verdi. Kararı iç hukuk ve Avrupa Birliği mevzuatı kapsamında değerlendiren AYM, düşünce ve ifade özgürlüğüne ilişkin Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlara atıfta bulunarak başvurucuların düşünce ve ifade özgürlüğü hakkının ihlâl edildiğine oy birliğiyle karar verdi…[16]

x) PKK lideri Abdullah Öcalan’ın kardeşi kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ın TRT Kurdi’ye çıkartılmasıyla ilgili yapılan suç duyurusu hakkında savcılık, “soruşturma yapılmasına yer yok” dedi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Öcalan’ın TRT’ye çıkartılması ve Abdullah Öcalan’ın mesajının Anadolu Ajansı’nda yayınlanmasını “ifade özgürlüğü” kapsamında değerlendirdi…[17]

xi) “Katil polis hesap verecek” sloganına beraat: AYM, ifade özgürlüğünün ihlâl edildiğine hükmetti…[18]

xii) AYM, ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı bildiriyi imzaladıkları için “silahlı terör örgütü propagandası yapmak” suçundan cezalandırılan 10 akademisyenin ifade özgürlüğünün ihlâl edildiğine karar verdi. Bu kararla kesin hüküm giyenlerin cezası kaldırılacak…[19]

xiii) Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’nin (istinaf) sosyal medya paylaşımları nedeniyle yargılanan Hayrettin Pişkin hakkında verdiği ve “propaganda değil, eleştiri” vurgusu bulunan kararın gerekçesi yazıldı.

Beraat veren istinafın gerekçeli kararında, “Düşünce ve basın özgürlüğü, sadece lehte olan veya zararsız görülen ‘düşünceler’ için değil, devletin aleyhinde olan, rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır,” dendi.

Gerekçeli kararda sık sık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına da vurgu yapıldı ve “propaganda suçunun” oluşması için gerekli koşullar sıralandı: “Demokratik toplumun ana temellerinden olan düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez ve önemsiz görülen ‘düşünceler’ için değil, devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır.

“Terör örgütünün propagandası suçunun oluşabilmesi için, örgütün ‘cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek veya teşvik edecek şekilde’ yapılması zorunlu kılınarak, sınırlamanın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun hâle getirilmesi amaçlanmıştır.”

Kararda ayrıca “Yazı veya sözler ile verilen mesajın şiddete çağrı, tahrik ve teşvik edici ya da silahlı direnişe veya isyana davet şeklinde veya insanda saldırgan duygular oluşturacak şekilde anlamsız bir nefret yaratarak şiddetin doğmasına uygun ortamı kışkırtacak nefret söylemi olup olmadığı değerlendirilmelidir,” ifadesi yer aldı

Yine kararda ayrıca, ifadenin yanı sıra ifadenin gerçekleştirilmesinde “açık ve yakın tehlike aranması gerektiği” de belirtildi: “Doğrudan veya dolaylı şiddet çağrısı var ise de sanığın siyasi kimliği, konumu, konuşulan yer ve zaman gibi açık ve yakın tehlike testi bakımından analize tabi tutulmalıdır.”[20]

xiv) İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde savcıları eleştirdiği için yargılanan 35 yıllık hâkim Sevgi Övüç hakkında beraat kararı veren mahkemenin gerekçeli kararında, ifade özgürlüğünün sadece genel kabul gören fikirler için olmadığını, toplumun duygularını inciten, şoke eden veya huzursuz kılan fikir ve bilgiler için de geçerli olduğunu vurguladı. Kararda, düşüncenin yemeğin sindirilmesi gibi içsel bir eylem olduğu, ne düzeyde baskı olursa olsun engellenemeyeceği belirtildi. Mahkeme gerekçeli kararında, hakaret suçu ile ifade özgürlüğü bir arada değerlendirildiğinde hangi eylemin hakaret, hangisinin ifade özgürlüğü kapsamında kalacağı hususunun gelişmekte olan ülkelerde ve Türkiye’de yoğun bir şekilde tartışıldığı belirtildi. Kararda, ifade özgürlüğünün, demokratik bir sistemin ön şartı olduğu kaydedilerek yeni ve daha iyi fikirlerin ortaya çıkmasının zeminini ifade özgürlüğünün oluşturduğu vurgulandı. Yeni düşünce ve taleplerin dile getirilmesinin, mevcut sistemin kusurlarını ortaya çıkardığının ifade edildiği kararda, yanlış uygulamaların ortadan kaldırılmasını sağlayarak toplumsal gelişmeye katkıda bulunduğu aktarıldı.

Düşünceyi açıklama özgürlüğünün gerçekleştirilmesinde devletin etkin bir işlevinin olduğundan bahsedilen kararda, devletin çoğulcu demokratik ilkeler çerçevesinde kendisinin koyduğu normlara uygun düşünmemeyi de güvenceye alması gerektiği savunuldu. Devletin bireylere düşüncesinden ötürü kınanmamak ve düşüncesini açıklamak ve yaymak, meşru sınırlar içinde düşüncesine uygun davranışlarda bulunabileceği ortamı sağlamakla yükümlü olduğunun altı çizildi. “Sınırsız özgürlük” anlayışının felsefi anlamda ileri sürülse bile bu görüşün örgütlü siyasal toplumda geçerliliğinin bulunmadığı aktarıldı. Bu nedenle de demokratik rejimlerde devletin takdir alanının sınırları çizilmiş olarak nesnel ölçü ve nedenlere dayanarak düşünce özgürlüğünü sınırlayabileceği belirtildi. Bu durumda da uluslararası sözleşmelerle çerçevesi çizilmiş meşru sınırların aşılmamasına dikkat edilmesi gereken konulardan olduğu kaydedildi…[21]

xv) AYM, “Yasadışı dinleme delil sayılmaz” dedi. Yüce Divan kararında, “Yetkisiz olarak resen verilen kararların sonradan hâkim tarafından onaylanmış olması, yapılan işlemleri hukuka uygun hâle getirmez. Hukuka aykırı olarak uygulanan iletişimin denetlenmesi ve teknik araçlarla izleme tedbirleri sonucu elde edilen delillerin hükme esas alınması mümkün değildir,” denildi…[22]

Tüm bunlar yeterli görülmüyor ise, bir de Dr. Ulaş Karan’ın, ‘İfade Özgürlüğü, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi[23] yapıtına başvurulabilir.

HÂL(İMİZ)

Charles-Louis de Secondat Montesquieu’nün, “Bir rejim, halkın adalete inanmaz bir hâle geldiği noktaya gelince o rejim mahkûm olmuştur,” vurgusu eşliğinde aktaralım:

‘Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı Eşit Haklar İçin İzleme Derneği’nin ‘Türkiye’de Ayrımcılık Algısı ve Hak Arama Mekanizmalarına Başvuru Sürecinde Karşılaşılan Engeller’ başlıklı raporuna göre, “Türkiye’de hukuka güvensizlik artıyor”ken;[24] ‘Adalet Akademisi’ Başkanı Muhittin Özdemir, “Yargının birçok kararı tartışılır hâle geldi,” diyor.[25]

Evet İstanbul Milletvekili, Anayasa Hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun, “İktidar hukuku ayak bağı olarak görüyor”;[26] İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu’nun, “Yargı bir krizde,”[27] vurgularına paralel olarak; ‘İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) ‘2020 Dünya Raporu’nda “Türkiye’nin insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygı duyan bir ülke olduğu yönündeki iddiasına leke sürüldüğü”nden;[28] “World Justice Project’in 2020 endeksinde Türkiye’nin, 128 ülke içinde 107. sırada yer aldığı”ndan[29] söz edilen coğrafyamızda “Hukuk krizi yaşanıyor,” diyen ‘Adalet Raporu’na göre: “Bağımsız ve tarafsız yargı, bağımlı ve taraflı hâle getirildi… Türkiye’ye karşı açılan AİHM dava sayısı 3 bin 645 iken bu davaların yüzde 88.5’inde AİHM, en az bir hak ihlâli olduğuna hükmetti…”[30]

25 baronun, Türkiye’nin “tarihinin en ağır yargı krizini yaşadığı”ndan söz etmesi[31] ya da 294 kuruluşun oluşturduğu ‘Denge ve Denetleme Ağı’ raporuna göre, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle birlikte yürütmenin yargı üzerindeki etkisi artarken yargıya güven toplumun tüm kesimlerinde azaldı,”[32] saptaması karşılıksız değil.

“Asıl tehlike, yargının iktidarlaşması, yani hukuk yerine iktidara göre tutum alması; iktidarın ise yargı makamı gibi davranması, yargılaşmasıdır,”[33] diye yorumlanan tabloda Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Antalya’da ‘TAIEX Fikri ve Sınai Mülkiyet Suçları Çalıştayı’ndaki konuşmasında “yargıya güven” ve “yargı bağımsızlığı” vurgusu yaparak, “Toplumun yargıya güven duymadığı bir hukuk sisteminde, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanamaz,”[34] diyerek ekliyor:

“Yargı bu kadar zikzak yapılmasını kabul eder mi? Beraat kararına göre kişi serbest bırakılıyor. Hemen arkasından buna itiraz edilmiş. HSK da üç hâkimi hemen başka illere tayin etmiş.”[35]

İşte birkaç somut veri!

i) Hâkimler ve Savcılar (HSK) Genel Kurulu, İstanbul ve Ankara Cumhuriyet Başsavcıları İrfan Fidan ve Yüksel Kocaman’ın arasında bulunduğu 11 hâkim ve savcıyı Yargıtay’a üye seçti. Kocaman, nikahının ardından, Saray’da AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile fotoğraf çektirmişti…[36]

ii) Hâkimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) mesleğe kabul ederek yaptığı kura töreninde 1379 hâkim ve savcı atandı. AKP ve MHP’ye yakın birçok isim de atananlar arasında yer aldı.

Kurada, eski Adalet Bakanı Kenan İpek ve eski AKP milletvekili Burhanettin Uysal’ın gelinleri, eski Emniyet Genel Müdürü Celalettin Lekesiz’in oğlu ve gelininin de hâkim ve savcı olarak atandıkları görüldü.

Yargıya alımlarda AKP ile MHP arasındaki Cumhur İttifakı etkili oldu. Atama listesinde MHP’ye özel kontenjan verildiği öğrenildi.

Listede yer alan isimlerin bazılarının ülkücü kökenli olduğu görüldü. Eski MHP milletvekili, MYK üyesi Mehmet Parsak’ın danışmanı Avukat Samet Karpuz, Kuşadası (Söke) Hâkimliği’ne getirildi. Karpuz’un eşi de yargıda hâkim olarak görev yapıyor.

Listede, bazı siyasi ve bürokratların yakınları da hâkim ve savcı olarak atandı. Bu kapsamda AKP döneminde Adalet Bakanlığı ve Müsteşarlığı yapan ve son olarak Yargıtay üyeliğine atanan Kenan İpek’in oğlu Mehmet Akif İpek’in eşi Ahsen Şenol İpek Adana Hâkimi oldu. Eski Emniyet Genel Müdürü, Vali Celalettin Lekesiz’in oğlu Muzaffer Lekesiz Kırklareli Cumhuriyet Savcılığı’na, gelini Merve Lekesiz ise Kırklareli Hâkimliği’ne atandı. Kurada eski AKP Karabük Milletvekili Burhanettin Uysal’ın oğlu Şamil Uysal ile evli olan Miyase Gümüş Uysal’a Söke Hâkimliği çıktı.

Kurada, Adalet ve Medeniyet Derneği’nin yönetici ve üyelerinin isimleri de yer aldı. Cemaat evi tarzında evlerde sohbet toplantıları düzenlenen, hâkim ve savcı alımı sınavlarına hazırlık için dersler verilen derneğin konuşmacıları arasında gerici yazar Nurettin Yıldız da yer alıyordu. Kura töreniyle bu derneğin Genel Başkanı Akif Tögel Boyabat Hâkimliği, Ankara İl yöneticisi Mustafa Tayyib Güneş Pazarcık Savcılığı’na atandı. Twitter’da Siyer Vakfı ve gerici İhsan Şenocak paylaşımları yapan Talha Lütfü İnce Kırıkkale Hâkimliği’ne getirildi…[37]

iii) Nur topu gibi “Çocuk Yargıçlar” sorunumuz da dünyaya gelmiştir. Genç yargıçların Anadolu’nun küçük ilçelerinde deneyim kazanarak tam olarak hukuk nosyonunu ve yargıç kimlik ve kişiliğini kazanarak zaman içinde büyük illere atamalarının yapılması yerine, oluşan büyük boşluk nedeniyle çocuk yaştaki yargıçlar İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlere atanmışlardır.

Yargı erkinin bağımsızlık ilkesinin delindiğinde onu geriye almak çok zorlaşır ve hatta olanaksızlaşır. Yargıçlar yargıç teminatı (güvencesi) kalmadığı için geleceklerinden, kurulu düzenlerinin bozulacağından ve her türlü özlük işlerinden dolayı kaygıya kapılırlar…[38]

iv) Yargıçlar Sendikası Hâkimlik ve Savcılık Mülakat Sınavlarıyla ilgili yaptığı yazılı açıklamada mülakatların bağımsız olması gerektiğine vurgu yapılırken, “Ele geçirilen yargı kimseye fayda sağlamayacağı gibi her iktidar değiştiğinde başka başka siyasi görüşlerin ele geçirmesine açık bir hâl alacak ve bu hâl değişmeyecektir. Bağımsız ve tarafsız yargının inşasına sınavlardan başlanmalıdır,” denildi…[39]

v) Hakkârili Mehmet Öner’in hayali mülakata takıldı. ÖSYM’nin Adli Hâkimlik ve Savcılık sınavında 18 bin 887 kişi içinde “91.92” puanla 96’ncı oldu, mülakatta elendi. 3 dakikalık mülakatta “başarısız” bulundu. Öner, “Kimliğim ve memleketimin de elenmemde etkisi olduğunu düşünüyorum,” dedi…[40]

vi) Başkan da dahil olmak üzere Anayasa Mahkemesi üyelerinin yarısı hukukçu değil! 79 hukuk fakültesi dekanının 19’unun hukukçu olmadığının ortaya çıkmasının ardından Anayasa Profesörü Kemal Gözler, “Türkiye’de bir de ‘hukukçu olmayan hâkimler sorunu’ var,” dedi…[41]

vii) Yargıda mütalaa borsası; kimi avukatların yargıç ve savcıların hocalarından para karşılığı mütalaa aldığı belirtildi…[42]

viii) Sedat Peker’in İstanbul Ateşehir’de katıldığı bir açılışta Cumhur İttifakı’na destek ve silahlanma çağrısı yaptığı konuşmasından “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” ve “Suç işlemeye tahrik” suçlarını işlediği gerekçesiyle hakkında başlatılan soruşmada takipsizlik kararı çıktı.

Peker’in soruşturmaya konu konuşmasına yer verilen takipsizlik kararında, Peker’in silahlanma çağrısını ruhsatlı silahlar için yaptığı, bunun da tüm vatandaşlar için yasal bir hak olduğu, bu nedenle suçun unsurlarının oluşmadığı belirtildi.

İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda verilen takipsizlik kararında, şüphelinin soruşturmaya konu konuşmasında şunları söylediği belirtildi:

“Silah iyi insanların elinde olduğu zaman bir sigortadır, güvencedir. Bu sebeple imkânı olan kardeşlerimiz mutlaka ruhsatlı silahlar alsınlar. Mutlaka av tüfekleri alsınlar, mutlaka hazırlıklı olsunlar kardeşlerim. Biz kötüye hazır olalım da iyi gelirse amenna… Bir de bize diyorlar ki siz kimsiniz. Neden konuşuyorsunuz diyorlar kardeşlerim. Onlar bizim kim olduğumuzu bilmiyorlarsa ben söyleyeyim müsaadenizle. Biz bu vatanın delileriyiz kardeşlerim. Yetmedi, biz bu vatanın fedaileriyiz kardeşlerim. Bu vatanda herkes sussa da biz konuşacağız.”

Şüphelinin savcılıkta verdiği ifadesinde, konuşmasının suç unsurunu taşımadığını söylediği belirtilen takipsizlik kararında, suça konu konuşmada, “Halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suçunun unsurlarının oluşmadığı belirtildi. Kararda, “Silahlanma çağrısının ruhsatlı silah vurgusu şeklinde yapılmış olması ve bunun tüm vatandaşlar için yasal bir hak olması nedeniyle” gerekçe gösterilerek, “Suç işlemeye tahrik etmek” suçunun unsurlarının da oluşmadığı kaydedildi…[43]

Bu hâl(ler) şöylesine yorumları devreye sokuyor:

i) “Yaşanan hukuksuzlukların haddi hesabı yok”…[44]

ii) “Hukuk devleti kaldı mı?”…[45]

iii) “Hukukun zerresi yok”…[46]

iv) “Hukuk bu olamaz!”…[47]

v) “İkili devlet, çifte hukuk”…[48]

vi) “Garip karar”…[49]

vii) “Yargıda neler oluyor?”…[50]

viii) “Kuvvetler ayrılığından kuvvetler birliğine”…[51]

ix) “Yargıda yeni güç odakları!”…[52]

x) “AYM’ye Hakyolcu adaylar”…[53]

xi) “Bir terbiye aracı olarak hukuk”…[54]

xii) “Siyasi iktidara kim muhalifse onu susturmak, sindirmek bu yargının amacı hâline gelmiştir”…[55]

xiii) “Yasal temellerin ve kurumsal sınırların aşılması eğiliminin normalleştirildiği dönemleri yaşıyoruz”…[56]

xiv) “Yargı mensupları siyasetin rüzgârına kapılmasın”…[57]

xv) “Yargı krizi”…[58]

xvi) “Hukuk ayıbı”…[59]

xvii) “Adalet nerede?”…[60]

xviii) “Suç var ceza yok, ceza var suç yok!”…[61]

xix) “Hukuk silah olursa”…[62]

xx) “Yargı yerine ‘yargılama’!”…[63]

xxi) “Öldüren adalet”…[64]

Elbette bu yorumlar temelsiz değil… İşte kimi örnekler!

i) 20 Ekim 2020’de Sincan Cezaevi’nde görülen duruşmada mikrofon açık kalınca, mahkeme hâkiminin Cumhurbaşkanı danışmanıyla görüştüğü ortaya çıktı. Mahkeme hâkimlerinden biri “başkan nerede” diye sorunca açık olduğu bilinmeyen mikrofondan “Cumhurbaşkanı danışmanı ile görüşüyor” sözlerinin duyulduğu ortaya çıktı…[65]

ii) “Anayasa’yı ihlâl”, “örgüt üyeliği”, “kasten yaralama”, “mala zarar verme ve nitelikli yağma” iddialarıyla yargılanan öğretmen Selda Karataş’ın yargılama sürecinde yaşananlar, yargıdaki durumu gözler önüne serdi: Dosyadan haberdar olmayan hâkimin “reddetse de kurtulsak” dediği duruşmada savcı da uyudu…[66]

iii) Aktör Kıvanç Tatlıtuğ’un, 2012 ve 2013 yılları arasında sahte fatura kullandığı iddiasıyla “vergi usül kanuna muhalefet” suçundan 6 yıldan 10 yıla kadar hapis istemi istenen dava 20 Eylül 2019’da Anadolu 13. Asliye Ceza Mahkemesinde görüldü. Tatlıtuğ savunmasında beraatını istedi. Davanın hâkimi, Kıvanç Tatlıtuğ ile fotoğraf çektirdi. Whatsapp hikâyesinden bunu paylaşan hâkim “Perşembe’nin sürprizi” notuyla paylaştı…[67]

iv) Ankara’da 23 Eylül 2018’de, ODTÜ ormanlarında cesedi bulunan iş insanı Levent Cengiz’i öldürdüğü gerekçesiyle aranırken Haziran 2019’da “kılık değiştirmiş” şekilde yakalanan şüpheli Recep Arıkan’ iki kez serbest bırakılmış. Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından 1 Kasım 2018’de serbest bırakıldı. Karar tutanağından, Arıkan’ın adliyede hazır bulundurulmasına karşın, “iş yoğunluğu” gerekçesiyle sorgusu dahi yapılmadan bırakıldığı anlaşıldı. Arıkan, serbest kalır kalmaz ortalıktan kayboldu…[68]

v) ‘Barış Bildirisi’ne imza attığı için yargılanan Barış akademisyenlerden Noemi Levy 30 ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul Adliyesi’nde 27’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılan duruşmada Levy’nin avukatı “Anayasa Mahkemesi Ayşe Çelik davasında hızla karar verdi. BAK başvurularını birleştirdi. Alacağı kararı beklememiz gerekiyor” şeklinde görüş bildirdi. Avukatın AYM kararı için beklenmesi yolundaki talebi mahkeme tarafından reddedildi. Mahkeme Başkanı avukatın sunduğu örnek olaydaki beraat kararı için “O beraat o mahkemenin ayıbı,” dedi. Aranın ardından mahkeme Levy’nin 2 yıl 6 ay hapise karar verdi…[69]

vi) Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, yabancı basının Türkiye biriminde çalışan gazetecileri fişleyen bir rapora imza atan Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmalar Vakfı (SETA) hakkında yapılan suç duyurularına takipsizlik kararı verdi. Raporu hazırlayan üç SETA yetkilisinin ifadesinin alınmasına gerek duyulmadığı belirtilen kararda, şüphelilerin eylemlerinin düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında değerlendirildiği ifade edildi…[70]

vii) Cumhurbaşkanı Başdanışmanı güreşçi Hamza Yerlikaya’nın yargılandığı mahkemenin kararına göre sahte lise diploması kullandığı ortaya çıktı. Mahkeme, hükmü ertelediği için Yerlikaya ceza almaktan kurtuldu…[71]

viii) Mardin’in Mazıdağı ilçesinden çalışmak için Sakarya’nın Kocaali ilçesine giden mevsimlik tarım işçileri, 4 Eylül 2020’de yanlarında çalıştıkları arazi sahiplerinin ırkçı saldırısına uğradı. Kürt işçilere yönelik saldırıyla ilgili soruşturmayı yürüten savcılık, “halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek”ten kovuşturulmasına yer olmadığına kararı verdiği soruşturmayı sadece “basit yaralama” suçundan yürütecek. Karara tepki gösteren işçiler, başından beri saldırının üstünün örtülmek istendiğini söyledi…[72]

ix) “İşçi alacaklarına ilişkin davalarda emsal ücretin belirlenmesi için daha önce işçi sendikalarına sorulmasına hükmedilirken, Bakırköy 12. İş Mahkemesi işveren örgütünü önerdi…[73]

x) İstanbul’da otomobilinin içinde kız arkadaşını darp eden, kendisine engel olmak isteyenlerin üzerine aracını sürüp 9 kişiyi yaralayan ve pompalı tüfekle kalabalığın üzerine ateş açıp bir kişiyi yaralayan ve 32 yıla kadar hapis istemiyle yargılanan Görkem Sertaç Göçmen tahliye edildi…[74]

xi) Bilgi Üniversitesi kampüsünde 8 Mart 2017’de Dünya Kadınlar Günü’nde stand açan kadınlara tekbir getirerek saldıran grup hakkında takipsizlik kararı verildi. Saldırıya uğrayanlar isyan ederken 2020 yılında Taksim’de 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü’ne katılan 35 kadın hakkında dava açıldı…[75]

xii) Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı, Cumartesi Anneleri’nin 700’üncü haftasındaki buluşmasında gerçekleşen polis saldırısı sırasında darpedilen Aydın Aydoğan’ın maruz kaldığı müdahâlenin haklı gerekçelere dayandığı, orantılı bir müdahale olduğu ve asgari eşik seviyesini aşmadığı iddia etti…[76]

xiii) Alman hükümetinin Türkiye’de 1 yıldır tutuklu bulunan gazeteci Deniz Yücel’in serbest bırakılmasından bir süre önce Türkiye’ye silah satışına ilişkin bir dizi anlaşmayı onayladığı iddia edildi…[77]

xiv) İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, 5 yıl 10 ay hapis cezası alan eski Milletvekili Enis Berberoğlu hakkında AYM’nin verdiği yeniden yargılama kararını reddetti…[78]

xv) AYM, OHAL döneminde hukuk dışı kararlar alanların cezai sorumluluklarının olmaması hükmünün iptaline yönelik başvuruyu reddetti…[79]

xvi) Hakkında “görevi kötüye kullanmak” ve “rüşvet almak” suçlarından soruşturma açılan İranlı uyuşturucu baronu Naci Şerifi Zindaşti ve 3 adamı hakkında tahliye kararı veren hâkim Cevdet Özcan’ın 16 aylık tek gelir kaynağı maaşı 173 bin 793 TL olmasına karşın hesabına 966 bin 670 TL para yatırıldığı tespit edildi…[80]

xvii) Ankara’da 10 Ekim 2015’te 100 kişinin öldüğü Tren Garı katliamına ilişkin, savcılığın, 9 klasörlük delil dosyasını mahkemeden ve müştekilerden sakladığı ortaya çıktı…[81]

xviii) Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde 4 yıl önce iki sol görüşlü öğrenciye satır ve palalarla saldıran 4 saldırganın 3’nün yargılandığı davada ödül gibi cezalar çıktı. Mahkeme, sanık İsa Kök’e “haksız tahrik” ve “iyi hâl” indirimi uygulanarak iki öğrenciye yönelik yaralama suçundan 2 yıl 10 ay 48 gün hapis cezası verdi. Diğer sanıkları ise iki kez 1 yıl 11 ay 22’şer gün hapis cezasına çarptıran mahkeme, üç sanığın da cezalarını erteledi. Saldırganlardan İsa Kök, hukuk fakültesinden sonra başladığı stajını bitirince avukat olacak…[82]

xix) Kızıltepe JİTEM davasının 18. duruşmasında karar açıklandı. Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 1992-1996 yılları arasında Mardin Kızıltepe’de zorla kaybedilen ya da infaz edilen 22 kişinin ölümünden sorumlu 4’ü asker 5’i korucu toplam 9 kişinin yargılandığı davanın karar duruşmasında dava zamanaşımından düşürüldü, örgüt yöneticiliği ve üyeliğiyle suçlanan tüm sanıkların beraatine karar verildi…[83]

xx) 1993-1996 yılları arasında 19 yurttaşın zorla kaybedilmesinin ardından infaz edilmelerine yönelik açılan ve ‘Ankara JİTEM Davası’ olarak bilenen davanın 23’üncü duruşmasında 17 kişinin ölümüyle ilişkili tüm sanıkların beraatına karar verildi. Davanın sanıkları arasında Eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar, Eski Özel Harekât Daire Başkanı İbrahim Şahin, MİT’çi eski Yarbay Korkut Eken ve özel harekât timi polisleri bulunuyor. Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmada mütalaasını açıklayan savcı, sanıklardan Ayhan Çarkın’ın maddi gerçekliği ortaya koyacak bir delil ifade etmediğini, kesin bir belirleme yapılmadığını öne sürdü…[84]

Ve nihayet tüm bunlarla ve “Gün geçmiyor ki, adalet mekanizmasındaki çatışmalar, güç savaşları hakkında bir haber medyaya düşmesin,”[85] notuyla birlikte:

“Yargının bağımlı olduğu yürütmenin başı, yargıya talimat niteliğinde söylemlerde bulunmuyor mu?

Yürütmenin başı, bazı yargı kararları için “Güçleri yetiyorsa yıksınlar” diyor ve hiç kulak asmadan inşaat eylemlerine devam etmiyor mu?

Yürütmenin başı, özel durumlarda kendisini de yargılama yetkisi olan heyeti bizzat seçmiyor ve üyelerin seçimini etkilemiyor mu?

Yürütmenin başının, “Bunu yanına koymam” dediği kişiler yargıda sıkıntıya girmiyorlar mı?

İktidarın hoşuna gitmeyen kararları veren yargıçlar tek tek veya heyet hâlinde, derhâl değiştirilmiyor mu?”[86]

Kolay mı?

‘Yargıçlar Sendikası Başkanı’ Ayşe Sarısu Pehlivan’ın, “Yargı ile ilgili temel konuların görüşülmesi, yürütme müdahalesinden uzak mekân ve koşullarda yapılmalı,”[87] notunu düşmek zorunda kaldığı tabloda Yargıçlar Sendikası’ndan Mustafa Karadağ, ‘Majestelerinin Yargısı’ yazısının ardından Urfa’ya sürüldü. Karadağ, “Yazının ardından sürülmem manidar,” dedi…[88]

Ve Cumhurbaşkanına hakaret suçundan verdiği beraat gerekçesi nedeniyle soruşturulan hâkim Aydın Başar, sosyal medya hesabından çarpıcı bir paylaşımda bulundu. Başar, savcı ve hâkimlere seslenerek “Hâkim ve savcılar korktuğunda bir ülke korkar,” dedi…[89]

“SON(RASI)”

Kimilerinin…

i) “İktidar yargıyı baskı aracı olarak kullanıyor”…[90]

ii) “… ‘Ben yürütmeyim; devletin başı olarak da, yasama-yürütme ve yargının şemsiyesi konumundayım’ diyen Erdoğan’ın parti genel başkanlığı da eklenince; ‘kişi-parti-devlet birleşmesi’ itiraf edilmiş oluyor”…[91]

iii) “Hukuk düzeni, özellikle üst kurumlarına yapılan atamalarla, çok büyük ölçüde AKP iktidarının güdümündedir”…[92]

iv) “Yargısı bağımsız olmayan devlet hukuk devleti değildir”…[93]

v) “Adalet gölgeli ise yaşam karanlıktır, zindandır. Adaletsizlik insanlığı, eşitliği, özgürlüğü, haklılığı, uygunluğu, onuru dışlayan bir kötülüktür. Yıkımdır, yitimdir, ölümdür. Yargı, kimsenin korumasında olamaz”…[94]

vi) “Yargının, adalet mekanizmasının nasıl iktidarın çeşitli siyasi güç odakları/ kanatları arasında paylaşıldığının öykülerini dinlemek, okumak bile başlı başına bir kâbusa dönüştü,”[95] uyarları insana ister istemez “Comedia Jure/ Hukuk Komedyası” betimlemesini anımsatıyor…

Tam da bu durumda Frederic Bastiat’ın, “İnsanların yasalara saygı duymasını sağlamanın yegâne yolu, yasaları saygıdeğer kalmaktır”…

Alexis de Tocqueville’in, “Bir evrensel kanun vardır… Bu adalet kanunudur. Adalet bir milletin hukukunun temel taşıdır”…

Paul Valéry’nin, “Bir devlet, yaşayan ve kendine karşı çıkanı ne kadar koruyabilirse o kadar güçlüdür”…

Anatole France’ın, “İnsan vicdanı ile yargılamalı”…

Herakleitos’un, “Adaletsizliği bir yangından daha çabuk önlemeliyiz”…

François-Marie Arouet Voltaire’in, “Hükümet hatalı iken haklı olmak çok tehlikelidir”…

Demokritos’un, “Adalet gerekenleri yapmamızdır, adaletsizlik ise, gerekenleri yapmamamız ve doğru yoldan çıkmamızdır”…

Jules Michelet’in, “Adalete karşı olan hiçbir şey devam edemez”…

Lucius Seneca’nın, “Adaletsizlik sonsuza kadar hükmedemez,” saptamalarına olağanüstü bir değer veren birisi olarak; “Sokrates mi daha güçlüdür, onu mahkûm eden sözde yargıçlar mı? Bruno mu daha güçlüdür, onu yakma kararı verenler mi? Galilei mi daha güçlüdür, onu yargılayan Engizisyon Mahkemesi mi?” sorularına duraksamadan “Sokrates, Bruno, Galilei elbette!” yanıtını verenlerdenim…

Bu tabloda Yargıtay Başkanlığı ile Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı tarafından ortak hazırlanan ‘Yargıda Şeffaflığa İlişkin İstanbul Bildirgesi’nin uygulanmasına[96] sadık kalınmasında yarar olduğu kanısındayım.

Ayrıca da 11 Mart 2019’da yayımlanan “Hâkimler ve savcılar, görevlerini yerine getirirken adaletin en hassas ve doğru şekilde dağıtıldığından emin olan, mesleki sorumluluk içinde davranan, (…) insanlardır. Anayasa ve kanunlardan aldıkları yetki çerçevesinde, hür vicdanları ile evrensel değerleri şiar edinerek bağımsız ve tarafsız olarak görevlerini yürütürler…” şeklinde bir giriş ile başlayan ve her biri, “Hâkimler ve Savcılar” öznesi ile başlayan 8 bölüm ve 61 maddeden oluşan Türk Yargı Etiği Bildirgesi’nin[97] de anımsanması gerektiğini düşünüyorum.

Yeri gelmişken siz sormadan söyleyeyim: “Ceza ertelemesi”nden faydalanmak falan istemiyorum.

Çünkü “Eğer düşünceleriniz uğruna ölmeyi göze almıyorsanız, onların doğruluğundan nasıl emin olabilirsiniz ki?!,” diyen Sokrates’e borçluyum…

Ayrıca da Cemal Süreya’nın, “Sabahlarımızı renklere boyayacak;/ İnsanlara ihtiyaç var şu dünyada”; Ahmed Arif’in, “Bir de kuşlar var hâkim bey,/ Her şeyin başı onlar./ Onlar özgürlüğü koyuyor insanların kafasına,” dizelerini terennüm ederek nefes almanın sorumluluğuyla yaşıyorum…

Sadece bu kadar da değil!

Kanımca adaletin olmadığı dünyanın sonu çoktan gelmiş demektir. Adaletin olmadığı yerde zulüm vardır, haksızlık vardır, kötülük vardır. Adalet yoksa hiçbir şey yoktur.

Bu durumda tek talebim adalettir. Nihayetinde ne ve nasıl olursa olsun kendinize yakışan bir karar alacağınızdan da asla şüphem yok.

Karar sizin…

6 Ocak 2021 19:32:19, İstanbul.

N O T L A R

[*] Bu dava ikinci celsede beraatla neticelendi. Kaldıraç, No:235, Şubat 2021…

[1] Julius Fuçik, Darağacından Notlar, çev: Celal Üster, Yordam Kitap, 2015, s.130.

[2] Prof. Dr. Belgin Erdoğmuş, Hukukta Latince Teknik Terimler Özlü Sözler, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay., 2004.

[3] Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Toplumsal Yaşam ve Hukuk, Hil Yayınevi, 1983

[4] “Hukukun en büyük işlevi şudur: Tüm yurttaşların yönetici sınıfın üyeleri olabilmesi için herkesin yasalarla belirlenen uzlaşıya özgür iradeleriyle boyun eğmesi gerekir. Başka bir deyişle modern hukuk, kendi içerisinde XVIII. yüzyılın demokratik ütopyasını barındırır.” (Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri 3. Cilt, çev: Barış Baysal, Kalkedon Yay., 2014.)

[5] Nuri Alan, “Yargıda Yeni Bir Kargaşa: Yargı Reformu”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2020, s.2.

[6] Hidayet Karakuş, “Zaleukos’un Yasası”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2020, s.2.

[7] John Stuart Mill, Düşünme ve Tartışma Özgürlüğü Üzerine, çev: Cem Ataş, Can Yay., 2019, s.12.

[8] Hamdi Yaver Aktan,”… ‘Kasabanın Sırrı’nı Yazmak/ Yazmamak”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2020, s.2.

[9] Berfin Şengil, “Politik Talepler Terör Propagandası Sayılıyor”, Birgün, 22 Kasım 2019, s.5.

[10] Murat Menteş, Antika Titanik, April Yay., 2018.

[11] Benjamin Franklin, Silence Dogood, The Busy-Body, and Early Writings… https://www.amazon.com/Benjamin-Franklin-Silence-Busy-Body-Writings/dp/1931082227

[12] Berfin Şengil, “İfade Özgürlüğü Katlediliyor”, Birgün, 12 Ekim 2019, s.7.

[13] “İfade Özgürlüğü Tehdit Altında”, Birgün, 28 Mayıs 2019, s.7.

[14] “… ‘Mahir, Hüseyin, Ulaş Sloganı Beraat Etti”, Birgün, 25 Kasım 2020, s.7.

[15] “Deniz’lerin Anmasına Açılan Davada Beraat Verildi”, 20 Kasım 2018… https://www.evrensel.net/haber/366366/denizlerin-anmasina-acilan-davada-beraat-verildi

[16] “Anayasa Mahkemesi Öcalan’a Özgürlük İstemek Suç Değil Dedi”, 1 Şubat 2020… https://welgmedya.com/anayasa-mahkemesi-ocalan-a-ozgurluk-istemek-suc-degil-dedi/9367/

[17] “Kırmızı Bültenle Aranan Öcalan’ın TRT’ye Çıkartılması Hakkında Yargıdan Karar: İfade Özgürlüğü!”, 12 Eylül 2019… https://www.birgun.net/haber/kirmizi-bultenle-aranan-ocalan-in-trt-ye-cikartilmasi-hakkinda-yargidan-karar-ifade-ozgurlugu-268281

[18] “… Katil Polis Hesap Verecek’ Sloganına Beraat”, 17 Aralık 2019… https://gazeteyolculuk.net/katil-polis-hesap-verecek-sloganina-beraat-aym-ifade-ozgurlugunun-ihlâl-edildigine-hukmetti

[19] Alican Uludağ, “… ‘Barış’a Özgürlük”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 2019, s.9.

[20] Ayça Söylemez, “Barış Akademisyenleri İçin Emsal Karar”, 29 Mart 2019… http://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/206886-gerekceli-karar-ifade-ozgurlugu-devleti-rahatsiz-eden-dusunceler-icin-var

[21] Canan Coşkun, “Hâkimden Ders Gibi İfade Özgürlüğü Kararı”, Cumhuriyet, 9 Şubat 2015, s.7.

[22] “Emsal Olabilir”, Cumhuriyet, 25 Nisan 2013, s.6.

[23] Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi, Nisan 2018… https://insanhaklarimerkezi.bilgi.edu.tr/tr/news/none-anayasa-mahkemesine-bireysel-basvuru-el-kitaplar-serisi-yaymland-nisan-2018/

[24] Berkant Gültekin, “Türkiye’de Ayrımcılık Algısı raporu: Eğitim Düzeyi Yükseldikçe, Hukuka Güvensizlik Artıyor”, 22 Aralık 2020… https://www.birgun.net/haber/turkiye-de-ayrimcilik-algisi-raporu-egitim-duzeyi-yukseldikce-hukuka-guvensizlik-artiyor-327622

[25] “Hâkim ve Savcılara Öfke Kontrolü Eğitimi”, 26 Ağustos 2019… https://www.artigercek.com/haberler/hâkim-ve-savcilara-ofke-egitimi

[26] Zehra Özdilek, “İktidar Hukuku Ayak Bağı Olarak Görüyor”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2019, s.8.

[27] “Durakoğlu: Yargı Reformu Sorunları Çözmeyecek”, Yeni Yaşam, 24 Kasım 2019, s.5.

[28] Dilan Esen, “Hukukun Üstünlüğüne Leke Sürüldü”, Birgün, 16 Ocak 2020, s.7.

[29] Sibel Özel, “Hukukun Üstünlüğü Kalmadı”, Cumhuriyet, 1 Aralık 2020, s.2.

[30] “Ülkede Hukuk Krizi Var!”, Birgün, 13 Kasım 2020, s.7.

[31] “25 Barodan Ortak Açıklama: Tarihimizin En Ağır Yargı Krizini Yaşıyoruz”, 24 Şubat 2020… http://www.diken.com.tr/25-barodan-ortak-aciklama-tarihimizin-en-agir-yargi-krizini-yasiyoruz/

[32] Derya Kaya, “Yargı Üzerinde Yürütmenin Etkisi Arttı, Yargıya Güven Azaldı”, Evrensel, 16 Kasım 2020, s.7.

[33] Deniz Yıldırım, “Yargının Siyasallaşması mı?”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2020, s.4.

[34] “Yargıtay Başkanı da Yargıdan Şikâyetçi”, Sözcü, 7 Mart 2020, s.5.

[35] “Cirit: Yargı Bu Kadar Zikzak Yapılmasını Kabul Eder mi?”, 18 Ocak 2020… https://www.avrupa-postasi.com/turkiye/cirit-yargi-bu-kadar-zikzak-yapilmasini-kabul-eder-mi-h106286.html

[36] “HSK, Yargıtay’a 11 Yeni Üye Seçti”, Cumhuriyet, 28 Kasım 2020, s.5.

[37] Alican Uludağ, “Hâkim-Savcı Atamalarına Yandaş Damgası”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2020, s.5.

[38] Celal Ülgen, “Adli Yıl Açılışına Dair”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2019, s.2.

[39] “Yargıçlar Sendikası’ndan Tepki: Hâkimlik Mülakatında ‘Kayırmacılık’ Uyarısı”, Cumhuriyet, 6 Ağustos 2019, s.9.

[40] Zehra Özdilek, “Mehmet Öner, Hâkim ve Savcı Adayı 18 Bin Kişi İçerisinden 96. Oldu, Mülakatta Elendi”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2020, s.5.

[41] “Başkan da Dahil Olmak Üzere Anayasa Mahkemesi Üyelerinin Yarısı Hukukçu Değil”, 22 Ekim 2019… https://t24.com.tr/haber/baskan-da-dahil-olmak-uzere-anayasa-mahkemesi-uyelerinin-yarisi-hukukcu-degil,844906

[42] Seyhan Avşar, “Yargıda Mütalaa Borsası”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 2019, s.8.

[43] “Güruh Lideri Peker Devletin Kanadı Altında: Silahlanma Çağrısına Takipsizlik”, 1 Ağustos 2019… https://www.gazetepatika10.com/guruh-lideri-peker-devletin-kanadi-altinda-silahlanma-cagrisina-takipsizlik-43293.html

[44] Hicri İzgören, “Hak Hukuk Hak Getire”, Yeni Yaşam, 9 Temmuz 2020, s.11.

[45] Fikri Sağlar, “Hukuk Devleti Kaldı mı?”, Birgün, 26 Aralık 2019, s.8.

[46] Zehra Özdilek, “Hukukun Zerresi Yok”, Cumhuriyet, 31 Ağustos 2019, s.5.

[47] Erol Ertuğrul, “Hukuk Bu Olamaz”, Cumhuriyet, 12 Eylül 2019, s.2.

[48] Deniz Yıldırım, “İkili Devlet, Çifte Hukuk”, Cumhuriyet, 21 Aralık 2019, s.4.

[49] Seyhan Avşar, “Bir Garip Karar Daha”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2020, s.12.

[50] Emre Kongar, “Yargıda Neler Oluyor: Hayaller ve Gerçekler!”, Cumhuriyet, 16 Şubat 2020, s.2.

[51] Hüseyin Özbek, “Kuvvetler Ayrılığından Kuvvetler Birliğine”, Cumhuriyet, 24 Ağustos 2019, s.2.

[52] Alican Uludağ, “Yargıda Yeni Güç Odakları”, Cumhuriyet, 21 Eylül 2019, s.4.

[53] “AYM’ye Hakyolcu Adaylar”, Cumhuriyet, 4 Mart 2020, s.8.

[54] Mine Söğüt, “Bir Terbiye Aracı Olarak Hukuk”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2019, s.5.

[55] Alican Uludağ, “Abdüllatif Şener: TBMM Komisyonunda ‘Yargı Bağımsızlığı’ Tartışıldı”, Cumhuriyet, 26 Kasım 2019, s.4.

[56] Orhan Gazi Ertekin, “Savunmamdır… Yaşamak ve Ölmek ve Düşmanlarımız ve Hâkimlerin Vicdanı”… https://www.gazeteduvar.com.tr/konuk-yazar/2020/06/20/savunmamdir-yasamak-ve-olmek-ve-dusmanlarimiz-ve-hâkimlerin-vicdani/

[57] İpek Özbey, “Prof. Dr. Adem Sözüer: Yargı Mensupları Siyasetin Rüzgârına Kapılmasın”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2020, s.9.

[58] Kamil Tekin Sürek, “Yargı Krizi”, Evrensel, 26 Şubat 2020, s.2.

[59] Seyhan Avşar, “Hukuk Ayıbı”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2019, s.8.

[60] “Adalet Nerede?”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2020, s.8.

[61] Yazgülü Aldoğan, “Suç Var Ceza Yok, Ceza Var Suç Yok!”, Cumhuriyet, 12 Eylül 2019, s.5.

[62] Zafer Arapkirli, “Hukuk Silah Olursa”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 2019, s.8.

[63] Mustafa Balbay, “Yargılama Deformu!”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2019, s.9.

[64] Bülent Yücetürk, “Öldüren Adalet”, Cumhuriyet, 1 Eylül 2020, s.2.

[65] “Mikrofon Açık Kalınca Duyuldu: Mahkeme Başkanı Cumhurbaşkanı Danışmanıyla Görüşüyor”, 13 Aralık 2020… https://sol.org.tr/haber/mikrofon-acik-kalinca-duyuldu-mahkeme-baskani-cumhurbaskani-danismaniyla-gorusuyor-21469

[66] “Dosyadan Haberdar Olmayan Hâkimin ‘Reddetse de Kurtulsak’ Dediği Duruşmada Savcı da Uyudu”, 27 Temmuz 2020… https://artigercek.com/haberler/hâkim-reddetse-de-kurtulsak-dedi-savci-uyudu

[67] “Hâkim Yargıladığı Ünlü Oyuncu ile Fotoğraf Çektirdi!”, 22 Eylül 2019… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1592728/Hâkim_yargiladigi_unlu_oyuncu_ile_fotograf_cektirdi_.html

[68] “Cinayet Zanlısı Sorgulanmadan Yoğunluk Sebebiyle Serbest Bırakılmış”, 17 Şubat 2020… https://artigercek.com/haberler/cinayet-zanlisi-sorgulanmadan-yogunluk-sebebiyle-serbest-birakilmis

[69] “Hâkim: Beraat Mahkemenin Ayıbı”, Cumhuriyet, 14 Haziran 2019, s.12.

[70] Alican Uludağ, “SETA: Savcılık O Rapor Hakkında Takipsizlik Kararı Verdi”, Cumhuriyet, 2 Ağustos 2019, s.6.

[71] “Saray Danışmanının Diploması Sahte Çıktı Ama Ceza Ertelendi”, 18 Aralık 2020… https://tele1.com.tr/cumhurbaskani-basdanismani-hamza-yerlikayanin-diplomasi-sahteymis-289915/

[72] “Kürt İşçilere Saldırıda Yeni Karar: Basit Yaralama”, 26 Aralık 2020… https://direnisteyiz28.org/kurt-iscilere-saldirida-yeni-karar-basit-yaralama

[73] Emre Deveci, “Yargı İşvereni Tercih Etti”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2019, s.10.

[74] “Sevgilisini Darp Etti, 9 Kişiyi Ezdi, Pompalıyla Bir Kişiyi Yaraladı, Tahliye Edildi”, 6 Ocak 2020… https://sendika63.org/2020/01/sevgilisini-darp-etti-9-kisiyi-ezdi-pompaliyla-bir-kisiyi-yaraladi-tahliye-edildi-573678/

[75] Seyhan Avşar, “8 Mart’ta Kadınlara Saldıranlara Takipsizlik, Eyleme Katılan Kadınlara Dava”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2020, s.8.

[76] “Aydın Aydoğan’ı ‘Haklı Gerekçeyle’ Dövmüşler”, Cumhuriyet, 16 Aralık 2020, s.8.

[77] “Tahliyeden Önce Silah Anlaşması Onaylandı”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2018, s.6.

[78] Seyhan Avşar, “AYM Kararını da Tanımadılar”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2020, s.5.

[79] “Hukuksuzluğun Üstü Örtülecek”, Birgün, 1 Kasım 2019, s.7.

[80] Zehra Özdilek, “Cevdet Özcan’ın Hesap Hareketleri İnceledi”, Cumhuriyet, 2 Haziran 2020, s.9.

[81] Alican Uludağ, “9 Klasörlük Delil Dosyasını Saklamışlar”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2019, s.3.

[82] Alican Uludağ, “Faşist Saldırıya Ödül Gibi Ceza”, Cumhuriyet, 13 Ocak 2020, s.5.

[83] Derya Kaya, “2 Kişinin Akıbetinin Sorulduğu JİTEM Davası Cezasızlıkla Bitti”, Evrensel, 10 Eylül 2019, s.3.

[84] Dilan Esen, “JİTEM Davasının Üstü Beraatla Kapatıldı”, Birgün, 14 Aralık 2019, s.7.

[85] Emre Kongar, “Adalete Güven?”, Cumhuriyet, 9 Şubat 2020, s.2.

[86] Emre Kongar, “Yargı Reformu Palavrası”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2019, s.2.

[87] Ayşe Sarısu Pehlivan, “Yargının Bağımsızlık ve Tarafsızlık Mücadelesi”, Birgün, 22 Ağustos 2019, s.8.

[88] “Mustafa Karadağ: Önce Sürgün Sonra İfade Özgürlüğü”, Birgün, 9 Ağustos 2019, s.7.

[89] “Hâkim ve Savcılar Korktuğunda Bir Ülke Korkar”, 8 Ağustos 2019… https://www.yenicaggazetesi.com.tr/mobi/hâkim-ve-savcilar-korktugunda-bir-ulke-korkar-244806h.htm

[90] “İktidar Yargıyı Baskı Aracı Olarak Kullanıyor”, Evrensel, 21 Şubat 2020, s.3.

[91] İbrahim Ö. Kaboğlu, ‘… ‘En Büyük Miras’; Demokrasi mi, Monokrasi mi?’, Birgün, 3 Ekim 2019, s.9.

[92] Yakup Kepenek, “Hukuk, Yine Hukuk!!!”, Cumhuriyet, 11 Kasım 2019, s.2.

[93] Yekta Güngör Özden, “Gerçek Hukuk Devleti İçin”, Sözcü, 19 Kasım 2020, s.12.

[94] Yekta Güngör Özden, “Adalet Yaşam Güvencesidir”, Sözcü, 3 Eylül 2020, s.12.

[95] Orhan Bursalı, “Yargınız Yoksa, İktidarınız da Yok Demektir”, Cumhuriyet, 22 Eylül 2019, s.6.

[96] Alican Uludağ, “İtiraf Gibi Bildirge”, Cumhuriyet, 29 Ekim 2017, s.24.

[97] İbrahim Ö. Kaboğlu, “Yargı Etiği Bildirgesi ve Anayasa”, Birgün, 14 Mart 2019, s.9.

Exit mobile version