Sinan Çiftyürek / Sosyalist Mezopotamya, Sayı:11, Aralık 2021
Dünyada siyasetin yeni bir sürece girdiğinin işaretleri var. Siyaset bu kez solda ısınıyor. 30 yıl aradan sonra siyaset radarının ufuğunda bu kez sol/sosyalizm gözüküyor! Dünya sol ve komünist hareketinde de kapitalizm ve siyasal rejimlerine karşı hareketlenme ve yeni pozisyon alma arayışları var. İşçi, emekçileri sokağa, mücadeleye motive edecek yeni hedefler, şiarlar belirleniyor.
1980’li yılların sonlarında neoliberalizmin ayak sesleri gelmeye başlamıştı ki 1990’lı yılların başında SSCB’nin yıkılmasıyla bu süreç hızlandı. Kapitalizmin neoliberal versiyonu, alelacele “son durak, tarihin sonu” ilan edildi. Bu sürecin siyasal yansıması ise belli başlı bütün siyasal disiplinler durdukları yerden bir adım sağda konumlanmaya başladılar. Komünist hareket belirleyici olarak yeni sosyal demokrat harekete, sosyal demokrasi liberalizme, liberalizm neo liberalizme ve milliyetçi muhafazakarlığa, muhafazakarlık ise neofaşizme evirildi… 30 yıldır devam eden bu sürecin artık sonuna gelindi. Şimdi girilen süreçte durumun tersine işleyeceğinin işaretleri var. Bu kez belli başlı bütün siyasal disiplinler oldukları yerden kendilerini bir adım solda kurgulayacakları sürece giriliyor. Kürdistan komünistleri olarak bu süreçte; ulusal özgürlük ve sosyalizm mücadelesinde hangi taktik ve stratejik politikalarla sürece müdahale edeceğiz? Bu soruların yanıtları üzerinde tartışırken aynı zamanda yürümemiz lazım.
Kapitalizmin 300 yıllık sömürü ve kanlı tarihi, 30 yıllık kapitalist neoliberalizm politikalarına yüklenerek aklanamaz!
Kapitalizm küresel olarak son yıllarda zaten bir ekonomik kriz içerisindeydi. Covit-19 ile birlikte kapitalizmin krizi ve sonuçları ağırlaştı. Kapitalist ekonominin ve siyasetin temsilcileri de resmen bu durumu itiraf etmeye başladılar. Özellikle Dünya Ekonomik Formu’nun son yıllardaki toplantılarında, sermaye gruplarının CEO ve sözcüleri küresel ekonomiye ilişkin açıkça “sorunları tespit ediyoruz ama çözüm üretemiyoruz” itirafında bulunmaları gibi.
Ayrıca 2020 yılı başlarında Covit 19 ile birlikte kapitalizm, bütün cephelerden eleştirel tartışma ve sorgulamanın merkezindeyken; kapitalist siyasetçi ve ekonomistler telaşla “Kapitalizm iyidir tüm kötülüklerin kaynağı neoliberalizmdir” diyerek kapitalizmi kurtarma çabasına girdiler! Burjuvazi ve siyasi sözcülerinin bir süreden beri açıkça “Kapitalizm iyi ama neoliberalizm kötü” propagandasının üzerinde düşünmeliyiz. 30 yıldan beri “neoliberal politikaların insanlık için kurtarıcı olduğu, olacağını” anlatan ve ruhunu, iradesini sermayeye satmış Prof., yazar, program yapımcısı ve siyasetçiler de dün hiçbir şey söylememiş gibi “neoliberalizm kötü çok yaşa kapitalizm” demeye başladılar bile.
Örneğin Alman kalkınma Bakanı Gerd Müller’in Corona virüsü “İnsanlığa, doğa ve çevre ile daha farklı bir ilişki içine girmesi için bir alarm sinyali” olarak değerlendirip devamla “Son 30 yılın, sürekli hızlanan-yayılan-artan kapitalizm anlayışı sona ermeli” demesi gibi. Peki, 30 yıldır uygulanan neoliberal politikaların ağır sonuçlarının bedelini kim ödeyecek? Milyarlarca işçi emekçinin bu uzun süreçte ödediği ağır ekonomik-sosyal bedellerin hesabını kim verecek?
Alman Ekonomi Araştırmaları Enstitüsü (DIW) Başkanı Marcel Fratscher de “Korona krizi ile birlikte neoliberalizmin tabutuna son çivinin çakıldığını söyleyebiliriz” diyor ve devamla “Şimdi görüyoruz ki iş ciddiye bağladığında devlet son çare. Piyasaların artık kilit alanlarda tek başına işlevsel olması mümkün değil” diyerek açıkça devlete piyasaya müdahale çağrısı yapar. Sadece Alman sermaye sözcüleri değil genelde sermayenin CEO’ları ve siyasi sözcüleri bu beyanlarla Keynesyen ekonomi politikalara göndermede bulunuyorlar. Bu çabalarla tam da “sürdürülebilir olmayan dünya ekonomisinin büyük krizler sonucunda birkaç on yıl içinde çökmesi ihtimaline karşı olası senaryo” arayışlarından biri olarak “kapitalizm iyi” ama kapitalizmin ruhu “liberalizm ya da neoliberalizm kötü” demek istiyorlar. Eğer kapitalist efendiler ve sözcüleri 30 yıldır uyguladıkları neoliberlizm zora girince “kötüdür” demekle ayağa kalkacak işçi emekçilerden yakalarını kurtaracaklarını sanıyorlarsa yanılıyorlar!
Mesele ekonomik krizle sınırlı da değil. Kapitalizmin ve tüketimi pompalayan neoliberal politikalarının yarattığı ağır ekolojik sorunlar da var! Öyle ki BM sekreteri Guterresi; “Biyoçeşitliliği vahşileştirmeye yeter. Karbonla kendimizi öldürmeye yeter. Doğaya tuvalet gibi davranmak yeter. Kendi mezarımızı kazıyoruz” diye feryat etmeye başladı! Bu feryadın anlamı şudur: Küremiz 4-5 derece daha ısınırsa canlılar ve 7-8 milyar insandan geriye canlı kalmaz!
Ekonomik kriz-işsizlik-ırkçılık ile savaş iklimi birbirini besleyerek tırmanıyor!
Kapitalizmin krizinin yol açtığı sonuçlarla paralel, dünyada savaş iklimi de güçleniyor. Milyarlarca insan yoksul ve aç iken silahlanma yarışı büyüyor. II. Dünya Savaşı benzeri ekonomik kriz ve silahlanma yarışı var. En fakir devlet bile savaş pozisyonu alıp kaynakları silahlanmaya yatırıyor. Ekonomik kriz – işsizlik – ırkçı milliyetçilik – göçmen düşmanlığı birbirini besliyor! Yabancı düşmanlığı her yerde büyüyor.
Mültecilik 21. yy’ın temel meselesidir ve büyüyecek. Çünkü açlık ve savaş nedeniyle yani ekmek ve özgürlük hayaliyle Afrika, Asya, Latin Amerika’dan; AB, ABD ve Kanada’ya göç yeni değil! Ya emperyalistler kapitalistler; yüzyıllarca Afrika, Asya, Latin Amerika halklarının zorla el koydukları zenginliklerini ülkelerinde aş ve iş imkanlarının yaratılması için onlarla paylaşacaklar! Ya da milyonlarca mülteci dalgası Paris, Londra, Berlin kapılarına dayanacak ve hiçbir güç ve sınır bunu durduramaz! Çünkü halklar bu kıtasal eşitsizliği sür git taşıyamaz! “Güçlü ve milli ekonomisi” ile övünen Türkiye’de de batı kapılarını açsa 83 milyonun yarısı “vatandan” kaçacak!
Savaş iklimi küresel olarak ağırlaşıyor. 30 yıldır süren postmodern savaşın ağır merkezi ABD tarafından Güneydoğu Asya’ya (Pasifik) kaydırılırken, Güneybatı Asya’da savaşın tansiyonu düşmüyor. Tersine Karadeniz, Doğu Akdeniz, Basra Körfezi’nde doğrudan savaş riski büyüyor. Karadeniz ve Körfezde askeri yığınak sürüyor! Rusya “Ukrayna NATO’ya katılırsa saldırırız” diye açıklayınca, NATO’dan “Rus işgaline karşı hazırız” cevabının gecikmemesi dikkat çekicidir. Ve önemlisi NATO varken ABD, İngiltere ile Avustralya’nın ülke adlarının baş harflerini taşıyan AUKUS anlaşmasıyla Çin’e karşı yeni askeri ittifak kurmaları ağırlaştırılan savaş ikliminin ciddi bir göstergesi.
Türkiye savaş politikalarında Kafkasya’dan Kuzey Afrika’ya kadar başı çekiyor ve “13 ülkede askerim var” diye de övünüp duruyor. 13 ülkede askeri var ama esas savaştığı ülke, Kürdistan Bölgesi ile Rojava Kürdistanı’dır. Özellikle statü sahibi Kürdistan parçalarını hedef alan son iki yıllık savaş teskeresi bunun somut kanıtı. Ee savaşa da para lazım ve savaş teskeresini zam fırtınası izledi! Doğal gaza %48.4 zam! Döviz ve enflasyonda tırmanma. Yani ekonomik kriz-işsizlik-ırkçılık-savaş mekaniği en çıplak haliyle Türkiye’de işliyor. Bu durum Türkiye’nin 196 devlet arasında, olumlu parametrelerde en dipte, olumsuz parametrelerde ise en üstte yer almasına yol açtı. Öyle ki olumsuz parametrelerde 12 yıldır savaşta olan Suriye’den bile daha yukarılarda yer alıyor ama Cumhur İttifakı, halen çözümü daha fazla savaş siyasetinde arıyor.
Ekonomik sosyal kriz altında işçi ve yoksullar nefes alamıyor.
Türkiye ve Kürdistan’ın gündeminde sosyal sonuçlarıyla her şeyi belirleyen ve giderek ağırlaşan ekonomik kriz var. Faiz ve döviz sarmalında kriz; işsize, yoksula yansıyan ağır sosyal sonuçlarıyla büyüyor. Öyle ki faizler düşürülüp döviz tırmandıkça beraberinde zam yağmuru başlıyor. Zamlar ise çarşı pazarda enflasyonu tetikliyor. Açlık, yoksulluk sınırı ve ev kiraları inanılmaz tırmanıyor. Sonuç yoksulun, işsizin evinde aş kazanı kaynamayınca sokakta, iş yerinde öfke de büyüyor. Eşitsizlik uçurumu sermaye sahiplerini bile rahatsız edecek kadar açılıyor! Zengin daha zengin fakir daha fakir! Asgari ücret normal ücrete dönüştü! “Belki de en tuhafı kriz geniş halk kitlelerince ağır hatta bir kısmı tarafından ölüm-kalım raddesinde yaşanmasıdır.” Bu tablonun sorumlusu kapitalizm ve siyasi iktidar olarak AKP’nin tek adam rejimi.
Enflasyon işçi ve emekçinin gelirinin erimesi demek! Halkın tabiriyle hayat pahalılığı. Devlet, 2022 yılı için; halktan, ücretlilerden %36 vergi, harç almayı planlarken, ücretlilere ise yıllık enflasyonu esas alarak zam yapacağını açıkladı. Doğal gaza %48 zam yapan tek kişilik hükümet, TÜFE’yi nasıl 19 olarak belirliyor? Çarşı-Pazar enflasyonu %40’a dayandı! TÜRK-İŞ ve TÜİK’in istatistiklerini karşılaştıran Tüketici Hakları Derneği; 66 milyon işçi-emekçi halktan 16 milyonun açlık sınırının, 50 milyonun ise yoksulluk sınırının altında yaşadığını açıkladı. Bu genel tablonun Kürdistan boyutu çok daha ağır yaşanıyor; CHP Ekonomi Masası Siirt, Bitlis, Muş, Bingöl, Diyarbakır’da; “Genç işsizlik ve çocuk işçiliği Türkiye ortalamasının neredeyse 10 katı” diyerek itiraf etti!
Bunlar yaşanırken; AKP iktidarı 2022 yılı bütçesinde; “Harcamaları kısıp vergileri artıracağım” yani “kemerleri sıkacağım” diyor. Kime kemer sıkma dayatılacak? İşsizlik, enflasyon, yoksulluk ve zamlar altında beli kırılmış işsiz-işçi-emekçiye! Bu tablo “isyan yaratır” diye büyük sermaye gruplarını bile korkutuyor. TÜSİAD YİK Başkanı Tuncay Özilhan “Mahşerin dört atlısı üzerimize geliyor” deyip “Gelir dağılımı bozukluklarını da gidermek istiyoruz… Hak ve özgürlük alanlarının genişletilmesine de ihtiyaç duyuyoruz” diyor. Demek ki kapitalistler dipten gelen işçi emekçi dalgasından ciddi tehdit algılıyor! Ki sermayenin yeni siyasi gözdesi CHP’de; sokağa taşıyacak işçi emekçi öfkeyi deşarj ederek kontrol etme arayışında! İşsizin, yoksulun, evsizin, şiddetin hedefindeki kadın ile ırkçı kuşatmadaki Kürt halkının, siyasal baskı ve sömürüye karşı sokağa taşan öfkesinin “kontrolden çıkacağı” korkusuyla mitinglerine çağırıyor. Yani kendi denetiminde öfkeye akacağı kanalı açıyor. Sosyalist hareket bu taktik oyunu bozabilir, bozmalıdır.
Cumhur İttifakı ekonomik kriz altında iç sarsıntılar geçiriyor fakat bugüne kadar her defasında “geleceğimiz için birbirimize mahkumuz” deyip “yola devam” dediler! Ama yolun sonu görünüyor çünkü AKP iktidarı ikili kıskaçta! Bir yandan sosyal sonuçlarıyla ağırlaşan ekonomik kriz, diğer yandan artık iktidar pozisyonu alan muhalefet! Cumhur İttifakı bu koşullarda ne “Ekonomik kurtuluş savaşını” kazanabilir ne de muhalefeti susturabilir. Bu kıskaçta Özerk Rojava’ya dikkat etmek lazım zira AKP çıkışı askeri harekatta görebilir.
Sömürgecilerin, Kürdistan stratejileri statüsüzlük üzerinde kurulu.
Elbette riskler ve fırsatlar dengesinde halkımız ve kazanımları lehine olumlu gelişmeler var. Bunların başında halkımızın resmi ve fiili olarak kazanılmış konfederal statüleri koruma kararlılığı geliyor. Ayrıca Dünya’da genişleyen bir kamuoyu halkasının, Kürt halkıyla özellikle Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY) ve Özerk Rojava (ÖR) ile dayanışma içinde olmaları ve ısrarla gerek ayrı ayrı parçalarda gerekse iki parça arasında yakınlaşma ve birliği savunmaları, hatta somut adımlar atmaları diğer olumlu gelişme.
Türkiye’nin Özerk Rojava’ya hazırlık içinde olduğu yeni askeri harekata, Rusya ve ABD’nin yeşil ışık yakmaması; ABD ile Rusya’nın, Rojava’ya özerklik verilmesi üzerinde uzlaşmaları ve Rusların meseleyi Şam ile görüşmesi gibi gelişmeler de var. Tam da bu nedenle Cumhur İttifakı Rojava’ya ateş püskürüyor ve her an saldırı için fırsat kollayan hazır kıta bekliyor. “Peşmergenin 16.10.2017’de zorla el konulan Kerkük ile Kürt yönetimi dışındaki diğer Kürdistan kentlerine Irak ordusuyla birlikte de olsa geri dönüyor olması diğer bir olumlu gelişme!
Kuzey Kürdistan’da ise Cumhur İttifakının Haziran 2015’ten beri halkımıza ve siyasetine diz çökertme politiksı amacına ulaşmadı. Cumhur İttifakının 2015 planı çöktü ve Van’da gözaltına alınan Kürt kadını hepimiz adına süreci ve tutumu özetledi; “Kürtler size boyun eğmeyecek”! Nokta!
Bu süreçte AKP üç şeyi yaşayarak gördü, görüyor! Kürt siyasetini çökertme politikasıyla halkımızdan destek alamayacağını; Kürt desteği olmadan da iktidar olamayacağını ve Kürt karşıtlığıyla iktidarını sürdüremeyeceğini yaşıyor, görüyor. İçeride ve Rojava ile Kürdistan Bölgesinde, Kürt kazanımlarına karşı izlediği savaş politikasıyla artık kendi birliğini bile koruyamaz! Cumhur İttifakının iktidarı gidici. Çünkü AKP-MHP son yıllarda, iktidarı sürdüremiyorsan muhalefetin iktidara gelişini önleme üzerine kurduğu taktiği de artık pratikte uygulayamıyor. CHP ve İYİ Parti bir süredir sistem içi ciddi bir muhalefet yapıyor. Zaten AKP’nin artık iktidar olamayacağını gören devlet de bir süredir AKP’den kopan-kopacak olan Kürt seçmene sistem içi adres arıyor!
Türkiye ve İran, Kürdistan meselesinde askeri saldırı ve siyaseten içeriden dalga kıran rollerini yeni hamlelerle sürdürüyorlar. Fiziki saldırıların yanı sıra Kürt siyasetine içeriden müdahalelerle de yıkıcı, makas değiştirici bir rol de oynuyorlar. Yani olumlu faktörlerle birlikte KBY ile ÖR’nin resmi ve fiili Konfederal yapıları halen bıçak sırtında. Çünkü Türkiye ile İran öncülüğündeki sömürgeci ittifak, Kürdistan stratejilerini statüsüzlük üzerinde kurmuşlar. Açıkça “Dün Kerkük’ün başına ne getirdik isek bugün KBY ve ÖR statüsünün başına onu getireceğiz” diyorlar demekle kalmayıp bu hedefte koordineli hazırlık içindeler. KBY, İran ve Türkiye tarafından askeri olarak Doğu’dan ve Kuzey’den kuşatılırken; ÖR’nin ise özerklik alanı daraltılıyor! Türkiye, tehdit ve saldırılarla Kürtleri Şam’a itiyor! Rusya ise Kürde gösterdiği Türk sopasıyla bunu tamamlıyor. Türkiye, Ayn İsa’yı top ateşine tutarken, Suriye kente asker gönderiyor. Derik, Kamışlı, Kobani, Ayn İsa’da Rus-Şam denetim alanları genişliyor. Rusya hem nalına hem mıhına vuruyor! Şam ile birlikte Rojava Özerklik alanını daraltan adımlar atıyor. ABD ile ilişki içinde ki Özerk Yönetime “Esad’ı tanıma, Suriye bayrağını Rojava’da çekme, petrolün %75’ni Şam’a bırakma”yı dayatırken, Şam’a yerel özerklik benimsemesini öneriyor. Kısacası Rus emperyalizmi Şam rejimi ve Rojava Özerk Yönetimi’ne “Bensiz savaş da barış da olmaz” diyor!
İlginçtir sömürgeciler, Kürdistan üzerinde aralarında hegemonya kavgasını sürdürürken bile, “Kürtler statü kazanmasın, kazanırsa bağımsız olmasın” diye uzlaşabiliyorlar. Rojava ve Kürdistan Bölgesinin; Mevcut statülerini ileriye taşımaya yönelik her hamleleri sömürgecilerin ortak karşı hamlesiyle yüzleşiyor. Ama Kürt siyaseti aralarındaki hegemonya çatışmasını, iç ve dış kamuoyunun “birlik olun” çağrı ve basıncına rağmen, özgür Kürdistan sonrasına ertelemeyi başaramıyor! Yani Kürtler ve jeopolitiğiyle Kürdistan sömürgecileri kendine karşı birleştiriyor ama kendisi birleşemiyor! Ve Kürdistan’ın merkezinde bulunduğu bölge belirsiz bir sürece giriyor, Kürtler arası iç gerilim-çatışma kimsenin altından kalkamayacağı sonuçlar üretebilir.
SİYASAL MÜCADELE DE TAKTİK VE STRATEJİMİZİN ANA HATLARI OLARAK
Her alanda hayata dokunmamız lazım.
Yukarıda özetlediğimiz koşullarda, ulusal özgürlük ve sosyalizm stratejimize bağlı olarak siyasal taktiğimizi; sömürgeciliğe ve kapitalizme karşı mücadeleyi barındırdıkları bütün çelişki ve olgular üzerinden hayata dokunarak kurmalıyız. Komünistler, işçi emekçilerle buluşmak ve kazanmak istiyorsa; uzun soluklu ücretlilere, yoksullara, işsizlere sorunlarının çözümü üzerinden dokunmalı. Baskılar karşısında eğilip bükülmeden ve somut alternatifler sunarak işçilerle, emekçilerle buluşmalı, buluşmalıyız.
Şimdi kapitalist sömürü düzenine taş atma zamanı!
İşçi emekçi hareketi küresel olarak kapitalizme karşı yeni bir başkaldırının eşiğinde. Sadece Türkiye ve Kürdistan’da değil Dünyada KAPİTALİZME isyan büyüyecek! Büyütmeliyiz! Unutmayın ki “Aç bir Dünya tehlikeli. Yiyecek bulamayan insanların üç seçeneği var; ayaklanmak, göç etmek, ölmek”! (Sheeran) İSYAN etmek; iş bulmayan işsizin, aç ve yoksulun; sokakta yatan evsizin, baskı altındaki kadının, ırkçı kuşatma altındaki ezilen ulusların tarih boyunca yaşam hakkının bir parçası olmuştur! Uygarlığın motorudur! Demokratik haktır ve meşrudur!
Girilen süreç Kapitalizme taş atma zamanı. Hedefe, sermaye sözcülerinin telaşla “aha her şeyin sorumlusu” diye gösterdikleri neoliberal uygulamaları değil, kapitalizmin kendisini koymalıyız.
Çözüm, çare dert yanmak değil! Halka zenginlik içerisinde yoksulluk yaşatan kapitalist sömürü düzenine karşı örgütlü mücadeleyi geliştirmek, örgütlü mücadeleyi büyütmektir!
KKP olarak sürdürdüğümüz, “İş, iş, iş! 6 saatlik iş! Herkese iş!” emek kampanyasını temel bir mücadele alanı olarak uzun soluklu sürdürmeliyiz. Şiarımız kapitalizme İSYAN büyüyecek, büyütmeliyiz!
Ulusal İttifakta kararlığımızı sürdüreceğiz.
KKP, kendi komünist kimliğini ve bağımsız sınıf siyaseti hattını koruyarak ulusal birlik çalışmalarındaki duruşunu korumalıdır. Ulusal meseleye parti gözlüğü ile değil halkın ve ülkenin çıkarlarını başa alan yapıcı duruşuyla bu alandaki istikrarlı duruşunu sürdürmeli. İçinde yer aldığı Kürdistani İttifak Çalışması’nın; seçimden seçime Ulusal İttifak ile yetinmemesi için çaba harcamalı. Kürdistani İttifak Çalışması, Ulusal Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nın Kürdistan ayağının örülmesi için kent, mahalle, köy ve kurumlarla buluşmaya zaman geçirmeden başlamalı. Böylece devletin Kürdistan’da AKP’den kopan, kopacak oyları (Kürt partilerine, HDP’ye gelecek oyları) sistem partilerine kanalize etme arayışına karşı durulmalıdır.
Kürt siyasetinin birbirinden tehdit algılamak yerine, sömürgeci devletlerden algıladıkları tehdit karşısında ulusal ittifakta buluşma çabamızı sürdüreceğiz.
Geniş demokrasi ittifakını geliştireceğiz
Kürdistan komünistlerinin stratejisi, esas olarak hükümetleri değil sömürgeci rejim ve kapitalist düzenin kendisine karşı mücadele ve hedefleri içerir. Kürdistan Komünist Partisi’nin (KKP) programı ve kongre kararları bunu esas alır ve izleyeceği bütün taktikler bu stratejik duruşa göre belirlenir. Bu stratejik duruşla birlikte Cumhur İttifakının ilk seçimde gitmesi, Türkiye halkının ve devrimci demokratik güçlerinin olduğu kadar Kürt halkının da kısmen nefes almasını sağlayabilir. Böyle bir taktik politikayla Türkiye devrimci, sosyalist ve geniş demokrasi güçleriyle sömürgeciliğe ve kapitalizme karşı ortak ulusal özgürlük ve demokrasi mücadelesini hedefleyelim. Bu yönelimle Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı dışında Ulusal Özgürlük ve Demokrasi İttifakı olarak üçüncü alternatifi oluşturabiliriz.
KBY ile Rojava’nın kazanımlarını savunacağız
Halkımızın ulusal özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinde siyasal taktiğimiz; Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin mevcut konumunu koruması ve 2017 Ekim’inde İran liderliğindeki sömürgeci ittifakla kendisinden kopartılan Kerkük ve diğer Kürt kentlerinin Kürdistan idaresine bağlanarak bağımsızlık yolundaki yürüyüşünü desteklemek. Özerk Rojava’nın yakın vade de mevcut statüsünü Suriye Anayasası çerçevesinde resmi çerçeveye dayandırma mücadelesinin yanında yer almalıyız. Halkımızın ulusal özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini destekleyen ve dayanışmada bulunan her uluslararası kurum, gönüllü lobi ve bireyin çabasını desteklemeliyiz.
Sonuç olarak; ulusal özgürlük ve sınıf mücadelesinin sertleşeceği bir sürece giriliyor. Halklarda ve emekte büyüyen öfkenin ulusal özgürlük ve emeğin kazanımlarına yol açacak siyasal bir değişim hedeflemeliyiz. Başarı, kararlı ve istikralı yürüyüştedir. Yürüyeceğiz ve başaracağız!
24 Kasım 2021
canbegyekbun@hotmaail.com