Ana SayfaNIVÎSKARÊN“Öteki”nin de “Öteki”si: Romanlar

“Öteki”nin de “Öteki”si: Romanlar

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER / Yazarların diğer makaleleri için tıklayınız

“Evde oturan ölür.”[1]

“Kafanı kaldırdığında gökyüzünü görüyor musun; işte orası senin memleketindir”; “Romanın malını eşeğe yüklemişler dolmamış, keyfini deveye yüklemişler almamış,” diyen -“öteki”nin de “öteki”si- Romanlar’dan söz etmek acıların tarihinde kulaç atmak gibidir.[2]

Kolay mı?

Jerrold Siegel’in, “Paris’in yeraltına adını veren bu insanlar asi oldukları kadar asil, çalıp çırptıkları kadar cömert, her daim ölmeye ve öldürmeye hazır, vatansız ve kozmopolit, kendilerini boğan medeniyetin kaldıramayacağı kadar güzeller”; Emil Cioran’ın, “Çingeneler, ne bir olayın ne de bir kurumun sorumluluğunu taşırlar. Hiçbir şey kurmama tasalarıyla yeryüzüne egemen olmuşlardır,”[3] ifadeleriyle betimlediği Romanlar tarih boyunca dışlananlardan olagelmişlerdir. Ve dahi: “Roman” kelimesi aslen “insan” manasına gelir.

* * * * *

“Öteki” olmak sosyoloji literatüründe hâkim kimlikten farklı ya da onun dışında kalma hâline işaret eder. Dışarıda kalmak çoğu kez bir sorundur ve bu nedenle tasfiyeyi amaçlayan politikaların konusu olmuştur. Bu durum özellikle modern devletler için geçerlidir, çünkü dünya coğrafyasının ulus devletler arasında paylaştırılması, kaçınılmaz olarak çok sayıda kimliğin dışarıda kalmasına yol açmıştır. Hemen tüm ülkelerdeki etnik gerilimler ve çatışmalar da bu sürecin bir neticesi ve ürünüdür.

Modern dünyanın “ötekiler”i içerisinde Romanların durumu ise daha da ayrıksı bir konu oluşturur. Çünkü Romanlar, her ulus devletin kendi ötekilerinin yanında bir ortak öteki olarak kodlanmıştır. Nitekim çok sayıda ulus devlet, kendi vatandaşlık yasalarında onları iktisadi, politik, kültürel vb. gerekçelerle dışarıda bırakmıştır. Bununla da yetinmemiş, eğer başka bir ülkeden geleceklerse kesinlikle kabul edilmeyecek gruplar içinde saymıştır. Romanlara yönelik politikalar konusunda ulus devletler arasında bir mutabakat söz konusu olduğundan, her devletin kendi içinde bu topluluklara karşı çoğu kez sert ve dışlayıcı müdahaleleri kolaylaşmıştır.

Tarihi tecrübelerin gösterdiği gibi son Osmanlı ve Cumhuriyet’in modernleşme denemelerinde Türkiye’nin Romanlara yönelik politikaları bu genel eğilime uygun olagelmiştir. İskân yasalarında ve talimatnamelerinde bazen Kıptiler ve Çingeneler olarak anılan bu topluluklar, hemen hemen aynı yaklaşımlara konu olarak ilgili yasalarda yer alırlar. Nitekim Türkiye, 1934 yılında çıkardığı 2510 Sayılı İskan Kanununda, ülkeye kesinlikle kabul edilmeyecek grupları belirlerken “anarşistler” ve “casuslar”la birlikte “göçebe Çingeneler”i de saymıştır. Romanların kesinlikle ülkeye alınmayacak bir kimlik grubu olarak tarif edilmesi ve “anarşistler” ve “casuslarla” aynı kalemde sayılması da normal kabul edilmiştir. Ancak Türkiye’nin yerleşik Romanları vardı. Bu coğrafyanın kadim halklarından biri olarak yerli Romanların durumu, ilgili yasanın TBMM’deki görüşmeleri sırasında gündeme gelmiştir. Zira onlardan da rahatsızlık duyuluyordu. “Türk tabiiyetindeki Çingeneler uygun yerlerde ikamet ettirilir, yabancı tabiiyetinde olanlar sınır dışı edilir,” şeklindeki 5. madde üzerine söz alan Burdur Milletvekili Hüseyin Baki Bey “Daha altı ay önce Türk tabiiyetine geçen Çingeneler var. Geçtiler, ama kötülüklerini sürdürüyorlar, bu geçiş tarihine bir sınır koymak gerekir” demişti. Aydın Milletvekili Tahsin ise “Bunlar, tabiiyetleri onaylanmış, her türlü kötülüğü yapan İran Çingeneleridir, bunları kovmak gerekir” şeklinde görüş bildirmişti.

Dışlama politikalarının temelini oluşturan bu politik iklim, hep devam etmiştir aslında. O kadar ki, XXI. yüzyıla girerken kentsel alanların, sermaye için yeniden üretildiği dönemde de yine bu toplulukların mahalleleri hedef hâline getirilmiştir. Mesela İstanbul’da Sulukule onlardan biriydi ve AKP dönemindeki kentsel dönüşüm uygulamalarının ilk hedefleri arasında yer almıştı. Kenti yenileme, dönüştürme, güzelleştirme söylemi ile Sulukule’nin derme-çatma hâli yan yana konularak, dönüşüme karşı direnç de yumuşatılmıştı. Sonuç tam olarak Kenya devleti kurucu başkanı Jomo Kenyatta’nın “Batılılar geldiğinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler, açtığımızda bizim elimizde İncil, onların ellerinde bizim topraklarımız vardı,” ifadesindeki gibi olmuştu. Sulukuleli Romanlara, mahallenin yeniden inşa edileceği, güzelleşeceği ve burada daha insani bir hayat kurulacağı söylenmişti. Sulukuleliler de buna tanıklık etmişlerdi. Mahalle gerçekten de yıkılıp yeniden yapılmış ve “güzelleşmişti” ama sahipleri artık Romanlar değildi, yeni sahipleri vardı Sulukule’nin.

Modern dünyanın ayrımcılık üzerine kurulu sert ve dışlayıcı politika ve pratiklerinin her yerde olduğu gibi bu coğrafyada da Romanlar üzerinde çok olumsuz etkileri oldu. Bugün bunlarla gerçek ve köklü bir yüzleşme sadece o toplulukların değil, bütün ötekilerin de talebidir. Zira 1934 İskân Yasası’ndaki, Romanları aşağılayan ifadeler bile hâlâ yerinde duruyor.[4]

“Nasıl” mı?

Reşat Nuri Güntekin’in, ‘Yaprak Dökümü’ndeki, “Ali Rıza Bey’in anlamadığı şeylerden biri de en acı sefalet içinde kıvranan ve birbirlerini yiyen bu insanların eğlence saati gelince birdenbire her şeyi unutmaları, hiçbir şey olmamış gibi gülüp eğlenmeye başlamalarıydı. Demek çocukları hissiz, haysiyetsiz, Çingene gibi bir şey olmuşlardı,”[5] ifadesindeki üzere…

Ya da T.“C”nin 14 Haziran 1934’te çıkarılan 2510 sayılı “İskân Kanunu”nun 4. maddesindeki, “Türk kültürüne bağlı olmayanlar, anarşistler, göçebe Çingeneler, casuslar ve memleket dışına çıkartılmış olanlar Türkiye’ye ‘muhacir’ göçmen olarak kabul edilmezler,” ibarelerdeki gibi. (Ayrıca bu kanun 86’da yeniden onaylanmıştır. Eski kanun hükmünde “Tabiiyetsiz veya yabancı devlet tebaası olan Çingenelerin ve Türk kültürüne bağlı olmayan yabancı göçebelerin sınır dışı edilmelerine içişleri bakanlığı salahiyetlidir,” ifadesi yer alıyordu!)

* * * * *

Başına gelmeyen kalmayan Romanlar, varlıklarını Ortadoğu, Balkanlar ve Avrupa’da sürdüren etnik grup. Hindistan coğrafyasından diğer bölgelere yayıldılar; II. Dünya Savaşı’nda müthiş bir soykırıma maruz kaldılar.

Romanlar, anayurtları Kuzeybatı Hindistan’dan IX. veya X. yüzyılda ayrıldı. Bir kısmı çeşitli boylar hâlinde Ermenistan üzerinden Kafkasya ve Rusya’ya, bir kısmı Suriye üzerinden Mısır ve diğer Kuzey Afrika ülkelerine, önemli bir kısmı da Anadolu üzerinden Avrupa’ya göç etti. 1150’de İstanbul’a gelen Romanlar, XIV. yüzyılda Balkanlara ulaştılar. Buradan da Avrupa’nın farklı ülkelerine dağıldılar.

Romanlar XVI. yüzyılda en büyük göç dalgasını Batı Avrupa’da yaşadı. Bazı ülkeler onları Afrika ve Amerika kolonilerine sürmekten çekinmedi. Hatta İspanya’da bunların önemli bir kesimi, Yahudi ve Müslümanlarla birlikte Osmanlı İmparatorluğu’na sığındı. XX. yüzyıla kadar Romanlar, Avrupa’daki yerli halkla az çok iyi ilişkiler içinde oldu. Ancak, 1930’dan itibaren Nazilerin ırkçı politikasının, imha ve “soykırım” programlarının kurbanı oldular.

Avrupa’da, toplama kamplarında yaşayan 700 bin Roman’dan 500 bini Hitler faşizminin kurbanı oldu. Kimisi gaz odalarında yakılarak, kimisi de aç bırakılarak öldürüldü. Bu dönem, Roman dilinde “topyekûn cinayet” anlamına gelen “Samudaripen” olarak bilinir.

Örneğin Auschwitz-Birkenau toplama kampında, 1940-1945 kesitinde, 1.1 milyonu Hitler faşizmi tarafından işgal edilen Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden zorla getirilen Yahudi erkek, kadın ve çoluk- çocuk, 70-75 bini Polonyalı, 21 bini Roman (Sinti ve Çingene) ve 15 bini Sovyet vatandaşı savaş esiri ve 10-15 bini de farklı ulusların insanları olmak üzere, toplam 1.2 milyondan fazla insan “gaz odaları”nda ve “toplama kamplar”ında yakılarak öldürüldü ve milyonlarcası da sakat bırakıldı.[6] 

Romanlar’a dair “suskunluk”, 1982’de Almanya’nın “soykırımdaki” sorumluluklarını ve “Roman soykırımını” resmen tanımasına kadar sürdü. 1997’de, Fransa’da Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, sınır dışı edilen kurbanların anısına düzenlenen bir törende; ilk kez “Roman soykırımından” söz etti. 2005’te toplama kamplarının kurtarılmasının 60. yıldönümünde, Romanlar da dahil olmak üzere, bu barbarlığın tüm kurbanları için saygı duruşunda bulunuldu.

Bugün “Roman soykırımının” boyutu geniş bir kitle tarafından hâlen yeterince bilinmiyor. Öyle ki bazı insanlar böyle bir soykırım yaşandığından dahi habersiz. Romanlar, Yahudiler gibi emperyalist ülkeler tarafından desteklenen güçlü lobilere sahip olmadığı için kendilerine yapılan bu “soykırım” zulmünü tanıtmakta güçlük çekiyorlar. Hitler faşizminin bu barbarlığına ortak olan ülkeler, yaptıkları ile yüzleşmeli ve “soykırım” olayını resmi olarak tanımalıdır.

Romanlar yaşadıkları ülkelerde her türlü ayrımcılık, “ötekileştirme”, dışlama, ırkçılık ve ırkçı saldırılarla karşı karşıya. Romanlara karşı ayrımcılık ve ırkçılık konusunda Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Raportörü, Çek Milletvekili Frantisek Kopriva, “Toplumumuzun özellikle savunmasız bu üyelerini, her alanda korumak için, ek yollar aramak yerine; bazı politikacılar ırkçılık ve ayrımcılık yaparak aktif olarak Anti-Çingeneliği körüklüyor,” dedi.

Ayrımcılığa ve ırkçılığa uğrayan Romanların taleplerini, yani herkes için eşitlik, ayrımcılık yapmama, dışlamama ve haysiyeti Uluslararası İnsan Hakları ve Avrupa İnsan Hakları sözleşmeleri garanti ediyor. Buna rağmen Avrupa’nın Romanya, Bulgaristan, Slovakya, Yunanistan, Almanya, Fransa, Slovakya, İspanya, İngiltere, İtalya gibi bazı ülkelerinde aşırı sağcı, milliyetçi, faşist ve ırkçı siyasi partilerin seslerinde korkutucu bir yükseliş var.[7]

* * * * *

Hâlâ ırkçı sistematik ırkçı baskılara maruz kalan Romanlar’ın dünyadaki toplam sayısı tahminen 45-50 milyon arasında. Bu nüfusun 30 milyonu anavatanları Kuzeybatı Hindistan’ın Penjab, Rajasthan ve Banjara eyaletlerinde yaşıyor. 10-13 milyon arasında değişen bir kesimi Avrupa’da bulunuyor. Geri kalanı ise dünyanın farklı ülkelerinde “göçebe” olarak ya da “yerleşik” düzende yaşıyor.

Avrupa’da yaşayan Romanların yarıdan fazlası sekiz ülkede bulunuyor. Bunlar Türkiye, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Sırbistan ve Kuzey Makedonya’dır. Bu ülkelerde meşhur Roman yerleşimleri bulunur. Örneğin Slovakya’da Kosice eteklerindeki Lunik IX ve Plovdiv, Türkiye’de İstanbul ve İzmir’in bazı semtleri, Bulgaristan’da Stolipinovo, Romanya’da Bükreş, Kuzey Makedonya’da Üsküp yakınlarında Shuto Orizari.

Romanların 5 milyonunun Türkiye’de yaşadığı düşünülüyor. Romanlar, diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de birçok yönden ayrımcılığa maruz kalıyor. Roman kadınlar ise aynı zamanda cinsiyet ayrımcılığına da uğruyor.

‘Sıfır Ayrımcılık Derneği Başkanı’ ve ‘Roman Diyalog Ağı’ Koordinatörü Elmas Arus, Romanların özellikle temel hakları açısından görünür olmadığı ve her türlü hak ihlâline maruz kaldıkları vurgusuyla ekliyor: “Toplum ‘Romanlar hırsızdır, kötü işlerle uğraşır’ gibi önyargılarla şekillendiriliyor. Onlara okullarda, ibadethanelerde en arkada yer verilir. Bulundukları bölgelere göre değişen, ancak her yerde ayrımcılığa maruz kalan bir millet. En alt kesiminde en kötü alanlarda savunmasız yerlerde yaşıyorlar. Sel bassa ilk Roman evlerini basar, çünkü toplumun kullanmadığı yerlerde yaşıyor, toplumun yapmadığı ve en ağır işlerde çalışarak geçimini sağlıyor. Ancak toplumun diğer tarafında onlar çalışmayı sevmiyor oluyor. Oysa hayatta kalabilmek için çok daha fazla çalışıyorlar”![8]

Örneğin ‘Marmara Bölgesi Roman Federasyonu’ Başkanı Sinan Karaca Öztürk, “Temel gıdaya ulaşamayan Romanlar hayata yenik başlıyor,” vurgusuyla ekliyor: i) Marmara ve Trakya’da her 10 aileden 7’sinin elektriği kesik; ii) Yüzde 85’i istihdam dışı çalışıyor; iii) Sadece yüzde 1’i kamuda çalışıyor; iv) Yüzde 3’ü belediyelerde çalışıyor; v) Büyük çoğunluk müzisyenlik, hamallık gibi işler yapıyor; vi) 13-16 yaş arası çocuk işçiliğinde artış yaşanıyor.[9]

Bu kadar da değil!

‘Sıfır Ayrımcılık Derneği’nin ‘Bu Romanlar Hep Böyle- Roman Gençlerin Eğitimde ve İstihdamda Yaşadıkları Ayrımcılık’ başlıklı raporuna göre, Roman çocuklar ve gençler eğitime erişemiyor. Her 3 gençten 2’si ise okul gibi eğitim ortamlarında ayrımcılığa maruz kalıyor!           [10]

Öte yandan kentsel dönüşüm sonrası evlerinden sökülüp atılan, Ümraniye Dudullu’da yüksek katlı sitelerin arasında derme çatma evlerde yaşam mücadelesi veren Roman yurttaşlar, “Kâğıt ve çöp topluyoruz, belediye ceza kesiyor. Evde oturun diyorlar. Evde oturuyoruz ama hiçbir yerden bir şey gelmiyor”, “Eve 2 çuval patates yardımı geldi. Patates yemekten çocukların midesi bulandı. Mutfağımız boş. Tüpümüz, yağımız bitti. Makarna ve çorba yemekten bıktık. Ete hasret kaldık,” diyorlar.[11]

İş bu merkezdeyken; ‘ Marmara Bölgesi Roman Dernekleri Federasyonu’ Başkanı Sinan Karaca Öztürk’e göre, Roman halkı her zaman dışlanan bir kesimi temsil etti.

Romanlar barınma, beslenme, eğitim ve sağlık gibi en temel haklara dahi ulaşamıyorlar.

Roman halkının geleceğe dair hayalleri tükeniyor.

Romanlar, Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 4’ünü oluşturuyor. İstanbul’da yaklaşık 850 bin Roman yaşıyor. Roman mahallelerinin çoğu derin yoksullukla mücadele ediyor ve temel ihtiyaçlara dahi erişemiyor.[12]

Özetle Türkiye’de her geçen gün daha da artan hayat pahalılığı ve ekonomik krizden en çok etkilenen kesimlerden biri de Romanlar…[13]

* * * * *

Başka yerlerde “farklı” mı? Elbette değil… Avrupa’nın Roman nüfusu nefes alamıyor!

Sean Benstead’ın ifadadesiyle, “Çek bir polis memuru, Roman kökenli Stanislav Tomáš’ın boynuna nefesini kesinceye kadar diziyle bastı. Birinci Dünya Roman Kongresi’nden elli yıl sonra, Avrupa Roman halkının acilen ayrımcılığa ve yoksulluğa karşı yeni bir harekete ihtiyacı var.

İtalya’dan Matteo Salvini’nin ‘sokak sokak, meydan meydan toplu temizlik’ çağrısından Fransa, Kuzey Makedonya, Romanya, Macaristan, Slovakya ve Bulgaristan’da hâlihazırda sürmekte olan Roman karşıtı pogromlara (dinsel, siyasal veya etnik şiddet hareketleri) kadar, aşırı bir sağ enternasyonal, Sovyetler’in çöküşünden bu yana kıta genelinde Romanlara karşı bir ‘halk savaşı’ yürütüyor. Bu durum, Roman halkının neredeyse evrensel olarak maruz kaldığı kötü ekonomik koşullarla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı. Sosyal güvenlik ağlarının geri çekilmesi ve refah şovenizmi rejimi uygulayan devletlerle birlikte Roman toplulukları, lümpen ve üretken olmayan bir artı nüfus olarak kabul ediliyor. Disiplinler arası akademik çevrelerde de belirtildiği gibi, neo-liberalizm öncesi küresel politik ekonomi içindeki hegemonik ‘yaşatan’dan çağdaş kapitalizmde artı emeğin ‘ölmesine izin veren’ biyopolitik bir kayma gördük. Avrupa Roman nüfusunun şu anki durumu, bu değişimi kanıtlamaktadır.

Doğu Avrupa’da daha iyi konumda olan ülkelerden Macaristan’da bile, Romanların yüzde 40’ı yoksulluk sınırının altında yaşıyor.”[14]

* * * * *

8 Nisan 1971’den beri dünyada ‘Romanlar Günü’nün çeşitli etkinliklerle kutlanmasını fazla önemsemeyin! Romanların acılı cephesinde değişen bir şey yok…

19 Aralık 2024 20:07:19, İstanbul.

N O T L A R

[1] Roman Atasözü.

[2] Bkz: i) Temel Demirer, “Bahar(lar)ın Halkı: Romanlar”, Kaldıraç Dergisi, No:186, Ocak 2017; ii) Temel Demirer, “Azınlık(ların) Acıları”, Kaldıraç Dergisi, No:237, Nisan 2021; iii) Temel Demirer, “Ötekileştirilmenin Türkçesi: ‘Azınlıklar’…”, Kaldıraç Dergisi, No:158, Ağustos 2014…

[3] Emil Cioran, Burukluk, çev: Haldun Bayrı, Metis Yay., 1993.

[4] Şükrü Aslan, “Kentler, Ötekiler, Romanlar”, Birgün, 28 Eylül 2023, s.6.

[5] Reşat Nuri Güntekin, Yaprak Dökümü, İnkılap Yay., 1993.

[6] Bu toplama kampının, ilk önceleri yaklaşık 10 bin kişiyi içine alacak bir cezaevi olması planlanmıştı. Ancak, daha sonra insanların kitleler hâlinde çoluk-çocuk demeden yakılmasını ve yok edilmesini amaçlayan bir “ölüm fabrikası” hâline dönüştürüldü. Bu kamptakilerin, 27 Ocak 1945’te SSCB’nin “Kızıl Ordusu” tarafından kurtarılması sırasında, ölüm kampından yaklaşık 7 bin insan sağ olarak çıkarıldı. “Kızıl Ordu” ile Nazi güçleri arasındaki çarpışmalar tam üç gün sürdü. Kampın, Nazi güçlerinden kurtarılışı sırasında, 130’dan fazla Sovyet askeri yaşamını yitirdi, binlercesi ise yaralandı ve sakat kaldı. (Ali Arayıcı, “Auschwitz-Birkenau Ölüm Kampı”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2017, s.14.)

[7] Ali Arayıcı, “Soykırımın Tanınması”, Birgün, 8 Nisan 2023, s.13.

[8] Melike Aydın, “Ötekinin Ötekisi Romanlar”, 5 Temmuz 2023, s.2.

[9] Umut Serdaroğlu, “Romanlar Hayata 10-0 Yenik Başlıyor”, Birgün, 14 Temmuz 2022, s.10

[10] “3 Roman Gençten 2’si Eğitimde Ayrımcılığa Maruz Kalıyor”, 2 Şubat 2023… https://www.avrupademokrat2.com/3-roman-gencten-2si-egitimde-ayrimciliga-maruz-kaliyor/

[11] Tuğba Özer, “Romanlar İçin 17 Günlük Kapanma Yıkım Oldu”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2021, s.10.

[12] Umut Serdaroğlu, “Sinan Karaca Öztürk: Biz de Varız”, Birgün, 25 Aralık 2021, s.10.

[13] Berkay Sağol, “Romanlar Kentin Dışına Sürülüyor”, Birgün, 22 Ocak 2023, s.7.

[14] Sean Benstead, “Avrupa’nın Roman Nüfusu Nefes Alamıyor”, Birgün, 25 Temmuz 2021, s.5.

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights