1.AYRIM: ORTADOĞU “CEHENNEMİ”
I.1) SYKES-PICOT BELASI
I.2) ABD KAPANI
1.AYRIM: “İRAN” DEYİNCE
II.1) STRATEJİK KONUMU (İDDİASI)
II.2) ABD’DEN T.“C”YE
III. AYRIM: IRAK’TAKİ DURUM
III.1) ABD İŞGALİ
III.2) LABORATUVARDA ÜRETİLEN İŞİD VİRÜSÜ
III.3) KÜRT AKTÖRÜ
III.4) IRAK’TAKİ İRAN FAKTÖRÜ
1.AYRIM:SURİYE DEPREMİ
.AYRIM: ROJAVA’NIN HÂL VE GİDİŞATI
V.1) ABD VE ROJAVA
V.2) FEDERASYON MESELESİ
V.3) T.“C”NİN TAVRI
1.AYRIM: ORTADOĞU’DA KÜRTLER
VI.1) GÜNEY’İN KÜRTLERİ
VI.2) KUZEY-BATI KÜRTLERİ
VI.3) ABD KONUSU
VII. AYRIM: OSMANLICI T.“C” SİYASET(SİZLİĞ)İ
VII.1) T.“C” İÇİN SURİYE VE ROJAVA NEDİR?
VII.2) MUSUL VE…
VII.3) İRAN VE ÖTESİ
VIII. AYRIM: KUZEY-BATI PARANTEZİ
VIII.1) AKP’Lİ “ÇÖZÜM(SÜZLÜK) SÜRECİ”
VIII.2) RADİKAL DEMOKRAT HDP (Mİ?)!
VIII.3) ÜÇ ŞEY DAHA
ORTADOĞU: BÜYÜK FOTOĞRAF İLE “KÜÇÜK” AYRINTI(LAR)[*]
“İçinde yaşadığımız dünyayı nasıl
kavradığımızı belirleyen üç şey vardır:
Dünyanın nasıl bir yer olduğu,
bizim kim olduğumuz ve
dünyayı nasıl incelediğimiz.”[1]
Ortadoğu (ile Kürdistan’da) yön arayan tarih ve değişimin dinamiklerinden söz etmeden önce belirtmeliyim: Horatius’un, “Carpe diem, quam minimum credula postero/ Gününü yaşa, yarına olabildiğince az güven,” uyarısının -sık sık- anımsatıldığı, “Major continet in se minus/ Büyük, küçüğü içine alır,” betimlemesiyle karakterize olan Ortadoğu’da, “imkânsız” denilen umuttan vazgeçildiğinde elde kalan tek şey, Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Düşmanın birçok yüzü var, ama tek bir ismi var: Kapitalizm,” uyarısını anımsatan kapkara gerçeklerdir.
Egemenlerin “Either you are with us or you are with the terrorists/ Ya bizden yanasınız ya teröristlerden,” dayatması ekseninde olan, olmakta olan ve olacak olan üçgeninde, geleceği kazanmak için bugünü biçimlendirmek ivedi görev(imiz)ken; teorisist lafazanlıkla değil, devrimci praksis zemininde “her şeyi sorgulama konusu ederek” çare bulmaktan yana saf bağlayanlar; “Insperata accidunt magis saepe quam quae speres/ Beklenmeyen, beklenenden daha sık olur” gerçeğiyle birlikte Rallp Waldo Emerson’un, “Yıldızları yeterince karanlık olduğunda görebilirsiniz,” uyarısını “es” geçmemelidirler!
1.AYRIM: ORTADOĞU “CEHENNEMİ
“Tanrı’nın peygamberlerini gönderdiği”nden söz edilen Ortadoğu toprakları adeta bir yeryüzü cehennemine dönüşmüş durumda. Yangın yerine dönen Ortadoğu bugün iki ateş arasında kavruluyor.
Bir taraftan hidrokarbon (petrol, gaz) enerji kaynakları üzerinde süren paylaşım savaşları, diğer taraftan, bu enerjinin kullanımının sonucunda hızlanan bir iklim krizinin daha da ağırlaştırdığı kavurucu sıcaklar, kuraklık, içme suyu kıtlığı, toz fırtınaları… Ancak işin aslına bakarsanız bu iki ateş bir başka şeyin, yani kapitalizmin ürünleri![2]
Yeniden paylaşım kıskacındaki Ortadoğu yangını boşuna değil; kolay mı?
Ortadoğu dünya petrolünün yüzde 36.7’sini üretiyor. Üreticiler içinde net ihracatçı dört Ortadoğu ülkesi toplam net petrol ihracatın yüzde 35’ini gerçekleştiriyor. Net ithalatçı, ABD, Çin, dört AB ülkesi, Hindistan toplam net ithalatın yüzde 60’ını gerçekleştiriyor. Ortadoğu’nun toplam gaz üretimi içindeki payı yüzde 15.7. Ortadoğu’nun tek net ihracatçı ülkesi Katar’ın toplam net gaz ihracatı içinde payı yüzde 14; Rusya’nın payı yüzde 21.4. Net gaz ithalatçısı beş AB ülkesi, toplam net gaz ithalatının yüzde 27’sini gerçekleştiriyor.[3]
Devasa bir enerji deposu özelliği taşıyan coğrafya açısından Sykes-Picot “gizli” Antlaşması, emperyalizmin Ortadoğu’yu paylaşım anlaşmalarının en bilineni, en çok tartışılanıdır. Mayıs 1916’da yapılan bu antlaşma, sınırları tek başına belirlemese de ve yine bu antlaşmanın tarafları olan İngiliz ve Fransız emperyalistleri (antlaşmanın diğer bir tarafı olan Rusya, 1917 Ekim Devrimi ile anlaşmadan çekilmiş ve Lenin bu gizli antlaşmayı bütün dünyaya ifşa etmişti) İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra bölgedeki hâkimiyetlerini önemli oranda kaybetmiş olsalar da Sykes-Picot bugün bölge ile ilgili tartışmaların merkezinde yer almaya devam ediyor. Çünkü tarih, olmuş bitmiş olaylar-olgular yığını değil; dün-bugün-yarın diyalektiği bağlamında toplumsal süreçleri etkileyen/belirleyen bir bütünün parçasıdır. Ve Ortadoğu coğrafyası, Sykes-Picot Antlaşması’ndan yüz yıl sonra, yine Suriye üzerinden sürdürülen bölgesel savaş ve kamplaşmanın sınırların yeniden çizilmesini gündemleştirdiği bir yeniden paylaşım mücadelesinin merkezinde yer alıyor.
Şu açıktır: Halkların kendi geleceklerini kendilerinin belirlemediği koşullarda-ki Rojava’da Kürtlerin PYD öncülüğünde kurdukları demokratik kanton yönetimlerini saymazsak durum böyledir- “sınırların yeniden çizilmesi” tartışmasının tek bir anlamı vardır: Yeniden paylaşım! Söz konusu olan Ortadoğu gibi dünyanın en önemli enerji kaynaklarının (petrol ve gaz) ve onların geçiş yollarının bulunduğu bir coğrafya ise; savaş, bu paylaşım mücadelesinin kaçınılmaz araçlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Arap-İsrail Savaşları, İran-Irak Savaşı, I. ve II. Körfez Savaşı, Suriye Savaşı, Yemen müdahalesi, ülkelerde iç çatışmalar ve darbeler… O yüzden Ortadoğu’yu yüz yıldır bitmeyen bir savaşın coğrafyası olarak adlandırmak abartılı olmayacaktır.
2010 sonu ve 2011 başlarında Tunus ve Mısır’da diktatörlerin devrilmesine yol açan ve diğer bölge ülkelerinde “değişim ve demokrasi” talepleriyle yayılan ayaklanmaların ABD ve Fransa’nın başını çektiği Batılı emperyalist güçler tarafından bölgenin dizayn edilmesi için kullanılmaya çalışılması, Suriye üzerinden 2011’den bu yana süren emperyalist kamplaşma ve mücadelenin ortaya çıkmasına neden oldu. Günümüzde Suriye üzerinden süregiden emperyalist kamplaşmanın bir tarafında yer alan ABD, bölgede İngiliz ve Fransız emperyalistlerden devraldığı egemenlik ilişkilerini sürdürmeye, diğer kampın başında yer alan Rusya ise, hem eski SSCB toprakları dışındaki tek askerî üssünün yer aldığı Suriye rejimini ayakta tutmaya, hem de buradan bölgesel egemenlik mücadelesine daha güçlü ve etkili katılmaya çalışmaktadır.[4]
Bu tabloda yüz yıl önce Sykes-Picot’nun adlarını dahi anmadan ülkelerini dörde böldüğü Kürtler, kamplaşmanın yarattığı denge durumunda kendi geleceklerini belirleme yönünde adımlar atmakta, dahası her iki kampın varlığını göz ardı edemeyeceği bir güç konumuna gelmiş bulunmaktadır.
Filistin halkının “kendi kaderini tayin etmekten mahrum bırakılması ve yaklaşık 70 yıldır Siyonist işgale maruz kalmasında, yine Sykes-Picot Antlaşması’nın (ve onun devamı niteliğindeki Balfour Deklarasyonu’nun) belirleyici bir rolü olmuştur. Filistin sorunu, Ortadoğu’daki çatışmaların, savaşların tozu, dumanı arasında her ne kadar kaybolmuş gibi gözükse de olanca ağırlığı ile varlığını sürdürmekdir.
Suriye Savaşı’nın bölgedeki etnik-dinsel fay hattını harekete geçirmesinin Irak başta olmak üzere Lübnan, Ürdün, Türkiye, İran, S. Arabistan gibi bölge ülkelerini doğrudan etkilemesi bu sürecin bir diğer önemli gelişmesi olmuştur.
Özetle emperyalistler arasındaki rekabet/egemenlik mücadelesi, Suriye sorununa ve bölgedeki diğer sorunlara yönelik çözüm arayışlarından kalıcı bir barışın ve istikrarın ortaya çıkmasını engellemektedir. Dolayısıyla emperyalist güçler ve bölge gericilikleri arasındaki kamplaşma devam ettikçe kaybedenler Suriye’de olduğu gibi hep dini-etnik-mezhepsel çatışmalara sürüklenen bölge halkları olacaktır. Bu nedenle yeni Sykes-Picot’ları ve yeniden paylaşımı saf dışı bırakacak kalıcı çözüm ancak ve ancak, emperyalizm, Siyonizm ve bölge gericiliklerinin her türlü müdahalesinin son bulmasından geçmektedir.[5]
I.1) SYKES-PICOT BELASI
“Ortadoğu’nun Ortadoğulu olmayanlar tarafından şekillendirilmesi çabasının kâğıda dökülmüş hâli olan Sykes-Picot,”[6] “Emperyalist güçler 100 yıl önce bölgenin sınırlarını çizmeye çalışsalar da evdeki hesaplarının çarşıya uymamasının da sembolü”dür.[7]
Resmi adıyla “Küçük Asya Anlaşması”, yani “Sykes-Picot” 100 yıl önce yürürlüğe girmişti. Ve bir asırdır, Büyük Britanya Birleşik Krallığı ve İrlanda ile Fransız Üçüncü Cumhuriyeti arasında imzalanan, Rus Çarlığı’nın rıza verdiği bu gizli anlaşmanın hayaleti, Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasının zihninde dolaşıp duruyor…
İngiliz Sir Mark Sykes ve Fransız François Georges-Picot arasında beş ay süren pazarlıklar sonucu ortaya çıkan bu anlaşmanın ahlâki hiçbir bir tarafı yok. Anlaşma, Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilmesi hâlinde, topraklarında kimin, nerede, nasıl bir nüfuza sahip olacağını kararlaştırıyordu.
Ancak, I. Dünya Savaşı’ndan geriye kalan, 37 milyon insanın canını alan kanlı ve korkunç mirasın bir parçasını da bu gizli anlaşma şebekeleri oluşturuyordu zaten…[8]
Yani Araplara, Osmanlı’ya karşı ayaklanma karşılığında bağımsızlık vaat edilirken aynı anda emperyalist devletler, o toprakları Sykes-Picot anlaşmasıyla paylaşıyorlardı. Sykes-Picot ile paylaşılan bu topraklar hiç rahat yüzü görmedi, 15 yıldır da bir kaos giderek gelişiyor. AKP yönetiminin Osmanlı fantezileri, Türkiye’yi bu kaosun içine çekiyor.
Irak, Suriye, Yemen, Libya’da devletler yıkıldı; Lübnan’ın geleceği belirsiz, Ürdün bir sığınmacı dalgası altında eziliyor. IŞİD tüm çevre ülkeleri etkiliyor, Türkiye’yi Suriye’ye çekmeye çalışıyor, Türkiye de NATO’yu Karadeniz’e… Türkiye’nin sınırları geçirgenleşiyor, hazirandan bu yana giderek yoğunlaşan çatışmalar yeni bir boyut kazanıyor.
Kürtler, Suriye’de de isyan hâlinde; ABD, Rusya bu isyanı destekliyor. Irak Kürtleri otonomi ilan etmeye hazırlanıyor bağımsızlık resmen tartışmaya açıldı. Mısır’da, rejim Sina yarımadasında kontrolü kaybediyor. Petrol fiyatları körfez monarşilerinin ekonomilerini zorluyor. Suudi rejiminin İran’a karşı, Suriye ve Yemen’de yürüttüğü vekâlet savaşı bölgeyi etkiliyor. Bu savaşlar ve toplumsal dengeleri zorlayan bir yapılanma projesi Suudi rejimin geleceğini tehdit ediyor.
The Economist “Avrupa ve Amerika hatalar yaptı ama Arap dünyasının sefaleti esas olarak kendi marifeti”. Bu “savaşlar uygarlıklar çatışması değil, uygarlık içi bir çatışma” diyor. “ABD ve Avrupa’nın pek bir sorumluluğu yok! Aslında Araplar birbirini yiyor!” demeye getiriyor.
Aklıma, yıllar önce Andrew Mango ile yaşadığım kısa bir “atışma” geldi. Mango, “Hep Batı’ı suçluyorsunuz. Biraz da aynaya baksanız ya” diyordu. Ben de, “İyi de ne zaman aynaya bakmak için başımızı kaldırsak ayna ile aramızda bir başkasını görüyoruz. Önce siz aradan çekilin bir bakalım” dedim. Mango cevap vermedi.
Avrupa’da kapitalizm gelişirken Arap dünyasında başlayan gerilemeye kadar gitmeyelim. Filistin sorununu da bir yana koyalım. Ama, bugüne kadar, bölgedeki en gerici rejimlerin ABD ve Batı tarafından desteklendiğini anımsayalım.
11 Eylül’den bu yana, Afganistan’da Taliban, Irak’ta Saddam rejimlerinin yıkılmasıyla İran bölgede yükselmeye başladı. ABD Irak’ta direnişi bastıramayınca, çok yararlı bir “rastlantı” olarak Sünnî-Şiî düşmanlığı alevlendi. Libya’nın yıkılmasıyla radikal gruplar yeni silah kaynaklarına ulaştılar, Avrupa’ya yönelik bir göç dalgası başladı.
Çin’in Ortadoğu’ya girişine bir cevap olarak ve İran ekonomisinin büyük potansiyellerini Batı’ya açmak için başlayan Nükleer anlaşma süreci Arap dünyasında dağılmayı hızlandırdı. ABD ile İran konusunda anlaşamayınca, Suudi rejimi İran’a karşı kendi başının çaresine bakmaya karar verdi. Suudilerin İran korkusu, ABD silahlarına iştahı artırdı. Şimdi, Suriye’de İslâmcı çeteleri besliyor, Yemen’de Şiî isyancıları bombalıyor, tüm Ortadoğu’da bir Sünnî cephe kurmaya çalışıyor, bu arada Lübnan devletine verdiği 3 milyar dolar desteği çekiyor.
Suriye savaşı, Rusya’nın bölgeye geri dönmesine, İran’ın, “terörist devlet” kategorisinden çıkarak Batı’yı tehdit eden IŞİD çetelerine karşı savaşan, yüzünü Batı’ya dönmüş bir ülke konumuna geçmesine olanak verdi.
İlk tekmeyi ABD attı. Sykes-Picot düzeni dağılırken Irak, Suriye, Libya’dan sonra, en büyük faturanın, yalnızlaşarak Suudilere yanaşan, sınırları delinen AKP Türkiye’si ile, kendi imalatı bir ekonomik-siyasi krize doğru hızla koşan Suudi Arabistan’ın üzerinde kalacağı söylenebilir. Ayna ile aramızdaki şey ise, orada durmaya daha uzun süre devam ediyor.[9]
Özetle geçen 100 yılın ardından, dönemin emperyalist güçleri Britanya ile Fransa’nın gizlice yaptıkları, Bolşevik Devrimi sayesinde dünyaya faş olan Sykes-Picot çatırdıyorken; deyim yerindeyse “Birinci Sykes-Picot”da “evdeki hesaplar çarşıya uymamıştı”. Eğer “yapılmaktaysa” kuvvetle muhtemel ki, ikincisinde de “uymayacak” gibi duruyor.
Ortadoğu’da XX. yüzyılda dönemin ruhuna uygun biçimde bütün sorunlu yanlarıyla birlikte “ulusçulukla” tanımlanmış “Birinci Sykes-Picot”nun aksine, “ikincisinin” içini doldurmaya çalıştıkları ana ideolojik harç “siyasal İslâm” olarak tezahür etmekte. Bu da daha derin sorunları beraberinde getiriyor.
Zira çıkarları doğrultusunda yeni haritalar arzulayan Batılılar “siyasal İslâm”dan kendi neo-liberal düzenlerine uyacak türden istikrar içeren bir çerçeveyi nafile umut etmekteler. Oysa alenen içinden “demokrasi” de çıkaramayacaklarının farkında oldukları El Kaide’nin ideolojisini bile devreye sokar hâldeler.
Bölgenin seküler modernleşme sürecinden geçmiş ahalisini dışlayıp salt kendilerine “yerellik” atfeden siyasal İslâmcıları ise fırsattan istifade “sınırsız” bir İslâm coğrafyası yaratma peşinde koşuyorlar. Bu da nafile…
Ortadoğu’da “Sykes- Picot”nun farklı sınırlara soktuğu Kürtler örneğin “bağımsızlık” arzuluyor.[10]
I.2) ABD KAPANI
“Cantilenam, eandem cantas/ Hep aynı şarkıyı söylüyorsun,” denilmesi pahasına tekrarlayalım: “Anceps remedium melius quam nullum/ Şüpheli ilâç, hiç yoktan daha iyidir,” ambalajıyla bize sunulmaya kalkışılan ABD emperyalizmi, bölge halklarının haklı talepleri için bir kapandır.
Örneğin “IŞİD’in finansörü,[11] ABD işbirlikçisi Körfez monarşileri”yken;[12] Barack Obama markasının George W. Bush’un savaş kışkırtıcılığına karşı barışçı bir karşıtlık olarak biçimlendirilmiş olan görüntüsü dışında, ABD’nin Ortadoğu’daki dış politikasında bir başkanın diğerinden “daha iyi” olduğunu gösterecek hiçbir ciddi değişiklik olmamıştır.[13]
ABD Başkanı Obama, bundan birkaç yıl önce ülkesinin dümenini büyük ölçüde Doğu Asya’ya kırdı. Bunda yükselen Çin’in bölgedeki iddialı tutumunun ve de Amerika’nın Asya-Pasifik’teki rolünün, Çin’in saygı göstermek zorunda kalacağı, birincil stratejik menfaat olarak değerlendirilmesi gerektiği iddiasının payı vardı.
Bu değişiklikle birlikte, ABD’nin Ortadoğu’ya çok fazla müdahil olup çok az olumlu sonuç elde ettiği ve artık dış politika önceliklerini yeniden belirleme zamanının geldiği Obama tarafından kabul edilmiş de oldu.
2012’deki dönüş, Neo-Con’lar olarak adlandırılan yeni muhafazakârların eski Başkan George W. Bush döneminde gösterdikleri ve 2003 Irak işgali felaketi ile zirve yapan bölge yaklaşımının gecikmeli olarak düzeltilmesiydi. “Demokrasi teşviki” ve Irak halkı tarafından sıcak karşılanma hayalleri, beklenmedik bir direnç duvarına çarpmıştı…
Ne menfaatlerle ilgili gerçekçi argümanlar ne de etik ilkesel kaygılar ABD’nin Ortadoğu’dan uzaklaşmasına yol açacakken; Washington, Batılı askeri güçlerin sömürgecilik sonrası Ortadoğu’daki müdahalelerin niçin IŞİD gibi aşırılık yanlısı tehlikeli direniş türlerinin doğmasına yol açtığını ve müdahaleye yol açan sorunları bizzat nasıl tırmandırdığını anlamayı reddediyor[14] ve Ortadoğu’daki yangını körüklüyorlar.
“Nasıl” mı? Halkları birbirine düşman edip, kırdırtarak…
Örneğin CIA Başkanı John Brennan, ne olursa olsun Suriye ve Irak’ın bölüneceği bir tablo çizerken; Suriye ve Irak’ın toprak bütünlüğünün yeniden sağlanabileceği, merkezi hükümet tarafından yönetilebileceğinden kuşkulu olduğu mesajını verip, “Suriye ve Irak’ın yeniden biraraya gelip gelemeyeceğini bilmiyorum. Çok fazla kan döküldü, çok fazla yıkım yapıldı. Her iki ülkede adil biçimde yönetecek merkezi hükümetlerin kurulduğunu görmeye ömrümüm yeteceğinden şüpheliyim,” vurgusuyla ekledi: “IŞİD Suriye ve Irak’ta daha epey bir süre varlığını sürdürecek. Suriye’de IŞİD’e karşı sahada bazı başarılar kazansak da siyasi, ekonomik reformlar, toplumsal ve dinsel gerilimler ve mezhepsel çatışmalar bağlamında zorluklar daha da artacak.”[15]
Aynı konuya ilişkin olarak Bağdat’taki konuşmasında ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, bölgenin geleceğini nasıl biçimlendireceklerini şu sözlerle dile getiriyordu: “Bunlar tarihte suni sınırlar çizdiğimiz, birbirinden tamamen ayrı etnik, dini, kültürel gruplardan suni devletler yarattığımız, ‘bunu alın ve burada birlikte yaşayın’ dediğimiz yerler.”
Hemen hemen aynı günlerde New York Times’dan “Bağdat’taki BM görevlileri, uluslararası toplumun Irak’ın bölünmesini nasıl idare edeceğini sessizce çalışmaya başladı” yönündeki haber ve yorumları da gazetelere aktarılıyordu.
Söylenenleri Sykes-Picot anlaşmasının artık tarih olduğu yönündeki tartışmalarla birlikte ele alırsak yapılmak istenen konusunda daha açık bir fikre sahip olabiliriz…
Yani bölgenin mezhep farklılıklarına varıncaya kadar ayrışması, cemaatlere, topluluklara bölünmesi, bunlar üzerinden yeniden dizayn edilmesi hedeflenmektedir…
Ortadoğu’da özellikle son yıllarda yükselişe geçen mezhep kavgasının kökleri çok eski bir döneme dayansa da, Sünnî ve Şiîler arasındaki son dönemdeki rekabetin siyasi nedenleri bulunuyor
Ortadoğu’da artan Şiî-Sünnî geriliminin kökleri, VII. yüzyıla kadar uzanıyor. Hz. Muhammed’in 632 yılındaki ölümünün ardından, halifeliği Hz. Ebu Bekir’in almasını savunanlar ve buna karşın Hz. Muhammed’le kan bağı olan Hz. Ali’nin halife olmasını isteyen kişiler arasındaki ayrım, zaman içinde mezheplerin ortaya çıkmasıyla derinleşti. Şiî’ler Hz. Ali’den önce halife olan Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osman’ı, Hz. Ali’nin hakkını ihlâl ettikleri gerekçesiyle ‘gasıp’ (gasp eden) olarak tanımlıyor. Sünnîler ise Hz. Muhammed’in ölümünün ardından Hz. Ebu Bekir’i halife olarak kabul ediyor. Kur’an ve Hz. Muhammed’in öğretileri iki mezhep tarafından da temel olarak kabul edilirken, Şiîler din adamlarının rehberliği altındaki İslâm’ı benimsiyor; Sünnîler ise dini metinlerin yorumlarını esas alan görüşü kabul ediyor.
İki mezhebin ayrılma yaşadığı olaylardan en önemlisi Hz. Muhammed’in torunu Hz. Hüseyin’in Emevi halifesi Yezid tarafından öldürülmesi. Şiîler, 680 yılında Irak’ın Kerbela kentinde meydana gelen ve tarihe ‘Kerbela Olayı’ olarak geçen bu suikast için her yıl yas tutarken, Sünnî inancında matem yapılmaması kaidesinden hareketle bu gün sadece ibadet edilerek geçirilir. Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’in Yezid’in ordusu tarafından katledilmesi ve kafasının kesilmesi olayı Şiî inancında Sünnî kültüründen çok daha büyük bir yere sahiptir. Kerbala, Şiî tarihi için en önemli olaylardan biri olarak biliniyor. Şiî ve Sünnîler ibadet, kültür, İslâm hukuku ve din kurumları konularında birçok noktada birbirinden ayrılıyor. Sünnî kelimesi ‘Ahl el-Sunnah’ (Gelenek insanları) ifadesinden geliyor; bu inanca mensup kişiler Hz. Muhammed’in öğretileri, eylemleri ve sözlerine bağlı kalarak yaşıyor.’Şîa’ terimi ise ‘takipçiler’ anlamına geliyor; Şiîler için Hz. Muhammed’in yanı sıra Hz. Ali’ye de bağlılığı ifade ediyor.
Şiî ve Sünnîlerin tarih boyunca birbirleriyle savaştıkları yönündeki yaygın görüş ise yakın tarihimizde sık sık yaşanan çatışmaların yarattığı bir yanılgı. Şiî Safevilerin, Sünnî Osmanlılar ile yaptığı savaşlar, iki mezhebin çatıştığı dönemlere örnek olarak gösterilebilir. Ancak Hz. Ali’nin ölümünün ardından birçok kanlı savaşa girişen Şiî ve Sünnî nüfus, tarih içinde birbirleriyle barış içinde yaşadıkları, mezhepler arası evliliklere izin verildiği dönemlere de sahip. Avrupa’da 1618 ile 1648 yılları arasında siyasi ve ekonomik nedenlerin yanı sıra Protestan ve Katolik mezheplerinin mücadelesine sahne olan ‘Otuz Yıl Savaşı’nın yaşandığı dönemde, İslâm dünyası içindeki Sünnî ve Şiî nüfusu birbirleriyle barış içinde yaşıyordu. ‘Otuz Yıl Savaşı’ döneminde Protestan ve Katolik mezheplerinden 8 milyon kişinin öldüğü tahmin ediliyor. Ortadoğu’da mezhepçiliğin yeniden yayılmaya başlaması ve savaşlara neden olmasının sebebi olarak XX. yüzyılın başlarında Irak ve Suriye’de yükselmeye başlayan ‘Arap milliyetçiliği’ akımının önemli bir rol oynadığı düşünülüyor.
Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan savaş ve çatışma ortamlarında mezhepsel farklılıklar önemli bir rol oynuyor. Suriye’deki iç savaşta Sünnîler, Şiî Nusayrîlerle savaşırken, Yemen’de İran tarafından desteklenen Şiî kökenli Husi isyancılar Suudi Arabistan tarafından desteklenen Sünnî hükümetle savaşıyor. Irak’ta yaşanan politik istikrarsızlık ve IŞİD’in yükselişindeki sebeplerden biriyse Şiî ve Sünnî kesimin birbirine karşı derin güvensizliği. Pakistan ve Afganistan’da da Şiî azınlık ve Sünnîler arasında yüksek tansiyon olduğu biliniyor. Afganistan’da Sünnî Taliban sık sık Şiî kökenli azınlık Hazaralar’a saldırıyor. Irak’ın işgali ve Arap Baharı bölgede Şiî ve Sünnî’ler arasındaki mezhep temelli şiddetin kalıcı hâle gelmesine katkı sağladı.
İran ve Suudi Arabistan arasında gerilime yol açan noktalardan biri de mezhepler üzerinden etkilerini yayma çabaları oldu. Suudi Arabistan’ın kendi Radikal Vahhabîlik mezhebini diğer Sünnî ülkelere yayma çalışmaları Tahran’ı rahatsız ederken, İran da devrimden sonra kendi doktrinini geliştirdi.
İslâm Devrimi’nin ardından İran’ın ‘Velayet-i Fakih’ doktriniyle devleti din adamlarının yönetmesini sağlayan Ayetullah Humeyni, dünyadaki bütün Şiîlerin bağlı olduğu bir liderlik sistemi geliştirdi. Bu doktrine göre, Irak, Yemen, Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi ülkelerde yaşayan Şiîlerden, İran’ın dini liderine bağlı hâle gelmeleri isteniyor. Humeyni’nin 1970 yılında yazdığı ‘Velayet-i Fakih-İslâm Devleti’ isimli kitapta yer alan “Kayıp Onikinci İmam’ın tekrar ortaya çıkacağı güne kadar Şiî siyasal anlayışını bilen birinin devleti yönetmesi gerekir” ifadeleriyle İran’daki ‘dini liderlik’ statüsü kutsanıyor. Suudi Arabistan ve bölgedeki diğer Sünnî ülkeler, İran’ın dini liderleri ve Velayet-i Fakih doktrini ile diğer ülkelerdeki Şiî nüfusa kolayca müdahale edebildiğini öne sürüyor.
Şiî nüfusun, geçmişte Müslümanların büyük çoğunluğunu oluşturmasına karşın, ABD merkezli Pew Research Center’ın açıkladığı rakamlara göre, şu anda dünya üzerindeki Müslüman nüfusunun sadece yüzde 10 ila 13’ünü Şiîler oluşturuyor. Müslümanların yüzde 87- 90’ı ise Sünnî. 2010 tarihli araştırmaya göre, dünya üzerinde 1.57 milyar Müslüman bulunuyor.
• 77 milyonluk nüfusunun yüzde 95’i Şiî olan İran, dünyadaki Şiî nüfusunun üçte birine ev sahipliği yapıyor. Şiîlerin çoğunlukta olduğu diğer ülkeler Irak, Bahreyn ve Lübnan.
• Irak nüfusunun yüzde 61 ila 80 arasındaki kesiminin Şiî olduğu biliniyor. Irak’ta Sünnî Saddam Hüseyin, çoğunluğu Şiî nüfusu yıllarca demir yumrukla yönetmişti. Irak’taki şu andaki hükümet ise İran’ın desteklediği Şiî bir hükümet.
• Lübnan’da ise halkın yüzde 45 ila 55’i arasında bir kesimin Şiî olduğu tahmin ediliyor. Lübnan’da halkın çoğunluğunun ve buna uyumlu olarak hükümetin Şiî olmasına rağmen birçok ülkede azınlık durumundaki mezhep mensupları yönetim koltuğunda oturuyor.
• Bahreyn’de vatandaşların yaklaşık yüzde 70’inin Şiî olmasına karşın, ülkedeki yönetim Sünnî Kral Hamad Bin İsa El Halife’nin elinde. Bahreyn’de Arap Baharı esnasında İran destekli Şiîlerin yönetime karşı başkaldırısı Suudi Arabistan’ın ülkeye asker göndermesiyle engellenmişti.
• Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’da ise nüfusun yüzde 90’ından fazlası Sünnî mezhebine mensup.
• Ortadoğu’da birçok ülkede Şiî ve Sünnîlerin birbirine yakın nüfuslarda olduğu görülüyor. Yemen’de nüfusun yüzde 40’ı Şiî. Bu da siyasi sorunların ortaya çıktığı süreçlerde ‘mezhep kartının’ aktif olarak kullanılmasına neden oluyor. Yemen’de Şiî destekli Husilerle, S. Arabistan destekli Yemen hükümeti savaşıyor.
• Suriye’de nüfusun yaklaşık yüzde 75’ini Sünnîler oluşturuyor. Ülke 1970 yılından bu yana Şiîliğin bir kolu Nusayrî Hafız Esad ve oğlu Beşar Esad tarafından yönetiliyor. Suriye’deki iç savaşta mezhep faktörü ön plana çıkıyor.
• Pakistan’da nüfusun yüzde 70’ini Sünnîler oluştururken, Afganistan’ın yüzde 80’inden fazlası Sünnî mezhebine mensup.
çıkça görülmesi gerekir ki, Biden’in sözleri ezilen mezhep ve uluslar için bir “kurtuluş ışığı”, zaten dayatma olan Sykes-Picot’un haksızlıkların kaldırılarak “düzeltilmesi” değildir. Aksine bölgede var olan karmaşık durumun ve çatışmaların Irak ve Suriye ile sınırlı olmadan daha da yaygınlaştırılmasına ve derinleştirilmesine yönelik gerici planlardır. Bölgenin gerici devletlerinin ulusların özgürlüğüne -Kürtlerin- karşı olmaları, mezheplerin ezilmesini desteklemeleri, her türlü anlaşmazlığı kendi gerici amaçları için kullanmaları emperyalist güçlerin dışarıdan müdahaleler yapabilmelerine geniş bir zemin sunmaktadır.[17]
O hâlde ABD kapanına düşerek, Epiktetos’un, “Başkasına ait olan bir üstünlükle övünmeyin,” uyarısının muhatabı olanların konumları üzerine bir kez daha düşünmelerinde büyük yarar vardır, olacaktır…
- AYRIM: “İRAN” DEYİNCE
Mustafa Peköz’ün, “Uluslararası ilişkilerin merkezindeki ülke”[18] olarak nitelediği İran sadece İran olmayıp; Ergin Yıldızoğlu’na, “Suriye aslında İran, o da başka bir şey”[19] dedirten konumuyla; bölge(miz)de “İranlı yeni dönem”e[20] kapı açan bir gerçektir. Çünkü artık “Yükselen İran”dan[21] söz edip, stratejik konumunun kavraması gereken koordinatlardan geçiyoruz…
II.1) STRATEJİK KONUMU (İDDİASI)
“Nasıl” mı?
İran, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin müsteşarı, “Başkenti Bağdat olan tarihteki İran İmparatorluğu’nun geri döndüğü”nü açıkladı.
‘Al Kuds Al Arabi’, Ruhani’nin müsteşarı Ali Yunus’un, daha da ileriye giderek “Bütün Ortadoğu İran’dır, İslâmi radikalizmin, tekfirciliğin, ateizmin, Yeni Osmanlıcıların, Vahhabîler’in, Batı’nın ve Siyonizm’in karşısında duracağız” dediğini yazdı.
Gazete, bu sözlere eş zamanlı olarak Suudi Dışişleri Bakanının “İran, artık Irak’a hâkim” şeklinde açıklama yaptığını ve ABD Genelkurmay Başkanının, “İran’ın Irak’a müdahalesi artık çok açık” dediğini aktardı.[22]
“İran neden böylesine öne çıktı” mı?
Büyük resme bakılınca görünen ABD; Rusya ile Doğu Avrupa’da, Çin ile Orta Asya’da bilek güreşine tutuşmuşken, iki ülkenin Ortadoğu ve Orta Asya’da artan etkisi karşısında yetersiz kalıyor. Rusya’nın İran’ın nükleer teknolojisine katkısı malum, Ortadoğu’ya rahatça nüfuz edebiliyor. Çin, bir yandan Suud ve Körfez’le diğer yandan İran ile yakın enerji ilişkisi yürütüyor. Yani Rusya ile Çin’in bölgede herkesle ilişkileri var. ABD’nin yok. İran ile anlaşma kartları yeniden kardı…
Obama için İran’la anlaşma, radikal İslâm’ın kaynağı görüp de dizginleyemediği Sünnî/ Vahhabî güçler ve onların sağladığı iklimle beslenerek küresel tehdide dönüşen IŞİD’a karşı manevraydı.[23]
Bu tabloda ABD İranlı silahlı muhalif grup ‘İran Halkın Mücahitleri Örgütü’nü “terörist örgüt”ler listesinden çıkardı. İran’ın nükleer meselesine “kırmızı çizgiler”in konuşulduğu bir dönemde ‘İran Halkın Mücahitleri Örgütü’nün ABD’nin terörist örgütler listesinden çıkarılması pek tesadüfî durmuyorken;[24] Irak ve Suriye’de de net olarak görüldü ki, İran’a rağmen bölgede bir şeyler yapmak kolay değil ve İran kaynaklarını çok zorlayarak, kapasitesini çok zorlayarak da olsa kendisine de çok zarar vereceğini düşündüğü Suriye’deki rejim değişikliğini engellemeyi başardı. İyi ya da kötü olması başka bir hikâye. İran’a rağmen bir şeyler yapmaktansa İran’la birlikte ya da İran’ı da yanınıza alarak bir şeyler yapmak daha gerçekçi bir yaklaşım oldu. Onun sonucunda da ABD bu adımı attı. İran da Obama’nın savaş dışı metodlar kullanarak kendisi üzerinde kurmuş olduğu baskının sıkıntıları nedeniyle buna mecbur kaldı.[25]
Evet İran ile ‘Nükleer Anlaşma’ Ortadoğu’da Sünnîlerle giderek büyüyen bir çatışma içindeki Şiîler açısından zafer teşkil ediyorken; Beşşar Esad’a Suriye’de iktidarda kalmasına izin verileceğine dair azımsanmayacak umut sunuyordu.[26]
Evet, evet kim ne derse desin… “İran Anlaşması: Ortadoğu için bir oyun-değiştirici” olması yanında, “Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesi”nin önü açmıştı.[27]
İran’ın bugünkü nüfuz haritası İslâm Devrimi sonrasından çok daha yaygın bir görünüm arz etmekte ve daha da yayılma eğilimi taşımaktaydı.
İran’ın nüfuz alanı olarak Suriye’yi stratejik müttefik olarak tanımlamak mümkün olduğu gibi Lübnan Hizbullahını stratejik-mezhebi müttefik olarak tanımlamak mümkündür.
İran-Irak savaşı esnasında çıkan Sovyetler Birliği-Afganistan savaşı da İran’a nüfuzunu komşu Afganistan’a yayma fırsatı verdi. İran nüfuzunu hem Afganlı Şiî direniş grupları üzerinden ve hem de Sünnî direniş grupları üzerinden Afganistan’a yayma fırsatı buldu.
Zamanla Sünnî gruplar üzerindeki etkisi azalsa da, İran’ın Afganistan’daki Şiî gruplar üzerinden nüfuz ve etkisi bugün her zamankinden çok daha fazladır.
Sovyetlerin dağılmasından sonra, farklı mezheplere sahip olmasına rağmen İran Tacikistan’da da önemli bir nüfuz alanı oluşturmuştu.
İsrail Filistin çatışması İran’ın Filistinli gruplar arasında, özellikle de İslâmi Cihad örgütü üzerinden nüfuz alanı oluşturmasına zemin hazırlamıştı. Hamas üzerinde de etkisi olmakla birlikte Hamas’ın Müslüman Kardeşler bağlantısı, mezhep ve İran’a hasım Arap faktörler Hamas’ın tam olarak İran nüfuzu altına girmesini engellemişti.
Son dönemde İran iki nüfuz sahası daha bulmuştu. Birisi, İmam Humeyni’nin yapamadığını, Saddam’ın devrilmesini, Amerika’nın Saddam’ı devirerek Şiî çoğunluğun iktidarına yol açtığı Irak’tı. Amerikan nüfuzu azaldıkça Irak’taki İran nüfuzu mezhebi ve stratejik zeminlerde güçlenecekti.
Burada asıl dikkati çeken hususu İran-Irak-Suriye-Lübnan Hizbullah’ı ekseninin oluşmuş olmasıydı. Yani İran, Kuzey Irak ve Irak Sünnîleri bir tarafa bırakılırsa, artık karadan Akdeniz’e kadar uzanabilmekteydi.
Diğer ve yeni nüfuz sahası da Sudan’dı. Sudan’ın İsrail’i silah fabrikasını bombalamakla suçlaması ardından İran’ın Sudan’a savaş gemisi göndermesi ve verdiği mesajlar İran’ın artık nüfuz alanını Kızıldeniz’e kadar genişlettiğini göstermekteydi.[28]
II.2) ABD’DEN T.“C”YE
Nihayetinde çok şey Robert Fisk’in, “Güçlü bir Tahran, Körfez’de ABD’nin polisine dönüşebilir… Bu yüzden Ortadoğu’daki gelecek siyasi depreme dikkat edin. Ancak bütün bu ‘eğer’leri de hatırlayın,”[29] uyarısındaki üzere tecelli ederken; ABD’li stratejik araştırma kurumlarında İran’ın bölgedeki rolü ve ABD-İran ilişkilerinin geleceği üzerine alışılagelmiş olandan farklı sesler duyulur oldu.
Örneğin İran’a ağır ekonomik yaptırım uygulayan, müttefiklerini de buna zorlayan ABD’nin aslında ambargoyu kendisinin deldiği ortaya çıkması yanında, İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Amir Abdullah da, “Bizden en çok petrol alan şirketler ABD’lilerdi”[30] derken; Washington kulislerinde tekrarlanan bir tespit, ABD’nin İran değerlendirmesinde değişikliğe gitmekte olduğuna işaret ediyordu: “Irak dağılıyor. Suriye yangın yeri. Pakistan dağılmaya yol açabilecek tehlikeli bir süreçte. Taliban Afganistan’da yeniden güçleniyor. Libya dağıldı. Suudi Arabistan ciddi bir iktidar krizine girmek üzere. İran ise bölgede bir istikrar adası olarak görünüyor.”[31]
Ayrıca stratejik konumu itibariyle İranlıların Irak’ta ortak olması, yavaş ama sağlam hareket eden İran’ın geleneksel siyasi söylemlerinde “büyük şeytan” olarak isimlendirdiği ABD ile yakınlaşmanın bir kanıtını[32] oluştururken; bunun en olgun örneğini de T.“C”nin oyun dışında tutulduğu Musul harekâtında gördük…
İran lideri Ayetullah Ali Hamaney’in başdanışmanı Ali Ekber Velayeti, İran’ın Musul operasyonuna doğrudan katılmadığını ifade ederek, bölge ülkelerinin operasyonuna katılma isteğini eleştirirken; “Bazı ülkeler Irak yönetiminden izin almadan bu ülkeye askeri güç göndermiştir. Bu mesele uluslararası kurallara aykırıdır. Bu ülkeler gelecekte oradan miras talep etmek amacıyla böylesi bir girişimde bulunmuştur. İran asla bu konuya doğrudan müdahil olmamaktadır. İran’ın Musul konusunda Bağdat yönetimine verdiği destek, danışmanlık yardımıdır ve bunu da Irak’tan gelen talep üzerine yapmaktadır,”[33] deyip T.“C”yi hedef almıştı…
III. AYRIM: IRAK’TAKİ DURUM
İbrahim Karagül’ün, “Irak üçe bölünür, haritalar değişir,”[34] dediği coğrafyaya ilişkin olarak, “Irak’ın yıkılışı kuruluşunda saklıdır,”[35] diyen Abdullah Muradoğlu’nun, “Irak’ın Lübnanlaştırılması”[36] gerçeğinin altını çizmesi boşuna değil…
Biraz gerilere gidersek: “… ‘Yeni Irak’,[37] iktidar için çekişen siyasi bloklar arasındaki nev-i şahsına münhasır çelişkiler ve tuhaf ironiler sebebiyle anlaşılmaz bir sürrealist tablo gibi görünüyor”ken;[38] Sami Suruş’un, “Obama Maliki’yi ulusal uzlaşı sağlamaya teşvik etse de, Irak başbakanının Kürtler ve Sünnîlerle barışmaya ne kadar istekli olduğu bilinmiyor,”[39] sorusu gerçek sorunun altını çiziyordu…
Çünkü, “ABD işgalin başından beri mezhep kartını oynayarak sömürgeci böl-yönet stratejisiyle zaman kazanmaya çalıştı; Sünnî direnişi bastıramayınca Şiîlerin Sünnîlere savaş açmasına göz yumdu.”[40]
Iraklı Kais Cevad’a göre, “ABD’nin Irak’ı mezhepsel ve etnik çizgilerde bölme girişimi”, “Mezhepsel proje savaş projesiydi ve barış projesi değildi.”[41]
Harvard Üniversitesi ‘Radcliffe Enstitüsü’nden Iraklı araştırmacı Haris Hasan el Karavi de, siyasilerin sorunlarla başa çıkmak için etnik ve mezhepsel kimliklere başvurduğunu belirterek, “Bu noktada haritayı değiştirmek Ortadoğu’yu istikrarsızlığa sürükler”[42] diyordu…
Ancak Irak’taki hâl kaçınılmaz olarak, muhafazakârlığı da besleyen[43] çözülmeyi devreye soktu.
‘Yekgirtuyi İslâmi Kurdistan/ Kürdistan İslâmi Birlik’ Partisi Irak Parlamentosu Grup Başkanı Dr Musena Emin, “Irak’ta iki çözüm yolu görünüyor. Stratejik çözüm Irak’ın üç farklı bölgeye ayrılmasıdır. Bu, ya Irak’ın üç farklı bölgeden oluşturulması ve tam federal bir sistemle bir çatı altında yönetilmesi ya da (birincisi başarılamazsa) Sünnî, Şiî ve Kürtler olmak üzere üç farklı devlete bölünme. Başka projeler kendini kandırmak anlamına gelir. Irak eskisi gibi merkezi olarak yönetilemez,” derken;[44] Irak’ta Amerikan güçlerinin 15 Aralık 2011’de çekilmesine paralel olarak etnik ve mezhepsel kılıçlar da çekildi. Şiî-Sünnî ve Kürt-Arap restleşmesi giderek çetrefilleşti. Rejim değişikliğine odaklı bir işgalin artçı etkileriydi bunlar. Sünnî Devlet Başkan Yardımcısı Tarık Haşimi’nin ölüm mangaları kurduğu suçlamasıyla hakkında tutuklama kararı çıkartılması Sünnî-Şiî hattındaki mevcut gerilimde yeni bir sıçrama oldu. Tutuklama kararına imza atan Yüksek Yargı Şûrası’ndaki 9 üyeden 7’sinin Sünnî olması bunun siyasete yansıma biçimini değiştirmiyor. Bağdat’tan kaçan Haşimi’yi kuzeydeki Kürt yönetiminin himaye etmesi gerilime Kürt faktörünü ekledi.
Yıllardır Bağdat’a karşı adeta zırh olarak kullandığı Amerikan güvencesini siyaseten olmasa da sahada yitiren Kürt yönetimi, iki şeyi birden yapıyordu: Bir yandan özerkliğin getirdiği avantajlarını Bağdat’la ipleri koparma pahasına korumaya çalışırken, diğer yandan ABD’nin çekilmesiyle oluşan destek açığını Türkiye ile kapatmaya çalışıyordu. Kürt yönetiminin yüzü Bağdat’a olduğundan daha çok Ankara’ya dönüktü. Suriye gibi uluslararası meselelerde İran’la eşgüdüm sergileyen Şiî Başbakan Nuri Maliki’nin “Irak’ın iç meselelerine müdahale ediyor,” diyerek, Türkiye ile arasına mesafeler koyması da “Türkiye-Kürdistan” ittifakının önünü açıyordu.[45]
Bu da Saddam sonrasındaki çok girift bir durumu, “Gordion Düğümü”nü karşımıza dikiyordu…
- yüzyılın başında (1919) Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan Musul, Basra ve Bağdat Eyaletleri İngiliz mandası ve denetimi altında yeni bir yola koyulan Irak’ta, 3 Ekim 1932’de İngiliz kraliyetinden ayrılan Kral Faysal’lı Irak’ta, 1958 yılında Cumhuriyet ilan edilir. BAAS diktasıyla inim inim inletilen Saddam’lı Irak’a, 2003 yılında ABD ve ortaklarının saldırısıyla bugünkü yıkım ortaya çıkar.
Bu öyle girift bir durumdu ki, ABD işgali sonrasında Bağdat’taki Saddam Hüseyin heykelini eline geçirdiği bir balyozla yıkan Kadim Şerif Hasan el Jaburi, “Elimde olsa heykeli yeniden dikerdim ama öldürülmekten korkuyorum… Saddam sonrası Irak giderek daha da kötüleşiyor. Bush ve Blair yalancı, eğer bir mücrim olsaydım onları kendi ellerimle öldürürdüm,”[46] diyerek pişmanlığını ifade ederken; İngiltere eski Başbakanı Tony Blair’e de Irak’ın işgali ve istihbarat yalanları nedeniyle yargı yolu açılıyor. Blair hükümetinin işgal sürecindeki tüm kararlarını inceleyen Chilcott Komisyonu, Tony Blair’in İngiltere’yi yasa dışı savaşa sokmasından dolayı yargılanabileceğini açıklarken;[47] Irak işgaline İngiltere’nin ortak olmasını mercek altına alan 6 Temmuz 2016 tarihli raporda, “Irak’ın nükleer silah geliştirmesine imkân yoktu. Askeri müdahale son çare değildi. Blair işgalden bir yıl önce Bush’a ‘Her ne olursa olsun seninleyim,’ diye yazdı,”[48] ifadeleri yer alıyordu…
İlmek ilmek çözülen “Gordion Düğümü”nün güncel ve en hassas ilmeği artık Musul iken; iki yıl kadar IŞİD’in elinde bulunan kentin kurtarılmasına yönelik planlanan harekât, kentin hangi güçler arasında, ne şekilde paylaşılacağına dair anlaşmazlık nedeniyle tartışmalara yol açması yanında kriz üç noktada düğümleniyor: i) Musul’a kim girecek? ii) Statüsü ne olacak? iii) IŞİD’liler nereye gidecek?[49]
Bu soru(n)lara yanıt aranırken Abdullah Kıran, “Ortadoğu’da mezhebi hatlar, ırki hatlardan her zaman daha derin ve kırılgan olagelmişlerdir,”[50] dese de; mesele böyle konulamaz…
Irak’taki aşiret olgusu ile ülkenin etnik yapısı, dinsel ve mezhepsel bileşimin önemli unsurlarıdır ve Irak’ta Şiî ve Sünnî mezheplerine mensup kitlenin yanı sıra, kadim Arap Hıristiyan kiliselerine mensup genişçe bir dini azınlık ile başta Êzîdîler olmak üzere çeşitli dinsel topluluklar da mevcuttur.
Irak’taki tüm dini grupların ülke içinde gelişigüzel dağılmış, birçok yerde iç içe geçmiş kutsal mekânları bulunur. Keza Irak’ın ağırlıklı olarak Araplar, Kürtler ve Türkmenlerden oluşan ve Asurîler, Şabekler gibi azınlıkları da içeren demografik yapısı ne mezhepsel olarak ne de coğrafi açıdan homojen bir yapı ortaya koymaktadır.
Örneğin, Irak’ta büyük bir Müslüman aşiretin Kuzey’de yaşayan kolu Sünnî iken, aynı aşiretin Güney’deki kolu Şiî olabiliyor. Aynı şekilde Irak’ın kurucu unsurlarından biri olan Türkmen halkının da yüzde 60’ı aşan bir bölümü Şiî, gerisi Sünnî. Yine fazla konuşulmayan ama bilinmesinde yarar olan bir gerçek, İran’daki ana Şiî ekolü olan Meşhed ve Kum’un teolojik öğretileriyle, Irak Şiî ekolünün merkezleri olan ve ‘Havza’ olarak bilinen Kerbela ve Necef öğretilerinin belirgin ayrılıklar gösterdiği. Bu ayrılıklar sadece İran ile Irak Şiîlikleri arasında ciddi bir rekabet yaratmakla kalmayıp, iki ülke arasında da özgün farklılıklar ortaya çıkartıyordu. Dolayısıyla, Irak Şiîliğinin sırf mezhepdaşlık nedeniyle İran’ın siyasi vesayeti altında olduğunu söylemek olsa olsa, ya konuları bilmemekten, ya önyargılı bir mezhep anlayışına sahip olmaktan ya da bilinçli bir algı oluşturma amacından kaynaklanır.[51]
Bugünkü mezhep çatışmalarının ulaştığı vahim koordinatları “Mezhebi referanslı ‘ideoloji’ ile beslenen, ABD işgali”nden[52] bağımsız ele almak mümkün (ve doğru) değildir.
III.1) ABD İŞGALİ
‘The Independent’, Amerika ile müttefiklerinin Irak’ı petrol için işgal ettikleri yönündeki gizli yazışmaları yayınlarken; gazetenin 19 Nisan 2011’de manşetten duyurduğu yazışmalar, Mart 2003’teki işgalden önce Irak’ın petrol rezervlerinin işletilmesinin İngiliz hükümeti ve dünyanın önde gelen petrol şirketleri tarafından görüşüldüğünü ortaya çıkardı.[53]
Irak hikâyesinin ardında yatan aslî gerçek buydu; her şey Mazin Hammad’ın, “ABD şimdi tek bir tuğla koymadan yıktığı şehirlerden, Irak’tan çekiliyor,”[54] saptamasındaki üzereyken; belirtmeden geçmeyelim:
Irak’ta savaş sırasında kullanılan seyreltilmiş uranyum nedeniyle tek gözlü, iki kafalı ya da yarı insan yarı balık şeklinde bebekler doğuyordu![55]
Wikileaks’in yayımladığı belgeler Amerikan güçlerinin Iraklı direnişçileri teslim olsalar bile öldürdüğünü gösteriyordu![56]
Irak’ta 17 sivili katledip 100 bin dolar cezayla kurtulan Blackwater, silah kaçakçılığı suçlamalarından da 7.5 milyon dolar tazminat ödeyerek kurtuluyordu![57]
Sonrasındaki yıkımla çekip giderken; “Irak’a ‘özgürlük’ götüren ABD, ülkeyi parçalayacak koşulları” da[58] körüklemesi yanında; “Irak’ta savaşı bitiriyoruz. Ama Irak ile işimizi bitirmiyoruz,” diyordu ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü P.J. Crowley…[59]
Ayrıca da ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin ardından yönetimin teslim edildiği, “ABD’nin Irak’taki diktatörü” unvanıyla anılan Paul Bremer, 10 yıl sonra Amerikan askerleri süresiz Irak’ta kalsaydı her şeyin daha iyi olacağını iddia ediyordu…[60]
Gerçekte de “ABD’nin ‘Irak’ın parçalanmasını önlemek amaçlı üç ayrı federal parça’ arzusunun sahadaki tezahürü”[61] olarak sunulan projeyle; “Sekiz yıl sekiz ay Irak’ta kalan ABD; ‘demokrasi getirmek’ şöyle dursun bölgeye sonuçta sadece mezhep kavgası getirdi.”[62]
III.2) LABORATUVARDA ÜRETİLEN IŞİD VİRÜSÜ
Bu zeminde yükselen IŞİD, ABD laboratuvarında üretilen bir virüstü…
Ve “IŞİD’in ‘inanılmaz’ işleri”,[63] ancak “IŞİD’in jeopolitiği”[64] ve Ortadoğu’yu (yeniden) biçimlendiren işleviyle kavranabilirdi! Çünkü, “IŞİD, Ortadoğu’daki geniş siyasi yelpazenin içinde bir ölçüde yabancı kalmış bir hareket değildir yalnızca, aynı zamanda batılı bir olgudur. Bu hareket, batının bölgedeki yeni sömürgeci maceralarının, Müslüman toplumların yabancılaştırılması ve şeytanlaştırılmasıyla birleşerek ortaya çıkarttığı korkunç bir sonuçtu.”[65]
Bu kime mi yarıyordu? Elbette bölgeyi bölüp parçalamakta fayda umanların işine değil mi?!
Devamla: 2014 yılı yazında Musul’un IŞİD tarafından elde edilmesi de, yine Saddam’ın Baas rejimi yetkililerinden Sünnî İzzet el Durri’nin organizasyonunun büyük yardımıyla meydana geliyor.
IŞİD’in bir devlet gibi hareket edebilmesi, petrol ve diğer malları kaçakçılık yoluyla satıp, para alması ile yine buna benzer birçok mafyavari kara para hareketleri yapabilmesinin nedenleri, eskiden beri Irak’ta bulunan ve bu işlerin nerede ve nasıl yapılacağını bilen bu Baas rejiminin karanlık isimlerinin IŞİD’e katılması ile mümkün oluyordu. Baas rejiminin acımasızlığı ve bazı terör yöntemleri de IŞİD tarafından kullanılmaya[66] devam ediliyordu.[67]
Irak ile Suriye üzerinde elde ettiği topraklarda ‘İslâm Devleti’ kurmaya çalışan IŞİD, Avusturya büyüklüğündeki topraklarını yönetmek için de ciddi bir maddi kaynağa ihtiyaç duyuyordu. Örgüt, her ay on binlerce savaşçısına 300 ila 2000 dolar arasında maaş ödüyorken; ABD Hazine Bakanlığı Müsteşarı David Cohen’in “En iyi finanse edilen terör organizasyonu” olarak nitelendirdiği örgütün 1 milyar dolardan fazla nakit parası olduğu söyleniyordu. Örneğin IMF’ye göre, 1.5 milyar dolarlık yıllık bütçesi ile Nikaragua’yla aynı sırada yer alıyor.[68]
Kolay mı? IŞİD’in sadece petrol kaçakçılığından aylık 10 milyon dolar para kazandığı tahmin ediliyorken;[69] ‘The Financial Times’, “Ana geliri petrol olan örgüt kontrolü altında tuttuğu bölgelerde günde 34 bin ila 40 bin varil petrol üretiyor, bunun da günlük 1.53 milyon dolarlık bir gelir anlamına geliyor,” diyor ve ekliyordu: “IŞİD’in petrol geliri 500 milyon civarında…”[70]
III.3) KÜRT AKTÖRÜ
Mahmut Oral’ın, “Suriye’den, Irak’tan, Kandil’den ve İran’dan gelip IŞİD’e karşı savaşıyorlar,”[71] notunu düştüğü koordinatlarda Kürtler, Ortadoğu’da devasa bir uluslaşma süreci yaşıyorlarken; Irak’ın kaderini nasıl petrol faktörü biçimlendirdiyse; yine aynı faktör[72] Kürt aktörünün geleceğini de etkileyecektir.
Güney Kürdistan’dan Rojava’ya uzanan olguların kanıtladığı üzere; bağımsızlık artık Kürt gündeminin önemli maddesi olmuştur.[73]
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Mesud Barzani, AFP’yle röportajında, “Çağ anlayış çağı, Kürtlerle yaşadıkları devletlerin diyalogunu teşvik ediyoruz. Devlet hakkı doğal yoldan sağlanmalı” derken;[74] BBC’ye konuşan Barzani, Irak’ın zaten bölünmüş olduğu vurgusuyla, bağımsızlığın Kürtlerin doğal bir hakkı olduğunu belirtti.[75]
Seçimlerin Irak siyasetinde bir değişim sağlamaması hâlinde Kürt yönetiminin artık Bağdat’ın sorunlarının bir parçası olmayacağının altını çizen Mesud Barzani;[76] “Bağdat ile sorunumuz idari değildir. Sorun sınır sorunudur, bir milletin hakları sorunudur” deyip, “Her türlü gelişmeye hazır” olduklarını vurguladı.[77]
Ayrıca “Devlet olmamız için gereken her şeye sahibiz. Tek arzumuz kimseyle düşmanlık içine girmemek” diyen Irak Kürdistanı Parlamento Sözcüsü Dr. Firsat Sofi de ekledi: “Tek derdimiz Kürdistan coğrafyasını korumak ve herkesten buna saygı duyulmasını beklemek”.[78]
Bunlarla bağıntılı olarak IKBY Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyin ve Dış İlişkiler Sorumlusu Felah Mustafa, Washington’da ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Başkan Yardımcısı Joe Biden ve Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Yardımcısı Tony Blinken ile görüşmesinde bağımsızlık için zemin yoklarken; görüşmelerinin ardından açıklama yapan heyet, ABD hükümetinden umduğu desteği bulamadığını açıkladı.[79]
Ardından Barzani, Kürt devleti gündemiyle gittiği Washington’da Obama ile görüşürken; Beyaz Saray, ona ABD’nin birleşik ve federal bir Irak’tan yana olan tavrının değişmediğini yineledi.[80]
Ancak bu kadar da değil.
Barzani’nin bağımsızlık için referanduma gidereceklerini açıklaması ve İsrail’in Irak’ta Kürt devleti kurulmasına destek vereceğini belirtmesi, İran’ın tepkisine neden olurken; İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Irak’ın bölünmesinin bir Siyonist planı olduğunu öne sürüp, şöyle dedi:
“Irak’ın parçalanmasıyla ilgili İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun isteklerinin gerçeklemesine izin vermeyeceğiz. IKBY liderleri Mesud Barzani ve Neçirvan Barzani’ye dostane ve açık olarak Irak anayasasının ihlâlinin herhangi bir tarafın çıkarına olmayacağını aktardık. Irak Kürdistanı’nın bağımsızlığından bahsetmek, Kürdistan’ı birkaç 10 yıl öncesine geri götürmek demektir. Bunu kardeşçe IKBY yetkililerine söyledik. IKBY liderlerini soğukkanlı olmaya çağırıyoruz ve aceleci eylemlerden kaçınmalarını talep ediyoruz.”
Abdullahiyan, IKBY’nin bağımsızlığı konusunda “Türkiye’nin stratejik bakışının Tahran’la aynı olduğunu” ifade ederek şöyle devam etti: “Türkiyeli yetkililerle yaptığımız resmi görüşmelerde Irak’ın bölünmesine karşı olduklarını belirttiler. Ankara’nın bağımsız bir Kürt devletinin kurulmasına onay vermeyeceği inancındayız. Türkiye, koşullar gereği göreceli olarak Irak Kürtlerinin bazı isteklerini kabul edip yahut bu aşamada sert bir tepki vermekten kaçınabilir.”[81]
Tam da bu tabloda Fehim Taştekin’in deyişiyle, “Şu an Kürtler, ABD’nin tutumundan memnun değiller. Kürtler, güven istiyorlar. Bir de siyasi tanıma önemli. Bu anlamda siyasi bir tanıma önemli, Türkiye faktörü ABD açısından caydırıcı. ABD ikili oynuyor.”[82]
Bu da Musul harekâtını doğrudan etkiliyor. Örneğin, ‘Rudaw’ gazetesi, Tiz Kharabi Gawra ve Tiz Kharabi Bchuk bölgelerinin de peşmerge kontrolüne geçmesinin ardından Kürt güçlerinin Musul’daki ilerlemesinin durduğunu yazdı. Buna göre, peşmerge gelinen noktada hendekler kazıyor. Bu hendeklerin ötesindeki operasyonu ise Irak ordusu gerçekleştirecek. ‘Rudaw’a konuşan bir peşmerge komutanı, “Bu, Başkan Barzani’nin bize ilerlememiz için hedef koyduğu son nokta. Emir gelirse ilerleriz. Fakat şu an burada kalacağız,” diyor.[83]
Aynı konuda IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani de, Irak merkezi hükümeti ve uluslararası koalisyon güçleriyle yapılan anlaşmada Peşmerge güçlerinin ilerlemesi için belirlenen bölgelerin çoğunluğunun kontrol altına alınıp görevin yerine getirdiğini açıklayıp, “IKBY hükümeti, DEAŞ sonrası Musul konusunda kaygılı. Hükümet, IŞİD sonrası Musul için siyasi bir anlaşmanın yapılması gerektiği kanısında,” değerlendirmesinde bulundu.[84]
III.4) IRAK’TAKİ İRAN FAKTÖRÜ
‘The Washington Post’un, “Irak’la iyi bir stratejik ortaklık kurmak İran’ın bölgesel etkisini kırar,”[85] tespitinin yerle yeksan olmasıyla birlikte, Yaser El Zeatire, “Araplarla İran birleşik bir Irak üzerinde anlaşmadan kimse istikrar beklemesin”;[86] Abdulbari Atwan, “Tahran Irak’ı karıştırabilir,”[87] derlerken; “İran Irak’ta hükümeti kuruyor; altyapısına sızıyor”[88] diye ekliyordu Tarık El Humeyid de…
Irak’ta 7 Mart 2010 tarihli genel seçimlerin galibi İyad Allavi, BBC’ye demecinde, “İran çok fazla müdahale ediyor, bu endişe verici” derken;[89] süreç içerisinde “Irak’ta borusu öten güç İran” oldu.[90]
1.AYRIM: SURİYE DEPREMİ
İngiltere Başbakanı David Cameron’ın, Suriye’de süren iç savaşın kilitlendiği belirterek muhaliflere daha çok yardım yapılmasına rağmen Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın son aylar içinde daha da güç kazanmış olabileceğini itiraf ettiği;[91] ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey’in, “Esad kazanıyor mu” sorusuna, “Rüzgâr Esad’dan yana esiyor” yanıtını verdiği[92] koordinatlarda Andre Vitcheck’in, “Suriye savaşmaya karar verdi, kendisi ve bölgesi için. Sessizce ama sabırlı bir şekilde Ortadoğu’yu bitirmek isteyen Batı’nın, Katar’ın, Suudi Arabistan’ın, İsrail’in ve Türkiye’nin planlarına[93] karşı duruyor,”[94] saptamasına konu olan “Suriye artık bir dünya meselesidir,”[95] Cenk Ağcabay’ın ifadesindeki üzere…
“Suriye üzerinden yürütülen paylaşım savaşının ‘felaketle’ eşdeğer sonuçlara göz kırpar hâle gelmesi” yanında “III. Dünya Savaşı? Nükleer savaş?”[96] sorularını da telaffuz ettiren durumdan söz etmek hiç de abartı değildir…
“Putin’in yeni Suriye hamlesi”yle[97] Rusya faktörünün ağırlığını koyduğu, 30 Eylül 2015 tarihini takip eden bir yılda Suriye’deki dengeler değişti, savaşın seyri değişti.
Bilindiği gibi, Rusya 30 Eylül 2015 tarihinde Şam yönetiminin talebi üzerine Suriye’deki çatışmalara dâhil oldu. Moskova’nın Suriye devletinin yanında savaşa müdahil olması, çatışmaların seyrini değiştirdi. Kremlin’in de desteğini alan Suriye ordusu IŞİD ve diğer cihatçı yapılara karşı büyük bir üstünlük sağladı. Hama’dan Humus’a, Lazkiye’den Şam ve Halep’e kadar birçok bölgede cihatçılar yenilgiye uğratıldı. Suriye İnsan Hakları Ağı’nın istatistiklerine göre Rusya’nın operasyonlarında çok sayıda kişi yaşamının yitirdi.
Küresel güç oyununda eski etkili günlerine geri dönmek ve Ortadoğu’da oluşan güç boşluğunu doldurmak isteyen Moskova için Akdeniz’deki tek askeri üssünün bulunduğu Suriye, Sovyetler Birliği zamanından beri önemli bir müttefik. Suriye savaşı başladığından beri Rusya, diplomatik platformlarda Suriye devletinin yanında yer aldı. Rusya’nın ürettiği silahların en önemli alıcılarından biri olan rejime askeri desteğini de esirgemedi.
Ancak 2015 yılı Eylül ayına gelindiğinde, İran’ın askeri anlamda da destek verdiği Şam yönetimi, kendi kalesi olan Lazkiye’de bile cihatçılar karşısında zorlanmaya başlayınca, Rusya fiili olarak devreye girmeye karar verdi. Rus Parlamentosu’nun üst kanadı Federasyon Konseyi’nin oybirliğiyle onayından bir kaç saat sonra, Suriye’ye yönelik ilk hava saldırısı gerçekleştirdi. 30 Eylül 2015’te Humus’a düzenlenen bu ilk saldırıda 22 cihatçı öldü. Moskova, hedefinde IŞİD unsurlarının olduğunu öne sürdü ancak müdahalesinin başladığı ilk günden itibaren ÖSO, El Nusra gibi diğer cihatçı çeteleri de vurdu.
Rusya, Suriye’yi bombalamaya başladığında ABD öncülüğündeki IŞİD karşıtı koalisyon da havadan askeri operasyonlara devam ediyordu. ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, Rusya’nın bombalarının hedefinde IŞİD değil, Esad’a karşı çıkan güçler olduğunu söyledi. Benzer uyarılar İngiltere’den de geldi.
Rusya’nın askeri operasyonu, Suriye içindeki dengeleri hemen Şam lehine değiştirmeye başladı. Bunun üzerine, aralarında bölgesel ve küresel güçlerin yer aldığı 17 üyeli Uluslararası Suriye Destek grubu, Rus müdahalesinin başlamasından bir buçuk ay sonra Kasım’da Viyana’da bir araya gelerek yeni bir barış planı ve takvimi ortaya koydu.[98]
Selahattin Soro’nun ifadesiyle, “Rusya’nın Suriye’ye girişi stratejik”ken;[99] ‘The Economist’ Rusya’nın müdahalesinin savaşın gidişatını değiştirdiğini belirterek, “ABD’nin Suriye’de etkisiz bir politika izlemesi yüzünden koşulları Rusya’nın belirlemeye başladığını ve Moskova’nın müdahalesinin savaşın gidişatını değiştirdiğini belirterek ‘Esad’ın gitmesini isteyen Obama gidecek Esad kalacak,” dedi;[100] Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da, Esad’ı terörle mücadelede destekleseler bile, aralarında Türkiye ile ABD arasındaki gibi bir müttefiklik ilişkisi olmadığını notunu düştü.[101]
ABD’nin Esad konusunda, İslâmcıların tepkisini çekmek[102] pahasına hayırhah bir tutum içine girmek zorunda kaldığı tabloda Rojava ile ilişkilerini derinleştirdiği bir “sır” değildir.
Rojava’da iç güvenliğin sağlanması için oluşturulan Asayiş’in komutanı Ciwan İbrahim, “Bazı ülkeler Rojava’da destek sağladı, burada eğitim verdi. Tüm güçlere, komşu ülkelere çağrıda bulunuyoruz: Rojava’nın eğitime, ekipmana ve teknolojiye ihtiyacı var,” derken; Reuters’in haberinde, bölgedeki Kürt etkisinin artmasının NATO üyesi Türkiye’yi rahatsız ettiğini, Kürt yönetimine desteğin Batı’da hassas bir konu olduğunu belirtti.[103]
ROJAVA’NIN HÂL VE GİDİŞATI
Öncelikle bir saptamanın altını çizelim: “PYD/YPG’nin Esad rejiminin yanı sıra, bölgede “vekâlet savaşını” sürdüren iki küresel gücün, Rusya ile ABD’nin desteğini sağlamış”[104] göründüğü durumda; “Savaş nasıl biterse bitsin bölgesel bir gerçeklik olan Kürtler açısındaki durumun savaştan önceki durumdan, olumlu manada, çok farklı olacağı bir gerçektir. Lakin bu, Kürtlerin tam arzuladıkları şeye tekabül edeceği anlamına gelmez, gelmeyecektir de.”[105]
Suriye’de PYD/YPG’nin dostları yanında düşmanlarının da[106] görmezden gelinmemesi gereken tabloda Rojava’nın kazanımları (imkân ve tehdit sarmalında) hâlâ netleşmemiştir.
‘Demokratik Birlik Partisi’ (PYD) Eş Başkanı Salih Müslim, Cerablus operasyonuna tepki göstererek “Türkiye Suriye batağında çok şey kaybedecektir,”[107] diyen ekledi: “Türkiye şimdi Musul’a girerse aynı şeyi yapacak. Türkiye’nin Başika’daki güçleri hiçbir zaman IŞİD’e karşı olmamıştır, tam tersine IŞİD’e yardım etmek için ordadır”…[108]
Ayrıca Rojava’nın federasyondan vazgeçmeyeceğini ve Afrin ile Kobanê kantonlarını da birleştireceklerini belirterek, “Batı Kürdistan’da (Suriye’nin kuzeyi) 3 ABD üssü var. ABD öncülüğündeki Uluslararası koalisyon ve Washington’un desteğine güveniyoruz. Dış dünya ile diplomatik ilişkilerin geliştirilmesinin önünü açan ve Kürtler’e ait ayrı bir bayrak kabulü de dahil olmak üzere 85 maddeden oluşan bir federal anayasa taslağı hazırlıyoruz,”[109] açıklamasını yaptı…
Federalizm projesi için kimseyi beklemediklerini kaydederek, projenin kabul edilmesi gerektiğini açıklayıp, “Amerika ve Rusya neden bize söylemediniz, diyorlar. Bu Suriye’deki iç gelişmelere has bir durumdur, neden size söyleyelim?”[110] diyen Salih Müslim,[111] ‘The Independent’tan Patrick Cockburn’a, -Rusya’nın Suriye’deki hava operasyonları başlamadan önce- verdiği röportajda, Esad rejimini desteklemediklerini ancak Şam yakınındaki İslâmcı grupların çok daha büyük bir tehlike oluşturdukları vurgusuyla, IŞİD ve El Kaide bağlantılı grupların Esad rejiminin devirmesinin dünya için bir felaket olacağına dikkat çekerek, “Eğer rejim Selefîler (İslâmcı militanlar) tarafından yıkılırsa bu herkes için bir felaket olacaktır,” dedi.[112]
‘The Independent’e konuşan Salih Müslim, “Asıl tehlike Esad değil, Esad’ı IŞİD veya Kaidecilerin devirmesi” mesajı verip,[113] Türkiye’nin Suriye’de IŞİD’e karşı yaptığı askeri operasyonun göstermelik olduğunu ve IŞİD üzerinde etkisi olmadığını söyledi.[114]
Türkiye’nin Rojava’ya yönelik politikalarını değerlendirirken Salih Müslim, Türkiye’nin IŞİD’e karşı olduğu görünümü vererek, asıl savaşı Kürtlere karşı yürüttüğünün altını çizip, Türkiye’nin Rojava’ya veya Cerablus bölgesinde yaşayan Kürtlere yönelik politikaları karşısında direniş hâlinde olacaklarını[115] ifade etti.[116]
Ayrıca PYD Eş Başkanı Asya Abdullah, “Saldırılar nereden gelirse gelsin YPG ve Demokratik Suriye Güçleri karşılık verecektir. Kendini savunacaktır. Kim bize saldırırsa saldırsın onlara karşılık vereceğiz,”[117] derken; KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık da, Rojava’ya saldırıların sürmesi durumunda, “Kürtler de Rojava’ya yönelir, bu Kürtler için meşrudur,”[118] diye ekliyordu…[119]
V.1) ABD VE ROJAVA
Rojava’nın ABD ile ilişkileri konusunda pragmatizmden malûl kimileri reel politikerler Ovidius’un, “In medio tutissimus ibis/ Orta yol en güvenlisidir,” deyişine gönderme yapsalar da, benim tavrım René Descartes’ın, “Her şey sorgulanmalı,” uyarısındaki üzere…
Hepimizin malumu: PYD güçleri, ABD desteğiyle ve uluslararası koalisyonun da onayıyla uzun süredir IŞID’a karşı istikrarlı güç konumuna geldi. Kuzey ve Kuzeydoğu Suriye’de önemli bir bölgeyi kontrolü altına aldı. Sadece kontrol ve toprak değil psikolojik olarak da Rojava’da bir Kürt devleti için ortam oluşmaya başladı. Dört ay süren Kobanê savunması da bir yeni ülkenin kuruluş destanlarından biri olarak tarihe not düşüldü.[120]
Bu bağlamda Rojava’daki ulusal inşa (devrim değil![121]) elbette çok değerliyken; geç uluslaşma hareketinin tüm zaaflarını da bağrında taşımaktadır…
ABD’nin zigzaklardan malûl konjonktürel desteğini esirgemediği Rojava, T.“C” ile ABD arasında bir soru(n)lu gri alandır.
Örneğin ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass, Türkiye’nin PYD ile ilgili endişelerine önem verdiklerini dile getirip, YPG’ye silah ve mühimmat vermediklerini söylerken;[122] ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Antony Blinken de, “PYD’yi desteklemiyoruz,”[123] açıklamasını yapıyordu yapmasına ama…
Aynı sırada ‘The New York Times’, Obama yönetiminin IŞİD’le mücadelede en etkin partneri Suriyeli Kürtleri doğrudan silahlandırma üzerinde çalıştığını yazarken;[124] ABD Senatosu’nun Silahlı Hizmetler Komitesi’nde senatörlerin sorularını yanıtlayan ABD Savunma Bakanı Ashton Carter, Senatör Lindsey Graham’in Suriye konusunda, “PYD’yi ve YPG’yi hiç duydunuz mu” şeklindeki sorusuna, “Evet” karşılığını veriyor, Senatörün, “Bunlar kimdir “ sorusunu ise “Kürt gruplar” diye yanıtlıyordu.
Sorularına “YPG, PYD’nin silahlı kanadı mı” diye devam eden Graham’a yanıt veren Savunma Bakanı ise “Evet, doğru” dedi.
Ash Carter, Graham’in “Raporlar, bunların PKK ile bağlantılı ya da en azından önemli ilişkileri olduğunu belirtiyor. Bu doğru mu” şeklindeki sorusuna ise, “Evet” yanıtını verdi. Graham’in araya girerek, PKK’nin Türkiye için terör örgütü olduğunu söylemesi üzerine Carter, “PKK sadece Türkiye’nin değil ABD’nin nazarında da terör örgütüdür,” diye konuştu.
Carter, “Türkler’in Suriye’de YPG’yi silahlandırdığımız için bize kızgın olması sizin için şaşırtıcı mı” sorusu üzerine de “Hayır” yanıtını verdi.[125]
Bu tabloda Suriye’de savaşan ABD birliklerinin, PYD’nin askeri kolu YPG’nin armalarını omuzlarına takması[126] üzerine ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’ın, “ABD askerinin YGP arması takması politikamızı yansıtmıyor,”[127] açıklaması da; ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na “PYD/YPG unsurları Fırat’ın doğusuna çekiliyor,”[128] sözleri de[129] hiç mi hiç inandırıcı değildi…
‘Reuters’in, ABD’nin Suriye’de bulunan askeri danışman ve özel kuvvetlere bağlı asker sayısını önemli oranda artırmak istediğini yazdığı[130] ve “ABD’nin Suriye’ye gönderme kararı aldığı 250 askerin, YPG’nin dahil olduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne destek” olacağının açıklandığı[131] ortamda, ABD liderliğindeki IŞİD karşıtı uluslararası koalisyonun ABD’li komutanı Korgeneral Stephen Townsend, Türkiye’nin itirazlarına rağmen YPG’nin Rakka kuşatmasında rol alacağını net bir dille açıkladı.[132]
Bu noktada ABD’nin PYD/YPG’yi bu kadar önemsemesinin nedeni açık: Obama yönetiminin Suriye stratejisinin kilit noktası ve önceliği, IŞİD ile mücadeledir. Bu mücadelede etkin bir kara gücüne ihtiyaç var. PYD de bunu sağladığı için Washington’un gözünde büyük değer taşıyor.[133]
Mehmet Tezkan’ın, “ABD, PYD’den kolay vazgeçmez!”[134] dese de; PYD’nin Avrupa’daki Dış İlişkiler Sorumlusu Zuhat Kobanê’nin, “Biz Amerika ile IŞİD’e karşı işbirliği yapıyoruz. Türkiye’nin ABD’ye yakınlaşması ve Amerika’nın Türkiye’nin Suriye topraklarına girmesine sessiz kalması şaşkınlığımıza ve şikâyetimize neden oldu,”[135] notunu düştüğü madalyonun öteki yüzüne göz atarsak:
ABD Dışişleri Bakanlığı Yardımcısı Mark Toner, Washington’da düzenlediği günlük basın toplantısında, ABD’nin Suriye’de özerk ya da yarı özerk bir Kürt bölgesini tanımayacağını, Suriye’nin bütünlüğünden yana olduklarını söyledi.[136]
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby, “Eğer bana Kürtler için yarı özerk bir bölgeyi isteyip istemediğimizi soruyorsanız bunun yanıtı hayır. Suriye’de federal devlet konusundaki görüşümüzü defalarca söyledik, yine tekrar edeceğim. Bugüne kadarki bildirgelerde anlaştığımız gibi, Suriye’yi mezhep ayrımı gözetmeden bir bütün olarak kabul ediyoruz,” dedi.[137]
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “Suriye halkının ihtiyaçlarını karşılamayacak, uygulanmayacak bir anlaşma yapmak istemiyoruz. Suriye’nin bütünlüğünden yanayız. Bağımsız bir Kürt girişimini desteklemiyoruz, bazı unsurları ile sınırlı bir şekilde iş birliği yapıyoruz. Dostumuz Türkiye’nin hassasiyetini anlıyoruz,” diye konuştu.[138]
Nihayet ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Antony Blinken de, PYD’yi, PKK’yi desteklemeye yönelik bir adım atmaması konusunda uyardıklarını ifade etti.[139]
V.2) FEDERASYON MESELESİ
Rojava ve Kuzey Suriye kurucu meclisi Kürtlerin yoğunlukta olduğu bölgelerde federasyon ilan etti.[140] Kararın hemen ardından yaptığı açıklamada Suriye hükümeti, federalizm ilanının resmi ya da siyasi bir etkisi olmayacağını belirtti.[141]
Muhalefet örgütlerinden Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu da (SMDK) de, “Belirli bölgelerde farklı bir yapı kurmak Suriye halkının iradesine aykırıdır” diyerek federalizm ilanına karşı çıkarken;[142] eski ABD Merkezi İstihbarat Servisi (CIA) ve Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA) Başkanı Michael Hayden, “otonom” (özerk) bir Kürt bölgesinin Ortadoğu’da yeni bir siyasi yapı kurulmasına yardımcı olabileceğini söyleyip, Ortadoğu’daki XX. yüzyıl politik mimarisinin çöktüğünü belirterek, “Eski gitti ve yeninin yaratılması gerekiyor. Bu durumda yapılması ve konuşulması gereken Kürtler’in geleceğidir. Yani otonom bir Kürt bölgesi,” dedi.[143]
“Hayır” tepkileri üzerine PYD yetkilisi Merab Şamoyev, yeni anayasada federal yapılara yer verilmemesi hâlinde Suriyeli Kürtlerin bağımsızlık ilan edeceklerini açıklarken;[144] Suriye muhalefetinin önemli isimlerinden Demokratik Suriye Meclisi Eş Başkanı Heysem Menna, “Rojava ve Kuzey Suriye Demokrat Federal Sistemi”nin ilanı kararından dönülmediği sürece, Demokratik Suriye Meclisi Eş Başkanlığı görevine devam etmeyeceğini açıkladı.[145]
Konuya ilişkin olarak her ne kadar Demokratik Bölgeler Partisi Eşbaşkanı Kamuran Yüksek, “Kürtler, Suriye’deki adımlarını yeterince anlatamadı. Kuzey Suriye’de bir federasyon ilan edildi. Fakat bu federasyon Kürtlere özgü bir federasyon anlayışı değil. Bizler elbette halkımızın dilini, kimliğini, değerlerini korumak ve yaşatmak için mücadele ediyoruz ama mücadelemiz yalnızca bizim halklarımızla sınırlı değil. Yeni bir yaşam şekillenebilir diyoruz. Ortadoğu’daki ve Anadolu’daki mevcut sistem, burada yaşayan halkların kaderi değildir, değişebilir. Eşitliğe, özgürlüğe, adalete dayalı bir sistem mümkündür. Suriye’de ilan edilen federasyonun içinde Kürtlerle birlikte Araplar, Türkmenler, Ermeniler, Arapların Nusayrî ve Sünnî kesimleri de var. Cerablus-Azez bölgesi fiili olarak işgal altında olduğu için federasyonda yoklar, ama ilan edilen federasyon orayı da kapsıyor. Oralar temizlendiğinde federasyona katılacaklar. Suriye’nin toprak bütünlüğü içerisinde bir federasyon oluşturuldu. Lazkiye bölgesini ve çevresini kapsayan bir federasyon daha oluşabilir. Sünnî Arapların yaşadığı bölgede de bir federasyon kurulabilir. Yani üçlü federasyona dayalı bir Suriye Demokratik Federasyonu inşa edilebilir,”[146] dese de Suriye’nin kuzeyinde yer alan Kamışlı’daki Süryanî topluluğunun temsilcisi Ahikar İssa da, ülkede yaşayan Hıristiyanların, Kürtlerin federasyon ilanına katılmadıklarını açıklayıp, “Azınlık olsak da bu, diğer tarafın bizi ezebileceği anlamına gelemez. Federasyon, referandum yapılmadan ve Suriye hükümetinin onayı alınmadan ilan edildiğinden bu tür açıklamalara karşıyız,” derken; bu tür tek taraflı kararların, vatandaşlar arasında etnik ve dini hoşgörüsüzlüğü körükleyebileceği vurgusuyla, kararın bölgede yaşayan azınlıkların görüşü alınmadan tek taraflı olarak alınmasını “diktatörlük” olarak nitelendirdi.[147]
Özetle “Suriye Kürtleri’nin federasyon ilanı tepkiyle karşılanır”ken;[148] Suriye Dışişleri Bakanlığı’ndan bir kaynak, “Böylesi bir duyurunun, Suriyelilerin tamamının isteğini yansıtmadığı sürece ne yasal bir değeri vardır, ne de yasal, siyasi, sosyal ve ekonomik bir etkisi vardır. Suriye Arap Cumhuriyeti hükümeti toprak bütünlüğünü ve Suriye halkını küçümseyen herkesi uyarıyor. Birlik veya federalizm konusunu gündeme getirmek Suriye’nin toprak birliği, anayasa, milliyetçilik ve uluslararası uzlaşmalara aykırıdır” dedi.[149]
Konuya ilişkin olarak Şam’da Beşar Esad’la görüşen Fransız parlamenterlerden Nicolas Dhuicq de, “Esad, Suriye’nin küçük bir ülke olduğunu, federasyon fikrinin uygulanması içinse fazlasıyla küçük olduğunu söyledi” deyip, Esad’ın federasyon fikrinin, Suriye’deki halkların birbirinin içine geçmiş olması nedeniyle de uygun olmadığını belirttiğini vurguladı.[150] Federasyon ilanına karşı çıkan Esad’a göre, Suriyeli Kürtlerin federasyon girişimi “kötü bir fikir”di.[151]
Bu karmaşada Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov, Suriyeli Kürtlerin federal yapıya geçilip geçilmeyeceğine tek başına karar veremeyeceğini belirtip, “Tek taraflı kararlara varılamaz. Böyle kararlardan önce Suriye’deki süreçlerin diğer katılımcılarıyla anlaşmaya varılması gerekir,” derken;[152] Rusya’nın, Suriye rejimi ve PYD öncülüğündeki bir grup Kürt siyasi partisi ile ülkenin federasyonla yönetimi için 17 Eylül 2016 tarihinde Afrin’in 100 kilometre kadar güneyinde bulunan El Humeyim bölgesindeki Rus Üssü’nde örgütlediği toplantıda, Kürt tarafı Suriye’nin adının “Suriye Demokratik Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesini, fedarasyon sistemine geçilmesini, kantonların tanınmasını, YPG’nin asayiş gücü olarak meşruiyetinin tanınmasını talep etti. Kürt kaynaklar, Suriyeli yetkililerin bunları kabul edemeyeceklerini söylemesi üzerine, toplantıdaki Rusların “Bunları kabul edeceksiniz, siz etmeseniz de başkanınız (Esad) kabul edecektir” dediğini iddia etti…[153]
V.3) T.“C”NİN TAVRI
Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin kontrolündeki bölgelerin federal sisteme geçmesini değerlendiren üst düzey bir Türkiyeli yetkili, “Suriye’de belli bir kesim, etnik kökene bağlı olarak tek taraflı şekilde adımlar atamaz,” derken;[154] “PYD’ye yönelmek etnik ayrımı derinleştirir”;[155] “… ‘Rojava’ya müdahale olursa ağır sonuçları olur,”[156] uyarılarına rağmen “IŞİD görünümlü PYD operasyonu”[157] devreye sokan T.“C”nin tavrını ‘Die Welt’ şöyle tarif ediyordu: “Türk tanklarının tek hedefi ne IŞİD katilleri, ne de Esad’ın muhafızları. Kürtler Erdoğan’dan merhamet görmeyecek!”[158]
Gerçekten de Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Fırat Kalkanı’na ilişkin açıklamasında, harekâtın hedefinin IŞİD ve PYD olduğunu belirtip, “Türkiye bozguna uğrayacak,” diyen Salih Müslim’e, isim vermeden “Siz ne olacağınızı hesaplayın” derken;[159] Türkiye, “oyun kurucu”dan daha çok, bir “oyun bozucu” durumundadır! Oyun bozucu olarak varlığını sürdürüyor. Cerablus Hareketi, PYD’yi vurması da buna örnektir.[160]
Ve kimi “öneriler”e rağmen[161] Semih İdiz’e göre, “PYD’nin durumu sanıldığı kadar sağlam görünmüyor”![162]
- AYRIM: ORTADOĞU’DA KÜRTLER
Sykes-Picot’nun 100. yılında, alışılageldiği üzere “Kürt Sorunu” dediğimiz şey, Ortadoğu’ya mündemiç bir “Kürdistan Meselesi” olup, çıkmıştır…[163]
T.“C” sömürgeciliğinin icraatlarıyla “Ruhsal kopuş işaretleri”nin[164] giderek belirginleştiği coğrafyamızdaki hâli, “Barış süreci ‘ikinci bir emre kadar’ askıda! O ‘ikinci emir’ nereden ve ne zaman gelir, bilinmez! Ortadoğu’da zaten her şey karman çorman”ken;[165] “Bıçağın kemiği kırdığı zamanlar”da,[166] “Vince in bono malum/ Kötülüğü iyilikle önle” türünden reformist beklentiler, karaya oturmuş ve “Duos qui lepores sequitur, neutrum capit/ İki tavşanın peşinden koşan, hiçbirini yakalayamaz” gerçeği bir kez daha gözler önüne serilmiştir!
Bu durumu “Kürdistan artık yükselen bir güçtür” vurgusuyla Ahmed Pelda, “Bunun gerçekleşmesi için Kürt siyasal aktörlerinin vizyonlarını değiştirmeleri, büyük düşünmeleri, birlik olmaları, yeni taktik ve stratejik hamleler başlatmaları gerekir. Dünya siyaset aktörleriyle konuşup tartışmaları büyük önem arz etmektedir,”[167] biçiminde tarif ederken; “Kürtler kesin bağımsızlığa doğru gidiyor,” diyen Faik Bulut’a göre de, “Kürtler bu kez Nuh’un gemisine bindi ve sürpriz olmazsa kendi devletlerini kuracak”tır.[168]
Gerçek şu: ‘Barış İçin Akademisyenler Grubu’ndan Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Bülent Küçük’ün, “Yeni devlet aklı çözümü dayatıyor,”[169] palavrasını bir yana bırakırsak; “Kürtler, Ortadoğu’da cetvelle çizilen sınırları hiçbir zaman içlerine sindirmediler.”[170]
Nasıl sindirsinler ki?
HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, “… ‘Kürtler anadilde eğitim yaparsa ülke bölünür diyorlar. Bunu diyen ana muhalefet partisi. Kendisi Alevî Kürt’tür. Kimin ülkesi bölünmüş? Türk’ün ülkesi mi bölünmüş? Ülkesi bölünen Kürt’tür,”[171] saptaması eşliğinde; yaşananlar IŞİD’in Musul’u ele geçirdiği 10 Haziran 2013 tarihinden itibaren, Irak ve Suriye başta olmak üzere Ortadoğu’daki birçok devletin artık eskisi gibi olamayacağını da ortaya koydu.
“Neden” mi?
Suriye üzerinden geliştirdiği Ortadoğu politikası yerle bir olan Türkiye, IŞİD’i ve Ortadoğu’daki diğer silahlı grupları besleyen Suudi Arabistan ve Katar, Maliki ve Esad yanlısı tutumuyla gelişmelerin göbeğine oturan İran başta olmak üzere, bölgedeki her devlet bu gelişmelerden etkilenecektir. Hiç kuşku yok, sınırlarını Batılı emperyalistlerin cetvelle çizdiği Kürdistanlılar da bu gelişmelerden etkilenecektir.[172]
İsrail’in Kürtlerin bağımsızlığından yana olduğunu açıklaması,[173] aleyhlerine kullanılmak istense de, ‘Kürdistan Demokrat Partisi Genel Başkanı Mehmet Emin Kardaş’ın, “Kürtlerin millet olmaktan kaynaklı bazı hakları var. Ulusal değerler, dil tarih, toprak, kültür bütün bunlar bir milletin sahip olması gereken değerlerdir ve bütün bunlardan yoksunuz. Bizim aramızda her düşünceden insan olabilir ama tek amaç Kürdistan’dır. Ben Kürt milliyetçisi olabilirim, bu da benim doğal hakkımdır. Kürt sorunu diye bir sorun yok Kürdistan davası var. Kürtler her millet gibi kendi devletini kurmalıdır. Buna hakkı vardır,”[174] saptaması yerli yerinde ve sonuna dek haklıdır.
Yeri geldi sadece aktarmakla yetinelim:
Mesela… Dünyada o kadar küçük devlet var ki, onlara baktığımızda Irak Kürdistan’ı veya Rojava’nın devletleşme hakkını konuşmak abesle iştigal etmek anlamına geliyor. Bunlardan 17 tanesi şöyledir:
Vatikan: 0.5 km2’lik yüzölçümü ve 770 kişilik nüfusuyla dünyanın en küçük devletidir.
Monaco: 1.813 km2’lik yüzölçümü ile 32.000 kişilik bir devlet.
Nauro: 22.015 km2’lik yüzölçüme sahip olup bu ülkede 13.000 kişi yaşamaktadır. Nauro, 1968 yılından beri bağımsızıdır.
Tuvalu: 23.31 km2’lik yüzölçümü ve 12.000 nüfusu ile 1978’den beri bağımsızdır.
San Marino: 62.16 km2’lik yüzölçümüne sahip olup 29.000 kişinin yaşadığı bir ülkedir. San Marinolular, Avrupa’nın en eski devleti (MS 4.yy.) olmakla övünürler.
Liechtenstein: 160.58 km2’lik yüzölçüme sahip olup 34.000 kişilik nüfusuyla AB üyesi bir devlettir.
Marshall Adaları: 181.3 km2’lik yüzölçümü ve 58.000 nüfusu ile 1986’dan beri bağımsız devlettir.
Aziz Kitts ve Nevis: 269.36 km2’lik yüzölçümü ile 39.000 kişinin yaşadığı bir Karayibler denizi ülkesidir ve 1983’ten beri bağımsızdır.
Seyşeller (Seychelles): 277.13 km2’lik yüzölçümü ile 81.000 kişinin yaşadığı bir Hint Okyanusu adasıdır ve 1976’dan beri bağımsızdır.
Maldivler: 297.85 km2’lik yüzölçümü ve 340.000 kişilik nüfusu ile Hint Okyanusu’ndaki 2000 adanın 200’ünden oluşmaktadır. Maldivler 1965’te İngiltere’den bağımsızlığını kazandı.
Malta: 315.98 km2’lik yüzölçümü ve 400.000 kişilik nüfusa sahip Akdeniz’de bir ada ülkesidir. 1964’te İngiltere’den bağımsızlığını kazandı.
Grenada: 344.47 km2’lik yüzölçümü ve 90.000 kişilik nüfusu ile Karayipler Denizi’nde bir ülkedir. 1974’te İngiltere’den ayrıldı.
Aziz Vincent ve Grenadinler: 388.5 km2’lik yüzölçümü ve 117.000 kişilik nüfusu ile bir Karayipler Denizi ülkesidir. 1979 yılında İngiltere’den bağımsızlığını aldı.
Barbados: 429.94 km2’lik yüzölçümü ile 280.000 kişinin yaşadığı bir Karayip Denizi ülkesidir. 1966’da İngiltere’den bağımsızlığını almıştır.
Antigua ve Barbuda: 442.89 km2’lik yüzölçümü ve 69.000 kişilik nüfusuyla 1981’den beri bağımsız bir devlet olup Karayipler Denizi’ndedir.
Andorra: 466.2 km2lik yüzölçümü ve 70.000 kişilik nüfuslu bir ülke olarak, 1278’den beri bağımsızdır. Fransa ve İspanya arasında yer alan bu ülke, Fransa Başkanı ve İspanya’nın Urgel Piskoposu tarafından, ortak olarak yönetilmektedir.
Palau: 494.69 km2’lik yüzölçümü ile 20.000 kişilik bir nüfusa sahiptir. Pasifik Okyanusu’nda yer alıp 200 civarında adadan meydana gelmektedir ve 1994’ten beri bağımsız devlettir.
Çoğu BM üyesi ve üstelik bir kısmı da AB üyesi olan bu 17 ülkenin toplam yüzölçümü Kerkük’ün yüzölçümünün yarısı, toplam nüfusları ise aşağı yukarı Kerkük nüfusu kadardır. Şimdi sormak gerekir, neden devlet olmak, harita üzerinde mercekle bile bulunması zor bu ülkeler için mubah da, Kürtler için günahtır?[175]
Evet, evet İsmail Beşikçi Hocamızın ifadesiyle Türklerin “Türkiye Kürdistanı”, Farsların “İran Kürdistanı”, Arapların “Suriye ve Irak Kürdistanı” var da; niye Kürtlerin Kürdistanı yoktur?
Tam da burada ‘Kan ve İnanç: PKK ve Kürt Hareketi’ kitabının yazarı Aliza Marcus’un, “Barış süreci AKP’nin Kürtlerle oynadığı bir oyundan ibaret mi?”;[176] Melih Pekdemir’in, “… “Barış yapma”nın kuralları nelerdir? Elbette öncelikle barış ortamı yaratmaktır. Barış elbette “savaşan” iki taraf arasında ve onlar tarafından yapılır. Ve barış uzlaşma ve karşılıklı tavizdir. Ve taviz taraflar arasında işbirliği gerektirir. Hangi tavizler verilecek? Nereye kadar işbirliği yapılacak?.. Barış ortamı derken savaştan beter yeni bir ortama girilmesi ihtimali hiç mi yok?”[177] soruları ortadayken; “süreç lafazanlığı”na kesinlikle prim vermeden;[178] Özgürlük ve Sosyalizm Partisi (ÖSP) Genel Başkanı Sinan Çiftyürek’in, Kürtlerin taleplerinin bireysel-kültürel haklarla sınırlı ve toprak meselesinden kopartılmış bir demokratikleşme ile çözülemeyeceğini ve çözüm için de Kürtlerin siyasi statüsünün tanınması gerektiğinin altını çizdiğini unutmamalıyız![179]
Burada durup soralım, Kürtlerin haklarını talep etmesini “milliyetçilik” olarak mahkûm etmek mümkün müdür?
Elbette değil… Çünkü Kürtlerin, “eşitlik ve kültürel haklar” talebi bir “coğrafya”dan soyut değildir. Olamaz da…
VI.1) GÜNEY’İN KÜRTLERİ
Ortadoğu’nun verili hâlinde IKYB Başkanı Mesud Barzani’nin, bağımsızlık düğmesine basıp, ilk ABD ziyaretinde Obama’nın önüne bağımsızlık dosyasını koyarak, kaldığı otelde Irak bayrağı değil sadece Kürt bayrağı asması[180] önemli bir veridir.[181]
Mesud Barzani BBC’ye açıklamasında, “Bundan sonra, bunun (bağımsızlığın) amacımız olduğunu saklamayacağız” dedi ve ekledi: “Bizim, ülkenin yaşadığı bu trajik durumun içerisinde mi kalmamız gerekiyor? Bağımsızlığa karar verecek olan ben değilim. Halktır. Bir referandum yapacağız ve bu aylar içinde olacak.”[182]
Mesud Barzani, Erbil’de faaliyet gösteren konsoloslukların temsilcilerine, özgür Kürt devletin kurulması için referandum kararı aldıklarını ve referandumun ardından Bağdat ile diyalog yolu seçeceklerini söyledi.[183]
Mesut Barzani, “Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkı”na vurgu yaparak bağımsızlık referandumu için “zamanın geldiğini” belirtip, “Kürt halkının bir referandum yoluyla kendi kaderini tayin etmesinin zamanı gelmiştir ve durum buna müsaittir. Bu referandum bağımsızlık ilanı anlamına gelmemektedir. Daha ziyade Kürt halkının bağımsızlık konusundaki irade ve düşüncesinin ne yönde olduğunun bilinmesi ve Kürt siyasi liderliğinin uygun zaman ve koşullar altında halkın iradesini yerine getirmesi içindir,” ifadelerini kullandı.
Barzani, “Kürdistan halkı, kendi kaderini tayin hakkını başkalarının bir hediye olarak sunmasını bekliyorsa, bağımsızlık hiçbir zaman elde edilemeyecektir. Bu hak mevcuttur ve Kürdistan halkı bunu talep ederek harekete geçirmelidir” dedi. Açıklamada, “İskoçya, Katalonya ve Quebec nasıl kaderleriyle ilgili düşüncelerini ifade etme hakkına sahipse Kürdistan’ın da bu hakkı vardır” ifadelerine yer verildi. Barzani, “Kürt milleti bağımsız devletlerini kurmak için kimseden izin isteyecek değil,” dedi.[184]
Mesud Barzani CNN’e verdiği demeçte; ardından da ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile Erbil’de yaptığı görüşmede bağımsızlık niyetini açıkça dile getirdi. Onun deyişiyle, Kürdistan’ın bağımsızlığı ilan etme vakti gelmişti. Zira Irak artık eski Irak değildi… Dolayısıyla, Kürt halkı artık kendi geleceğini belirleme hakkını kullanmalıydı…[185]
‘Al Jazeere’ye verdiği mülakatta Mesud Barzani şunları da belirtmiş: “Geride kalan on yıl içerisinde Sünnî ve Şiî ortaklarımızla beraber yeni, çoğulcu ve demokratik bir Irak kurmak için çok çalıştık. Ancak maalesef başarıya ulaşamadık… Kürtlerin artık kendi kaderini tayin etmeyi düşünmekten başka çaresi kalmamıştır.”[186]
Mesud Barzani, “Seçimlerin Irak siyasetinde bir değişim sağlamaması hâlinde Kürt yönetiminin artık Bağdat’ın sorunlarının bir parçası olmayacağını” söyleyip,[187] peşmergeleri ‘Başkomutan’ sıfatıyla denetlerken, “Önümüzde iki seçenek var. Ya bağımsızlık ya bağımlı olmak. Birincisini seçeceğiz,” dedi.[188]
Aslı sorulursa “Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin petrol politikası, Güney Kürdistan’daki Kürtleri her gün biraz daha bağımsız bir Kürdistan’a inandırmaya başlıyor”ken;[189] Gönül Tol’un ifadesiyle, “Obama Irak’ta bağımsız Kürdistan istemiyor”[190] ve “ABD’nin Kürtlerin Irak’tan ayrılmasından yana olmadığını ifade ediyor”du.[191]
Bunun üzerine T.“C” ile Mesud Barzani daha da yakınlaştı.
IKYB yöneticisi Neçirvan Barzani’nin Türkiye ziyaretinde petrol hatları ile Türkiyeli firmaların yatırımları da görüşülürken;[192] ‘Genel Energy’, Kürt petrolü Türkiye’ye ulaştıracak boru hattının tamamlanıp, yeni boru hattının devreye girmesiyle üretim ve ihracatın iki kat artacağını açıkladı.[193]
Bunu yanında Erbil, Süleymaniye ve Duhok’ta tescil işlemleri tamamlanan 78 ülke menşeli toplam 2 bini aşkın firmanın yaklaşık yüzde 48’ini Türkiye firmaları oluşturuyorken;[194] Kuzey Irak ta yüzlerce Türk firması iş yapıyor. En büyük yatırımlar da yine Türk şirketlerin elindeydi[195] ve de IKYB, yüzde 100’ü Türk Devleti’ne ait olacak şekilde kurulan şirkete 6 önemli sahada petrol arama ve çıkarma yetkisi[196] veriyordu.[197]
14 Ağustos 2014 tarihli ‘The Financial Times’ın haberine göre, Türkiye, ABD’den Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi tarafından çıkarılan petrolün satışına getirilen yasağın kaldırılmasını isterken;[198] Mesud Barzani’nin Türkiye ziyaretinin arkasından petrol paraları çıktı. Enerji Bakanı Taner Yıldız, Mesud Barzani ve 3 bakanın, Türkiye’ye, Halkbank’ta Kuzey Irak petrolleri için açılan geçici hesapları kalıcı hesaba çevirmek amacıyla geldiklerini açıkladı.[199]
Gerçekten de dönemin başbakanı Erdoğan ile IKBY başbakanı Neçirvan Barzani görüşmesinde yeni petrol hattı ile mevcut hatta işlerlik kazandırılması konusunda imzaların atıldığı yönündeki iddia yeni bir krize neden olurken, Mesud Barzani’nin Irak Başbakanı Nuri El Maliki’ye, “Baskıyı sürdürürsen Kürdistan’ı ilan ederim” mesajı gönderdiği bildirilirken;[201] AKP, Kürt milliyetçiliğini PKK’yi bölmek için bir Truva atı olarak görmesi yanda; Mesud Barzani ve Şivan Perwer’in Diyarbakır seyahatinin etkisini AKP Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu DHA’ya, “Herkes mutlu, herkes umutlu. Herkes devletini daha çok seviyor,” diye yorumluyordu.[202]
Amerikan-Türk Konseyi’nin Başkanı James Holmes’ın, “Kuzey Irak’la Türkiye’nin hidrokarbon ilişkisi, eldeki bir yük. Uzun dönemli başarı olur ya da olmaz ama bunun nereye gideceği Türkiye için bir risk. Şimdi ABD ile Türkiye rolleri değişti. Eskiden Türkiye, Kuzey Irak’la sorunluydu, ABD destekliyordu. Şimdi tam tersi. Irak Kürdistan’ının refahı Türkiye’ye bağlı. Bu nerede oturduğunuza ve nasıl baktığınıza bağlı,”[203] notunu düştüğü ilişkiye[204] dair Mesut Barzani, “Ben Türkiye’yi dost olarak görüyorum. Ve Türkiye’nin Kürdistan Bölgesi’nin gelişimine karşı duracağını sanmıyorum. Bağımsızlık konusu ise başka bir konu. Açıkçası bağımsızlık konusunda Türkiye ve başka ülkelerin nihai tutumlarının ne olacağını bilmiyorum. Ancak Türkiye ile bu büyük ilişkiler devam ediyor ve kuvvetini koruyor,”[205] diye açıklıyordu…
“Türkiye ile Kuzey Irak arasında tam bir ekonomik işbirliği, hatta bunun ötesinde bütünleşme var. Öyle ki, Kuzey Irak, Türkiye’nin uzantısı gibi”[206] diye betimlenen bu ilişki, 21 Kasım 2014’de IKYB Başkanı Mesud Barzani ve Başbakan Neçirvan Barzani ile görüşen Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, “Kürt bölgesinin güvenliği Türkiye için hayati”[207] sözleriyle (soru(n)larıyla![208]) yerli yerine oturuyordu…
Bu zırva o kadar abartılıyordu ki Mardin Atatürk Kültür Merkezi’nde TÜSİAD tarafından düzenlenen ‘Çözüm Süreci’nin İktisadi Boyutuna Katkı: Alternatif Turizm’ başlıklı konferansın açılışındaki konuşmasında dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, “Suriyeli Kürtler tarihsel olarak Esad rejiminin değil, Türkiye’nin tarihi dostu ve doğal müttefikidir,”[209] diyebiliyordu!
Sonrasında da PKK’nın “Sivillerin savaşın kurbanı hâline gelmemesi için savaş alanını Irak Kürdistanı’ndan uzaklaştırmasını” isteyen Mesud Barzani,[210] PKK’nın “Barış karşıtı şahin kanadını” suçlarken;[211] ‘Rûdaw’daki habere göre Türkiye, Peşmerge’ye en fazla desteği sunan ülke konumunda. Resmî kaynaklardan geçilen bilgilere göre, Kasım 2015’e kadar 4 farklı merkezde, Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile Kürdistan Yurtseverler Birliği’nden (KYB) toplam 2 bin 308 Peşmerge, Türkiye’nin verdiği askeri eğitimden geçti.[212]
Böylelikle “Erdoğan’ın hamlesi Kürtlerin ayrışmasını[213] derinleştiriyor”ken;[214] Ertuğrul Kürkçü’nün, “Hükümet Barzani’yi güçlendirerek Suriye’deki süreci kontrol etmeye çalışıyor”;[215] Arzu Akyürek’in, “Barzani’nin Türkiye ile eşgüdümlü politikaları yine bir çatışmanın ateşlenmesi ihtimalini arttırıyor. Rojava sınırına hendek kazması ve 2006’da ABD’nin PKK’yı bitirmesine izin vermediğini hatırlatması da çatışmanın önünü almaya yetmeyecek,”[216] notu düştüğü koordinatlarda “Türkiye’nin makbul Kürt arayışı”[217] Güney Kürdistan (ve takipçileri) ekseninde sürdürüyordu.
Her ne kadar Erbil’deki “Kürt Ulusal Konferansı”na hazırlık toplantısındaki konuşmasında, silahsız demokratik mücadeleye vurgu yapıp, “Kürtler silahsız bir dünya istiyor”[218] diyen Mesud Barzani, “IŞİD’le mücadele bir kader savaşıdır. Benim için Kobanê ve Erbil arasında fark yoktur,”[219] dese de verili zeminde Kürt Ulusal Birliği’nin kolay olmadığı ve olamayacağı da açıktır.
Çünkü Kürt ulusal güçlerinin her birinin farklı amaç ve hesaplar içinde olduğu ve Kürtlerin ortak ulusal ve demokratik haklarının kazanılmasından çok iktidarlarının devamının hesabı içinde oldukları koşullarda ulusal kongre kolay başarılacak bir durum değil. Kendi aralarındaki iktidar kavgasının daha da kızışması yönlü politikaların körüklendiği bu zamanda, ne yazık ki bu amaca ulaşmak her zamankinden daha da zor görünüyor.[220]
VI.2) KUZEY-BATI KÜRTLERİ
Güney’de durum buyken; Kuzey-Batı Kürtleri, KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu’nun, “HDP projesi Kürt sorununu Türkiye’nin demokratikleşmesi içinde çözme meselesidir,” vurgusuyla “Eskiden devlet kurma anlayışı vardı. Bundan vazgeçtik. Solun da böyle bir anlayışı vardı. ‘Ulusların kaderini tayin hakkı’ devlet kurma olarak anlaşılıyordu. Bunun doğru olmadığı, ulusların devlet kurmadan da özgür ve demokratik yaşam içinde kendi kaderlerini tayin edebileceği yaklaşımı, böyle bir paradigma içindeyiz. HDP ile Türkiye sınırlarında Türkiye’nin demokratikleşmesi içinde Kürt sorununu çözmeyi hedefliyoruz. Bu bir stratejik projedir. Yani paradigma, strateji değiştirmemizin getirdiği bir sonuçtur. Artık eğer sürekli bir kavgayla, savaşarak devlet kurup sorunu çözmeyeceksek; böyle bir çözüm anlayışımız yoksa, yeni çözüm anlayışına uygun bir mücadele, bir siyasi çözüm yöntemidir. HDP’yi öyle anlamak lazım. BDP ise, demokratik özerklik, Kürt sorununu demokratikleşme, HDP ile çözme hedefine giderken Kürdistan’da demokratik özerkliği inşa edecek sivil toplum projesini ortaya çıkaracak. Demokratik Toplum Kongresi (DTK) sivil toplum örgütlenmesinde demokratik anlayışla toplumun örgütlenmesini sağlayacak bir BDP modeli ortaya çıkıyor,”[221] diye eklediği bir “değişim”(?) güzergâhına dalmışlardı.
Bu “AKP Açılımı” diye paketlenen “Çözüm(süzlük) Süreci”nde somutlanırken; Kuzey-Batı Kürtlerinin düzeniçileştirilme manevrasına denk düşüyordu.[222]
İzzettin Önder’in, “Sol bir insan olarak,… bu çözümü beğenmemekle beraber, süreci hiçbir şekilde baltalamıyorum, fakat sessiz kalıyorum,”[223] kayd-ı ihtiyatıyla “Çözüm(süzlük) Süreci”yle ilgili olarak BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, “Çözümün muhatabı Türkiye toplumudur. Bu yola gelen gelir, gelmeyen tarihin çöp sepetine atılır; istikamet artık çözüme doğrudur, tersine çevrilemez,” derken;[224] Tayyip Erdoğan,[225] “Karşı karşıya durulan bir masa yok. Kürt sorunu ifadesini kullanmak ayrımcılık olur. Oturulan bir masa devletin çöküşü olur,”[226] yanıtını vermişti bile…
Abdullah Öcalan’ın “yenilikçi tezleri “muhatapsız” kalıvermişti!
“Abdullah Öcalan, 1990’ların başlarında ana akım medya tarafından muhatap alınmasından beri “Biz ayrı bir Kürt devleti istemiyoruz”, tezini işledi. 1999’da yakalanmasından sonra[227] ise bir üst vitese geçti ve “Devlet bir yana, biz iktidar istemiyoruz”, demeye başladı. Arkasındaki örgüt de önce biraz zorlandı, sonra bu düşünceleri benimsediğini ilan etti. Böylece, Öcalan’ın mahkeme savunmalarında geliştirdiği görüş bütün hareket tarafından propaganda edilmeye başlandı: İktidar kirli bir şeydir ve devlet Sümer rahip devletinden bugüne bütün kötülüklerin kaynağı olagelmiştir. Kim istiyorsa, devlet ve iktidar onun olsun; bize demokratik özerklik yeter…”[228]
VI.3) ABD KONUSU
“Biji Serok Obama” diye haykıran kimi Kürtler açısından bir kere daha ABD konusuna değinmekte yarar var.
Hillary Clinton, Demokrat Partili ABD Başkanı Obama’nın politikasını devam ettireceğinin sinyalini verip, “Kürtleri silahlandırmayı değerlendirirdim. Kürtler Irak’ta olduğu gibi Suriye’de de en iyi ortaklarımız oldu”;[229] derken; BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak’ın, “ABD Kürt sorununu çok iyi anlamış. Eskisi gibi ‘şiddet meselesi’ olarak bakmıyorlar,” diye konuştuğu[230] bir “sır” değilken; sözü Ayşe Hür’ün satırlarına bırakalım:
“ABD politikalarını ‘ahlâki kaygılar’, ‘verilen sözler’, ‘ilkeler’ değil, ‘milli güvenlik çıkarları’ çizmiştir. Dolayısıyla Kürtler ABD’nin desteğini, ancak ABD’nin büyük planlarına hizmet ettikleri sürece sağlayabilirler.”[231]
İşte bir örnek: ‘The Washington Post’ta yer alan habere göre, Pentagon’un PYD-YPG’ye doğrudan silah verme planını en azından geçici olarak askıya aldığını kaydeden Ryan ve DeYoung, bu kararın Rakka’yı kuşatma altına alma planında daha fazla silaha gerek olmaması ve Türkiye ile olan ihtilafın çözülmemesi sebebiyle alındığını belirtti![232]
VII. AYRIM: OSMANLICI T.“C” SİYASET(SİZLİĞ)İ
‘Middle East Policy’nin Şubat 2013 nüshasındaki ‘Yeni Türk Dış Politikası’ başlıklı makalesinde, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, “Türk dış politikası liberal karakterli”[233] zırvasını bir kenara bırakırsak, Osmanlıcı hayallerden malûl T.“C”nin (“Orta sıklette bir bölgesel güç olan Türkiye kendi kapasitesini irdelemekten kaçınıyor,”[234] eleştirilerine rağmen!) Neo-Enverist yönelimlerinden (ve “blok değiştirme girşimin”den![235]) söz etmek yanılgı olmayacaktır.
Primo Levi’nin, “İnsanlara şiddet uygulayan kimse, dile de şiddet uygulamak zorundadır,” saptamasını doğrulayan tehdit, yaygara ve demagojilerle bezeli bu konum, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Musul, Irak, Kerkük, Tel Afer ve Sincar’da mücadeleyi sürdüreceğiz. Sincar yeni bir Kandil olma yolunda, müsaade edemeyiz. Suriye ve Irak’ta bekamızı tehdit eden hiçbir gelişmeye sessiz kalmayacağız” biçimindeki açıklamalarında somutlanırken; Fehim Taştekin’in, “Erdoğan’ın tehditvari açıklamaları Türkiye’nin bir savaşa çekilmesi için risktir. O yüzden kıvılcım, bir başkasının yaptığı hata veya tahrik savaşa çekebilir,”[236] türünden uyarılarında dile getirildiği üzere Türkiye’nin tehditkâr politika izlediği , “sır” değildir.
Örneğin Başika Üssü nedeniyle Ankara ile Bağdat arasındaki karşılıklı restleşme sürerken Erdoğan çok sertken;[237] Başbakan Binali Yıldırım da, “Fırat’ın batısı kırmızı çizgi, devam ediyor gayet tabi. Bizim oradaki muhatabımız Amerika’dır. Bir değişiklik yok politikamızda,”[238] derken farksızdı…
Bunlar boşuna değildir. Çünkü önce “Fırat Kalkanı”, ardından da Musul etrafında kopartılan “jingoist”[239] fırtınanın gerisinde Abdülhamidvari bir rejim hedefi olduğu aşikârken;[240] emperyal yönelişlerin de devreye girmesi kaçınılmaz olmaktadır…
Mesela Ankara’nın Irak’ın “toprak bütünlüğü” meselesinde pozisyon değiştirmesi gibi… 1990’lı yıllardan bu yana Irak konusunda her ağzını açana “Aman Irak’ın toprak bütünlüğü…” diyen Türkiye, bugünlerde bölgede Irak’ın “toprak bütünlüğünü” en az savunan ülke konumunda. Irak Kürtlerinin bağımsızlık referandumuna gitmesine yüksek sesli bir itiraz yok. Hatta Kürtlerden sonra Irak Sünnîlerinin de özerklik kazanması fikri Ankara’ya gittikçe daha cazip geliyor. Ankara’nın Irak’taki adamı konumundaki eski Musul valisi Nuceyfi, özerklik fikrini çoktan dillendirmeye başladı bile.[241]
VII.1) T.“C” İÇİN SURİYE VE ROJAVA NEDİR?
Bu işin bir yanıysa, öteki de Hüsnü Mahalli’nin, “Fırat Kalkanı operasyonunun IŞİD’i hedeflediği söylenemez,”[242] notunu düştüğü Rojava’dır, PYD’dir…[243]
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Münbiç’i PYD’den temizleyeceğiz… Buradan bir kez daha ifade ediyorum. Türkiye, Irak’ta ve Suriye’de yaşanan gelişmelerin içinde yer alacaktır. Gerekiyorsa diplomatik ve askeri gücümüzle oradaki kardeşlerimizin yanında olacağız. Biz IŞİD, YPG/PYD terör örgütleri ile mücadelemize devam edeceğiz. Münbiç’i PYD’den temizlemekte kararlıyız”;[244] Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, “YPG, Münbiç’ten çıkmazlarsa biz Amerikalılara da söyledik. Kendi imkânlarımızla çıkarmasını biliriz,”[245] derlerken; hâlâ “Nasıl” mı? Gayet basit!
Başbakan Ahmet Davutoğlu, mevkidaşı Angela Merkel’e güvenlik güçlerinin PYD/YPG’ye karşı gerekli mukabelede bulunduğunu, bulunmaya devam edeceğini söyledi.[246]
Suriye ordusunun, muhaliflerin ikmal hattını kesmesinin ardından en az 2 bin muhalifin askeri araç ve teçhizatlarıyla birlikte Türkiye’den Azez’e geçtiği öne sürüldü. Amaç, YPG’nin Azez’e ilerlemesini durdurmak.[247]
Azez’de PYD güçlerinin vurulmasını değerlendiren Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, 14 Şubat 2016’da “PYD bölgeden çekilene kadar topçu atışlarını sürdürme kararı aldık,” dedi.[248]
Reuters ajansının ulaştığı “farklı birçok muhalif kaynak”, YPG’nin ilerleyişiyle karşı karşıya kalan isyancılara yardıma giden yüzlerce savaşçı askeri araç ve teçhizatlarıyla birlikte Halep vilayetindeki Azez’e gittiğini kaydediyor.[249]
“İyi de bunlar nasıl gerçekleştiriliyor” mu?
Şöyle: Cumhurbaşkanı Erdoğan 19 Ekim 2016 günü, kendilerine hitap etmek üzere sarayına çağırdığı 28’inci muhtar grubunun önünde, Ankara’nın Suriye’deki El Kaide uzantısı El Nusra’yla ilişkilerinin düzeyine dair itiraf niteliğinde beyanlarda bulundu.
Erdoğan, 18 Ekim’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le yaptığı telefon görüşmesinin içeriği hakkında içtenlikle bilgi vermeseydi, terör örgütü El Nusra’nın Ankara’dan sorulduğu gerçeği, en yetkili ağızdan teyit edilmiş olmayacaktı.
Şu ifadeler çıktı Erdoğan’ın ağzından: “Sayın Putin ile Halep’i konuştuk. Saat 22.00 itibarı ile hava operasyonunu durduracaklarını ifade ettiler. El Nusra’nın orayı terk etmesi konusunda ricası oldu. Arkadaşlarımıza bu konuda gerekli talimatı verdik; onlar da bu çalışmayı yapmak suretiyle, ‘El Nusra’yı Halep’ten çıkarmak ve Halep halkının bu noktadaki huzurunu sağlamak için bir çalışmanın içerisinde olalım’ diye aramızda böyle bir mutabakatı görüştük.”
Bir bilgi notu: El Nusra hâlâ Türkiye’nin terör örgütleri listesindedir![250]
Fazla izaha gerek var mı? Yok ama devamda da yarar var!
Türkiye’nin ilk Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen’in, “Irak ve Suriye’deki olağanüstü durumlar, Türkiye açısından varoluşsal sınama… Yani Irak ve Suriye meseleleri sınırlar bakımından da rejim açısından bildiğimiz anlamında Türkiye Cumhuriyeti’nin sonunu getirebilir,”[251] diye betimlediği ufukta ‘The New York’, Türkiye hükümetinin “Kürtlere düşmanlığının” ülkeyi Suriye savaşının daha da içine çektiğini yazarken;[252] Noam Chomsky de, Türkiye’nin YPG’ye karşı IŞİD’e yardım ettiğini söyledi.[253]
Başbakan Binali Yıldırım’ın, “Bizim için PKK neyse YPG de, PYD de aynıdır. İsimleri farklıdır ama hepsi terör örgütüdür. Nasıl ÖSO’yla terör örgütlerini püskürttüysek gerektiği anda YPG ve PYD’yi de atmasını biliriz,”[254] naraları eşliğinde bunlar mesnetsiz değil elbette!
Bunda IŞİD’den El Nusra’ya uzanan “gizli ol(a)mayan” alışverişin etkisi çok büyük!
- ‘The Independent’ın Ortadoğu muhabiri Robert Fisk, TSK mensubu bir tümgeneralin, El Nusra ile gerçekleştirilen bir toplantı sırasında öldürüldüğünü yazdı…[255]
- Türkiye, Suriye’nin en hareketli bölgesi Cerablus’a Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) bağlı cihatçıları sokuyor. Suriye’deki ÖSO’ya bağlı 600 kadar cihatçı militan, TSK ve istihbarat birimleri tarafından Karkamış’ın Fıstıklı mevkiine yerleştirildi…[256]
- ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, Suriye’ye yasadışı geçişleri kontrol altına almamak ve radikal gruplarla işbirliği yapmakla suçlanan Türkiye’nin El Nusra Cephesi’yle birlikte çalıştığını söyledi…[257]
- ‘Uluslararası Para Fonu’nun hazırladığı, ‘Suriye’nin Çatışma Ekonomisi’ başlıklı rapora göre, IŞİD’in günde 30 ila 80 bin varil ham petrolü, Irak, Ürdün, Lübnan ve Türkiye’ye sattığına yönelik göstergeler var…[258]
- Suriye petrolünün yüzde 60’ını kontrol eden IŞİD’in en büyük geliri petrol kaçakçılığı. IŞİD’in Türkiye ve İKBY aracılığıyla günde 45 bin varil petrol sattığını iddia ediliyor. Bu da ortalama günde 3 milyon dolar nakit para demek…[259]
- Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden IŞİD dava dosyasındaki Savcılık belgelerinde ‘Türkiye’ye bomba sevkıyatlarının bir numarası’ olduğu belirtilen IŞİD yöneticisi Mustafa Demir ile sınırda görevli rütbeli askerlerin “samimi” görüşmeleri ortaya çıktı.[260]IŞİD davası dosyasına göre, örgüt yöneticisi Mustafa Demir ile rütbeli askerler sınırda rehine pazarlığı yaptı. Telefon kayıtlarına göre Astsubay Özgür Örs’ün kaçırılmasının ardından Yüzbaşı A., Demir’i arayarak “Bizim personeli geri verin,” diyor. Yüzbaşı istediği yanıtı alamayınca da teröriste “Sen bizi aradığında biz böyle davranmadık,” diye sitem ediyor…[261]
- Ankara El Kaide davasının iddianamesinde bir numaralı sanık olan Oğuzhan Gözlemecioğlu’nun Suriye’deki IŞİD yapılanmasına eleman ve malzeme götürme işini yönettiği belirtildi. İddianameye giren telefon kayıtlarına göre Gözlemecioğlu, bu iş için İHH’yi (İnsani Yardım Vakfı) kullanabileceğini söylüyor…[262]
- El Muhammed El Kurdi, İstanbul’da esnaflık yapan IŞİD militanı. Yaralandığı Suriye’den yakın zamanda dönmüş. Kod adı Ebu Suheyb olan IŞİD militanı El Muhammed El Kurdi İstanbul’da yaşıyor, bir işi var, çok rahat geçtiğini belirttiği sınırdan Suriye’ye gidebiliyor, tekrar Türkiye’ye geri dönebiliyor. Fırat Kalkanı Operasyonu (Cerablus operasyonu) sırasında boynundan yaralanıyor ve yakın zamanda İstanbul’da olan evine dönüyor. IŞİD’li El Muhammed El Kurdi, TSK’nin cihatçı güçler ÖSO ve koalisyon güçleri ile Cerablus’a girmesinden önce, Cerablus’tan çekildiklerini de belirtiyor ve şöyle devam ediyor: “Yalnız dikkatinizi çektiyse, Joe Biden Türkiye’ye geldiği gün, Türkiye’nin Cerablus’a girmesi Amerika’ya olan dostluğunun göstergesi. Bunlara nasıl biatlı olduklarının göstergesi. Türkiye burada kendini büyük bir yanlışa soktu. Nasıl bir yanlışa düştü? Türkiye zaten Cerablus’a girdiği zaman IŞİD hiçbir direniş göstermeden geri çekildi. IŞİD’in çekilmesindeki en büyük sebep, Özgür Suriye Ordusu’nun, YPG ile savaşmasını sağlamaktı. Ve ilk bir haftalık zamanda bu gerçekleşti. Türkiye Cerablus’a girdiğinde, Menbiç’e saldıracağını da söylemişti. Ve ilk bir haftadaki çatışmalardan sonra Amerika’nın desteği ile YPG ve Amerika’nın verdiği emirler ile Türkiye Menbiç’e saldırmadı. Tam aksine El Bab’a yürüyeceğini söyledi. İlerleyen günler de inşallah daha farklı büyük bir savaş olacak.”
El Kurdi Cerablus’tan çekilme nedenlerine şu gerekçeyi de ekliyor: “IŞİD’in şu an Cerablus olsun, Rai olsun orada Türk tüccarları olsun, İran’dan gelenler de var, orada petrol pazarlığı var. Türk tüccarlarına satılırdı. Bu sınırı YPG’ye kaptırmak istemedik, ÖSO’ya ve Türkiye’ye sınırın bırakılması daha iyi görüldü. Türkiye’nin zaten YPG ile savaşacağını bildiğimiz için, oradan çekilmek zor olmadı”
El Kurdi, 1 yıl 3 ay önce Türkiye ile bir esir takas olayının yaşandığını ve bu durumların sık yaşandığını öne sürerek, Türkiye’nin bunu kamuoyundan sakladığını söylüyor ve devam ediyor: “1 yıl 3 ay önce bir esir olayı oldu. Bir Türk astsubayı ile bir er. O esnada Türkiye’de üst düzey 12 IŞİD komutanı o Türk askerleri ile takas yapıldı. Böyle bir pazarlık yapılmıştı. Bu da medyaya kesinlikle söylenmedi. Türkiye saklıyor. Öncelik takastır. Kabul edilmezse, pazarlık için süre verilir, o süre ve isteklere uyulmazsa öldürülürler”
Merkezleri İdlip’te olan cihatçı örgüt Ahrar uş-Şam’a Türkiye’nin çok fazla destek verdiğini de iddia eden El Kurdi, “Türkiye en son yaklaşık bir yıl önce Ahrar uş-Şam’a çok güzel bir destek yaptı. Bin tane doçka verdi,” dedi…[263]
VII.2) MUSUL VE…
Başbakan Binali Yıldırım, Irak Parlamentosu’nun Türk askerinin Irak’tan çıkartılması yönünde aldığı karara tepki göstererek “Türk varlığı orada kalmaya devam edecektir,” derken;[264] Kadri Gürsel’in, “Musul’u almak için savaşa mı gidiyoruz?”[265] sorusunu dillendirdiği güzergâhta T.“C” uluslararası planda tutarsız argümanlarla öne çıkıyor: “Irak’ın egemenlik haklarına saygılıyız”, “kimsenin toprağında gözümüz yok”. Ama “Irak diye bir ülke zaten kaldı mı ki”, “bölünecekse payımızı alırız”. “Kapanmamış defterimiz var”, “zaten oradakiler Sünnî Araplar, Sünnî Türkmenler, Sünnî Kürtler”. Ve “pabucumun başbakanı”…
İşin aslı, Ankara “Musul” derken arzusu aşikâr: “Sünnî Musul” vurgusunu ABD yahut Ruslarla pazarlıkla Rakka’yla tamamlamak. Bu, Irak ve Suriye topraklarındaki IŞİD yerine “Sünnî entite” tesisi manasına gelirken, TSK’yi ciddi bir savaşa sokmadan zor. Başika[266] üzerinden Barzani ile birlikte Şengal’de HPG’yi, sınırın Rojava tarafında da YPG’yi “etkisizleştirmek”…[267]
Bir de petrol, Musul ve siyasi soru(n)lar tabii…[268]
Gerilim yükselirken; Bağdat’ın Ankara’yla savaşmak istemediğini ancak buna hazır olduğunu belirten Irak Başbakanı Haydar el İbadi, “Irak’ın işgali Türkiye’nin parçalanmasına neden olur,”[269] derken; daha önce eski silahlı ‘Bedr Örgütü’nün lideri olan Irak Ulaştırma Bakanı Hadi el Emiri de, Suriye’deki mezhep çatışmasından ülkesinin zarar göreceğini belirterek Türkiye ile Katar’ın, Suriyeli isyancılara verdiği desteğin, Irak’a savaş ilanıyla aynı şey olduğunu söylemişti.[270]
Görülmesi gerek: Musul’un IŞİD’den kurtarılması operasyonunun hazırlıkları tüm hızıyla sürerken, Irak hükümetiyle Türkiye arasındaki gerilim de tırmanıyor. Bağdat-Ankara gerilimi Kuzey Irak’ta da büyük tartışma konusu. Kürtler, Türkiye’nin müdahalesiyle Musul üzerinden Kürt-Arap çatışması yaşanması endişesini[271] dile getiriyor.[272]
Ancak Erdoğan, “Musul Fatihi!”[273] olmakta “kararlı” görünüyor!
Taha Akyol’un ifadesiyle, “Musul Türkiye için tarihte kalmış, kapanmış bir konudur, doksan yıldır Irak toprağıdır, fakat günümüzde Ortadoğu’daki nüfuz kavgalarının odak noktası hâline geldiği için Türkiye açısından güncel olarak son derece önemli”yken;[274] “Artık varsa yoksa Musul! Bir masa edebiyatıdır gidiyor.[275] Musul-Kerkük senaryoları yazılıyor. Türkiye’nin Osmanlı ya da emperyal geçmişi ağızlardan hiç düşmüyor. Bölgeyle tarihi ve kültürel bağlarımız, bölge halklarıyla ‘akrabalıklar’ımız ballandıra ballandıra anlatılıyor.”[276]
Oysa bilmeyen yok: Hükümet güçlenmek için Musul’u kullanıyor…
Musul üzerinden koparılan gürültünün, hayli karmaşık koşullar bakımından elbette dış politikayla önemli ilişkisi vardır. Her şeyden önce, günümüz hükümeti Musul da dâhil olmak üzere bölgedeki gelişmelere esas olarak Kürt sorunu açısından bakmakta ve bir ucundan iç politika ile ilişkilendirmektedir. Ancak mesele bundan ibaret değildir. Şu anda gerek iç siyaset, ekonomik durum, devlet düzleminde yaşanan ciddi kriz bakımından hükümet oldukça zayıf durumdadır ve konumunu güçlendirmek için, en gerici, savaş yanlısı ve diktatörlüğü pekiştirmek hevesinde olan çevrelere olan ittifakını pekiştirmek ihtiyacındadır.
Musul aynı zamanda işgali altında olduğu IŞİD güçlerine karşı savaşın da gerekçesi yapılarak gündemde tutulmaya müsait bir konudur ve hükümet bunu sonuna kadar değerlendirmek istemektedir.
Nesnel koşullar ve bölgedeki güç ilişkileri, nüfus yapısı ve uluslararası ilişkiler düzleminde ele alınış şekli bakımından Türkiye güncel hedeflerine ulaşabilme şansına sahip değildir ve bu durum bütün ciddi dış politika yorumcuları tarafından tespit edilebilmektedir. Buna rağmen, Türkiye’nin ısrarla bölgede söz sahibi olmaya çalışmasının anlamını iç politikada aramaktan başka yol kalmamaktadır. Bu yol, her hâliyle savaşa yol açacak bir yoldur![277]
“Nasıl” mı?
Irak’taki milis savunma gücü Haşd El-Sabi’ye bağlı ırak gönüllü Türkmen güçleri sözcüsü Seyyit Ali Hüseyni, Türkiye’nin Musul operasyonuna katılma isteği ile Şiî’lere yönelik tutumuna ilişkin açıklamalarda, “Erdoğan’ın Arap ülkeleriyle arasında hiçbir farkı yok. Erdoğan Sünnî bir hükümetin kurulmasından bahsediyor. Bizim Erdoğan’a sorumuz şu: Türkiye’deki Ehl-i Sünnet’e saygı gösterdi mi? Ülkesindeki Alevîlerin haklarına riayet etti mi? Ordusu halkı yollarda öldürdüğünde neredeydi? Biz Erdoğan’a şunu söylüyoruz: Allah’a yemin olsun ki, eğer Irak’a elini uzatırsa, Irak’taki diğer gruplardan önce biz Türkmenler olarak o eli keseriz,” diyor![278]
VII.3) İRAN VE ÖTESİ
Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde düzenlenen, ‘Irak ve IŞİD’e Karşı Uluslararası İttifak’ etkinlikte konuşan İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Suriye Devlet Başkanı Esad’ın düşmesine izin vermeyecekleri vurgusuyla, “Suriye’nin milli egemenliğine karşı oluşturulacak uçuşa yasak bölge ya da askeri birliklerin Suriye topraklarına girmesi gibi her türlü hatalı girişimin kötü sonuçlar doğuracağı konusunda Türkiye’yi uyardıklarını,”[279] ifade ederken; Irak konusunda da tavırları aynıydı; yani emperyal “mezhepçilik”ti!
Sadece İran mı? Değil elbet!
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’ndan tartışmayı, alevlendirerek, “Dışarıdan Şiî milislerin operasyona dahil edilmesi, daha sonra onların burada kalması, Musul’a barışı ve huzuru getirmez,”[280] tavrı da mezhepçi davranışın bir örneği değil mi?[281]
Evet, T.“C” de Sünnî mezhepçiliğine oynarken; Ebû Hattab, Tel Abyad, Münbiç ve Rakka’nın terör örgütleri PYD ile IŞİD’ten kurtarılması için 30 bin savaşçıyı hazır hâle getirebileceğini açıklıyor!
2011 yılında “şehid” komutan Abdülkadir Salih ile birlikte Liva Tevhid Tugayı’nı kuran Ebû Hattab, rejim, IŞİD ve PYD’ye karşı savaşını kendi komutasındaki ‘el-Saffa İslâmi’ grubu ile sürdürüyorken, “Zaten IŞİD ve PYD’nin bu bölgelerde varlığını sona erdirmek için ihtiyacımız olan sayı maksimum 30 bin askerdir. Ancak bu savaş PYD ve IŞİD’ten ibaret değil. Toplanan güç, Esad’a karşı yeniden atağa geçmemizi ve her iki terör örgütünden sonra Haseke, Deyr Zor ve Rakka çevresinin de Esad ve müttefiki olan Şiî gruplardan temizlemizi sağlar. Muhalif güçler olarak PYD ile savaşımız kaçınılmaz. Buna kesin olarak inanıyoruz. Ancak bu konuda ABD iyi niyetli değil. Washington’un PYD ısrarı bölgeyi büyük bir belirsizliğe ve kaosa sürüklüyor,” diyor…[282]
Şimdilerde Ortadoğu’ya bakan(lar) “kimlik” görüyor. Sünnîler Şiîlerle, Şiîler Sünnîlerle, Araplar Kürtlerle, Kürtler Araplarla, Türkler Kürtlerle, Kürtler Türklerle, Araplar Türklerle, Türkler Araplarla, İranlılar hepsiyle birlikte yaşayamazlar. Geçişkenlikleri içerisinde iyi komşu dahi olamazlar. İlle “ayrımları” vurgulanacak.
Maalesef bu tavrın “alıcısı” çok. Suriye’de de her şey “Nusayrî” edebiyatından başlamıştı. Şimdi Irak’ta “Şîa”mız var. Ama “Musul Musullularındır”. Musul neresidir? Irak’ın ikinci büyük kenti. Vilayet sınırlarıyla birlikte Sünnîsi, Kürt’ü, Hıristiyanı, Êzîdîsi, Şebak’ı pek çok kimlik barındırırken;[283] altını ısrarla çizelim: Musul’da mezhepçi ve şoven paylaşım mücadelesi büyük felaketlerin kapısını aralayabilir.
Tüm Ortadoğu’da mezhepçilik tarihten, inançtan ya da kültürden değil bizzat emperyalistlerin ve hâkim sınıfların politikalarından kaynaklanmaktadır. Irak’ta da durum tam olarak budur. İran Devrimi’nin ardından ABD emperyalizmi dönemin Irak lideri Saddam Hüseyin’i İran’a karşı savaşında destekledi. Bu savaş esnasında Düceyil katliamı başta olmak üzere Şiîlere çok zulmedildi. ABD emperyalizmi Saddam Hüseyin’in Kürtlere karşı yaptığı katliamlara da, Halepçe’de kimyasal silah kullanılmasına da göz yumdu. Sonra ABD emperyalizmi Irak’ı işgal ettiğinde Saddam Hüseyin’i yakalayıp onun şahsında tüm Irak ve Arap halklarını aşağılarken, Saddam’ı Kürt bir hâkime yargılatıp, Şiî milislere idam ettirerek Irak’ın temeline mezhepçi bir dinamit koymayı ihmal etmedi.
Ancak Irak halkı bunlara rağmen her daim Sünnî-Şiî çatışması içinde olmadı. Tersine ABD işgaline karşı direniş Irak halkını birleştiren bir güç oldu. 2004 yılında Sünnî çoğunluklu Felluce ABD’nin işgalci savaş makinesine karşı direnirken Şiî kenti Necef de ayaklanarak bu direnişe selam duruyordu. Yine Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de, Lübnan’da her inançtan insanı birleştiren bir başka faktör Siyonist İsrail’e karşı mücadeledir. Arap devrimi de Tunus’ta ve Mısır’da ABD ve İsrail’e uşaklık eden diktatörleri yıkarken her inançtan, kültürden insanı meydanlarda, barikatlarda buluşturmuştur. Bu yüzden şunu açıkça söyleyebiliriz: Her kim ki Ortadoğu’daki herhangi bir soruna mezhep gözlükleriyle bakar, mezhepler üzerinden politika güder, o halklara düşmanlık ediyordur, emperyalizmin ve Siyonizmin oyununu oynuyordur.[284]
Ve Ender İmrek’in, “Musul operasyonu birçok yeni durum yarattı ve daha birçok gelişme yaşanmasına gebe… ABD ve tüm emperyalist güçler PYD kontrolündeki bölgelere yani Rojava’ya sıcak bakmamakta”[285] notunu düştüğü bu tabloda Cumhurbaşkanı Erdoğan,[286] ABD Başkanı Obama ile yaptığı telefon görüşmesinde “PYD/ YPG’ye ihtiyacınız yok, gelin Rakka’dan DAEŞ’i beraber atalım,” dese de;[287] “Hayaller Osmanlı, gerçekler Keçiören realitesiyle sınırlı gözüküyor”ken;[288] eski Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen’in de, “… ‘Ayar almam ayar veririm’ siyasetinin sonuna geldik,”[289] saptamasının sağlaması Ortadoğu’daki mücadelededir…[290]
Bunun nasıl olacağını Friedrich Nietzsche’nin, “Severim gözü pekleri; ama yeterli değildir kılıç ustası olmak darbeyi kime vuracağını da bilmeli!” saptaması eşliğinde yaşayarak, göreceğiz…
VIII. AYRIM: KUZEY-BATI PARANTEZİ
Tüm bunların ardından bir Kuzey-Batı parantezi açmak kaçınılmaz oluyor.
Kuzey-Batı’da, uzunca bir süredir “Çözüm(süzlük) Süreci”ne endekslenen “Kürt Sorunu”, bir “Kürdistan Meselesi” olmaktan çıkartılmış ve AKP’nin sıkıştırıldığı alana hapsedilmişti…
Ta ki, “Türkiye, tercih ettiği yöneticilerin katkılarıyla ‘silah kuşanmış siyasal İslâm’ cehenneminden geçmekte olan Ortadoğu’da, Kürt meselesini hızla ‘Sri Lanka modeliyle’ çözmeye soyunuyor. Bekası için ‘tekrar seçimle’ bilenenler sağ olsun! Silvan’dan, Cizre’den yansıyan manzaralar, Rojava’ya yönelik hasmane emellerle birleşirken, telafisi güç yeni aşamalara sürükleniyoruz,”[292] notunun düşüldüğü yere kadar…
Tam da orada dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun fahri Danışmanı Etyen Mahçupyan, AKP hükümeti, HDP’yi de Öcalan’ı da muhatap almayacak vurgusuyla ekliyordu: “Bence çözüm sürecinde ikili bir tavır söz konusu olacak. PKK konusunda bir geri adım olacağını hiç sanmıyorum. Gördüğüm kadarıyla silahlı çatışma ve Suriye’deki olay devam ettiği sürece hükümet de PKK’ya karşı şu anki tavrını, çatışmacı tavrını devam ettirecek. PYD’ye karşı da devam ettirecek. Öte yandan yurt içinde de HDP’nin muhatap alınma ihtimalinin çok düşük hâle geldiğini görüyorum. Ve AKP’nin şimdi Kürtlerle baş başa olduğunu düşünüyorum.”[293]
Bir İslâmcı “liberal”in, Levent Gültekin’in dahi, “Hayatımın hiçbir döneminde silahla, şiddetle hak aramayı tasvip etmedim. ‘Ama’ diyerek şiddete gerekçe üretmedim… Niçin PKK silah bırakmıyor veyahut bırakamıyor? Çünkü bütün işi PKK’dan bekliyoruz. Hâlbuki esas iş devlete düşüyor. Kanaatim odur ki, tek taraflı çağrı büyük bir haksızlık barındırıyor. ‘PKK silah bırakmalı’ diyen herkesin üzerinde düşünmesi gereken bir durum var. Devletin PKK’ya silah bırak çağrısı aldatmacadan ibaret,”[294] Buraya ulaşılacağı bir “sır” değildi![295]
VIII.1) AKP’Lİ “ÇÖZÜM(SÜZLÜK) SÜRECİ”
Bugün hâlâ “Çözüm sürecine dönülebilir mi?”[296] beyhude sorusunu dillendiren Oral Çalışlar’a göre, AKP’li “Çözüm(süzlük) Süreci”ni “PKK/HDP tarafında başlatan, Abdullah Öcalan’dı. Devletle ve Kandil’le yaptığı müzakerelerin sonunda, 2013 yılının Mart ayında, ‘silahlı mücadele bitti, siyasi mücadele dönemi başladı’ çağrısında bulundu. Kürtlerin büyük desteğini alan bu çağrıya; Kandil, çok gönüllü olmasa da uydu. Silahlar patladığından bu yana, Öcalan yok. Süreci bitirenler arasında değil.”[297]
“Çözüm(süzlük) Süreci” saplantısı kimileri için yaşanan oncasına rağmen o kadar derin ve vazgeçilemezdir ki, KCK, darbe girişimi sonrası yayınladığı açıklamada, 15 Temmuz darbe girişimine ilişkin yorumlara yer verip, AKP hükümetine “çözüm” çağrısı yapabilmekteydi! ANF’de yayınlanan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı’nın açıklamasında, “Türk devleti ve AKP Hükümetinin bir çözüm politikası geliştirmesi hâlinde, Kürt sorunu bir ay gibi kısa bir sürede çözülür ve Türkiye’ye barış gelir,” denilebilmekteydi![298]
Oysa bu açıklamadan önce AKP Mardin Milletvekili Orhan Miroğlu, “Tekrar masaya dönmek ve müzakere etmek gibi laflar duymaya başladık. Birileri sanki yenilgiye uğrayan PKK’ya yeniden bir can simidi uzatmaya çalışıyordu. Geçmişte hiçbir şey olmamış, yüzlerce şehit vermemişiz gibi davranamayız ve böyle davranmaya kimsenin hakkı yok… Örgütle görüşme yok,”[299] derken; Başbakan Binali Yıldırım da, “Çözüm süreci diye bir şey yok. Çözüm millette, terör örgütüyle çözüm olmaz. Bizim muhatabımız millet.”[300] “Çözüm mözüm yok, terör örgütü ile çözüm olmaz. Çözüm millette,”[301] diye haykırıyordu![302]
Bu kadar da değildi elbet…
Örneğin Ahmet Taşgetiren, “Devlet: O, barışa gidebilmek için geçici bir göz yummaydı. Onu çok kötü kullandınız. Bitti, müsamahanın sonuna gelindi. Ne yazık ki göz yumma döneminde çok göz yumulmuş. Silvan vb. o ortamda öylesine kirlenmiş ki on günlük bir sokağa çıkma uygulamasıyla bile temizlenemiyor. Ama temizlenecek. Herkes ayağını denk almalı,”[303] tehdidini savururken; Suriye’deki kantonların benzerinin Cizre, Silopi, Şırnak, Yüksekova, Ağrı gibi yerlerde oluşturulmak istendiğinin altını çizen Volkan Bozkır da, “Bu oyunun ilk bozulduğu yer Cizre’dir. Terör örgütünü bitireceğiz. Bir gün inşallah diz çöküp gelecekler,” vurgusuyla ekliyordu: “Barış şartının tek şartı silah bırakmaktı ama bırakmadılar. Adayları Kandil’de seçildiği için HDP, ‘sen terör örgütüsün silahlarını bırak’ diyemedi. Biz barış sürecini buzdolabına kaldırdık. Bunun sonunda terör örgütüne çok ağır hasar verdiriyoruz. Bir gün inşallah terör örgütü diz çöküp gelecek ‘silahları bıraktım’ diyecek. Biz de bu silahları gömeceğiz. Vatan hainlerini yurtdışına çıkaracağız.”[304]
Ve dönemin Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan da, “Bu süreçte çok kötülük yaptılar ve Öcalan’ı da diri diri oraya gömdüler. O kısmı bizi şu an ilgilendirmiyor kendi yol haritamız ve yapacaklarımız bizi ilgilendiriyor” vurgusuyla, “çözüm süreci” için, “Bizim şu anda konsantrasyonumuz PKK’nın bu hamlelerini boşa çıkartmak. Özerklik ilanı çöktü, devrimci halk savaşı çöktü, kurtarılmış bölgeler çöktü, büyük gruplarla saldırı eylemleri çöktü. Bunların çökertilmesi ve geriletilmesi terörle mücadelede mesafe alınması çok büyük önem taşıyor” ifadelerini kullanırken;[305] “Çözüm(süzlük) Süreci” açısından her şey çok netti ve “Kolombiya yaptı Türkiye’de neden olmasın?”[306] soruları da abesle iştigaldi…
Aslı sorulursa, “Başbakan Binali Yıldırım ‘Çözüm mözüm yok’ derken bir hayli geç kalmakla birlikte elhak doğruyu söyledi. Açılımmış, Oslo’ymuş, İmralı’ymış falan geçiniz, bunların hiçbiri Kürt sorununu gerçekten de çözmeyi hedefleyen süreçler değillerdi. Aslında yoktular. Çözüm yoktu, sadece adı vardı,”[307] Kadri Gürsel’in de işaret ettiği üzere…
Aynı şeyleri “aldatılmışlar”dan birisi, Baskın Oran da şöyle itiraf ediyordu: “AKP’nin iç ve dış politikada felakete gidişini örtmek, Kürtleri de oyalamak. Âkiller işinin vardığı nokta işte tam burası. Oysa, 2013 Nisan başında koşarak gitmiştim. Türkiye’de devlet, Kürt meselesinin çözümünde sivil toplumun yardımına ilk defa başvuruyordu. Yalnız, insanlar soruyordu: ‘Bu işin sonu ne olacak?’ Cevaplıyorduk: ‘Artık cenaze gelmeyecek. Reformlar yapılacak. Sorun bitecek’. Olay nereden nereye geldi… Reform falan yapılmadı. Kürtleri Türkiye’den buz gibi soğutan korkunç şeyler yapıldı”…[308]
Özetle “Devletin politikası Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana hiç değişmemiştir. Dersim’de ne yaşandıysa bugün de aynı şeyler yapılmaktadır. Bir sömürge siyaseti devam ediyor ama bunun adını kimse koyamıyor. Toplum kutuplaştırılıyor, ötekileştiriliyor. Ötekileştirildikçe siniyor ve susuyor.
Bölge bugüne kadar her türlü devlet baskısını gördü, yaşadı. Bir taraf ölümlerle, silahlarla savaş alanına dönerken diğer yanda halaylar çekiliyorsa, ortaya çıkacak öfke birikiminin nelere yol açacağını kimse tahmin edemez.
Çözüm süreci hiçbir zaman olmadı. Devletin kendi projesi var ve bunu adım adım uyguluyor. Sadece tribünlere oynanan bir oyun var. Devlet tarafından ‘Kürtler benim Kürt’ümdü. Kürt sorunu yoktur, Kürtlerin sorunu vardır,’ gibi sözlerle sorun sürekli küçük gösterilmeye çalışıldı.”[309]
Ve AKP patentli bu farsa da “Çözüm(süzlük) Süreci” denildi![310]
Böylesi bir “Çözüm(süzlük) Süreci”ne yapılan siyasal yatırımın ya da beklentilerin büyüklüğü (bugün inkâr edilse de!) herkesin malumuyken hâlâ da vazgeçilmiş gibi durmuyordu. Örneğin Başbakan Binali Yıldırım, “Terör örgütünün bugünlerde ‘biz görüşebiliriz, silahları bırakabiliriz, konuşalım’ gibi doğrudan, dolaylı haberleri geliyor. Onların uzantılarından bize böyle haberler geliyor. Konuşacak hiçbir şey yok,”[311] deyişindeki üzere…
VIII.2) RADİKAL DEMOKRAT HDP (Mİ?)!
Sanki pek matah bir şeymiş gibi Ömer Laçiner’in, “HDP, Podemos ve SYRIZA gibi olabilir,”[312] benzetmesindeki HDP, kendini “Çözüm(süzlük) Süreci”ne göre biçimlendirdi.[313]
Kendini “radikal demokrat” olarak tanımlayan HDP’nin yaptırdığı anketin sonucuna, HDP’ye oy verenlerin yüzde 68’inin partiyi “özgürlükçü demokrat”, yüzde 5’inin ise “muhafazakâr dindar” olarak gördüğünü ortaya koyarken;[314] “HDP’ye verilen toplumsal desteğin yükselmesi ise, barış, eşitlik, özgürlük ve istikrar temelinde yeni bir Türkiye kuruluşuna verilen siyasi bir destek olacaktır… Türkiye’nin ve Orta Doğu’nun HDP’ye çok ihtiyacı var, kıymetini bilelim”;[315] “Demokrasi güçlerinin, devrimci sosyalist güçlerin Türkiye’de yeniden etkili olmalarının yolu HDP’nin güçlenmesinden geçmektedir. 12 Eylül’den sonra yaşanılan solun etkisizliğini aşmak ancak böyle sağlanır. Türkiye’nin sola açık ve solun etkili olduğu bir ülke hâline gelmesi açısından HDP’nin güçlü varlığı önemlidir,”[316] biçiminde tarif edilmekteydi…
Her iki tarif sorunluydu; ilki yani Murat Paker’in “Kürt Sorunu”nu “Kürdistan Meselesi” olmaktan çıkarıyordu; ikinci yani Hüseyin Ali’nin ki de, radikal sosyalistleri “Kürt Sorunu” ile sınırlıyordu…
Burada “Her şeyden önce belirlenmesi ve altının önemle çizilmesi gereken nokta, HDP’nin bir devrim değil reform partisi olduğudur. Onun tarihsel karakterinin doğru belirlenmesi, onun politik görev ve araçlarını doğru ele alabilmek için olmazsa olmaz koşuldur… Radikal sosyalistler, devrimci bir parti ve bu temelde devrimci bir savaş örgütleyemediği sürece, Türk(iye) toplumunun daha da muhafazakârlaşmasını durduramaz… Türkiye’de böyle bir devrimci siyaset ortaya çıkana kadar tek başına HDP bu muhafazakârlaşmayı durduramaz,”[317] gerçeğinin “es” geçildiğiydi…
Radikal sosyalistlerin “sınırlamalar”ı aşmaya gayret ettiği yerde ise bir beyaz Kürt, Orhan Miroğlu şyle haykırıyordu: “Türk solcuları HDP’yi önce ideolojik ablukaya aldılar, sonra çatı partisi kurdurup ele geçirdiler.
Kürt hareketinin önemli aktörleri bu süreçte ya tasfiye oldular ya da etkisiz hâle geldiler. Selahattin Demirtaş’ın, ‘HDP içindeki Erdoğancı damarı’ fark etmesi, Türk solunun gayretleri sayesinde oldu. Çözüm süreci, PKK’nın şiddet öngören stratejilerinin de panzehiri gibiydi. Bu panzehire karşı HDP’yi harekete geçirdiler…”[318]
“HDP ele mi geçirildi?”
“HDP’ye içten eleştirilerden birisi de liberal eğilimler konusu”yken;[319] böyle bir şey söz konusu değildir ve en önemlisi de, “Her şey ayan beyan ortada. Lafın bittiği yere gelinmiştir. HDP ve legal siyaset bu hâliyle ‘yola devam mı’ diyecek, yoksa her konuda yeniden yapılanmaya mı gidecek?[320] İkilemiyle yüz yüze olunduğudur.
Evet, inkâr edecek değilim; HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, “Cizre’den çıkan tablo köprüleri yıkabilir… Müzakereden, diyalogdan ve çözümden bahsetmenin imkânı bile kalmayabilir.”[321]
“Barış; adaletten, özgürlükten, demokrasiden bağımsız bir şey değildir. Adaleti, özgürlüğü, demokrasi ve eşitliği barındırmayan hiçbir barış gerçek barış değildir, kalıcı değildir, yanıltıcıdır.”[322]
“Parlamentoyu partiler değil, halk kurar. Halk isterse birden fazla parlamento da kurar. Halk böyledir.”[323]
“İnsanı köle gibi gören devletin, bireyi toplumu böcek gibi gören devletin, ‘Kürdü ille de katledeceğim, Alevîye hakaret edeceğim, işçiyi Soma’da gömeceğim’ diyen devletin hainiymişiz. Biz böyle bir faşist devletin haini olmaktan gurur duyarız.”[324]
“AKP IŞİD’in siyasi uzantısıdır.”[325]
“Halkımız bulunduğu her yerde balkonunda, penceresinde, okulda, direksiyonda, işte nerede olursa olsun tepki göstermelidir artık. Sesini yükseltmelidir. Her türlü demokratik eylemle bu gidişata halk kendisi bizzat ‘dur’ demelidir.”[326]
“Zulme karşı direnişin meşrudur.”[327]
“Bizim öyle B ve C planlarımız da yok. A planımız var: Direniş. Onun dışında planımız yok. B, C ya da D planları ne yaparlarsa yapsınlar karşısında bizim A planımızla karşılaşırlar: Her yerde faşizme karşı direneceğiz.”[328]
“Barikat ve hendekler özyönetim için kazılmadı. Katliamlara karşı kazıldı. Özyönetim isteği yüzyıllardır var,”[329] diyebilmektedir…
Bu işin bir yanıdır; ötekiyse Demirtaş’ın, Ankara’da 20 Kasım 2015’de 40 farklı ülkenin büyükelçi ve mazlahatgüzarıyla bir araya gelip, 3.5 saat süren toplantıda HDP’nin faaliyetlerine ilişkin bir sunum yapmasıdır.[330]
Bu iki şeyin birlikteliği artık sürdürülebilir değildir; Michel Chossudovsky’nin, “Çağımız kapitalizminde kitleler demokrasi illüzyonu ile yönetilir. Yerleşik toplumsal düzeni tehdit etmediği sürece muhalefet, egemen elitlerin çıkarınadır. Amaç muhalefeti bastırmak değil, muhalefetin sınırlarını belirlemek, muhalif hareketi şekillendirmek ve kalıba sokmaktır,” uyarısına sırtını dönmesi mümkün olmayan HDP de bunun (ve Altan Tan gibiler konusundaki[331]) kararını vermelidir.
Ancak bu karar, kolay kolay verilecek gibi görünmemektedir.
VIII.3) ÜÇ ŞEY DAHA
Ursula K. Le Guin’in, “Akılsızlık, aklın saplanıp kalabileceği şeytani bir mekândır,”[332] uyarsını bir an dahi unutup/ unutturmadan; V. İ. Lenin’in, “Sosyal demokratların böylesi bir mücadeleden (ulusların kaderini tayin hakkı-yn) vazgeçmeleri sadece burjuvazi ve gericiliğin ekmeğine yağ sürecektir,” dediğini ve Karl Marx’ın da, “Başka bir ulusu ezen ulus özgür olamaz,” uyarısıyla sadece ezilen ulusun durumuna dikkat çekmekle kalmayıp; bu ilişkinin -ezen/ezilen ulus ilişkisi-, ezen ulus işçi-emekçilerinin egemen burjuva gericilik tarafından yönetilmesinin bir aracı olarak kullanılmasının altını çizdiği kavranmalıdır. Bu bir…
İkincisi: Emine Ayna’nın, “İnsani anlamda hiç kimsenin kabul edemeyeceği şekilde ölüsüne de dirisini de işkence yapan, mezarını da evini de yakıp yıkan bir anlayışla siyasi çözüm gelişebileceğine inanmıyorum”;[333] Hatip Dicle’nin, “Yeni bir kaos dönemi geliyor”;[334] Hüseyin Ali’nin, “Büyük barikatı kurma zamanıdır,”[335] diye tarif ettikleri zaman diliminden geçiyorken; “Erdoğan’ı da idamdan kurtardım. Başkanlık sistemi düşünülebilir. Biz Tayyip Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP’yle bu temelde bir ittifaka varız,”[336] dediği söylenen Abdullah Öcalan’ın, Murray Bookchin’in görüşlerinden hareketle[337] tasarladığı “Ekolojik-Demokratik Toplum” önermelerinin “Kürdistan Meselesi”nin önünü açması mümkün görünmemektedir.
Bilindiği gibi Murray Bookchin vb.leri Avrupa, ABD gibi yerlerde, bağımsızlığı olan ülkelerde ekolojik ve demokratik toplumu, öz yönetim gibi şeyleri uygulamak istiyordu.
Doğa ve toplum dengesi vb. gözetiyorlardı, komünal sistemleri kendi ülkelerinde geliştirme denemeleri vardı. Onların ülkeleri sömürge değildi. Devletleri vardı ve devlet dışı alanı açmak istiyorlardı.
Ancak salt teori olsun diye bir şeyler savunulmaz ki… Özgür ve sömürgeci ordu ve işgal güçlerinden kurtarılan toprağın ve yerin olmadıkça özgür yaşamı nereye kuracaksın?[338] Bu mümkün mü?
Nihayet üçüncüsü: HDP’nin 1 Kasım Bildirgesi’nde, “Özyönetim, özerk ve demokratik yerinden yönetim modelidir. Türkiye’nin üniter devlet yapısı ve demokratik parlamenter sistem içinde gerçekleşmesi mümkündür,”[339] diye tarif edilen konuda “Devlet heyeti ile Öcalan arasındaki görüşmelerde özyönetim konusunda nereye varılmıştı?” sorusuna Hatip Dicle’nin verdiği yanıt, “Şunu çok iyi biliyorum. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na ilişkin çekincelerin kaldırılacağı konusunda taahhütte bulunulmuştu. Tahmin ediyorum ki, “Ahmet Necdet Sezer’in veto ettiği, kamu yönetimi reform yasa tasarısını yeniden gündeme getiririz, sizin sözünü ettiğiniz yerel demokrasiyi güçlendirme bu şekilde aşılabilir” gibi bir formül gelişmiş olabilir”di.[340]
Cemal Şerik’in, “Öz yönetim gasp edilen değerlerin yeniden sahiplenilmesidir”;[341] Murat Karayılan’ın da, “Öz yönetim direnişi bir demokrasi ve özgürlük mücadelesidir,”[342] diye tarif ettiği meselede ‘Demokratik Özerklik’ kitabının yazarı Dr. Çetin Gürer de, demokratik özerklik projesini Kürt sorununun çözümü açısından işlevli olup olamayacağı konusunda, “Net bir cevap vermek zor,”[343] yanıtını veriyordu.[344]
Net olmayan bir şey için artık daha da fazla zaman kaybetmenin bir anlam ve değeri yoktur/ve olamaz da![345]
Sözün özü, tarihin ve bölge koşullarının belki de ilk kez Kürtlere bağımsız bir devlet imkânını sunduğu bir ortamda, HDP, “çözüm”den salt TRT Şeş’i, Kürtçe derslerini, Kürtçe isimler koyabilme, Kürtçe türkü söyleyebilme “hak”kını anlayan bir “partner”le (AKP) son derece değerli bir zamanı yitirmiş, kendisine angaje Türkiyeli sosyalistleri de “radikal demokrat” illüzyonlara mahkûm etmiştir.
Rüzgârın aniden tersine döndüğü Temmuz 2015’den itibaren AKP’nin dümeninde yer aldığı T.“C”nin “Siri Lanka tipi çözüm(süzlük)”e dümen kırdığında ise, gerek Kürtler, gerekse sosyalistler, hazırlıksız yakalanmışlardır.
Şimdi hep birlikte, bu “radikal demokrat öfori”nin bedeliyle yüzyüzeyken; bize düşen aşılması gereken olumsuzluğu açık açık tartışmaya açmaktır…
3 Kasım 2016 13:54:25, Ankara.
N O T L A R
[*] 6 Kasım 2016 tarihinde ÖSP Malatya İl Örgütü’nün düzenlediği etkinlikte yapılan konuşma…
[1] Bertell Olman.
[2] Ergin Yıldızoğlu, “Yeryüzünde Bir Cehennem: Ortadoğu”, Cumhuriyet, 25 Ağustos 2016, s.9.
[3] Ergin Yıldızoğlu, “Boru Hatlarının Jeopolitiğinde…”, Cumhuriyet, 22 Ağustos 2016, s.9.
[4] Suriye’deki politik gelişmelerin sarsıcı etkisi devam ediyor. Atılan her politik ve askeri adım yeni sürprizlere ve gelişmelere yol açıyor. Sıklıkla dile getirdiğim temel nokta şudur; Suriye’deki gelişmeler sadece iç politik denklemi değil esasen bölgesel ilişkileri dizayn edecektir. (Mustafa Peköz, “Suriye’de İki Oyun Kurucu: Rusya ve Kürtler”, 19 Mart 2016… http://sendika10.org/2016/03/suriyede-iki-oyun-kurucu-rusya-ve-kurtler-dr-mustafa-pekoz/)
[5] “Sunu”, Bitmeyen Savaş Paylaşılamayan Ortadoğu (Sykes Picot’un 100. Yılı), Kolektif, Hazırlayan: Ali Karataş, Yusuf Karataş, Evrensel Basım Yayın, 2016.
[6] Ufuk Ulutaş, “Sykes-Picot’yu Lanetle Anarken…”, Akşam, 20 Mayıs 2016, s.10.
[7] Ceyda Karan, “Sykes – Picot’nun ‘Sınırları’…”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2016, s.16.
[8] Sezin Öney, “100 Yaşında Bir Sykes-Picot”, 16 Mayıs 2016… https://www.yarinabakis.com/2016/05/16/100-yasinda-bir-sykes-picot/
[9] Ergin Yıldızoğlu, “Sykes-Picot – 2016”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2016, s.9.
[10] Ceyda Karan, “Sykes-Picot’nun Düşündürdükleri”, Cumhuriyet, 18 Mayıs 2016, s.13.
[11] WikiLeaks’in Clinton mektupları, ABD’nin müttefiklerinin IŞİD’i finanse ettiğini, bildiğini ortaya koyuyor. Ağustos 2014’te IŞİD yıldırım hızıyla toprak kazanarak ilerlerken, ABD, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye gibi müttefiklerinin IŞİD’e mali destek verdiğine ilişkin söylentilere gözünü kapatıyordu. Ancak Clinton’ın 17 Ağustos 2014’te, ABD istihbaratının, bölgedeki kaynakların verilerine dayanan bir mesajı, “IŞİD ve diğer radikal gruplara gizlice verdikleri mali ve lojistik desteği durdurmak için Suudilere ve Katar’a baskı yapılmasının gereğinden” söz ediyor. Cockburn, “ABD yönetimi bu durumu hep biliyordu ancak Suudiler, Körfez monarşileri, Türkiye, Pakistan gibi müttefikleriyle ilişkilerini aksatmamak için önlem almıyordu” diyor. (Ergin Yıldızoğlu, “Petrol, İslâm Komplo Teorileri”, Cumhuriyet, 20 Ekim 2016, s.9.)
[12] Patrick Cockburn, “IŞİD’in Finansörü, ABD İşbirlikçisi Körfez Monarşileri”, 16 Ekim 2016… http://sendika10.org/2016/10/isidin-finansoru-abd-isbirlikcisi-korfez-monarsileri-patrick-cockburn/
[13] Ramzy Baroud, “Obama Doktrini Ortadoğu’yu Harap Ediyor”, 8 Eylül 2016… http://sendika10.org/2016/09/obama-doktrini-ortadoguyu-harap-ediyor-ramzy-baroud/
[14] Richard Falk, “ABD Ortadoğu’dan Uzaklaşmayacak”, 17 Temmuz 2016… http://bas-haber.com/tr/article/2908/abd-ortadogudan-uzaklasmayacak
[15] “Bölünme Konuşuluyor”, Cumhuriyet, 10 Eylül 2016, s.7.
[16] İlker Sezer, “Sünnî-Şiî Mücadelesi Siyasi”, Milliyet, 10 Ocak 2016, s.22.
[17] Ahmet Yaşaroğlu, “Emperyalistler mi, Halklar mı?”, Evrensel, 6 Mayıs 2016, s.9.
[18] Mustafa Peköz, “Uluslararası İlişkilerin Merkezindeki Ülke: İran”, Kaldıraç, No:161, Kasım 2014, s.66-71.
[19] Ergin Yıldızoğlu, “Suriye Aslında İran, O da Başka Bir Şey”, Cumhuriyet, 23 Eylül 2013, s.11.
[20] Nilgün Tekfidan Gümüş, “İranlı Yeni Dönem”, Hürriyet, 6 Nisan 2015, s.15.
[21] Sinan Birdal, “Yükselen İran”, Evrensel, 30 Eylül 2014, s.11.
[22] Ali Karataş-Yusuf Ertaş, “İran İmparatorluğuna Doğru mu?”, Evrensel, 16 Mart 2015, s.10.
[23] Ceyda Karan, “İranlı ‘Yeni Ortadoğu’…”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2015, s.17.
[24] Mahmut Osmanoğlu, “… ‘İran Halkın Mücahitleri’ Devreye Sokuluyor”, Yeni Şafak, 1 Ekim 2012, s.8.
[25] Semih Güven, “Soli Özel: Artık Ortadoğu’da Mutlak Güç Sünniler Değil”, Birgün, 3 Aralık 2013, s.14.
[26] Robert Fisk, “İran ile Nükleer Anlaşma İsrail’i Tecrit Etti”, Radikal, 26 Kasım 2013, s.17.
[27] Phyllis Bennis, “İran Anlaşması: Ortadoğu İçin Bir Oyun-Değiştirici”, Birgün, 6 Nisan 2015, s.10.
[28] Mahmut Osmanoğlu, “İran’ın Nüfuz Haritası”, Yeni Şafak, 5 Kasım 2012, s.8.
[29] Robert Fisk, “Güçlü Bir Tahran, Körfez’de ABD’nin Polisine Dönüşebilir”, Birgün, 6 Nisan 2015, s.10.
[30] Burcu Bulut, “Ambargo Yalanmış”, Yeni Şafak, 29 Nisan 2013, s.11.
[31] Murat Çakır, “Küçümsenen Bölge Gücü: İran”, Gündem, 14 Mart 2015, s.13.
[32] Ali Karataş-Yusuf Ertaş, “İran-ABD Yakınlaşması mı?”, Evrensel, 8 Aralık 2014, s.10.
[33] Ekber Karabağ, “İran’dan İsim Vermeden ‘Türkiye’ Mesajı”, Hürriyet, 20 Ekim 2016… http://www.hurriyet.com.tr/irandan-isim-vermeden-turkiye-mesaji-40254198
[34] İbrahim Karagül, “Irak Üçe Bölünür, Haritalar Değişir…”, Yeni Şafak, 26 Haziran 2014, s.15.
[35] Abdullah Muradoğlu, “Irak’ın Yıkılışı Kuruluşunda Saklıdır!”, Yeni Şafak, 8 Temmuz 2014, s.10.
[36] Abdullah Muradoğlu, “Irak’ın Lübnanlaştırılması!”, Yeni Şafak, 6 Temmuz 2014, s.9.
[37] “2003’te başlayan işgalden geriye Iraklıların benimsediği tek şey kaldı: Kovboy çizmeleri. Irak’ta ‘resmi’ denen Amerikan çizmelerini özenerek giyinmek moda oldu. Kovboy çizmelerine talep en çok bunları ‘maçoluğa uygun’ gören erkeklerden.” (“Irak’ta En Tutulan ABD Mirası: Kovboy Çizmeleri”, Radikal, 13 Mart 2009, s.16.)
[38] “Irak Siyaseti Sürrealist Tablo Gibi”, Kuds ül Arabi, 5 Şubat 2010.
[39] Sami Suruş, “Obama Maliki’yi Zorluyor”, Avan, 27 Temmuz 2009.
[40] Seumas Milne, “Irak Altı Yıldır Kâbustan Uyanamadı”, The Guardian, 19 Mart 2009.
[41] Kais Cevad, “Mezhepsel Proje Savaş Projesidir”, Cumhuriyet, 26 Temmuz 2009, s.10.
[42] Özgür Ulusoy, “Haritayla Oynamanın Zamanı Değil”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2014, s.13.
[43] Irak Meclisi, alkolün ‘İslâm’a aykırı’ olduğunu belirterek, alkolün satılmasını, üretilmesini ve ithal edilmesini yasakladı. Yasak kararına karşı çıkanlar, Hıristiyanlar gibi azınlık grupların haklarını savunarak, yasağın mahkemeye taşınacağını bildirdi. (“Irak’ta Alkol Yasaklandı”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2016, s.7.)
[44] Cihan Özgür-Ferzad Emin Eyüb, “Emin: Rojava’nın Federasyon Kararını Destekliyoruz”, Gündem, 19 Mayıs 2016, s.12.
[45] Fehim Taştekin, “Erbil-Bağdat Arasında ‘Petrol Kriz Hattı’…”, Radikal, 7 Nisan 2012, s.30.
[46] “Saddam’ın Heykelini Yıkan Iraklı Pişman”, Milliyet, 6 Temmuz 2016… http://www.milliyet.com.tr/saddam-in-heykelini-yikan-irakli-dunya-2273835/
[47] “İşgalin Hesabı Sorulacak!”, Yeni Şafak, 20 Mayıs 2016, s.9.
[48] “Irak İşgali Raporu: Savaş Kaçınılmaz Değildi, Blair Tercih Etti”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 2016, s.7.
[49] İbrahim Varlı, “Musul’da Kopan Fırtınanın Nedenleri: IŞİD Sonrası Musul Nasıl Bölüşülecek!”, Birgün, 14 Ekim 2016, s.4.
[50] Abdullah Kıran, “En Kanlı Mezhep Savaşına Doğru”, Taraf, 2 Temmuz 2014, s.10.
[51] Osman Korutürk- Selim Karaosmanoğlu, “Musul’a Bakarken”, Cumhuriyet, 25 Ekim 2016, s.13.
[52] Nihat Ali Özcan, “Peşmergenin Ricatı (2)”, Milliyet, 12 Ağustos 2014, s.18.
[53] “Irak İşgali İle Petrol Arasındaki İlişki Belgelendi”, Zaman, 20 Nisan 2011, s.21.
[54] Mazin Hammad, “ABD Irak’a Tek Bir Çivi Çakmadan Gidiyor”, Vatan, 1 Temmuz 2009.
[55] Irak’ta 1991’deki Birinci Körfez Savaşı ve 2003-2011’deki işgal sırasında kullanılan seyreltilmiş uranyumun etkileriyle ilgili yeni bir çalışma, savaşın yıllar sonra bile nasıl yıkımlara yol açtığını ortaya koydu. ‘Der Spiegel’in araştırmasına göre, şiddetli çatışmalara sahne olan Basra kentinde ölü ya da sakat doğumlardaki artış tüyler ürperticiydi. Kentteki mezarlık sorumlusu Askar bin Said, sadece çocuklar için kurulan mezarlığa son dönemde çok sayıda bebeğin gömüldüğünü anlatarak “Bazılarının sadece bir gözü vardı, bazılarının da iki kafası. Bazılarının vücudu ise yarı insan yarı balık gibiydi” dedi. Said ölü doğan bebeklerdeki artış nedeniyle mezarlıkta neredeyse hiç boş yer kalmadığını söyledi. Ayrıca daha önce de savaşın bir başka merkezi olan Felluce’yle ilgili benzer raporlar yayımlanmıştı. ‘The Guardian’da daha önce yayımlanan bir haberde, “Irak’ın Hiroşima’sı” olarak nitelenen Felluce’nin kalıtımsal bozuklukların en sık yaşandığı kent olduğu kaydedilmişti. (“Irak’ta İşgal Hâlâ Öldürüyor”, Radikal, 20 Aralık 2012, s.26.)
[56] “Teslim Olan Direnişçilere İnfaz”, Radikal, 24 Ekim 2010, s.32.
[57] “Masumların Katili Blackwater Silah Kaçakçılığından da Yırttı”, Milliyet, 9 Ağustos 2012, s.18.
[58] Mustafa K. Erdemol, “Irak’ın Anayasası Bölünmeye Uygun”, Cumhuriyet, 3 Mart 2013, s.9.
[59] Ferai Tınç, “ABD’nin Irak’ta İşi Bitmedi”, Hürriyet, 20 Ağustos 2010, s.16.
[60] Pınar Ersoy Apsen, “ABD Askeri Çekilmese Hiç Sorun Olmayacaktı”, Milliyet, 22 Temmuz 2013, s.19.
[61] Ceyda Karan, “Üç Parçalı Irak’a Doğru”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 2016, s.7.
[62] Nilgün Cerrahoğlu, “Irak Savaşının 10. Yılı”, Cumhuriyet, 24 Mart 2013, s.13.
[63] Ergin Yıldızoğlu, “IŞİD’in ‘İnanılmaz’ İşleri”, Cumhuriyet, 26 Mayıs 2015, s.8.
[64] Ergin Yıldızoğlu, “IŞİD’in Jeopolitiği”, Cumhuriyet, 4 Haziran 2015, s.8.
[65] Ramzy Baroud, “Batılı Bir Olgu Olarak İslâm Devleti”, Gündem, 1 Haziran 2015, s.14.
[66] ‘The Times’, BM’ye verilen ifadelere dayandırdığı habere göre Felluce sakinleri IŞİD terörünün yanı sıra açlıkla da mücadele ediyor. Açlık ve çaresizlik yüzünden bazı annelerin, kendi çocuklarını öldürdüğü anlatılıyordu. Alahin adlı kadın, “IŞİD, kentten çıkış yollarını kapattığında aileler acı çekmeye başladı. Aileler psikolojik sorunlar yaşamaya başladı ve bazıları intihar etti. Bazıları kendilerini ateşe verdi. Yemin ederim ki bazıları kendi çocuklarını boğdu. Bir kısmı yiyecekleri olmadığı için çocuklarını sokağa attı ve kendi başlarına bıraktı” dedi. Felluce’de 20 bini çocuk yaklaşık 50 bin sivil olduğu tahmin ediliyor. (“Felluce’de Anneler Açlıktan Çocuklarını Öldürüyor”, Hürriyet, 2 Haziran 2016… http://www.hurriyet.com.tr/fellucede-anneler-acliktan-cocuklarini-olduruyor-40112475)
[67] İlhan Tanır, “Michael Weiss ve Hassan Hassan: Umutsuz Gençlik IŞİD’e Katılıyor”, Cumhuriyet, 30 Temmuz 2015, s.14.
[68] Gökhan Ayalp, “IŞİD’in 1.5 Milyar Dolarlık Yağma Ekonomisi”, Milliyet, 5 Kasım 2015, s.20.
[69] Merve Erdil, “IŞİD Petrolle Besleniyor”, Hürriyet, 27 Temmuz 2015, s.9.
[70] “The Times: IŞİD’in Petrol Geliri 500 Milyon Dolar!”, Taraf, 16 Ekim 2015, s.6.
[71] Mahmut Oral, “Kürtler ‘Tek’ Cephede”, Cumhuriyet, 7 Ağustos 2014, s.6.
[72] Irak Kürdistan’ının petrol rezervi: 6000 milyar m3 iken; (Cengiz Çandar, “Kürdistan Petrolleri ve Türkiye’nin Tercihleri…”, Radikal, 15 Aralık 2013, s.12.) ‘ABD Enerji Enformasyon Dairesinin (EIA) 2013’ün Eylül ayında yayınladığı verilere göre, 2014 yılında ABD’yi geçerek dünyanın en büyük net ham petrol ve sıvı yakıt ithalatçısı hâline gelecek olan Çin ham petrol ihtiyacının yaklaşık yüzde 60’ını ithal ederek karşılıyor. Çin Devlet Konseyi Kalkınma Araştırmaları Merkezine göre 2030 yılında bu oranın yüzde 75’e yükseleceği tahmin ediliyor. Irak, EIA 2013 verilerine göre yüzde 8’lik oranla Çin’in 5. büyük denizaşırı ham petrol tedarikçisi konumunda. Irak’ta üretilen petrolün yaklaşık yarısını ithal eden Çin yönetimi bu oranı artırmak istiyor (2013 yılının ekim ayında Güney Kore’de düzenlenen Dünya Enerji Kongresi’nde Iraklı meslektaşlarıyla görüşen Çinli yetkililer, Reuters’ın aktardığı habere göre, 2014 yılında Irak’tan satın aldığı petrol miktarını yüzde 70 oranında arttırmak istediklerini iletmişti). (Ferhat Sarı, “Çin’in Irak Sınavı”, Evrensel, 26 Haziran 2014, s.11.)
[73] “ABD’nin Irak siyaseti konusunda etkin isimlerinden olan Peter Galbraith, Kürt yönetimine “ücretsiz danışmanlık” yapmasının ardından milyonlarca dolar kazandı. Petrol ihalelerini, Irak anayasasının yapımında rol alan Galbraith sayesinde kazanan Norveçli bir şirket, eski diplomata 55-144 milyon dolar ödedi.” (“Amerikalı Diplomat Petrol Zengini Oldu”, Hürriyet, 8 Ekim 2010, s.23.)
Kuzey Irak’ta KDP-KYB hâkimiyetinin yolsuzluk ağı yarattığına dikkat çeken ‘The Washington Post’, Bağdat’ın bölgeye yılda gönderdiği yaklaşık 6.2 milyar doların 840 milyonunu iki partinin ceplerine indirdiğini iddia etti. (“Irak Bütçesinde KDP-KYB Yolsuzluğu”, Radikal, 22 Mart 2009, s.15.)
[74] “Şiddet Çözüm Değil”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2013, s.14.
[75] “Barzani: Bağımsızlık İçin Birkaç Ay İçinde Referanduma Gideceğiz”, Birgün, 2 Temmuz 2014, s.11.
[76] “Barzani: Değişim Yoksa Biz de Yokuz”, Taraf, 5 Mayıs 2014, s.3.
[77] “Erbil ‘Sınırlarını’ Çizdi”, Cumhuriyet, 22 Mart 2013, s.14.
[78] Maksut Köşker, “Firsat Sofiİ Tek Derdimiz Kendimizi Savunmak”, Birgün, 15 Temmuz 2014, s.13.
[79] “ABD, Bağımsızlığa Mesafeli”, Taraf, 5 Temmuz 2014, s.7.
[80] “Barzani ‘Devlet’ Obama ‘Federasyon’ Dedi”, Radikal, 6 Mayıs 2015… http://www.radikal.com.tr/dunya/barzani_devlet_obama_federasyon_dedi-1350765
[81] “İran: Irak’ın Bölünmesine Asla İzin Vermeyiz”, Taraf, 8 Temmuz 2014, s.7.
[82] Sibel Bahçetepe, “Fehim Taştekin: Mınbiç’e Müdahale ABD’yi Karşına Almak Demek”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2016, s.11.
[83] “Peşmerge: Musul’da Top Artık Irak Ordusunda”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2016, s.11.
[84] “Barzani’den Musul Açıklaması: Kaygılıyız”, Hürriyet, 6 Ekim 2016… http://www.hurriyet.com.tr/barzaniden-musul-aciklamasi-kaygiliyiz-40259968
[85] “ABD-Irak Güvenlik Anlaşmasına Karşı Çıkmak Anlamsız”, The Washington Post, 15 Haziran 2008.
[86] Yaser El Zeatire, “Irak’ın İstikrar Bulması Zor”, Arap, 10 Mart 2010.
[87] Abdulbari Atwan, “İran Irak’ı Yine Karıştıracak”, Kuds ül Arabi, 20 Aralık 2009.
[88] Tarık El Humeyid, “Irak Artık Bir İran Uydusu”, Şark ül Evsat, 7 Ekim 2010.
[89] “Allavi, Komşudan Şikâyetçi”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2010, s.10.
[90] “Irak’ta Borusu Öten Güç İran”, Cumhuriyet, 25 Ağustos 2014, s.12.
[91] “Suriye Savaşı Kilitlendi”, Cumhuriyet, 22 Temmuz 2013, s.9.
[92] “İbre Esad’dan Yana”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2013, s.12.
[93] Suriye Devlet Başkanı Esad, Halep’i cihatçılardan almanın “Teröristleri Türkiye’ye geri püskürtecek bir sıçrama tahtası sağlayacağını” belirterek, Türkiye’nin Fırat Kalkanı Operasyonu ile ilgili olarak ise “Uluslararası hukuka aykırı bir işgal” ifadesini kullandı. (“Beşar Esad: Teröristleri Geldikleri Yer Olan Türkiye’ye Sürmek Zorundayız”, Birgün, 15 Ekim 2016, s.4.)
[94] Andre Vitcheck, “Ortadoğu’nun Stalingradı Suriye”, Birgün, 6 Ocak 2016, s.10.
[95] Cenk Ağcabay, “Suriye Artık Bir Dünya Meselesidir”, 9 Ekim 2016… http://sendika10.org/2016/10/suriye-artik-bir-dunya-meselesidir-cenk-agcabay/
[96] Ceyda Karan, “Suriye’de ‘Cehennemin Kapıları’…”, Cumhuriyet, 10 Ekim 2016, s.7.
[97] Sami Kohen, “Putin’in Yeni Suriye Hamlesi”, Milliyet, 16 Mart 2016, s.12.
[98] “Rusya’nın Suriye’deki Bir Yılı Dengeleri Değiştirdi, Savaşın Seyri Değişti”, Birgün, 1 Ekim 2016, s.4.
[99] Selahattin Soro, “Rusya’nın Suriye’ye Girişi Stratejiktir, Çıkışı ise Taktik!”, Gündem, 23 Mart 2016, s.13.
[100] “The Economist: Obama Gidecek, Esad Kalacak”, Sözcü, 20 Şubat 2016, s.10.
[101] “Rusya Ters Köşe Yaptı: Esad Müttefikimiz Değil”, Milliyet, 4 Mayıs 2016… http://www.milliyet.com.tr/rusya-ters-kose-yapti-esad/dunya/detay/2239368/default.htm
[102] Suriye’de Fırat Kalkanı Operasyonu kapsamında Mare kasabasına giden ABD askerleri, ÖSO’ya bağlı Şam Cephesi tarafından protesto edildi. Protestoda ABD bayrağı yakılırken, ABD askerlerinin Suriye’den çıkması istendi. Bazı ÖSO grupları, daha önce ABD nedeniyle Fırat Kalkanı Operasyonu’ndan çekilmişti. (“ÖSO Protesto Etti, El Nusra ‘ABD Bizden Yana’ Dedi”, Birgün, 28 Eylül 2016, s.4.)
[103] “Batı’dan Suriyeli Kürtlere Eğitim”, Hürriyet, 11 Eylül 2015, s.19.
[104] Sami Kohen, “Ankara Saldırısının Dış Boyutu”, Milliyet, 19 Şubat 2016, s.19.
[105] Bülent Can, “PYD’nin İlan Ettiği Federasyonun Anlamı, Gerçekliği ve Geleceği”, 22 Mart 2016… http://sendika10.org/2016/03/pydnin-ilan-ettigi-federasyonun-anlami-gercekligi-ve-gelecegi-bulent-can/
[106] Suriye’de ABD’nin desteklediği ‘ılımlı muhalifler’ ve YPG giderek artan şekilde çatışmaya giriyor. Muhalifler, Esad rejiminin de baskısı altında kalırken IŞİD’le savaş ikinci plana geriledi. ABD’den ‘Endişeliyiz’ açıklaması geldi. Tablo karşısında ‘endişelerini bildiren’ Washington’dan “IŞİD’le savaşa odaklanılmalı” açıklaması geldi. (“Suriye’de IŞİD ile Savaşan Kalmadı!”, Milliyet, 19 Şubat 2016, s.19.)
[107] “PYD’den Cerablus İçin İlk Açıklama”, ANF, 24 Ağustos 2016.
[108] “PYD Lideri Küstahlık Sınırını Aştı”, Milliyet, 21 Ekim 2016… http://www.milliyet.com.tr/pyd-lideri-kustahlik-sinirini-asti-dunya-2331275/
[109] “PYD’den Türkiye-Rusya açıklaması”, Hürriyet, 4 Temmuz 2016… http://www.hurriyet.com.tr/salih-muslimden-turkiye-rusya-aciklamasi-40130207
[110] “Demokratik Federalizm İçin Kimseden İzin Alacak Değiliz…”, Gündem, 27 Mayıs 2016, s.13.
[111] “Türkiye’nin ve Barzani’nin, Suriye’de bir hatası varsa, o da, PYD/ PKK ile Esad arasındaki anlaşmaya seyirci kalmasıdır, (Orhan Miroğlu, “Arka Bahçemizdeki Kürtler”, Star, 20 Ekim 2015… http://haber.star.com.tr/yazar/arka-bahcemizdeki-kurtler/yazi-1063868) diyen Orhan Miroğlu’nun iddiasına göre, “Suriye’de ayaklanma başladığında, Esat’ın kendi iktidarını korumak için bulduğu yegâne çare, PYD /PKK’yle yaptığı anlaşmaydı. Celal Talabani arabulucu oldu ve PKK/PYD ile Esat anlaştı. Buna göre, Esat Rojava bölgesini PYD’ye bırakıyor, PYD ise Kürt halkını Esat’a karşı başlayan ayaklanmanın içinden çekip çıkarmayı vaat ediyordu. Bu anlaşmadan sonra Esat Rojava’yı PYD’ye teslim etti. PYD ise, Rojava’da faal hâlde olan, Kürt partilerine yöneldi, bu partilerin üyelerini tutukladı, Rojava bölgesine girmelerini yasakladı. Muhalif liderler ya öldürüldüler ya da Rojava bölgesini terk ettiler.” (Orhan Miroğlu, “Mesut Barzani ve KDP’nin Sistematik Hataları”, Taraf, 19 Ekim 2015… http://haber.star.com.tr/yazar/mesut-barzani-ve-kdpnin-sistematik-hatalari/yazi-1063649) “Önce Ruslar, sonra PYD’nin sözcüleri konuştu ve PYD’nin askeri kanadı olan YPG’nin, Suriye ordusunun içinde yer alan bir birim olduğunu, koşullar olgunlaştığında Esad’ın ordusuna katılabileceklerini ilan ettiler.” (Orhan Miroğlu, “Esad, PKK/PYD’ye Hayal Kırıklığı Yaşatıyor!”, Star, 30 Mart 2016… http://haber.star.com.tr/yazar/esad-pkkpydye-hayal-kirikligi-yasatiyor/yazi-1099619)
[112] Patrick Cockburn, “Salih Müslim: ‘Esad Rejiminin Çöküşü Bir Felaket Olur’…”, 1 Ekim 2015… http://sendika1.org/2015/10/salih-muslim-esad-rejiminin-cokusu-bir-felaket-olur-patrick-cockburn/
[113] “Salih Müslim: PKK Operasyonu IŞİD’e Yarıyor”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2015, s.12.
[114] İpek Yezdani, “Salih Müslim’den ‘IŞİD Operasyonları Göstermelik’ İddiası”, Hürriyet, 28 Temmuz 2015, s.14.
[115] “Türkiye Suriye’de oluşturulacak bir Sünnî devleti ile sınır komşu olmak istiyordu. Ama biz bunu engelledik. Bu planları tutmayınca bu kez Cereblus ve Ezaz alanına yoğunlaşmış ve o bölgeyi almak istiyor. İlk olarak bunu Kobanê üzerinden istedi, sonra Girê Spî ve Serêkaniyê’ye yöneldi, onların hepsi gitti. Şu an kalan tek yer Cerablus’tur ve bu son kozu oynuyor. Eğer bu son kozunu da kaybederse o zaman tüm politikaları iflas etmiş olur.” (Selahattin Soro, “PYD Eşbaşkanı Salih Muslim: Cerablus Türkiye’nin Son Kozu”, Gündem, 19 Ağustos 2015, s.11.)
[116] “PYD: Direniş Hâlinde Olacağız”, Gündem, 29 Temmuz 2015, s.12.
[117] Hikmet Durgun, “PYD Eş Başkanı Abdullah: Kim Bize Saldırırsa Onlara Karşı Savaşacağız”, Sputnik, 29 Ağustos 2016… http://tr.sputniknews.com/ortadogu/20160829/1024610330/pyd-turkiye-suriye-asya-abdullah.html
[118] “Kürtler Rojava’ya Yönelir”, Özgürlükçü Demokrasi, 5 Eylül 2016, s.4.
[119] HDP temsilcilerinin Abdullah Öcalan’la İmralı adasında yaptıkları görüşmelerin (“İmralı Notları” adı verilen) tutanaklarında yer alan ilginç diyaloglardan biri, Suriye ve PYD üzerine. 9 Kasım 2013’teki görüşmeden notlara geçen diyalog şöyle: Sırrı Süreyya Önder, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’la yaptığı görüşmeyi onun ağzından şöyle aktardı: ‘Bana ne yapacağımı soruyorsun, söyleyeyim. Her şeyi yapacağım. Bir zamanı var ve bu konuda Apo ile de anlaşmışım. Tek bir kırmızıçizgim var, o da Suriye’dir. Orada Kuzey Irak benzeri bir yapılanmaya asla izin vermeyeceğim’ dedi.”
Öcalan: “(Sinirlenerek) Sen de ona söyle: Biz de merkezi Suriye devleti içinde Kürtleri asla eritmeyeceğiz. Bu da bizim kırmızı çizgimizdir!”
Aynı görüşmenin devamında, Suriye ve Rojava konusu tekrar gündeme gelir. Hükümetin Rojava’ya yönelik politikasını eleştiren Öcalan, şu değerlendirmelerde bulunur: “Anti-Kürt ittifakı sürdürülürse savaş kaçınılmaz olur. Ben onlara da, (devlet heyetine) Suriye’de beraber ittifak yapalım, dedim. Davutoğlu iki yıl kaybettirdi. Duvar neden örülüyor; (Rojava sınırında örülen duvar) çılgın mısınız? (…) Tek istekleri Kürtlerin orada güç olmaması.” (Oral Çalışlar, “PYD Siyaseti Değişemez mi?”, Radikal, 5 Mart 2016… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/oral-calislar/pyd-siyaseti-degisemez-mi-1522756/)
[120] İbrahim Sirkeci, “Bir, İki Üç Daha Fazla Kürdistan mı?”, Birgün, 29 Ağustos 2016, s.4.
[121] Kobanê şahsında “Rojava Devrimi” abartılarından (Bkz: Mürsel Yıldız, “Kobanê, Bir Şehir Olmaktan Çok Bir Felsefe”, Emek ve Toplum, No:8, Ocak-Şubat 2015, s.10-11; “Rojava Devrimi Ortadoğu’nun Umudu”, Yeni Demokratik Ulus, 19-25 Temmuz 2016, s.1.) uzak durmak gerek. Çünkü Kobanê’de sosyalist bir devrimin ne maddi temeli ne de öznel koşulları hazırdır. Savaşanlar içinde komünistlerin bulunması bunu sağlamaya yetmez. Öyleyse Kobanê’yi sosyalizmmiş gibi göstermek abartma olur.
Olguyu kavramak için somut durumun somut tahlili gerekir. Coğrafyanın hangi tarihsel-toplumsal koşullar içerisinde bulunduğu önemlidir. Besbelli ki, Kobanê ulusal baskı sistemi sonucu gelişmesi engellenmiş, aşiretçiliği aşamamış geri bir toplum yapısına sahiptir. Bu koşullarda Rojava’nın uluslaşma-demokratikleşme sürecinden geçtiğini açıktır.
Kobanê bitmemiş uluslaşma süreci yaşamaktadır. Konjonktürü değerlendiren Rojava, IŞİD çetelerinin işgaline karşı silahlı direnişle topraklarını savunmuştur. Kazanımlarını koruyup koruyamayacağı, siyasi-askeri başarılarını ekonomik-sosyal dönüşümlerle tamamlayıp tamamlayamayacağı, IŞİD/ Suriye/ ABD karşısında bağımsızlığını sürdürüp sürdüremeyeceği zamanla görülecektir.
Kobanê direnişi ne tek başına bir olay ne de tek hamlelik bir mücadeledir. Kürt meselesinin Suriye, Irak, Türkiye ve İran’da alacağı boyutlara ve emperyalizmin Ortadoğu’da atacağı adımlara göre kartlar her defasında yeniden karılacaktır.
[122] “PKK’daki ABD Silahları Irak Ordusunun Stokları”, Milliyet, 8 Nisan 2016, s.18.
[123] “ABD’den PYD Açıklaması: Desteklemiyoruz”, Milliyet, 18 Haziran 2016… http://www.milliyet.com.tr/abd-den-pyd-aciklamasi–dunya-2264727/
[124] “Kürtleri Silahlandıralım”, Cumhuriyet, 22 Eylül 2016, s.7.
[125] “ABD Savunma Bakanı’ndan Dikkat Çeken Açıklama”, Hürriyet, 28 Nisan 2016… http://www.hurriyet.com.tr/abd-savunma-bakanindan-dikkat-ceken-aciklama-40096272
[126] Oral Çalışlar, “PYD, ABD’yle Birlik Olunca…”, Posta, 28 Mayıs 2016… http://www.posta.com.tr/siyaset/YazarHaberDetay/PYD–ABD-yle-birlik-olunca—.htm?ArticleID=345249
[127] “ABD Büyükelçisi Bass’tan YPG ve PKK Açıklaması”, Hürriyet, 31 Mayıs 2016… http://www.hurriyet.com.tr/abd-buyukelcisi-basstan-ypg-ve-pkk-aciklamasi-40111392
[128] “ABD Dışişleri Bakanı Kerry: PYD/YPG Unsurları Fırat’ın Doğusuna Çekiliyor”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2016, s.10.
[129] Ankara’nın Menbiç’in ana bileşenini PYD’nin silahlı gücü YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’nce (SDG) IŞİD’in elinden alınmasından sonra, PYD’nin bölgeden çekilmesini istemesinin ardından ABD’den de açıklama geldi. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), Suriye’de Fırat’ın batısındaki Menbiç’in IŞİD’ten alınmasına yönelik operasyonları ABD ile Türkiye arasındaki taahhütlere bağlı şekilde yürüteceklerini bildirdi. (“ABD’den Flaş Açıklama: Türkiye ile Taahhütlere Bağlı Şekilde Yürütülecek”, Hürriyet, 15 Ağustos 2016… http://www.hurriyet.com.tr/abdden-flas-aciklama-turkiye-ile-taahhutlere-bagli-sekilde-yurutulecek-40195346)
Pentagon Sözcüsü, Türk Ordusu ve YPG arasındaki çatışmaların “kabul edilemez” olduğunu söyledi. (Tolga Tanış, “ABD: Kabul Edilemez, IŞİD’e Yarar”, Hürriyet, 29 Ağustos 2016… http://www.hurriyet.com.tr/kabul-edilemez-iside-yarar-40211334)
[130] “ABD, IŞİD’e Karşı Suriye’de Asker Sayısını Artırıyor”, Milliyet, 3 Nisan 2016, s.22.
[131] “ABD, Suriye’ye 250 Özel Kuvvet Askeri Gönderiyor”, Milliyet, 26 Nisan 2016, s.21.
[132] Tolga Tanış, “ABD İlk Kez Net Olarak Açıkladı: YPG, Rakka’da Olacak”, Hürriyet, 27 Ekim 2016… http://www.hurriyet.com.tr/abd-ilk-kez-net-olarak-acikladi-ypg-rakkada-olacak-40260042
[133] Sami Kohen, “Amerika PYD Politikasını Değiştirir mi?”, Milliyet, 12 Şubat 2016, s.19.
[134] Mehmet Tezkan, “ABD, PYD’den Kolay Vazgeçmez!”, Milliyet, 12 Şubat 2016, s.5.
[135] “PYD: ABD Bizi Şaşırttı”, 6 Eylül 2016… http://www.gundemnews.com/haber/5839/pyd-abd-bizi-sasirtti
[136] Zafer Atamer, “ABD: Suriye’de Yarı Otonom Bölgeleri Tanımıyoruz”, Radikal, 16 Mart 2016… http://www.radikal.com.tr/dunya/abd-suriyede-yari-otonom-bolgeleri-tanimiyoruz-1530745/
[137] “Suriye’de Kürtler İçin Özerk Bölge Yok”, Milliyet, 6 Mart 2016, s.18.
[138] “Kerry: Suriye’de Bağımsız Bir Kürt Girişimini Desteklemiyoruz”, Milliyet, 27 Ağustos 2016… http://www.milliyet.com.tr/abd-den-flas-suriye-aciklamasi-dunya-2301753
[139] “ABD’den Bir PYD Açıklaması Daha”, Cumhuriyet, 3 Mart 2016, s.7.
[140] Araştırmacı-yazar Temel Demirer, “Rojava ve Kuzey Suriye halklarının ilan ettiği federasyon er ya da geç tüm güçler tarafında kabul görülecektir” dedi. Son gelişmelerle birlikte artık Sykes-Picot Anlaşması’nın miladını tamamen doldurduğunu ifade etti.
Ortadoğu coğrafyasının kaderinin 100 yıl önce egemenlerin kendi arasındaki anlaşmalarla belirlendiğini hatırlatan Demirer, “Ancak emperyalistlere karşı mücadele eden haklar Ortadoğu’nun sınırlarını çizebilir. Bugün Kürtlerin başını çektiği hakların mücadelesi, Ortadoğu’yu yeniden, halkların lehine biçimlendirebilir. Rojava ve Kuzey Suriye halklarının ilan ettiği federasyon, er ya da geç tüm güçler tarafında kabul görülecektir” şeklinde değerlendirdi.
Demirer, dış politikasını Kürtlerin statü kazanmasına karşı geliştiren Türkiye’nin, tarihsel olarak Kürt oluşumlarına engel olmak istediği ve bu nedenle federal sistemini de kabul etmeyeceğini söyledi. Ancak Türkiye’nin federal sistem karşıtlığının dengeler açısından çok bir etkisinin olmayacağı görüşünde olan Demirer, “Türkiye’nin bölgesel ya da küresel güçleri yönlendirecek bir pozisyonu söz konusu değil. Bunun yanında ulusların kendi kaderleri için verdiği kararları hiç kimsenin eleştirmemesi gerekiyor” dedi.
Federasyon ilanının hemen ardından ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby’in “Desteklemiyoruz” sözlerine ilişkin ise Demirer, şu değerlendirmelerde bulundu: “Uluslararası alanda bazı kelimeler arasında önemli mesaj farkları var. ‘Desteklemiyoruz’ ayrı, ‘Kabul etmiyoruz’ ayrı. ABD istemese dahi federasyonu kabullenecek. Mücadele eden halklar kazanacaktır. Bu bağlamda her bölgede de, Rojava’da da Kürtler büyük bir kurtuluşun eşiğinde. XXI. yüzyıl Kürtlerin yüzyılı olacak. Bunu açık bir şekilde söyleyebilirim.” (“Er ya da Geç Kabul Edecekler”, Evrensel, 20 Mart 2016… http://www.evrensel.net/…/2754…/er-ya-da-gec-kabul-edecekler)
[141] Celal Talabani’nin partisi olan Irak Kürdistan Yurtseverler Birliği resmi internet sitesi ve diğer Kürt sitelerinde yer alan habere göre, 20 Nisan 2016’da Suriye’nin kuzeyinde yer alan Rojava bölgesindeki Kamışlı kentinde rejim askerleri ile YPG arasında çatışma çıktığı ve 2 YPG’li ile bir sivilin öldüğü belirtildi. (“Suriye’nin Kamışlı Kentinde Rejim Güçleri ile YPG Çatıştı”, Hürriyet, 20 Nisan 2016… http://www.hurriyet.com.tr/suriyenin-kamisli-kentinde-rejim-gucleri-ile-ypg-catisti-40091906)
[142] “Kürtler Suriye’de ‘Federasyon’ İlan Etti”, Cumhuriyet, 17 Mart 2016, s.6.
[143] “NSA Başkanı’ndan ‘Özerk Kürdistan’ Açıklaması”, Cumhuriyet, 26 Mart 2016… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/504850/NSA_Baskani_ndan__Ozerk_Kurdistan__aciklamasi.htm
[144] “Suriyeli Kürtlerden ’Bağımsız Kürdistan’ Resti”, Sputnik, 17 Mart 2016… http://tr.sputniknews.com/ortadogu/20160317/1021561396/suriye-bagimsiz-kurdistan.html#ixzz43LK2INdm
[145] “Federasyon İlanına Tepki Gösterdi, Eş Başkanlıktan Ayrıldı”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2016, s.13.
[146] Hüseyin Şimşek, “Demokratik Bölgeler Partisi Eşbaşkanı Kamuran Yüksek: Tehlikede Olan Devletin Birliği Değil, Erdoğan’ın Hayalleri”, Birgün, 28 Mart 2016, s.6.
[147] Valeriy Melnikov, “Suriye’nin Kuzeyindeki Hıristiyanlar Federasyona Karşı”, Sputnik, 18 Mart 2016… http://tr.sputniknews.com/ortadogu/20160318/1021587752/suriye-hristiyan-federasyon.html
[148] “Rojava’da Rüzgâr Terse Dönüyor”, Halkın Sesi, Yıl:10, No:254, 23 Mart – 5 Nisan 2016, s.11.
[149] “Suriyeli Kürtlerin Federalizm İlanına Şam’dan Tepki”, Radikal, 17 Mart 2016… http://www.radikal.com.tr/dunya/suriyeli-kurtlerin-federalizm-ilanina-samdan-tepki-1531218/
[150] “Esad: Suriyeli Kürtlerin Federasyon Girişimi Kötü Bir Fikirdi”, Hürriyet, 27 Mart 2016… http://www.hurriyet.com.tr/esad-suriyeli-kurtlerin-federasyon-girisimi-kotu-bir-fikirdi-40076495
[151] “Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad: Federasyon İçin Küçük Bir Ülkeyiz”, Birgün, 28 Mart 2016, s.13.
[152] “Rusya’dan Federasyon Yorumu: Bizim İşimiz Değil”, Sputnik, 17 Mart 2016… http://tr.sputniknews.com/rusya/20160317/1021545089/
[153] Mahmut Oral, “Rusya’nın Gözetiminde ‘Federasyon’ Pazarlığı”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2016, s.10.
[154] “Suriyeli Kürtlerin Federalizm İlanına Türkiye’den İlk Tepki”, Radikal, 17 Mart 2016… http://www.radikal.com.tr/dunya/suriyeli-kurtlerin-federalizm-ilanina-turkiyeden-ilk-tepki-1531205/
[155] Şerif Karataş, “Doç. Dr. Hakan Güneş: PYD’ye Yönelmek Etnik Ayrımı Derinleştirir”, Evrensel, 26 Ağustos 2016, s.11.
[156] Fırat Topal-Serpil Berk, “… ‘Rojava’ya Müdahale Olursa Ağır Sonuçları Olur”, Evrensel, 26 Ağustos 2016, s.8.
[157] “Üç Uzman Görüşü: IŞİD Görünümlü PYD Operasyonu”, Cumhuriyet, 25 Ağustos 2016, s.4.
[158] “Dünya Basını Hemfikir: Türkiye’nin Hedefi Kürtler”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2016, s.10.
[159] “Erdoğan’dan ‘Fırat Kalkanı’ Harekâtı İçin İlk Açıklama, Salih Müslim’e Sert Yanıt”, Cumhuriyet, 25 Ağustos 2016, s.4.
[160] İskender Kahraman, “Türkiye Rojava’da Kazanabilir mi?”, 7 Eylül 2016… http://sendika10.org/2016/09/turkiye-rojavada-kazanabilir-mi-iskender-kahraman/
[161] “Suriye Kürdistanı için çözüm: Aralarındaki anlaşmazlıklar ne olursa olsun ABD, AB ve Rusya’nın, Suriye’de Akdeniz’e varan demokratik federal ya da konfederal bir Kürdistan’ın Dünya ve bölge barışı için gerekli olduğuna ikna edilmeleri, inandırılmaları gerekir. Kürdistan’ın kendi petrollerini özgürce Akdeniz’e akıtmaları Rusya ve İran için de bir tehdit değil. Bu petrollerin Türkiye üzerinden Akdeniz’e ulaştırılması onların daha mı menfaatine? Hayır. Makul olanı kabul etmek gerekir. Öte yandan Türkiye’nin de bütün güney sınırında IŞİD, Esad olacağına, Duhok anlaşmasına uygun olarak demokratik bir idare altında olan bir Kürdistan olmasında Türkiye için de fayda vardır. Suriye Kürdistanı dağınık ve azınlık Türkmenler için de bir güvencedir. Bölgede Türkiye’nin Kürdistan düşmanlığı ileride kendisinin de güvenliğini tehlikeye atar. Gerçek Türk-Kürt kardeşliği Akdeniz’e varan Kürdistanı desteklemektir. Türkiye’nin sadece Esad yanlısı PYD’li yönetime karşı olması normaldir. Zaten Kürt halkı da tekçi despot idarelere karşıdır. Çağdaşlık Kürdistan’ın vazgeçilmezliğidir. İran’ın da ayni yaklaşımlar ve mantıkla ikna edilmesi ve inandırılması için diplomasi yapılmalıdır.” (Sacit Güneş, “Kürdistan Parçalarının Sorunları ve Çözümleri”, www.abeh.gen.tr)
[162] Semih İdiz, “PYD’nin Durumu Sanıldığı Kadar Sağlam Görünmüyor”, Cumhuriyet, 4 Mart 2016, s.4.
[163] “Netleşen şu: Bu karmaşık coğrafyada, Türkiye’nin Kürt meselesi de, artık daha bölgesel bir mesele. İçeride çözüm zorlaştı. PKK, geçmişte, ‘ülke içinde çözüm’e eğilim gösteren bir dil kullanırdı. Bundan uzaklaşma eğilimleri belirginleşiyor. ‘Bölge koşullarının ellerini güçlendirdiğini düşündükleri’ söylenebilir. Kargaşa ortamında, ABD desteğinin sağlanması, onları cesaretlendirmiş olabilir. Bölgenin değişik dengeleri içinde, ABD desteği ne kadar kalıcı olabilir? PKK, Türkiye ve Barzani yönetimini karşısına alarak, ‘kalıcı’ hedeflere ulaşabilir mi? İran, denklemde nasıl bir rol oynayabilir? Rusya, Türkiye’yi karıştıracak bir strateji içinde yer alabilir mi? Savaşın gidişat ve kaderini belirleyebilecek faktörlerden biri, elbette Kürtler. Şu önemli: ‘Türkiye ile sonsuz bir hesaplaşma’ stratejisine destek verecekler mi?
ABD, uzun süredir, PYD’yı destekliyor ve silahlandırıyor. ‘Suriye’de bağımsız bir Kürt varlığı’nı tercih edebileceklerinin işaretleri var. Türkiye’nin Cerablus hareketiyle bu gerilim tırmandı. Ankara’nın hamleleri, PYD’nin hedeflerine ulaşmasını zorlaştırabilse de, onları tamamen engelleyebiliyor değil. PKK, ‘Türkiye’ye rağmen’ bir stratejiyi deniyor. Sonuç alabilirler mi? Yoksa bu dönemeci, ‘sonu nasıl biteceği belli olmayan bir macera’ olarak mı yorumlamak gerek?” (Oral Çalışlar, “Kürt Meselesi İyice Karmaşıklaştı”… http://www.posta.com.tr/kurt-meselesi-iyice-karmasiklasti-oral-calislar-yazisi-1237070)
[164] Oral Çalışlar, “Doğulu İş İnsanları Bize Şüpheyle Yaklaşmayın”, 16 Ekim 2015… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/oral-calislar/dogulu-is-insanlari-bize-supheyle-yaklasmayin-1452645/
[165] Murat Belge, “Uzun Vadeli ‘Kürt Politikası’…”, 26 Temmuz 2015… http://www.taraf.com.tr/yazarlar/uzun-vadeli-kurt-politikasi/
[166] “Bıçağın kemiği kırdığı bir zamandayız. Erdoğan komutasındaki polis devleti bekçiliğini yaptığı holdingler rejiminin esenliği için halka sarhoşça saldırıyor. Defalarca izlediğim bir filmi tekrar izler gibiyim. Yirmi iki yıl önceydi, biz milletvekiliydik ve güya Ankara’da halk iradesini temsil ediyorduk. Bunun altın suyuna batırılmış hayâsız bir yalan olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Devletin tepesindeki ilâhlar emir verdi ve Mehmetçik Meclis dokunulmazlıklarımızı kaldırıp bizi histerik alkışlar arasında Ankara emniyetine sepetledi.
Yıl 1994, günlerden 17 Mart’tı. Ahmet Türk, Hatip Dicle, Orhan Doğan, Sırrı Sakık, Leyla Zana ve ben külrengi bir şafakta beyaz bir polis minibüsüyle mahkemeye götürülüyorduk. Hava sisli ve serindi, uykusuzduk ve omuzlarımızda on üç günlük gözaltının kurşun ağırlığı vardı. Ben kendimi kör bir ormanda kaybolmuş gibi hissediyordum. Kapana düşmüş bir fare gibi çaresizdik. Kendi yetersizliğimizden ve avareliğimizden bu hâle düşmüştük. İçimde bir titreme ve kulaklarımda minibüsün uğultusuyla, devrim günlerine hazır coşkun halk deryasını düşünüyor ve politik çapsızlığımıza isyan ediyordum. O büyük halk kitlesini bir kaleyi inşa eder gibi örgütleyebilseydik devlet bizi böyle bostan hırsızları gibi enselemeyi göze alamayacaktı, kılımıza bile zarar verse bunun bedelinin ağır olduğunu bilecek, ona göre davranacaktı. Hatta girişeceği bir saldırı, devrimi bile ateşleyebilirdi. Ne var ki bizim devrim hedefimiz hiç olmamıştı, düzenin vereceği kırıntıların peşindeydik. Yaptığımız mağdur edebiyatıyla halktan bol bol alkış alıyorduk. İşte şimdi o sahte kahramanlık günleri geride kalmıştı, vahşi bir kedinin tuzağına düşmüş bir fare misali aymazlığımızın bedelini ödüyorduk.
O günlerin üzerinden neredeyse çeyrek asır geçti, ama değişen hiçbir şey yok. Muhalif hareketler tarihten zerre kadar ders çıkarmadılar, halkı örgütleyip zulme karşı bir kale kuracakken, oyuncağı elinden alınmış çocuklar gibi sızlanıp duruyorlar. HALKTAN HEP ALDILAR, AMA HALKA HİÇBİR ŞEY VERMEDİLER. Devlet işte bunların yetersizliğinden aldığı cesaretle halkın üzerine ateş yağdırıyor. Genel bir saldırı stratejisi izlemiyor devlet, sinsi bir plânlamayla nokta vuruşlar yaparak ilerliyor. Önce belediye başkanları hapse atıldı, ses çıkmayınca Derik ve Varto’da sokağa çıkma yasağı ilân edildi. Sonra… Sonrası vahşi bir karanlık… Şehirler bombalanıp kitlesel katliamlar yapıldı. Muhalif hareketler daha başta kapsamlı projelerle karşılık verselerdi, devlet geri adım atmak zorunda kalacaktı. Ama yapmadılar.
Şimdi de Diyarbakır belediyesi eş başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı gözaltına alındı. Bu apaçık bir restleşmedir. İşte bıçağın kemiği kırdığı nokta burasıdır. Kaygım odur ki, muhalif hareketler bunu da diğer saldırılar gibi yine basına yapacakları açıklamalarla geçiştirecekler.” (Mahmut Alınak, “Bizi de Gözaltına Alın!”… http://qoshe.com/odatv/mahmutalc4b1nak/muhalefettarihtenzerrekadardersc3a7c4b1ka/718264)
[167] Ahmed Pelda, “Kürdistan: Ortadoğu Stratejisinde Yükselen Yıldız”, Gündem, 3 Kasım 2014, s.4.
[168] Serpil İlgün, “Faik Bulut: Kürtler, Bu Kez Nuh’un Gemisine Bindi”, Evrensel, 3 Kasım 2014, s.14.
[169] Serpil İlgün, “Yeni Devlet Aklı Çözümü Dayatıyor”, Evrensel, 13 Mayıs 2013, s.14.
[170] Fehim Işık, “Kürdistan’ın Bağımsızlığı”, Evrensel, 9 Temmuz 2014, s.8.
[171] Ebubekir Karatoprak, “Ülkesi Bölünen Kürt’tür”, Hürriyet, 12 Mayıs 2013, s.24.
[172] Fehim Işık, “Kürtler Ne Yapacak? Kürtler Ne Yapmalı?”, Evrensel, 6 Temmuz 2014, s.7.
[173] İsrail Başbakanı Benjamin Netanjahu’nun “Kürtlerin bağımsızlık uğraşlarını desteklememiz gerekir” açıklaması, öylesine sarf edilmiş, konjonktürel bir laf değil, aksine iyi tartılıp-biçilmiş bir dış politika atağıdır. (Murat Çakır, “İsrail’in ‘Kürdistan Aşkı’…”, Gündem, 5 Temmuz 2014, s.13.)
Arap kuşatmasına karşı İslâm dünyasında meşruiyetini güçlendirecek müttefikler arayan İsrail’den olası bağımsız Kürt devletine destek açıklamaları gelmeye başladı. ABD ve Türkiye ise Irak’ı bir arada tutma seçeneği tüketilinceye kadar bağımsızlığın ötelenmesinden yana. (Fehim Taştekin, “Kürt Devletine İsrail Desteği”, Hürriyet, 1 Temmuz 2014, s.21.)
[174] Bahar Kılıçgedik, “TKDP: Kürt Sorunu Yoktur Kürdistan Davası”, Taraf, 5 Temmuz 2014, s.7.
[175] Abdullah Kıran, “Herkese Mubah Kürd’e Günah”, Taraf, 20 Temmuz 2014, s.10.
[176] Aliza Marcus, Kan ve İnanç: PKK ve Kürt Hareketi, Çev: Ayten Alkan, İletişim Yay., 4. baskı, 2012.
[177] Melih Pekdemir, “Hem Barış Hem Özgürlük – Him Aşitî Him Azadî”, Birgün, 11 Mart 2013, s.10.
[178] Bayram Bozyel’in, “Gelinen aşamada Güney Kürdistan bakımından tek bir çıkış kapısı kalıyor; Türkiye. Kürdistan Bölgesi, kendisine oldukça cömert davrandığını hissettiği Türkiye’ye her geçen gün biraz daha yaslanıyor. Kürdistan Bölgesi ile Türkiye arasındaki ilişkiler her iki tarafın yararına ve ayrıca stratejik nitelikte görünüyor. Sözkonusu yakınlaşma ve ilişkilerin ek bir getirisi de Türkiye’nin kendi Kürt sorununu çözmesine katkıda bulunması olacak.” (Bayram Bozyel, “Kürdistan Tarihî Bir Süreçten Geçerken”, Taraf, 3 Haziran 2014, s.10.) şu “iddiası”nı AKP pratiğiyle meşrulaştırmak doğru değildir…
[179] Yusuf Karataş-Cumhur Daş, “Sinan Çiftyürek: Statüsüz Bir Çözüm Olmaz”, Evrensel, 24 Temmuz 2013, s.8.
[180] İlhan Tanır, “Barzani Bağımsızlık Düğmesine Basıyor”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2015, s.17.
[181] Mesut Barzani, “Güney Kürdistan’ın Erbil’den yönetilemeyeceğini” söyleyen ve kendisini diktatörlükle suçlayan PKK’nın Yürütme Konseyi üyesi Duran Kalkan’ı “ihanet ve iç savaşı tahrik etmekle” suçlayarak, “Bu tür girişimler millete ve vatana ihanettir,” deyip, Kalkan’ın “emellerini Kürt bölgesinde gerçekleştirmek istemesine izin vermeyeceklerini” vurguladı. (“Mesut Barzani’den PKK’lı Duran Kalkan’a Yanıt: Vatana İhanet”, Hürriyet, 17 Nisan 2015… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/28757933.asp)
[182] Nihat Ali Özcan, “Kürt Devleti Kurulurken (2)”, Milliyet, 4 Temmuz 2014, s.20.
[183] “Barzani: Referandumun Ardından Bağdat Yetkilileri ile Diyaloga Gireceğiz”, Evrensel, 8 Ocak 2016, s.10.
[184] “Bağımsızlık Referandumu İçin ‘Doğru Zaman’…”, Milliyet, 4 Şubat 2016, s.12.
[185] Sami Kohen, “Kürdistan Bağımsız Olacak mı?”, Milliyet, 27 Haziran 2014, s.24.
[186] Enver Sezgin, “Devletleşen Kürdistan”, Taraf, 29 Temmuz 2014, s.10.
[187] Nihat Ali Özcan, “Irak Seçimleri ve Kürtlerin Bağımsızlığı”, Milliyet, 6 Mayıs 2014, s.21.
[188] İhsan Dörtkardeş, “Barzani’den ‘Bağımsızlık’ Açıklaması”, Hürriyet, 19 Temmuz 2015… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/29584792.asp
[189] İbrahim Genç, “Petrol Ola Getire Kürdistan’ı”, Taraf, 18 Kasım 2013, s.12.
[190] Tuğba Tekerek, “Gönül Tol: Obama Irak’ta Bağımsız Kürdistan İstemiyor”, Taraf, 4 Ağustos 2014, s.6.
[191] Hayko Bağdat, “Soli Özel: ABD Bağımsız Kürdistan İstemiyor”, Taraf, 18 Kasım 2013, s.9.
[192] Rifat Başaran, “Ankara’da Barzani Trafiği”, Radikal, 31 Temmuz 2013, s.12.
[193] “Kuzey Irak Petrolüne 15 Kilometre Kaldı”, Cumhuriyet, 4 Ağustos 2013, s.11.
[194] Ahmet Aslan, “Para Önemli Ama Her Şey Değil”, Radikal İki, 17 Kasım 2013, s.10.
[195] Sedat Yurtdaş, “Ortadoğu (Kürt/Türk) Birliği Absürd mü?”, Radikal, 13 Mayıs 2013, s.17.
[196] Dönemin başbakanı “Erdoğan ile IKBY Başkanı Barzani’nin Diyarbakır’da buluşmasıyla bölge ekonomisinde hatta dünya ekonomisinde önemli bir adım atıldı. Bu adıma ‘Türk- Kürt yeni ekonomi düzeni’ diyoruz. Niye böyle bir tespit yapıyoruz? Çünkü yaklaşık kırk beş gün sonra Kürt bölgesi petrolü yeni boru hattıyla Kerkük Yumurtalık boru hattına bağlanacak. Böylece Türkiye üzerinden günde bir milyon varil petrol dünya pazarına sunulacak. Ve 2018’de Kürt bölgesinden ihraç edilen petrolün tutarı yılda 108 milyar doları bulacak. Tabii bu sadece petrol ihracatı bir de doğalgaz ihracatı dikkate alındığında rakam artacak. Böylece artan petrol ve doğalgaz gelirleriyle Kuzey Irak Kürt Bölgesi’nin şu anda 5 bin 300 dolar olan fert başına geliri 55 bin dolara yükselecek.” (Süleyman Yaşar, “Türk-Kürt Yeni Ekonomi Düzeni”, Sabah, 18 Kasım 2013, s.8.)
[197] Ercan İnan, “Deldiğin Yerde Petrol Çıkan Bölgede Artık Türkiye Var”, Vatan, 20 Haziran 2013, s.10.
[198] “Yasağı Kaldırın!”, Hürriyet, 15 Ağustos 2014, s.11.
[199] “Barzani Halkbank’ta Kalıcı Müşteri Oldu”, Taraf, 15 Temmuz 2014, s.5.
[200] “Gerçek Savaşı Türkiye Kazandı”, ntvmsnbc, 13 Mart 2013.
[201] Namık Durukan, “Barzani’den Maliki’ye Kürdistan Resti”, Milliyet, 30 Kasım 2013, s.25.
[202] İrfan Aktan, “Şûtik a Barzani”, Radikal İki, 24 Kasım 2013, s.4.
[203] Bahadır Selim Dilek, “Demokrasi İçin Çok Özel Bir An”, Cumhuriyet, 17 Şubat 2013, s.4.
[204] Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığını azaltmak için nükleer santral çalışmaları sürerken, Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’nın (SETA) hazırladığı enerji raporunda “Kuzey Irak’ta izlenecek politika Türkiye’nin enerji üssü olmasında atılacak en önemli adım olacaktır” vurgusu yanında “Enerji politikaları kapsamında Kuzey Irak Türkiye’nin üstleneceği rol bakımından önem taşımaktadır. Kuzey Irak’ın dünyaya ve Avrupa’ya açılması Türkiye olmadan gerçekleşemez. Kürt meselesinin çözülmesi hem Türkiye’nin geleceği hem de uluslararası politik arenada elinin güçlü olmasına önemli katkılar sağlayacaktır,” saptamaları dikkat çekti. (Erdinç Çelikkan, “Kuzey Irak’ın Tek Çıkış Yolu Türkiye”, Hürriyet, 4 Mayıs 2013, s.22.)
[205] “Mesut Barzani: Türkiye Yardım Etti, Açıklamadık”, Hürriyet, 13 Ekim 2014… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/27376942.asp
[206] Yalçın Doğan, “Erbil, Son Aşkımız”, Hürriyet, 13 Nisan 2013, s.24.
[207] “Davutoğlu: ‘Kürt Bölgesinin Güvenliği Türkiye İçin Hayati’…”, Cumhuriyet, 22 Kasım 2014, s.14.
[208] “Kendi Kürdüyle kavgalı hatta milletvekilini cezaevine göndermeye niyetlenen bir Türkiye’nin, Iraklı Kürtlerle ittifakı ne kadar gerçekçi ve inandırıcı olabilir?” (Mete Çubukçu, “Iraklı Kürtler İçeri, BDP Dışarı”, Radikal İki, 2 Aralık 2012, s.8.)
[209] Ramazan Yavuz-Serdar Sunar-Nezir Güneş, “Suriyeli Kürtler Doğal Müttefikimiz”, Hürriyet, 28 Eylül 2014, s.20.
[210] “Barzani’nin neden Güney’de bir TSK bölüğünün konuşlandırılmasını ‘abartılacak mesele değil’ diye onaylarken, aynı TSK’nin Kuzey’de kentleri yakıp yıkmasını, katliamlarını abartılı bir ilgisizlikle karşıladığını, maaşlı ordusunu neden Türkiye ve Almanya’ya eğittiğini çözebilirsiniz. Nitekim Türk inşaat şirketleri ile enerji tekellerinin cirit attığı Güney’deki gelişmelerin ve emperyalist güçlerin Barzani ilgisinin arka planını çözebilirsiniz. E tabii, 45 milyar varillik petrol rezervinden gelecek gelirden ‘Belki bana da kalır, ben de zenginleşirim’ diyenlerdenseniz, hayal görmeye devam eder, Rojava düşmanlarının değirmenine su taşırsınız. Boşuna dememişler: ‘Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az’ diye.” (Murat Çakır, “Emperyalizmin Barzani İlgisi”, Gündem, 12 Aralık 2015, s.13.)
[211] “PKK, Kürt Yönetimi Toprağından Çıksın”, Milliyet, 2 Ağustos 2015, s.21.
[212] Hilâl Kaplan, “TSK-Peşmerge Dayanışması”, Sabah, 16 Kasım 2015, s.7.
[213] Mesud Barzani’yi “Ortadoğu’da kendisini tek lider olarak gören bir şahsiyet” olarak sunan tavrı eleştiren BDP Grup Başkanvekili Pervin şu değerlendirmeyi yaptı: “Biz Diyarbakır’da yapmış olduğu açıklamadan da şunu çıkarıyoruz; Sayın Öcalan’ın bu sürece katkısını görmezden gelen, onu hiçe sayan, onu yok sayan bir tavır ve tutum var. Barzani’nin bu tutumundan bir an önce vazgeçmesi gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü süreci başlatan taraflardan bir tanesi Kürt hareketidir ve bunun lideri de Öcalan’dır. Barzani’nin de artık bunu görmesi gerekiyor. Sayın Başbakan’la yaptığı görüşmelerden de çıkardığımız kadarıyla, bundan sonra hem Rojava’ya ilişkin, hem Öcalan hem de Kürt hareketine ilişkin tavrının devam edeceği yönünde bizde bir algı oluşturdu. Ama bu çok tehlikeli bir tutum. Kürtler açısından çok tehlikeli tutum. Barzani’nin bu tutumundan bir an önce vazgeçmesi gerekiyor. Kürtleri birbirine kırdırma politikasıdır aynı zamanda. Güneyde, kuzeyde, doğuda, batıda Kürtleri birleştirmesi gerekirken… Öcalan her görüşmemizde Kürt halkının birlik ve beraberliğinden bahsederken Barzani tam tersine kendisini bir lider olarak görüp Kürt halkını da birbirine kırdırma politikası güdüyor. O yüzden bu çok tehlikeli bir tutum. Barzani’nin bir an önce bu tutumundan vazgeçmesi gerekiyor.” (İlhan Taşçı, “Barzani Kendisini Tek Lider Sanıyor”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2013, s.4.)
[214] Sedat Ergin, “Erdoğan’ın Hamlesi Kürtlerin Ayrışmasını Derinleştiriyor”, Hürriyet, 14 Kasım 2013, s.20.
[215] İlhan Taşçı, “Barzani, Öcalan’ı Vurma Planı”, Cumhuriyet, 27 Kasım 2013, s.13.
[216] Arzu Akyürek, “Kürdün Kürt ile İmtihanı”, Radikal İki, 27 Nisan 2014, s.7.
[217] Ahmet İnsel, “Türkiye’nin Makbul Kürt Arayışı”, Radikal, 19 Kasım 2013, s.15.
[218] Namık Durukan, “Artık Silahsız Dünya İstiyoruz”, Milliyet, 24 Temmuz 2013, s.18.
[219] Mahmut Oral, “Kürtlerin Birliğinde İlk Adım”, Cumhuriyet, 16 Ekim 2014, s.13.
[220] Ender İmrek, “Kürt Ulusal Kongresi’nin Toplanması Olası mı?”… https://www.evrensel.net/yazi/77696/kurt-ulusal-kongresinin-toplanmasi-olasi-mi
[221] “PKK’lı Karasu: Ulus Devlet Kurmaktan Vazgeçtik”, Milliyet, 6 Mayıs 2014… http://www.milliyet.com.tr/pkk-li-karasu-ulus-devlet/gundem/detay/1878074/default.htm
[222] Tabii bunda, “Irak’ta da, Türkiye’de, hatta Suriye ve İran’da da, Kürtler, ABD kuklası devletçik olmak yerine ya da Büyük Kürdistan gibi fanteziler yerine, kendi ülkelerinin toprak bütünlüğü içinde, eşit yurttaşlar mücadelesi vermelidir,” (Mustafa Sönmez, “Kürt Devleti mi? Zor, Hem de Fuzuli…”, Cumhuriyet, 2 Mayıs 2012, s.14.) yanılgısının da payı vardır…
[223] İzzettin Önder, “Kürt Meselesi Üzerine”, Evrensel, 1 Haziran 2013, s.4.
[224] “Çözümden Geri Dönüş Yok”, Milliyet, 3 Eylül 2013, s.17.
[225] ‘İmralı Notları’ başlıklı kitapta yer alan tutanaklarda Abdullah Öcalan, “Basından okuyorum. Mehmet Altan ve benzerleri bana demokrasiyi öğretiyor, (gülerek) ilginç değil mi? Babası, oğlu, torunu hepsi birlikte yazıyor, ‘Erdoğan’ı Türk halkının başına bela eden adam Apo’dur’ diyorlar. Dehşete düşüyorum. Onlara söyleyin Tayyip’i sınırlayan tek adam benim. Bunu nasıl anlamıyorlar?” (“Önce Öcalan Sonra Meclis”, Cumhuriyet, 25 Ocak 2016, s.6.)
[226] “Önder: Masa Var, Koltuklar Boş, An İtibariyle Süreç Hükmünü Yitirmiştir”, http://halkin-birligi.blogspot.com.tr/2015_04_01_archive.html
[227] “Benim programlarımın da başlangıçta hayali olduğunu anladım. PKK programının politik ve siyasi değerinin olmadığını anladım. Kavram olarak Kürdistan ibaresi kullandım. Coğrafi olarak ele aldım. Kürt devleti kurmak mümkün olmayacağı gibi gerekli de değildir. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde demokratik ortam içerisinde her şeyin gerçekleşmesi mümkündür.”
“Başlangıçta bağımsız bir Kürdistan kurmak gibi bir kavramımız vardı. Bu da doğrudur. Ancak değişen süreç içerisinde müstakil bir Kürt devleti kurmak değil de Kürtlerin de cumhuriyetin kuruluşunda rol almış bir halk olarak özgür olduğu bir ortam içinde birleştirilmesi sonucuna vardım…” (Hasan Pulur, “Öcalan’ın İlk Sorgusu”, Milliyet, 18 Kasım 2013, s.3.)
[228] Cemil Gündoğan, “PKK İktidar İstemiyor mu?”, 6 Kasım 2014… http://www.ozguruniversite.org/index.php/guencel-yazlar/1604-pkk-ktidar-stemiyor-mu
[229] “Clinton: Kürtleri Silahlandırırım”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2016, s.12.
[230] Ayşe Sayın, “ABD’nin Türkiye’den Beklentisi Demokrasi”, Cumhuriyet, 3 Mayıs 2012, s.5.
[231] Ayşe Hür, “ABD Dış Politikası ve ‘Kürtlerin Trajedisi’…”, Radikal, 22 Kasım 2015… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/abd-dis-politikasi-ve-kurtlerin-trajedisi-1477418
[232] “ABD Yönetiminden Flaş PYD-YPG Kararı!”, Milliyet, 2 Kasım 2016… http://www.milliyet.com.tr/abd-yonetiminden-flas-ypg-karari–dunya-2337824/
[233] “Türk Dış Politikası Liberal Karakterli”, Milliyet, 29 Mart 2013, s.20.
[234] Aydın Selcen, “Musul: Ucu Karanlık Yollar”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2016, s.13.
[235] “Günümüz iktidarının artık açık tercihi durumuna geldiği hissettirilen ‘blok değiştirme’ eğilimi, yalnızca bu sistematik ilişkiler açısından bakıldığında bile neredeyse imkânsız görünmektedir. İktidarın bu konuda devreye soktuğu araçlara bakınca, dayanakların oldukça zayıf olduğu da görülmektedir. ‘Türki Cumhuriyetler’ denilen ülkelerle SSCB’nin yıkılma sürecinde girişilen yağmacı ilişkilerde büyüyen ve kökleşen hırsız burjuvalar kliği üzerinden kurulmaya çalışılan bağlantının Rusya ve ‘Şangay Birliği’ açısından ne derece değerli olacağı sorusu belirleyici önemdedir.
Her şey yolunda gitse bile, kimilerinin sandığı gibi, Rusya ile ilişkilerin ABD ile mevcut ilişkilerin yerine konulmasının demokrasi ve bağımsızlık yolunda bir adım olacağını propaganda eden çevrelerin beklentisi asla gerçekleşemeyecektir.
Açıkça, Rusya ile kurulacak ilişkiler ‘Amerika’nın yerine’ başlığı altında sürdürüldüğü sürece bağımsızlık idealinin gerçekleşmesinden söz edilemez. ‘Amerika gitsin, Rusya mı gelsin’ sloganını atanların neslinden gelen bugünkü iktidar açısından, temel bakış açısının değişmediği açıktır. Biri gitsin, öteki gelsin!” (Aydın Çubukçu, “Amerika Gitsin, Rusya mı Gelsin?”, Evrensel, 10 Ağustos 2016, s.11.)
[236] Sibel Bahçetepe, “Fehim Taştekin: Mınbiç’e Müdahale ABD’yi Karşına Almak Demek”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2016, s.11.
[237] Duygu Güvenç, “Ankara’da Şahin Bağdat’ta Güvercin”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2016, s.11.
[238] Ercüment Erkul, “Başkanlık Sistemi Fiilen Uygulanıyor”, Milliyet, 17 Haziran 2016, s.17.
[239] “Jingoizm”, aşırı milliyetçilik ve bilhassa savaş taraftarlığı ya da savaş kışkırtıcılığı ile eşanlamlı olarak kullanılır.
[240] Foti Benlisoy, “Musul ve ‘Jingoizm’: ‘Gemilerimiz de, Silahlarımız da, Paramız da Var’…”, 19 Ekim 2016… http://baslangicdergi.org/musul-ve-jingoizm-gemilerimiz-de-silahlarimiz-da-paramiz-da-var/
[241] Aslı Aydıntaşbaş, “Ankara’nın B planı: Irak’ta Sünnî Eyaleti”, Cumhuriyet, 23 Ekim 2016, s.11.
[242] Can Uğur, “Cihatçılarla Birlikte Hareket Etmek Çözüm Getirmez”, Birgün, 25 Ağustos 2016, s.9.
[243] “… “IŞİD’le savaş’, PYD üzerinden planlanırken; PYD; Rusya ve Esad’la birleşerek, inisiyatifini artırdı… Batı’nın belirsizliği ve PYD konusundaki tutumu, Türkiye’yi zorluyor.” (Oral Çalışlar, “… ‘Müttefikimiz” ABD, Türkiye’yi Sildi mi?”, Radikal, 23 Şubat 2016… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/oral-calislar/muttefikimiz-abd-turkiyeyi-sildi-mi-1515799/)
[244] “Cumhurbaşkanı Erdoğan: Ben Başmuhtarım”, Cumhuriyet, 27 Ekim 2016, s.5.
[245] “Çavuşoğlu’dan Sert Mesaj: YPG Çıkmazsa Biz Çıkarmasını Biliriz”, Cumhuriyet, 26 Ekim 2016, s.11.
[246] “PYD’nin Eylemlerine Müsaade Edilmeyecek”, Milliyet, 15 Şubat 2016, s.14.
[247] “2 Bin Muhalif Türkiye’den Azez’e Geçti”, Hürriyet, 19 Şubat 2016, s.19.
[248] “PYD Gidene Kadar Atışlar Sürecek”, Milliyet, 15 Şubat 2016, s.13.
[249] “Yüzlerce Savaşçı Türkiye’den Suriye’ye Geçti”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2016, s.13.
[250] Kadri Gürsel, “El Nusra İçin Adres Belli, YPG’ninki Belirsiz”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2016, s.10.
[251] Cansu Çamlıbel, “Aydın Selcen: Aksiyon Başlarsa Eldekinden Olabiliriz”, Hürriyet, 31 Ekim 2016… http://www.hurriyet.com.tr/aydin-selcen-aksiyon-baslarsa-eldekinden-olabiliriz-40263631
[252] “NYT: Putin Türkiye’ye Misilleme Yapabilir”, Cumhuriyet, 25 Şubat 2016, s.13.
[253] “Chomsky: Özerk Kürdistan İstemeyen Türkiye IŞİD’e Yardım Ediyor”, Cumhuriyet, 14 Mart 2016, s.6.
[254] “Başbakan Yıldırım: YPG ve PYD’yi de Atmasını Biliriz”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2016, s.4.
[255] “… ‘El Nusra, Türk Tümgenerali Öldürdü’ İddiasına Açıklama”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2016, s.13.
[256] Hüseyin Şimşek, “BirGün Cihatçıların Kampına Girdi”, Birgün, 24 Ağustos 2016, s.5.
[257] “Ricciardone: Türkiye, Suriye’de El Nusra’yla Çalışıyor”, Cumhuriyet, 26 Şubat 2016, s.15.
[258] “IMF: IŞİD, Petrolü Türkiye’ye Satıyor”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2016, s.8.
[259] Mehveş Evin, “Boşuna Tartışıyoruz”, Milliyet, 5 Ağustos 2015, s.6.
[260] Kemal Göktaş, “Sınırı IŞİD Emiri ile Yönetmişler”, Cumhuriyet, 22 Şubat 2016, s.11.
[261] Kemal Göktaş, “IŞİD ile Sınırda Rehine Pazarlığı”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2016, s.6.
[262] Alican Uludağ, “İHH Yardım Eder TIR’ları Geçiririz”, Cumhuriyet, 14 Haziran 2016, s.14.
[263] Zeynep Yüncüler, “Yapılan Takaslar Saklanıyor”, Birgün, 26 Eylül 2016, s.7.
[264] “Başbakan Yıldırım’dan Başika Resti: Irak Hükümetinin Haddi Değildir”, Cumhuriyet, 7 Ekim 2016, s.5.
[265] Kadri Gürsel, “Musul’u Almak İçin Savaşa mı Gidiyoruz?”, Cumhuriyet, 7 Ekim 2016, s.10.
[266] Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani ve Şiî Ulusal Koalisyonu lideri Ammar el Hekim, Musul’da kameralar karşısına geçerek önemli açıklamalarda bulundu. El Hekim, Türk askerinin Başika’da bulunmasına ilişkin soruyu yanıtlarken, “IŞİD’e karşı operasyona katılan herkese teşekkür ediyoruz ancak bu yardımların Irak ile anlaşmalı olması önemlidir” dedi. (“Barzani ve Hekim’den Ortak Basın Toplantısı”, Hürriyet, 27 Ekim 2016… http://www.hurriyet.com.tr/hekim-turkiyenin-destek-vermesini-istiyoruz-ama-bagdatin-onayiyla-40260594)
[267] Ceyda Karan, “Musul ve ‘Pabucumun Başbakanı’…”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2016, s.10.
[268] Kürt petrolünün satışı nedeniyle Bağdat-Ankara arasında yaşanan gerilim zirvede. Irak’tan, Türk şirketlerine ambargo tehdidi geldi. Irak Petrol Bakanı Abdul Kareem Luaibi, Kuzey Irak’taki petrolün “kaçak” olarak ihraç edilmesine karşılık olarak yasal girişimlerde bulunacaklarını açıkladı. (“Irak: Türk Şirketlerini Atarız”, Taraf, 18 Ocak 2014, s.8.)
Irak Savunma Bakanı Sâdun el Duleymi, Şii Başbakan Nuri el Maliki’ye karşı Sünnîlerin düzenlediği protestoları Türkiye’nin yönettiğini savundu. (“Iraklı Bakandan Türkiye’ye Suçlama”, Hürriyet, 6 Mayıs 2013.)
‘Rudaw’ın haberine göre, Irak Başbakanı Haydar Ebadi, Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndan Kuzey Irak’da PKK’ye operasyon yapmamalarını istedi. Parlamentoda konuşan Ebadi’nin “PKK şimdi bizimle birlikte terörist örgütlere karşı savaşıyor. Türkiye’den, Irak sınırında PKK’ye yönelik saldırılarını durdurmalarını istedik. Biz bu konuyu daha önce de telefon yoluyla Türkiye Başbakanı ile konuştuk” dedi. İslâmi Birlik Partisi (Yekgirtu) Milletvekili Musanna Emin de Irak hükümetinden PKK’yi “terörist örgütler” listesinden çıkarmasını istedi. Emin’in, “PKK terörist bir örgüt değildir. Bu nedenle çaba göstermenizi istiyoruz,” dediği belirtildi. (“Davutoğlu’ndan İstek: PKK’ye Operasyon Yapmayın”, Cumhuriyet, 20 Ekim 2014, s.9.)
[269] “Irak Başbakanı İbadi’den Sınırı Aşan Açıklama”, Hürriyet, 1 Kasım 2016… http://www.hurriyet.com.tr/ibadi-ankarayla-savas-istemiyoruz-ama-buna-haziriz-40265722
[270] “İsyancılara Yardım Irak’a Savaş İlanıdır”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2013, s.13.
[271] “Irak’ta Araplarla Kürtlerin işbirliğinin ne kadar önemli olduğunu tartışmaya gerek bile yok. Fakat Araplar Kürtlerin Enfal ve Halepçe’de yaşadıklarını görmezden geldiği sürece Kürtler Araplarla koalisyonu ciddiye alamaz.” (Sami Suruş, “Irak’ta Kürt-Arap İlişkileri İnsani Bir Sınavdan Geçiyor”, Şark ül Evsat, 12 Mayıs 2010.)
[272] Mahmut Oral, “Irak’ta Saha da Masa da Sıcak”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2016, s.11.
[273] Hasan Cemal, “Musul Fatihi Erdoğan!”… http://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/musul-fatihi-erdogan,15720
[274] Taha Akyol, “Musul Kördüğüm”… http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/taha-akyol_329/musul-kordugum_40250594
[275] “İster ABD ya da Irak ya da Rusya ya da İran engellesin, ister bilinçle barışı seçelim, sebebi ne olursa olsun Türkiye’nin bu kanlı oyunun dışında kalması iyidir. Türkiye’nin savaş sahasında olmaması ya da olamaması iyidir… Türkiye’nin ganimet bölüşümünden öte anlamı olmayan savaş sonrası masada olmaması ya da olamaması iyidir. Çok iyidir…” (Aydın Engin, “Ne iyi: Sahada da Masada da Yokuz”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2016, s.10.)
[276] Hasan Cemal, “Musul-Kerkük Senaryolarıyla MASA Edebiyatı”… http://t24.com.tr/yazarlar/hasan-cemal/musul-kerkuk-senaryolariyla-masa-edebiyati,15676
[277] Aydın Çubukçu, “Musul’da Israrın Nedeni İç Politikada Aranmalı”, 18 Ekim 2016… https://capulcularinsesi.blogspot.dk/2016/10/musulda-srarn-nedeni-ic-politikada_18.html?spref=tw&m=1
[278] “Türkmenler’den, Türkiye’ye: Irak’a Elini Uzatırsa Önce Biz Türkmenler O Eli Keseriz”, Demokrat Haber, 24 Ekim 2016… http://www.gundemnews.com/haber/7100/turkmenlerden-turkiyeye-irak-a-elini-uzatirsa-once-biz-turkmenler-o-eli-keseriz-8
[279] “İran, Esad’ın Düşmesine İzin Vermeyecek”, Hürriyet, 10 Ekim 2014… http://www.hurriyet.com.tr/dunya/27359187.asp
[280] “… ‘Şiîler Musul’a Girmesin’ Çıkışı”, Cumhuriyet, 8 Ekim 2016, s.5.
[281] Nüfusu otuz altı milyon civarında olan ülkede yaşayanların yüzde 60-65’i Şiî, yüzde 32-37’si Sünnî’dir. Yüzde 75-80 Arap, yüzde 15-20 Kürt, yüzde 5 Türk, Asurî ve diğer milletlerdir. (Metin Münir, “Erdoğan Neden Türkiye’yi Musul Savaşına Sokmak İstiyor?”… http://t24.com.tr/yazarlar/metin-munir/erdogan-neden-turkiyeyi-musul-savasina-sokmak-istiyor,15678)
[282] “Son Dakika: Türkiye’ye Böyle Mesaj Gönderdi: 30 Bin Savaşçı Hazır!”, Milliyet, 2 Kasım 2016… http://www.milliyet.com.tr/turkiye-ye-boyle-mesaj-gonderdi–dunya-2337875/
[283] Ceyda Karan, “… ‘Sünnî Etnik Grubu’ Üst Akıl-Alt Akılsızlık”, Cumhuriyet, 19 Ekim 2016, s.7.
[284] “DİP Merkez Komitesi Bildirisi: Musul Muharebesi: Mezhepçiliğe Karşı Halkların Birlikte Mücadelesini Yükseltelim!”, 20 Ekim 2016… http://gercekgazetesi.net/dip-bildirisi/dip-merkez-komitesi-bildirisi-musul-muharebesi-mezhepcilige-karsi-halklarin-birlikte
[285] Ender İmrek, “ABD’ye Kızgınlığını Kürtlere Yönelten Türkiye”… https://www.evrensel.net/yazi/77744/abdye-kizginligini-kurtlere-yonelten-turkiye
[286] “Erdoğan rejimiyle Batı arasındaki ilişkiler daha da gergin bir hâle geliyor” (C. J. Polychronion, “Chomsky ile Söyleşi: Hâkimiyet İçin Küresel Savaşlar”, Birgün, 29 Ağustos 2016, s.5.)
[287] “Erdoğan’ın Savaş Planı”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2016, s.11.
[288] Aslı Aydıntaşbaş, “Musul Kavgasının Asıl Nedeni”, Cumhuriyet, 16 Ekim 2016, s.11.
[289] Selin Ongun, “Eski Erbil Başkonsolosu Aydın Selcen: ‘Ayar Almam Ayar Veririm’ Siyasetinin Sonuna Geldik”, Cumhuriyet, 28 Mart 2016, s.13.
[290] IŞİD’in ve radikal İslâmcı akımların bölgeden gerçek anlamda temizlenmesi, karmaşık ve iç içe geçmiş pek çok dinamiğin, bölgenin emekçi halkları lehine çözülmesine bağlı bir problem. Bu konuda kestirme bir çözüm ufukta görünmüyor. Halkların cellatlarından çözüm beklemenin sol ve devrimci politika ile hiçbir ilişkisinin bulunmadığı ise, oldukça açık. Kuzey Afrika ve Ortadoğu devrimci süreci, bölge halklarının mezhep ve etnik farklılıkları aşarak demokratik ve sosyal talepleri için nasıl seferber olabildiğini, kendi kaderlerini kendilerinin demokratik bir biçimde tayin edebileceklerini bütün dünyaya gösterdi. Bölgenin emperyalizmden, gerici ve baskıcı hükümetlerden, radikal İslâmcı akımlardan kurtarılması ancak bu yolun takip edilmesiyle mümkün olabilir. (Atakan Çiftçi, “Musul Operasyonu, Emperyalizm ve IŞİD”, 29 Ekim 2016… http://iscicephesi.net/2016/10/musul-operasyonu-emperyalizm-ve-isid/)
[291] İklim Öngel, “Çarpıcı İtiraflar”, Cumhuriyet, 19 Haziran 2016, s.6.
[292] Ceyda Karan, “Barışı Yapanlar, Savaşı Kuşananlar”, Cumhuriyet, 11 Kasım 2015, s.10.
[293] “Mahçupyan: AKP Kürtlerle Başbaşa Kaldı”, Radikal, 2 Kasım 2015… http://www.radikal.com.tr/politika/mahcupyan-ak-parti-kurtlerle-basbasa-kaldi-1464322
[294] Levent Gültekin, “… ‘PKK Silah Bırakmalı’ Diyenlerin Gözden Kaçırdığı Gerçek”, 25 Ekim 2015… http://www.diken.com.tr/pkk-silah-birakmali-diyenlerin-gozden-kacirdigi-gercek/
[295] HDP’li Sırrı Süreyya Önder, CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın programında, Öcalan’ın ‘Çözüm Süreci’nin geldiği son noktayla ilgili neler düşündüğünü aktarırken, “Öcalan’la son görüşmede bize dedi ki; hükümeti kast ederek ‘bunlar çok ciddiyetsizler. Muhtemelen bu sizinle son görüşmem olabilir. Eğer bunlar tekrar bu işi çatışma boyutuna getirirlerse, demokratikleşme hamlesini yapmazlarsa ve sizi İzleme Heyeti’yle göndermezlerse beni ölmüş bilin. Buraya da gelmeyin’ dedi”ğini aktardı. (“Sırrı Süreyya Önder’den Önemli Açıklamalar”, Hürriyet, 27 Ekim 2015… http://www.hurriyet.com.tr/sirri-sureyya-onderden-onemli-aciklamalar-40006442)
[296] Oral Çalışlar, “Çözüm Sürecine Dönülebilir mi?”, Posta, 23 Ağustos 2016, s.16.
[297] Oral Çalışlar, “Öcalan İçin Koşullar Uygun mu, Değil mi?”, 22 Ocak 2016… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/oral-calislar/ocalan-icin-kosullar-uygun-mu-degil-mi-1499478/
[298] “KCK: AKP Adım Atarsa Kürt Sorunu 1 Ayda Çözülür”, 20 Ağustos 2016… http://haber.sol.org.tr/toplum/kck-akp-adim-atarsa-kurt-sorunu-1-ayda-cozulur-166385
[299] Bülent Aydemir, “Mardin Milletvekili Miroğlu: Milli ve Yerli Kürt Politikası”, Haber Türk, 20 Mayıs 2016, s.16.
[300] “Başbakan Yıldırım: Çözüm Süreci Diye Bir Şey Yoktur”, Cumhuriyet, 25 Ağustos 2016, s.5.
[301] “… ‘Çözüm Mözüm yok’ Söz Var, Karakol Var”, Cumhuriyet, 5 Eylül 2016, s.9.
[302] AKP Bingöl Milletvekili Enver Fehmioğlu, çözüm sürecini değerlendirirken, “Birileri, ‘Çözüm sürecini kim bozdu?’ diye soruyor. Açık ve net söylüyorum, çözüm sürecini Amerika bozdu, İsrail bozdu, Rusya bozdu. Bunu bilmeyecek kadar enayi miyiz?” dedi. (“AKP’li Vekil: Çözüm Sürecini Amerika, Rusya, İsrail Bozdu”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2016… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/513754/AKP_li_vekil__Cozum_surecini_Amerika__Rusya__israil_bozdu.html)
[303] Ahmet Taşgetiren, “Silvan: Terörün Boyutları”, Star, 13 Kasım 2015, s.15.
[304] Abdullah Karakuş, “Volkan Bozkır: Türkiye’deki Kanton Oyununu Cizre’de Bozduk”, Milliyet, 28 Ekim 2015, s.18.
[305] “Yalçın Akdoğan: Öcalan’ı Diri Diri Gömdüler”, Cumhuriyet, 4 Kasım 2015, s.6.
[306] Burcu Cansu, “Kolombiya Yaptı Türkiye’de Neden Olmasın?”, Birgün, 27 Ağustos 2016… http://www.birgun.net/haber-detay/kolombiya-yapti-turkiye-de-neden-olmasin-125811.html
[307] Kadri Gürsel, “Başkanlık Sloganı: Çözüm Mözüm Yok”, Cumhuriyet, 6 Eylül 2016, s.10.
[308] Baskın Oran, “Âkiller Vesilesiyle, AKP’nin ve Türkiye’nin Hâli”, Radikal, 23 Ekim 2014… http://www.radikal.com.tr/yazarlar/baskin_oran/akiller_vesilesiyle_akpnin_ve_turkiyenin_hali-1220837
[309] Hamit Kılıçaslan, “… ‘Çözüm Süreci’ Hiçbir Zaman Olmadı”, Zaman, 14 Ocak 2016, s.14.
[310] Başbakan Ahmet Davutoğlu, HDP ile 30 Aralık 2015’de yapacağı görüşmeyi iptal edip, “Bu üslupsuz yaklaşımla görüşmenin, aynı masayı paylaşmanın anlamı kalmamıştır” dedi. (“Başbakanlık: HDP ile Aynı Masayı Paylaşmanın Anlamı Kalmamıştır”, Hürriyet, 26 Aralık 2015… http://www.hurriyet.com.tr/basbakanlik-hdp-ile-ayni-masayi-paylasmanin-anlami-kalmamistir-40032293)
[311] “Binali Yıldırım: PKK’dan ‘Görüşelim’ Haberleri Geliyor”, Cumhuriyet, 9 Haziran 2016, s.10.
[312] Fatih Vural, “Ömer Laçiner: Bundan Sonra Dağda Gerilla Olmayacak!”, Nokta, 14 Mart 2016… http://www.noktadergisi.info/dergi/sayi-43-14-20-mart/omer-laciner-bundan-sonra-dagda-gerilla-olmayacak-h11729.html
[313] “HDP ve PKK arasındaki ilişki nedir, nasıl çalışır” sorusunun cevabı belirsizliğini hep korudu. “Kürt açılımı”, “dağdan ovaya”, fantezileri sırasında, HDP’nin sunduğu olanaklar, iyimserlik ortamında, bu iki yapı arasındaki ilişkinin yarattığı gerginlik önem kazanmadı, yönetilebildi. Ancak, ilişkinin sorunlarının da çözülmeden bırakıldığını söylemek yanlış olmaz. (Ergin Yıldızoğlu, “HDP-PKK İlişkisini Konuşmalıyız”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2015, s.9.)
[314] Ali Kenanoğlu, “HDP’linin Misyonu”, 1 Temmuz 2016… https://www.evrensel.net/yazi/76966/hdplinin-misyonu
[315] Murat Paker, “1 Kasım Seçimine Giderken Savaş-Barış İkileminde Ne İstiyoruz?”, 29 Ekim 2015… http://t24.com.tr/yazarlar/murat-paker/1-kasim-secimine-giderken-savas-baris-ikileminde-ne-istiyoruz,13091
[316] Hüseyin Ali, “Türkiye Üzerindeki Ölü Toprağını Kaldırmak”, Gündem, 23 Ekim 2015, s.5.
[317] Kemal Erdem, “HDP ve Devrim”, 5 Mayıs 2014… http://sendika7.org/2014/05/hdp-ve-devrim-kemal-erdem/
[318] Orhan Miroğlu, “HDP’deki Solcular ve Öcalan’ın Suskunluğu”, Star, 17 Aralık 2015… http://haber.star.com.tr/yazar/hdpdeki-solcular-ve-ocalanin-suskunlugu/yazi-1076668
[319] Mahmut Lıcalı, “HDP’ye ‘İçten’ Eleştiri”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2015, s.5.
[320] “Ömer Ağın, “Gözler Legal Devrimci Siyasete Çevrilmiş Durumdadır!”, Gündem, 12 Kasım 2015, s.5.
[321] Nezir Güneş, “Cizre’den Çıkan Tablo Köprüleri Yıkabilir”, Milliyet, 4 Şubat 2016, s.17.
[322] “HDP Eşbaşkanı Demirtaş: Biz Gerçek Bir Barış İstiyoruz”, Gündem, 7 Ocak 2016, s.10.
[323] “Demirtaş: Halk Seçeneksiz Değil”, Gündem, 4 Mayıs 2016, s.7.
[324] “Demirtaş: Biz Böyle Bir Faşist Devletin Haini Olmaktan Gurur Duyarız”, Radikal, 23 Ocak 2016… http://www.radikal.com.tr/politika/demirtas-biz-boyle-bir-fasist-devletin-haini-olmaktan-gurur-duyariz-1499804
[325] “HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş: Terör Destekçisi AKP’dir”, Gündem, 24 Şubat 2016, s.7.
[326] “Demirtaş’tan Çağrı: Her Yerde Sesinizi Yükseltin”, Cumhuriyet, 21 Ocak 2016, s.11.
[327] “Cizre’ye, Sur’a, Yüksekova’ya Gel”, Milliyet, 27 Mart 2016, s.21.
[328] “Bizim Tek Planımız Direniş”, Özgürlükçü Demokrasi, 18 Ekim 2016, s.5.
[329] Ayşe Yıldırım, “Demirtaş: Kürtlerin Son Virajı”, Cumhuriyet, 27 Aralık 2015, s.13.
[330] Namık Durukan, “Biz Başkanlığa Değil Tek Adamlığa Karşıyız”, Milliyet, 21 Kasım 2015, s.21.
[331] HDP’nin gerici milletvekili Altan Tan, Saray-AKP iktidarının Kürt coğrafyasında savaşla birlikte gerici söylemlerini tırmandırdığı bir dönemde bir kez daha sahneye çıktı. Kürt siyasi hareketinin yol ayrımında olduğunu iddia etti. PKK’yi “derin devletle işbirliği” yapmakla, HDP’yi “sol, sosyalist, seküler söylem kurmakla” suçladı. (“Gerici Saldırı Olur da Altan Durur mu: ‘HDP Sol-Seküler’ dedi, Ayrım Tarifledi”, Sendika.Org, 12 Haziran 2016… http://sendika10.org/2016/06/gerici-saldiri-olur-da-altan-durur-mu-hdp-sol-sekuler-dedi-ayrim-tarifledi)
[332] Ursula K. Le Guin, Yanılsamalar Kenti, Çev: Meltem Tayga, İmge Yay., 3 Baskı, 2016, s.8
[333] “Emine Ayna Siyasetten Çekildi”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2016, s.7.
[334] Mahmut Oral, “Hatip Dicle: Yeni Bir Kaos Dönemi Geliyor”, Cumhuriyet, 2 Eylül 2016, s.6.
[335] Hüseyin Ali, “Büyük Barikatı Kurma Zamanıdır”, Gündem, 8 Aralık 2015, s.10.
[336] “Bu Çıkış Çok Konuşulacak… CHP’den HDP’ye 2 Dakikalık Açıklama”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2016… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/555799/Bu_cikis_cok_konusulacak…_CHP_den_HDP_ye_2_dakikalik_aciklama.html
[337] Kanada’dan Trise (Uluslararası Toplumsal Ekoloji Enstitüsü) Danışman Kurulu üyesi yazar-çevirmen Janet Biehl, toplumsal ekoloji hareketinin kurucusu Murray Bookchin ile Kürt Halk Önderi Öcalan arasında yaşanan mektuplaşmaya değindi. Mektuplaşmanın ayrıntılarını aktaran Biehl: “2004 yılında Öcalan, Bookchin’e mektup yazdı. Biz bu mektubu görünce çok şaşırdık. Öcalan Bookchin’in kitaplarını okuyordu. Bookchin’in tüm kitaplarını istemiş, Bookchin’in libertal belediyeciliğine çok önem verdiğini yazmıştı.”
Bookchin fikirlerini hayata geçirecek olan tek insanın Öcalan olduğuna inandığını vurgulayan Biehl, “2006’da Boorkchin öldüğünde, Öcalan Bookchin’e çok önemli değerli bir selam gönderdi. Ve Öcalan 2005 yılında demokratik konfedaralizmi devreye koydu. Hikâyenin geri kalan kısmını benden daha iyi biliyorsunuz,” dedi. (“Bookchin’in Fikirlerini Hayata Geçirecek Tek İnsan Öcalan’dır”, Gündem, 15 Şubat 2016, s.16.)
[338] Dursun Ali Küçük, “PKK Bağımsız Kürdistan Amacına Döner mi?”, 14 Ocak 2016… http://www.nerinaazad.com/news/opinions/articles/pkk-bagimsiz-kurdistan-amacina-doner-mi
[339] Murat Sabuncu, “Böldürtmeyeceğiz, Öldürtmeyeceğiz”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2015, s.15.
[340] “Hatip Dicle: Hepimize Yazık, Nisan Sonuna Kadar Savaşı Durdurmalıyız”, Radikal, 18 Ocak 2016… http://www.radikal.com.tr/politika/hatip-dicle-hepimize-yazik-nisan-sonuna-kadar-savasi-durdurmaliyiz-1498884
[341] Kamar Ararat-Avaşin Adar, “PKK Merkez Komitesi Üyesi Cemal Şerik: Ok Yaydan Çıkmıştır”, Gündem, 12 Ocak 2016, s.14.
[342] Murat Karayılan, “Öz Yönetim Direnişi Bir Demokrasi ve Özgürlük Mücadelesidir”, Özgür Halk, Yıl:26, No:194, s.23-29.
[343] Arif Koşar, “HDK’li Mühendisler Özyönetim Paneli Düzenledi: Demokratik Özerklik mi Sosyalizm mi?”, Evrensel, 23 Kasım 2015, s.15.
[344] Liberal Ufuk Uras’ın, “Komünalizm” denilen cemaatçiliği, cemaatlere bırakmamız gerekiyor,” (Ufuk Uras, “Son Seçenek ‘Sol’ Seçenek”, Yeni Yüzyıl, 23 Mart 2016… http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/son-secenek-sol-secenek-1768) “zırvası”na inat; HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ’ın, “Ezilenlerin mücadelesinin tarihinde özyönetim talebini bulursunuz. Tarihte verilen mücadelelerde her zaman karşı çıkmak yok, inşa etmek kurmak vardır. Biraz daha yerelleştirelim, Şeyh Bedrettin’in kurduğu komünal yaşamda görebilirsiniz. Ortaklar komününde görebilirsiniz,” (“Özyönetim İnsanlığın Özlemidir”, Gündem, 15 Şubat 2016, s.7.) saptaması bize yabancı değil.
[345] ‘Rudaw’ internet sitesine konuşan Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana, “İşin başında özerklik istediğimiz doğrudur; ama bugün Türkiye’deki Kürtler, özerkliğin yetersiz olduğunu düşünüyor. Kürtler, kendi geleceklerini referandumla tayin etmeli. Referandumun sonucu, Türkiye’deki Kürtler için özerklik de olsa, federalizm de olsa bağımsızlık da olsa biz kabul edeceğiz.” (“Zana’nın Sözleri Tepki Çekti”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2011, s.6.)