Güney Kürdistan ve Rojava’da Kürtlerin bağımsızlık veya federasyon şeklinde devletleşme-statü kazanma yönelimleri somutluk kazandıkça, Kürtlerin devletleşmesine karşı çıkanlar, “Kürtler devlet kuramazlar” deyip bunu “coğrafya kaderdir” ya da “tarihin kaderi böyle” argümanına dayandırıyorlar. Bunun üzerinde kısaca durup esas konuya döneceğiz!
I – “Coğrafya kaderdir” ya da “tarihin kaderi böyle” niçin sadece Kürtler için geçerli?
Kürdistan coğrafyası, tarihin beşiği verimli Hilalin kalbinde yer alır. Maddi ve manevi kültürün/uygarlığın ilk filizlendiği Mezopotamya’nın merkezidir. Demek istediğim eğer “coğrafya kader” ise Kürtler, İbni Haldun’un belirlemesiyle insan yaşamına en elverişli bölge olarak belirlediği “ortadaki dördüncü bölge”de yer alan Kürdistan’da yaşamaktadırlar.
Hiç düşündünüz mü, dört semavi dinin temsilcisi başta olmak üzere bütün peygamberler neden Mezopotamya-Mısır coğrafyasında doğdular? Koca Dünya’da, Allah neden sadece Mısır-Mezopotamya coğrafyasına peygamber gönderdi? Avustralya, Amerika, Avrupa’da yaşayan halklar “Allahın kulu” değiller miydi? Semavi din ve elçilerin tümünün belirttiğimiz bölgede doğup dünyaya yayılmalarının esas nedeni bu bölgenin maddi ve manevi kültürün ilk anayurdu olmasındandır. Çünkü insanoğlu ilk uygarlaşma hamlelerini bu coğrafya da geliştirdi.
Mesele şu; yaşadıkları coğrafya tüm halklar gibi Kürtler için de elverişli ancak Kürdistan’ın güçlü jeopolitiği ve dış işgallerle parçalanmış coğrafyası, Kürtlerin devletleşmesinde dün de bugün de sorun olmuştur. Çünkü Kürt siyaseti, Kürdistan’ın güçlü jeopolitiğini bugüne kadar kendi çıkarlarına kullanamadıklarından, bölgesel ve küresel emperyal güçler aynı jeopolitiği kendilerine karşı kullana geldiler. Sonu gelmeyen işgaller, önce iki sonra dörde parçalanma aynı sürecin ürünü. Belirttiğimiz gibi, Kürdün başına ne geldiyse güçlü jeopolitiğini lehine kullanamadığından gelmiştir. Bu durum, coğrafya ya da tarihin kader olmasıyla ilgili değil!
Kürtlerin devletleşememesi, “coğrafyanın kader” olmasına ya da aynı kapıya çıkan “tarihin kaderi” olması argümanına dayandırılacaksa, o zaman şu soruların yanıtlanması lazım;
Aynı “ortadaki dördüncü bölge”de yaşayan Araplar, Farslar, İsrailliler hatta Orta Asya’dan gelip sonradan yerleşen Türkler… için neden “coğrafya kader olmadı” da sadece Kürtlerin kaderi oldu? Aynı coğrafyada Araplar 22 devlet kurarken, Türkler aynı ve yakın bölgede birden fazla devlet kurarken, dünyanın dört bir yanına dağılmış İsrailliler, Batı’nın yardımıyla topraklarına dönüp devletlerini kurarken, coğrafya kader olmuyor da Kürde gelince mi coğrafya “kader” oluyor? Kürde gelince mi devletleşememek, “tarihin kaderi” oluyor?
“Coğrafya kaderdir” belirlemesi, ırk ayrımcılığına karşı yani Doğu halklarına “kara kafalılar” diyerek aşağılayan Beyaz Adam ırkçılarına karşı kullanılabilir çünkü siyah, esmer ve beyaz deri rengi doğrudan coğrafyanın/iklimin ürünüdür.
İbn -i Haldun, “coğrafya kaderdir” sözünü; “iklimlerin, millet davranışlarına, asabiyesine, su kaynağının rahatlığa ve dolayısıyla rehavete, soğukluğun getirdiği mecburi kabullenişin ve dinamizmin de bir coğrafyanın ve o coğrafyadakilerin kaderini nasıl kökten etkilediğini” anlatmak için kullanırken; Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü Başkanı, bunu neden aynı bölgede yaşayan tüm milletler yerine sadece Kürtlerin devlet kurmaması gerektiğinin gerekçesi olarak sunuyor? Rusların neden mesele Kürdün devletleşmesine gelince, “tarihin kaderi böyle” argümanına sığındıklarını biliyoruz ve yazının devamında üzerinde duracağız.
II – Üniter Suriye bundan böyle devam edemez, etmemelidir!
Moskova’da, “Ortadoğu’da Üçüncü Paylaşım Savaşı” konulu Uluslararası Kürt Konferansı düzenledi. Konferans Kürdistan parçalarından katılımla gerçekleşti ancak bu katılım Kürt siyasetindeki küresel Batı-Doğu saflaşmasında Doğu ekseninde yer alan veya yakın duran partilerden katılımla sınırlı kaldı. Basına yansıdığı kadarıyla Batı eksenine yakın duran partilere çağrı yapılmamış.
PYD Rusya Temsilcisi Abdüsselam Ali, Sputnik’e, “konferansın ‘Kürtler arasındaki birliği güçlendirmek ve ortak bir politika belirlemek amacıyla’ düzenleneceğini” söylüyor ancak özellikle Rojava’da ENKS çağrılmıyorsa, Güney KDP “çağrılmadık” diyorsa Konferans, “Kürtler arasındaki birliği güçlendirmek amacıyla düzenlendi” iddiası nasıl karşılık bulacak? Açıklanan Konferans sonuç bildirisinde:
“-Kürd sorunu çözülmeden Ortadoğu’daki sorunların çözülmesinin mümkün olmadığı”; “Ulusal Kongresi’nin bir an önce gerçekleştirilmesi” gerektiği; “Kürdler arasındaki ittifakın” önemli olduğu; “Kuzey Suriye Federasyonu statüsü tanınmalı ve anayasal güvence altına alınmalı”; “AKP hükümeti barış isteyen kesimlere, milletvekillerine, Kürd halkına karşı saldırılarını durdurulması”; “Başur ve Rojava Kürdistanı’nda her iki taraf belirlenen ilkelere göre hareket etmeli”… söylemi iyi olmaya iyi fakat Ulusal Kongre, Kürtler arası ittifak ve Başur ile Rojava Kürdistan’ı arasındaki meseleler sadece Kürtlerin bir kesimiyle çözümü nasıl mümkün olacak? Rojava meselesi ENKS olmadan nasıl çözümlenecek?
Adlandırmada Rojava belirlemesinin çıkarılıp “Kuzey Suriye” denilerek geri adım atılsa da Rus anayasa taslağında yer alan “kültürel otonomi” önermesine karşı statü ve federasyon gibi coğrafik özerkliğe vurgu yapılması olumludur. Basına konuşan PYD Eş Başkanı Asya Abdullah da “Rusya’nın Suriye için sunduğu anayasa taslağında yer alan ‘kültürel özerklik’in güçlendirilmesi gerektiğini” ve geçen Mart’ta Suriye’nin geleceği için ilan ettiğimiz federal yapı, toprak bütünlüğünün korunması için çözüm yoludur. Efrin, Kobane, Cizire’yi içine alan Kürt Federal Bölgesi düşüncesini savunacağız“ diyor. Rojava’da statü, federasyon savunusu önemlidir ancak bu savununun başarısı için ENKS ile mutlaka ortaklaşması gerekiyor.
Konferans, Türk basınında fazla yer almadı. Rusya ile Türkiye’nin son aylarda ortak hareket etmesi, Türkiye’nin, Suriye’de Rusya ile paralel hareket etmesi, Rojava işgaline Rusya’nın yeşil ışık yakması ve İran ile oluşturdukları Moskova Troykası nedeniyle… Türk basını sesiz kaldı yoksa “Moskova bölücülere ev sahipliği yapıyor” yaygarasını kopartırdı.
Basını sesiz kaldı fakat Türk devlet aklı Moskova’daki Konferanstaydı Rusya’nın tutumu dikkatle izleniyordu. Çünkü aynı Rusya bir yanda Ankara’nın askeri olarak El-Bab’a kadar işgaline yeşil ışık yakıyor, öbür yanda Moskova’da Kürt Konferansına ev sahipliği yapıyor ve Kürtlere “Kültürel otonomi” de içeren anayasa önererek, Ortadoğu’da Kürt kartını açıyordu.
III – Rusya, Kürdistan meselesinde hem nalına hem de mıhına vuruyor!
Rusya’nın Kürtlerle ilgilenmesinin temelinde, Kürtlerin bir güç olması, Kürtsüz siyaset denkleminin kurulamadığı koşullarda, ABD’nin yanı sıra kendisini de Kürt kartını açmaya zorladı. Rusların, Kürtlere siyasal ilgisi önemsenmeli ama statükocu Türkiye ve İran ile aynı süreçte ortaklaşması da sorgulanmalı. Çünkü Rusya, Kürdistan meselesinde son aylarda tam anlamıyla hem nalına hem de mıhına vuruyor!
Kürt Konferansına ev sahipliğini yapan, Suriye rejimi ile Rojava yöneticilerini çözüm için buluşturan, Rojava’ya çözüme ilişkin sunduğu anayasa taslağı ile içeriği tam belli olmasa da otonomi öneren; Suriye’nin birliğini amaçlayan Astana toplantısını düzenleyen, Güney ile ilişkilenen Rusya ile “Kürtler devlet kurmasın” diyen Rusya aynı!
“Kürtlerin olduğu her yerde dillerini yaşatmalarına ve kültürel olarak gelişmelerine imkân tanınmalıdır ama devlet kurmalarına biz karşıyız. Tarihin kaderi böyle. Ne yapalım bugün; Irak’tan sonra İran, Suriye ve Türkiye’yi mi parçalayalım? Ermenistan’da da Kürtler var” (Rusya Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nün (RISS) Başkanı Leonid Reşetnikov) diyen aynı Rusya!
Kürtlerin devletsizliği ve genelde bölgede mevcut statükonun korunmasında, Türkiye, İran ile anlaşan ve Moskova troykası ile bunu ittifaka dönüştüren aynı Rusya!
Demek ki, Rusya’da, ABD’nin Avrasya Egemenlik Stratejisi’nden bölünme tehdidi algılıyor ve birliğini, Suriye-Irak-İran üzerinden arıyor. Yani Rusya, “bugün Irak-İran parçalanırsa yarın sıra bana gelir” korkusuyla Asya ve bölgede statükoyu savunuyor.
Rusya bu politikalarla, mevcut sınır ve statükoyu korumak yolunda, Kürdistan meselesinde kazın geleceği yerden tavuğu esirgememe politikaları izliyor! Örneğin hem Suriye ve Irak’ın “toprak birliğini” korumayı hem de Kürtleri belirli haklarla yatıştırmayı amaçlıyor. Bu arada Moskova Troykası ve genelde statükoyu savunan güçlerin karşı tutumuna rağmen, Kürdistan bağımsızlığını ilan ederse, bağımsız Kürdistan ile ilişkilenebilmenin de yollarını döşeme arayışında. Rusya bu politikalarla; Kürtlerin bağımsız devlet kurmalarına karşı duruyor, bunu başaramazsa ilişkilenmenin kapılarını açık tutmayı deniyor.
IV – Türkiye, Rojava’yı er-geç tanıyacak!
Suriye’de yakında savaş bitmeyecek çünkü iki küresel aktör Suriye paylaşımında halen uzlaşamadılar. Halep, Rus etkisine girince ABD, Rakka ile dengelemek istedi ama aynı şeyi Rusya’da Suriye ile yapmak istiyor. Bu arada ABD’nin kesin ne yapacağı halen net değil. Suriye’ye yeni silah ve asker sevkıyatı yapacak mı? Rakka operasyonunu, YPG’nin omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile mi, yoksa Türk devletinin “YPG’yi bırak benimle yap” önermesini mi esas alacak? Bunlar halen belirsiz ama bir sürpriz yaşanmazsa SDG ile yapacağı kesin gibi görünüyor çünkü zaten SDG Kasım’dan beri fiilen Rakka operasyonuna başlamış durumda.
ABD ile Türkiye arasında netleşmeyi bekleyen bir diğer mesele Güvenli Bölge”dir (GB) çünkü ikisinin GB tarifleri farklılıklar içeriyor. Türkiye, esas Efrin ile Kobanê’nin coğrafik birliğini engelleyecek ve muhtemel göç dalgasına ev sahipliği yapacak bir GB’yi hedeflerken, ABD halihazırda net olmasa da Türklerin tarifinden farklı bir GB hedeflediği görülüyor.
Diğer bir sorun; Türkiye’nin sahada hem Rusya hem de ABD ile oyun planı kurmaya çalışması ikisinin arasında nefessiz kalmasına yol açıyor. Çünkü Türkiye, ABD ile Rakka planını konuşurken, Rusya birden fazla nedenle bundan rahatsız. Çünkü Moskova Troykası ile Suriye birliği ve savaşın bitirilmesini hedeflediği için, Suriye ile Rakka’ya yöneldiği için Rusya rahatsız. Açıktan olmasa da Rusya, Suriye meselesinde, Türkiye’ye “ya benimle ya ABD ilesin” safını belirle diyor! Bunu NATO müttefiki ABD ise çoktan söylüyor.
İşte bu kıskaç altında ki Türkiye, Rojava meselesinde de izlediği “tanımam-ezerim” politikasının sürdürülebilir olmadığını her geçen gün çıplak gördükçe Suriye politikası gibi Rojava politikasında da U dönüşünün yollarını aradığının ipuçları artıyor. Örneğin:
“New York Times’ın haberine göre: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Başdanışmanı İlnur Çevik, “Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda bir Kürt yapısını tolere edebileceğini” söyledi. Yani Ankara, Fırat’ın doğusunda PYD varlığını kabul ediyor. Sadece -Çevik’in sözleriyle- “Fırat’ın batısında Arap çoğunluklu olan yerlerdeki Kürt varlığı”nı kabul etmiyor.
Çevik’in söylediği diğer nokta ise çok daha can alıcı. Çevik, “PYD de bir Barzani olamaz mı? Barzani’nin Türkiye ile ilişkileri muhteşem” diyor. Yani nasıl Irak Kürdistan Yönetimi (KBY) Başkanı Mesut Barzani, PKK ile arasına mesafe koyduysa… Suriyeli Kürtlerin de PKK’dan uzaklaşmalarını öneriyor.
İşte bu da, bu meselenin uzun vadeli çözümü için anahtar olabilir. Trump yönetimi de, ABD’nin PKK ve YPG üzerindeki nüfuzunu kullanabilir.” (Aktaran Verda Ö” (Aktaran Verda Özer, 14-02-2017)
Türkiye bu noktaya gelirse, sonrasında “Rojava’nın Fırat Doğusunu tanırım, Batsını tanımam” ya da “PYD’den bir Barzani yaratma”, “PYD’yi PKK’den kopartma”… bunlar politika değişikliğinde kamuoyu yaratmanın malzemeleridir. Türkiye, Rojava politikasını sorguluyor ve referandum sonrası sürpriz değişiklikler olabilir. 20.02.2017
canbegyekbun@hotmail.com