Site icon Rojnameya Newroz

MARKSİZM + V. İ. LENİN = EKİM DEVRİMİ (NOTLARI)

Malumun ilanı üzere: 1970’lerden 2000’li yıllar hep aynı “Marksizm-Leninizm öldü…” nakaratı; ancak son durum: “Marksizm-Leninizm öldü” diyenler öldü…

MARKSİZM + V. İ. LENİN = EKİM DEVRİMİ (NOTLARI)[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER / Diğer yazılar için tıklayınız

“Sıçrama olmaksızın aşamalılık

hiç bir şey izah etmez!”[1]

Ekim Devrimi üzerine çok şey söylendi, söyleniyor ve söylenecek de…

Söylenenler arasında Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un, 1917 Bolşevik Devrimi lideri ve SSCB kurucusu “Lenin’e saygı duyduğu, fakat Lenin’in insanları öldürmeye gönderdiği, bu yüzden de eleştirdiği”[2] türünden ucuzluklar da var, kuşkusuz.

Bunlarla uğraşıp, onları hak ettiklerinden fazla ilgiyle “taltif” edecek değiliz.

Çünkü “Ya burjuva ideolojisi ya da sosyalist ideoloji. İkisi arasında bir orta yol yoktur. Öyleyse herhangi bir biçimde sosyalist ideolojiyi küçümsemek, ona birazcık olsun yan çizmek, burjuva ideolojisini güçlendirmek demektir,”[3] diyor ve “Marksizm-Leninizm öldü!” nakaratlarını ciddiye almıyoruz…

Malumun ilanı üzere: 1970’lerden 2000’li yıllar hep aynı “Marksizm-Leninizm öldü…” nakaratı; ancak son durum: “Marksizm-Leninizm öldü” diyenler öldü…

Kim ne derse desin 1848 yılında ‘Komünist Manifesto’nun yazılmasını milat kabul edersek, o hâlâ dünyayı açıklayandır; Jean Paul Sartre’ın, “Marksizm çağımızın aşılmaz ufkudur,” sözleriyle dile getirdiği üzere…

 

MARKSİZM

 

“Başkalarının çözüm gördüğü yerde Marx sorun gördü,” vurgusuyla Friedrich Engels’in işaret ettiği üzere:

“Marx, her şeyden önce bir devrimciydi. Kapitalist toplum ile onun yaratmış olduğu devlet kurumlarının yıkılmasına şu ya da bu biçimde katkıda bulunmak, kendi durumu ve gereksinmelerinin bilincini, kurtuluş koşullarının bilincini kendisine ilk onun vermiş bulunduğu modern proletaryanın kurtuluşuna yardımda bulunmak, onun gerçek yönelimi işte buydu.”

Bu kadar da değil. V. İ. Lenin’in de eklediği gibi, “Karl Marx’ın teorisini tamamlanmış, değişmez bir bütün olarak görmüyoruz. Aksine, düşünüyoruz ki, bu teori sadece bilimin köşe taşlarını yerleştirmiştir; eğer sosyalistler hayatın kendilerini aşmasını istemiyorlarsa bu bilimi her yönden derinleştirmelidirler.”

Evet bir dogma değildir Marksizm.

Alman felsefesi, Fransız sosyalizmi ve İngiliz siyasal iktisadı, Marksizm’in tarihsel kökenlerini oluşturur. Marksizm, bunların her birinden bir şeyler almıştır.

Ama Marksizm, yeni bir felsefe, yeni bir Fransız sosyalizmi ya da yeni bir siyasal iktisat değil, işçi sınıfı devriminin teorisidir.

Bu teorinin gücü de güncelliği de işçi sınıfı devriminin teorisi olmasından kaynaklanır.

Bu çerçevede Karl Marx, düşünce dünyasının sıra dışı ya da sarsıcı tezler ileri sürmeye çalışan bir filozofu değil, gerçek dünyanın değiştirilmesi için mücadele eden bir devrimcidir.

Dünya tarihini sınıf savaşımlarının tarihi olarak görür; bu sınıf savaşımında proletaryadan yana tavır sergiler.

Marksizm bir eylem kılavuzdur, pusuladır; işçi sınıfına yol gösterir…

Marksizm her zaman yaşamla bağ içindedir ve kendini yaşamla beraber geliştirir.

Onun başarılarının sırlarından biri de, önceden kotarılmış formüllerle ve dar görüşlerle, çıkmaza götüren yollardan gerçeğe yaklaşarak kendisinin gerçeğe değil de, gerçeğin kendisine uymasını bekleyen bir öğreti olmayışından ileri gelir.

Marksizm, hiçbir zaman bitmiş, tamamlanmış olmayıp her zaman yaratıcı gelişmeye açıktır.

Bu yüzden Marksistler onu bir bağnazlık olarak değil, bir eylem kılavuzu olarak görürler.

Skolastik değildir; hayata müdahale etmektir; politik bir kolektivite gerektirir ki, bu nedenle de devrimci bir politikadır.

Yöntemi diyalektik, teorisi materyalist olup, köklerini İngiliz ekonomi politiği, Alman felsefesi ve Fransız sosyalizminden alan, teori ve pratik birlikteliğine dayalı, felsefenin salt “var olanı açıklaması”na değil dönüştürücü gücüne inanan, Karl Marx ve Friedrich Engels tarafında teorize edilmiş, yıllarca tahrif ve tasfiye edilmeye çalışılmış, ama hâlâ dimdik ayakta duran felsefedir.

Başat öznesi salt ekonomik kavrayışla tanımlanmaması gereken topyekûn eşit ve özgür bir gelecek projeksiyonu olduğu zaman gerçek anlamını kazanan kuramdır.

Karl Marx’ın, “Bizim için mesele, özel mülkiyetin şekil değiştirmesi değil, yok edilmesi; sınıf uzlaşmazlıklarının yumuşatılması değil, sınıfların ortadan kaldırılması; var olan toplumun iyileştirilmesi değil, yeni bir toplumun kurulması olabilir ancak,” notunu düştüğü Marksizm, inşa hâlindeki bir tarihtir ve gelişmesinin sonu yoktur.

Marksizm maddeci, diyalektik ve devrimci bir dünya görüşüdür; hareketin hareket hâlindeki doktrini.

Bu nedenledir ki, “Bizim öğretimiz” demiştir Friedrich Engels, “Bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur.”

Bu tümce, Marksizmin çok sık gözden kaçırılan bu yönünü, dikkat çekici bir güç ve anlatımla vurgulamaktadır.

V. İ. Lenin’e göre Marksizm, “Sınıf ilişkilerinin kesin ve nesnel olarak doğrulanabilir bir çözümlemesini ve her tarihsel anın somut özelliklerini” belirlemeye çalışır… Bu da verili “tarihsel anın” niteliğinin tanımlanmasından başka bir şey değildir…

V. İ. Lenin’in sözünü ettiği bu zemin gerçekliği değiştirmekte kullanılacak aleti sağlamlaştırmak için gereklidir. O, bu alet “politikadır” der: Sözü edilen alet, devrimci dönüşümü gerçekleştirmek amacıyla kitlelere yöneltilen parti politikasıdır.

Toparlarsak: Marksizm, “bilimsel sosyalizm” olarak bilinen ideolojinin kurucu isimlerinden Karl Marx’ın görüşlerini temel alan ve kapitalizmin bilimsel olarak analiziyle, eleştirisiyle sistematize edilen öğretinin adıdır.[4]

Marksizm bir öğreti olarak siyasal, ekonomik ve felsefi bir bütünlük içerir.

Kapitalizm var olduğu sürece, göz ardı edilmesi mümkün olmayan “Marksizm somut durumun somut analizidir,” der V. İ. Lenin.

Marksizm, ideolojik alanda, esas olarak sınıflar savaşımı teorisini ortaya atan ve bu savaşımın zorunlu sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve oradan da toplumsal eşitlik ve özgürlük dünyası komünizme varılacağını öngören bir öğreti olarak tanımlanır.

Marksizm yalnızca Karl Marx ve Friedrich Engels gibi teorisyenlere ya da V. İ. Lenin ve Mao Zedoung gibi Marksist siyasetçilere ait bir şey değildir.

Marksizm, Marksist düşüncenin doğumundan bugüne kadar, teorik ve politik alanda Marksist olarak etkinlik gösterenlerin tümünü kapsamaktadır.

Marksizm bir kıvılcımdır. Tüm eksikliklerine rağmen insanlara başka bir dünyanın mümkün olabileceğine dair bir umut aşılamıştır. Bu bile başlangıç için yeterince devrimci ve yeterlidir.[5]

Nihayet Marksist dünya görüşü hâlâ bu dünyanın hâkim sınıflarını tedirgin etmeye devam ediyor. Bu, Marksizm’in ölümünü defalarca ilan etmelerine rağmen bu böyle.

‘Komünist Manifesto’da Avrupa’ya bir komünizm heyulasının musallat olduğu söyleniyordu; benzer şekilde bugün de onun hayaletinin yeniden dünya hâkim sınıflarına musallat olmaya başladığı bir döneme girmiş olduğumuz açık.

Kapitalizmin girdiği her bunalımda Karl Marx’ın siluetinin yeniden belirmesi kaçınılmazdır. Bu bakımdan onun silueti kapitalizmin tarihsel kifayetsizliğini, onun sınırlarını ve sonuç olarak onun tarihsel ölümünü simgelemektedir.

O hâlde kilit soruyu dillendirelim: Kim Marksist’tir?

“Marksist öğretinin en önemli özelliği, proletaryanın sosyalist toplumun kurucusu olarak dünya tarihindeki rolünü açık seçik ortaya konmasıdır,” vurgusuyla V. İ. Lenin’in yanıtı nettir:

“Marksist, yalnızca sınıf savaşımının kabulünü, proletarya diktatörlünün kabulüne kadar genişleten kimsedir.”

 

DEVRİM

 

İyi de, Marksistler için devrim nedir?[6]

Öncelikle dünyayı değiştirmek düşüncesinin eyleme dökülmüş praksisidir devrim; yenilikçi, köktenci, eleştirel, cüretkâr eylemdir; eskinin yerine konan yeninin, eskiyle hiçbir bağlantısı olmamasıdır. (ODTÜ stadyumundaki silinemeyen -devasa- yazıdır!)

Sürdürülemez kapitalist çıkmaz(lar)da, karmaşa(lar)da kaçınılmaz tek yol devrimdir; henüz var olmamışı sevmek, ona bağlanmaktır; sömürü düzen(sizliğ)inin kirlettiğini temizleyendir; Orhan Kotan’a, “Ey günahkâr dünyanın yüz akı/ Sevdalıyım sana,” dedirtendir.

Dalgalar hâlinde gelişir devrim; ardında da bir çığ gibi büyür; Karl Marx’ın, “Gelişmelerinin belli bir aşamasında, toplumun maddi üretici güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya da bunların hukuki bir ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretici güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler, onların engelleri hâline gelir. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder,”[7] ifadesindeki üzere…

Çünkü akasya kokulu sabahların kendisidir; açacağı günü bekleyen bir çiçektir; umudun diğer adıdır; hakikât arayışıdır; bütün aşkların toplamıdır ve elbette Türkiye’de de en uzun koşudur devrim.

Veya hakikât yolunda aşk ile koşmakken; Prometheus’un soyundan gelenlerin eylemidir.

Ya da Hilmi Yavuz’a, “bir gülün açılması devrimdir,” dedirten; sıyrılıp gelendir; ezilenlerin bayramıdır; “imkânsız” denileni istemektir; aşkın öbür adıdır; kara sevda bir nevi…

Elin kolun bağlanmışken, ayağa kalkmaktır devrim; her şeyin güzel olacağı üzerine kurulu bir ütopyadır ve Cornelius Castoriadis’a göre, “Devrim önce bir tahayyüldür.”

Arkadaş Z. Özger’in dizelerindeki üzeredir: “elbette bir su/ kendi akacağı toprağın sertliğini bilir/ ve suyun gövdesiyle yırtılınca toprak/ artık ırmak mı ne denir/ işte devrim/ ona benzer bir akışın hızına denir.”

Yani devrimle her şey devrilir; her şey değişir; çünkü aşkın, teslim alınamayan onurlu başkaldırısıdır devrim.

Ancak unutulmasın: Her devrim bir değişikliktir, fakat her değişiklik devrim değildir.

“Nasıl” mı?

Karl Marx’ın, “Toplumlar üstesinden gelemeyecekleri sorunları gündeme getirmezler”; V. İ. Lenin’in, “On milyonlarca halk talebe göre değil, fakat şiddetli ihtiyaç tarafından sürüklendikleri zaman devrim yaparlar”; Leon Troçki’nin, “Devrim kaçınılmaz olana kadar imkânsızdır!”; Emma Goldman’ın, “Dans edemediğim devrim, devrim değildir,” notunu düştükleri “devrim” sözcüğünün etimolojik kökeni ve anlamına gelince: Devrim (revolution) ve ayaklanma (revolt) kavramları XVII. yüzyılda Fransızca’dan alınmıştır. Her iki sözcüğün kökü de Latince “volv”a dayanır. “Volv”a dahil olan “volo”, “vel”, “volution”, “volvo”, “volubilis” veya “volupterius” sözcüklerinin üç farklı düzlemde anlamı vardı.

“Volv” her şeyden önce “hareket hâlinde olmak” anlamına gelir. Burada kastedilen “burgaç gibi dönen”, “akan hareketler”dir. “Volv” ayrıca “istem”, “talep”, “kararlılık” anlamına gelir.

Yunanca’daki karşılığı “Epanastasi” olan devrim, “Diriliş, yeniden hayata dönüş ile ilgili olmak”tır. Son tahlilde devrim insan(lık)la alâkâlıdır ve devrimde “yasal”lık aranmaz. Devrimde aranan tek şey halk desteğidir.

Malum “İnkılap” sözcüğü Arapça’da, “Devirmek” anlamına gelirken; Friedrich Engels’in, “Bu baylar (anti-otoriterler-bn) hiç devrim görmüşler midir yaşamlarında? Devrim, her hâlde olanaklı olan en otoriter şeydir. Devrim, nüfusun bir bölümünün, tüfek, süngü, top gibi, söz uygun düşerse, otoriter araçlar kullanarak, kendi iradesini nüfusun öteki bölümüne zorla kabul ettirdiği bir eylemdir”; Mao Zedong’un, “Devrim, birini yemeğe davet etmek, tablo yapmak, üzerine deneme yazısı yazmak ya da cici yün işleri örmekle aynı şey değildir. Devrim, bir sınıfın diğerini alaşağı ettiği bir şiddet hareketidir,” diye betimlediğidir.

Çünkü eski toplumsal yapının bütün kurumlarının baştan aşağı değiştirilmesidir; devrim bir alt-üst oluştur; çok değişkenli alt üst oluş ve çatışmaya denk düşen değişim sürecidir; sosyo-ekonomik koşulların geniş halk kitleleri lehine ani ve kökten değişimidir. İktidarı, kendisini tüketmiş olan bir sınıfın elinden yükselmekte olan diğer bir sınıfın eline geçirir. Ayaklanma anı iki sınıfın iktidar mücadelesindeki en keskin ve kritik anı oluşturur.

Mevcut bir hâlden başka bir hâle geçişi değil; bu geçişin başlangıç, eylem aşamaları ile mevcut hâlin ortandan kaldırılması, yıkılması ve devrilmesi ile ilgili faaliyetlerin tümünü tanımlar devrim.

Karl Marx ile Friedrich Engels’in altını çizdikleri üzere, “Devrim yalnızca egemen sınıfı devirmenin tek yolu bu olduğu için değil, onu deviren sınıfın üzerine bulaşan pislikten ancak devrim yoluyla arınıp toplumu yeni temeller üzerinde kurmaya uygun hâle gelebileceği için de bir zorunluluktur.”

Devrim tek bir eylem değildir. Devrim hayat içindeki kesintisiz bir süreçtir. Egemen yapıların çoğunlukla engellemeye çalıştığı, zor kullanmaya, zırhlanmaya ve yıkıcılığa giden bir süreç. Eğer devrim hayattır, hayat devrimdir ve günceldir.

Ya da Ursula K. Le Guin’in, “Devrimi satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak. Devrim ya ruhunuzdadır ya da hiçbir yerde değildir,” notunu düştüğü devrim geçmiş değildir, bugündeki gelecektir.

Ve devrim her daim günceldir.

Burada bir parantez açıp ekleyelim: Devrimi halk yapıyorsa ayaklanmayı da öncü (örgüt) hazırlar.

Ayaklanma bir sanattır; devrim için bir fikre, kıvılcıma ve en önemlisi öncüye (örgüte) ihtiyaç vardır.

Kendiliğinden, kitlesel başlayan bir hareket olmakla birlikte, harekete katılanların merkezi biçimde organize olabileceği bir öncü (devrimci örgüt) olmadan başarıya ulaşması mümkün değildir.

Bunların yanında devrimi sayısal hesaba indirgemek tipik bir burjuva tutumudur. Bu yaklaşımın ayrılmaz parçası, parlamentarizm saplantısıdır ki V. İ. Lenin bu yaklaşıma öfke duyar: “Zaferi, burjuvazinin yönetimi altındaki bir seçimde oy çoğunluğu sağlamakla ya da bunu kazanmanın bir koşulu yapmakla sınırlamak tam bir aptallıktır ya da işçileri aldatmaktan başka bir şey değildir.”

Devrim için elbette belli bir çoğunluğa ulaşmak şarttır. Ancak bunu sayısal anlamda mutlak çoğunluk olarak kavramak devrimi neredeyse imkânsız kılmak olur. Devrimler meşruiyetini miadını doldurmuş olan egemen sınıf tarafından manipüle edilen kitlelerin önüne konmuş sandıktan alamaz.

Devrim, basit bir iktidar değişimi değildir; toplumun bütün dinamiklerini harekete geçirir yeniler…

Kitle hâlindeki bir toplumsal hareketin başlatılmasının söz konusu olduğu, var olan bir rejimi şiddet kullanımı sonucunda başarıyla yıkarak yeni bir hükümet biçimi oluşturan bir politik değişme sürecidir.

Devrim, “coup d’etat/ hükümet darbesi”den ayrı tutulmalıdır. Çünkü devrimde bir kitle hareketi ile politik sistemin bütününde önemli bir değişmenin gerçekleşmesi söz konusudur. “Coup d’etat”, iktidarın silah yoluyla, ancak hükümet sistemini kökten bir biçimde değiştirmeden var olan politik liderlerin yerine geçecek olan kişiler tarafından ele geçirilmesine göndermede bulunmaktadır.

Devrimler, var olan politik otoritelere meydan okuyan, ancak yine politik sistemi bütün olarak dönüştürmekten çok otoriteyi temsil eden kişilerin yerlerine başkalarının geçirilmesini hedefleyen başkaldırılardan da ayrı tutulmalıdır.

Karl Marx’ın, “Mülksüzleştirenler mülksüzleştirilirler,” notunu düştüğü devrim, kimi, neyi, niye değiştirmek sorularını sordururken; eşitlik ve özgürlük için yapılır.

Tüm “umutsuzluk”, “imkânsızlık” yaygaralarının ortasında, sınırsız tanımayan devrim meşruiyetini miadını doldurmuş çürümüşlükten alması yanında; gereksinimlerinin başında hayal kurma cüreti/ cesareti gelirken; devrim ya yaşamınızdır ya da hiçbir şey değildir. Ya herkes için ya da hiçbir şey içindir.

Nihayet yerkürenin neresinde olursa olsun şarkılarla, marşlarla, türkülerle, şiirlerle gelendir.[8]

Kolay mı? V. İ. Lenin’in, “Her devrimin temel sorunu, iktidar sorunudur,” notunu düştüğü devrimin hedefi: Sınıflı-sömürücü ilişkilerin kökten değişiminden başka bir değildir. Ayrıca da soyut bir kavram değildir; yüz binlerin inandığı, uğruna savaştığı ve öldüğüdür; toplumsal güçlere dayanıp, onları harekete geçirerek gerçekleşir. Bu zeminde, devrimci ideoloji, yarattığı bilinç ve kitleler üzerindeki etkisiyle devrimci güç oluşturur.

Devrim için devrimci bir parti gereklidir. Evet. Devrimci görev, aşağıdan yukarıya doğru örgütlenen bir işçi iktidarının, tüm ezilenlerin, yoksulların desteğini alarak işçi sınıfının kitlesel mücadelesinde dağınıklığını gidererek gücü merkezileştirir, onları koordine eder, sınıf mücadelesinde yol gösterir.

Herhangi bir ülkede gerçekleşebilecek bir devrimin başarısı, diğer ülkelere sıçramasına bağlıdır. Devrim süreklidir, kesintisizdir. İşçi sınıfının ve emekçilerin özgürlüğüne giden yegâne kurtuluş yolu, kapitalist yağma ve barbarlığın tek ilacıdır!

Bu yolda devrim savaşımı, elbette reform mücadelesini de kapsar, ilerletir ve nihayete erdirir. Yani devrim demek her şeyin bir çırpıda olması, akşamdan sabaha tüm düzenin değişmesi demek değildir. Devrim evrimi dışlamaz, kapsar ve aşar. Devrimciler toplumsal dönüşümün uzun bir süreç olduğunu herkesten daha iyi bilirler. İşçi sınıfı devrimcileri toplumsal altüst oluşun, yani binlerce yıllık sınıflı toplum pisliğinin bir çırpıda ortadan kalkmasını savundukları için değil, eski toplumun pisliğiyle radikal, köklü ve uzlaşmaz bir kopuşu savundukları için “Reformlar yetmez, devrim şarttır” derler!

Ancak “Devrimci hedeflere devrimci araçlarla erişilir” gerçeğini de unutmayıp/ unutturmazlarken; Taha Akyol’un, “Akılcı sayılan bir zihniyetin zorla uygulanmasıdır”; Friedrich Nietzsche’nin, “Bir nevi kıyamettir”; Johann Wolfgang von Goethe’nin, “Ben devrimleri sevmem, çünkü yıktığı değerler, yarattığından fazladır”; Charles Bukowski’nin, “Devrim kelimesi hoş geliyor kulağınıza değil mi? Ama hiç hoş değildir inanın bana. Devrim nedir söyleyeyim: kan, bağırsak ve delilik yolunuza çıktıkları için ölen küçük çocuklar, olup bitenden habersiz yavrular, yanınızdaki orospunun, hatta karınızın gözünüzün önünde önce kasaturalanıp sonra ırzına geçilmesi bir zamanlar miki fare filmlerine gülebilen erkeklerin birbirlerine işkence etmeleri, böyle bir eyleme girmeden önce bu eylemin ruhu nerdedir ve eylem bittiğinde nerde olacaktır diye iyice düşünmek lazım,” türünden zırvalarına prim vermezler!

Bu kadar da değil! Ayrıca Murray Bookchin’in otonomist manipülasyonlarına;[9] George Orwell’ın, “Güç bir araç değildir, amaçtır. Bir insan, bir devrimi korumak için diktatörlük kurmaz; diktatörlüğü kurmak için devrim yapar. Eziyetin amacı eziyettir. İşkencenin amacı işkencedir. Gücün amacı güçtür,” diyen iktidarsızlık söylencelerine sırt dönerek; insan(lık)ın egemenlerce dayatılan “yazgı”sına karşı koyması, başkaldırarak nihayete erdirmesidir; Can (Yücel) Baba’nın “Tüzük ile değil büzük ile olur!” dediğidir devrim.

Tam da bunun için “İmkânsız” denilen zaman diliminde gerçekleş(tirl)ir ve “Devrimin büyük görevleri ancak, ileri sınıflar tekrar tekrar saldırıya geçtikleri ve yenilgi deneyimiyle akıllanmış olarak zaferi kazandıkları için yapılabilmiş ve çözülebilmiştir,”[10] der V. İ. Lenin…

V. İ. LENİN

Nâzım Hikmet’in, “Bindokuzyüzonyedi ikinci teşrin idi…/ Yumuşak ve derin sesiyle Lenin:/ ‘Dün erkendi yarın geç, zaman tamam bugün’ dedi/ Yağlı çarıklılarla yağlı işçiler: ‘Bugün!’ dediler./ Ölümü açlıktan öldüren siper: ‘Bugün’ dedi./ Ağır, çelik, kara, toplarıyla Avrora: ‘bugün’ dedi,” dizeleriyle betimlediği Ekim Devrimi praksisi ile Karl Marx’ın fikirlerini ütopya, emekçiyi de ezilen olmaktan çıkaran ve Marksizmi ete kemiğe büründüren önderdir Vladimir İlich Lenin.

Tarihin tanık olduğu en önemli liderlerden birisi olan Lenin, egemenler için hâlâ güncel bir tehlikeyi, devrim tehlikesini temsil edegelir. Bu nedenle burjuvazi hâlâ Ekim Devrimi’nin ve V. İ. Lenin’in hayaletinden korkar.

Kolay mı; O, tüm bir XX. yüzyıla damgasını vurmuş, nice kuşaklara ilham vermiş ve dünya burjuvazisinin haklı gazabını çekmiştir.

Gerçekten de Ekim Devrimi’nden sonra dünyanın birçok yerinde devrimler, devrimci kalkışmalar, hatta kısa sürelerle iktidar deneyimleri yaşanmıştır. İşçi sınıfı böylelikle devrimci potansiyelini sayısız kez göstermiş, ama hiçbirinde Ekim Devrimi’nin temsil ettiği zirve noktasına yaklaşamamıştır. İşte bu nedenle V. İ. Lenin dediğimizde, (şüphesiz çok çeşitli faktörlerin bir bileşkesi sonucu ortaya çıkan) bu farkı özetleyen bir şeyden bahsediyoruz demektir. V. İ. Lenin Ekim Devriminde mevcut olan, ama diğer devrimlerde olmayan şeyi, yani kararlı ve etkili bir devrimci önderliği sembolize etmektedir.

V. İ. Lenin’in rolü, devrimci otoritenin, kadroların, örgütlülüğün ve hepsinin özeti olmak üzere önderliğin öneminin vurgulamasıdır. Bilindiği üzere Bolşevikler kitleler üzerinde ve V. İ. Lenin de Bolşevikler üzerinde muazzam bir devrimci otorite kurabildiler.

Doğru fikirlere sahip olmak ve devrimci atılganlık yetmez, kitlelerdeki devrimci enerjinin devrim sürecinin her dönemecinde doğru manevralarla korunup, bir devrimci iktidar hedefine sevk edilmesi gereklidir. V. İ. Lenin de bunu yaptı.

Bu bağlamda V. İ. Lenin’in örgütsel sorunlara verdiği önem hayatiydi. Oysa onun dediği gibi, “örgütsel sorunlar siyasal sorunlardan mekanik biçimde koparılamaz”dı. V. İ. Lenin devrimci düşüncelerin hayata ancak örgütsel dolayımla geçebildiğini, çağdaşlarının hepsinden daha önce, daha derin biçimde gördü. O yüzden siyasal sorunları her zaman örgütsel bir bağlam içinde ele aldığı gibi, örgütsel sorunları da hiçbir zaman salt teknik-idari sorunlar olarak görmedi.

Tarihte ancak “silahlı peygamberlerin” başarılı olduğu söylenir. Aslında bunu “örgütlü peygamberler” diye değiştirmek daha doğru olur. V. İ. Lenin bir devrimci kavşak noktasında örgütlü önderliğin oynayabileceği rolün ne büyük bir kapsama ulaşabileceğini göstermiştir. Ancak V. İ. Lenin’in rolüne ilişkin bu değerlendirmelerimiz bir yanlış anlamaya yol açmamalıdır. V. İ. Lenin devrimi yaratmamıştır, aksine Rusya’yı emperyalist zincirin zayıf halkası hâline getiren ve dünya ölçeğinde bir devrimci durumun en hassas noktası kılan eşitsiz ve bileşik tarihsel gelişme onu yaratmıştır.

 

V. İ. LENİN: HAYATI VE MÜCADELESİ
22 Nisan 1870 Vladimir İlyiç Ulyanov Simbirsk’te doğdu.
Mayıs 1887 Vladimir’in ağabeyi Alexander, çar’a suikast düzenlemek suçundan idam edildi.   Alexander’in idam edilmesinin, Lenin’in devrimci mücadeleye katılmasında önemli etkisi olacaktır.
Eylül 1887 Vladimir İlyiç Kazan Üniversitesine yazıldı. Aralık ayında öğrenci protestolarına katıldığı için tutuklandı ve serbest bırakıldı.
1888-1889 Vladimir İlyiç, Rus devrimi’nin erken kuşaklarının edebiyatı alanında eğitim gördü. Hukuk eğitimi almaya başladı. Kazan ve Samara’da ikamet etti.
1892 Hukuk alanında çalışmaya hak kazandı.
1893 Bir Marksist çalışma gurubunda aktif çalışmaya başladı. Eylül ayında St. Petersburg’a taşındı.
1895 Avrupalı ve sürgündeki Rus devrimcilerle tanışmak için Avrupa gezisine çıktı. Lenin bu dönemde Rus Marksizmi’nin kurucusu Plehanov’un öğrencisi oldu.
1895 ‘Rabochye Delo’ isimli yasa dışı bir gazete çıkarmayı planlarken, 7 Aralık’ta St. Petersburg’da tutuklandı.
Aralık 1895 Vladimir İlyiç’in üyesi olduğu, “İşçi Sınıfının Kurtuluşu için Mücadele Birliği” St. Petersburg’da kuruldu.
1896 Bütün yıl boyunca hapsedildi.
Şubat 1897 Vladimir İlyiç, Sibirya’daki Susensköye’ye sürgüne gönderildi.
Mart 1898 Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) kuruluş kongresi Minsk’te toplandı.
Haziran 1898 Vladimir İlyiç ile N. K. Krupskaya evlendiler.
Nisan 1899 Vladimir İlyiç, ‘Kapitalizmin Rusya’da Gelişimi’ başlıklı yapıtını yayımladı.
Ocak 1900 Sibirya sürgünü sona erdi. İlyiç Mart ayında Pskov’a yerleşti.
Haziran 1900 Yayın faaliyetleri için Rusya’yı terk ederek Avrupa’ya gitti. Eylül ayında Münih’e yerleşti.
Aralık 1900 İlyiç’in dergisi ‘Iskra’nın ilk sayısı yayınlandı. Yayın kurulu; Lenin, Martov, Akselrod, Zasulic, Krupskaya, Plehanov’dan oluşuyordu.
Mayıs 1901 Krupskaya Ufa’daki sürgününü tamamlamasının ardından Vladimir İlyiç’e katıldı.
Mart 1902 ‘Ne Yapmalı?’ yayımlandı.
Nisan 1903 Cenevre’deki kısa konaklamanın ardından Londra’ya yerleşti.
Haziran 1903 RSDİP’in ikinci kongresi örgütlendi. Parti bölünerek Bolşevik ve Menşevik fraksiyonlarına ayrıldı. Bolşeviklerin başında bulunan V. İ. Lenin ‘Iskra’dan uzaklaştırıldı.
Ocak 1905 Lenin ‘Vyperod’ isimli yeni bir gazete yayımlamaya başladı.
Ocak 1905 St. Petersburg’da kanlı pazar. 1905 Devrimi bu katliamla başladı. Bu devrimci nesnellikte işçileri ve askerleri biraraya getiren Sovyetler, yani işçi konseyleri, büyük ölçüde kendiliğinden gelişen örgütler olarak şekillendi.
Nisan 1905 RSDİP’in üçüncü kongresi düzenlendi. Menşevikler kongreye katılmadı.
Temmuz 1905 V. İ. Lenin ‘Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasi’nin İki Taktiği’ başlıklı yapıtını yayımladı.
Nisan 1906 RSDİP’in dördüncü kongresi toplandı. Menşevikler kongreye katıldı. V. İ. Lenin başkanlığa getirildi.
Ocak 1907 V. İ. Lenin güvenlik sebebiyle Finlandiya’ya yerleşti.
Mayıs 1907 RSDİP’in beşinci kongresi toplandı. V. İ. Lenin tekrar başkanlığa getirildi.
Ağustos 1907 Sosyalist Enternasyonal’in Stutgart Kongresi’ne V. İ. Lenin de katıldı.
Ocak 1908 V. İ. Lenin Cenevre’ye yerleşti.
Sonbahar 1908 V. İ. Lenin ‘Materyalizm ve Ampriokritisizm’ kitabını tamamladı.
Kasım 1909 V. İ. Lenin Paris’e taşındı.
Ağustos 1910 V. İ. Lenin yazar Maksim Gorki ile İtalya’da buluştu. İkinci enternasyonal’in Kopenhag Konferansı’na katıldı.
Yaz 1911 V. İ. Lenin Paris yakınlarındaki parti okulunu yönetti.
Ocak 1912 Prag Konferansı. Bolşevikler fraksiyonlarını fiili olarak bağımsız bir parti olarak örgütlediler.
Nisan 1912 ‘Pravda’nın ilk sayısı Rusya’da basıldı.
Ağustos 1914 Almanya Rusya’ya savaş açtı. V. İ. Lenin, İsviçre’de Bern’e yerleşti.
Ağustos 1915 Savaş karşıtı sosyalistlerin Zimmerwald Konferansı’na katıldı.
Şubat 1916 Zürih’e taşındı. Aynı yıl, Lenin, ‘Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması’   başlıklı kitabını yazdı.
Nisan 1916 V. İ. Lenin’in de katıldığı İkinci Zimmerwald Konferansı Kienthal’de toplandı.
Mart 1917 Çar İkinci Nikolas devrildi. Rusya’da geçici hükümet oluşturuldu.
3 Nisan 1917 V. İ. Lenin ve arkadaşları, İsviçre’den yola çıkıp, Almanya’yı “mühürlü tren” ile geçerek Petersburg’a vardılar. “Mühürlü” diye de anılan tren, 16 Nisan 1917 günü Petrograd’daki Finlandiya Garına girdi. Tren henüz Rusya topraklarına varmadan, bazı Bolşevik yöneticiler gelenleri Finlandiya’da karşılayıp onlara katılmışlardı. Kamanev de onlardan biriydi.
Nisan 1917 V. İ. Lenin ‘Nisan Tezleri’ni yayımladı. Yapıt geçici hükümet’in devrilmesini ve Bolşevik taktiklerin gözden geçirilmesini öneriyordu.
Mayıs 1917 RSDİP (Bolşevik)’in yedinci kongresi Petrograd’da toplandı. V. İ. Lenin ‘Nisan Tezleri’ni partiye kabul ettirdi.
Temmuz 1917 Nisan ayının ardından işçi sınıfı içerisinde hızla örgütlenen Bolşevikler, bu kongrede Sovyetler içerisinde çoğunluğu ele geçirdiler.
Temmuz 1917 “Temmuz Günleri” olarak anılan ayaklanma. Sürece temkinli yaklaşan ve silahlı bir ayaklanma için erken olduğunu düşünen Bolşevikler, erken bir ayaklanma fikrine karşı çıktılar. Büyük ölçüde kendiliğinden gelişen bu ilk ayaklanma girişimi, başladıktan sonra Bolşevikler tarafından desteklenmiş de olsa başarısızlığa uğradı.
Temmuz 1917 V. İ. Lenin yeraltına geçmek zorunda kaldı ve Finlandiya’ya geçti.
Eylül 1917 V. İ. Lenin yeni bir ayaklanma önerdi. Bu öneri parti içerisinde tartışmalara neden oldu.
Ekim 1917 V. İ. Lenin gizlice Petrograd’a döndü.
Ekim 1917 V. İ. Lenin partideki güçlü muhalefete rağmen, acil bir ayaklanmada ısrar etti ve bu ısrarını partiye kabul ettirdi.
Ekim 1917 Başarılı bir silahlı ayaklanmanın ardından V. İ. Lenin’in başkanı olduğu Sovyet hükümeti kuruldu.
5 Mart 1918 Brest Litovsk antlaşması ile Almanya ile savaşa son verildi.
10 Mart 1918 Sovyet hükümeti’nin Moskova’ya taşınmasıyla birlikte V. İ. Lenin de Moskova’ya taşındı.
30 Ağustos 1918 V. İ. Lenin, Fanny Kaplan’ın suikast girişiminde ağır yaralandı.
Mart 1919 Komünist Enternasyonal kuruldu.
Şubat 1921 Sovyet Hükümeti’ne karşı karşı-devrimci bir girişim başarısızlığa uğratıldı. Batı ülkelerinin, burjuvazi, toprak ağalarının, çar yanlılarının ve yer yerde Menşeviklerin desteklediği beyaz orduya karşı yürütülen ve dört yıl süren iç savaş kazanıldı.
17 Mart 1921 X. parti kongresi toplandı. NEP (yeni ekonomi politika) uygulanmaya bağlandı.
26 Mayıs 1922 V. İ. Lenin ilk krizini geçirdi.
20 Kasım 1922 V. İ. Lenin’in halka son hitabı.
15 Aralık 1922 V. İ. Lenin ikinci krizini geçirdi.
30 Aralık 1922 Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ilan edildi.
Aralık 1922 V. İ. Lenin “Vasiyet” olarak anılacak son mektuplarını yazdı.
9 Mart 1923 V. İ. Lenin üçüncü krizini geçirdi. Konuşma kabiliyetini yitirdi.
12 Mayıs 1923 V. İ. Lenin Gorki’deki bir senatoryuma kaldırıldı.
21 Ocak 1924 V. İ. Lenin dördüncü krizinin ardından öldü.

 

Eşi ve yoldaşı Nadejda Krupskaya’nın, “V. İ. Lenin işçilere hiçbir şeyi zorla kabul ettirmezdi, her şeyi olgular ile açıklardı,”[11] diye betimlediği O: “Devrimci bir teori olmaksızın devrimci bir hareket olamaz”…

“Bir düşünceyi mahvetmenin yolu, onu toyca savunmaktır”…

“Politika geçmişin unsurlarıyla değil, anın belirledikleri ile yapılır”…

“Her sorun ‘ucu olmayan bir halka’ya benzer, çünkü bir bütün olarak siyasi hayat sonsuz sayıda halkalardan oluşan uçsuz bir zincirdir. Siyaset sanatının tümü, elimizden kaçma olasılığı en az olan halkayı, o anda en önemli olan halkayı, sahibine tüm zincirin sahipliğini her şeyden çok garantileyen halkayı bulmakta ve elimizden geldiği kadar sıkıca yakalamakta yatar”…

“Kitlelerin gerçek eğitimi hiçbir zaman onların bağımsız siyasi ve özellikle devrimci mücadelelerinden ayrılamaz. Sömürü altındaki sınıfı ancak mücadele eğitir. Ona kendi gücünün çapını gösteren, ufkunu açan, kabiliyetlerini geliştiren, kafasını açıklığa kavuşturan, iradesini işleyen ancak mücadeledir”…

“Kadınların kurtuluşu sosyalizmin zaferi ile mümkün olabilir, sosyalizmin zaferi ise daha fazla kadının katılımı ile mümkün olabilir”…

“Proletarya, din aldatmacasının gerçek kaynağı olan ekonomik köleliğin kalkması için açık ve yaygın mücadele verecektir.”

“Herkes istediği dini izlemek ya da dinsiz, yani kural olarak bütün sosyalistler gibi ateist olmakta tamamen özgür olmalıdır. Vatandaşlar arasında dinsel inançları nedeniyle ayrım yapılmasına kesinlikle göz yumulamaz”…

“Sosyalizmin amacı yalnızca insanlığın küçücük devletlere bölünmesine ve ulusların herhangi bir şekilde tecrit edilmesine son vermek değildir. Amaç yalnızca ulusları birbirine yaklaştırmak değildir, onları bütünleştirmektir.”

“Burjuva devlet, proleter devlete (proletarya diktatoryasına) yerini ‘sönme’ yoluyla değil, genel kural olarak ancak ve ancak ‘zora’ dayanan bir devrimle bırakabilir.”[12]

“Hiçbir diktatör iç savaş çıkarmadan gitmez”…

“İnsan gerçek dostlarını felaket anında tanır. Yenilgi yılları, iyi bir okuldur”…

“Tarihin diyalektiği öyleydi ki, Marksizmin teorik zaferi, onun düşmanlarını, Marksist kılığına bürünmeye zorladı. İçten çürüyen liberalizm, kendini, sosyalist oportünizm biçiminde canlandırma yolunu denedi.”

“Umutsuzluk ve karamsarlık, yıkımın nedenlerini kavrayamayan, çıkış yolu göremeyen, mücadele yeteneğini kaybetmiş olanlara ait bir sorundur,” uyarılarıyla hâlâ yolumuzu aydınlatan mücadele insanıdır…

O, i) İşçi sınıfının öncüsünü yaratmak (‘Ne Yapmalı?’); ii) Kapitalizmin yeni aşamasının çözümlenmesi (‘Kapitalizm Emperyalizmin En Yüksek Aşaması’); iii) Devlet aygıtının devrim öncesi ve sonraki konumlandırılması (‘Devlet ve Devrim’) ile Marksizmin gelişimi ve toplumsal pratikleri itibariyle aldığı bir evrenin devrimci teorisini (Leninizmi) sistematize edendir.

Ve Marksizm-Leninizm’in temel kıstasları ise, i) Toplumu dönüştürecek temel güç olarak işçi sınıfını tanımak; ii) Devrimci, komünist bir enternasyonal partinin gerekliliğini savunmak ve bu uğurda hem teorik hem de pratik düzlemde gerçekten çaba harcamak; iii) İşçi devletini V. İ. Lenin’in Devlet ve Devrim’de dile getirdiği proletarya diktatörlüğü görüşlerini temel alarak kavramak; iv) Sosyalizmi Karl Marx ve V. İ. Lenin’in tarif ettiği şekliyle, sınıfsız, sömürüsüz, devletsiz komünist topluma geçiş evresi olarak kabul etmek; v) Bu uğurda Paris Komünü ile Ekim Devrimi’ni eğip bükmeden savunmaktır.

 

EKİM DEVRİMİ

V. İ. Lenin’in, “Biz bu eserin yapımına başladık. Ne kadar zamanda, ne zaman, hangi ulusun proleterleri bu eseri sonuna vardırırlar bunun öze ilişkin bir önemi yok. Önemli olan buzun kırılmış, yolun gösterilmiş ve açılmış olmasıdır,” notunu düştüğü 1917 Ekim Devrimi işçi sınıfının tarihi açısından bir dönüm noktasıdır. İşçi sınıfının sosyalist bir devrimle iktidarı burjuvaziden alabileceğini kanıtlamıştır. Proletarya diktatörlüğünün sadece bir teori olmayıp, pratikte uygulanabileceğini göstermiştir.

Rusya’da o tarihte geçerli takvim Gregorian değil, Julian olduğu için 25 Ekim’de, Rusya’da ve Batı dünyasında takvime göre 7 Kasım 1917’de başlayan devrim ile sosyalizm bir ütopya olmaktan çıkmış gerçek dünyayla buluşmuştur.[13]

V. İ. Lenin’in mimarı olduğu Ekim Devrimi hakkında, “Kapital’e karşı devrimdir” der Antonio Gramsci!

Paris Komünü ardından tarihin ilk sosyalist devrimidir; Marksizmin somutlaşması, tarihsel praksisidir…

Kolay mı? XX. yüzyıldaki en “Büyük Devrim” olarak anılmayı hak eden Ekim Devrimi ile iktidarı ele geçiren işçi sınıfı, tarihte o güne dek (hatta belki bugüne dek) görülmüş en demokratik toplumu kurmayı denemişti.

Edward Hallet Carr’ın ekonomik, siyasal, ideolojik ve kişisel nedenlerini i) Rusya’nın birbiri ardınca gelen askeri yenilgileri; ii) Savaşın baskısıyla çöken Rus ekonomisi; iii) Bolşeviklerin etkin propagandası; iv) Çarlık hükümetinin tarım sorununu çözemeyişi; v) Petrograd fabrikalarında yoksullaşmış ve sömürülen proletaryanın birikmesi; vi) V. İ. Lenin’in ne yapmak istediğini bilmesi, oysa karşı taraftan hiç kimsenin ne yapmak istediğini bilmemesi[14] olarak özetlediği devrimde alınan ilk -ve en acil- kararlar şunlardı: i) Ezilen sınıfları öldüren, yoksul bırakan, farklı ulusların emekçileriyle karşı karşıya getiren emperyalist savaştan derhâl çekilme, yani barış; ii) Toprak sahibi olmayan köylülere toprak dağıtma; iii) Uluslar hapishanesi olarak bilinen çarlık bünyesindeki tüm ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını, koşulsuz olarak tanıma, iv) Tüm cinsiyetçi baskıları kaldırma (mesela, babası belli olmayan çocuklara “piç” demeyi kanunla yasaklama); v) kadınların bütün haklarını tanıma; v.) işçilere sınırsız düşünce ve örgütlenme özgürlüğü sağlama, vb’leri… Bu kararlar aynı zamanda devrimin niteliği ya da “kime ait” olduğunu da yanıtlamaktadır: Süregiden savaşta canları namlunun ucuna sürülen emekçi halk, işçiler, köylüler, ezilen uluslar, kadınlar…

Marksizm’in ilk büyük pratiği olarak Ekim Devrimi, işçi sınıfının örgütlenmesi yolunda, Paris Komünü ile birlikte hâlâ yolumuzu aydınlatmaya devam ediyorken; şu noktaların altını çizebiliriz:

i) Bolşevikler işçilerin, yoksul köylülerin ve askerlerin ağırlıklı kesiminin desteğiyle merkezi iktidarı ele geçirdiler.

ii) Öncü parti’nin önderliğinde Rus emekçileri dört yıl boyunca emperyalistlere ve büyük burjuvazinin ve gericiliğin güçlerine karşı devrimci vatan savunması savaşı verdiler.

iii) Rusya’yı savundukları strateji ve siyasal programla ancak Bolşevikler birleştirebilirdi ve onlar birleştirdi.

iv) Devrim, kapitalist gelişmişlik bakımından batının en geri, doğunun en ileri ülkesinde meydana geldi. Bu durum devrimin batıdan doğuya kaydığının, ‘Emperyalizm, Ulusal Kurtuluş Savaşları Çağı’nın başladığının da göstergesiydi.

v) Ekim Devrimi, revizyonizm ve bilimsel sosyalizm arasındaki mücadeleye hayatın verdiği devrimci cevap olarak da tarihe geçti. Emperyalist savaşın başlamasıyla kendi emperyalist ülke burjuvazilerinin geri kalmış ülkelere uygarlık getirdiğinin savunan sahte sosyalistlere karşı duran Bolşevikler, İkinci Enternasyonal partilerinin sahte vatan savunması propagandalarına karşı etkin bir mücadele verdiler.

Bu çerçevede Marksizmin dogmalaştırılmasına karşı yeni bir teorik atılımın öncülüğünü V. İ. Lenin önderliğindeki Bolşevikler gerçekleştirdi.

Örneğin Ekim Devrimi’nin dördüncü yıldönümü vesilesiyle yaptığı konuşmada, “Bu ilk zafer, nihai zafer değil henüz, Ekim Devrimi’miz bu zaferi emsalsiz cefalar ve güçlükler, işitilmemiş acılar içinde ve kendi payımıza büyük başarısızlıklar ve hatalarla gerçekleştirdi. Sanki başarısızlıklar olmaksızın, hatalar yapılmaksızın, tek başına geri bir halk, dünyanın en güçlü ve ileri ülkelerinin emperyalist savaşlarının üstesinden gelebilirmiş gibi! Hatalarımızı kabul etmekten korkmuyoruz ve biz bunları, bu hataları düzeltmesini öğrenmek için soğukkanlılıkla değerlendireceğiz. Fakat olgu şudur ki: yüzlerce, binlerce yıldır ilk kez köle sahipleri arasındaki savaşa, kölelerin bütün köle sahiplerine karşı bir devrimle ‘cevap vermek’ için verilen söz tamı tamına yerine getirildi -ve tüm güçlüklere rağmen yerine getirilecek,” diyen O ekliyordu:

“Ekim Devrimi’yle tarihin en büyük buluşu yapılmış, proleter tip bir devlet yaratılmıştır. Yeryüzünde hiçbir güç Sovyet devletinin yaratılmış olduğu gerçeğini yok edemez. Bu tarihsel bir zaferdir. Yüzlerce yıldır devletler burjuva modele göre yaratıldı ve ilk kez burjuva olmayan bir devlet keşfedildi. Yönetim aygıtımız bozuk olabilir; ama icat edilen ilk buharlı makinenin de bozuk olduğu söyleniyor. Hatta hiç kimse bu buharlı makinenin çalışıp çalışmadığını bilmiyor; ama önemli olan bu değil; önemli olan buharlı makinenin bulunmuş olmasıdır. İlk buharlı makinenin hiçbir işe yaramadığını varsaysak bile, somut gerçek, bugün artık buharlı makinelere sahip olduğumuz gerçeğidir. Yönetim aygıtımız çok bozuk olsa bile, onun yaratılmış olduğu gerçeği değişmez.”

“Kapitalistlerin kapı dışarı edildiği ya da en azından gerçek işçi denetimi tarafından disiplin altına alınan her fabrika, sömürücü toprak ağalarının kovulup topraklarına el konulan her köy, şimdi ve sadece şimdi, çalışan insanların yeteneklerini ortaya koyabilecekleri ve bir insan olduklarını hissedebilecekleri yerler hâline gelmiştir.”

Evet Ekim Devrimi’yle “İlk kez burjuva olmayan bir devlet keşfedildi”; V. İ. Lenin’in, “Tarihin en büyük buluşu yapılmış, proleter tip bir devlet yaratılmıştır,” deyişindeki üzere…

7 Kasım (eski takvime göre 24 Ekim) 1917’de dünya tarihi bambaşka bir şeye tanık oldu: Üreten ve yaratan baldırı çıplaklar devrimle burjuva iktidarını alaşağı edip, “Biz yöneteceğiz” diyerek sömürücülerin saltanatına son verdiler.

Bu bir ilkti! XX. yüzyılı şekillendiren devrimle “Buz kırılmıştı” V. İ. Lenin’in deyimiyle.

1917 ile 1919 arasında dünyada o güne kadar, gelmiş geçmiş en demokratik toplumun kurulmasına vesile olmuş devrimdir. İşçi sınıfının kazanımlarına bakacak olursak, işçiler rüyalarında bile göremeyeceği haklara kavuşmuş, çalışma saatleri 14 saatten 8 saate inmiş, bütün işçilere sendika hakkı verilmiş, fabrikalarda işçi Sovyetleri kurulmuş, mavi ve beyaz yakalı işçilere ücretsiz sağlık ve işsizlik sigortası hakkı verilmiştir. Fabrikalarda işçiler tarafından seçilerek Duma’ya gönderilen temsilcileri (bir nevi vekil) geri çağırma (görevden alma) hakkı bile vardı işçilerin.

Bununla yetinmeyen Sovyetler neredeyse bir işçi kadar evlerinde çalışıp, hiçbir hakkı olmayan ev kadınları için (onları hapis oldukları evden çıkarabilmek için) yemek evleri, çamaşırhaneler, kreşler kurup, kadınları bu sarmaldan çıkarmaya çalışmış, o dönemin dünyasında hayal olan kürtaj yasallaştırılmıştır. Ek olarak kadın işçilere pozitif ayrımcılık uygulanarak maden ve ağır saniyedeki görevlerine sınırlama getirilmiştir. (hamile kadınların maden ocaklarına girmesi, kaldırabilecekleri maksimum ağırlık vs gibi sınırlamalar).

Merkezinde insan(lık)ın özgürleşme meselesinin olduğu ve John Reed’in “Dünyayı Sarsan On Gün”[15] diye tanımladığı Ekim Devrimi “Ol(a)mayacak” denilen(ler)in yaşama geçirildiği bir praksistir.

Bu devrimle ilgili (birçok devrimde olduğu gibi) en yaygın yanılgılardan biri “Bolşevikler sarayı bastı, komünizm ilan edildi, bütün Rusya’da herkes devrimi alkışlarla karşıladı ve mutlu mesut günler geldi,” anlayış(sızlığ)ıdır. Hâlbuki söz konusu olan devasa bir Rus iç savaşıdır.

“Bitmedi daha sürüyor o kavga sürecek” diye anılan Ekim Devrimi yığınların, yığınsal mücadelelerin eseriydi; Murray Bookchin’in anlık karelerle devrim sürecini tahrif ettiği sözüm ona tahlillere rağmen![16]

 

SOSYALİZM

 

Nâzım Hikmet’in, “Sosyalizm,/ ekmeğimizde tuz,/ kitabımızda söz,/ ocağımızda ateş oluşu hürriyetin,// Ve hepsinden önemlisi, çocukların ama bütün çocukların,/ kırmızı elmalar gibi gülüşü,” diye tarif ettiği; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ Ve bir orman gibi kardeşçesine/ Bu hasret bizim!” diye özetlediği veya Şeyh Bedreddin’in, “Yarin yanağından gayrı her şey ortak” dediği hâldir.

Bu yolda mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi ve insanın “birey” olma özgürlüğünü elinden alan, insanı makineleştiren, koyun sürüsü dönüştüren kapitalizmin aşılmasıdır. Yani insanın insan olma gereğidir; insan(lık)ın kendine yakışanı giymesidir.

Ya da Che Guevera’nın, “Bizim için sosyalizmin, insanın insan tarafından sömürülmesine son verilmesinden başka tanımı yoktur,” biçiminde tanımladığı sistemdir.

Siz bakmayın “Öldü” söylencelerine; sosyalizm açısından her şey Philip K. Dick’in, “Gerçeklik, siz ona inanmaktan vazgeçtiğinizde ortadan kaybolmayan şeydir,” saptamasındaki kadar sahicidir.

Ve nihayet üretim araçlarının kamulaştırılmasına ve bir azınlık yerine tüm ülkenin yararına üretim yapılmasını benimseyen “Sosyalizm, gerçekleşemeyecek bir düş değildir. Toplumsal evrim sürecinde bir ileri adımdır. Ve gerçekleşme zamanı gelmiştir.”[17]

İnsan(lık)ın böylesine acil bir gündem maddesi olan sosyalizm konusunda Cemil Meriç’in, “ İslâmdan haberi olmayanların İslâmı”; Mehmet Ali Aybar’ın, “Sosyalizmin şiddetle, tepeden inme buyruklarla gerçekleşmesi olanaksızdır”; Roger Garaudy’nin, “Sermayenin ilahlaştırılması kapitalizmi, bir milletin ilahlaştırılması faşizmi, bir sınıfın ilahlaştırılması ise sosyalizmi doğurur”; Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin, “Yahudiler gerçek tanrıyı bulmak için yaşadılar ve gerçek tanrıyı dünyaya bıraktılar… Yunanlılar doğayı tanrılaştırdılar ve dünyaya kendi dinlerini bıraktılar, felsefe ve bilimi… Roma devlet içinde ulusu tanrılaştırdı ve uluslara devlet düşüncesini bıraktı… Fransa uzun tarihi boyunca yalnızca Roma tanrısı düşüncesini geliştirmekten başka bir şey yapmadı ve sonunda Roma tanrısını kenara atarak dinsizliğe yöneldi. Bu şimdi sosyalizm adını alıyor,”[18] türünden ucuz “aforizmalar”ını bir kenara bırakırsak komünizmin başlangıç aşaması olarak sosyalizmin tarihsel misyonu, kapitalist üretim tarzını kaldırmaktır.

Sürdürülemez kapitalizmin insanı sıradanlaştıran, değersizleştiren, önemsizleştiren anlayış(sızlığ)ı karşısında, sosyalizm insanı temel alan, onu özgürleştirendir.

Örneğin paranın egemenliğine dayanan kapitalizmde insan(lık), bir sömürü malzemesi, bir nesneyken; milyonlarca insanı ayağa kaldıran sosyalizm insan(lık)ın özgürleşmesidir; insan(lık) sosyalizmle yeniden yaratılır.

Sosyalizm eşitlikçi özgürlük teorisine dayalı bir politikanın uygulamasıdır. Sosyalizm rekabet yerine işbirliğini, kâr yerine eşitliği öngörür.

Onursuzluğun, adaletsizliğin, sömürü ve kulluğun reddi olarak sosyalizm, kapitalizmi aşacak bir alternatif, bir ahlâktır; sosyalizmde ısrar, insan olmakta ısrardır.

Sosyalist eleştiri kapitalist sistemi ıslah etmek değil, onun yerine yeni bir toplumsal düzeni kurmak üzerinde yükselirken; Leo Huberman da ekler:

“Sosyalizm, bir cennet yaratmayacaktır.

İnsanlığın karşı karşıya olduğu sorunların tümünü çözmeyecektir.

Günahkârların evliya oluvermesi, cennetin yeryüzüne inivermesi, tüm sorunlara bir çözüm bulunuvermesi,

Ütopyacı sosyalistlerde olduğu gibi, sadece sunî olarak yaratılmış hayalî toplum sistemlerinde olur.

Marksist sosyalistlerin böyle hayalleri yoktur.

Sosyalizmin, sadece, insanlığın belirli gelişme aşamasındaki belirli sorunları çözümleyeceğini bilirler.

Bundan daha fazlasını iddia etmezler. Ama bu kadarının bile hayat düzenimizi geniş ölçüde iyileştireceğine inanırlar.”[19]

Terry Eagleton’ın tanımıyla, “Başkasının mutluluğundan mutlu olma hâli” olarak insan(lık) onuruna en yakışan sosyalizmin bir yüzünde “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz,” diğer yüzünde “Bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” yazarken o beraber ve özgür yaşamanın matematiğidir.

Eşitlik kadar özgürlüğü, özgürlük kadar da eşitliği savunan sosyalizm bir rejim olmanın ötesinde, bir yaşam biçimiyken; sınıflı toplumların parçaladığı, lime lime ettiği ve birbirinden kopartılan, rekabet içinde yalnızlaştırılan, atomize edilen insan(lar)ın bütünleşme sürecidir. Dayanışma içinde birlikte üreten, birlikte yaşamı örgütleyen, dinlenmeyi, eğlenmeyi bu kolektif kültürün üzerine inşa eden bir süreç olarak görülmelidir.

Bunun yanında sosyalizm; kadının özgürleşme sürecinin adıdır.

Sosyalizm; binlerce yıllık sınıflı toplumlarının parçaladığı emek sürecinin yeniden bütünleştirilmesi işlemidir. Yeni bir insanın yaratılmasıdır.

Sosyalizm, binlerce yıldır dayatılan yönetici/yönetilen tabakalaşmasının ortadan kaldırılma sürecidir. Kapitalizm ancak kendi sınıfına ihanet etme potansiyeli olan emekçileri yönetici yapar.

Sosyalizm köy ve kentin bütünleşme sürecidir. Tarım modern ve kolektif üretimin konusu olurken, kentlerin insanın doğaya ve insanın insana yabancılaşmasının mekânı olmaktan kurtulmaya başlamasıdır.

Sosyalizm en nihayet, ulusların bütünleşme sürecidir. Halkları enternasyonal bir kültürel zenginlik içinde bütünleştirmek için büyük bir olanak sunar.

V. İ. Lenin’in, “Sosyalizm… yani ne zengin ne de yoksulun olacağı, bütün toprağın, bütün fabrika ve işletmelerin tüm emekçi halkın elinde bulunacağı bir sistem,”[20]diye tanımladığı hâl; Karl Marx’a göre, sosyalizm komünizme geçiştir; proleterya diktatoryasıdır. (Unutulmasın: Sınıflı toplumlarda birisinin özgürlüğü arttığında, diğerinin mahkûmluğu derinleşir!)

Sosyalizmin en basit tanımı, kapitalizmden komünizme geçiş sürecidir. Bu nedenle sosyalizm = komünizm düşüncesi hâliyle yanlıştır. Komünizm de üretim araçları tüm kamuya aitken, sosyalizm de devletin mülkiyetindedir. Yani kamunun olmasa bile devletin mülkiyet hakkı vardır. Çünkü devlet vardır.

Sosyalizmin nihai hedefi komünizm ise, V. İ. Lenin’in ‘Devlet ve İhtilal’inde ifade ettiği gibi, sınıfların, devletin, sınırların ve ayrımcılığın olmadığı dünya çapında bir sistemdir. Sosyalizmin zaferi dünya çapında mümkündür. Bunun en temel nedeni de, sosyalizmin ortadan kaldıracağı kapitalizmin bir dünya sistemi olmasıdır.

İşçi sınıfının kapitalizmi ortadan kaldırıp komünist topluma varabilmesi için bir ara aşamadan geçmesi gerekir ki bu geçiş döneminin adı proletarya diktatörlüğüdür (veya işçi demokrasisi). İşçi sınıfı, devrimle birlikte burjuvazinin ihtiyaçlarına göre düzenlenmiş olan devlet aygıtını yıkacak, onun yerine kendi ihtiyaçlarına uygun bir devlet (sönümlenen yarı-devlet) kuracaktır. Bu devletin idaresinde, kapitalizmde egemen olan demokrasi baş aşağı çevrilecek ve gerçek bir demokrasi hâline getirilecektir: İşçi ve emekçilere demokrasi, burjuvaziye diktatörlük! İşçi sınıfı bu demokrasiyi kendi özyönetim organları olan Sovyetler aracılığıyla işletecek, üreten olduğu gibi yöneten de olacaktır…

Karl Marx sosyalizmi bir “geçiş aşaması” olarak tarif eder, kendi sistematiği içinde nihai hedef olarak belirlediği ise, sınırsız, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya olarak betimlediği komünizmdir. En nihayetinde sınırlar ve sınıflar kalktığında devlet mekanizması da eski anlamıyla yok olacaktır. Geçişin ne kadar kanlı ya da kansız olduğu değil mesele, ana hat kesintisiz bir biçimde devinen bir toplum ve ideolojik olarak eskinin kurumlarını silmiş bir hayattır. Diğer tüm çizilen hatlar geçersiz ve boştur.

Kadir Cangızbay’ın metaforuyla, “Bisiklet sosyalizmdir, bastığın (emeğin) kadar gidersin ve sadece kendi emeğinle, başkasının emeğini sömürmeden ilerlersin.”

Yani sosyalizmde eşitlik emek boyutundadır. Sosyalizm bir bisiklettir ve herkes emeği kadar ilerler. Eşitlik iş imkânlarında, adalette ve insani değerlerin korunmasında eşitliktir. Sosyalizmin temel şiarı “Herkese yeteneği kadar iş ve emeği kadar artı değer” parolasında gizlidir. Yani beş birimlik bir iş yapan iki bireyin de kazanımları eşittir ve olması gereken de budur. Yoksa kimse niteliğinden fazla bir şey yapmaz ve yaptığından daha fazla artı değer elde etmez.

Evet “Komünizm’e giden yol” olan sosyalizm için V. İ. Lenin şunların da altını çizer: “İşte kapitalizmin bağrından henüz çıkmış bulunan ve bütün alanlarda eski toplumun izlerini taşıyan bu komünist toplumu, Marx, komünist toplumun ‘birinci’, ya da alt evresi olarak adlandırır. Üretim araçları, daha şimdiden, artık bireylerin özel mülkiyetinde değildir. Tüm toplumun malıdır.”

Fakat burada geçerli olan “eşit nitelikte emeğe eşit nicelikte ürün” ilkesi esasen birçok bakımdan eşit olmayan bireyleri bir tuttuğu için henüz burjuva hukuku geçerlidir. “Bir yandan üretim araçlarının ortaklaşa mülkiyetini korurken, bir yandan da emek eşitliğini ve ürünlerin bölüşümündeki eşitliği korumakla yükümlü bir devletin zorunluluğu, bu nedenle sürer. Bundan böyle, kapitalistler olmadığı, sınıflar ve dolayısıyla tepesine binilecek bir sınıf olmadığı için, devlet sönümlenir. Ama edimsel eşitsizliği onaylayan “burjuva hukuku” korunmaya devam edildiğine göre, devlet henüz büsbütün yok olmamıştır. Devletin büsbütün sönmesi için, tam komünizmin gerçekleşmesi gerekir.”

Özetle sosyalizm ile komünizm arasındaki fark, çok kısaca şöyledir: Sosyalizm = “Herkesten emeğine göre, herkese emeği kadar”… Komünizm = “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar”…

Ve nihayet sosyalizm, “insan” ve “emek”tir; ama kesinlikle “Parayı veren düdüğü çalar,” değil!

Bu bağlamda “Sosyalizm nedir?” sorusuna günde 18 saat yeraltında çalışan Bolivyalı maden işçisinin yanıtının, “Güneşi her gün görebilmektir,” ya da Barış İnce’nin, “Tüm ağaçların yemiş vermesi ama tek bir dalın bile eğilmemesidir,”[21] olması boşuna değildir.

Çünkü uluslararası bir hareket olan sosyalizmin programı, dünyanın bütün ülkelerinde aynıdır: Barbar rekabet sisteminin yerine, kolektif çabaya dayanan ortak zenginlik için işbirliğini koymaktadır. Her insanın gönencinin, bütün insanların gönenci ile gerçekleşebileceği, insanların kardeşliğine dayanan toplumu kurmaktır.

Evet, insan(lık)ın oksijene olduğu kadar sosyalizme de ihtiyacı vardır. Çünkü insan(lık) var oluşuna mündemiç bir turnusol kağıdıdır sosyalizm…

“İyi de sonrası” mı?

Eşitsizliğin ortadan kaldırılmasına yönelik bir girişim ve cüret olarak sosyalizmin her hamlesi başarılı olacak diye bir şey yok…

Sosyalizm kesinlikle soru(n)suz olmayan sistemdir; ama hemen vurgulamalı: kapitalizmden yüzlerce kat daha kusursuzdur.

70 yıllık sosyalizm deneyi, kapitalizmden komünizme proletarya diktatörlüğü altında geçişin düz bir hat izlemeyeceği, sosyalizmin sorunsuz, pürüzsüz bir toplum olmadığı gerçeğini ortaya koydu.

Sosyalist sektörel ülkeler topluluğu ve yönetici komünist partileri sosyalist inşa sürecinde, sosyalizmin sorunlarını çözmede birçok zorluklar yaşadılar. Sağa ya da sola savruldular. Karanlık bir ormanda yol açarlarken; onarılması güç hatalar yaptılar.[22]

Gerçekler olduğu gibi kabullenilip kavranmadan, dünya nesnelliği içinde yorumlanmadan, sosyalizm ve proletaryanın çıkarları yönünde değiştirilemez. Sosyalizmin hatalarını, zaaflarını ve tüm sorunlarını nesnelliği içinde kavrayamazsak bunlardan kurtulamayız.

Marksist-Leninistler, sosyalizmin 70 yıllık deneyimlerine karşın henüz çözümleyemediği sorunlarının olduğunu kabul etmelidirler.

Ancak bu ön kabul yeni bir sıçramanın trampleni olmalıdır; “Sosyalizm öldü!” hezeyanlarının, sosyalizmin değerlerine, halkların geleceğine saldırıların değil.

 

NİHAYET

 

Tuçolski’nin, “Hazır olun! İmkân dahilinde olmayana, beklenmedik şeylere ve olana,” uyarısını durmadan anımsamak/ anımsatmak durumunda olduğumuz kesitte, “Gracias a la Vida/ Teşekkürler Hayat” diyerek; Wilhelm Weitling’in, “Kocaman bir ateş yakacağız; kağıt paralardan, tahvillerden, vasiyetnamelerden, vergi dosyalarından, kira kontratlarından, borç senetlerinden ve herkes kendi cüzdanını da bu ateşin içine atacak,” umudunu harlı tutmak büyük öneme sahip…

O hâlde “Sızlanmayınız yoldaşlar! Biz kesinlikle yeneceğiz çünkü biz haklıyız.” “Sağlam durun, birlik olun. Düşmana korkusuzca saldırın. Zafer bizim olacak,” diye haykıran V. İ. Lenin’i anımsayın…

Her şeye karşın tarihin derinliklerine gömülmüş, biten bir şey yok. Şarkımız sürüyor!

Şunun inkârı mümkün değil: Kapitalizmi aşamazsak çürüyeceğiz!

Sürdürülemez kapitalizmin yıkım gerçeğini yok edemezsek, mevcut çürüme ve yabancılaşma dipsiz bir kuyu gibi insan(lık)ı yutacak; V. İ. Lenin’in, “Eğer bir toplumda, devrim ve toplumsal değişim için koşullar olgunlaşmışsa, ama bu toplumsal değişimi gerçekleştirecek bir güç yoksa, o toplum için için çürümeye başlar” saptamasındaki üzere…

Şimdi bir kez daha tekrarlayalım:  ‘Komünist Manifesto’nun, “Varsın egemen sınıflar bir komünist devrim korkusuyla titresinler. Proleterlerin zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri yok. Kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz!”[23]

 

24 Eylül 2017 14:44:31, İstanbul.

 

N O T L A R

[*] 19 Ekim 2017 tarihinde Antakya’da düzenlenen “Ekim Devrimi’nin 100. Yılında ‘Ekmek Gül ve Özgürlük Günleri İçin’ Şiarıyla Biraraya Geliyoruz” etkinliğinde yapılan konuşma… Kaldıraç, No: 195, Ekim 2017…

[1] V. İ. Lenin.

[2] Fuad Safaro, “Orhan Pamuk: Lenin’e Saygı Duyarım Ama…”, 25 Şubat 2017… https://tr.sputniknews.com/turkiye/201702251027387343-orhan-pamuk

[3] V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.

[4] “Marksizm ve pozitivizmin de bazı ortak noktaları vardır. Her ikisinin de temeli materyalizmdir ve analitik yönteme başvururlar. Temel farklılık kuşkusuz, pozitivizm sadece dünyayı anlamaya çalışırken, Marksizmin onu değiştirmeyi hedeflemesidir. Başka bir deyişle, pozitivizm, kategori ve kavramlarını bütün kusurlarıyla mevcut bir gerçekten çıkarırken; Marksist kategori ve kavramların biçimlendirilmesi, diyalektik yöntemin olaylar ve eylemler aracılığıyla, tarihin şimdi ve burada oluşması sırasında uygulanması yoluyla olur. Örneğin pozitivist yöntem, varsayımların denenmesi için geleneksel çift değerli Aristo mantığının uygulanmasını içerir (istatistiki sonuç çıkarmayı hipotezler açısından geçersiz saymak tamamen Aristocu bir araçtır): hipotezler ya doğrudur ya da yanlış ve bir kere kategorileştirildiklerinde hep öyle kalırlar. Diğer taraftan diyalektik, karşıtların yorumlanmasına izin veren, çelişki ve paradoksları içine alan ve çözüm sürecine işaret eden bir anlama süreci sunar. Eğer doğruluk ve yanlışlık hakkında anlamlı bir şekilde konuşmak mümkünse, doğruluk, diyalektik süreçten türetilen ifadelerden çok, sürecin kendisinde yatar. Bu ifadeler ancak zamanın belli bir noktasında ‘doğru’ olarak belirtilebilir ve her hâlükârda, başka ‘doğru’ ifadelerle çelişebilirler. Diyalektik yöntem gerektiğinde analizi tersine çevirmemize, çözümlere sorun, sorulara çözüm gibi bakmamıza izin verir.” (David Harvey, Sosyal Adalet ve Şehir, Çev: Mehmet Moralı, Metis Yay., 2003, s.123.)

[5] “Marksizm, fikir olmadan önce ahlâktır. Bencilliği yenmeden, yalan söylemeyi bırakmadan, ruh ve fikir disiplinine girmeden Marksist mi olunurmuş!” (Kemal Tahir.)

[6] Mahir Çayan’ın devrim tanımı: “Marksist devrim teorisi hem determinist hem de volontaristtir (iradecidir). Bu ikili yön diyalektik bir bütün oluşturmaktadır. Devrimin olabilmesi için maddi bir temelin varlığı şarttır. Üretici güçler devrim için gerekli olan (belli bir) seviyede olursa devrim olabilir. Bu anlamda Marksist devrim teorisi, deterministtir. Fakat sadece devrimin zaferi için üretici güçlerin belli bir seviyede olması, objektif şartların olgun olması yetmez. Devrimin zaferi için ihtilâlci inisiyatif de gereklidir. Bu anlamda da Marksist devrim teorisi volontaristtir…

Marksist devrim anlayışı, sürekli ve kesintisiz bir ihtilâl sürecini öngörmektedir. Devrim, halkın devrimci girişimiyle -aşağıdan yukarı- mevcut devlet cihazının parçalanarak, politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla -yukarıdan aşağıya- daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir.”

[7] Karl Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1970.

[8] “Biz şimdi alçak sesle konuşuyoruz ya/ Sessizce birleşip sessizce ayrılıyoruz ya/ Anamız çay demliyor ya güzel günlere/ Sevgilimizse çiçekler koyuyor ya bardağa/ Sabahları işimize gidiyoruz ya sessiz sedasız/ Bu, böyle gidecek demek değil bu işler/ Biz şimdi yan yana geliyoruz ve çoğalıyoruz/ Ama bir ağızdan tutturduğumuz gün hürlüğün havasını/ İşte o gün sizi tanrılar bile kurtaramaz.” (Cemal Süreyya.)

[9] “14 Temmuz 1789’da Paris’te devasa kalabalıklar dalga dalga Bastille’in etrafını kuşatmadan, veya 23-24 Şubat 1917’de Petrograd bulvarlarında çarın askerleriyle karşı karşıya gelmeden önce, her iki şehirde de halk yoksul mahallelerde ve işçi sınıfı semtlerinde yaşamsal politik bağlarını zaten kurmuştu.

Sadece şehirlerde değil köylerde de bu durum geçerliydi. Radikal tarihçilere bakmayın siz, onlar Marx’ın, kendi zamanının Fransız köylüsünü bencil bulmasına dayanarak köylüleri hor görürler ama eğer tüm köylü toplumları XIX. yüzyıl Fransız köylüsüne benzeseydi, köylülerin kendini feda edercesine savaştığı Vietnam savaşını ya da 1912 Meksika devrimini açıklamak imkânsız olurdu.

Kapitalizm öncesi tarımsal toplumların güçlü ve kolektivist köy birliklerini anlamazsak bugün Rusya bizim için sır olarak kalırdı. XVI. yüzyıl Reformasyon’undan endüstri çağı işçi ve köylü ayaklanmalarına, baskı altındaki insanlar halka dayanan toplumsal dayanışma biçimlerini ve potansiyel yeni toplumun halka dayalı yapısını yaratmışlardı.”

“Kökleri komünal yaşamdan gelen bu dayanışma ağları sonradan tarih araştırmalarına genellikle kapalı tutuldu ve büyük devrimlerin tarihçileri tarafından, hak ettiği ilgiyi görmedi.” (Murray Bookchin, Köylü İsyanlarından Fransız Devrimine: Devrimci Halk Hareketleri Tarihi, Cilt:1, Çev: Sezgin Ata, Dipnot Yayınevi, 2012, s.25-27.)

[10] V. İ. Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri: Partimizdeki Bunalım, Çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1969.

[11] Nadejda Krupskaya, İşte Lenin, çev: İsmail Yarkın, İnter Yay., 1995.

[12] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, Çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.

[13] 1917 Nisan’ında V. İ. Lenin Finlandiya Garı’nda konuşur ve gerçekleşmek için küçük bir kıvılcım bekleyen devrimin kime ait olduğunu anlatırken şunları der: “Değerli yoldaşlar, askerler, denizciler ve işçiler; sizin şahsınızda Rus devrimini selamlamaktan, sizi dünya proleter ordusunun öncüsü olarak selamlamaktan mutluyum… Yoldaşımız Karl Liebkneckt’in çağrısı üzerine, halkların silahlarını sömürücü kapitalistlere çevirecekleri saat hiç de uzak değil. Bu korsanca emperyalist savaş, bütün Avrupa’da bir iç savaşın başlangıcıdır… Uluslararası sosyalist devrim başlamış bulunuyor… Bütün Avrupa kapitalizmi bugün-yarın yıkılabilir, yapmış olduğunuz Rus devrimi yolu açmış, yeni bir çağın başlangıcı olmuştur. Yaşasın dünya sosyalist devrimi!”

[14] Edward Hallet Carr, Tarih Nedir?, Çev: Gizem Gürtürk, İletişim Yay., 2004, s.147-148.

[15] John Reed, Dünyayı Sarsan On Gün, Çev: Erdoğan Gürkan, Oda Yay., 1996.

[16] “Ekim Devrimi’nde büyük kitleler ‘sokaklara dökülmedi’. Büyük kitlesel yürüyüşler yapılmadı; çok sayıda işçi, asker, hatta sıradan vatandaş sokakları doldurmadı. Petrograd halkı, bunun yerine günlük normal işleriyle ilgilendi. Bir yere kadar, ayaklanma neredeyse kansız oldu; Lenin’in kendisi de ayaklanmanın çok kolay olmasına hayret etti. Kışlık saray’ın ele geçirilmesi sırasında elbette ara sıra ateş edildi, ama saraya ‘saldırı’, Sergey Ayzenştayn’ın yarı belgesel Ekim filminde gösterdiği gibi, çarpışmalarla, açılan yoğun ateşler altında gerçekleşmedi. Bazıları kazara, sadece dokuz denizci ve altı saray muhafızı öldürüldü. (en etkileyici olay, asker ve seyirci kalabalığının sarayın devasa şarap mahzenini ele geçirip, kızıl muhafızlar ve birlikler onları dışarı çıkarana kadar çarın kaliteli şaraplarını alırken yaşandı.) Hükümet ayaklanmacı birliklere büyük bir uysallıkla teslim olmuştu. Çok zayıf bir direniş gösterdiler -hükümetin emrinde çok az askeri güç vardı- ve ADK’nin (askeri devrim komitesi) ayaklanmayı tamamlaması için 30.000 kızıl muhafız, denizci ve asker yetmişti.” (Murray Bookchin, 1905’ten 1917’ye Rus Devrimleri, Dipnot Yay., s.293.) Bookchin’in bu anlatısı, devrimin ardından yıllar süren ve emekçi kitlelerin dişleriyle, tırnaklarıyla katıldığı iç savaşı görmezden gelmektedir!

[17] Leo Huberman, Sosyalizmin Alfabesi, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1966.

[18] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Ecinniler, Çev: Mazlum Beyhan, İş Bankası Kültür Yay., 2012.

[19] Leo Huberman, Sosyalizmin Alfabesi, Çev: Alaattin Bilgi, Sol Yay., 1966.

[20] V. İ. Lenin, 1905 Devrimi Üzerine Yazılar, Çev: Ragıp Zaralı, Yöntem Yay., 1976.

[21] Barış İnce, “Sosyalizm Nedir?”, 20 Kasım 2011… http://www.muhalefet.org/yazi-sosyalizm-nedir-baris-ince-26-497.aspx

[22] “Devrimciler daima aceleci olmak zorundadırlar. İlerlemenin kaybedecek vakti yok.” (Victor Hugo, Sefiller, Çev: Volkan Yalçıntoklu, İş Bankası Kültür Yay., 2015.)

[23] Karl Marx-Friedrich Engels, Komünist Manifesto ve Komünizmin İlkeleri, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1976.

 

Exit mobile version