Site icon Rojnameya Newroz

Lozan! Ne istiyoruz, nasıl gerçekleştireceğiz? / DOSYA

Lozan Antlaşması

Sinan Çiftyürek Sosyalist Mezopotamya için yazdı

Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Başta şunu belirteyim; Kürt siyaset disiplini açısından mesele Lozan Antlaşması’nın tahlili değil onu aydınlar, tarihçiler yeterince yaptılar, yapıyorlar siyasetçiler de yararlanıyor. Kürt siyasetinin önünde duran görev, Lozan Antlaşması ile ilgili ne istiyoruz ve istediğimizi nasıl gerçekleştireceğiz? Buna ilişkin bir yol haritasının belirlenmesidir.

Kürt siyaset gündeminde Lozan Antlaşması hep vardı ama yüzüncü yılı olması nedeniyle 2023 yılında daha yoğun yer aldı. Bu yıl Lozan’ın hem tarihi açıdan değerlendirilmesi hem de nasıl aşılacağı hedefiyle Kürdistan’da ve yurt dışında paneller, konferanslar, yürüyüşler, basın açıklamaları yapıldı halen de yapılıyor. Kuzey’de de en son 17 Eylül 2023 tarihinde Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı bileşenleri Demir Otel’de Konferans düzenledi. Konferans sonrası kamuoyuyla paylaştığı İttifak sonuç bildirisiyle Lozan’a ilişkin taleplerini net olarak belirledi gibi Lozan Antlaşması’nın aşılması yolunda hedeflerinin gerçekleştirilmesinin araçları olarak etkinliklerin sürekli kılınması perspektifini de belirledi.

Lozan Antlaşması’na karşı tutum ve mücadele 24 Temmuz’dan 24 Temmuz’a yani yılda bir defa yapılacak etkinliğe sıkıştırılarak rutin ve ruhsuz bir içerik kazanmasına izin verilmemeli. Tersine Lozan Anlaşması’nın aşılması mücadelesi, ülke ve bölgenin değişen koşullarında her defasında yeni içerikle dinamik sürdürülmelidir.

I – Lozan Antlaşması ne demek?

Birinci Dünya savaşının birden fazla nedeni var ama en belirleyici nedeni, 1900’lü yılların başında Alman İmparatorluğunun, küresel sömürge paylaşımında İngiliz ve Fransız emperyalizminin ezici egemenliğini kendi lehine değiştirme hedefidir. 28 Temmuz 1914’te başlayan savaş 11 Kasım 1918’de İtilaf Devletlerinin zaferiyle sonuçlanmıştı. Savaş sonucunda Çarlık Rusya’sı, Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorlukları vb. yıkılmış. Asya, Avrupa ve Afrika’da yeni sınırlar çizilmiş, yeni devletler kurulmuştu. İngiliz-Fransız emperyalist devletleri; özellikle de Ortadoğu’da başta Kürdistan ve Arap coğrafyaları olmak üzere halkların iradesini hiçe sayarak cetvelle sınırlar çizmiş ve yeni devletler kurmuştur. Daha somut şöyle denilebilir, Lozan Antlaşması, genel olarak Birinci Dünya Savaşı’nın galibi olan İngiltere, Fransa, Çarlık Rusya’sı, İtalya, ABD gibi İtilaf Devletlerinin savaşın mağlubu Almanya, Avusturya-Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu gibi İttifak Devletlerinin topraklarında yaptıkları paylaşım savaşlarının son halkasıdır. Bu son halka ya da adımda operasyon alanı Kürdistan’ı da içeren Osmanlı İmparatorluğu üzerinde Lozan’da son buldu. Lozan Antlaşması, İtilaf Devletleri ile İttifak Devletlerinden Osmanlı Devleti’nin devamı olan Türkiye’den temsilcilerin katılımıyla İsviçre’nin Lozan kentinde 20 Kasım 1922’de başlamış, 24 Temmuz 1923’te sona ermiştir. Antlaşmanın en önemli sonuçlarından biri, Osmanlı Kürdistan’ı Irak, Suriye ve Türkiye arasında paylaştırılarak Kürtlerin statüsüz, kimliksiz bırakılmasıdır. Bu sonuçlarıyla Lozan Antlaşması Türkiye, Irak, Suriye devletlerinin “tapusu, Kürt halkının ise kefenine” dönüştü. Başta bu ve başka sonuçlarıyla Kürt halkı Lozan Anlaşmasını reddetti, reddediyor ve bu anlaşmaya ortak olan devletleri Kürdistan’ı dörde parçalayan politikalarından dolayı protesto etti, ediyor.

II – Lozan’a nasıl gidildi?

Lozan bir antlaşmadan çok konferanslar ve antlaşmalar dizisinin son halkasıdır. Özetlemek gerekirse bu antlaşmalar dizisinin ilki; Birinci Dünya Savaşı galipleri olan İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’dir. Bu antlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu resmen olmasa da fiilen sona ermiştir. Osmanlı sonrası kurulan ve Lozan’da bir nevi tescil edilen Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut sınırları belirlenmiştir. Zaten Ankara Hükümeti daha sonra Misak-i Milli Beyannamesi’nde 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi’ne gönderme yapar.

İkincisi; 18 Ocak 1919 ile 21 Ocak 1920 tarihleri arasında gerçekleştirilen Paris Barış Konferansı’dır. Bu Konferans öncelikle Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren antlaşmaların hazırlandığı uluslararası bir konferans olması yönünde önem kazanır ancak gündemi, savaşı sona erdirmekle sınırlı kalmamıştır. Paris Konferansı ile bugünkü BM’nin ilk adımı olan Milletler Cemiyeti’nin kurulmasına karar verilmiştir. Milliyetler Cemiyeti’nin kuruluşunda başta Almanya olmak üzere yenilen İttifak Devletleri adeta dışlanmış ve bugün de BM Güvenlik Konseyinin beş daimi üyeleri arasında temsilcileri halen yok. Açıktır ki İtilaf Devletleri, Paris Konferansı’nda I. Dünya Savaşı’nı sona erdirirken hedeflerini de İttifak Devletlerine açıkça dikte ettiler. Paris Barış Konferansı Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesi açısından ise tam bir fiyaskodur. Kürtlerin ulusal ittifakla Konferansa gidememiş olmalarının bu fiyaskoda payı vardır ama belirleyici değildir. Çünkü Ankara Hükümeti lehine Lozan’ı hazırlayan konferanslar dizisinin ikinci halkası olduğu daha ilk oturumlarında görülmeye başlanmıştır. Bu ve başka nedenlerle Kürt temsilcisi Şerif Paşa protesto ederek Konferans’tan yarı yolda ayrılır. Elbette İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği İtilaf Devletlerinin Ankara Hükümeti lehine tutumları, Kürtlerin birlik halinde Konferansta temsil edilmemeleri gibi eksiklikten öteye Kürt siyasetinin temel zaafını ortadan kaldırmaz.

Üçüncüsü; 19 Nisan 1920 ile 20 Nisan 1920 arasında İtalya’da yapılan Sen Remo Konferansı’dır. Bu Konferans, başka gündemlerle birlikte Osmanlı topraklarının paylaşılmasını konu alırken, 10 Ağustos 1920’de Paris’te İtilaf devletleri ile mağlup Osmanlı İmparatorluğu arasında imzalanacak olan Sevr Antlaşmasına da ön hazırlık yapmıştır. Ancak bilindiği gibi Sevr hiçbir zaman gerçekleşmedi çünkü başta Sevr’i hazırlayan İngiltere ve Fransa olmak üzere İtilaf Devletleri, SSCB’nin kuruluşuyla oluşan komünizm basıncı nedeniyle Sevr’i uygulamaya koymaya daha ilk günden yönelmediler. Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920’de imzalandı ama kağıt üzerinde kaldı ve zaten 24 temmuz 1923 Lozan ile resmen de bitti. Bu Konferansta ele alınan Boğazlar meselesi vb. birden fazla konunun arasında Kürdistan meselesi de var ancak Kürt halkının ulusal bağımsızlık mücadelesinin lehine değil de aleyhine yani üç devlet arasında parçalanmasının ön kararları alındı.

Dördüncüsü; 16 Mart 1921 yılında SSCB ile Ankara Hükümeti arasına yapılan Moskova Antlaşması’dır. Bu antlaşma bugünkü Türkiye ile Rusya arasındaki sınırları belirlemiştir. Bundan öteye Ankara Hükümeti, Moskova Antlaşması ile bugün de olduğu gibi jeopolitiğini pazarlayarak hem SSCB’ye hem de İngiltere ve Fransa merkezli Batıya pazarlık kartlarını açmıştır. SSCB’ye “bana yardım etmezsen Batı ile ilişkilerimi güçlendirir Güneyden yeni savaş cephesi açarım sana” derken, İngiltere ve Fransa’ya ise “Sevr Antlaşması’nı dayatırsanız SSCB ile ortaklaşır bölge dengelerini değiştiririm” mesajını açıkça vererek pazarlığı sürdürmüş ve bu politikada önemli ölçüde başarılı da olmuştur.

Bu politikanın İngiltere-Fransa nezdinde zaten karşılığı olduğunu Kemalist Hükümet SSCB kurulduğu günden itibaren görüp biliyordu. Çünkü Çarlık Rusya’sının Ekim 1917 Devrimi’yle yıkılarak yerine SSCB’nin kuruluşu, başta İngilizler olmak üzere emperyalist devletler ve bütün bölge gerici devletleri kendi strateji ve taktiklerini gözden geçirip revize etmeye başladılar. Bunların başında Büyük Britanya’nın başını çektiği Batı emperyalist devletlerin Sevr Antlaşması’ndan vazgeçerek Lozan’ın önünü açacak olan adım olarak Mustafa Kemal’i tanıyıp desteklemeleri geldi.

İngilizler, SSCB’nin kuruluşuyla dünyanın ve özelde de Ortadoğu’yu da kapsayan Güneybatı Asya üzerinde komünizm “tehlikesini” engellemek için arayışa geçmişti. Bu arayışla komünizmin sıcak denizler olarak Basra Körfezi/Hint okyanusu ile Akdeniz’e inmesini engellemek için SSCB’yi Güneyden (Anadolu ve Kürdistan’dan) bariyerleyecek güçlü bir devletin gerekliliğine ulaşmışlardı ki Sevr’in ölü doğmasının en belirleyici nedeni de bu olmuştur. Kısacası SSCB’nin kuruluşuyla İngiltere ile Fransa çok geçmeden başta Sevr Antlaşması olmak üzere tutum değiştirip Anadolu’da süren Yunan-Türk savaşında, Yunanlıları desteklemekten vazgeçmiştir. Bu tutum değişikliği üzerine Yunanlılar geri çekilmiş Türkler de peşi sıra kovalamışlardır. Emperyalist Batının bu tutum değişikliği Türk Kurtuluş savaşını da özetler.

Beşincisi; 11 Ekim 1922 yılında Ankara Hükümeti (Türkiye) ile 3 İtilaf Devleti İngiltere, Fransa ve İtalya arasında imzalanan Mudanya Mütarekesidir. Bu Antlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu resmen de sona ermiştir. Çünkü Antlaşma doğrudan Kemalist Ankara Hükümeti ile yapılarak Türkiye resmen tanınmıştır. Kısacası her biri diğerinin devamı ve tamamlayıcısı olan bu antlaşmalarla Lozan’a gidilmiştir.

Lozan, yukarıda özetlediğim antlaşmalar dizisinin altıncısı ve son halkasıdır. Yani 20 Kasım 1922’de Konferans başladığında İtilaf Devletlerinin başını çeken İngiliz-Fransız emperyal devletleriyle Ankara Hükümeti arasında başta Kürdistan, Musul-Kerkük petrolleri sorunu olmak üzere meseleler büyük oranda çözülmüş iş imza atma aşamasına gelmişti. Öyle ki İngiliz ve Fransız merkezli Batı, Lozan’a Ankara Hükümetini tanımış olarak gelmişlerdi. Lozan’da süren tartışmalar bir yandan Fransızlar ile İngilizlerin paylaşım pastasından daha fazla pay kapma kavgasıyken, diğer yandan ise İngilizlerin, Kemalistlerle Musul vilayeti ve petrollerinin kimde kalacağı pazarlığıydı. İngilizler Musul petrollerini alarak Kuzey Kürdistan’ı tamamıyla Ankara hükümetinin inisiyatifine bıraktı. Özetle Kürt meselesinde Türkler ile İngilizler sözünü ettiğim 5 konferans ve antlaşmalar dizisi sonucu anlaşmış olarak gitmişlerdi.

Özetle Lozan’a gidilirken;

Türkler; Kemalist Türk milliyetçiliği, Lozan öncesi süreçte Batı emperyalist devletlere, “Sen benim yeni devlet kurma hakkımı tanırsan, ben de senin bölgedeki antikomünist mücadele stratejisinin bekçisi olurum” al-ver pazarlığıyla 1923’te kurdukları Cumhuriyet’in sınırlarını garantilediler. Denilebilir ki İngiliz-Fransız ittifakı Lozan’a bir nevi Türk milliyetçiliğini antikomünist mücadelede satın alarak gittiler. Çünkü İngiliz liderliğindeki Batı; genelde komünist harekete özelde de SSCB karşıtı mücadelede Türklerin devlet kurma geleneğine yatırım yaptı. Türkün devlet geleneğini küçümsememek lazım çünkü taa Orta Asya’dan İran-Kürdistan-Anadolu’ya doğru yola çıkan Türkler, kendi siyasi şefleri etrafında örgütlü davranmasaydılar söz konusu topraklara ulaşamazlardı, ulaşsaydılar bile yaşam alanları bulamazlardı.

Mustafa Kemal’in ve Kemalist Ankara Hükümetinin yer yer “Türklerle Kürtler Cumhuriyetin kurucu iki unsurudur” ya da 1921 Anayasası’ndaki Desantralizasyon (Adem-i Merkeziyetçilik) çerçevesinde Kürtlere özerklik verileceği belge ve beyanları taktik manevralardan ya da “köprüyü geçinceye kadar dayıya dayı deme” politikalarından ibarettir. Böyle olduğu içindir ki Kemalist İktidar, Lozan sonrası Cumhuriyetin ilanıyla birlikte iç siyasette ilk yöneldikleri hedef zaten hiç uygulanmamış olan 1921 Anayasası’nın lağvedilip yerine başta Kürt milleti olmak üzere halklar ve inançları kökten reddeden 1924 Anayasası’nın yürürlüğe konulması olmuştu. 1924 Anayasası ile birlikte Kürtler yok sayılma, katliam ve sürgünlerin ana hedefleri oldular. Artık ana hedef Hıristiyanlar değil Kürtlerdi. Açıktır ki Ankara Hükümeti, Kürdistan, Kürt karşıtlığının ötesinde yokluğu üzerinden Lozan’a gittiler ve görüşmeleri sürdürdüler. Bugün de aynı stratejiyi yeni taktiklerle sürdürüyorlar. Kürtler açısından şunu da vurgulamak lazım; Lozan öncesi ve Lozan’da mesele sadece Kürtlerin ulusal ittifaktan yoksun gitmeleriyle sınırlı değil yukarıda değindiğimiz birden fazla faktör Kürt halkının ulusal bağımsızlığı aleyhine devredeydi ya da devreye sokuldu.

III – Lozan sonrasında ne oldu?

Özet olarak belirtirsek Anadolu ve Kürdistan coğrafyası halkları ve inançları için katliam, soykırım, kitlesel sürgünlerin yaşandığı bir cehenneme dönüştürüldü ve yüz yıldır bu devam ediyor. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti, soykırım ve tehcirleri planlayıp gerçekleştiren İttihat Terakki’nin devamıydı. Dolaysıyla Ermeni ve Rum gibi Hristiyan halkların soykırım ve tehciri devam etti ama artık buna Kuzey (Güney ve Rojava) Kürdistan’da Kürt halkına dönük tehcir ve soykırım eklendi. Artık Lozan sonrası ana hedef Hristiyan halklar değil başta Kürtler yani Türk olmayan Müslüman halklardı. Müslüman halkların asimilasyonu hedeflenmişti eğer buna direnirlerse soykırım ve tehcir eşliğinde yok edilmeleri planlanmıştı. Buna Batıdan aldıkları destekle yöneldiler çünkü Lozan Antlaşması, Türklere devlet kurma hakkı tanırken, Kürtleri ve diğer halkları her türlü ulusal kültürel haktan yoksun bırakmıştı.

Lozan Antlaşması, Kürt halkı özelinde yüz yıldır devam eden başka önemli sonuçlar da üretti. Kürdistan’ın dörde parçalanmasıyla Kürtlerin tarihsel trajedisi gerçekleşti yani Kürdistan’ı böl-parçala-yönet siyaseti Kürt partileri üzerinde birden fazla yıkıcı sonuçlara yol açtı. Bunların başında düşmanımın düşmanı dostumdur siyasetini üretti ki Kürt siyasetinde kırk yıldır süren soğuk savaşın temelinde de bu dörde parçalanmanın ürettiği tarihsel trajedi yatıyor. Ayrıca Lozan Antlaşması’yla Kürdistan klasik sömürgelerden farklı olarak statüsüz sömürge konumuna düşürüldü ki bu durum halkımızın ulusal bağımsızlık mücadelesini derinden olumsuz etkilemeye devam ediyor.

Tam da bu nedenle Konferansın adı Lozan Barış Antlaşması’ydı ama bu antlaşma, merkezinde Kürdistan’ın bulunduğu bölgeye barış değil savaş iklimi üretti, üretmeye devam ediyor. Kürdistan merkezli Güneybatı Asya coğrafyası 100 yıldır barış yüzü görmedi hep savaşın ana merkezi olarak kaldı. Öyle ki son 30 yıldır Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninde süren savaşın ağırlık merkezi değişse de merkezinde daima Kürdistan’ın yer aldığı, yenen-yenileni belli olmayan, savaşı ve barışı belirsiz, sabah müttefik akşam düşman misali anlık saf değiştirmelerin yaşandığı savaş içerisinde savaşla uzatmalı postmodern savaş sürüyor. Korkarım son Hamas ile İsrail savaşı bu savaşı daha da uzatır. Bu uzatmalı savaşın elbette birden çok nedeni var ama bunlardan biri emperyalist güçler aralarındaki nükleer güç dengesi nedeniyle doğrudan savaşmak yerine vekalet savaşlarını sürdürüyor olmalarıdır.

Sorulacak soru şudur, peki savaş neden söz konusu üçgende yani Güneybatı Asya üzerinde yaşanıyor? Ya da Avrasya üzerinde 30 yıldır aralıksız süren savaşın temelinde ne yatıyor? Çok kısa belirtirsek, İngiliz jeopolitik bilimci S. H. Mackinder taa 1904 yılında, “Avrasya’ya hükmeden dünyaya hükmeder” demişti. Bu saptama ABD’nin 21. yy. stratejisinin temelini oluşturuyor. Strateji uzmanı Brzezinski de “Büyük Satranç Tahtası” adlı kitabında ABD için “21. yüzyılda en önemli stratejik ödülün Avrasya üstünde kontrol tesis etmek” olduğunu belirtir ve ABD 21. yüzyılda “süper güç tahtını korumak istiyorsa Avrasya’yı denetlemeli, bunun için kendi çıkarları belirleyiciliğinde olmak şartıyla bölgenin devlet ve statüko karşıtı güçleriyle ittifak kurarak Rus egemenliğini kırmalı” diyordu. ABD 30 yıldan beri bu stratejiyi başta Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninde olmak üzere Avrasya sahasında uyguluyor.

IV – Kürt siyaseti bugün ne yapacak?

*Kürt halkı Lozan Antlaşması’nı tanımadı tanımamalı demek önemli ama kendi başına yeterli değil. Ve Lozan meselesine 100 yıl önceki gibi bakamayız çünkü değişen sosyoloji ve politik gelişmeler var. İki Kürdistan parçasında Lozan kısmen aşıldı. Bütün baskı ve katliamlara rağmen Kürt halkı mücadelesini aralıksız sürdürdü ve önemli kazanımlar elde etti. Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile Özerk Rojava halkımızın 150 yıllık mücadelesinin en önemli kazanımlarıdır. Türk siyaseti “Sevr’i yırttık” dedi, diyor. Sevr’i nasıl aştıklarını özetledik yazıda.  Kürtler ise Lozan Antlaşması’nı yırtma yolunda önemli adımlar attılar. İki parçada resmi ve fiili federasyon hatta konfederal yapılar var. Ulusal birlikle iki federal yapının korunup geliştirilmesi esas alınırsa Lozan Antlaşması’nda açılan gedik derinleştirilebilir. Şimdi görev açılan gediği büyütmek ve Kuzey’e doğru genişletmek. Kuzey Kürdistan ve Doğu Kürdistan’ın kendi kaderini tayın hakkı mücadelesinde; statünün elde edilmesi, Anayasa’da Kürt varlığının tanınması gibi önemli hedefler önümüzde duruyor. Dolaysıyla Kuzey Kürdistan somutunda, Lozan’ı aşmada çözümün bir yönü Kürtlerin coğrafik statü kazanarak Türklerle eşit siyasi statüye ulaşmalarıdır. Yani Kürtler arası birliğin sağlanması, ortak ve ulusal bir stratejinin belirlenmesi Ve Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için mücadelenin birlikte geliştirilmesi. Bu konuda Kürt Özgürlük ve Demokrasi İttifakı’nın 17 Eylül’de düzenlediği Lozan Antlaşması konulu Konferans sonuç bildirisi ne istiyoruz neyi nasıl yapacağımıza ilişkin önümüze bir yol haritasını koydu.

*Şu da önemli, Kürtler bölgeye demokrasi, etnik yapılar ve inançlar meselesinde yeni referanslarla geliyorlar. Somut olarak da Kürdistan Bölgesel Yönetim ile Özerk Rojava’yı halklar ve inançlar bahçesi yapmak ve demokrasi yönünde önemli adımlar attılar. Tam da bu nedenle başta halklar ve inançlar hapishanesi İran ve Türkiye; Kürt siyasetinin Lozan’dan çıkardığı en büyük dersle, tek millet-vatan-dil-din tektipçiliğini aşarak Kürdistan’ı halklar ve inançlar bahçesi yapması gibi yeni referanslarla bölgede sahne almasından korkmaktadırlar. Ne kadar korkarlarsa korksunlar başta Türkiye ve İran, sömürgeci rejimler ne yaparlarsa yapsınlar Irak ve Suriye artık asla eskisi gibi olmayacak.

*Ortadoğu’da yıllardır Kürtsüz askeri-siyasi denklem kurulamıyor! Türkiye iç siyasetinde de Kürtler anahtar! Son yıllarda Türkiye ve İran; Kürtleri, bölgede siyasi-askeri denklemin dışına itmek ve iç siyasette Kürtlerin anahtar konumunu bitirmenin peşindeler! Kürtler ne yapıyor? İç kavga! Maalesef burada Kürt siyasetinin aşil topuğu (en zayıf noktası) halen ulusal birlik kuramaması ile yüzleşiyoruz. Ne istediğimizi ve istediklerimiz için ne yapacağımızı tartışıyorsak, ulusal birlik önem kazanıyor. Somutta Kürdistan Bölgesel Yönetim ile Özerk Rojava’nın başta artan koordineli sömürgeci saldırılar karşısında hızla ortaklaşmaları gerekiyor. Ve önemlisi bölge ve uluslararası diplomaside ortaklaşıp birlikte hareket etmeleri gerekiyor. Bunu başarabilirsek Kürdistan jeopolitiğini halkımızın, ülkemizin lehine kullanabilirler.

Ulusal birliğimiz olmadığı için Lozan öncesi ve Lozan’da kaybettiğimizi belirttik ve maalesef yaşananlardan ders çıkaramadık ki Kürt ulusal hareketi bugün Lozan Antlaşması karşıtı etkinlikleri bile ayrı ayrı yapıyor! Yüz yıllık deneyim gösterdi ki Kürt siyaseti, Diplomatik faaliyeti ayrı kanallar yerine ulusal ittifakla ortak sürdürerek ve birbirini hedef alan ağır politik dili geride bırakarak mücadele geliştirirse iki parça üzerinden Lozan’da açılan gedik 21. yy’da derinleştirilebilir. Özetle gelinen aşamada Kürt halkı için ulusal özgürlüğün biricik anahtarı geniş kapsamlı bir ulusal birlik, diyalog ve dayanışmadır.

Kürdistan siyasetinde ne kadar ağır olursa olsun iç gerilim ve çelişkilerin aşılmasında Kürdün Kürt ile diyaloğu hayatidir. Bu konuda 21.09.2023 tarihli ve “KÜRT SİYASETİNDE GERİLİM, ÇARE VE ÇAĞRI” başlıklı yazımdan uzun bir alıntı aktaracağım.

Çare, Tarafların birbirine dokunup diyalog kurmalarında!

Bu şartlarda Kürt siyaseti arasındaki çelişki ve gerilim noktaları zayıflatılabilir ama asla kökten ortadan kaldıramaz. Peki özetlediğimiz gerilim zemininden hareketle ne yapılabilir? Önce olmayacakları belirtelim; biz hep birlikte “kahrolsun falan parti” desek de yaşanan gerilimi düşürmez hatta tersi etki yapar. Ve hedef alınan Parti Ulusal Kongre’nin olmazsa olmaz bileşenlerinden biri olup yarın kapısı çalınacaksa köprüleri yıkacak adımlardan uzak duralım.

Çare; gerilimi doğrudan yaşayan tarafların kendisindedir. Taraflar arası doğrudan diyalog kurulmasındadır! Çare, tarafların el sıkışmalarındadır! Düşünebiliyor musunuz her bir Kürt ulusal özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin 40, 50 yılını omuzlamış yöneticilerin göz göze gelip el sıkışmalarını! Bunun gerilimi yumuşatacağına inanıyorum! Mam Celal (Talabani) PDK ile YNK geriliminin yüksek olduğu günlerde kendi parti yönetimine haber vermeden (haber versem izin vermezlerdi diyor) Kek Mesut Barzani’ye telefon eder ve “mekanına görüşmeye geliyorum” deyip sadece iki-üç korumasıyla atlayıp gider sıcak karşılanır, tansiyon düşürülür.

Çare, gerilim noktalarını yumuşatacak kapsayıcı bir komisyonun Kuzey Kürdistan’da kalıcı kurulmasıdır. Bunun üzerinde herkes düşünmelidir.

Nihayet Çare, gerilimi yaşayan Kürt tarafların, İran ve Türkiye’nin kıskaç, saldırı ve işgallerine karşı ortak mücadele etmeleri. Federal Kürdistan ve Özerk Rojava bugün “Gemisini kurtaran kaptan” siyasetini sürdürürse ikisi için de yıkım getirir. Bunu yapamıyorlarsa en azından aralarındaki gerilimi miniminize edebilirler. Tecrübeyle sabittir; Osmanlı’da oyun, Acemde entrika bitmez!

ÇAĞRIMIZ, tarafların doğrudan diyalog kurup yüz yüze görüşmeleri! Kürt basınına da ÇAĞRIMIZ var! Kürt basınının, ulusal ittifak yolunda Kürt siyaseti arasında güven artırıcı adımların geliştirilmesine katkı yapacak bir dil kullanmalı! Bu halkımızın özgürlük mücadelesine büyük katkı yapacak” demiştim, diyorum.

Sonuç ve çağrı; Lozan’ı tartışırken mesele hangi Kürt partisinin Kürdistan’da daha fazla örgütlenmesi ya da egemen olması değil. Hangi Kürt parti veya siyasetinin Kürdistan’ın özgürleşmesi yolunda öncülük etmesidir.

09.10.2023

canbegyekbun@hotmail.com

Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 14 / Kasım 2023 (PDF)

Tüm sayıların PDF’leri için buraya tıklayın

Exit mobile version