Kürdistan petrolünü dünyaya taşıyan tek boru hattı olmanın yanı sıra ekonomik olarak da belirleyici tek kaynağı olan Kerkük – Yumurtalık boru hattının, Cizre yakınlarında HPG tarafından bombalanması, parçalar arası ciddi bazı meseleleri de açığa çıkardı. Kürdistan’ın devam eden parçalanmışlığı nedeniyle bir parçanın ulusal çıkarı diğer parçanın ekonomik veya siyasal çıkarlarıyla geçici de olsa çelişebileceği gerçeğini çıplak olarak gözler önüne serdi.
Kürdistan parçaları arasında bazen siyasal çıkarlar örtüşürken ekonomik çıkarlar çelişebilir veya tersi. Kaldı ki parçalar arası ekonomik, siyasal çıkarlar birebir örtüşse bile işgalci rejimlerin parçalardan biriyle olan ilişkileri parçaları karşı karşıya getirmeye de zorlayabilir.
Güney Hükümeti, bağımsızlığın önemli bir adımı olarak gördüğü petrolünü Irak’tan bağımsız uluslararası pazarlara Türkiye üzerinden ulaştırmaya girişmiş ve Türk devletiyle “50 yıllık da anlaşma” imzalamıştı. Bu anlaşma yapılırken boru hattının geçtiği Kürdistan’ın en büyük parçasında ulusal özgürlük meselesi çözümlenmemiş olup mücadele silahlı silahsız devam ediyordu. Denilebilir ki Güney hükümeti anlaşmayı imzalarken buna mecburdu, başka çıkış yolu yoktu! Doğrudur!
KCK ile Türk devleti arasında çatışmasızlık devam ederken ve barışçıl çözüm arayışları sürüyorken mesele yoktu; ama ne zaman ki çözüm süreci bitirildi çatışmalar başladı ve ne zaman ki HPG Cizre yakınlarında Güney petrolünü taşıyan boru hattına saldırı düzenledi, birden fazla mesele de gün ışığına vurmuş oldu.
HPG, petrol boru hattına saldırı ile Türk devletinin ekonomik çıkarlarına zarar vermek hedeflerken esas Güney Kürdistan’ın ekonomik çıkarlarına zarar veriliyordu (Güney kaynakları zarar 250 milyon dolar diyor) ki bizce asıl mesele de budur. KCK bu eylemle Güney hükümetine başka mesajlar da vermiş midir? Vermiştir ve ayrıca irdelenmelidir!
Demek ki, Kuzey siyasetinin “yararına” olan bir eylem Güney’in ekonomik çıkarlarına ciddi darbe vurabilir gelecekte tersi de olabilir. Demek ki, Kürdistan’ın parçalı durumu devam ederken parçalardaki siyasetin benzer durumlarla yüzleşeceğini bilerek hareket etmesi lazım. Demem o ki, siyaset stratejik adımlar geliştirirken; Kürdistan’ın parçalanmışlığının yarattığı, yaratacağı ekonomik, siyasal sorunları dikkate alması gerekiyor. Örneğin;
Güney hükümeti, Türk devletiyle “50 yıllık petrol anlaşması” yaparak boru hattını Kuzey coğrafyasından geçirip petrolü Akdeniz’e ulaştırmayı hedeflerken, Kuzey’in devam eden özgürlük mücadelesi nedeniyle sorunlarla yüzleşeceğini hesap etmeliydi. Ne kadar buna mecbur olursa olsun Kuzey’in özgürlük mücadelesinin benzer meseleleri gündeme getirebileceğini az çok hesap etmeliydi. Muhtemelen etmiştir de “başka seçenek şimdilik olmadığı için mecburen anlaşmayı yapmıştır” denilebilir. O zaman da kendisi, Kerkük-Yumurtalık boru hattına yapılan sabotaj benzeri gelişmelere hazırlıklı olmalıdır. En azından anlaşma öncesinde Kuzey siyasetiyle mesele görüşülmeliydi. Görüştüler mi bilmiyoruz.
Kaldı ki HPG eylemi üzerinden gündeme gelen bu mesele yarın daha köklü olarak Türk devletinin atacağı kimi adımlarla gündeme gelebilir. Kürdistan hükümeti, ekonomik olarak can damarını oluşturan petrol ihracını Türkiye’ye havale ederken, Türk devletine iki parçayı birbirine karşı kullanma kartlarını potansiyel olarak vermiş olduğunu hesap etmeliydi. Çünkü Türkiye, Kürdistan’ın en büyük parçasını denetiminde tutuyor ve meselenin kimi sonuçlarını çözmek dışında halen çözüm yerine çözümsüzlükte ısrar ediyor.
KCK de Türkiye’ye karşı petrol boru hatlarına sabotajları bir silah olarak kullanırken Kerkük- Yumurtalık hattının Güney’in tek petrol ihraç hattı olduğunu dikkate almalıydı. Üstelik parçalanmış Kürdistan koşullarında, Kandil başta olmak üzere Güney’i coğrafik ana karargah olarak kullanıyorsa; Türk devleti bu durumu her fırsatta Güney’e karşı bir silah olarak kullanıyorsa; yanı sıra petrol ihracı Güney’in hem ana ekonomik kaynağı hem de bağımsızlık yolunda uluslararası meşruluk kazanma aracı işlevini de üstleniyorsa… HPG bu boru hattına saldırı düzenlememeliydi! Saldırı sonrası YNK başta olmak üzere Güney siyasal yapılarından gelen tepkiler üzerine “merkezi olarak yapmadık yerel birimlerimiz yaptı” demek yerine eylem yapılmadan önce bir değil on kere düşünülmeliydi!
Gelinen aşamada benzer durumların parçalar arası yaşanmaması için; bir yandan parçalardaki siyasal yapılar, özellikle stratejik hamleler geliştirirken, Kürdistan parçalanmışlığını dikkate alan yönelimler geliştirmeliler. Diğer yandan hem Kürdistan parçalarının örtüşen geleceklerine uygun hareket etmenin hem de parçalar arası “çıkar çatışması” veya çelişkileri gidermenin aracı olarak Ulusal Kongre’yi geliştirmeli.
Çünkü gerek Kürdistan’ın devam eden parçalanmışlığı gerekse de parçaların örtüşen geleceğinin gündemleştirdiği meselelerinin çözümü; parçalar arası “çıkar çatışmasını” değil ulusal çıkarların uyumlu birliğini sağlayacak Ulusal Kongre’yi dayatıyor!
Bilindiği gibi; boru hattının bombalanması üzerine Güney Kürdistan hükümeti; “Bağdat’ın bir yılı aşkın süredir bütçe göndermemesi, IŞİD’le savaş ve sayıları 1 milyon 800 bini bulan göçzedeler nedeniyle çok ağır bir ekonomik krizden geçmekteyiz. Petrol satışı, maaşlar ve milletin ihtiyaçlarıyla diğer sorunlar için en temel gelir kaynağımız” diyerek boru hattına yeni bir saldırının yapılmaması yönünde KCK’ye açık çağrıda bulunmaktadır.
KCK’nin hem bu durumu göz önünde tutması hem de Türk devletinden çok Güney hükümetini etkilediği açık olan benzer eylemlerden uzak durması halkımızın yararınadır. Ayrıca Türk devleti, kendisinden çok Güney Kürdistan’a zarar verdiği gerçeğinden hareketle benzer saldırıların devamına alkış tutabilir ve Güneylileri yanına alma hesabı içerisinde olabilir.
Bir yandan Güney’in kendi petrolünü Türkiye üzerinden uluslararası pazarlara ihraç etme zorunluluğu diğer yandan aynı Türkiye’nin Kürdistan’ın en büyük parçasını işgal altında tuttuğu ve Kuzey ulusal özgürlük gereklerinin yer yer Güney’in çıkarlarıyla çelişebileceği gerçeği var!
Nasıl ki, Güney Kürdistan kendi varlığını ve geleceğini dikkate alırken diğer parçaların özgürlük mücadelesinin gereklerini de dikkate almak zorundaysa; Kuzey başta olmak üzere diğer parçalar da Güney’in mevcut kazanımlarını kollayan bir siyaset izlemekle yükümlüler. Bunu başaracak olan mekanizma ise yine Ulusal Kongre’dir. Parçalanmışlığın getirdiği ağır meseleleri uyumlulaştırarak parçalar arası çatışmasız bir çıkışı sağlayacak ve parça-bütün ilişkisinin dengesini kuracak olan tek araç Ulusal Kongre’dir.
Ne HPG Güneyin ekonomik can damarı petrol boru hattına saldırmalı ne de Güneyli Partiler, PKK’ye “Güney’den çekil” demeli! Ortak tutumla Türk devletinin saldırganlığı BM başta olmak üzere uluslararası alana taşımalı ki bunu da en iyi tüm parçalar adına Ulusal Kongre yapabilir.
Ulusal Kongre adımı atılmış olsaydı; Rojavalı partiler arası gerçekleşen 2012 Erbil Anlaşması ve 2014’teki Duhok Anlaşması kağıt üzerinde kalmayabilirdi! Rojava Peşmergesi’nin Rojava savunmasına dönmesini sağlayacak uzlaşmayı sağlayabilirdi. Dört parçadaki zengin enerji kaynakları olarak Kürdistan’ın güçlü jeopolitiğinin Kürt halkına ve siyasetine karşı kullanılmasını engellenebilirdi.
Kuzey’de “Çözüm” sürecini kim ve ne için bitirdi?
Öncelikle yanıt aranması gereken soru şudur; savaş siyasetine dönüşten kim medet umuyor? Çözümsüzlüğü kim geliştiriyor, barışçıl çözüm sürecini kim bozdu, niye bozuyor? Kürt siyaseti mi yoksa Türk devleti ve AKP mi?
Birincisi; Devlet ve AKP hükümeti, 8 Haziran sabahı seçim sonuçlarına ve partilerin etkin olduğu coğrafik dağılıma baktığında gördüğü tablodan ürkmüştür. Kürdistan’da, rejimi temsilen son kale olan AKP de adeta silinince “bu durum sürdürülebilir değil” denildi ve düğmeye basıldı. Kısacası devlet ile AKP özelde de Erdoğan kliği savaş politikasına dönüşte örtüştüler.
Çatışmasız barışçıl ortamın Kürt siyasetine yaradığı, %13 oy oranına ulaşmada bunun belirleyici payı olduğu veri kabul ederek ve artık her gün şehit haberlerinin ekranlarda ülkeye yayıldığı çatışma ortamında, HDP’yi muhtemel bir erken seçimde baraj altında ya da küçültülmüş olarak meclise getirtme hesabı devlet ve hükümet katında yapılıyor. Demek istediğim çözüm sürecinin bozulmasını salt Erdoğan ve AKP’ye bağlayanlar yanılacaklar çünkü savaş konsepti bir devlet politikası olarak geliştiriliyor.
Devlet ve AKP, HDP’siz ve hatta Demirtaş’sız bir erken seçim peşindedir. Bu hesabın devlet katında yapılmış olması nedeniyle, yıllarca PKK’ye “silahı bırak siyaset yap” diyen devlet ve AKP hükümeti şimdi HDP’yi mecliste yok sayarak PKK’yi adeta savaşa davet etmektedir. Eee PKK de daveti kabulde gecikmedi! KCK, hem Rojava’da savaş içerisindeyken hem de 7 Haziran seçim sonuçlarıyla barışçıl çözüm arayışları Kürt siyasetine güç katmışken neden silahlı mücadeleye yeniden sarıldı? Anlamak zor!
İkincisi; bölge düzeyinde Kürdistan haritasının siyasal olarak giderek şekilleniyor olmasıyla Türk devletinin bu gelişmeden büyük tehdit algılamasıdır. Kandil’den Afrin’e kadar sınırın öbür yakasında Kürt ulusal güçlerinin hakim olması ve Kobanê ile Afrin karasal bağlantının sağlanması durumunda gündeme daha sıcak gelecek olana Kürdistan’ın Akdeniz’e açılması ihtimali Türk devletinin uykularını kaçırıyor ki saldırıya geçmesinin diğer esas nedeni budur.
Üçüncüsü; Türk devletinin, ABD üzerinden Batı ile bölge siyasetinde yeniden uzlaşmasından aldığı güç ve cesaretle Kürtlere içerde ve sınır ötesinde rahatlıkla saldırabileceğini ve dünyanın buna sesini çıkarmayacağı hesabının yapılıyor olmasıdır.
Dördüncüsü ve önemlisi; adına “çözüm süreci” denilen sürecin Kürt, Kürdistan meselesinin kendisini değil sonuçlarıyla sınırlı bir içeriğe sahip olması ve bu haliyle tökezleyeceğini iyi bilen devletin tüm imkanlarıyla kalekol, güvenlik amaçlı baraj, havaalanı, yol vb yapmaya devam etmesinin doğal sonucu olarak bu iş er geç karakola havale edilecekti edildi de. Yani çözüm-çözümsüzlük ikileminde bu işin buraya geleceği az çok belliydi, 20 Nisan 2014 tarihli, “Kürt Meselesi Yine Karakola Mı Havale Edilecek?” başlıklı yazıda yazmıştım.
Sonuç olarak:
*Erken seçim ne Kürdistan meselesine ne de Türkiye’nin iç sorunlarına çözüm getirmeyecek.
Erdoğan’ın erken seçim olmazsa yeni bir Milliyetçi Cephe olarak AKP-MHP koalisyonu da çözüm getirmeyecek.
*Kürt/Kürdistan meselesinin çözüm adresinin TBMM olmadığı bir kez daha yaşanarak görüldü. TBMM’de HDP’ye cüzamlı muamelesinin yapıldığı; hiçbir partinin koalisyona bile yanaşmadığı bu durumda HDP mecliste çözüm üretemez, çözüme katkı koyamaz. Mecliste siyaset üretemezse ne yapacak? Siyaset üreteceği alan sokak ve meydanlardır.
*Seçim öncesi İMC TV’de katıldığım bir programda “HDP barajı geçmezse ne yapacak” sorusuna “tartışılması gereken HDP barajı geçemeyince ne yapacağı değil geçince Meclis’te ne yapacağıdır? Hiçbir sistem partisi bu koşullarda HDP ile koalisyonu göze almaz …” demiştim!
Meclis çözüm yeri değil denilince “o halde seçenek silahtır” sonucunu çıkarmak da doğru değil. Siyaset, Kürt meselesine çözüm ararken, “ya silah ya meclis” ikilemine mahkûm değil.
*Savaş siyasetinin en başta HDP’yi zor durumda bırakacağı gerçeğinden hareketle “barışı koruyalım çözüm masası yeniden kurulsun” çağrıları yapılıyor. Bu açıdan HDP, HDK, DBP ve DTK’nın “size savaş yaptırmayacağız” şiar ve hedefi olumludur ses getirmesini dileriz.
Dileriz diyoruz çünkü her gün 15-20 F-16 savaş uçağının sınır ötesi ve hatta sınırlar içerisinde bombardımanı sürdürdüğü; cenazelerin Türkiye ve Kürdistan kentlerine gönderildiği; ardı arkası gelmeyen operasyonların sürdürüldüğü; KCK Eş başkanları, Bese Hozat’ın “Yeni süreç, devrimci halk savaşı sürecidir”, Cemil Bayık’ın da “halkımız silahlanmalıdır” çağrılarının yapıldığı; yıllardır çözümsüzlüğün oyalama eşliğinde sürdürülmesi sonucu, Diyarbakır başta olmak üzere Kürdistan kentlerinde gençler ve halkın öfkeyle yüklü olduğu; HDP’nin dışlandığı hatta yasadışı parti muamelesi yapıldığı, dahası kendini var eden dinamiklere karşı tutum almaya zorlandığı; yetmedi HDP’ye kapatılma baskısı geliştirildiği ve Demirtaş’a dava açılmanın yanı sıra HDP’li dokuz vekilin dokunulmazlıklarının kaldırılmak istendiği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın; “Dolmabahçe mutabakatı ifadesini asla kabul etmiyorum”, “ Kürt meselesi yoktur” dediği… koşullarda barış yürüyüşü ve etkinliklerinin başarılı olması herkesin yararınadır, desteklenmelidir.
*Yeniden çözüm görüşmelerine başlanmalı ama Öcalan merkezli değil! Öcalan üzerindeki tecrit kaldırılmalı ancak Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ile Öcalan üzerinden çözüm-müzakerenin sürdürülmesi farklı şeylerdir. Öcalan üzerinde tecrit kaldırılmalı fakat çözüm görüşmeleri Öcalan merkezli sürdürülmemeli. Silahın bırakılıp bırakılmamasında elbette Öcalan ve esas Kandil merkezli KCK’nin muhataplığı söz konusuyken, Kürt meselesi; tüm Kürdistani güçlerin yer alacağı geniş ve kalıcı temsiliyet muhatap alınarak çözüm aranmalı. 04-08-2015
canbegyekbun@hotmail.com