25 Eylül öncesi “Aynayı bugün Kürdistan’ın artılarına tutmak!” başlıklı yazımın ardından çok geçmeden 16 Ekim yaşandı. Bu kez aynayı Kürdistan siyasetinin yanlışlarına tutacağız. Önce kısaca tarafların şu an ki hesap ve hedefleri.
Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
I – Şu anki durum ve tarafların hesapları…
İran ve diğer sömürge devletlerin desteği, ABD-İngilizlerin de yol vermesi iç ihanetle de birleşince Irak kolay bir “zafer” elde etti. Kerkük ve diğer tartışmalı Kürdistan kentlerini alan Abadi’nin dişi kanlandı. Dolayısıyla Irak olanla yetinmeyip, “havaalanları, sınır kapıları, ülke zenginlikleri, Peşmerge güçlerini Bağdat’a teslim edilmeli” diye ısrar ediyor. Hatta “bağımsızlık referandumunu iptal edin kayıtsız şartsız teslim olun” diyor!
Irak rejimi (İran) “fırsat bu fırsat ne kadar geri adım attırırsam o kadar kârdır” hesabıyla Kürtlere ölümü gösterip sıtmaya razı etme hesabı içerisinde. “Hewlêr’e saldıracağım” beyanları ya da “Kürdistan siyasetini ve Peşmergeyi 2003 öncesine itme hesapları, Kürtlere gösterilen ölüm olarak görebilirsiniz. Peki, bunları gösterip sıtma olarak neye razı etmek istiyor? Peşmergenin Kerkük’e dönüşünü engellemek, Kürt halkının kazanımlarına el konularak elini kolunu bağlamak.
Başta Mesut Barzani, Kosret Resul, Ş. Mistefa Cafer, Necmettin Kerim etkinliğindeki PDK ile YNK olmak üzere 32 partinin oluşturduğu Kürdistan cephesi ise; 2014 (IŞİD ile çatışma) öncesinde denetiminde tuttukları coğrafya ve kazanımları tartışma dışı tutmak, Kerkük ve diğer tartışmalı bölgeleri ise Irak ile 140. Madde temelinde görüşüp çözümünü hedefliyor.
Kısacası, Kürdistan cephesi Irak’a; “biz 2003 öncesine dönmeyiz, tartışmalı bölgelerden askeri olarak çekildik şimdi bu bölgelerin geleceği ile ilgili müzakere zamanıdır, buyurun masaya gelin” diyor. Ve BM, AB, ABD, Rusya gibi uluslar arası güçleri Irak rejimine 140. Maddenin pratikleşmesi için baskı uygulamaya çağırıyor.
Irak’ın 2005’te kabul edilen federal anayasasının 140. Maddesine göre Kerkük ve tartışmalı bölgelerde en geç 2007’ye kadar önce nüfus sayımı ardından da referanduma gidilerek bu bölgeler Kürdistan’a mı yoksa Irak’a mı bağlı olmak istiyor? Bu netleştirilecekti ancak Irak hükümeti her defasından 140. Madde gereği yapılacak olan referandumdan kaçtı. Yani Kürtler kendilerine gösterilen “ölüm” kartını görüp sıtmaya razı olmuş değil dolayısıyla Kerkük ve bağımsızlıktan vazgeçmediler. Arkaladıkları %93’lük iradeyle Irak’ı uluslar arası güçler nezdinde masaya çağırıyorlar. Irak ise bıçak altına götürülen hayvanın direnmesi misali 140. Maddeyi uygulamaya yanaşmıyor. Peki, nereye kadar?
II – Aynayı tüm derinliğiyle Kürdistan siyasetinin eksilerine tutma zamanı
a – Zaferin bin babası olur yenilgiler daima öksüzdür! Bağımsızlık referandumu, doğru ve kararlı bir adımdı, alınan %93’lük sonuçla ülke ve uluslar arası alanda her daim geçerli meşruluk sağlanmıştır. 25 Eylül’de halkların iradesiyle Kürdistan sınırı çizildi “tapusu” alındı. N. Kerim’in; “Referandumu yaptığımız için pişman değiliz. Ne zaman karar verseydik aynı sorunlarla karşılaşacaktık. Şu an istila edilmiş Kerkük Kürdistan’a geri dönecek” vurgusu; Barzani’nin “Peşmergeydim, Peşmergeye dönüyorum” tutumu; 32 partinin ortak hareket etme beyanları halkların bağımsızlık referandumu kararlılığının siyasetini temsil ediyorlar.
16 Ekim’e kadar herkes 25 Eylül bağımsızlık referandumu zaferinin destekçisi ve sahibiydi! Öyle ki dört parçada Kürdistan partileri ile ezen ulus komünist partileri, programlarındaki Kürdistan bölümünü yeniden yazma hazırlığına girişmişlerdi bile! Fakat İran liderliğindeki sömürgecilerin 16 Ekim işgalinin ardından 25 Eylül’ü öksüz kalma eğilimi birden güçlendi! İyi ki halklar ve Mesutlar-Kosretler-Necmettinler-Haci Mahmutlar 16 Ekim öncesinde olduğu gibi sonrasında da 25 Eylül bağımsızlık referandumu zaferine inanmaya devam ediyorlar!
b – Brakûjî’yi engellemek önemli bir başarıdır. İran derin devlet tecrübesi ve YNK içindeki eliyle, PDK-YNK Peşmergesi arasında yeni bir Birakûjî için Kerkük’te bir tuzak kurdu. Büyük fitne İran ellerini ovuşturup Peşmergelerin Kerkükte Brakûjîlerini bekledi. Ancak Kerkük’ü savaşmadan bırakma pahasına Peşmergeler arasında Brakûjî yaşanmaması önemli gelişmedir ve bunda Mesut-Kosret-Necmettin… rolü büyük olup gelecekte ilk başta yapılması gereken Peşmergenin tekleştirilmesinin zeminini hazırladı.
c – “PDK ile YNK Dokan’da anlaştı ülkeyi iki kuyu petrole sattı” propagandası çöktü. Irak cumhurbaşkanı yardımcısı Nuri Maliki’ni açıkça biz Qasım Süleyman ile YNK’nin bir kanadının yardımıyla Kerkük’e girdik” diyorsa; YNK Sözcüsü Sadi Ahmed Pire: “Barzani ve Kosret Resul, Kerkük operasyonu ile ilgili bilgilendirilmemişti, anlaşmadan habersizdiler” diye açıklıyorsa; Mele Bahtiyar bile adres göstererek, “Bağdat ile anlaşma yapanlar yargılanmalı” diyorsa; Mesut Barzani “içerden ihanete uğradık” isyanını sürdürüyorsa… ihanet ve satış başka yerden aranmalı. Ülkenin peşkeş çekilmesini, ihaneti arayanlar, Pavel’e, Lahur’a ve “Kerkük vatan kucağına geri döndü” diyen Ala Talabani’ye baksın!
d – Yenilginin asıl nedeni; “Düşmanın düşmanı dostumdur siyaseti”
Kürdistan’ın dörde bölünmüş olmasının yarattığı tarihsel trajedinin ürünü olan, “Düşmanımın düşmanı, dostumdur” siyasetini yani savaştığı sömürgeci devlete karşı diğer sömürgeci devlet/devletlerden destek alma siyaseti, 16 Ekim sonrası köklü masaya yatırılmalı. Bu açıdan YNK, İran’la; PDK, Türkiye’yle; PKK, Suriye ve İran’la ilişkilerini gözden geçirmek zorunda. Sömürgeci devletler arasındaki çelişkilerden yararlanma siyasetinin her defasında yenilgiler getirdiği açıktır, yeni bir çıkış yolu bulunmalı.
Zira 40 yıldır düşmanımın düşmanı dostumdur siyasetiyle sağlanan desteğin karşılığı vardır. İran, Suriye, Irak, Türkiye başta konumlanma destek sağlarken bu desteğin karşılığında bu partilerden ne aldı ya da alıyor? Tersinde de YNK, PDK, PKK; “Düşmanımın düşmanı, dostumdur” diyerek sömürgeci devlete karşı savaşırken diğer sömürgeci devletlerden aldığı desteğe karşılık ne verdi ya da veriyor?
“İşin YNK boyutunu artık az çok biliyoruz. Bunu YNK kadroları da itiraf ediyor. Celal Talabani’nin oğlu Pavel Talabani ismen zikredilerek, yanına da Ala Talabani ve Lahor Şêx Cengi gibi Talabani’nin iki yeğeni konularak ‘iç ihanet’ yaşandığı açıkça dillendiriliyor. Henüz KDP boyutunda ne olduğunu bilmiyoruz ama açıklamalardan görünüyor ki KDP içinde de en az Pavel Talabani kadar Kürdistan’ı, Kürt halkının çıkarlarını değil kendi çıkarlarını düşünenler var. Başbakan Neçirvan Barzani’nin merkezi hükümetle diyaloga açık olduklarını belirterek bunun için bağımsızlık referandumu kararını askıya almayı önermesi boşuna değil. Aynı şekilde KDP’nin Mesud Barzani’den sonraki ikinci ismi olarak zikredilen Fazıl Mirani’nin birden Irak güzellemesi yapması, Iraklı olmaktan onur duyduğunu söylemesi de sıradan bir tutum değil.” (Fehim Işık, Dayatılan Onursuzluksa ne yapmalı?) derken doğru söylüyor ama eksik dile getiriyor. YNK ve PDK’nin yanı sıra isim vermese de PKK’nin içindeki Paveller, Lahurlar da belirtilmeliydi. Çünkü bugün YNK üzerinden oynanan oyun yarın PKK, PYD, PDK üzerinden oynanmayacağını kim söyleyebilir?
Bu siyasetin ağır bedelleri 1975 dahil defalarca ödendi, sonuncusu 16 Ekim ve sonrasında ödendi. İran, YNK’ye sağladığı desteğe karşılık 16 Ekim’de alacağını aldı. Demek istediğim, YNK, PKK, PDK kendi içerisindeki İran, Türkiye, Irak, Suriye’nin kirli ellerini kusmalıdır, yoksa 16 Ekim’de YNK üzerinden yaşandığı gibi ağır bedelleri olacaktır.
Sıkça, İran ile Türkiye’nin, mesele bağımsızlık olunca aralarındaki bölgesel hegemonya hesaplarını bir kenara iterek Kürdistan karşıtı olarak birleşirler dedik. Çünkü bu iki bölgesel gücün; “bölünme” ve “Akdeniz’e uzanacak Kürdistan koridoru” gibi önemli birleştiricileri var. Bunun böyle olduğunu PDK ve YNK sayısız deney ve yenilgiyle bizden iyi biliyor ama buna rağmen yeterince hesap edilmediyse ya bir siyasi körlük var ya da uluslar arası güç dengelerinin bölge yansımasına fazla güvendiler. Kısacası Türkiye-İran’ın ortaklığının yaratacağı sonuçlar yeterince göz önüne alınmadığı ortaya çıktı. Çünkü İran liderliğindeki dörtlü sömürgeci ittifak basınç uygularken bile Kürdistan yönetiminin İran-Türkiye arasındaki bölgesel çelişkilerden medet umması bunun işareti!
e – “Emperyalizmin dostu düşmanı yok çıkarları var” gerçeği dikkate alınmadı.
Öncelikle ABD’nin 20 yıldan beri sürdürdüğü askeri müdahalesini Irak’ın toprak birliği için yapmadığını herkes biliyor. Soru gayet açıktır; ABD, “Irak toprak birliğini savunmak” için mi 10 bin km uzaktan gelip Irak ve Suriye’yi işgal etti? Hayır! Demek ki hesap içinde hesap var ve yakında bu hesapları göreceğiz.
Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Usame Nuceyfi; “Erbil’e karşı uluslararası bir koalisyon var” diyor ve ekliyor; “İran, Irak’ta etkili bir güçtür ve her konuya vakıf; siyasi partiler, silahlı milisler gibi her şey kontrolünde. ABD Irak’ta askeri gücünü artırmalı Sünnileri silahlandırmalı” çağrısında bulunuyor! Iraklı Sünni Arap lider, Irak Şii Araplarına karşı ABD’den silah desteği istiyor?! Yani Kürt-Arap birliği bir yana, Sünni-Şii Arap birliği bile yok! “Irak birliğini savunuyoruz” diyen ABD’nin de başka emperyal hesapları var.
16 Ekim sonrası yaşananlar gösterdi ki emperyalizmin kalıcı dostu düşmanı yok çıkarları var, bu çıkarlarına göre dost ve düşmanları değişken. Sömürgeci devletlerin oluşturduğu şer ittifakı terazi kefesinde ağır bastı. Burada başta Mesut Barzani olmak üzere Kürt siyaset kadrosunun, bağımsızlık referandumuna giderken yeterince hesap-kitap yapmadığı ve ABD-Britanya’nın tutumlarının analizinde ciddi boşluklar olduğu görüldü.
Şunu da ekleyelim; ABD, kendisine rağmen bağımsızlık referandumuna giden Kürtlere “benim dediğim olacak, bak bensiz yapamıyorsunuz” dedirtmiş olmanın yanı sıra Irak’ı, yeniden “Arap kucağına döndürme” siyasetinde Abadi’nin elini seçimlerde güçlendirme hesabını da yaptığı görülüyor.
Ayrıca “ABD, Suriye netleşmeden Irak’ta nihai adımı atmak istemiyor” tespitimi doğrulayan gelişmeler var. Suudi Arabistan’da İç iktidar hesaplarıyla sınırlı olmayan ve ucu Lübnan’dan İran’a kadar uzanan, önemlisi Körfezde İran-Suudi Arabistan çatışma ihtimalini de içeren gelişmeler bunlardan bazıları.
f – Yaşanan yenilgide elbette Peşmergenin iki ayrı partiye göre bölünmüş olmasının büyük payı var. Brakûjî kavramı nereden çıktı? Aynı parçada örgütlenmiş iki ayrı silahlı ulusal kurtuluş hareketinin Peşmergelerinin çatışmasından. Partilere göre bölünmüş Peşmerge gerçeği olmasaydı, 16 Ekim’de bunlar yaşanmayabilirdi çünkü İran’ın şeytani planı uygulama zemini bulamayabilirdi. Bu nedenle 16 Ekim ve sonrası yaşanan sorunların başında partilere göre bölünmüş Peşmerge yapısı geliyorsa o zaman ya Peşmerge partiler üstü olacak ya da sürgit sömürgeci kölelik sürecek! Bu nedenle Mesut Barzani, Kosret Resul, Şêx Mistefa Cafer gibi şahsiyetler hayattayken iki partinin Peşmergesinin birleştirilmesi acil görevdir.
g – Aileden geçme askeri komutanlığa son verilmeli. Barzani ve Talabani ailelerinin siyasal iktidar üzerindeki etkinliği demokratik iradeyle sınırlandırılmalı. Başta Barzaniler olmak üzere bu iki ailenin Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde tarihsel önemde yerleri var ama siyasal iktidar ile ekonomik ve askeri alanda ki etkileri giderek sınırlandırılmalı. Özellikle de aileden geçme komutanlık ya da istihbarat başkanlığı gibi atanmalara son verilmeli!
h – Partilere göre bölünmüş Peşmerge gerçeği nasıl aşılamadıysa, maliye ve ekonomi alanında da Soran-Behdinan bölgeciliği halen aşılamadı. Şu da bir gerçek ekonomide petrol, doğal gaza bağlılık durumu da var ve bağımsızlık hedefinde bu bir diğer engeldir. Bağdat bütçeyi kesince maaşların ödenemiyor olması gerçeğin iki boyutunu da çıplak sergiledi. Tarımda belli ilerlemeler kaydedildi yani her şeyi petrol parasıyla alma politikası kısmen tarımda aşıldı ama yeterli değil. Erdoğan’ın “sınırları kapatırsak aç kalırlar” sözü halen geçerliliğini korumasının yarattığı zaaf varlığını koruyor.
III- Kürdistan’ın-Ortadoğu’nun-Dünya’nın yakın-orta-uzun geleceğin siyasi öngörü eğrisi oluşturulmalı.
Ülke içi siyasi analizle atbaşı giden ve yakın-orta-uzun geleceğin bir siyasi öngörü eğrisini oluşturmak kaçınılmaz olmuştur. Örneğin Kürdistan iktidarına, siyaset kadrosuna;
*Rusya-ABD-Britanya-AB-BM gibi küresel güçlerin Kürdistan-bölge-Dünya’ya bakış ve yönelimlerini anlık olarak derinlikli izleyen;
*Kürdistan üzerinden kendi geleceklerini “tehlike”de görüp bölünme korkusuyla hareket eden İran ve Türkiye’nin, Kürdistan’da ki bağımsızlık adımı karşısındaki hareketlerinin görünen dış yüzüyle yetinmeyip derinden irdeleyen;
*ABD’nin Irak iç siyasetinde Abadi’ye oynadığı yani Irak seçimleri öncesinde Abadi’yi zora sokacak adımlar atmayacağı benzeri taktiksel yaklaşımlarını görüp siyaseti uyaran;
*Pavel Talabani, KURDSAT TV’de “KDP ile YNK yanlış adımlar atıyor, sorunların Irak Anayasası’na uygun olarak çözülmesi için Kürt halkı her iki partiye baskı kurmalı…Kürtlerin 2014 öncesi sınırlarına dönmeli yoksa yaşanacak savaşın büyük bir yıkıma neden olacağını ve Kürtlerin tüm kazanımlarını kaybedeceğini” söyleyen; YNK’nin Irak Parlamentosundaki Milletvekili Ala Talabani de “Kerkük valisinin merkezi hükümet tarafından görevden alınmasını doğru” bulan (Fehim Işık, Kerkük ciddi bir kırılmadır) benzeri açık tehdit ve tehlikeleri görüp siyaset merkezlerini uyaran bir kurum gereklidir. Eğer varsa Hewlêr merkezli ama dört parça ve diasporadan siyaset bilimcileri, stratejistler ve jeopolitikçileri yani farklı uzmanlıkları olan güçlü kadrodan yeniden yaratılması elzemdir. Bu kurum siyaset kadrosunun memuru olmadan siyasete veri sunabilmeli.
Zira 16 Ekim öncesi Dokan toplantısında başta YNK içerisindekiler görülmüyor veya dikkate alıp tedbir alınmıyorsa siyasi öngörülük açısında durum vahim demektir. Dolayısıyla zaman geçirilmeden güçlü ve partiler-parçalarüstü bir SİYASİ ÖNGÖRÜ KURUMU yaratılmalı.
Sonuç olarak; Güney Kürdistan’daki farklı etnik ve inançtan halklarımızın, sömürgecilerin “yapamazsınız” saldırganlığına; emperyalistlerin “zamanı değil” buyurganlığına rağmen AN NEMAN AN SERXWEBÛN bilinciyle %93 evet gibi yüksek orandaki bağımsızlık kararlılığı fitne İran ve müttefiklerinin planlarını bozacak!
Güneyli halkımız defalarca küllerinden doğdu bu kez de ders çıkararak ayağa kalkacağına inanıyoruz. Fakat Kürdistan’da ki iç ihanet-düşmanla işbirliği başta olmak üzere 16 Ekim’de yaşananların ciddi siyasi muhasebesi ucu kime dokunursa dokunsun yapılmalı! İnanıyoruz ki, geleceğin bağımsızlık mücadelesinde kentlerde Peşmerge ve sivil halkın birlikte savaşması başarıyı getirecektir, 09.11.2017