Başta Kuzey Kürdistan siyaseti olmak üzere dört parçadaki Kürdistan siyaseti; içinden geçtiği süreçte birçok açmaz, kriz ve tıkanma başlığıyla yeni bir döneme giriyor. Ortadoğu’nun kaynayan kazanı son dönemde Irak ve Suriye merkezli yaşanan gelişmelerle kendini gösteriyor.
Yaşar Kazıcı / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Yaşanan gelişmeler bir yandan emperyalist paylaşım savaşlarına sahne olurken bir yandan da Kürt ulusunun ulusal statü elde edebilme mücadelelerine sahne oluyor. Batı Kürdistan’da Suriye iç savaşı iyi değerlendirilmiştir. Bu boşluğun doğru kavranması sonucu 2011’de gerçekleşen Rojava’nın fiili olarak kantonlaşma süreci geriden gelen bir parçamız olması açısından tarihsel bir adım oldu. Ancak kurulduğu ilk günden beri Türk devletinin açık tehditleriyle her zaman karşı karşıya kaldı. Sonuç olarak Afrin Kantonunun Türk devletinin işgaline uğraması Rojava’nın aldığı ilk ciddi darbe özelliğini taşıyor. 2017’de Güney Kürdistan’ın Bağımsızlık Referandumu’na gitmesi Kürt ulusal tarihinde ilk kez bağımsız devletimizi kurabilme açısından heyecan yaratırken yaşadığı işgalle sürecin tersine çevrilmesi öne çıkan bu iki parçamızın geleceğinin nereye evrileceğini de sorgulamamızı gerektiriyor. Hem Batı Kürdistan’ın hem de Güney Kürdistan’ın kısa süreli aralıklarla işgale uğramaları emperyalist güçlerin işlerine geldiğinde müttefik olarak ilan ettikleri Kürtleri yüz üstü bırakmalarının açık ifadesi oldu. Tüm Kürdistan siyaseti emperyalist güçlerle geliştirdikleri ilişkileri yeniden acı bir deneyimle sorgulama fırsatı yakalamış oldu. Kendi parçamız Kuzey Kürdistan parçası ise son üç yıldır ciddi bir sindirilmiş ve sessizlik içerisinde bulunuyor. Batı ve Güney Kürdistan’da yaşananlara ses çıkarmayan emperyalistler ve ona bağlı sözde insani-hukuki-demokratik kuruluşlar yine Kuzey’de yaşanan sivil ölümlerine, Kürt ulusunun irade olarak seçtiği insanların zindanlara atılmasına da sessiz kaldı. Askeri mücadele ile sivil mücadele alanının aynı anda tıkanma yaşaması Türk sömürgeciliğinin azgınca saldırmasında cesaret kaynağı oluyor. Parçamızda yaşanan bu durumun yalnızca sömürgeci Türk devletinin baskılarıyla açıklayamayız, tıkanmış, ön görüsüzleşmiş, yaşamda karşılığı olmayan projeleri topluma ve siyasete sunmakta olan ulusal siyaseti de hesaba katmamız gerekiyor.
Genel değerlendirmenin ardından çubuğu biraz da kendimize bükersek; bu süreçlerde Komünistler olarak bizler ne yaptık veya ne yapabildik? Genel Kürdistan siyaseti içerisinde Komünist hareketin güçsüz oluşu, yaşama müdahale edemeyen noktada kalması; nesnel bir durumdur. Güçsüzlüğümüzün bir yanı dünya komünist hareketinin yaşadığı kriz ile ilgiliyken diğer yanı (en belirleyici olanı) bizimle ilgilidir. Güçsüz oluşumuz nesnel bir durumdur, anlaşılır açıklamaları vardır ancak bu durum bizim politik özne olma gerçekliğimizi ve payımıza düşen sorumluluğu ortadan kaldırmamaktadır. Komünistler tarihsel rollerini yerine getirememenin öz eleştirisini ancak pratik bir mücadele içerisinde hakkıyla verebilirler. Öz eleştiri ancak mücadelenin saflarının genişletilmesi devrim mücadelesinin güçlendirilmesi, yaşama yeniden müdahale edebilecek güce ulaşarak yerine getirilebilir, bunun dışında bir özeleştiriyi ne tarih kabul eder ne de Kürdistan proletaryası. Güçsüzlüğü gerekçelendirmeye değil Komünist hareketi nasıl güçlendireceğimizin arayışına ihtiyacımız var. Güçsüzsek güçlenmenin yollarını arayacağız, güçsüzlüğün demagojisini yapmaktan, bahaneler üretmekten uzak duracağız.
Genel Kürdistan siyaseti içerisinde mevcut gücümüzle şuan için belirleyici bir pozisyonda olamasak da eğer gerçekten yoğunlaşılırsa belirleyici bir özne olmaya bizi taşıyabilecek, öze eleştirimizin kabulü açısından pratik olarak bizi müdahale etmeye zorlayan oldukça ciddi, Kürdistan’da hiçbir siyasal akımın dolduramadığı somut iki boşluk var. Bu iki boşluk tahlili; uzun süreli üzerine düşünülmesi gereken, politik açılımlarla, örgütlenme yöntemleriyle geliştirilmeye ihtiyaç olunan boşluktur. Aynı zamanda bu iki boşluk tahlili; Komünist hareketin var oluş zeminini net bir şekilde tarif edebilmenin de önünü açacak önemdedir.
A) Sınıfsal Boşluk: Örgütsüz Proletarya
Sömürgeci kapitalizmin Kürdistan şehirlerinde derinleşmesiyle açığa çıkan sınıfsal farkların keskinleşmesi, yoksullaşma, işsizlik, emeğin hiçbir değerinin olmaması ve bu durumun gittikçe sosyal-siyasal yaşamda politik-örgütsel karşılığını aramasıdır. Toplumsal yaşamda ortaya çıkan her olgu mutlaka kendini ifade eden bir siyasal özneye ihtiyaç duyar. Bu yanıyla Kürdistan siyasetinde ezilen sınıfın; yeni olanı ve kendi sınıfsal konumuna uygun düşen politik özneyi bulabilme arayışı söz konusudur. Elbette ki ezilen işçi ve emekçiler ellerinde fenerle köşe bucak ‘’Nerede bu komünistler gelip bizi örgütlese keşke’’ diyerek bizi aradığını söylemiyorum, söylemek istediğim şey sınıfsal farkların derinleşmesiyle dışa vurması kaçınılmaz olan sosyal talepler, toplumsal cinnet hali, başka bir yaşam arayışıdır. Bir yerde öyle veya böyle bir kapitalizm varsa, öyle veya böyle bir proletarya varsa orada Marksist görüşlerin yayılması için nesnel zemin var demektir. Hangi ulustan-ülkeden olursa olsun tüm dünya proletaryasının ideolojisi tartışmasız olarak Marksizm’dir. Kürdistan’a dönersek Kapitalizm (üstelik sömürgecilikle bütünleşmiş – veya sömürgeciliğin aracılığıyla gelişmiş olan kapitalizm) sürekli olarak kitlelerde bıkkınlık, rahatsızlık, düzenden kopuş ve kapitalizmin yıkıcı etkilerine yönelen isyankar hali yaratan potansiyelleri mevcuttur. Kürdistan’da ülke nüfusu içindeki ağırlığı bir kenara; somut olarak proletaryanın varlığı nesnel bir gerçekliktir. Kürdistan’da sömürgeciliğin objektif olarak geliştirdiği (veya geliştirmek durumunda kaldığı) üretim ilişkileri uzun bir süredir proletaryanın varlığını da beraberinde geliştirmiştir. Kürdistan proletaryasının varlık yokluk meselesi ulaştığı boyut açısından sayısal tartışmanın değil siyasal tartışmanın konusudur. Aynı zamanda bu tartışma Komünist hareketin geleceği, Kürdistan’da var olup olamama tartışması olarak görülmelidir. Güvenmemiz gereken ve doldurulmayı bekleyen birinci nokta özetle burasıdır.
Sömürgeci kapitalizmin derinleşmesi, sınıfsal farkların keskinleşmesi; sürmekte olan ulusal mücadelenin saflarına da yansımaktadır. İşçi ve emekçilerin ulusal mücadeleye katılımı ve mücadelenin belirleyici gücü olması ile ulusal mücadelenin kazanımlarını kendi hanesine yazmak isteyen orta ve burjuva sınıfların arasındaki açı farkı büyümektedir. Mücadelenin yükünü çekenler ile mücadelenin kazanımlarını kendi sınıfsal çıkarları için kullananlar, mücadeleyi sonuna kadar götürebilme kabiliyeti olanlar ile mücadelenin zora girdiği durumlarda mücadele kaçkınlığı yapanlar arasında sınıfsal çatışma şiddetlenmektedir. Elbette bu sınıfsal ayrışmalar, kutuplaşmalar, çatışmalar; ezilen sınıfın örgütleyicileri olan Komünistlerin güçlü bir örgüte sahip olmadığı koşullarda; kitleler içerisinde siyasal bir seçeneğe doğru kopuş yaratamamaktadır. En iyi ihtimalle mevcut duruma eleştirel bakabilme, mücadelenin gidişatını sorgulayabilme yeteneğinin gelişmesi, sınıfsal farkların açığa çıkması şeklinde sonuçlanmaktadır. Kürdistan’da gelişimini sürdüren, safları her geçen gün artan, ciddi bir isyankar ordusunu bağrında toplayan bir proletarya sınıfı vardır, bu yanıyla Kürdistan ülkesi emperyalist kapitalizmin dünya üzerindeki egemenliğinden ve yarattığı sistemden kopuk bir ülke değildir. Kürdistan’ı sadece öne çıkan ulusal meselenin varlığı üzerinden değerlendirmek, sınıfların varlığını, birbiriyle ilişkilenme biçimini görmezden gelmek, yer çekimsiz uzay boşluğunda kendi fenomeniyle kavrulan Kürdistan yaratmaktır. Tüm dünyada ki ulusal kurtuluş mücadeleleri incelendiğinde; mücadelenin hangi sınıf öncülüğünde gerçekleştiğinde hangi sonuçları doğuracağını, sınıf ayrımlarının aynı ezilen ulustan olsa bile ulusal mücadelede belirleyici özellikler taşıdığını, bağımsızlık meselesinin sonuna kadar götürülebilmesinde zincirlerinden başka kaybedecek bir şey olmayan sınıfla – mülkiyeti elinde bulunduran sınıf arasındaki farkları ispat edebilmek için yeterli veriler sunmaktadır. Ulusal meselenin varlığını görebilmek Komünist hareket için marifet sayılamaz. Esasen marifet, ulusal hareket içerisinde veya ezilen ulus içerisindeki sınıfsal ayrışmayı yakalayıp gelişmekte olan proletaryayı ulus mücadelesinin önderi haline getirebilmektir. Yoksa İslamcısından demokratına, kendine yurtseverim diyeninden özgürlükçüsüne vb. herkesin bahsettiği bir ulusal mesele var ve herkes kendi tuttuğu yerden bakışını yansıtıyor. Hepimiz emin olabiliriz ki; ulusal meselenin kavranışında ve mantıksal sonuçlarına ulaştırılmasında Kürdistan’daki hiçbir siyasal akım Komünistlerin tahlil, tespit ve ulaştığı sonuçların yanından bile geçemezler. Meselenin bütünlüklü bir şekilde ortaya koyuluşu, hangi şartlarda hangi taktiklerin izlenmesi, esas ulaşılması gereken hedefin neresi olduğu konusunda Komünist hareket her zaman netliğe sahiptir. İdeolojik olarak bütünlüğe, savrulmaya yer vermeyen netliğe sahibiz. Karşı karşıya olduğumuz problem teorik değil pratik problemdir. Daha net ifadesi ile örgütlenme sorunudur.
B) Ulusal Boşluk: Bağımsızlıkçı Çizgi
Ulusal meselenin çözümsüzlüğünü, Kürt ulusunun kendi kaderini tayin edebilme meselesinin belirsizliğini koruyor oluşu Kürt toplumunda ciddi bir sancı yaratmaktadır. Son kırk yılı da içine alan ve yüzyıllardır süren mücadelenin Kuzey’de halen belirsiz bir geleceği vardır. Mücadelenin hangi kazanımla taçlandırılacağı veya hangi kazanımlarla mücadelenin yeni aşamalarına geçileceği konusunda hiçbir ipucu bulunmamaktadır. Üstelik öncü hareket taleplerini oldukça aşağılara çekmesine rağmen bu haliyle bile düzen içinde en ufak bir kazanım dahi elde edebilmiş değildir. Daha da kötüsü taleplerin bu kadar aşağı çekilmesi ve hareketin bu talepler doğrultusunda örülmesi kafa karışıklıkları yarattığı gibi, ulusal hareketin ve ona destek veren halkın da kimyasında değişimler meydana getirmiştir. Bunun başında ulusal bilincin Kuzey’de gittikçe erimeye başlaması örneğini verebiliriz. Yine bir başka korkunç gerçek; taleplerin aşağı çekilmesi ile hareketin kendi kendini açmazlara düşüren uzun süreçte müdahale edilmezse, yeni bir perspektif ve hedeflerle manevra yapılmazsa politik iflasa sürükleyecek olan yönüdür.
Hal böyleyken ulusal meselenin bir çözüme kavuşturulamadığı koşullarda; Kürdistanlı Komünistlerin kendi çözüm programını, daha fazla kitlelere ulaştırması gerekir. Komünist Hareket için ulusal meselenin çözümsüz kalışı kendi siyasal örgütlenmesi için bir tıkanma değildir aksine kendi programını kitlelere tartıştırarak devrimci bir çözüme halkı ikna edebilme şansını sunar. Öyle ya da böyle tüm ulusal mücadeleye katılım sağlayan kesimler bir sonuca erişmek, bir şeyleri elde edebilmenin, üzerlerindeki baskının kökten atılamasa da yakın süreçte hafifletilebilmesi kaygısındadır. Ulusal meselenin çözümsüz kalışında başat olan mesele; ulusal hareketin tıkanması, varabileceği noktaya ulaşıp onun ötesine (sömürgeciliğin yıkılması noktasına) geçememe sorunudur. Sömürgecilik karşısında kazan-kazan formülüyle hareket etmek mümkün değildir, sömürgeciliğin doğasına aykırıdır, her şey onunken neden bizim de kazanabileceğimiz bir denklemi durduk yerde kabul etsinler? Bundan dolayıdır ki; Kürt ulusunun mücadelesinin Türk devletine hiçbir zararı olmadığını, Kürtlerin özgürleşmesinin bu devlet için oldukça iyi sonuçlar doğuracağı tezleri üzerinden Türk devletine akıl verme çabaları nafiledir. Sömürgeci devletin, sömürge olan ulusun siyasal temsilcilerinin aklına hiç ama hiç ihtiyacı yoktur, olmamıştır.
Sömürgeci Türk burjuvazisinin iktidarı hali hazır bir şekilde kurumlarıyla birlikte Kuzey Kürdistan’dadır, sömürgeci rejim varlığını korumaktadır, bir sorun olarak Kürt toplumunun tarihsel gelişmesinde ayak bağı durumundadır. Sömürgeci rejimin Kürdistan’da yarattığı sosyal-siyasal-psikolojik-ekolojik vb. çok yönlü sorunlar; anayasal değişikliklerle, her seferinde en başından bir sonuca ulaşmayacağı açık olan ‘çözüm süreçleri’ ile, sömürgeciliğin demokratikleştirilebileceği hayalleriyle hiçbir sonuca ulaştırılamaz. Kürdistan sorunu, köklü, tarihsel bir sorundur, çözümü de aynı şekilde köklü ve tarihsel bir zeminde olacaktır. Nihai bir hedefe sahip olmadan küçük kazanımlar elde edebilme, biraz nefes alabilme adına kültürel-anayasal vb. reform taleplerinin ileri sürülmesi dahi başlı başına politik acizliktir, öngörüsüzlüktür. Osmanlı’dan bu yana en az 200 yıldır süren sömürgeci egemenliğin izlerini anayasa değişikliğiyle vb. reformlarla halledebileceğinizi düşünmek, burayı topyekun Kürt ulusal meselesi çözecek nokta olarak görmek; gözünüzü kapattığınızda bir şeyin yok olacağını iddia etmekle aynı saçmalık değerini taşır. 200 yıl boyunca oluşturulmuş acılarla-katliamlarla dolu ezilen ulus hafızasında; Türklüğüne toz kondurmayan, her daim devletinin askeri olan, başka ulusları-azınlıkları ezme hakkını kendinde gören egemen ulus hafızasında nasıl bu kadar basit bir şekilde meclis oylamalarıyla, anayasa denen kağıt parçalarındaki maddelerin eklenip çıkarılmasıyla sosyal yaşamda değişiklik yaratabilir?
Kuzey’i örgütleyen ulusal güçlerin önüne koyduğu programın yaşama geçemeyişi, sömürgeci düzenin kendi varlığını ‘barış’ ve ‘çözüm’ süreçleriyle derinleştirmesi; kitlelerin umudunu düzenin dışına, devrim mücadelesine, ulusal özgürlüğünü ayrılma hakkını kullanma seçeneğinde görmeye doğru itmektedir. Kuzey Kürdistan siyaseti; tarihin görüp görebileceği en tutarsız, en uzlaşmacı, en ideolojik-politik netliği olmayan ulusal hareketiyle karşı karşıyadır. Kitlelerin bu denli zihinlerinin bulanık oluşu, ulusal bilincinde sakatlanma izlerini taşıması, yükseliş yıllarında en keskin çıkışlar yaparken yenilgi yıllarında ise en geri savruluşlar yaşaması bir yanıyla da ulusal hareketin net bir çizgiye sahip olmamasıyla ilgilidir. Halk kendi ideolojisini-politikasını kendisi yaratamaz, eylemliliğini kendi başına oluşturamaz halkı halk yapan onun öncüleri, örgütleyicileridir. Haliyle bugün Kuzey Kürdistan’da ki sessizliği; Afrin, Kerkük, Şengal işgal edilirken Kuzey’de yaşamın normal akışında kalmasını onu da geçtik kendi parçasında yani Kuzey’de son süreçte yaşanan katliamlara, iradesine saldırılmasına karşı ciddi bir karşı koyuş geliştirememesini; politik öncülerin halkı yoran, politikaya şüpheyle yaklaştıran, öncüsüne olan inancını zedeleyen taktik ve politikalarında daha da önemlisi ulusal hareketteki sınıfsal değişim ve buna karşılık düşen siyasal programın kendisinde aranmalıdır.
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 2 / Haziran 2018