Site icon Rojnameya Newroz

KENTLERDE BOMBA YÜKLÜ ARAÇLI EYLEM ÜZERİNDE BİR KEZ DAHA DÜŞÜNÜLMELİ! / SİNAN ÇİFTYÜREK

Tam da Saray merkezli geliştirilen dokunulmazlık saldırısına karşı, iç ve uluslar arası  kamuoyu desteği alabilmek için HDP’nin yeniden meydanlara çıktığı; yine tam da Erdoğan’ın dokunulmazlıkları kaldıran anayasa değişikliği kararını onaylayacağının son günü olan 7 Haziran’da, İstanbul’da bombalı araç patlatılması düşündürücüdür! Patlatılan bomba sivil siyaset alanını bir kez daha zehirlemiştir! Kentlerde bombalı araç eylemlerine hayır! Konuyla ilgili 15 Mayıs 2016 tarihli yazım güncelliğini koruyor. Sinan Çiftyürek

KENTLERDE BOMBA YÜKLÜ ARAÇLI EYLEM ÜZERİNDE BİR KEZ DAHA DÜŞÜNÜLMELİ! / SİNAN ÇİFTYÜREK

Bir süreden beri bomba yüklü arabalarla kentlerde yapılan eylemler üzerinde PKK yeniden düşünmeli! Özellikle son üç ay içerisinde bu açıdan üzerinde durulması gereken dört eylem gerçekleştirildi. Ankara, Bursa ve son olarak Amed merkez ile Amed Sur ilçesi Dürümlü mezrasında olanlar geleceğe dönük sonuçlar çıkarmak için yeterince veri sunmaktadırlar.

İlki, 13 Mart 2016’da Ankara Kızılay otobüs durağına yakın mesafede gerçekleşen bombalı araç saldırısı sonucunda yaşamını yitiren 38 kişi ile yaralanan 100’e yakın insanın tamamı sivil idi. Eylemi TAK (Teyren Azadiye Kürdistan) üstlenmişti. PKK kaynaklarından gelen açıklama;“eylem asıl hedefine varamadan gerçekleşti” denilmiş ve sivil vatandaşların yaşamını yitirmesinden dolayı da üzüntülerini dile getirmişlerdi.

İkincisi; 28 Nisan 2016’da, Bursa’da TAK’ın üstlendiği eylemi gerçekleştiren kadın militan yaşamını yitirirken, 20 üzerinde sivil vatandaş yaralanmıştı. Yine yapılan açıklamada, “eylemin esas hedefine varamadan gerçekleştiği, hedef sivil vatandaş değildi” vb. denildi!

Üçüncüsü; 10 Mayıs 2016’da Amed’te polis aracının geçiş sırasında hedef alan bomba yüklü araçla yapılan saldırıda ise,”üç kişinin hayatını kaybettiği, 12’si polis 33’ü sivil vatandaş 45 kişinin yaralandığı” basına yansıdı. İlginçtir hayatını kaybeden üç kişinin ise polis aracında bulunan ve “ gözaltına alınıp doktor kontrolüne götürüldüğü” iddia edilen 7 PKK’li şüphelisinden üçü oldukları söyleniyor. Nasıl oluyorsa polis aracına yapılan saldırıda araçta bulunan söz konusu 7 kişiden 3’ü yaşamını yitiriyor! İlginç bir durum!

Dördüncüsü; ise 12 Mayıs 2016’da, bu kez Amed merkez ilçesi Sur’a bağlı Sarıkamış Köyü Dürümlü Mezrası’nda yine bomba yüklü aracın patlaması/patlatılması sonucu yapılan ilk açıklamada “dört ölü,  23 yaralı ve 12 köylünün de kayıp” olduğu söylendi. Ardında gelen yeni haberler de ise kayıp köylülerin de “öldüğü ve ölü sayısının 16’yi bulduğu” söyleniyor ama daha kesin değil.

Bu eylemde de ölü ve yaralı olanların tamamı köylü veya militan kadrolardan oluşuyor! Dürümlü saldırısında da eylemin asıl hedefine varamadan aracın patlatıldığı belirtiliyor.

Bu dört eylemi, sivil vatandaşın can kaybı ile yaralı sayısının çok yüksek olduğu için verdim yoksa kent merkezli bombalı araç veya canlı intihar eylemlerinin tümüne yakınında illaki sivil vatandaşlar da yaralanmış veya yaşamını yitirmişlerdi. Bunun en yakın örneği 6 Nisan 2016’da yine Diyarbakır Otogar mevkiinde polis servis aracına yapılan bomba yüklü araç ile saldırıda ölü ve yaralı polislerin yanı sıra 14 de sivil vatandaş yaralanmıştı.

Bu tür eylemler neye yol açıyor?

I – Öncelikle dört saldırıda da yaşanan pratik gösteriyor ki, bu tür eylemlerde tam anlamıyla “at iziyle it izi birbirine karışıyor”! Dahası derin devlet odaklarının, karıştırmak için planlı-amaçlı bir faaliyet içerisinde olduklarını söylemeye bile gerek yok. Varsayalım ki bu tür eylemlerle Diyarbakır, Van, Mardin… cehenneme çevrildi ve halk sokağa çıkamaz oldu! Bu kimin işine yarar? Öncelikle bu sorunun yanıtı üzerinde düşünülmeli!

Halka, özgürlük davasına yaramadığını anlamak için Diyarbakır sokaklarında gezmek, cadde kenarlarındaki kahvelerde oturup sohbetleri dinlemek yeterlidir. Bu tür eylemlerin devamı halinde eylemi yapanın kendisine de davaya da daha fazla zarar vereceğini görmek için kâhin olmaya da gerek yok.

Ayrıca altı çizilmesi gereken nokta şudur; sivil halka zarar veren bu tür eylemler, devletin vahşetini halk nezdinde gölgeleyebilir! Devlet ve özellikle AKP hükümeti bu tür eylemleri kendi vahşetini perdelemenin araçları olarak hem iç hem de dış kamuoyu nezdinde kullanabilir, kullanıyor da.

Halk şu veya bu demokratik, meşru eylem için meydanlara, sokağa çağrıldığında aylardan beri çağrılara, çok sınırlı kitle dışında geniş kitleler yanıt vermiyorsa sebeplerden birini sokakların terörize edilmesinde aramak lazımdır. Biliyoruz ki sokakların terörize edilmesinde devlet ve başkanlık yolunda erken seçim hesabı yapan Erdoğan ve AKP memnun! Öyle ki Türk devleti, uluslar arası hukuk normları açısından 80. sıralara gerilemişken, PKK’nin bu tür eylemlerden uzak durması lazım.

 

II – Tam da BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeyd Raad el Hüseyin’in resmen Kürdistan’da “işkence, keyfi gözaltı, sivillere ait binaların orantısız tahribinin” yapıldığını açıklaması; devamla TSK’nın Cizre, Sur gibi kentlerde yaptığı operasyonlarla insan hakları ihlalleri yaptığı yönünde “çeşitli güvenilir kaynaklardan gelen bilgiler. Ortaya çıkan tablo, henüz net olmamakla birlikte, son derece endişe verici” diyerek devlet operasyonlarını resmi olarak eleştirmeye başlaması ve yetkilileri operasyonlar yaparken,  “insan haklarına, işkence, yargısız infaz, orantısız öldürücü şiddet ve keyfi gözaltı eylemlerini yasaklayan uluslararası hukuka daima saygı göstermeye” çağırması sanırım ilk olması bakımından önemlidir.

El Zeydin, aynı açıklamasında,“PKK ile bağlantısı olduğu iddia edilen gençlik grupları ve diğer devlet dışı yapıların Cizre ve diğer bölgelerdeki şiddet ve diğer yasa dışı eylemlerini de kınayarak, terör eylemlerinin yol açtığı can kayıplarından üzüntü duyduğunu”eklemesi yani PKK ve bağlantılı örgütlerin de şiddetini eleştirerek bir nevi devletle dengeleme siyasetini izledi.

BM’nin bu tutumu Kürt hareketine özelde de PKK’ye, devlet terörü karşısında propaganda yapma alanını genişletmişken, tarih ve yer vererek belirttiğim türdeki eylemler BM çıkışını olumsuz etkileyebilir ve hatta devletin karşı propaganda yapmasına ciddi alan açabilir. Dolaysıyla BM’nin “ilk işaret fişeğini” attığı bu yolda diğer uluslar arası güç merkezlerinin takibini peşinen engelleyebilir ve önemlisi uluslar arası kurum ve kamuoyunun Türk devleti eleştirilerine gölge düşürebilir!

Eğer PKK, kentlerde silahlı özerklik ilanı ve bombalı araç eylemleri üzerinden Türk devletini vahşi katliamlara iterek uluslar arası yargı yolunu açmayı hedefliyorsa; bir, belirttiğim eylemler nedeniyle kendisinin de zor durumda kalacağını; iki, bunun ulusal özgürlük mücadelesinde (kitlesel göç, rejimin hedefindeki bazı kentlerin boşaltılması, hatta Kürt siyasetinin kitleler üzerindeki etki kaybı, sivil siyaset alanının daralması ve de önemlisi fazlasıyla kadro kaybı… gibi) önemli zararlar verdiğini; üç, ayrıca devlete de, karşı propaganda yapması için alan açtığını belirteyim. Sıkça vurguladığım Kürdistan parçalarında zayıf halka bugün Güney ile Rojava olduğu gerçeği de unutulmamalı. Kısacası Kuzey’in bu yol yöntem ile küresel denkleme alınma hesabının en azından şimdilik karşılığı yok.

 

III – Türk devleti ve AKP hükümeti bilinçli olarak sivil demokratik siyasetin alanını daraltıyor. Daha önce de belirtim, Türk rejiminin Kuzey’den esas tehdit algısı silah değil milyonlarla buluşmuş sivil demokratik siyasettir. Bunu engellemek için ne gerekiyorsa yaptı, yapıyor. Sivil kadroların tutuklanması ve önemlisi dokunulmazlıklar meselesi sivil siyasetin alanını daraltma amaçlıdır. Bu durumda “eee görüyorsunuz ki devlet silahtan, silahlı mücadeleden başka alan bırakmıyor” denilemez. Mevcut koşullarda devleti sonuna kadar sivil siyaset zeminde zorlamak gerekiyor!

Eğer, Kürdistan’ın dört parçası arasında bugün zayıf halka Güney Kürdistan ile Batı Kürdistan ise; eğer, Güney’in bağımsızlığı ve Rojava’nın federasyonu bugün öncelikle kotarılması gereken hedefler arasında ise; eğer Kuzey’de kısa sürede Güney veya Rojava benzeri bir çözümü hedeflemiyorsak ve önemlisi eğer gerek kentlerdeki silahlı özerklik ilanı gerekse özellikle dört örneğini verdiğim bombalı araç saldırıları halkın davasına zarar verdiği ve halkın, bedel ödemiş yurtsever halkın desteklemediği tersine karşı çıktığı açık görülüyorsa …. O zaman niye ısrar ediliyor? Bu tür durumlarda hayatı illa da teoriye uydurmada ısrar etmeden pratiğin gereklerini yerine getiren ve sokağı iyi okuyabilen PKK kadrosu dileriz olup bitenlerden sonra öncelikle araç yüklü bombalama eylemlerini bir kez daha düşünür ve geride bırakır!

Ayrıca “Kuzey’de ki bu tür eylemler Rojava’nın yükünü hafifletir” hesabı yapılıyorsa bunun da pratik yararı tartışılır ve şunu söyleyebilirim, yarardan çok zararı var!

 

IV – Beş yüz bin Suriyeli göçmenin yerleştiği ve daha çok da demografik yapısını Kürt halkı aleyhine değiştirmek amacıyla bilinçli yerleştirildiği Urfa ve onu takip eden Antep ile Mardin, Diyarbakır’da bugün başka şeylerin yapılması gerektiğine inanıyorum. Yeri gelmişken bir gözlemimi belirteyim; Urfa’da son seçimlerde oyunu %30’lara kadar çıkaran HDP’nin, kentlerde yaşanan silahlı özerklik denemelerinin ve örnek verdiğim bombalı araçla saldırı türlerinin Urfa’da oy oranında ciddi düşüşlere yol açacağını, buna yerleştirilen 500 bin göçmen de dikkate alındığında durumun vahim olduğu görülür. Sözünü ettiğim eylem türleri sadece Urfa muhafazakar kitlesini değil Kürdistan genelinde “muhafazakar kitlenin” ve Batı metropollerde ki sol demokrat potansiyelin bir adım geri atmasına neden olabilir, oluyor da!

Gerek Haziran 2015 seçimlerinde AKP’den kopan Kürt muhafazakar kitle, gerekse batı’daki sol demokrat kitlenin pozisyonu değerlendirilirken, Kandil’in sıklıkla yasal partiye amiyane tabirle ayar vermede uzak durmasında yarar var. Ebette, en geniş tabanını PKK taraftarlarının oluşturduğu yasal parti politikalarına ilişkin PKK yöneticilerinin söz söyleme hakları olacaktır. Fakat kör gözüm parmağına misali kaba saba müdahaleler, öyle ki her önemli adım ardında açıkça dizayn etme hamleleri, HDP kadro ve destekleyenleri zor durumda bırakırken devletin ve özelde de AKP diğer sistem partilerinin karşı propagandalarına da zemin hazırlıyor! Dokunmazlık meselesi ile ilgili Demirtaş ve Baydemir’den gelen açıklamalara Kandil’den gelen yanıtlar bu açıdan sorunludur.

Sonuç olarak; Devlet; her gün yaptığı tutuklamalarla, meclise taşıdığı milletvekili dokunulmazlık meselesiyle siyaset alanını daraltıyor. “Silahı bırak gel siyaset yap” söylemine karşı attığı pratik adımlarla tam tersine silahı teşvik ediyor, burası açık. Devletin bu taktiğine rağmen çözüm yine bugün sivil siyaset alanını genişletme ısrarında geçiyor. Bunda ısrar edildiğinde devlet ve özelde de Erdoğan/AKP taktiğinin ters tepeceğini göreceğiz. Yüz binlerin hatta milyonların yeniden sokaklara akmasının yolu da buradan geçiyor. 15.05.2016

canbegyekbun@hotmail.com

 

Exit mobile version