Ana SayfaNIVÎSKARÊNKENT(İMİZ) VE ÇEVRE(MİZ): YAŞAM(IMIZ) İLE İNSAN(LIK) KAZANACAK-1

KENT(İMİZ) VE ÇEVRE(MİZ): YAŞAM(IMIZ) İLE İNSAN(LIK) KAZANACAK-1

 

KENT(İMİZ) VE ÇEVRE(MİZ): YAŞAM(IMIZ) İLE İNSAN(LIK) KAZANACAK[1]

 

TEMEL DEMİRER

 

“Dinya dikare pêdivîya her

kesî bi têra xwe bi cih bîne,

lê nikare bi qasî

azwerîya her kesî.”[2]

 

İnsan(lık) çevresiyle vardır; var olabilecektir. Çünkü insan(lık) doğanın bir parçası, doğa ile uyumlu bir bütündür ve varlığını sürdürebilmesi için bu uyuma bağlıdır.

Lucretius’un, “Her şey değişir ve hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Doğa her şeyi değiştirir ve her şeyin şeklini değiştirmeye zorlar”; Jean-Jacques Rousseau’nun, “Doğa hiçbir zaman bizi aldatmaz, birbirlerini aldatan her zaman insanlardır”; W. Goethe’nin, “Doğa! En küçük bir çaba harcamadan ve mükemmel bir kusursuzlukla en basit maddeden son derece farklı şeyler yaratıyor; hepsinin üzerine de ince bir tül örtüyor. Yarattığı her bir parçanın kendine has özellikleri, her bir durumun ayrı açıklaması var ama sonuçta hepsi birlikte bir bütünü oluşturuyorlar,” sözleriyle betimlediği “doğa”, “çevre” deyip geçmeyin…

“Doğa” ya da “çevre” varlığımız ve özgürlüğümüzken; onun düşmanı yine “Gölgesin satamadığı ağacı kesen kapitalizm”dir…

 

ÇEVRE DÜŞMANI KAPİTALİZM

 

Sürdürülemez kapitalizm artı değer talanıyla sadece emeği sömürmekle kalmaz; aynı zamanda bir fare gibi doğayı kemirir; tüketir!

Örnek mi?

Sürdürülemez kapitalizmin yapısal krizine bir çözüm olarak 1980’lerden bu yana gündeme gelen hızlandırılmış tüketimle birlikte küresel ısınmaya neden olan etkenlerin güçlenmesi bir rastlantı değildir. Tıpkı kapitalistleşmesi hızlandıkça Çin’in, önde gelen kentlerinde hava kirlenmesinin dayanılmaz düzeylere ulaşmasının bir rastlantı olmadığı gibi…

Soruna çözüm aramaya başlayınca karşımıza kâr maksimizasyonu ve birikim (ekonomik büyüme) sorunu çıkıyor. Piyasa mekanizması bu küresel ısınma sorunu karşısında tümüyle etkisiz kalıyor. Çözümlerin hepsi yüksek maliyetleri kabul ederek kârlardan, ekonomik büyümeden fedakârlık edilmesini, tüketicinin de hazlarını hemen şimdi tatmin etme alışkanlığından vazgeçmesini gerektiriyor.

Toplumsal çıkar, planlama yerine özel mülkiyete, bireysel çıkara; dayanışma yerine rekabete dayanan bir üretim tarzında bu soruna çözüm bulmak olanaksızdır.

Çünkü sürdürülemez kapitalizm “Tüketiyorum o hâlde varım” diyen bir saçmalıktır…

Mesela 1970-2008 aralığında, yani geride kalan yaklaşık 40 yılda biyolojik çeşitlilik yüzde 30 oranında azaldı. Karbon gazı salınımı 20 yılda, yani ilk Rio zirvesinden bu yana yüzde 36 artış gösterdi. 300 milyon hektar orman yok oldu. Ne demekse dünyada kent tanımına uymayan 21 adet tuhaf “megapol” ortaya çıktı. 15-20 milyon insanın yaşadığı yer hâlâ kent sayılacak mıdır? Küresel planda sıcaklık yüzde 0.4 oranında arttı… Plastik madde üretimi yüzde 130 büyüdü, okyanuslarda tuzlanma ve kirlenme devasa boyutlara ulaştı, hepsinden önemlisi doğanın kendini “yenileme yeteneği” yüzde 40 oranında azalmış durumda. Eğer mevcut eğilimler devam ederse 2030 yılında 2 dünya gerekeceği söyleniyor…

Doğayı kemiren, yok eden sürdürülemez kapitalizm hakkında, İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi üyesi Profesör Yasuda Yoshinori’nun düştüğü şu not yerli yerindedir:

“XVII. yüzyıldaki bilimsel devrimle Avrupa medeniyeti müthiş bir hızla büyüdü. Bu medeniyet doğayı ezmek ve ondan faydalanmak üzerine kurulu… Doğayı yok edip üzerine krallığını kuran Batı medeniyetinin dikte ettiği uygarlık anlayışı bütün dünyada geçerli. Görmemiz lazım ki bu medeniyet tarzı artık tıkandı. Bu problemler sanayileşmeyle tabiatın yok edilmesi, suyun ve havanın kirlenmesini beraberinde getirdi.”

İşte küresel ısınma felaketi!

Dünya iklim krizinin savaşlara yol açacağından söz edilirken; iklim değişikliği yaşamı kurutuyor.

Cancún’lu, Kyoto’lu, Kopenhag’lı “İklim Değişikliği Panel”leri, “İklim Rapor”ları, “Pazarlık ve Toplantı”ları sonuçsuz kalırken; iklim değişiklikleri beklenilenden daha hızlı tecelli ediyor. 6 derece ısınması öngörülen yerkürede -Grönland Buzullarının yüzde 97’si erimeye başlamışken- ısınma rekoru kırılıyor.

Aşırı sıcaklar küresel gıda krizini devreye sokuyor ve iklim değişiklikleri dünya tarımı için ciddi tehdit oluşturuyor.

Sadece bu kadar da değil!

Mesela -Çernobil’den sonra!- Japonya’daki Fukuşima örneğiyle bir kere daha karşımıza dikilen nükleer felaket var!

Japonya’yı 2011 Mart’ında vuran deprem ve tsunami felaketinin nükleer santralda yol açtığı radyasyon sızıntısı ülkenin kuzeydoğusundaki tarım alanlarını etkiledi ve güvenli tarım yapılmasını engelledi. Felaketin ardından yapılan kapsamlı araştırmanın sonuçlarını açıklayan uzmanlar, ülke geneline ve özellikle kıyı sularına yayılan radyoaktif izotopların tarım alanlarını kirlettiği yönündeki korkuların gerçeğe dönüştüğünü açıklayıp, radyasyonun gıda üretimini etkileyebileceği uyarısı yaptı

‘Proceedings of National Academy of Sciences’deki araştırma kapsamında Japonya’nın değişik bölgelerinden toprak ve ot numuneleri alarak radyoaktif Sezyum-137 maddesinin seviyesine bakan uzmanlar, yerleştiği yerde onlarca yıl kalabilme kapasitesi olan maddenin özellikle Fukuşima nükleer santralının doğusundaki bölgede resmi limitlerin üstünde olduğunu tespit etti

Tokyo’daki hükümet yetkilileri, şebeke suyundan alınan numunelerdeki iyot miktarının 210 bekerel olarak ölçüldüğünü, bebekler için kabul edilebilir yasal sınırınsa 100 bekerel olduğunu belirtti. Yetkililer, bebeklere şebeke suyunun verilmemesini veya biberonlarını yıkamak için bu suyun kullanılmamasını tavsiye etti.

Nihayet Fukuşima-Daiiçi Nükleer Santralı’ndaki radyasyon sızıntısının gelecek yıllarda kanser vakalarını arttıracağı, uzun vadede de DNA’larda bozulmalara neden olacağı vurgulandı. Radyasyonun etkilerinin ortadan kalkmasının yüzyılları süren aşamalarda gerçekleşeceğine dikkat çeken uzmanlar, yeni neslin genetik kusurlu doğacağını vurguladı.

Alın size sürdürülemez kapitalist uygarlık!

Herkesin görmesi, bilmesi, haykırması gerek: Sürdürülemez kapitalizm insanı, insan da bilgiyi, çevreyi, doğayı, yaşamı hatta kavramları kirletiyor. Bu kirliliği, politika, bürokrasi bir yana, GDO (genleri değiştirilmiş organizmalar), domuz gribi, domuz gribi aşısı, adjuvanlı aşı, adjuvansız aşı konularında da yaşıyoruz!

 

YIKAN, TÜKETEN SÜRDÜRÜLEMEZLİK

 

Sürdürülemez kapitalizm, insan(lık) ve çevre için artık sadece ve sadece bir yıkım ile topyekûn tükeniştir…

Sürdürülemez kapitalizm dünyayı tüketiyor…

Sürdürülemez kapitalizm koşullarında doğanın ve insan(lık)ın tükenişi durdurulamazken; yine bu yıkıcılık da doğayı ve insan(lık)ı katlederek ayakta kalamaz…

Sürdürülemez kapitalizm ile insan, doğa ve yaşam üçgenindeki var oluş sona doğru gidiyor…

  1. yüzyılda küresel ekonomi 20 kat büyüdü. Hızlı kentleşme ve endüstrileşme koşut sosyodemografik değişikliklere neden olur. Kentlerde yaşayan nüfus 2000 yılından önce yüzde 50’ye ulaşmıştır.

Zengin ve refah içindeki toplum ve uluslar yenilenebilir ve yenilenemeyen kaynakları gereksinimlerinin çok üzerinde tüketmektedir. ABD’de doğan her bebeğin 1.678.292 kg. mineral, metal ve yakıt gereksinimiyle doğduğu belirtilmektedir. Birkaç örnek vermek gerekirse; bu yekunun içinde 14.960 kg. demir, 2710 kgalüminyum cevheri, 310.315 litre petrol, 163.671 metreküp doğalgaz bulunmaktadır. Neredeyse yediğinden çoğunu çöpe atan toplumlar yaratılmıştır. Kimi ülkelerin birkaç büyük kentinin çöpe attığı ekmek bile, kimi kıtaların bir yıllık gereksinimidir. Bu aşırı tüketim, kaynakların azalmasına ve tükenme sınırına gelmesine yol açarken üretime bağlı çevre kirliliğinin yanı sıra aşırı derecede atık üretimine de neden olmaktadır.

‘Birleşmiş Milletler Çevre Programı Küresel Çevreye Bakış 2000’de, ”Savurgan ve istilacı tüketim toplumu ve sürekli artan nüfusla birlikte gezegenimizin zehirlenmekte olduğu” belirtilmektedir.

Doğal kaynak yedeklerinin üçte biri otuz yılda tüketilmiştir. Gezegenimizin ”canlılığı” yitirilmektedir.

Örneğin Dünya okyanuslarındaki deniz hayatı, aşırı avlanma nedeniyle büyük ölçüde azalmaktadır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerine göre, dünyanın en önemli balık alanlarının yüzde 69’u “tamamen yok edilmiş” ya da “aşırı kullanılmış”tır. XXI. yüzyıl başındaki bir araştırmada, endüstriyel balıkçılıkta, kılıçbalığı, tonbalığı ve Atlantik kılıçbalığı gibi yırtıcı balıklarda yüzde 90 bir azalmanın olduğu sonucuna ulaşılmıştır.[3]

Mesela Marmara’da 42 yıl önce 127 tür varken; 2012 yılında yalnızca 8 canlı türü kaldı.

Ayrıca ‘Türkiye İstatistik Kurumu’nun araştırmasına göre, Karadeniz’de 50 yıl önce 52 olan balık çeşidinden 26’sının nesli tükendi. Marmara Denizi’nde ise 70’li yıllarda görülen ve ekonomik değeri olan 124 balık türü yok oldu.

Ve devasa bir yıkımın yaşandığı kentler…

Kentleşme olgusu, tüm olumlu-olumsuz nitelikleri ile dünyanın XXI. yüzyılına da damgasını vuracaktır. Ancak günümüzün kentleşmesi, kapitalizmin merkez ülkelerinin ilk kentleşme dalgasından hem ölçek hem de özellikleri itibarı ile muazzam farklılıklar gösterecek. Başta Çin olmak üzere, sistemin hızlı yayılma bölgelerinde büyük yıkımlar ve doğal felaketler eşliğinde gerçekleşen bu yeni dalganın, iklim değişikliği ile ve bununla başa çıkma girişimleriyle yakından ilgisi olması kaçınılmaz…

2008 yılı itibarı ile dünya nüfusunun çoğunluğu artık kentlerde yaşıyor. Yerkürenin toplam alanının yalnızca yüzde 2’sini kaplayan kentler, toplam enerjinin yaklaşık dörtte üçünü tüketirken, seragazı salımlarının da yine yaklaşık dörtte üçünden sorumludur…

Evet, evet “Kent” deyip geçemeyiz!

İmre Azem’ın, “Gelir dağılımındaki eşitsizliği kentte birebir görebilirsiniz. Yoksulların mekânlarıyla zenginlerin mekânları tamamen ayrışmış durumda. Kente sistemin aynası diyebiliriz,” vurgusuyla ifade ettiğiekoloji-kent mücadelesinin sınıfsal bir karakteri olduğundan; “Kentsel Dönüşüm” denen şeyin insan haklarıyla doğrudan ilintili olduğundan; bundan ötürü de kentlerdeki direnişlerin kapitalizme karşı güçlenerek süreceğinden; kent hakkı mücadelelerinin kent isyanlarına kapı açacağından; kapitalizm tarafından kuşatılan kentlerde hakları olan kentli yurttaşlar olarak yaşamanın kentleri ranta tahvil ederek, soysuzlaştıran talan ve tahakküme karşı başkaldırıdan geçtiğinden kimsenin kuşkusu olmasın!

 

“TÜRK(İYE) ÇEVRE”Sİ!

 

“Tarihe kazma, yeşile beton” formülüyle betimlenmesi mümkün olan AKP’nin “çevre karnesi”nde olumlu bir yöneliş bulmak mümkün değil; 5 Ekim 2012’de İstanbul Esenler’de kentsel dönüşümün düğmesine basan Başbakan Erdoğan, “Amacımız rant değil, insan odaklı bir proje” diye dursun; ‘Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyeleri, “Kent tehlike altında”[4] diye haykırıyorlar!

Haksız da değiller! Çünkü…

AKP iktidarında yükselen inşaat, özellikle de konut üstünden sermaye birikimi, önümüzdeki on yılların da vizyonu. AKP bunu açık açık plan, programlarına yazmasa da, bu böyle… Türkiye kapitalizmi, bir dönem, her eve beyaz eşya, TV, otomobil satmayı nasıl hedef hâline getirdiyse, şimdi de olabildiğince her aileye ev satmak, varlıklıya konutu ‘tasarruf aracı’, spekülasyon nesnesi yapmak, bunun için de konutu bir dayanıklı tüketim malı, bir “meta” hâline getirmenin çabası içinde. Bunda epeyi yol alındı da…

Kolay mı? Şöyle haykırıyordu Başbakan Erdoğan:

“Çok daha hızlı yürümemiz lazım. Çılgın projeler diyoruz, ama bir çılgın projenin gerçekleşmesi için bize hendek atlattılar. 3-4 sene gecikmeli proje başlatabiliyorsunuz. Bir Marmarayımız var. Çanak çömlek hikâyesi bize 4 sene kaybettirdi…

Türkiye 4 yıl içinde modern bir havalimanına ulaşacak. Birileri geliyor ve ‘Kanalistanbul gereksiz bir proje’ diyor. Sen o aklını kendine sakla. Kanalistanbul’u gerçekleştireceğiz…

Taksim gezi alanı diyoruz, buna da karşı çıktılar. “Kışlayı yeniden yapacağız” dedik ve hemen ana muhalefet karşı çıktı. Denizin dibinden 3-5 tane çanak çömlek bulunmuş, çatal kaşık bulunmuş, bunları koruyorsun ama Taksim Meydanı’ndaki devasa kışla, gayet güzel mimari estetiği hepsi güzel ve bunu korumuyorsun. Bu, ideoloji değil de nedir?

İnşallah orada hem kışlamızı yapacağız ama bu kışla artık tabii kışla olarak görev yapmıyor. Mimari olarak öyle olacak ama alışveriş merkezinden toplantı salonlarına kadar, belki rezidans otel, Divan Otel tarafında da bir şehir müzesi yapmak suretiyle İstanbulumuzun şehir müzelerini de arttıralım istiyoruz.

Galataport hazırlanıyor inşallah. Haydarpaşa port aynı şekilde. Ama hepsinden daha önemli bir şey var artık Yassı ada’yı yaslı ada olmaktan çıkarıyoruz. Sivri ada’yı inşallah bir kongre merkezi olarak gerçekten muhteşem bir proje ile orayı bir demokrasi ve özgürlükler adası yapıyoruz…”

AKP patentli “Türk(iye) çevre”si buyken; bunun somut verileri de şöyledir:

  1. i) Şimdilerde yurdun değişik yerlerindeki alışveriş merkezi (AVM) sayısı 333’e yükseldi. 2013 yılında 27 AVM hizmete girdi. 2014 yılında 34 AVM daha yapılacak… Alışveriş Merkezleri Yatırımcıları Derneği’nin verdiği bilgilere göre AVM’lere bugüne kadar 50 milyar dolar yatırıldı. AVM’lere 2013 yılında 1.6 milyar ziyaretçi girdi, çıktı. 2014 yılında AVM’lerin toplam 75 Milyar TL’lik (yaklaşık 30 milyar dolarlık) ciro-iş yapmaları bekleniyor…[5]
  2. ii) Siyasetçiler doğayı neo-liberal politikalarla talan ediyorlarken: Memlekette satılmayan dere kalmadı. Göller kurudu… Her üç balık türünden ikisi, her üç kuştan biri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya… Bitkisel çeşitliliğin yüzde 70’i tehlikede… Yerli tohum alıp satmak yasaklandı… Dağlar, ormanlar tıraşlanıp dümdüz ediliyor…[6] Türkiye’de 11 yılda 85 bin taşocağı ruhsatı verildiği ortaya çıktı…[7]

iii) Adım adım, yavaş yavaş ölmekte olan İstanbul’a son darbeyi Recep Tayyip Erdoğan-Binali Yıldırım ikilisi indiriyor. Evet, üçüncü havaalanı, Üçüncü Boğaz Köprüsü ve çevresinde yapılacak olan sağlı sollu iki kent yerleşimi ile İstanbul’a son öldürücü darbeler indirilmiş olacak… Üçüncü otoyol yüz binlerce ağacı yok ediyor. Çevresinde gerçekleşecek yeni yapılaşmalar, ormanlık bütün alanların sonu demek olacak. Bakınız ikinci köprü yollarına… Havaalanı 2.5 milyon ağacı yok ediyor. Bırakın Allah aşkına 1.5 milyon ağaç taşınacakmış gibi palavraları… Bu en büyük yalanlardan biri… Kuzeyde kurulması planlanan iki mini İstanbul kenti de İstanbul’un son ruhuna fatiha okutacaktır…[8]

  1. iv) Üçüncü havalimanı Karadeniz kıyısında, Eyüp ile Arnavutköy arasında kurulacak. Havalimanının kuzeyinde Yeniköy ve Akpınar köyü, güneyinde Tayakadın ve Işıklar köyü bulunuyor. İstanbul 1/100 bin ölçekli imar planına göre bu alanın yüzde 70’i ormanlık alan. Eski maden ocakları ile ormanlık alana kurulacak havalimanının yüzölçümü 63 milyon metrekare olacak. Uzmanlar yeni havalimanının kentin son kalan yeşil alanlarının tahribatına yol açacakken;[9] Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, İstanbul Boğazı’na üçüncü köprünün inşaatı için ağaç kıyımını doğruladı. 245 bin 121 adet ağacın Karayolları Genel Müdürlüğü’nün talebi üzerine kesildiğini belirtti. Bu ağaçların 93 bin 750’si Anadolu yakasında, geri kalanı ise Avrupa yakasında…[10]
  2. v) İstanbul Boğazı’na alternatif olarak yapılması planlanan Kanal İstanbul için ODTÜ Deniz Bilimleri’nden Oşinograf Prof. Dr. Emin Özsoy Kanal İstanbul’un insan eliyle yaratılmış bir felaket olacağını ve “Yapılırsa bölgenin iklimi dahi değişeceği”ni söyledi. İstanbul’da tek yeşil alanın kuzeyde olduğunu ve bunun da Kanal İstanbul ve mega projelerle tehdit altında olduğunu söyleyen Özsoy, “Bir arkadaşım ‘uzaydan bir çatlak gibi görünecek diyor’ Evet bence de çatlak bir proje” dedi… [11]

-devam edecek-

27 Şubat 2014, Ankara.

 

N O T L A R

[1] 2 Mart 2014 tarihinde İstanbul Sarıgazi’de Munzur Kültür Derneği’nin “Gezi’den Munzur’a” başlığıyla örgütlediği VI. geleneksel dayanışma etkinliğinde yapılan konuşma… 21 Mayıs 2014 tarihinde Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Topluluğunun kütüphane önündeki çimlerde gerçekleştirdiği “Anadolu’da Ekolojik Yıkım Madenler, HES’ler, Nükleer” başlıklı etkinlikte yapılan konuşma… 25 Haziran 2014 tarihinde Konur Sokak’taki (Ankara) “9. Sokağa Şarkı Söylüyoruz 2014” başlıklı Kazım Koyuncu’yu Anma etkinliğinde yapılan konuşma…

[2] “Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil.” (Mahathma Gandhi.)

[3] George Ritzer, Küresel Dünya, Çev: Melih Pekdemir, Ayrıntı Yay., 2011.

[4] Oktay Ekinci, “İstanbul İçin Alarm”, Cumhuriyet, 5 Ocak 2013, s.3.

[5] Güngör Uras, “AVM’lerde Dur Durak Yok”, Milliyet, 10 Şubat 2014, s.7.

[6] Mehveş Evin, “Çevre Biziz”, Milliyet, 23 Kasım 2013, s.6.

[7] “Doğanın Katliamı”, Cumhuriyet, 27 Şubat 2013, s.18.

[8] Orhan Bursalı, “Kentte Yaşamın Sonu Ya İstanbul Ya İktidar”, Cumhuriyet, 9 Mayıs 2013, s.6.

[9] “Son Kalan Yeşil Alan”, Cumhuriyet, 31 Ekim 2012, s.3.

[10] Nilgün Tekfidan Gümüş, “245 Bin Ağaç Ne ki”, Hürriyet, 15 Temmuz 2013, s.21.

[11] Serkan Ocak, “Kanal İstanbul İklimi Bile Değiştirecek”, Radikal, 29 Ocak 2014, s.4-5.

 

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights