Site icon Rojnameya Newroz

KARDEŞİM(İZ)İN “DAVA”SI (MI?)!

… Kaygı ve korku arasındaki topluma dayatılan ötekileştirilme ile olacak şeylerden duyulan korku, yerini olabilecek şeylerden duyulan korkuya bırakırken; egemen iktidarın hakikâti eğip bükmesine “Dur” diyebilmek için Hrant’ı bir kere daha düşünüp, kavramak önemlidir.

KARDEŞİM(İZ)İN “DAVA”SI (MI?)![*]

TEMEL DEMİRER / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

“Ne gördüğüm gerçeği

gizlemekten hoşlanırım,

ne de bunu açıkça

ifade etmekten korkarım.”[1]

Hrant Dink’in sırtından vurularak katliyle; Ermeni Soykırımı’nın, bir buçuk milyon insanı bulmuş kurban sayısına, 19 Ocak 2007 günü dünyanın gözleri önünde, bir kişiyi daha ekledi!

Takvimler  insan(lık)ın vicdanını sızlatan, kanatan sayısız kitlesel katliama tanıktır. Hrant’ın katli, bu kanlı takvime eklenen bir acı yaprak…

Deprem etkisi yaratan cinayet bir illiyet zincirinin ürünüydü.

“Nasıl” mı?

Nasıl ki Madımak saldırısının uyarısını Maraş katliamında, Dersim 1938’in uyarısını 1915 soykırımında görüyorsak, Tahir Elçi cinayetini Hrant Dink’in katlinden, onu da Sabahattin Ali’nin, Krikor Zohrab’ın öldürülmesinden bağımsız düşünemeyiz.[2]

Kolay mı?

Bir gazeteci, bir Ermeni, bir devrimci olan Hrant’ın katli ardından katiller, ırkçılar ve sömürgeci devlet tarafından “kahraman” ilan edildi. Her pisliği temizlemek için sığındıkları Türk bayrağı bu sefer Hrant’ın katillerinin elindeydi!

Ancak O; sadece Ogün Samast, Erhan Tuncel vd’lerinin organizasyonuyla yani “öfkeli gençler” tarafından değil; iktidarca katledildi…

Bu yazıyı kaleme almaya 24 Mart 2021’de başladım; İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Hrant’ın katline ilişkin Fethullah Gülen, eski savcı Zekeriya Öz, gazeteciler, jandarma ve eski emniyet görevlilerinin de aralarında bulunduğu 6’sı tutuklu, 13’ü firari 76 sanığın yargılandığı davayı, iki gün sonra, 26 Mart 2021’de karara bağlayacak.

Şu an itibariyle kesin kanaatim şudur ki, Hrant suikastı da coğrafyamızın siyasi cinayetlerin meş’um tarihinde yerini alacakken; Sabahattin Aliler, Musa Anterler, Bahriye Üçoklar, Uğur Mumcular, Tahir Elçiler gibi karanlıkta bırakılacaktır…

2007’den bu yana 14 yıldır süren cinayet davasına ilişkin olarak ‘Hrant’ın Arkadaşları İnisiyatifi’nden Bülent Aydın’ın işaret ettiği üzere, “Hrant Dink, hedef hâline getirilerek, sonra asılsız davalardan yargılanıp mahkûm edilerek, tehdit edilerek ve peş peşe işleyen organize bir sürecin sonunda adeta tetikçilerin önüne atılarak, öldürülmesi mümkün kılınarak, önceden bütün ayrıntılarıyla bilinen hazırlık sürecinden sonra öldürüldü. Maalesef cinayet öncesi sürece ilişkin büyük eksiklikler var. O aşamaya ilişkin hiçbir sanık bu davada yargılanmadı. Yine Hrant Dink ailesinin avukatlarının ısrarlı hukuk çabalarına rağmen, bu cinayetle ilgili çok sayıda kamu görevlisi hakkında soruşturma açılmadı. İhlâl davası Anayasa Mahkemesi’nde görüldü ve ‘Önce mahkeme aşamasının sona ermesi gerekir’ gibi tartışılacak bir kararla reddedildi, önümüzdeki aşamalarda bu davanın farklı dönemleriyle biz yeniden yüz yüze olacağız.”[3]

Özetle gölgelenmek istenen davaya ilişkin olarak, “… ‘Kim bu Hrant’ın arkadaşları?’ ‘Katili beğenmiyorlar,’ gibi Hürriyet ve Odatv’de Hrant Dink cinayeti üzerine üst perdeden ‘uyarılar’ yoğunlaştı”rıldığı[4] güzergâhta cinayetin üzerinden geçen yıllar boyunca, siyasi iktidarın, sorumluluk almak bir yana, yargılama sürecini kendi siyasi manevralarına meze yapma derdinde olduğu görülüyor.

2000’li yıllar boyunca tasfiye etmeye uğraştığı “Ergenekon” örgütünün fail olduğu hakkında iddianameler yazdırıp mahkûmiyetler yağdırırken 2010’lu yılların ikinci yarısında ise bu kez aynı “Ergenekon”u yanına alıp birinci düşmanı bellediği “FETÖ”nün suçlu olduğu yolunda aynı şeyleri yapmakta. Bir başka deyişle, iktidara göre Hrant’ın katilleri o günlerde kimi “düşman” belledilerse, onlar…

Toplam sonuç: Yalnızca tetikçi mahkûm; FETÖ davasından zaten tutuklu olan dört kişi ise Dink davası nedeniyle de yargılanmakta. İşin doğrusu ise herkesin bildiği bir “sır”: Bu örgütlerin her ikisi de katil ve azmettirici olarak Hrant Dink cinayetinin içindedir; bu cinayetin gerçek faili ve azmettiricisi ise, bunlar ve benzeri çetelerin dönemsel olarak bünyesine sızmasının, hatta kendini yönlendirmesinin yolunu açan, hatta bizzat kurarak ve kol kanat gererek bünyesinde besleyen kadim ve muktedir “müesses nizam”ın ta kendisidir.

Bu “müesses nizam”, Dink davasında adaletin engellenmesi ve gerçek sorumluların hesap vermemesi uğrunda bir “destan” yazmıştır; yazmayı da sürdürmektedir.[5]

CİNAYET ÖNCESİ!

Hrant’ın katli öncesi yaşa(tıla)nanlar şöyleydi!

Zaman içerisinde ağırlaşan tehdit atmosferinin yanı sıra Hrant’ın öldürüleceğine dair somut bilgi-istihbarat olmasına rağmen devlet görevlileri tarafından koruma tedbirleri alınmamış, cinayeti tasarlayan örgüte operasyon yapılamamış ve öldürülmesi olanaklı hâle getirilmişti.

2002’de Urfa’da konuşmacı olarak katıldığı bir sempozyumda, “Ben Türk değilim, Türkiyeliyim ve Ermeni’yim,” biçiminde beyanda bulunduğu için hakkında “Türklüğü Aşağılama” suçlaması ile dava açıldı.

2003’de Hrant Dink’e Avustralya’nın Sidney şehrinde katılacağı bir programda silahlı bir saldırı yapılacağına dair ihbar yapılmış ve bu ihbar Dışişleri Bakanlığınca 17 Ocak 2003’de Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı ile MİT Müsteşarlığına iletilmişti.

Hrant’ın genel yayın yönetmeni olduğu Agos’un 6 Şubat 2004 tarihli nüshasında Sabiha Gökçen’in yetimhaneden alınmış bir Ermeni olduğuna ilişkin iddiayı içeren bir haber yapılmıştı.

Bu yazının yayınlanmasından 15 gün sonra, 21 Şubat 2004 tarihinde ulusal çapta yayın yapan bir gazete tarafından Agos gazetesinde yapılan bu habere atıfla “Atatürk’ün manevi kızı ve ilk Türk kadın pilot Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğu iddia edildi. Ermeni cemaatinin yayın organı Agos gazetesinde yer alan habere göre, Sabiha Gökçen 1915 olaylarında ailesini kaybettikten sonra bir yetimhaneye verildi ve ardından Atatürk tarafından evlat edinildi” denilmişti.

Ulusal çapta yayın yapan bu gazetede haberin yapılmasından bir gün sonra Genelkurmay Başkanlığı tarafından 22 Şubat 2004’de Hrant’a yönelik oldukça ağır ifadeler içeren bir basın açıklaması yapılmıştır. Genelkurmay Başkanlığı tarafından bu basın açıklamasının yanı sıra MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun ile görüşülmüş ve Hrant ile görüşülmesi istenmiştir. Genelkurmay Başkanlığı’nın bu isteği üzerine MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun, MİT İstanbul Bölge Başkanı Hüseyin Kubilay Günay’ı arayarak Hrant ile görüşülmesi talimatını vermiştir. H. Kubilay Günay ile İstanbul Valisi Muammer Güler, Hrant Dink ile görüşmenin İstanbul Valiliği’nde yapılmasını karara bağlamışlardı.

İstanbul Valisi Muammer Güler bu görüşme ile ilgili yardımcısı Ergun Güngör’ü ve MİT İstanbul Bölge Başkanı H. Kubilay Günay da Terörden Sorumlu Daire Başkanı Özel Yılmaz’ı ve memur H.S.’u görevlendirmişti.

Ergun Güngör 23 Şubat 2004’de Hrant’ı telefon ile arayarak Valiliğe gelmesini istemiş, 24 Şubat 2004’de de İstanbul Valiliğinde Ergun Güngör, Özel Yılmaz ve H. S. tarafından Hrant ile görüşme gerçekleşmiştir. Bu görüşmede MİT görevlilerinin kimliklerinin deşifre olmaması talebine uygun olarak kimlikleri beyan edilmemiş, gizlenmiş ve MİT görevlileri Hrant’a, Ergun Güngör’ün yakınları olarak tanıtılmıştı.

Hrant’ın Agos’un 13 Şubat 2004 tarihli nüshasında yayımlanan yazısında kullandığı bir ifade, bağlamından koparılmak sureti ile 25 Şubat 2004’de Mehmet Soykan ve Recep Taner isimli kişiler tarafından ayrı ayrı suç duyurusuna konu edilmiştir. Mehmet Soykan tarafından Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde yapılan suç duyurusunda Hrant Dink ve Agos gazetesi Yazı İşleri Müdürü Karin Karakaşlı’ya yönelik “Türklüğe ve aziz Türk milletine hakaret, isyana ve teröre teşvik, kışkırtma ve bölücülük” suçlaması yöneltilmişti.

Türk Ortodoks Kilisesi tarafından da Hrant hakkında ‘Ermeni Kimliği Üzerine–Türk’ten Kurtulmak’ ve ‘Ermeni Kimliği Üzerine-Ermenistan’la Tanışmak’ başlıklı yazıları nedeni ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde ayrıca suç duyurusunda bulunulmuştu.

Bu gelişmeleri takiben birtakım kişi ve kuruluşlar tek tip dilekçelerle Hrant hakkında suç duyurusunda bulunmuş bunun yanı sıra İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü de Güvenlik Şube Müdürü imzası ile 2 Mart 2004’de Hrant’ın 13 Şubat 2004 tarihli yazısının Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından “tetkik” edilmesi talebinde bulunmuştu.

26 Şubat 2004’de Levent Temiz adlı kişi önderliğinde bir grup tarafından ve 3 Mart 2004’de de kendilerini “Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Federasyonu” olarak adlandıran bir grup tarafından Agos gazetesi önünde eylem yapılmıştı.

16 Nisan 2004’de Hrant ve Karin Karakaşlı hakkında “Türklüğü aşağılama” suçlaması ile iddianame düzenlenmişti.

Şişli 2’nci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 7 Ekim 2005 tarihinde Hrant hakkında “mahkûmiyet” kararı oluşturulmuştu. Karar temyiz edilmiş, Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ömer Faruk Eminağaoğlu tarafından kararın bozulması yönünde talepte bulunulmasına rağmen Yargıtay 9’uncu Ceza Dairesi tarafından ‘mahkûmiyet’ kararı 1 Mayıs 2006’de onanmıştı. Onama kararına Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Eminağaoğlu tarafından 6 Haziran 2006’da itiraz edilmiş fakat Yargıtay Ceza Genel Kurulu 11 Temmuz 2006’da oy çokluğu ile bu itirazı reddetmişti.

Hrant hakkında 2005’de, “Adil Yargılamayı Etkilemeye Teşebbüs Suçlaması” ile 14 Ekim 2005 tarihinde dava açılmış ve bu davanın ilk duruşması 16 Mayıs 2006 tarihinde görülmüştü.

Hrant 14 Temmuz 2006’da Reuters Haber Ajansı’na, “… ‘Elbette bu bir soykırımdır’ diyorum, çünkü sonuç kendisini tanımlıyor ve adını koyuyor. 4 bin yıldır bu topraklarda yaşayan halkın bu olanlar ile birlikte artık ortadan yok olduğunu görüyoruz,” biçiminde görüş vermiş ve bu da Agos’da haberleştirilmişti. Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı söz konusu beyan ve beyana dair haber nedeni ile Hrant ile beraberinde Arat Dink ve Sarkis Seropyan hakkında 2006 Eylül’ünde “Türklüğü aşağılama” suçlaması ile bir yeni dava daha açmıştı.

Açılan davalarda adliye binası önünde Hrant’a yönelik eylemler yapılmış, pankartlar açılmış, adliye binası içinde Hrant’a yönelik fiziki saldırı girişimleri yaşanmıştı. Bu süreçte basın yayın organlarında Hrant aleyhine birçok haber yapılmış ve yazı yazılmıştı.

Bursa’dan ‘Ahmet Demir’ adıyla Agos’a bir mektup gönderilmiş ve bu mektupta; “Açık ilandır: Hrant Dink, oğlunu, seni ve Sarkis Seropyan’ı bir daha hiç konuşamamak üzere susturacağız. Önce oğlunu. Cesedini Ankara çıkışındaki jandarma bölgelerinin birinden alacaksın. Gestapo Türk,” denilmişti. Hrant’ın avukatları 2 Şubat 2006’da bu tehdit ile ilgili Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde suç duyurusunda bulunmuşlardı.

2004’den Hrant cinayetinin işlendiği 19 Ocak 2007 tarihleri kesitinde Ermeni ve azınlıklar meselesi ile ilgili yapılan etkinliklere yönelik saldırılar yaşanmış, 5 Şubat 2006’da Trabzon’da İtalyan Katolik Kilisesi rahibi Andrea Santoro ayin sırasında öldürülmüştü.

2002-2007 kesitinde ulusalcı-aşırı milliyetçi akımlarda artış meydana gelmiş, birçok dernek ve oluşum kurulmuş, Hrant bu akım ve oluşumların doğrudan veya dolaylı hedefi olmuştur. Hedef hâline getirilmesi sürecinde Hrant “Azınlık-Misyonerlik-Vatana ihanet” ve “Türklüğü aşağılama” suçlaması ile kurulan haksız hükümden sonra “Tescilli Türk düşmanı” gibi terimlerle anılmaya başlanmıştı.[6]

Öldürülmeden iki hafta önce 5 Ocak 2007’de “Zorlu Yıla Başlarken” başlıklı yazısında, “2007’nin çok zor bir yıl olacağını, iç siyasetin cumhurbaşkanı ve milletvekili genel seçimlerine kilitlenmiş olduğunu bu nedenle gerginliğin erkenden yaşanmaya başladığını, siyaset dışı devlet merkezli güçlerin değişik kanatlardan devreye girerek gerginliği kışkırtmalarının kuvvetle muhtemel olduğunu, bazı derinliklerin, gizlenmiş zihniyetlerin tekrar gün yüzüne çıkıp cirit atacaklarını, Ermeni sorununun içeride ve dışarıda tüm sertliği ile gündeme oturduğunu, bu sorun üzerine sergilediği duruş ve söylemler nedeni ile haklarında yeniden yargılamalar yapılacağını,” yazmıştı.

Öldürülmeden bir hafta önce de, 12 Ocak 2007’de ise “Niçin Hedef Seçildim” başlığı yazısında, Genelkurmay Başkanlığının 21 Şubat 2004 tarihli basın açıklamasını, bu açıklamanın ardından İstanbul Valiliği’ne çağrılmasını, 24 Şubat 2004 tarihinde İstanbul Valiliği’nde yapılan görüşmeyi, Agos gazetesi önünde yapılan eylemleri ve bu süreçlerde hissettiklerini anlatıp; yazısının sonlarında da “Artık hedefte” olduğunu şöyle ifade etmişti:

“İşte yine uçurumun kıyısındaydım. Peşimde tekrar birileri vardı. Onları seziyordum. Ve onların Kerinçsiz ekibiyle sınırlı ve salt onlardan oluşacak denli sıradan ve görünür olmadıklarını çok iyi biliyordum.”[7]

BİR KAÇ VERİ

İşte Hrant’ın katline ilişkin olarak tevili mümkün olmayan birkaç veri!

i) Suç örgütü lideri Kürşat Yılmaz, 2005’de Ankara’daki bir otelde kendisine Hrant’ın fotoğrafı gösterilerek, “Bunu öldür” denildiğini ileri sürdü. Defalarca ifade için başvurduğunu söyleyen Yılmaz, “İfadem alınsaydı Hrant Dink yaşıyor olacaktı,” dedi…[8]

ii) Hrant davasında dinlenen tutuksuz sanık Muhittin Zenit, “Ben Hrant Dink cinayetinden 11 ay önce, Dink’in ne surette olursa olsun Yasin Hayal tarafından öldürüleceğini devletime bildirdim. Üzerime düşen sorumluluğu fazlasıyla yaptım,” diye konuştu…[9]

iii) Dink’in öldürülmeden önce girdiği özel bir bankanın o dönemki müdürü Hamza Bülent İlkehan, olay günü bankaya ilk olarak komiser yardımcısı Cem Akar’ın geldiğini söyleyerek, “Komiser bankadayken iki polis geldi. Kamera kayıtlarını istedi. Komiser onların istihbarattan geldiğini söyledi. İki gün içerisinde 6-7 polis gelip görüntüleri aldı,” dedi…[10]

iv) Cinayette ihmali bulunduğu iddia edilen kamu görevlilerinin yargılandığı davanın 12 Haziran 2019 tarihli 92. duruşmasında, dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler tanık sıfatıyla ifade verip; İstanbul Emniyetine kefil oldu, Trabzon Emniyeti ve İstihbarat Dairesi Başkanlığını işaret ederek İstanbul Emniyetine yeterince bilgilendirme yapılmadığını söyleyip; Trabzon Emniyetini ve Trabzon Jandarmasını işaret etti…[11]

v) İstanbul 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki davada “Daire başkanlığında Hrant Dink’e yönelik tehdit atmosferi olduğu bilgisi bulunup bulunmadığı” sorulan Vedat Yavuz, “Eyleme yönelik bilgi bilmiyorum. Cinayet olduğunda öğrendik. Genel olarak da bilemiyorum,” derken, başsavcılığa verdiği ifadesinin hatırlatılması üzerine şunları söyledi:

“Aslında işi hedef şahsa göre değerlendirmek lazım. F4’te bahsi geçen hedef şahıs Hrant Dink. Bazı provokatif hareketler mevcuttu ve zaten basına yansıyordu bunlar. Dink’le ilgili istihbarat şubesi İstanbul’a yazı yazmış, değerlendirme yapmış. Ses getirecek eylemden bahsediliyor. Daha önceki ifademde, ses getirecek eylem sözüyle ilgili, ‘yumurta atma, tükürme gibi şeyler de ses getirecek eylem’ şeklinde beyanda bulunduysam, sonuçta sokaktaki vatandaş değil, hedef Hrant Dink. Bunu bu şekilde değerlendirmekte fayda var.

Söz konusu F4 evrakı İstihbarat Daire Başkanlığı C Şubesi’nin sorumluluğunda. Muhatabı başkanlığın C Şubesi. Spesifik hususlar konusunda şube ilgili birime yazar. Her hâlükârda F4 muhatabı C Şube Müdürü’dür. Hem F4’e bakıp hem de Hrant Dink ile ilgili İstanbul’a yazılan yazıya bakacaktı. Aradaki kontağı sağlayacaktı, eksiklik varsa eksikliği giderecekti ki eksiklik olacağını zannetmiyorum. Telefonla falan kontağı sağlaması gerekirdi. Olaya birinci derecede bakması ve şube müdürü olarak kontağı sağlaması gerekirdi”…[12]

DAVA SÜRECİ

“Bildik ‘Hatırlamıyorum’lu[13] savunmalar”dan malûl[14] dava sürecine ilişkin olarak Ümit Kıvanç, “Niyetleri Dink cinayetinde devlet içi örgütlenmeyi ortaya çıkarmamak,”[15] uyarısını dillendirirken; “Hrant yok, tetikçisi var, siyasi suç ortaklığının adaleti yok,”[16] diye ekliyordu Şükran Soner de…

Gerçekten de Gökçer Tahincioğlu’nun, “Göz göre göre işlenen cinayete ilişkin soruşturma ve dava süreci, skandal zincirine sahne oldu,”[17] notunu düştüğü güzergâhta Nisan 2007’de başlayan ve yıllardır tamamlanmayan yargılamanın ilk beş yılında cinayet zanlısı Ogün Samast ve azmettiriciler dışında soruşturma genişletilmedi.

Kamu görevlisi Jandarma, MİT ve Emniyet mensupları, dava dosyasından uzak tutulmaya çalışıldı. Yargılamanın ilk duruşmasından itibaren, Dink ailesi avukatları, Jandarma görevlileriyle ilgili etkili bir soruşturma yapılmasını istese de bu talepleri kabul görmedi.

Polis memurlarının Türk bayrağıyla fotoğraf çektirdiği “hassas ve milliyetçi gençler” ilan edilen, daha sonra Ergenekon’a ve son olarak Fethullah Gülen Cemaati’ne bağlanan Ogün Samast ve azmettiricileri Yasin Hayal ve Erhan Tuncel başta olmak üzere 14’ü firari 85 sanığa zaman içinde yeni isimler eklendi. AİHM ise özel bir yargılama süreci başlatarak Türkiye’yi “etkili soruşturma yürütmemesi” nedeniyle mahkûm etti.

Darbe girişiminden sonra Nisan 2017’de 3. iddianameyi hazırlayan mahkeme tarafından, FETÖ bağlantılı olduğuna hükmedildi. 21 Aralık 2019’daki duruşmada, gerçekleşen tahliyelerle birlikte davadaki tutuklu sayısı dört kişiye düştü.

SÜREÇ NASIL İLERLEDİ?
19 Ocak 2007Hrant, Ogün Samast tarafından katledildi.
2 Temmuz 2007Beşiktaş’taki 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlanan davada 18 kişinin yargılaması yapıldı.
14 Eylül 2010AİHM, Hrant’ı katledilmeden önce ve sonrasındaki başvurular kapsamında Türkiye’yi yaşam hakkını ihlâl ettiği gerekçesiyle mahkûm etti.
17 Ocak 2012Dava, beş yılın ardından karara bağlandı. Yasin Hayal’in tasarlayarak insan öldürmeye azmettirmekten ağırlaştırılmış müebbet hapsine, Erhan Tuncel’in 10 yıl 6 ay hapsine, Ersin Yolcu ve Ahmet İskender’in tasarlayarak insan öldürmeye yardım etmekten dolayı 12 yıl 6’şar ay hapsine karar verildi.
20 Şubat 2012Devlet Denetleme Kurulu, “Dink’in yaşam hakkının korunmasında ağır kamu hizmeti kusuru vardır,” dedi.
21 Nisan 2012Ogün Samast’a verilen 22 yıl 10 ay hapis cezası kesinleşti.
17 Eylül 2013Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin verdiği bozma kararının ardından dava yeniden başladı.
Aralık 2014Aralarında emniyet müdürlerinin de bulunduğu 26 kamu görevlisi hakkında iddianame düzenledi.
27 Ocak 2016Kamu görevlileri davası ana dava ile birleştirildi.
Nisan 2017Hazırlanan 3. iddianamede, “Fethullah Gülen’in sapkın dini inançları referans alınarak başka bir düzen getirmek için başlangıç eylemi olduğu” belirtildi.
Haziran 2017Üçüncü iddianame ana davayla birleştirildi.

Özetle aradan geçen onca yıla rağmen tetikçiler yakalansa da ne cinayetin arkasındaki karanlık güçler açığa çıkarılabildi ne de gerçek sorumlulardan hesap soruldu. Sis perdesi aralanmadı ve suikastın kendisi gibi soruşturma ve dava süreci de aydınlatılmaya muhtaç kaldı…

DEVLETİN MARİFETLERİ

George Bernard Shaw’ın, “Demokrasi, yozlaşmış azınlık tarafından atanmanın, beceriksiz çoğunluk tarafından seçilmeyle yer değiştirmesidir,”[18] diye tanımlarken; John Berger’in de, “Her azınlık yönetimi, sürekli bir şimdiki zaman önererek sömürdüklerinin zaman-duygusunu uyuşturmaya, hatta hepten köreltmeye gerek duyar,” notunu düştüğü devletin marifetlerine gelince…

Ermeni Soykırımı’nın fısıltıyla değil, kamusal alanda yüksek sesle konuşulmasına ömrünü adayan Hrant’ın neden hedef seçildiği bilinmiyor mu? Bir “sır” mı?

Elbette değil! Sevan Nişanyan Facebook sayfasında Hrant için yazdığı bir yazıda özetle, “Cinayet son derece açık ve aydınlık bir cinayettir. Çözülmedi diyenler yanlış yapıyorlar,” diyor. Ve gelişmeleri basitçe özetliyor. Her şey, cinayet Genelkurmay’ın bildirisi ile başladı. “Hesap soracağız,” denildi ve düğmeye basıldı. Valilikte tehdit edildi; ülkücüler Agos önüne gönderildi ve Veli Küçük ile Doğu Perinçek önderliğinde, Talat Paşa komitesi büyük bir kampanya başlattı. Ertuğrul Özkök yönetiminde Hürriyet kampanyanın basın ayağını yürüttü. Sonra da cinayet…”

Ve bunlara ekliyor Taner Akçam: “Aradaki halkalara ilişkin elimizde belge olmaması önemli değil. Belki de hiç belge üretilmedi bu ara halkalar için… Birkaç telefon yetti de arttı… Ertuğrul Özkök’e resmî belgeli emir gitmesine, Talat Paşa komitesine haydi eyleme geçin denmesine gerek yoktu ki, onlar zaten vaziyetten vazife çıkartacak bilgi, yetenek ve zekâya sahiptiler.

Hrant cinayeti, T.C. Devleti’nin en organize cinayetiydi. Son derece de açık ve aleni işlendi. Hem işlenmesi aleni hem de daha sonra sürece yayılarak “üstünün örtülmesi” de aleni yapıldı. Aslında “üstü örtüldü” denen de hepimizin gözleri önünde…

Hrant, Ermeni olduğu için ve Talat Paşa’nın intikamını almak için öldürüldü. Hrant’ın öldürülmesi 1.5 Milyon + 1’dir. Bu ülkede hâlâ bunu görmek istemeyen; Hrant’ın ölüm yıldönümünde gözyaşı döken ama ertesi günü, soykırım kelimesinden öcü gibi kaçan büyük bir topluluk var.[19]

İşte birkaç veri…

i) İstanbul 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada 76 sanığın yargılanmasına devam edilirken suç örgütü (mafya) lideri olduğu gerekçesiyle 66 yıl hapis cezası verilen Kürşat Yılmaz’dan çarpıcı bir itiraf geldi: “Hrant Dink’in resmini getirdiler, cinayetle ilgili ‘Bunu da öldür’ dediler”…[20]

ii) Hrant Dink Vakfı’nın İstanbul Şişli’deki Anarad Hığutyun Binası Havak Salonu’nda 18-19 Ekim 2019’da yapılması planlanan ‘Kayseri ve Çevresi Toplumsal, Kültürel ve Ekonomik Tarihi’ isimli konferans ilçe kaymakamlığı tarafından yasaklandı. Daha önce Kayseri’de yapılmak istenen etkinlik kent valiliği tarafından “uygun görülmediği” şeklinde gerekçelendirilerek engellenmişti…[21]

iii) Hrant cinayetinde olay yerinde olduğu iddiasıyla tutuklandıktan sonra dava sürecinde tahliye olan emekli jandarma istihbaratçı astsubay Şeref Ateş, Düzce’de otomobilinde uğradığı silahlı saldırıda yaşamını yitirdi.[22] İnfazın,1990’larda faili meçhul cinayetlerin işlendiği Sapanca-Hendek-Düzce üçgeninde gerçekleşmiş olması ayrıca dikkat çekici.[23] Düzce’de oturan Şeref Ateş’in, Dink cinayetinin planlaması ve uygulanması için Dink’in evinin bulunduğu ve sahibi olduğu Beyaz Adam Yayıncılık işyeri çevresinde keşif faaliyetinde bulunan kişilerle irtibat hâlinde olduğu, askeri hiyerarşik yapıda üst rütbede görev yapan kişilerin Ateş’e “Abi” dediği iddia edilmişti…[24]

AHPARİG’ İMİZ

Bülent Aydın’ın, “İfade özgürlüğünün simgesiydi Hrant, bu şimdi yok Türkiye’de. Cesaretin simgesiydi Hrant, hakikâti söyleme cesareti. Geçmişin ağır prangalarını çözebilecek bir barış dilinin simgesiydi Hrant,”[25] diye tanımladığı O; “Kusursuz bir ‘millî mutabakat’ cinayeti”nin kurbanıydı![26]

“Hrant’ın ölüm haberini aldığımızda ilk aklıma gelen şu oldu; ‘Teşkilât-ı Mahsusa eylemlerine devam ediyor’…” diyen Eren Keskin hepimize hatırlatıyor:

“Soykırımı uygulama kararı veren İttihat Terakki zihniyeti ve onun tetikçi örgütü Teşkilât-ı Mahsusa’nın kalıntıları bir ulus-devlet kurmuşlardır. Bu devlet anlayışı ve uygulaması her zaman varlığını korumuştur ve korumaya devam etmektedir.

Bugün Hrant’a tetik çeken ‘iyi çocuk’un kimliğine baktığımızda, Teşkilât-ı Mahsusa’dan bu yana kullanılan tüm tetikçilere ne denli benzediği ortadadır.

Artık her şeyi açık konuşmanın zamanıdır. Ortada ‘karanlık bir örgüt’ falan yoktur.

Dünden bu yana muhalif gazetelerde emekli tuğgeneral Veli Küçük’ün Danıştay saldırısını gerçekleştiren Alpaslan Aslan ile çekilmiş fotoğrafları yayınlanıyor. Örgüt kendisini saklamıyor ki… Onlar son derece güçlüler… Çünkü bu devletin en güçlü, en tartışılmaz, en silahlı yapısının tam içinden besleniyorlar”dı.[27]

‘Hrant’ın Arkadaşları İnisiyatifi’nden Bülent Aydın’ın, “Hakikât cesareti gösteren insanlar vardır. Hrant da onlardan biriydi. Nitekim bu sorumlulukla sesini yükseltmek ve yazmak tehlikeli bir işti. Hrant bunu yaptığı için vuruldu,”[28] diye tanımladığı O; Teşkilât-ı Mahsusa’cılara kafa tuttu!

“Hrant yapısı itibariyle sözünü esirgemeyen bir insandı. O yüzden kimi çevreler onu ‘deli’ olarak adlandırıyorlardı. Hrant insanların duymak istemedikleri şeyleri yüzlerine haykırdı,”[29] diyerek; failin devlet olduğu cinayetlerin aydınlatılmadığını, sadece yem olacak kişilerin yargılandığını belirten Pakrat Estukyan, cinayet yaşandığı andan itibaren perde arkasının herkes tarafından anlaşıldığı vurgusuyla ekledi:

“Türkiye toplumu; 19 Ocak’ta cinayetin işlendiği saatte, yaşananlar televizyonlara düşerken bu cinayetin ne koşullarda hangi niyetlerle ve kimin işlediğini biliyordu… Hâlen yargılanmakta olan 85 kişinin tamamına yakını devlet memurlarıdır.”

İstanbul 14’üncü Ağır Mahkemesi’nde görülen davada şimdiye kadar 3 heyetin değiştiğini de hatırlatan gazeteci Canan Coşkun, yaklaşık 500’ün üzerinde dava dosyasının olduğunu, değişen heyetlerin bu dosyaları okuduğundan bile emin olmadığını kaydetti. Savunmalarda herkesin birbirini suçladığını dile getirip, “Cinayetin işleneceğinden herkesin haberi var ama herkes kafasını çevirmiş durumda ve inkâr ediyor. Çünkü bu davada sorumluların kim olduğuyla ilgili bir unutma veya unutturmaya yönelik bir engel olduğunu düşünüyorum. Bu davada çıkan sonuçlara bakınca inkâr var bu davada ve bir milli mutabakat var. Herkes aslında inkâr ederken birbirlerini koruyor. Adalet yok, yüzleşme yok,”[30] dedi.

KATİL KİM (Mİ?)

“Katil kim?” mi dediniz; yanıt çok açık!

Hrant’ı, Ogün Samast’ın da tornasından geçtiği, Ermeni çocuklarını bile Ermeni mezalimiyle ilgili kompozisyonlar yazmaya zorlayan ‘milli’ eğitim sistemi öldürdü.

Hrant’ı, Türklerin ne kadar muhteşem bir ırk olduğunu anlatan ve dehşetli bir yabancı düşmanlığı yapan ‘sözde’ tarih kitapları öldürdü. Hrant’ı, sağlıklı bir düşünce kültürüne ve bilimsel bilgi üretim mekanizmasına sahip olmadıkları için adamın ne söylediğini bile anlamayan, hayattan hiçbir beklentisi ve ülkesine dair hiçbir hayali olmayan, farklılıkların zenginleştiriciliğini göremeyecek kadar kör tüm söylem sahipleri öldürdü.

Hrant’ı, zaten olması gereken son derece normal ve insani şeyler olduğunda bunu yüceler yücesi Türk ırkının özelliği olarak sunan, olumsuz ve kötü şeyler olduğunda mutlaka yabancı parmağı arayan akılsız ırkçı akıl öldürdü. Hrant’ı, ‘Ermeni dölü’ sözünü hakaret amacıyla kullanan, ‘iyi milliyetçilik’ diye bir şey olamayacağını bilmeyen zihniyet öldürdü. Hrant’ı, büyük olasılıkla Ogün Samast’ın da şehvetle izlediği ve insan öldürmeyi leblebi yemekten daha kolaymış gibi gösteren, korkunç Hizbullah katillerini bile tümüyle olumlu özdeşleşme nesneleri olarak sunan diziler öldürdü.

Hrant’ı, okul tuvaletinin duvarına “Ermenileri hâllettik, şimdi sıra Kürtlerde!” yazan üniversite öğrencisini bu şekilde yetiştirenler öldürdü. Hrant’ı, vatanı kanla ıslanmış bir toprak parçasına indirgeyen, vatanı sevmenin o vatanda yaşayanları sevmek olduğunu anlayamayan o ‘sözde’ vatansever düşünce öldürdü. Hrant’ı, 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’u asli renklerinden arındırarak kan rengine boyayan, bu olayların fotoğraflarına bile dayanamayan, ölüm haberini sitelerinde “Son dakika ve günün en güzel haberi” diye duyuran, “Hepimiz Ogün Samast’ız, hepimiz Türküz!” diyen insanlıktan zerre kadar nasipsizlerin, insan-oluş deneyimini hiç yaşayamamışların alçaklığı öldürdü.

Hrant öldüğü için değil, o gün yollar kapandığı için kahrolan ve göstericilere lanet okuyan taksi şoförünün aklını faşistçe depolitize etmiş tüm kurumlar öldürdü.

Hrant’ı, Rum ve Ermeni düşmanı Battal Gazi hikâyeleri anlatan ve bunu yaparken tüm iktidar kurumlarını arkalarına alarak Patrikhane’nin bulunduğu Aya Yorgi Kilisesi’ni bile film seti olarak kullanmaktan zerre kadar utanmayan, anlatılarında bir tek iyi Rum ya da Ermeni bulamayacağınız, bulduklarınızın da ancak din ve isim değiştirenler olabildiği milliyetçi ‘Yeşilçam Sineması’ öldürdü. Hrant’ı, nedeni ne olursa olsun savaş ve kahramanlık edebiyatı yapanlar öldürdü. Hrant’ı, her eleştirel yaklaşımı ‘Türklüğe hakaret’ olarak tanımlayan aşağılık kompleksli gerici zihniyet öldürdü.[31]

Özetle Hrant’ın katili resmî ideolojidir!

Çünkü O resmî ideoloji karşısında; Pablo Picasso’nun, “İnsanları uyandırmak gerek. Şeyleri algılama biçimlerini altüst etmek. İnsanları kızdıracak, kabul edilmez imgeler yaratmak lazım. Pek güvenilir olmayan, tuhaf bir dünyada yaşadıklarını, sandıkları gibi bir dünyada bulunmadıklarını anlamalarını sağlamak,” dediği şeyi yapıyordu ve ondan sadece Fethullahçılar değil;[32] onlarla birlikte tüm gericilik rahatsızdı!

DÜŞMAN YARATMAK

Totaliter toplumlarda örtü iktidardadır. Örtüyü kaldırmak yasaklanmıştır. Hakikât örtülü kalmalı. Örtülü kalmalı, çünkü kendini hakikât olarak dayatan despot örtünün altında saklanmıştır. Despot kat kat yasalarla sarmalanmıştır. Bu noktada sarmalanılan yalan örtüsünü Hrant gibi kaldıranlar cezalandırılır.

Ancak buna karşın suikast eğitimi veren SADAT’ın açıklamasında, “Gayri nizami harp eğitimi verebiliriz,”[33] diye haykırdığı coğrafyamızdaki yalanın karşısında yılmadan, usanmadan yapılması gereken Hrant gibi olmayı denemektir; Maksim Gorki’nin, “Yüreğinde dünyadaki insanları birleştiren sözü taşıyan insan her zaman kendisini kucaklayacak insanlar bulacaktır. Her zaman!” saptamasındaki üzere…

O insanlar ki Richard Bach’ın ‘Martı’sındaki sürüden ayrılmak için kanatlanıp uçan martı Jonathan Livingstone’u andırır.[34] Çünkü özgürlüğü seçip, itaat etmemek sürü sınırlarına hapsolmak demektir.

Göze alıp, cesaret eden insan; iktidar açısından kalabalığın düzenini bozması anlamına gelirken; sürüden ayrılmak zorundadır başkaldıran…

Ancak böylelikle despota biat etmeyecek; kendine ve topluma dayatılmışı ters yüz edebilecektir.

Ve büyük olasılıkla da, inandığı değerler uğruna savaş verirken dışlanacak, ötekileştirilecek; iktidar ve sürü tarafından…

Hrant’ın da başına gelen buydu; Umberto Eco’nun,[35] dış ve iç düşmanların egemenlerce nasıl yaratıldığını örneklerle açıkladığı üzere!

“Soğuk Savaş”ı yerkürenin başına bela eden emperyalist ABD’nin yerli katliamları, cadı avları, siyahîleri köleleştirmelerindeki, ya da 23 Ağustos 1927’de idam edilen Sacco ile Vanzetti[36] veya Melih Cevdet Anday’ın “Bir çift güvercin havalansa/ Yanık yanık koksa karanfil”; Oktay Rifat’ın “Hürriyetin rüzgârlı bayrağı oldu” dizelerini adadığı Ethel ve Julius Rosenberg [37] gibi…

İnsanî değerlerin, vicdanın ve duruşun giderek çürümeye, toplumsal fay hatlarının kırılıp dökülmeye, yüz tuttuğu kaygan bir zemindeyken; egemenlerce uygulanan kutuplaştırma ve ötekileştirme dayatmalarıyla ulaşılan tehlikeli koordinatlarda!

Kolay mı? Bu süreçte iktidar insan(lar)a, ya benim gibi düşünüp benden yana olursun ya düşmanımsın politikalarını dayatmaktadır artık.

Egemen despotluğun uygulamaları hayatın her yönüne yansımış, kullanılan ayrımcı ve ötekileştirici dil, ana akım medyanın da desteğiyle toplumu dikey kamplara, kutuplara ayırmış ve birbirine düşman hâle getirmiştir

Tam da bu tabloda kaygı ve korku arasındaki topluma dayatılan ötekileştirilme ile olacak şeylerden duyulan korku, yerini olabilecek şeylerden duyulan korkuya bırakırken; egemen iktidarın hakikâti eğip bükmesine “Dur” diyebilmek için Hrant’ı bir kere daha düşünüp, kavramak önemlidir.

“ÇÖZÜM” MÜ?

Özetle O; “Irkçılığa, milliyetçiliğe” çığlık çığlığa “Hayır!” diye haykırmaktan başka seçeneğimiz olmadığını bizlere öğretirken; Hrant’ın kardeşi Hosrof Dink de şunların altını çiziyordu:

“Hrant, üçüncü bir dil bulmuştu. Bu dil, Türkiye kamuoyunda geniş taraftar kitlesi buldu. Herkes Hrant’ı can kulağıyla dinlemeye, açıklamalarını sorgulamaya başladı. Yalanın üzerindeki örtü aralanıyordu. Barış dilinin nefret dilinden güçlü olduğunu, çözümün buradan geçtiğini, halkların konuşarak ve birbirlerine dokunarak sorunları çözebileceğini biliyordu. Ne acıdır ki, ‘barış dili’ Hrant’ı adım adım ölüme yaklaştırdı. Merkezi otorite, bu dilin ‘tehlikeli’ olduğunu görüp tetiği çekti!”

“Adalet beklemiyoruz. Birileri mahkûm olacak, 30-40 yıl yatıp çıkacak, bizim için bu adalet değil. Bu, ‘kimlik orijinli’ bir cinayettir. Aydınlatılmasının Türkiye’ye kazandıracağı şey, yüzleşmektir. Bu yüzleşme yapılırsa Türkiye’de yaşayan halkları da rahatlatacak. ‘Yüzleşme’ sadece Ermenilerin sorunu değil. Her insan yaşadığı dönemden sorumludur. Bu sorunun çözümünü torunlarımıza bırakmamalıyız. Bu mirası gelecek kuşaklara bırakmak çözüm değil. Yüzleşme olmazsa, bu topraklarda ne yaparsanız yapın, tepeden inme, aşağıdan gelme; gerçek anlamda bir arada yaşama kültürü oluşturulamaz. Bizim için adalet, Türkiye’nin demokratikleşmesidir. Bu zihniyetin bir daha bu tür katliamlar yapmamasıdır. Bu insanlık suçudur. Bu suça yeltenenler karşılığını görsünler. Bizim için adalet; o yapının, zihniyetin yok edilmesidir.”

 “Bugün yaşayan insanlar, ‘Dedelerim bu insanlık suçuna ortak olmuşsa da, ben olmam’ demeli. Bunu demeli ki, torun nesiller bir arada yaşama kültürünü geliştirsin”![38]

24 Mart 2021 23:45:21, İstanbul.

N O T L A R

[*] Kaldıraç, No:237, Nisan 2021…

[1] Giordano Bruno.

[2] Pakrat Estukyan, “Yıkın Artık Şu Duvarı”, Birgün Kitap, Yıl:15, No:204, 11 Ocak-14 Şubat 2019, s.8.

[3] “Hrant Dink Cinayeti Davasında Karar, 26 Mart’taki Duruşmada Açıklanacak”, 5 Mart 2021… https://direnisteyiz28.org/hrant-dink-cinayeti-davasinda-karar-26-marttaki-durusmada-aciklanacak

[4] Zafer Yörük, “13. Yılında Dink Cinayeti: ‘Katili Beğenmiyorlar’…”, Yeni Yaşam, 26 Ocak 2020, s.8.

[5] Zafer Yörük, “Hrant’ı ‘İki Kere Öldürmek…”, Yeni Yaşam, 20 Ocak 2019, s.7.

[6] Hakan Bakırcıoğlu, “Hrant Dink Cinayetinden Önce Neler Yaşandı?”… https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/01/19/hrant-dink-cinayetinden-once-neler-yasandi/

[7] Hakan Bakırcıoğlu, “Hrant Dink: 14 Yıllık Adaletsizlik”, Birgün, 19 Ocak 2021, s.14.

[8] “Yılmaz: İfadem Alınsaydı Dink Yaşıyor Olacaktı”, Evrensel, 21 Şubat 2020, s.3.

[9] “Dink Davasında Sanıklar Dinlendi: Öldürüleceğini 11 Ay Önce Devlete Bildirdim”, 11 Haziran 2019… http://haber.sol.org.tr/turkiye/dink-davasinda-saniklar-dinlendi-oldurulecegini-11-ay-once-devlete-bildirdim-264429

[10] “Dink Cinayetine Ait Kamera Görüntülerini Çok Sayıda Polis Almış”, Birgün, 6 Eylül 2019, s.7.

[11] Hikmet Adal, “Güler İstanbul Emniyetine Kefil Oldu, Trabzon Emniyetini İşaret Etti”, 12 Haziran 2019… https://bianet.org/bianet/insan-haklari/209275-guler-istanbul-emniyetine-kefil-oldu-trabzon-emniyetini-isaret-etti

[12] “Vedat Yavuz: Hrant Dink’e Yönelik Ses Getirecek Eylemden Bahsediliyordu”, 12 Mart 2019… https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2019/03/12/vedat-yavuz-hrant-dinke-yonelik-ses-getirecek-eylemden-bahsediliyordu

[13] Dönemin Samsun Emniyet Müdürü tanık Mustafa İlhan’ın sorulara genellikle “hatırlamıyorum” şeklinde yanıt vermesine sanık avukatları tepki gösterdi. (“Samast’ın Yakalandığının Görüntülenmesi Adına ‘Fotoğraf Çekin’ Talimatı Geldi”, 27 Kasım 2019… http://direnisteyiz27.org/samastin-yakalandiginin-goruntulenmesi-adina-fotograf-cekin-talimati-geldi/)

[14] “Dink Cinayeti Davası: Son Savunmalar Alınıyor”, Birgün, 24 Aralık 2020, s.6.

[15] Ahmet Tulgar, “Ümit Kıvanç: Niyetleri Dink Cinayetinde Devlet İçi Örgütlenmeyi Ortaya Çıkarmamak”, Yeni Yaşam, 21 Ocak 2019, s.10.

[16] Şükran Soner, “12 Yıldır Hrant Yok, Tetikçisi Var, Siyasi Suç Ortaklığının Adaleti Yok…”, Cumhuriyet, 20 Ocak 2019, s.7.

[17] Gökçer Tahincioğlu, “40 Soruda Hrant Dink Cinayeti: Herkes Oradaydı!”, 18 Ocak 2020… https://t24.com.tr/haber/40-soruda-hrant-dink-cinayeti-herkes-oradaydi,856492

[18] George Bernard Shaw, Devrimciye Aforizmalar, Haz: Özgür Ateş, Maya Kitap, 2020, s.15.

[19] Taner Akçam, “Hrant, Talat Paşa’nın İntikamı İçin Öldürüldü”… https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2020/01/19/hrant-talat-pasanin-intikami-icin-olduruldu

[20] “Mafyaya İhale Etmişler”, Yeni Yaşam, 21 Şubat 2020, s.5.

[21] Dilan Esen, “Hrant Dink Vakfı’nın Konferansı’na Engel: 16 Saat Önce Yasakladılar”, Birgün, 19 Ekim 2019, s.7.

[22] Düzce’de otomobilinde uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybeden Hrant Dink cinayeti davasının tutuksuz sanığı, eski istihbaratçı jandarma astsubay Şeref Ateş’i öldürdüğü iddia edilen 3 kişi tutuklandı. Kuzey Çevre Yolu Çamköy Mahallesi’nde 11 Mart 2020’de gece, 81 DE 868 plakalı otomobilin sürücüsü Şeref Ateş’in silahlı saldırıda öldürülmesine ilişkin gözaltına alınan ve adliyeye sevk edilen K.B, E.K. ve A.G. savcılık sorgusunun ardından mahkemeye çıkarıldı.

Dink cinayeti davasının tutuksuz sanıklarından olan dönemin İstanbul Jandarma Komutanlığında görevli istihbaratçı astsubay Şeref Ateş, Hrant Dink cinayeti davası kapsamında 27 Temmuz 2016’da gözaltına alınmış ve 10 Ağustos 2016’ta tutuklanmıştı. Bir süre tutuklu yargılanan Ateş, 8 Aralık 2017’de tahliye edilmişti. Ateş, davada “anayasayı ihlâl”, “kasten öldürme” ve “silahlı terör örgütü üyeliği” suçlarından yargılanıyordu. (“Dink Cinayeti Davası Sanığını Öldürdüğü İddia Edilen 3 Kişi Tutuklandı”, Cumhuriyet, 13 Mart 2020, s.6.)

[23] Şükran Soner, “Dink Sanığı Öldürüldü”, Cumhuriyet, 17 Mart 2020, s.9.

[24] “Hrant Dink Cinayetinde Yargılanan Emekli İstihbaratçı Şeref Ateş Öldürüldü”, 12 Mart 2020… http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/hrant-dink-cinayetinde-yargilanan-emekli-istihbaratci-olduruldu-1726722

[25] Ahmet Tulgar, “Bülent Aydın: Birbirimizi ve Barışı Kazanacağımıza İnanıyorum”, Yeni Yaşam, 20 Ocak 2020, s.10.

[26] Yalçın Ergündoğan, “… ‘Milli Mutabakat’la İşlenen Cinayet!”, 21 Ocak 2019… https://www.artigercek.com/yazarlar/yalcin_ergundogan/milli-mutabakat-la-islenen-cinayet

[27] Eren Keskin, “Teşkilât-ı Mahsusa Devleti!”, Yeni Yaşam, 22 Ocak 2020, s.5.

[28] Ferhat Çelik, “Bülent Aydın: Yaşasaydı Cezaevinde Olurdu”, Yeni Yaşam, 19 Ocak 2020, s.5.

[29] Ferhat Çelik, “Pakrat Estukyan: Yaşasaydı Cezaevinde Olurdu”, Yeni Yaşam, 19 Ocak 2020, s.5.

[30] “12 Yıldır Hrant İçin Adalet Talep Ediyoruz”, Yeni Yaşam, 19 Ocak 2019, s.5.

[31] Uğur Kutay, “Güvercin Hâlâ Direniyor”, Birgün, 20 Ocak 2020, s.15.

[32] “Hrant’ın arkadaşı olduğunu iddia eden bu şahıslar, neden FETÖ’nün bu denli bariz rolünden hiç bahsetmezler veya bu rolü itibarsızlaştırmaya çalışırlar? Bunun nedeni sadece siyasal yozluk mudur? Hrant’ın davası onlar için sadece politik bir malzemeden mi ibarettir, yoksa gözleri mi kördür?” (Markar Esayan, “Dink’in Katillerini Neden Görmüyorlar?”, Akşam, 19 Ocak 2019, s.8.)

[33] Işık Kansu, “SADAT: Gayri Nizami Harp Eğitimi Verebiliriz”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2021, s.14.

[34] Richard Bach, Martı, çev: Kader Ay Demireğen, Epsilon Yayınevi, 2000.

[35] Umberto Eco, Düşman Yaratmak, çev: Leyla Tonguç Basmacı, Doğan Kitap, 2014.

[36] Howard Fast, Suçsuzlar-Sacco ile Vanzetti, çev: Seçkin Selvi Cılızoğlu, Payel Yay., 1975.

[37] Alain Decaux, Rosenbergler Ölmemeli, çev: Zehra Ağralı Gençosman, Milliyet Yay., 1979.

[38] Ahmet Külsoy, “Hrant Dink’in Kardeşi Hosrof Dink: ‘Yüzleşme Olmadan Adalet Olmaz’…”, 18 Ocak 2019… https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/node/36754

Exit mobile version