Site icon Rojnameya Newroz

KARAKUŞİ YILLARI

Bülent Tekin / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız

Türkiye’de artık bir cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi var. İşin başlangıcı şöyleydi: İktidara 2002 yılında seçimle ve demokratik teamüllerle geldi. Uzunca bir süre Türkiye’nin AB üyeliği, demokratikleşmesi ve ekonomik istikrar kazanması doğrultusunda politikalar geliştirdi. Hatta Kürt sorunu bizim sorunumuzdur denildi. Ardından bu partinin üst düzey yöneticileri hakkında yolsuzluk iddiaları oldu. 17 Aralık 2013’te başlayan çok kapsamlı ve derin bir yolsuzluk soruşturması, soruşturmada görev alan polis ve yargı mensuplarının süreç içinde tutuklanmaları ya da ihraçlarıyla sonuçlandı. 

AKP yönetimi hakkında, başta dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, 17 Aralık 2013’te başlayan çok kapsamlı ve derin bir yolsuzluk soruşturması takipsizlikle sonuçlandı. O dönem muhalefet partileri olan CHP ve MHP ilk başlarda 17 Aralık 2013 dosyaları üzerinden AKP’ye yüklense de, zamanla bu tutumları değişti. MHP iktidara eklemlendi. CHP ise “Paralel Devlet” diskurunu kolayca benimsedi. Çözüm Süreci sonlandırıldı. Kürtlere karşı 1990’larda uygulanan askeri politikalar adeta yeniden devreye sokuldu. Kürt siyasetinin üzerine gidildi. Bu süreç artan bir ivmeyle 15 Temmuz 2016’ya dek sürdü. 15 Temmuz ise tam bir milat oldu. Erdoğan tarafından “Allah’ın bir lütfü” olarak nitelenen bu tuhaf askeri darbe girişimi, yeni oluşturulacak cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi için de bir başlangıç oldu. Gülen Cemaati ile irtibatlı ve iltisaklı olanlarla sol, sosyalist ve Kürt siyaseti üzerine büyük bir hızla gidildi.

OHAL rejimi ilan edildi. İltisak ve irtibat terminolojisi, Türk siyasi ve hukuk yaşamına böyle bir ortamda girdi. Normal anayasal nizam ve hukuk sistemi işlese, takibata alınan insanların sonucu öyle olmayabilirdi. Anayasa ve yasalarda yazılı metinlere göre suç ve suçlu ayırımı yapılabilirdi. OHAL uygulamaları olağan hukuk prosedürünü işlevsiz kıldı ve olağan dışı ve keyfi bir uygulamanın kapılarını ardına kadar açtı. 

Bu sistemin bürokratları, memurlarına  “İltisak-irtibat” ölçütler uygulanırsa, aynı ölçütlerinden gidilirse başka bir iktidar durumunda onların da  “iltisaklı-irtibatlı” ilan edilebilecekleri bir ortam yaratıldı. Kendinden olmayan herkesi terörist ilan edebilen bir anlayış, başka bir iktidar durumunda aynı suçlamalarla karşı karşıya kalabileceğini düşünmelidir. Çünkü bu sıkıntılı anlayışa göre kendileri dışında “iltisaklı ve irtibatlı” olmayan hiç kimse yoktur. 

Türkiye mevcut haliyle nasıl bir hukuk devletidir? Kendi anayasasının vatandaşlarına sağladığı hak ve özgürlükleri sistematik olarak ihlal eden, ayrıca insan hakları konusunda taraf olduğu uluslararası sözleşme ve antlaşmalarına da sistematik olarak uymayan bir ülkeyse eğer, bu nasıl izah edilir? Bu konuda bilinen örnekler olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarının uygulanmaması verilebilir. Her iki vakada da, AİHM, Türkiye’den Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılmasını talep etti. 

Bir korku ortamı yaratılıyor. Her yerde bir korku olsun isteniyor. Düşünmek korkusu, konuşmak korkusu, eleştirmek korkusu! Kürt olmak, azınlık olmak korku! Alevi olmak korku! Cesaretli olmak korkusu!

“Cenab-ı Allah biliyor. Milletimize hiç ihanet etmedik. Üzerimize ne kadar gelirlerse gelsinler hiç ihanet etmedik. Kim ne derse desin. Onun için sadece bizim yaptıklarımıza bakmayın. Biz kendimiz yapmıyoruz. Biz inanıyoruz ki bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır, bize yaptıran Allah’tır.”

Bu sözler İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun Bursa AKP il başkanları toplantısında söylediği cümleler. Daha önceleri de AKP Düzce Milletvekili Fevai Arslan “Allah’ın vasıflarını üzerinde taşıyan lider, Ona dokunmak ibadettir” şeklinde sözler söylemişti. Covid-19 salgınında yeni varyantlar ülkeleri tekrar kapanmaya zorlarken, (üstelik Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, uyarı üstüne uyarı yaparken) Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’ye göre artık salgın bitmiş, ekonomimiz şahlanmış durumdadır. Nerden nereye!

Aslında yaşadığımız yılları göz önünde bulundurursak, acaba tamamen bir Karakuşi durumundan geçtiğimizi mi düşünüyoruz? 

Siyasi Haber

Exit mobile version