Eyüp Yalur / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
“Kendi adımıza düşünemiyorsak,
otoriteyi sorgulamak istemiyorsak,
o halde güç sahiplerinin elinde oyun hamuruna döneriz”…
Carl SAGAN
Cumhuriyetin çeşitli tanımları vardır. Herkes kendine göre tanımlar. Devleti idare edenlerin seçimle iş başına geldiği yönetim şekline cumhuriyet denir. Hak ve özgürlükler düzenidir. Kendi kendini yönetme, kendi geleceğine sahip çıkma anlayışıdır. Her türlü baskı, hegemonya ve tahakkümü reddetmektir. Bir özgürlükler düzenidir.
Cumhuriyeti ilan eden ülkeler cumhuriyeti, iç ve dış güçlerin getirmiş oldukları tahakküm, hegemonya, baskıdan kurtulma çabası olarak görmüşlerdir. Bu da şunu gösteriyor ki başka halkları tahakküm, hegemonya, baskı altında tutan rejimlerin adı demokratik cumhuriyet olamaz.
Olsa olsa Türkiye, İran, Venezüella, Çin Halk Cumhuriyeti gibi cumhuriyet anlayışları olur.
Cumhuriyet rejimleri bağımsızlıkçıdırlar. Kendi bağımsızlıkları kadar başkalarının bağımsızlıklarını da savunurlar. Başka halkları terörize etmezler.
Sömürge karşıtı ve tam bağımsızlıkçıdırlar.
Başka halkları zoraki esaret altında tutmaz, sömürmez, tam bağımsızlığını savunurlar.
Demokratik bir cumhuriyetin yöneticileri kürsüye çıkıp cumhuriyetin kimsesizlerin kimsesi olduğunu, bir erdem olduğunu, demokrasi rejimi olduğu gibi içi boş sloganik kavramlarla siyasi nutuklar atmazlar, halk bu meziyetleri yaşayarak görür.
Cumhuriyet rejimleri bu meziyetlerinden uzaklaşınca, değerler erozyonuna uğrar ve miadını tamamlayınca ya kaosa sürüklenir, yada Orta Doğu monarşisi, diktatörlük gibi anti demokratik rejimler türer ya da Fransa’da, İspanya’da olduğu gibi demokratikleşerek ikinci cumhuriyet rejimine geçilir. Bugün Fransa’da Beşinci Parlamenter Cumhuriyet dönemi yaşanıyor. Ama Fransa’da ya da İspanya’da cumhuriyet rejimi yıkılmadı daha da demokratikleşti ve güçlendirildi.
Jean Paul Sartre,1964 yılında kendisine verilen Nobel Edebiyat Ödülü’nü, kapitalist sistemin verdiği ödülü almayacağını söyleyerek, reddetti.
Fransa’nın işgali altında bulunan Cezayir’de işgale karşı ayaklanmalar başladı ve bu ayaklanmalar gittikçe bağımsızlık savaşına dönüştü.
Jean Paul Sartre Paris sokaklarında Fransa’nın işgalini kınayan bildiriler dağıttı gösterilere önderlik etti. Ama “vatan haini” damgası yemedi.
Hükümet üyeleri, Sartre’a ve gösterinin önderlerine gözdağı verilmesi önerisini getirdiler, De Gaulle bu öneriyi reddetti. Öneriyi getirenlere “Sartre Fransa’dır”
“Sartre’a ceza vermek Fransa’ya ceza vermektir” dedi.
İşte Türkiye’deki Cumhuriyet rejiminde yaşanan siyasi istikrarsızlık, demokrasiden, insan haklarından, şeffaflıktan, liyakatten, ehliyetten, bağımsız yargı gibi demokratik kavramlardan fersah fersah uzaklaştı. Yasama işlevsiz, yürütme tek adamda, yargı siyasallaştı. Denge denetleme mekanizması bozuldu. Özgür basın susturuldu. Anayasa yok hükmündedir. Bunun için eşitlikçi, demokratik ikinci cumhuriyet ülkeye farzdır.
Sonuç olarak ikinci cumhuriyet için şartlar olgunlaşmış, cumhuriyet ya faşizme doğru ya da ikinci cumhuriyete doğru yol alacak.
İkinci Cumhuriyet için demokratik bir lider yok, ülkede bir Jean Paul Sartre bir de Charles de Gaulle eksik.