İdlib’te yaşanan çatışma bir yıldan beri gündemde olup davul zurna çalarak “geliyorum” diyordu ve geldi. Ayrıntılar bir yana Rus ve İran destekli Suriye rejimi; dün silahlı cihadistlerden kimileriyle uzlaşıp anlaşarak ve Halep, Doğu Guta, Dera-Kuneytra gibi kentlerde uzlaşmayı kabul etmeyenleri ise Türkiye desteğiyle İdlib’te toplama politikasını izledi, başarılı da oldu. Türkiye bu süreçte Rusya ile pazarlıkta Rojava Kürdistan’ında elde edeceği kimi avantajlara karşılık desteklediği cihadistleri İdlib’e yönlendirmişti. Elbette başka hesapları da vardı.
Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Farklı bölgesel ve küresel güçlerin desteklediği cihadistlerin İdlib’te toplanmaları, beraberinde İdlib’i Batı ve Doğu eksenli güçlerin çelişki ve çatışmalarının merkezi haline getirmesi belli başlı aktörleri de harekete geçirmişti. Çünkü küçük Afganistan’a dönüşen İdlib, kendi başına İdlib olmaktan çıkmış olup Suriye’nin toprak birliğiyle, Rojava ve bağımsız Kürdistan meselesiyle, Türk-Rus, Türk-ABD ve Rus-ABD ilişkileriyle ve giderek Libya’da savaşan güçlerle bağlantılı bir mesele haline gelmişti.
Bu nedenle ABD/Koalisyon güçleri DSG ile birlikte M4 karayolu ve Akdeniz’e açılan kapı İdlip’i cihadistlerden temizlemek istediklerinde, Rus-İran-Türkiye ortak karşı hamleyle Astana sürecini başlattılar. Böylece İdlip artık üç garantör devletin denetiminde ama Türkiye sorumluluğunda cihadistlerden arınmayı bekliyordu.
Ancak üç garantör devletin amaçları farklıydı. Rusya ve İran’ın farklı muratları olsa da ortak hedefleri: Rojava Kürdistan’ı dışında, Suriye üzerindeki çatışma ve kriz merkezlerini önce İdlib’te tek merkeze indirmek sonra toprak birliği hedefiyle İdlib’te bitirmekti. Türkiye’nin Astana sürecindeki müttefikleri Rusya ve İran ile ortak hedef ise ABD ve DSG’nin İdlib’te önlerini kesmenin yanı sıra kendi özgün hesapları da vardı. Özgün hedefleri arasında, Kürtlerin coğrafik statü kazanmalarını engellemek için Rojava’yı kuzeyden ve güneyden (İdlib) kıskaca almak; Suriye’nin parçalanacağı varsayımından hareketle Rojava ve İdlib’te askeri varlığını kalıcılaştırmak. Askeri varlığın peşi sıra Efrin-Azez-Cerablus’ta görüldüğü gibi TC’nin idari-siyasi yapısını adım adım yerleştirmek.
Türkiye’nin bu emperyal hesapları nedeniyle Putin; Rusya-Türkiye arasındaki her görüşmesinde, Erdoğan’a “Artık İdlib’in cihadistlerden temizlenme zamanı gelip geçti” deyip Astana yükümlülüklerini hatırlatırken; Erdoğan “tamam” dese de zaman kazanma eşliğinde askeri varlığı güçlendirdi, halen de bunu sürdürüyor.
Türkiye, cihadistleri İdlib’ten tasfiye etmede birden fazla sorunla da yüz yüze. Cihadistleri ağır silahlardan arındırmak kolay değil çünkü İdlib’in yüzde 80’ini kontrol altına alan HTŞ ile çatışmayı göze alması lazım. Ama göze alamıyor ve cihadistlerin AKP ile aynı siyasi dokuya sahip olması nedeniyle almak da istemiyor. Çünkü emperyal hesapları nedeniyle cihadist örgütler Türkiye’nin İdlib, Libya ve Rojava’da ileri karakolları olarak sahadaki dayanakları.
Türk devletinin emperyal ajandasında; Rojava Kürdistan’ının bütünün kapsayacak “Güvenli Bölge”ye silahlı cihadistleri ve Sünni Arap-Türkmen kitleyi yerleştirerek bir taşla birden fazla kuşu vurma planı vardı ve halen duruyor. Astana garantörü olarak bu planla hem sorumluluğunu yerine getirmiş, hem Rojava Kürdistan’ı coğrafik olarak da tasfiye edilmiş… Hem İran’ın “Şii Hilalinin” önü kesilmiş… Ve bu “zaferlerle” 2023’e yelken açmış olacaktı Erdoğan! Ama bu hesap tutmadı bundan sonra da tutmaz.
İdlib üzerinden yaşanan gerilim ve kriz; her ne kadar Moskova-Ankara arası sık sık görüşmelerle ve oluşturulan ortak büyük ekonomikticari alan (enerji nakil hatları, nükleer reaktör, S400’ler…) gölgesinde her defasında ötelendi ama bunun bir sınırı vardı. Aktörlerin farklı hesap ve pratikleriyle zaten İdlib krizi adım adım tırmanıyordu ki peş peşe gelen üç yeni gelişme 3 Şubat çatışmasını açıkça tetikledi.
Bir; yeni bir çatışma merkezi olarak tırmanan Libya savaşında da, Türkiye’nin, Rusya ile yine karşıt saflarda yer alarak Serrac hükümetini desteklemesi ve İdlib cihadistlerini Libya’ya taşıması…
İki; Türkiye, son bir yıldan beri Astana üçlüsü arasında gündemin ilk maddesini oluşturan İdlib’in cihadistlerden arındırılması sorumluluğunu gerçekleştirmeyince Rusya destekli Suriye ordusunun saldırıya geçmesiyle Türkiye üzerinde oluşan yeni kitlesel göç ve cihadist baskının gerilimi tırmandırması…
Üç, Erdoğan’ın Ukrayna ziyareti öncesi “beklentilerimiz gerçekleşmezse askeri güç kullanmak dahil planlarımızı hayata geçiririz” beyanı ile paralel silah yüklü 200 askeri konvoyun İdlib’e taşınması ve Türk gözlem noktalarına yenilerinin eklenmesi… Yaşanan çatışmanın habercileriydi. Çünkü Türkiye, Astana sürecinin üçlü garantörlerinden biri olarak, üstlendiği görev gereği, İdlib’deki cihadistleri önce ağır silahlardan arındırma, sonra tümüyle silahsızlandırması gerekirken, tersine daha fazla askeri sevkiyat ile askeri olarak yerleşme peşinde koşması çatışmayı tetikledi. İdlib’de son yaşananlar birden fazla yeni gelişmeyi tetikleyebilir.
1 – Gerek Lavro’nun “Türkiye İdlib’de temel yükümlülüklerini yerine getiremedi. Türkiye’nin İdlib gerilimi azaltma bölgesine asker gönderdiğine dair bilgiler geldiği” beyanı gerekse İran’ın “askeri müdahale sadece Suriye’ye ait Türkiye müdahale etmemeli” açıklamaları açıkça Türkiye’ye “siz çekilin İdlib’den, Suriye kendisi çözsün” derken; Türkiye asker sevkiyatıyla İdlib merkezli çatışmayı başta Rojava olmak üzere bölgeye taşıyabilir.
2 – İdlib’de büyüyecek ateşin ön cephesinde Rojava Kürdistan’ı var ve ayrıca Türkiye tarafından bilinçli hedefe de konuluyor. Çünkü Türkiye “Güvenli Bölge” hedefini yeniden sahneye koyacağının ilk işaretini Ruslarla ortak devriyeden çekilmesiyle vermiş oldu. Bu mesaj Rojava ve İdlib’e ilişkin yeni askeri harekâtların işaretlerini de taşıyor. Şunu da belirtelim, Rojava’yı kıskaca alacak Türkiye-Suriye yakınlaşması da ihtimal dahilinde. Ki bunun ilk adımları Moskova’da atılmıştı. Sıkışan Türkiye çözümü “Adana Mutabakatı” ile Suriye ile yakınlaşmada ararsa Rojava çapraz ateş altına alınabilir.
3 – Ama burası Ortadoğu ve süren savaş da postmodern savaş! Demek istediğim İdlib’in sorunu beklenmedik bir hızla Rojava Kürtleri ile Suriye rejiminin yakınlaşıp ortaklaşmalarını da hızlandırabilir. Kürt siyasetinin bu ihtimali üzerine ulusal ittifakla gitmeleri sonuç üretebilir. Rojava’da yeniden büro açan ENKS ile TEV-DEM’in ittifakla ele almaları gereken mesele bu.
4 – Türkiye’nin kendi siyaseti nedeniyle birden fazla alanda sıkışması ve Rusya ile ilişkilerin gerilme ihtimali, ABD ile ilişkileri onarma süreci de hızlanabilir. Ve “Olmaz olmaz” da demeyin! ABD, Türkiye’ye toprak birliğinin garantisi üzerinden Rojava Kürtlerini tanıyıp ilişkilenmeyi önerebilir. Zira Türkiye’nin hem ABD hem Rusya ile birlikte yürümesi düne göre çok zor olacak ve ayrıca Mısır’dan Körfez ülkelerine Sünni haritayla yeniden ilişkileri hal yoluna koyması da bir yanıyla ABD ile ilişkileri iyileştirmekten geçecek. Dolayısıyla ABD, Türkiye’yi Rusya’dan uzaklaştırma adına Kürtlerle yol ayrımına da gelebilir.
5 – Bunların aksine ABD ve Koalisyon güçleri ile SDG arasında ilişkiler derinleşebilir ve Irak-Suriye hattında Özerk Sünnistan meselesiyle birlikte yeni bir çerçeveye oturabilir.
6 – İdlib krizinin derinleşmesi Libya savaşını da tetikleyebilir. Şimdiden Hafter, İdlib’de olanlardan cesaret alarak Trablus’a saldırıyı hızlandırabilir.
7 – Astana üçlüsü önce Suriye’deki kriz noktalarını İdlib’de merkezileştirilerek kontrol altına almayı hedefledi. Bu kez Rusya, Türkiye’nin göçle ilgili hem kaygılarını karşılamak hem de M4 ve M5 karayollarını açacak olan İdlib meselesini çözmek amacıyla İdlib’in Hatay sınırında siviller ve hatta cihadistler için geçici “güvenli alan” önerebilir ki Türkiye zaten bir süredir benzer adımları atıyor. Yani Putin, Suriye’nin kriz odaklarını dün geçici olarak İdlib’e bu kez geçici olarak Hatay sınırına çekmeyi hedefliyor olabilir.
Sonuç olarak; Kürt ulusal demokratik, devrimci güçleri, bütün bu muhtemel gelişmeleri dikkate alan bir stratejik yönelimle siyasi yol haritası belirleyip hareket etmeyi başarabilmelidirler.
Not: Yeni Yaşam Gazetesinde 2 bölüm olarak yayınlanan yazının tamamı.