Başlık size garip gelebilir, doğrudur da çünkü demokrasi evrensel bir kavramdır, şu veya bu adla anılmaz. Anılsa demokrasi olmaz.
Hüsnü GÜRBEY / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Demokrasilerde, söz, yetki ve karar sahibi halktır. Doğrudan demokrasi dediğimiz bu model çok az ülkede işletilmektedir, ülkelerin çoğunda halk, sahip olduğu bu yetkiyi seçtiği temsilciler eliyle kullanır ki biz buna temsili demokrasi diyoruz. Buna rağmen bu ülkelerde halk, siyasi partilerde, sendikalarda ve sivil toplum kuruluşlarında örgütlenerek baskı gruplarını oluştururlar, sorun ve isteklerini gündeme getirirler, yürütme ve yasama erkini baskılayarak çözüm üretmeye zorlarlar.
Türk tipi demokrasi tam da bu örgütlenme sorunundan dolayı diğer demokratik anlayışlardan ayrışmaktadır. 1980 askeri darbesinden sonra Türkiye’de örgütlenme konusunda büyük sorunlar yaşandı ve örgütlenme hakkı, halka öcü gibi anlatıldı. Bundan dolayı, demokrasinin olmazsa olmazı sayılan sivil toplum kuruluşlarının varlığına baktığımızda garip bir durumla karşılaşıyoruz. Bu örgütler Türkiye’de hem var hem yoklar. Yasal olarak bir yasak yok ama kitleler o kadar sindirilmişler ki bu tür kuruluşlara bırakınız üye olmayı, onların kapılarının önünden geçmekten dahi korkuyorlar.
Temsili demokrasiler, kuvvetler (yasama, yürütme, yargı) ayrımına dayanır. Devleti temsil eden her üç erki de halk adına denetlemek ve eleştirmek görevi dördüncü kuvvet kabul edilen bağımsız medyaya bırakılmıştır. Süreç içerisinde medya, tekelci sermaye ile onunla işbirliği içinde olan yürütme erkinin denetimine girince, bağımsızlığını ve halk adına eleştiri görevini büyük ölçüde kaybetmiştir. Fakat bu kez teknoloji halkın imdadına yetişmiş ve hemen boşluğu doldurmuştur. Dördüncü kuvveti de denetleyen ve beşinci kuvvet olarak adlandırılan “sosyal medya” devreye girmiştir. Temsili demokrasilerde sosyal medya çok önemsenmekte ve geleceğin dünyasını şekillendiren önemli etkenlerden biri olarak değerlendirilmektedir.
Demokrasinin bu kadar önemsediği sosyal medya Türkiye’de ne yazık ki baskı altındadır. İnsanlar, kendilerini rahatlıkla ifade edemiyorlar ve çoğu zaman da attıkları twitler yüzünden başları derde girmektedir. Hatta iki, üç yıla yaklaşan cezalara çarptırılanlar bile var. Bilgisayarı başında, içinden geçtiği gibi özgürce yazışamayan insan, korkutulmuştur ve endişelidir. Korku ve endişe içinde yaşayan toplumlar demokratik toplumlar olamazlar.
Ya nedir?
Nasıl ki bugünkü yürütme erkine, başkanlık sistemi demiyoruz da “Türk Tipi Cumhurbaşkanlığı Sistemi” diyorsak, demokrasimize de bu özelliklerinden dolayı “Türk Tipi demokrasi” demek çok daha doğru sayılır.
Sosyal medya, bireyseldir, bireyden topluma gidilir. Oysa Türk tipi demokrasiler bireye kapalıdır. Her şey yukarıdan aşağıya doğru emirle işletilir. Yukarıda alınan kararlar mutlak doğrudur. Sistem, araştırmaya, soruşturmaya, sorgu, sual gibi kavramlara kapalıdır. Biat kültürü egemendir, lidere tapılır…
Bu tip demokrasilerin özelliğidir; muktedirler yalan söyleme hakkına sahiptirler, halkın ise doğruları söyleme ve öğrenme hakkı yasaktır. Es kaza herhangi bir zeminde egemenlerin görüşlerini birisi eleştirirse, bağımlı medya hemen harekete geçer ve her türlü hakaret etmeyi kendine görev sayar. Bunun en somut örneği, HDP’nin hem de yüksek oy oranıyla kazandığı belediye başkanlıklarını tatmin edici hukuki bir gerekçe gösterilmeden keyfi olarak başkanların görevden alınmaları ve yerine kayyum atanmaların da görüyoruz. Siz bu hukuksuzluğu eleştiremediğiniz gibi konu hakkında doğru-dürüst bilgi de alamazsınız. Yapılmışsa mutlaka doğrudur ve herkesin uymasını beklemektedirler. Halk iradesini sorgulayınca, tazyikli suyla, copla, biber gazıyla cevap verilmektedir; halkın iradesi de ne oluyor dercesine…
Türkiye’nin Rojava’ya karşı giriştiği harekete, siz, bu bir savaştır, Rojava’nın işgal edilmesidir, diyemezsiniz, dediğiniz anda nelerle karşılaşacağınızı bilemezsiniz. Fakat iletişim çağında yaşıyoruz, nerede ne oluyorsa, dünyanın öteki ucundaki insanlar anında duyabiliyor ve tepki gösteriyorlar. Bu kez de bunu yalanlamaya çalışıyorlar ama mızrak çuvala sığmıyor. Türkiye Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Batı basınında Barış Pınarı Harekâtı ile ilgili çıkan haberlerde, “Kürtlere karşı operasyon yapılıyor gibi gösterildiğini” söyleyerek; “Böyle bir şey yok. Bizim Kürt kardeşlerimizle bir problemimiz yok” ifadelerini kullansa da artık inandırıcı olamıyorlar. Uçaklardan atılan fosfor bombalarıyla vücutları baştan aşağı yanan çocukların, kadınların, insanların o acıklı halini siz saklasanız da insanlık vicdanı saklayamaz…
Bu rejimde doğruları yazanlar, gerçeği araştırmaya çalışanlar her kim olursa olsun çok ağır cezai yaptırımlarla tehdit edilirler. Militarizmi, şovenizmi, milliyetçiliği körükleyenlere alkış, barışı, demokrasiyi, insan haklarını savunanlara tehdit… Bu bize Nasrettin Hoca’nın, “taşları bağlamışlar, köpekleri serbest bırakmışlar” fıkrasını hatırlatmaktadır. Hoca bir köye gitmiş. Köyün girişinde bütün köpekler bir araya gelip, başlamışlar havlamaya. Hoca bakmış ki, köylü köpeklere sahip çıkmıyor çaresiz, iş başa düştü deyip yerden bir taş alıp da köpeklere atmak için eğilmiş, ama ne mümkün! Hangi taşa el attıysa hiçbiri yerinden kımıldamıyor! “Allah Allah” demiş Hoca, “Bu ne biçim memleket? Taşları bağlamışlar, köpekleri salmışlar!…”
Muktedirlere göre en iyi toplum suskun toplumdur, en iyi medya şakşaklayan medyadır. Ve buna da demokrasi dememizi bekliyorlar. Yemezler, kendinizi kandırabilirsiniz ama toplumu asla…
31. 10. 2019