Anlam ilişkilerinden ziyade güç ilişkilerinin savaşlarla belirlendiği tarih, Herakleitos’un söylediği gibi: “Savaş her şeyin babası ve yüce kralıdır.” Bu sözün tarihsel ve güncel hayatımızın karşıtlıklarını belirlemesi, tarihten bugünümüze kadar süren Kürt halkına karşı savaşların nedenlerini çok iyi özetlemektedir.
Heybet Akdoğan / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Antik çağ içinde evrenin mitoslarla bir kaos düzeni olarak ifade edilmesi; insanlık tarihi boyunca toplum yaşamının savaşlarla şekillendiğini anlatan yazısız kaynaklardır. Ve Kürt halkının antik çağdan beri, kaosların kurbanı olması; insanlık hayatında var olma kavgasının sonsuzluk ve hakim olma içgüdüsünün birleştiği ırkçı savaşlarda, Kürt halkının neden hep kıyımlara maruz kaldığını az da olsa belirtmektedir.
“Var olanların var oluş sebebi, yok olanların yok oluş sebebi,” olan savaşlar, insanların yaşam içerisinde nasıl konumlandığını ‘ezen ırk ve ezilen ırk’ şeklinde bizlere göstermektedir. Irklar ve hayat birlikteliğinde; ezen ırkların, doğanın sonu olacak savaşları toplum hayatında bir kültüre dönüştürmesi, egemen devlet yaşantısında savaşı bir kültür haline dönüştürmüş olup, beraberinde savaş tasarımcılarını ve uzmanlarını oluşturmuştur. Medeniyetlerle birlikte gücün tek tanrıda birleşmesi ve tek tanrıyla gelişen gücün, tek yönetim organı olan devletle kurumlaşması, ırkçı bilincin derinlerinde yatan şiddet gücünü tanrısal ve devletsel kanunlar olarak ortaya çıkarmıştır.
Uygarlık süreciyle birlikte özel mülkiyetin ortaya çıkması ve bu mülkiyet biçiminin bir ideoloji olarak, insan beynini de kişi şahsında özel mülkiyet olarak yapılandırması, insanların özel mülkiyet mantığıyla anlamlandırdığı her şeyi bir güç ve savaş mekanizması kılmıştır. İnsanı hayvandan ayıran aklın, insan yapısında özel mülkiyet bilinciyle yapılanması, insanda var olan fenomenleri, hayvan doğasını dahi aşan bir biçime sürüklemektedir. İnsanın, aklıyla hayvandan farklılığını ispatlayan bilincin, daha sonra insanı hayvandan daha değersiz ve korkunç bir duruma dönüştürmesi, insanın ve toplumun ontolojik yapısını sorgulatan felsefi soruları gündeme getirmektedir.
Kürt halkının geleceğinin, Türk faşizminin insanlık dışı pratikleriyle şekillendirilmesi, Kürt halkının yarınlarının, Türk faşist zihniyeti tarafından gün geçtikçe bir distopyaya dönüşmesine neden olmaktadır. Bireyi toplumdan, toplumu doğadan koparan ırkçılık, asırlardır Kürt halkının doğal yapısını bozan en acı olumsuzlukların yaşanmasına neden olmaktadır. Bu nedenle yaşanmış uygarlıkların bütün tecrübeleri, evrensel olarak Kürt halkına yönelik emperyalist araçlarla bir ölüm aracına dönüşmektedir. Gün geçtikçe savaşların bir gerçek, barışın ise bir idea olması, emperyalizm ve Türk ırkçılığı tarafından Kürt halkına söylenilen kardeşlik kelimesini yalanlamaktadır. Bütün vicdanlı birey ve toplumların takdir ettiği gibi; bir yerde işgalcilik varsa, orada ne barıştan ne de kardeşlikten bahsedilemez.
Türk ırkçılığının çıkarcı ve işgalci bir amaç taşıyan barış ve kardeşlik kelimelerini, tarihsel olarak sorguladığımızda, Türk ırkçılığının 1071 Malazgirt zaferinde dahi, Kürtlere karşı ne kadar riyakar ve çıkarcı olabildiğini görebiliyoruz. Bizanslara karşı zaferini Kürt halkının ittifakıyla sağlayan Türklerin, savaştan sonra sergilemiş oldukları inkâr, tarihten günümüze bir ibret olarak hatırlanmaya devam etmektedir. Osmanlı imparatorluğunun kuruluşunu bile Kürt halkına borçlu olan ümmetçi Türk Osmanlı Devleti, imparatorluk döneminin her asrında, Kürtlerin kanını dökmekten vazgeçmeyen ganimet kültürlü bir devlet faşizmidir. Türk ulusal savaşının detaylarına baktığımızda benzer durumları yine görebilmekteyiz. Türk ulusal kurtuluş savaşında İngiltere’ye karşı, Kürtlerden güç alarak Türklerin savaşa katılması, Kürt halkının, Türkler için bir bel kemiği olduğunu bizlere göstermektedir. İçinde bulunduğumuz zaman açısından Kürtlerin yaşadıkları haksızlıkları hatırladığımızda: Kürt halkının “7 Haziran”dan itibaren Kürdistan’da, Türk devleti tarafından zulme tabi tutulması, Kürt halkının yaşadığı kıyımları güncel olarak hafızamızda tutmaktadır. Zulme karşı direnen Kürt halkının Silvan ve Cizre’de, Türk devleti terörizmine karşı açmış oldukları hendekler, Kürt halkının bir vatana ve ülkeye ne kadar ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Elindeki en küçük imkânlarla bile, Kürt halkının direnmeye devam etmesi, dünya çapında bir halkın direnişinin ne kadar önemli olduğunu, ezilen tüm halklara kanıtlamıştır. Bir halkın yalnızlığının gerçeği olan Kürt halkının, yüzyıldır emperyalist devletler ve işbirlikçileri tarafından yönetilmesi, Kürt halkının devletsiz olmasının en acı gerçeğidir. Türk işgalciliğinin egemenliği altında her gün ezilen Kürtlerin acıları, dünya insanlık tarihinin dönüm noktalarından biridir. Diktatör Saddam’ın Halepçe’de yaptığı Kürt katliamı, emperyalist faşist güçlerin acımasız senaryolarından sadece bir karedir.
Yakın bir zamanda, Suruç’ta; “Şenyaşar ailesi”nden baba ve oğlunun AKP’li milletvekili adayı İbrahim Halil Yıldız’ın beraberindeki silahlı akrabalarınca katledilmesi, içinde bulunduğumuz faşist iktidarın yapmış olduğu katliamlardan sadece bir tanesidir. Özünde etno-politik ve bir coğrafya meselesi olan Kürt sorununun gün geçtikçe halledilmesi gereken bir sorun olması, Türkiye ve Dünya genelinde siyaset stratejisini belirleyen ciddi bir durumdur. Fakat Türkiye’de ve dünyada emperyalizmin pençeleri içinde kıvranan Kürtler ve Kürdistan sorunu, uluslararası ilişkilerde sömürüye ve işgalciliğe esir kalmaktan henüz kurtulamamıştır. Bilhassa, son dönemin iktidar gücü olan AKP hükümetinin faşizm hedefi hâline gelen Kürtler, yerinden yurdundan edilerek metropollerin izbe yerlerinde bir bataklığın içinde çırpınmaya mahkum edilmektedirler.
Kürt halkının sorunları çok eski olmasına rağmen Cumhuriyet döneminde bile hâlâ çözülmemiş bir insanlık sorunu olmaya devam etmektedir. Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında Kürt halkına yönelik beslenen faşist düşünceye bir örnek verecek olursak: Atatürk döneminde, Kastamonu Mebusu Yusuf Kemal’in: “Yalnızca Türklerin sağlığı korunmalıdır” sözü, Kürt halkının Cumhuriyet sistemi içinde hiçbir insani hakkının ve can güvenliğinin olmadığını tanıtlamaktadır. Aynı zamanda bu olay, cumhuriyet ideolojisinin yapmış olduğu Kürt katliamları örneğini çağrıştıran gerçekliktir. Türkiye cumhuriyetini kuran bürokratik Kemalist elidin, cumhuriyet ideolojisinin güçlenmesi için gerçekleştirdiği Kürt katliamları ve Kuzey Kürdistan’ı işgal faaliyetleri hâlâ devam ederek güncelliğini korumaktadır. Zira, AKP iktidarının Kürt katliamlarını örtbas etmek için,150’den fazla soruşturma dosyasına gizlilik ve yayın yasağı kararı vermesi, TC’nin Kürtler için ne kadar faşizan niyetler beslediğini doğrulamaktadır. Soykırımcı Türk devletinin Kürtlere karşı imha konseptinin yeni bir başlangıcı olan Rojava’ya işgal ve soykırım saldırısı, Türk devletinin tüm imhacı güç ve zihniyetlerini, aynı zamanda uluslararası emperyalist güçleri de arkasına alarak Kürtlere karşı sürdürmüş olduğu katliam eylemlerinin, Erdoğan ve yönetimindeki faşist zihniyetini gösteren hareketlerdir. Ayrıca iktidardaki İslamcılarla birlikte başlatılan DAİŞ saldırıları, AKP hükümetinin pan-islamcı ideolojiyle birlikte Kürtlere karşı sergilediği soykırım saldırılarının bir gerçeğidir.
Kemalist ideolojinin “Beyaz Türklük ideali” ve AKP’nin pan-islamcı hareketi, Kürt halkına karşı uygulanan soykırımcı hedeflerin, faşizm zihniyeti altında birleşen isimleridir. “Neo Osmanlıcılık” adıyla siyasi gücünü oluşturan AKP’nin, tıpkı Osmanlı döneminde olduğu gibi; Kürtleri asimile ve kendi egemenliği altında ıslah etme projesi Kürt halkı üzerinde bir yok oluş tehlikesini hissettirecek derecede tehlikeli olan bir Osmanlı imparatorluğu taktiğidir. Kürt halkına yönelik bunca imha ve asimilasyon politikalarının yürütülmesine siyasi bir irade olarak engel olmaya çalışan HDP’nin AKP’nin korkulu rüyası haline gelmesinin temel sebepleri, HDP’nin siyasi duruşudur. Dikkat edecek olursak; Erdoğan’ın mecliste tek korkusu olan Sayın Selahattin Demirtaş’ın AKP tarafından siyasi engellere maruz bırakılması ve şu anda hapishanede bulunması, Erdoğan’ın yaşadığı korkunun bir yaptırımıdır.
Devlet ve iktidar gücü olan AKP’nin Kürt halkına ve Kürt siyasi hareketine karşı sürdürdüğü anti demokratik tavırlar, Türk devletinin ve organı olan pan-islamcı AKP’nin Kürt halkı üzerinden büyüttüğü Türk ırkçılığı, Türk uluslaşmasının büyütülen ve geliştirilen sömürgeci biçimidir. Ulus gücüyle Kürt halkının uluslaşmasını engelleyen Türkçü ulus ideolojisi, emperyalist devletlerin desteğini alarak ve mali oligarşiden nemalanarak Kürt ulusunu ve Kürdistan devletini baskılayan en tehlikeli bilinçtir. Siyasetin faşist iktidar biçimini kendisine rehber edinmiş AKP iktidarı ve yandaş siyasi organı olan MHP’nin, tekelci ırk tanımı ve politik mantığı Kürt halkına karşı yürütülen savaşların temel bileşkesidir. Takriben 948 yıl önce Kürt topraklarına yerleşen Türklerin ve iktidar güçlerinin, Kürdistan halkına “buraları terk ediniz” demesi, Türk devletinin niyetinin açıkça faşizm ve işgalcilik olduğunu ispatlamaktadır. Kürt halkına ve topraklarına yönelik her gün artan işgalcilik, Kürt halkının artık Newroz’u açlık greviyle karşılayan eylemlerine dönüşmüştür. Bu özellik; Kürt halkının yurt savunmasında gösterdiği direnişin hem yüceliğini hem de meşruiyetini ifade etmektedir. Faşizmin kol gezdiği Kürdistan’da, Kürt halkının sergilemiş olduğu inisiyatifler, Kürt halkının savaş, direniş ve bürokrasi alanında büyük ilerlemeler kaydettiğini anlatmaktadır. Hitler’in “benim öğretmenim Atatürk’tür” dediği Türk devletinde, Kürt halkının yaşadığı acılar ve katliamlar, Türk devletinin şimdiye kadar Kürt halkını neden yok etmek istediğini anlaşılır bir şekilde özetlemektedir. Tarihin etnisite ile birlikte artan savaşların tutanakçısı olması; Kürt halkı ve diğer ezilen halkların yok sayılmak istenen kimlikleri ve işgal edilmek istenen toprakları hakkında bizlere hem rehberlik edecek hem de hafızamızı canlı tutacak gerçeklerle dolu olması demektir.
.