Türkiye’de geleneksel bir söylemdir, devlet hem kutsaldır hem de güçlüdür. Güçlü devlet ise güçlü liderin varlığına bağlıdır. Güçlü lider, bütün erklerin kendisinden toplandığı güçlü kişilik demektir. Cumhuriyet tarihi, Tek-Adam, İkinci-Adam, Baba, Alternatifsiz lider gibi sayısız liderle doludur.
Hüsnü GÜRBEY / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
İdealist tarih anlayışına göre, tarihi yapan büyük insanlardır. Türk tarihide, tarih yapan liderleri ard arda sıralamaktadır. Oysa Marksist tarih anlayışına göre, bireyler tarih yapamazlar, tarihin öznesi birey değil toplumdur.Tarihin motoru sınıf savaşlarından ibarettir. Fakat Marksist tarih anlayışı, tarihte rastlantının rolünü yadsıyamaz. İç dinamiklerin olgunlaşmasıyla toplumsal mücadele kaçınılmazdır. Liderin rolü tam da bu sırada devreye girer, ya hareketi hızlandırır ya da yavaşlattırır, ama hareketin gelişimini engelleyemez.
Güçlü devlet, güçlü hükümet ve güçlü lider arayışı, aslında demokrasiye olan inançsızlığın ifadesidir. Halka güvenleri yoktur, seçimler gerek koşul olsa da yeter koşul değildir, yeter koşulu halk değil üst akıl belirler. (oyların nasıl puç edildiğini hepimizin malumudur)
Tek adam rejimleri, bütün yetkilerin tek adamda toplandığı dikta rejimleridir.
Bu rejimlerde:
a)- İktidar bölünmemiştir;
Yani ayrı politik iktidar birimlerinin varlığına dayanan bir denge sistemi yoktur. İktidar mutlaktır. Sistem, demokrasiye, sivil toplumcu yapılara ve yerel yönetim özerkliğine kapalıdır. İktidar, bütünleştirici bölünmüşlük adı verilen bir iktidar paylaşmasını, paralel iktidar veya bölünmüş iktidar odakları olarak nitelendirerek reddetmektedir. Özellikle, yerel yönetimler de herhangi bir özerkliği veya yetki devrini, devletin beka sorununa indirgemektedir, onun için Türkiye, Avrupa Birliği (AB) “yerel yönetimler özerklik şartını” çekince koyarak imzalamıştır. Oysa iktidarın bölünmüşlüğü devletin bölünmüşlüğü değildir, aksine devleti devlet yapan en önemli unsurlardan bir tanesidir.
Bugünlerde İstanbul’da yapılması tasarlanan kanal yüzünden, hükümet ile İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı karşı karıya gelmiştir. İktidar, ilk kez böyle bir durumla karşılaşmaktadır ve İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığını, devre dışı etmek için çok istekli davranmaktadır ama Belediye Başkanı’nın arkasındaki oy potansiyelini ve daha önce yaşanan Taksim Gezi Parkı olayları nedeniyle de itidali de elde bırakmamaya özen göstermektedir. Oysa aynı hükümet, Kürt ilerinde ki belediye başkanlarını, almış oldukları yüksek oy oranlarına rağmen, sorunu bir beka sorununa indirgeyerek çok rahatlıkla görevden alabilmişti. Ve yarattığı algı operasyonuyla doğacak tepkilerin önünü de önceden kapatmayı da başarabilmişti…
b)- İktidar ayrışmamıştır;
Demokrasilerin temel ilkesi, erklerin birbirinden ayrışması ve her erkin kendi içinde güçlü ve bağımsız olmasına bağlıdır. Oysa tek adam rejimlerinde; yasama, yürütme ve yargı ayrışmamış, kurumsal otonomiler yoktur.
Burada ayrışma, bölünmenin (bölüşülmenin) sonucudur. Yani bir toplumda iktidar bölünmüşse, ona bağlı olarak iktidarın ayrışması da mümkündür.
Sonuç olarak biri diğerinin ön koşul üzerine oturur. Başka bir ifadeyle birincinin ön koşulu ikincisinin olmazsa olmaz koşuludur.
Gücün tek kişide yoğunlaşması, liderin kendisini anayasanın üstünde görmesine neden olur. Dolayısıyla sistemde hukukun üstünlüğü yoktur, liderin üstünlüğü vardır. Onun için despotik rejimler yasasız ve kuralsız rejimler olarak tanımlanmaktadır.
Despotik rejimlerde, liderin karşısına, politik, ekonomik ve ideolojik olarak karşı güç çıkmasının yolları tıkalıdır. Bundan dolayı sistem, bazen kendi yaptığı kanunlara da kendisini bağlı hissetmeyebilir. Böyle bir iktidarın ideolojik meşruiyet için tanrısal bağlantı içinde görünmesi doğaldır. Din, temel yasa yerine geçmekte, din korkusu, despotun korkusuna eklenmektedir.
Despotik rejimlerin bir özelliğide, lider önce mitleştirilerek yüceltilir; o, kimseye benzemeyen bir karaktere sahiptir ve belki de toplumun beklediği/beklenen mehdidir. Cumhurbaşkanı askeri danışmanı emekli Tuğgeneral Adnan Tanrıverdi, Uluslararası ASSAM İslam Birliği Kongresi’nde yaptığı konuşmasında; “Mehdi’nin eli kulağında; biz de gerekli ortamı hazırlıyoruz” demekten kendini alamayacaktır.
Bu tür rejimlerde lider, alternatifsizdir, maazallah ona bir şey olsa nice olur memleketin hali. Bunun için toplumda önce alternatifsizlik algısı yaratılır, ardından, tek alternatifin kendisi olduğu topluma sunularak, meşruiyet kazandırılır. Tabi burada muhalefetin işlevsiz kalışının da büyük rolü vardır.
Rejimin en büyük handikaplarından birisi de muhalefetin, iktidarla paralel düşünmesi ve alternatif politikalar üretememesidir. Olan farklılıklarda köktenci değil, yüzeyseldir. Medya; ya yanlı – yandaştır ya da baskı altındadır, özgür medyadan bahsedilemez. Özetle, despotik rejimlerde muhalefet ya yoktur ya da tamamen sindirilmiştir.
Despotik rejimlerin bir özelliği de korku ve düşman yaratma rejimleri olmasıdır; korku aşıldığı gün, despot da biter. Korkunun sürekliliği için gerekli tedbirler alınır. Toplumun iç çelişkileri sürekli kaşıyarak bizden yana olanlar ve olmayanlar olarak ayrıştırılır, ötekileştirilenler düşmanlaştırılır. Özellikle ekonomik darboğaza girildiği dönemlerde, iç düşman rahatlamayı sağlayamıyorsa, dış düşman aranır, yoksa da yaratılır, böylece toplumun tümü olmasa da hatırı sayılır bir kesimi paranoyaklaştırılarak, kendisine sadık hale getirir. Bunun en somut örneği son günlerde gündeme getirilen Libya’ya asker gönderme olayıdır. Kuzey Suriye (Rojava) olmadı, bari Libya olsun. Ne de olsa orası eski ecdat (Osmanlı) toprağıdır, orayı başkalarına kaptırırsak Akdeniz’e çıkış kapılarımızı kaybederiz.
Despotik rejimler itibarı, toplumsal kalkınmışlıkta, uluslararası insani kalkınma alanında değil, lüks tüketimde ararlar. Bakıyorsun eğitimde, ekonomide, sanayide, bilimde dünya sonuncusu, evrensel insan hakları ve özgürlükler alanında ise hiç yoklar. Ama lüks saraylar inşa etmekten ilk sıradalar, içlerini şatafatlı eşyalarla doldururlar. “Söz konusu itibarsa, masraf teferruattır” derler.
Despotik rejimlerde hiç kimse yurttaş değildir. Tekiller aramak ve oradan da bireysel üniteler aramak boşunadır. Herkes aynı karonun birer figüranıdır. Evrensel olan da tekil olan da şefin kendisidir. O tektir, doğrudur ve mutlaktır.