Gezi/ Haziran hakikâti coğrafyamızda, toplumsal ölçekli siyasal polarizasyon açısından çok önemli bir milattır. Öyle ki Gezi/ Haziran’dan sonra, hiçbir şey öncesi gibi olmamış, olamamış ve olamayacaktı da…
GEZİ / HAZİRAN’IN BÜYÜK FOTOĞRAFI
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER / Yazarların makaleleri için tıklayınız
I) GEZİ PARKI TARİHİ
II) BAŞKALDIRI HAKİKÂTİ
II.1) GEZİ/ HAZİRAN MÜCADELESİ
III) İTİRAZIN ÖZELLİĞİ
III.1) NEYDİ, NASIL YORUMLANDI?
III.2) MUHTELİF ZIRVALAR
IV) “ORTA SINIF” MI?
IV.1) GENÇLİK İLE KADINLAR
IV.2) SANATÇI(LAR) VE DURAN(LAR)
V) KÜRTLER VE BDP’NİN TAVRI
VI) KÖR, DİLSİZ, SAĞIR “MEDYA”(LARI)
VII) DEVLET(İN) TUTUMU
VII.1) ORGANİZE ŞİDDET
VII.2) DEVLET PRATİĞİ!
VII.3) YARGI HÂLLERİ (Mİ?)!
VIII) ERDOĞAN (AKP) HÂLİ
IX) KENDİNDEN MENKUL “İDDİALAR”
IX.1) “KOMPLO YAYGARALARI”
IX.1.1) ONLARIN ZIRVALARI!
IX.1.2) SOROS HİKÂYESİ
IX.1.3) SİLİVRİ SAVUNMALARI
X) GEZİ/ HAZİRAN DAVALARI (MI?)!
X.1) İSTANBUL, ÇARŞI, HASAN FERİT, MEHMET AYVALITAŞ
X.2) ANKARA İLE ETHEM SARISÜLÜK’Ü
X.3) ESKİŞEHİR İLE ALİ İSMAİL KORKMAZ’I
X.4) ANTAKYA İLE ABDULLAH CÖMERT’İ
X.5) MEDENİ YILDIRIM İLE DİĞER KENTLER
X.6) GEZİ/ HAZİRAN’IN BERKİN ELVAN’I
XI) “SON(UÇ)”U SONRASI
GEZİ/ HAZİRAN’IN BÜYÜK FOTOĞRAFI[1]
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
“Yalnız ötesine geçtiğimiz
sürece sınırları hissederiz.”[2]
Gezi/ Haziran hakikâti coğrafyamızda, toplumsal ölçekli siyasal polarizasyon açısından çok önemli bir milattır. Öyle ki Gezi/ Haziran’dan sonra, hiçbir şey öncesi gibi olmamış, olamamış ve olamayacaktı da…
Friedrich Hölderlin’in, “Gerçek acı, coşturucudur. Güçsüzlüğünü ayaklarının altına alan insan yükselir,” saptamasındaki dinamiklerle harekete geçen Gezi/ Haziran; egemenleri panikletirken; Marie Curie’nin, “Panik şaha kalkmış korkudur ve korku her zaman korkulan şeyden daha fazla zarar verir,” sözlerindeki “sonuçlara” yol açtı.
Kim ne derse desin; Murathan Mungan’ın, “Bazı gerçekler insanlara fazla gelir. Ya da bazı insanlara gerçek fazla gelir,” deyişiyle müsemma Gezi/ Haziran “deneyimi” bir başkaldırıydı; Joseph Roux’un, “Deneyim; kazanılan bilgiden çok, kaybedilen beklentilerden oluşur…” uyarısındaki üzere.
Yol açtığı devasa sarsıntı ve sonuçlarıyla onu anlayıp, yerli yerine oturtmak için irdeleyip/ sorgulamamız gerekir. Malum Robin Sharma, “Yarını iyileştirmenin tek yolu bugün neyi yanlış yaptığını bilmektir,” derken, ekler “Dünden ders al, bugünü yaşa, yarın için umutlu ol. Önemli olan sürekli sorgulamaktır, durmak değil,” diyen Albert Einstein ve John Berger de: “Her şeyle yüzleşirken inancımızı korumak, öğrenebilme umuduyla sorular sormak, sessizlikte ya da şamatada yeni sorular sormayı öğrenmek: Başka çaremiz var mı? Bu dar yolun dışında, özgürlüğe giden başka bir yol var mı?”
Gezi/ Haziran, bir “efsane” değil; “efsaneleştirilmiş” girift bir hakikâttir; ama asla bir “komplo” ya da “tezgâh” değil!
Siz kulak asmayın kimi “aklıevveller”in şunları diyebilen “kuşkuları”na: “Gezi hareketi boyunca, bir dönem o kalabalığın o meydanda nasıl olup da bir zafer havasında günler geçirebildiği şaibelidir. Hükümetin polisini neden geri çektiği… Bir Gezi efsanesi yazılmasına neden olanak verdiği… O barışçıl ve muhteşem pasif eylemlerin bu politik atmosferde kendisine nasıl bu kadar özgür bir alan bulabildiği… Tüm bunları iktidarın şaşkınlığıyla açıklayıp geçmemek gerekir. Belki de Gezi döneminde başımıza gelen o güzel şeyler, bugünleri öngören planlı bir tuzaktır”![3]
Bundan daha berbat bir Gezi/ Haziran “analizi” olabilir mi? Sanmıyoruz!
Yeri gelmişken anımsatalım: Gezi/ Haziran sınıflar mücadelesinde bir mevzi savaşıydı…
“Sivil” gerekçelerini/ dayanağını büyük ölçüde yitiren “politik (siyasal) toplum”un yarılması; yaşamı zorbaca biçimlendirme girişimine kitlesel bir tepkiydi…
Malum üzere bir iktidarın etkin yönetiminin iki temel dayanağı vardır: “Politik toplum” yani devlet ile “sivil toplum”.
Politik toplum, hükmetme sürecinde zor kullanımı olarak, silahlı kuvvetler, polis, mahkeme ve hapishaneler vb. iken; sivil toplum ise, iktidarın kendi anlayış ve ideolojisiyle davranış ve beklenti biçimleri yaratmaya çalıştığı (görece özerk ve sınıf mücadelesiyle biçimlenen) alanlardır.
Bir hegemonya alanı olarak sivil toplum,[4] aynı zamanda bir mevzi savaşları zeminidir. Muhalif kesim(ler), politik toplumun (yani devletin) sahip olduğu araçlardan hiçbir şekilde yararlanamayacağına göre, mücadelesinde kullanabileceği tek alan iktidarın kısmen kontrolü dışındaki, özerkleştirilebilen sivil toplum kapsamındaki zeminlerdir. Buralarda hâkim politik gücün baskın söylemiyle bağını koparan yeni bir ortak duyu, bir hegemonya alanı oluşturabilir.
Antonio Gramsci’ye göre, devletin saldırıları karşısında muhalefet, sivil toplum da kendine alan açacak bir “mevzi savaşı”nın gerçekleştirirken; devlet hegemonyasının bir karşı-hegemonya ile kuşatılmasının önünü açmalıdır. ‘Modern Prens’inde[5] Gramsci, bunun pratikte ancak bir siyasal önderlikle, kolektif iradenin somut temsilcisi “modern prens” aracılığıyla mümkün olduğunu da ifade eder. Yani sivil toplumun muhalif kesimlerini yönlendirecek bu parti, politik toplumdan hoşnut olmayanları “kucaklamalı”dır.
Eğer “kucaklayamaz” ise, o zaman da kendiliğinden hareketin “heba” olması kaçınılmazdır; tıpkı Gramsci’nin altını çizdiği gibi: “… ‘Kendiliğinden’ denilen hareketleri ihmal etmek ya da küçümsemek, yani, bu hareketlere bilinçli bir liderlik sağlamayı veya politikaya sokarak onları daha yüksek bir düzleme çıkarmayı başaramamak olağanüstü ciddi sonuçlara yol açabilir. Alt sınıfların ‘kendiliğinden’ hareketlerine çeşitli nedenlerden ötürü hemen her zaman hâkim sınıfın sağ kanadının gerici hareketi eşlik eder. Örneğin, bir ekonomik kriz bir yandan alt sınıflar arasında hoşnutsuzluğa ve kendiliğinden kitle hareketine, öte yandan coup d’etat (darbe) girişimi için hükümetin objektif zayıflığından yararlanan gerici gruplar arasında komplo hazırlıklarına yol açar. Sorumlu grupların kendiliğinden ayaklanmalara bilinçli bir liderlik sağlamayı veya bunlara olumlu bir politik faktör kazandırmayı başaramamaları darbelere yol açan sebepler arasında görülmelidir.”[6]
Evet; tam da böyle oldu: 15 Temmuz’lu “Tek Adam” totalitarizminin inşasında olduğu gibi…
Şimdi burada durup; en başa dönelim.
I) GEZİ PARKI TARİHİ
İstanbul’da 1806’da inşa edilen Taksim’deki Halil Paşa Topçu Kışlası, tarihe 31 Mart Olayları olarak geçen ve 1909’da, şeriat yanlısı askerlerin II. Meşrutiyet’e karşı ayaklanmayı başlattığı yerdir.
31 Mart 1909’da İstanbul’da “Şeriat isteriz” sloganlarıyla başlayan hareketin temel nüvelerinden birisi Taksim Topçu Kışlası’ydı.
İsyancılar ellerinde yeşil bayraklar ve “Şeriat isteriz” sloganlarıyla Meclis’i bastılar. Meclis’te Adalet Bakanı Nâzım Paşa ve Lazkiye Mebusu Emir Aslan Bey’i öldürdüler. Yıldız Sarayı bahçesinde Deniz Binbaşı Ali Kabuli Bey’i parçaladılar.
Daha sonra zamanla askeri işlevini kaybeden ve 1920’lerde Taksim Stadyumu olarak kullanılan Topçu Kışlası, 1940’yılında, Fransız Şehirci Henri Prost’un Kongre Vadisi Projesi kapsamında, İstanbul Valisi Lütfi Kırdar tarafından kamulaştırılarak yıkılır.
Ancak mesele burada bitmez; mekân ilişkin simgesel bir çatışma devam eder.
Ta ki 12 Haziran 2011’de dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan seçimler öncesi Gezi Parkı’na Topçu Kışlası projesini açıklayana dek!
Oysa Taksim Gezi Parkı’na yeniden yapılmak istenen Topçu Kışlası’nın inşasına yönelik olarak İstanbul 1. İdare Mahkemesi’ne sunulan raporda, Gezi Parkı “Cumhuriyet döneminin korunmaya değer mirası” diye nitelendirilip, “Osmanlı dönemine ait mekânsal temsil gücünün artırılmasına karşılık, Cumhuriyet dönemi mekânlar referanslarının zayıflatıldığı” tespitinde bulunulmuştu.
Bu kadar değil! 1940’ta yıkılan kışlanın yeniden yapımını inceleyen uzmanlar raporda, “Hiçbir replika (taklit) aslının değerinde olamaz, olsa olsa özenmedir, öykünmedir. Mekânın üretildiği zamana, emeğe saygı için özenle ve dikkatle karar almak ve eylemde bulunmak gerekmektedir” ifadelerine yer verilirken; Topçu Kışlası’nın yapılması durumunda, Taksim Gezi Parkı’nın yüzde 67 oranında azalacağı ve 563 ağacın 430’unun zarar göreceği belirtilmişti.
Raporda altı çizilen bir diğer konu ise İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alanların azlığı olmuştu. Yeşil alan oranının çağdaş metropol kentlerin çok gerisinde olduğunu belirten uzmanlar, İstanbul genelinde 2010’da 6.05 metrekare olan kişi başına düşen aktif yeşil alan oranının, günümüzde 3.66 metrekareye gerilediği verilerini paylaşmıştı.[7]
Dahası da vardı!
Mesela 1999’da; İstanbul 1 Numaralı Anıtlar Kurulu, Taksim Meydanı, AKM, Tarihi Su Maksemi ve Taksim Gezi Parkı’nın bir bütün olarak korunması gerektiği yönünde karar vermişti…
Mesela 2009’da; Beyoğlu kentsel SİT Alanı’na ilişkin Koruma Amaçlı Nazım İmar Planı yürürlüğe girmişti ve planda Taksim Meydanı’na ilişkin yeraltı ulaşım projesi ve Taksim Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın ihya kararı yer almıyordu…
Ancak 2011’de; 71 yıl önce yıkılan Topçu Kışlası 2 No.lu Anıtlar Kurulu tarafından korunması gerekli kültür varlığı olarak tescillendi. Bu proje ve Taksim Meydanı projesi, 12 Haziran genel seçimlerinden önce Erdoğan’ın çılgın projelerinden biri olarak lanse edildi.
Ardından da 2012’de İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi’nin oybirliğiyle onayladığı Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi, İstanbul 2. No.lu Koruma Kurulu tarafından onaylanan plan değişikliğiyle “yasal” zemin kazan(dırıl)dı. Taksim Yayalaştırma Projesi, Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından askıda ilan edildi ve kasım ayında Tarlabaşı ve Cumhuriyet Caddesi bariyerlerle kapatıldı. İnşaat fiilen başladı…
2012’nin Şubat’ında Topçu Kışlası’nı dikecek rant projesine karşı, Albert Einstein’ın, “Vicdanınıza ters düşen hiçbir şeyi yapmayın, bunu devlet istese bile,” uyarısındaki üzere Taksim Dayanışması kuruldu. Haziran ayında da TMMOB Mimarlar Odası, Şehir Plancıları Odası ve Peyzaj Mimarları Odası, projenin yürütmesinin durdurulması ve iptali istemiyle dava açtı.
İktidarın keyfi emrivakilere boyun eğmeyen Taksim platformu, Topçu Kışlası projesine karşı toplanan 50 bin imzayı 18 Aralık 2012’de İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’na teslim etti.
17 Ocak 2013’de Topçu Kışlası projesi, İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarafından yapılan incelemeler sonucunda uygun bulunmayarak, reddedildi…
Lakin karara rağmen Gezi Parkı’nı Asker Ocağı Caddesi üzerinden karşıya bağlayan ve Prof. Henri Prost tarafından tasarlanan 70 yıllık yaya köprüsü, 12 Şubat 2013’de İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yıkıldı.
Dönemin Başbakan Erdoğan, Gezi Parkı için “referandum” ya da daha dar kesimi içeren kamuoyu yoklamasını içeren “plebisit”ten söz ederken;[8] Hukuk Kurumu Başkanı ve Onursal Yargıtay Başkanı Sabih Kanadoğlu, çevre konusunun “Temel hak ve özgürlükler” kapsamında olması nedeniyle “referanduma sunulamayacağını” belirterek, “Bilim, kültür, çevre sorunları, insan temel hak ve özgürlükleri referandum konusu olamaz. Kaldı ki, anayasa sadece, anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulabileceğini öngörmektedir. Belediyelerin, kamuoyu araştırması dışında eğilim saptaması olanağı da yoktur. Anayasal, yasal mevzuat ve Yüksek Seçim Kurulu’nun konu hakkındaki kararları ve genelgeleri karşısında, İstanbul Gezi Parkı düzenlemelerinin referanduma götürülmesi girişimi, kamuoyunu oyalayıcı, yanıltıcı ve hatta giderek aldatıcı niteliktedir,” dedi.[9]
Nisan 2013’e gelindiğinde Taksim projelerine karşı 80 bin imza toplanmıştı. Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği, Taksim Platformu ve Taksim Dayanışması ile birlikte Taksim için “Ayağa Kalk” çağrısı yaptı: “Çünkü bilimin, hukukun, Koruma Kurulu’nun ve halkın önerileri, talepleri yok sayıldı…[10]
2013’ün Mayıs’ında Gezi Direnişi başladı. 1. İdare Mahkemesi Gezi Parkı’nda yapılaşmanın önünü açan imar planlarını iptal etti.
Daha sonra 2012’nin Ekim’inda başlayan İBB’nin Taksim Meydanı Yayalaştırma Projesi adeta yılan hikâyesine döndü. Başlar başlamaz hayatı olumsuz etkiledi. Üç yıl boyunca Taksim’de kutlanan 1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı 2013’te inşaat çalışmaları “gerekçe”(!) gösterilerek yasaklandı.
2015’in Mart’ında düzenleme çalışmaları tekrar başladı. Bu tarihten sonra meydan hiç boş kalmadı. Her yeri kazıldı. Yayalaştırma kapsamında beton döküldü. Taş döşemeleri sırasında yağmur suyu kanallarının unutulduğu fark edildi tekrar kaldırılıp döşendi.
“İyi de bu ısrar niye” miydi?
“Aslında niyet şu: 31 Mart 1909 Gerici Ayaklanmasını anmak için anıt dikmek”![11]
Bu kadar değil!
Tarihi Emek Sineması yıkan rant zihniyeti; önüne gelen yere yerine alış veriş merkezi yapılıyordu. Gezi Parkına Tarihi Topçu Kışlası yapılmak istenirken; yapılacak projenin AVM, otel ve rezidanslarla “taçlandırılması” gibi…
Tarihi Topçu Kışlası yalanıyla yeni bir AVM, otel, rezidans projesi yapılmak istenen İstanbul’un o günlerinde 93 AVM faaliyet gösteriyordu. Bunlara yapımı süren 74 projeyi de eklediğinizde toplam alışveriş merkezi sayısı 167’ye yükselecekti.
Böylece Avrupa’nın en çok AVM’sine sahip kenti İstanbul, açık ara liderliğini koruyordu. Söz konusu binalarla birlikte İstanbul’da kiralanabilir AVM alanı 5 milyon metrekareye ulaşırken; bu da o tarihlere 300 binden fazla insanın yaşadığı Güngören ilçesinin toplam yüzölçümünün yüzde 60’ı kadardı!
Elbette tüm bunlara eklenmesi gereken Taksim mekânına ilişkin simgesel çatışma hikâyesiydi ki, bunu da avukat Can Atalay gayet güzel anlatıyor:
“Bir isyan bölgesi, Taksim, dönüştürülmek isteniyor. İyisiyle kötüsüyle, direnişiyle konformizmiyle bu bölgede yerleşip sosyalleşmiş olan bir topluluk tasfiye edilmek isteniyor…
İstanbul’un en merkezi noktası olan Taksim, uzun süredir devletin zor güçlerinin işgali altında. Ama bu yetmiyor, aynı mekân, AKP tarafından yeniden şekillendirilmek, bir muhalif alan olmaktan çıkarılmak isteniyor.
Taksim Camisi’yle ilgili ilk yazışmanın belgesi var: Kanlı 1 Mayıs 1977’den 13 gün sonra, dönemin Milliyetçi Cephe hükümetinin Kültür Bakanı’nın yazısı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yazışmasıyla ortaya çıkıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Taksim Camisi’nin ‘Arap turistlerin gelmesi’ için gerekli olduğunu belirtiyor yazıda. Simgesel bir hikâye bu… Kentin merkezini dönüştürme isteği hep var yani. 90’larda toplumsal muhalefet Beyazıt-Sultanahmet hattından sürüldü. Eskiden, o hat mitinglerin yapıldığı, Cağaloğlu’na kadar solun yayıldığı bir yerdi. Kitabevlerinin, gazetelerin oradan çepere doğru itilince, Taksim’e doğru gelindi artık. Bu arada, Beyazıt Meydanı da setlerle düzenlenerek meydan olmaktan çıkarıldı.
Taksim de, esas olarak solcu öğrencilerle bir muhalefet yatağı hâline geldi. Muhalefetin günlük hayat içerisinde mayalandığı, sosyalleştiği bir yer oldu. İHD ilk Tünel’deydi, sonra alana doğru geldi, yavaş yavaş çevresi oluştu. Böylece adım adım Taksim, muhalefetin ‘merkezde söz söyleme’ isteğinin somut zemini hâline geldi. Sosyalleşmeydi bu. Eylem yapıyorsun, sinemaya gidiyorsun, akşam bira içiyorsun ve bunların tamamı iktidarı rahatsız ediyor. Bir ara, sabahtan akşama herkes derdini gelip İstiklal’deki eyleminde anlatıyordu. Gezi de oradan çıktı işte. Şimdi yapmak istedikleri ise, Taksim’i bir ‘piyasacı devlet avlusu’ hâline getirmek…
Fatih-Harbiye romanındaki o eski ‘kendini koruma’ hâlinden fetihçiliğe geçen, iktidarı elde ettikten sonra kültürel iktidara da göz diken bir ideolojik parti/devletin uzun vadeli toplumsal tahayyülü bu.
Düşünsenize, İstanbul’da şu anda meydan yok! Üsküdar Meydanı 23 yıldır yok. Beyazıt’ı setlerle yok ettiler. Sultanahmet’te Halide Edip mikrofonsuz olarak binlerce insana seslenebilmişti, şimdi orası da yok.”[12]
Evet Taksim bir mücadele ve başkaldırı mekânıdır; Leonardo da Vinci’nin, “Hiçbir şey bir otoriteyi sessizlik kadar güçlendiremez”; Albert Camus’nün, “Hiç kimsenin neyin ak, neyin kara olduğunu söyleyemediği yerde; ışık söner, özgürlük gönüllü bir tutsaklık olur” saptamalarıyla uyumlu olarak Gezi çatışmaları bunun için çıkmıştı…
II) BAŞKALDIRI HAKİKÂTİ
İçişleri Bakanlığı’nın Eylül 2013 tarihli raporunda, 80 ilde 3 milyon 545 bin kişinin Gezi/ Haziran eylemlere katıldığı, 4 bin 725 gösterinin düzenlendiği, 5 bin 341 kişinin gözaltına alındığı, Twitter’da 150 konu başlığı (hashtag) altında 39 milyon tvit atıldığı belirtiliyordu.[13]
Yine İçişleri Bakanlığı Gezi Parkı Olayları çerçevesinde, 28 Mayıs – 6 Eylül 2013 kesitindeki gösteriler sırasında, 104 bin 519 emniyet görevlisinin çalıştığını kaydetti. Gösterilerden 164’ünun “kanunsuz hâle dönüştüğünü”, uyarılara rağmen dağılmayan göstericilerin “ilgili mevzuat kapsamında” dağıtıldığını da ifade eden bakanlık, olaylar nedeniyle müfettişlerce 127 personel hakkında araştırma/ soruşturma yapıldığını açıkladı.[14]
Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü iki haftada 4 polisin intihar ettiğini açıklarken; Emniyet-Sen, 6 polisin intihar ettiği yönündeki iddiasını iki isim vererek sürdürdü.[15]
Öte yandan birinci yıldönümünde Gezi Parkı’na ilişkin KONDA’nın yayınladığı rapora göre, Gezi Parkı gösterilerini “demokratik bir hak ve özgürlük talebi” olarak nitelendirenlerin oranı yüzde 42, “provokasyon” olarak nitelendirenlerin oranı ise yüzde 58 olurken; diğer bir veri ise, üniversite mezunu oranı Türkiye genelinde yüzde 10 iken, bu oran Gezi Parkı’ndaki eylemlere katılanlar arasında yüzde 50’di.[16]
Özetle büyük bir toplumsal sarsıntı[17] ve yarılmaya yol açan Gezi/ Haziran ve devamındaki başkaldırıda bir araya gelenler veya geniş bir sınıfsal ve kimlik yelpazesinden mürekkep “Geziciler”, AKP’nin -şu veya bu saikle- ötekileştirip dışladıklarının bir toplu fotoğrafı, profiliydi sanki.[18]
Gezi Parkı direnişinin küresel eylemler arasındaki eşsiz eylem biçimlerinden biri olduğunu belirten David Harvey ise, “Anladığımız kadarıyla Gezi birbiriyle yabancılaşmış dünyada birbiriyle yabancılaşmamış yaşam formuydu. Farklı bir kent, farklı bir yaşam biçimi, kente dair kararlar olabileceğini düşünüyorum. Savunma hattından yeni bir yaşam biçimi formunu korumaya yönelik yeni bir hatta geçmemiz gerekiyor. Benim bildiğim kadarıyla kamusal mekânlar dediğimiz yerler kamu olarak kullanılmayan alanlara dönüşüyor. Taksim Meydanı gibi, bu süreç bildiğim tüm şehirlerde gerçekleşiyor. Artık politik taleplerimizi, niyetlerimizi anlatabileceğimiz kamusal alanlar yaratmak durumundayız. Bu bağlamda Gezi Parkı’ndan çıkılmasıyla Gezi süreci bitmiş değil. Başka bir sürecin başlangıcı hâline gelmiştir,”[19] derken antropolog Michael Taussig de ekliyordu:
“Bu direniş hareketi, ‘Occupy Zuccotti Park’ hareketine benziyordu; ama çok daha büyüğü ve kalabalık hâli. Orada olduğu gibi burada da ‘Keşke buradan bir politik bir oluşum’ çıksa gibi bir düşünce vardı; ama Marx’ın ‘Devrimin ihtiyar köstebeği’ gibi, bu tür hareketler dünyanın beklenmedik yerlerinde ve zamanlarında yüzeye çıkarlar. Mayıs 68, Paris’i andırdı bana.”[20]
Gezi/ Haziran günlerinden geriye, farklı sınıflardan, farklı sosyal tabakalardan, siyasi eğilimlerden oluşan büyük bir insan kitlesinin oluşturduğu “mücadele birliği” deneyimi ve bunun heyecanı kaldı. Bu coğrafyamızda eşi görülmemiş bir birlikti.
II.1) GEZİ/ HAZİRAN MÜCADELESİ
Michel de Montaigne’in, “En fazla korktuğum şey korkunun kendisidir,” sözüyle tanımlanması mümkün olan bir korkusuzluk hâliydi, Gezi/ Haziran günleri…
Tam da o günlerde korkusuz itirazdan öğrendi insanlar…
Mayıs sonu Haziran başıydı… Toplum, üzerinden ölü toprağını, o yılgınlığını atmıştı…
Nefretle, öfke bezeli egemen baskı, şiddet sarmalına karşı çıkan Gezi/ Haziran Direnişi coğrafyamıza dalga dalga yayıldı: İşçisi, öğrencisi, emekçisiyle… Her yaştan kadın, erkekle… Büyük başkaldırısını başlattı…
Kapitalist devlet aygıtı gençlerinden, emekçilerden, kadınlarından, hasılı insanlarından korktu…
Siyasal iktidar şaşkın, medya duraksamıştı; devasa sarsıntı coğrafyamızı dikey ve yatay olarak saflaştırmıştı…[21]
27 Mayıs 2013 gecesi saat 22.00’de belediye ekipleri beş ağacı söktü. Gezi Parkı’nda yıkım çalışmaları başladı. İş makineleri Gezi Parkı’nın Divan Oteli tarafındaki duvarını yıkarak parkın içine girdi. Yıkım, sosyal medya aracılığıyla duyurulunca 50 kişilik Taksim Dayanışması üyeleri parka gelerek yıkımı engelledi. Sabah saatlerine çağrı yapıldı.
28 Mayıs’ın sabah saatlerinde yaklaşık 300 kişi toplandı. Yıkım ekipleri saat 01.30 civarında parktan ayrıldı. Parkta direnişin ilk çadırlarını kuruldu. İş makineleri polis eşliğinde 12.45’te geri geldi. Polis önce çadırları dağıttı, sonra parktakilere biber gazı sıktı. Polisin gaz müdahalesini Reuters muhabiri Osman Örsal “kırmızı elbiseli kadın” fotoğrafıyla tüm dünyaya servis etti. Yüzüne gaz sıkılan kırmızılı kadının fotoğrafı beyinlere kazındı.
BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder yıkımın yapıldığı bölgeye geldi. Direnişçiler çadır kurdular nöbet başladı.
29 Mayıs’ta çadırlar kurudu. Ağaç nöbeti başladı. Başbakan Erdoğan, “Ne yaparsanız yapın, biz kararlıyız,” derken; sökülen ağaçların yerine fidanlar dikildi.
Gezi Parkı içinde konserler verildi, forumlar yapıldı. Sanatçı ve sivil toplum kuruluşları gelerek direnişe destek verdi.
30 Mayıs saat 05.00 civarında Gezi’ye giren polis, eylemcileri gaza boğdu. Çadırlar ateşe verildi. İş makineleri Gezi Parkı’na girdi. İlk gözaltılar başladı. Kepçenin önüne atlayan Sırrı Süreyya Önder’in araya girmesiyle yıkım tekrar durduruldu. Çadırlar tekrar kuruldu.
31 Mayıs İstanbul’unda sabah 05.00’te polis ekipleri Gezi’ye tekrar girdi. Polis parkın etrafını barikatlarla kapattı; sert bir saldırı gerçekleştirdi. Çatışmalar Beşiktaş, Şişli, Dolmabahçe ile Taksim’in ara sokaklarına taşındı. Parktaki çadırlar toplanarak polis ve zabıtalar tarafından yakıldı. Milletvekillerine gaz sıkıldı. Biber gazından etkilenen Sırrı Süreyya Önder hastaneye kaldırıldı. Yaklaşık 100 kişi saldırıda yaralandı. Mısırlı Lobna Allami başına gelen gaz bombasıyla ağır yaralandı ve uzun süre komada kaldı.
Saat 17.00’de Gezi’ye ve Taksim’e girişler tamamen kapatıldı. Taksim’e girmek isteyenler İstiklal Caddesi ve çevresinde toplandı. Şişli’de, Kadıköy’de, Bağdat Caddesi’nde, Beşiktaş’ta, Yeşilköy’de protestolar yapıldı. Balkonlardan destek verildi. Tencere tava çalındı. Binlerce kişi sokaklara döküldü Sabaha kadar polislerle direnişçiler arasındaki çatışma devam etti. Haber kanalları çatışmaları yayınlamadı. CNN Türk ise penguenlerle ilgili bir belgesel yayınlıyordu.
Çeşitli markaların, Gezi Parkı’nda yapılacak alışveriş merkezinde yer almayacaklarını açıkladığı o gün İstanbul 6. İdare Mahkemesi ise, Topçu Kışlası Projesi hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Sadece 31 Mayıs ve 1 Haziran’da #direngeziparki etiketiyle yaklaşık 10 milyon farklı kullanıcıdan 30 milyonun üzerinde tweet atıldı.
Aynı gün Ankara’da binlerce ODTÜ öğrencisi Gezi’ye destek vermek için TBMM’ye yürümeye başladı. Polis gaz ve tazyikli suyla müdahale etti.
1 Haziran 2013 İstanbul’unda eylemler sabaha dek sürdü. Anadolu yakasında toplanan eylemciler, Boğaziçi Köprüsü’nü yürüyerek geçti. CHP, Kadıköy’deki mitingini iptal ederek Taksim’e yürüme kararı aldı. Yüz binlerce kişi Taksim’e akın etti. Polis TOMA’larla püskürtmeye çalıştı.[22] Meydan gaza boğuldu.[23] TOMA’nın önünde ellerini açarak duran siyah elbiseli kadın hafızalara kazındı. Polis 16.00 sularında Taksim’den çekildi. Dolmabahçe’de polisle göstericiler arasında çatışma yaşandı. Eylemciler Gezi’ye tekrar çadır kurdu.
Resmi verilere göre Gezi eylemleri 1 Haziran günü 67 ile yayıldı. Yurt dışında Gezi’ye destek eylemleri yapıldı. Başbakan Erdoğan, o gün yaptığı konuşmada “Biz Topçu Kışlası’nı yapacağız” söylemini tekrarladı.
Aynı gün Ankara’nın Kızılay Meydanı’nda toplanan eylemcilere polis müdahale etti. Polis kurşunuyla vurulan Ethem Sarısülük hastaneye kaldırıldı.
2 Haziran’da Gezi ve Taksim Meydanı’na çıkan bütün yollara barikatlar kuruldu. Türkiye geneli ve İstanbul Beşiktaş’ta yoğun biçimde sürdü. Beşiktaş’ta bir iş makinesini ele geçiren direnişçiler TOMA’ları dozerle kovaladı. Dozere “POMA (Polis Olaylarına Müdahale Aracı)” adı koyuldu.
Dolmabahçe’deki başbakanlık ofisine doğru yürüyen eylemcilere polis çok sert müdahale edildi. Beşiktaş’taki çatışmalar sırasında yaralılar Bezm-i Âlem Valide Sultan Camisi’ne sığındı. Cami revir görevi gördü. Polis, camiye gaz bombası attı. Erdoğan ise daha sonraki birçok konuşmasında camide içki içildiğini iddia ederken resmi raporlar dahi bu iddianın yalan olduğunu ortaya koydu.
1 Mayıs Mahallesi’nde gece saat 22.00 sularında TEM yolunu kapatan grubun içinde olan 19 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş, eylemcilerin arasına dalan bir aracın altında kalarak hayatını kaybetti.
Eskişehir’de ise Ali İsmail Korkmaz polisler tarafından ara sokakta sıkıştırılarak öldürülesiye dövüldü.
Başbakan Erdoğan, o gün yaptığı konuşmada, “Topçu Kışlası aslına uygun olarak yapılacak. Burada kesinleşmiş olarak bir AVM projesi de yok. Biz belki buraya bir şehir müzesi yapacağız. AKM de inşallah yıkılacak. Muhteşem bir opera olarak kültür merkezi olarak onu da yapacağız. Cami de yapacağız,” dedi.
Ayrıca Erdoğan Gezi eylemcilerini “Çapulcu” olarak nitelendirirken;[24] Gezi’ye destek için bütün ülke sokaklara döküldü (Bayburt hariç). Her ilde yürüyüşler yapıldı. Çoğu ilde polis orantısız güçle kalabalıkları dağıtmaya çalıştı. Binlerce kişi Gezi Parkı’nda nöbet tuttu.
3 Haziran İstanbul’unda Başbakan Erdoğan eylemcilerin camiye sığınmasıyla ilgili, “Camide içki içtiler, camiye ayakkabıyla girdiler” açıklaması yaptı. Cami müezzini Fuat Yıldırım bu iddiaları reddetti. Yıldırım hakkında soruşturma açıldı.
Yine Başbakan Erdoğan Fas’a gidişi öncesindeki tava eylemleri için yaptığı açıklamada, “Tencere tava hep aynı hava” ifadelerini kullanırken, “Bizim evlerinde zorla tuttuğumuz yüzde 50 var. ‘Aman sakin olun’ diyoruz,” dedi. “Tencere tava” kısa süresonra bestelenerek “çapulcular”ın gözde parçaları arasına girecekti.
Gezi’de festival gibi gösteriler başladı. Halaylar çekildi, şarkılar söylendi.. Ankara’da şiddetli çatışmalar oldu.
Aynı gün Ankara’da Gezi eylemleri BDP’li vekillerce meclise taşındı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “Demokrasi sadece seçim değildir,” dedi.
Yine aynı günün gecesinde Antakya’da 22 yaşındaki Abdullah Cömert polisin attığı gaz fişeğinin başına isabet etmesi sonucu öldü.
4 Haziran’da Türkiye genelinde direniş devam etti. Devlet ise Twitter’daki 5 milyon tweeti incelemeye aldı. İzmir’de sosyal medya üzerinden “Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” iddiasıyla 29 kişi gözaltına alındı.
Abdullah Cömert’in cenazesine polis TOMA ve gaz bombalarıyla saldırdı.
Gezi Park’ında ücretsiz market açıldı.
5 Haziran’da DİSK, KESK, TMMOB ve TTB bir günlük iş bırakma eylemi yaptılar.
Gezi’de Antikapitalist Müslümanlar tarafından Miraç Kandili nedeniyle Kur’an okutuldu. Çarşı grubu helva dağıttı.
Gezi Parkı dışında bazı gruplarla polis çatıştı.
Aynı gün Adana’daki gösterilere müdahale eden komiser Mustafa Sarı köprüden düşüp ağır yaralandı.
6 Haziran’da Başbakan Erdoğan Tunus’tan, kışlanın yapılacağını söylerken “Zaten metresiyle falan Topçu Kışlası’nda AVM olması mümkün değil. Buranın bir şehir müzesi olabileceği düşüncesi de var” dedi. Erdoğan, AKM’nin yerine ise barok tarzda bir opera binası inşa edileceğini söyledi.
Çapulcu şarkısı hit oldu.
7 Haziran’da Başbakan Erdoğan sabaha karşı 03:00 sıralarında Afrika gezisinden döndü. Erdoğan’ı havalimanında “Yol ver geçelim, Taksim’i ezelim” sloganı atan AKP’liler karşıladı.
Erdoğan eylemler için ilk kez faiz lobisini sorumlu tuttu. Başbakan kışla ve AKM konusundaki ısrarından ise vazgeçmedi. Sabah saatlerinde ise yandaş medya Erdoğan’ın konuşmasını aynı başlıkla manşetlerine taşıdı:” Demokratik taleplere canımız feda.” aynı manşetle çıkan 7 gazete arasında Fetullahcı Zaman gazetesi de vardı.
Gezi Parkı’nda Antikapitalist Müslümanlar Cuma Namazı kıldı. Namaz kılmayanlar ise provokasyona karşı grubun etrafını sarıp korumaya aldı.
BDP eş başkanı Selahattin Demirtaş, İmralı’da görüştüğü Öcalan’ın Gezi direnişini selamladığını duyurdu.
8 Haziran’da AKP, 15 ve 16 Haziran’da, Ankara ve İstanbul’da “Milli iradeye saygı adıyla” iki büyük miting yapacağını açıkladı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş Gezi Parkı’nın kent müzesi olabileceğini, böyle bir durumda ise mimarlar ile görüşülebileceğini söyledi.
İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun “Gençler, Gezi Parkı’nda kuş sesleri, ıhlamur kokusu ve arı vızıltısıyla huzurlu bir sabah varmış doğru mu? Aranızda olmak isterdim” şeklindeki twit’i alay konusu oldu.
9 Haziran’da Taksim Dayanışması, Taksim Meydanı’nda geniş katılımlı bir miting düzenledi. Mitinge yüz binlerce insan katıldı.
Aynı gün Başbakan Erdoğan ise Adana, Mersin ve Ankara’da yedi ayrı mitingde konuştu.
10 Haziran’da Bakanlar Kurulu’nu topladı. Hükümet sözcüsü Bülent Arınç, Başbakan’ın Gezi eylemcilerini temsil eden bir gurupla görüşeceğini duyurdu.
11 Haziran’da Polis Taksim’e döndü. AKM’deki örgüt afişlerini indirdi. Gezi’ye girmedi. Sokak arası çatışmaları sürdü. Yaşanan çatışmalarda yurttaşlar yaralandı. Vali Hüseyin Avni Mutlu “Gezi Parkı’na müdahale edilmeyeceğini” açıkladı.
Ancak Mutlu’nun “Gezi’ye müdahale yok” açıklamasını yaptığı saatlerde polis Gezi’ye gazlı müdahale yaptı. Çağlayan Adliyesi’nde basın açıklaması yapan 49 avukat gözaltına alındı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Gezi’de polis şiddetiyle ilgili soruşturma açtı.
Başbakan Erdoğan ise AKP Grup toplantısında yaptığı konuşmasında Kabataş olayını ilk kez gündeme getirdi. Erdoğan “Bu olaylarda bile çok önemli bir yakınımın gelinini, Başbakanlık ofisimin yanında, yerlerde süründürdüler, kendisini çocuğunu taciz ettiler. Bu mudur özgürlük, çevrecilik?” dedi.
Daha sonra bahsedilen kişinin Bahçelievler Belediye Başkanı Osman Develioğlu’nun gelini Zehra Develioğlu olduğu anlaşıldı. Zehra Develioğlu, Star gazetesiyle yaptığı söyleşide yaklaşık 100 kişilik, üzeri çıplak ve deri eldivenli bir grubun kendisi ve bebeğine saldırdığını, üzerlerine işendiğini iddia etti. Bazı yandaş yazarlar iddianın doğru olduğunu öne sürdü. İddialar ise kanıtlanamadı. Sonradan ortaya çıkan görüntülerde ise saldırının bir yalandan ibaret olduğu anlaşılacaktı.
12 Haziran’da Başbakan Erdoğan, bazıları direnişte dahi yer almayan bir grupla görüştü. Görüşmeye katılan Kurtlar Vadisi dizisinin başrol oyuncusu Necati Şaşmaz, görüşmeyle ilgili basına bir açıklama yaparken ne demek istediğini kimse anlayamadı.
Taksim’de İtalyan piyanist Davide Martello meydana piyanosuyla birlikte gelerek dinleti yaptı.
Avrupa Parlamentosu, Gezi gündemiyle toplandı. Gaz maskesi, baret satan seyyar satıcılar gözaltına alındı.
13 Haziran’da İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu gençlerle Dolmabahçe’de buluşmak istediğini duyurdu. Mutlu ile buluşmaya giden gençler görüşmeden pek tatmin olmazken çıkışta ise penguen taklidi yaparak basına poz verdiler.
14 Haziran’da Başbakan Erdoğan, Taksim Dayanışması temsilcileriyle görüştü. Erdoğan görüşmede DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’nun “Bu olay sosyolojik bir vaka” sözlerine sinirlenerek toplantıyı terk etti.
Gezi Parkı’nda ise annelerin eylemi vardı. Anneler çocuklarını korumak için geldiklerini söylerken “Her yer anne her yer direniş” sloganı attılar.
Ankara’da eylemin ilk günü polis kurşunuyla vurulan Ethem Sarısülük iki haftalık yaşam mücadelesini yitirdi.
15 Haziran’da Başbakan Erdoğan, Ankara’nın Sincan ilçesinde yaptığı “Milli İrade’ye Saygı” mitinginde “Taksim Meydanı boşaldı boşaldı; yoksa güvenlik güçlerimiz boşaltmasını bilir” diyerek direnişçilere saldırı yapılacağının sinyalini verdi.
Akşam saat 20.50’de polis Gezi Parkı’na saldırı gerçekleşti. Erdoğan’ın Kazlıçeşme mitinginden bir gün önce Gezi Parkı boşaltıldı. Yüzlerce yurttaş yaralandı.
16 Haziran’da Gezi Parkı’nı polisin işgal etmesiyle birlikte ülke genelinde büyük eylemler gerçekleştirildi. İstanbul Okmeydanı’ndaki eylemeler polisin sert saldırısıyla karşılaştı. Eylemlerin sürdüğü Okmeydanı’nda sabahın erken saatlerinde evinden ekmek almak için çıkan 14 yaşındaki Berkin Elvan, polisin attığı gaz fişeğiyle başından yaralandı ve komaya girdi. Berkin, 269 gün komada kaldıktan sonra 11 Mart 2014 günü daha fazla dayanamayarak 15 yaşında yaşamını yitirecekti.
Başbakan, İstanbul’da “Milli İrade” mitingi düzenledi.
17 Haziran’da Taksim’de “Duran Adam” eylemi yapan Erdem Gündüz gözaltına alındı.
18 Haziran’da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül eylemlerin bitmesi için çağrı yaptı.
19 Haziran’da “Duran Adam” eylemleri her yere yayıldı.
20 Haziran’da 36 yaşındaki Mehmet İstif, Mersin’de yapılan Gezi Parkı eylemi sırasında yüzüne biber gazı sıkılması nedeniyle dil kökü kanseri oldu; tedavi gördüğü hastanede 13 Mayıs 2014’de öldü.
22 Haziran’da Taksim Meydanı’nda toplanan eylemciler polise karanfil attı.
24 Haziran’da Başbakan Erdoğan, Gezi eylemleriyle ilgili “Polisimiz destan yazdı” ifadesini kullandı.
28 Haziran’da Diyarbakır Lice’de halk karakol yapımını protesto etti. Özel harekâtçıların eylemcilere ateş etmesi sonucu Medeni Yıldırım öldürüldü.
2 Temmuz’da İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Gezi Parkı projesiyle ilgili yürütmeyi durdurma kararına Kültür Bakanlığı’nın yaptığı itirazı reddetti.
8 Temmuz’da Gezi Parkı saat 13.30’da halka açıldı, 17.30’da tekrar kapandı. Aynı gün basın açıklaması yapan Taksim Dayanışması üyeleri gözaltına alındı.
10 Temmuz’da Eskişehir’de polis ile esnafın darp ettiği üniversite öğrencisi İsmail Ali Korkmaz öldü.
10 Eylül’de Antakya’da eylem sırasında kafasına gaz bombası isabet eden 22 yaşındaki Ahmet Atakan hayatını kaybetti.
29 Eylül’de Maltepe Gülsuyu Mahallesi’ndeki uyuşturucu karşıtı eyleme açılan ateş sonucu 21 yaşındaki Hasan Ferit Gedik öldürüldü.
22 Aralık’ta Gezi direnişi protestoları kapsamında İstanbul Kent Mitingi’nde polis saldırısı sonrası yaralanan 64 yaşında ki Elif Çermik, kaldırıldığı hastanede geçirdiği kalp krizi sonrası yoğun bakımda 159 gün yaşam mücadelesi verdikten sonra 31 Mayıs 2014’te öldü.
11 Mart 2014’de Gaz kapsülüyle başından vurulan ve 269 gündür komada kalan 15 yaşındaki Berkin Elvan öldüğünde 16 kiloydu.
12 Mart’ta Berkin Elvan’ın cenazesine 1 milyondan fazla kişi katıldı…[25]
Gabriel García Márquez’in, “Çok fazla uğraşma, en iyi şeyler ummadığın zamanlarda olur,” sözlerini anımsatan Gezi/ Haziran itirazına ilişkin olarak tekrar pahasına bir kere daha hatırlatalım: Ezilenlerin Hukuk Bürosu’nun, “Gezi Direnişi’nin 1. Yılında Gezi’nin Hukuk Tablosu” başlıklı rapora göre, direnşin başladığı 31 Mayıs’tan itibaren ilk 112 günlük sürede Bayburt dışında 80 kentte 5 bin 532 eylem gerçekleştirildi. Eylemlere yaklaşık 3 milyon 600 bin kişi katıldı. Eylemcilerden 5 bin 513 kişi gözaltına alındı, haklarında soruşturma yürütüldü.
Bu dönemde yürütülen adli soruşturmalarda 189 kişi tutuklandı. Eylemlere dönük polis saldırısı ve sonrasında 13 kişi hayatını kaybetti, 8 bin 163 kişi yaralandı.
Kriz merkezlerinde bir yıldır yürüttükleri gönüllü avukatlık çalışmasındaki gözlemlerini aktaran Ezilenlerin Hukuk Bürosu, “Yaralanmalar polisin eylemlerde kullandığı tazyikli su, kısa mesafeli biber gazı atışları ve plastik kurşunlardan dolayı olmuştur.
Türk Tabipleri Birliği verilerine göre; 91 adet kafa travmasına uğrayan, 10 adet gözünü kaybeden ve 1 de dalağı alınan vak’a mevcuttur,” derken; Gezi direnişinin ilk 15 gününde: 150 bin adet gaz bombasının atıldığına, 3 bin ton su sıkıldığına dikkat çekilen raporda, OC Gas, CS Gas ve CR Gas olmak üzere üç çeşit gaz sıkıldığı, göz gibi hassas organlarda kalıcı hasarlar verebilen FN-303 adlı silahtan göstericileri boyamak için “bizmut” içeren kapsüller atıldığı kaydedildi.
Polisin tüm eylemlerde toplum güvenliğini kasten ihlâl ettiğine dikkat çekilen raporda şunlar denildi: “Eylemcilere dönük yasa dışı fiili gözaltı uygulaması yapmış, göz altıların tamamında kişilerin avukat yardımından faydalanma, yakınlarına haber verme, rızası dışında vücudundan örnek vermeme ve diğer haklarını ihlâl etmiş, kadınlara dönük çıplak arama adıyla cinsel taciz uygulamıştır. Ayrıca birçok ilde polis ile birlikte hareket ederek göstericilere çivili sopalar, palalar, bıçaklar ile saldıran siviller ortaya çıkmış, daha sonra bu kişilerden bir kısmının sivil polis olduğuna dair haberler çıkmıştır. Ayrıca, bu kişilerin polis ile birlikte yakaladıkları kişilere işkence yaptıkları anlatımları da mevcuttur. Kolluk güçlerinin müdahaleler sırasında kask numaralarını çeşitli yöntemler ile kapattığı gözlemlenmiştir. Bu durum polislerin müdahale öncesinde yasaları çiğneme, delilleri gizleme ve işkence suçunu işleme kastıyla hareket ettiğine işaret etmektedir.”[26]
Kolay mı? Charlie Chaplin’in, “Umutsuzluğa kapılmayın. Üstümüze çöken bela, vahşi bir hırsızın insanlığın gelişmesinden korkanların duyduğu acının bir sonucudur. Haydi birleşelim!” haykırışını anımsatan Gezi/ Haziran günlerinde milyonlarca insan sokaklara dökülerek polisin TOMA’lı, gaz bombalı saldırılarına karşı direndi. Bu direnişte 12 kişi yaşamını yitirdi. Direnişe yapılan müdahalelerde en az on bine yakın yurttaş yaralandı. En az 13 direnişçi polisin attığı gaz bombaları sonucu gözünü kaybetti.
Aslı sorulursa Gezi/ Haziran 20 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş (2 Haziran 2013); 22 yaşındaki Abdullah Cömert (3 Haziran 2013); 47 yaşındaki İrfan Tuna (Ankara’da 6 Haziran 2013’de polisin kullandığı aşırı miktardaki biber gazından etkilenip kalp krizi geçirerek öldü); 88 yaşındaki Selim Önder (İstanbul/İzmir. Taksim civarından geçerken yoğun gaza maruz kaldıktan sonra İzmir’e döndü, birkaç gün sonra öldü); 26 yaşındaki Ethem Sarısülük (14 Haziran 2013); 50 yaşındaki Zeynep Eryaşar (15 Haziran 2013’de Avcılar’daki protesto gösterilerinde polisin aşırı miktarda göz yaşartıcı gaz kullanmasının ardından kalp krizi geçirip öldü); 18 yaşındaki Medeni Yıldırım (28 Haziran 2013); 19 yaşındaki Ali İsmail Korkmaz (10 Temmuz 2013; 22 yaşındaki Ahmet Atakan (10 Eylül 2013); 37 yaşındaki Serdar Kadakal (Yaşadığı ve çalıştığı Kadıköy’de emniyet güçleri tarafından yoğun ve yaygın şekilde biber gazı kullanımının ardından kalp krizi geçirerek öldü); 15 yaşındaki Berkin Elvan (11 Mart 2014); 36 yaşındaki Mehmet İstif (13 Mayıs 2014); 64 yaşındaki Elif Çermik (31 Mayıs 2014)[27] ve daha niceleriydi!
“Bazı hâllerde devam etmek, yalnızca devam etmek, insanüstü bir şeydir,”[28] ifadesindeki üzere bir bir soru(n)la yürütülen mücadele 15 Haziran 2013 ile yeni bir saflaşma yaşadı; sonrasında da Stefan Zweig’ın, “Dünyada bir şeyi yarım söylemek ya da yarım bırakmak kadar kötü bir şey yoktur. Her kötülük bu yarım işlerden çıkar,” saptamasındaki “yarım kalmış”lığın sarsıntılarıyla yüzleşti…
III) İTİRAZIN ÖZELLİĞİ
Gezi/ Haziran bir başkaldırıydı… Bu direniş mücadele tarihimizin miladı değildir elbette. Ancak direniş tarihimizin önemli bir kilometre taşıdır. İktidarın her tür yalanına ve karalamasına karşın halkların yüz akı bir direniştir.
Onu “Devletin ticarileşmesine, kent yaşamının rant alanına dönüştürülmesine karşı kamusal mekânı koruma”;[29] “Bir haysiyet hikâyesi”;[30] “Bir parkın alışveriş merkezine dönüştürülmesi, yayalaştırma adı altında meydanın insansızlaştırılması girişimlerine direnişi aşan bir tepki ve öfke birikimi patlaması”[31] olarak betimlemek noksan bir tanımdır.
İlk yapılması gereken şey, Gezi/ Haziran Direnişi’nin, modern tarihinin tanık olduğu en kapsamlı toplumsal ve siyasal başkaldırılardan biri olduğunu saptamaktır. Toplumun bütün katlarını sarsan etkili, yaygın bir isyandır; Prof. Dr. Taner Timur’un, “Türkiye tarihinin en önemli halk hareketlerinden birisini yaşadık,”[32] ifadesindeki üzere…
Gezi/ Haziran sosyalist bir başkaldırı değildi, doğrudur. Ancak ön safında daima sosyalistlerin ve özellikle Alevîlerin yer aldığı; bir süre sonra da Kürt siyasal hareketinin de katıldığı büyük bir itirazdı.
Gezi/ Haziran eylem içinde özgürlük deneyimiydi; kolektif bir eylemiydi. Ancak, “toplumsal hareket” niteliğiyle başarısından söz edilmesi mümkün olan itirazın; “politik hareket” yanı yetersizdi.
“Evinde zorla tuttuğumuz yüzde 50 var!” tehditlerinin savrulduğu; TBMM kürsüsünde, “Ayaklar ne zaman baş olmaya başladı?” denildiği iklimde Gezi/ Haziran çıkışı dayanışmayla, iktidar baskısına direnenlerin heterojen eseriydi. Ve “demokratik bir halk hareketi” olarak nitelenmesi mümkündü.
Milyonların bir araya geldiği; ama hepsinin Gezi/ Haziran’ının başka, herkesin Gezi/ Haziran’ının kendine olduğu tabloda ortak bölen “Başka bir hayat mümkün”dü. Diğer bir deyişle, insanları yan yana getiren ortaklık başka hayata olan inanç ve ihtiyaçtı.
“Cana üzülenlerle, cama üzülenlerin; satırlarca kitap okuyanlarla, satırlarla insan kovalayanların kavgası”[33] olarak da betimlenmesi mümkün olan protestolar, ötekileştirmeye, aşağılanmaya karşı duruş; yaşama tarzına sahip çıkmasıydı.
“Gezi, gençlerin hareketiydi; bankta nasıl/kiminle oturacaklarını, ne giyineceklerini, hangi evlerde yaşayacaklarını, hangi diziyi izleyip neyi okuyacaklarını siyasilerin dikte ettirmesine karşı çıkıyorlardı”;[34] argümanıyla bir “gençlik hareketi”ne indirgemek doğru değildi.
Çünkü O; gençleri de içeren geniş bir muhalif yelpazenin totaliterleşmeye itiraz isyanıydı. Başta Alevîler olmak üzere yaşam tarzı, hak ve özgürlükler konusunda kamusal alanda sınırları daralan, dışlanan, ötekileştirilen toplumsal kesimlerin itirazı, başkaldırışı ve isyanıydı.
Ağaçların kesilmesine itirazla başlasa da; özünde AKP’nin yöneldiği “İslâmi değer”ler eksenli siyasal tercihlerin seküler alana müdahalesine; hak ve özgürlüklerin daraltılmasına; topluma bir ahlâk dayatmasına karşı çıkıştı.
Zeynep Oral’a göre, “Gezi kimliğinde tıpkı ‘68’deki gibi ‘Başka bir dünya mümkün’ inancı vardı.”[35] Ve de Onu “Ne iktidar kavradı, ne de muhalefet. İkisine de eleştiriydi… Özetle, Gezi bir halk hareketiydi.”[36]
Bir çok özelliği bünyesinde taşıyan ve Zeynep Altıok’un, “Gezi diye yazılır; ‘Umut’, ‘İnanç’, ‘Direniş’ diye okunur,”[37] tanımlamasındaki Gezi/ Haziran itirazı yeşildir, doğadır, çevredir… Özgürlük, demokrasi, çoğulculuk talebidir… Eşitliktir, paylaşımdır, dayanışmadır… Zalime, zulme karşı koyan onurdur… Gözü pekliktir, omuzdaşlıktır, öz güvendir… Emeğin gücüdür, şiirdir, resimdir, şarkıdır… Korkunun, eylemsizliğin aşılmasıdır… Karşı koymaktır, bitmeyen ve başlayandır…
Nazım Alpman’ın, “Önümüzdeki süreci kalıcı olarak etkileyecektir,”[38] notunu düştüğü Gezi/ Haziran iktidarın façasını bozan, suratındaki kalıcı bıçak yarasıdır
Söz konusu “Direniş on yıllık iktidarı boyunca hiçbir güçlü halk tepkisiyle karşılaşmamış olan Başbakan Erdoğan’ın kimyasını bozdu. O zamana kadar ‘tatlı-sert’ bir baba imajı sergileyen Erdoğan, Gezi Parkı Direnişi’yle birlikte her şeyini yerle bir etti.”[39] Bunun simgesi de Taksim Meydanı oldu…
Taksim Meydanı’nın, simgesel önemi çok büyük bir kamusal alan olduğundan söz etmiştik.
Kamusal alan kentte yaşayan insanların biraraya gelerek kendi yaşamlarını ilgilendiren sorunları eşit bir biçimde, özgürce tartıştıkları ve politik tercihlerini ortaya koydukları kamuya açık bir zemindi.
Gezi Parkı’nda olduğu gibi, insanların farklılıklarıyla bir araya geldikleri çoğulcu mekândır. İnsanların fiziksel olarak bir araya geldikleri bu zeminde bir ortak irade doğar. İktidarı korkutan da işte bu ortak iradeydi.
Henri Lefébvre, “Kent Hakkı” kavramını[40] kentlerdeki toplumsal ve siyasal yapılanmayı değiştirmeye yönelik bir gerçeklik olarak tarif eder. Sözü edilen değişimin amacı, kentsel mekânın denetimini sermaye ve devletten alıp kentte yaşayanlara aktarmakken; Lefébvre, kent hakkının iki ögeden oluştuğunu ileri sürer: Karar alma süreçlerine katılım hakkı ve kentsel mekâna el koyma hakkı.[41]
Taksim Meydanı için verilen mücadeleyi, kapışmayı bu açıdan görüp, yorumlamak gerekir…
Tam da bunun için 1871 Paris Komünü ile Gezi arasında “paralel”liğe kafa yormak gerekir. Aynı biçimde Tahrir, Tiananmen, Sintagma, Barcelona’daki Plaza del Sol ve Plaza del Katalonya, Sao Paolo Meydanları; New York’taki ‘Occupy Wall Street’ hareketleri üzerine de düşünmek gerekir. Hepsi kamusal alanlardan doğan halk itirazlarıdır.
AKP iktidarının Taksim’e binlerce polisi yığan “hassasiyeti”, meydan korkusu bu zeminde değerlendirilmeliyken; Gezi Parkı itirazının bir yanıyla da “1 Mayıs’lara konulan yasaklamanın bir tür ‘rövanşı’ olduğu”[42] da göz ardı edilmemeli…
“Kent Hakkı”nı kullanan Gezi Direnişi’nin esasını, yerel demokrasiden başlayan, anti-otoriter genel özgürlük talebinin toplumsallaşması oluşturuyordu. Bu yanıyla da Gezi, toplumsallaşan siyasetin nelere kadir olduğunun, olacağının da kanıtıydı…
Egemenleri korkutan Gezi/ Haziran itirazı “yatay” bir mücadeleydi. Toplumun geniş kesimini etkisi altına aldı. Böylelikle, “… ‘Gezi Olayı’ çok farklı bayrakları, sadakatleri, emekçi sınıfların farklı kesimlerini kendiliğinden bir araya getirdi; bunun ne kadar muhteşem bir güç olabileceğini gösterdi.”[43]
“Söz ayrıştırır, eylem birleştirir,” diyalektiğini devreye soktu. Birbirine uzak düşmüş-düşürülmüş duruşlar Gezi/ Haziran’da yan yana saf bağladı. Özetle yaşanan insanlara, farklılıklara rağmen yan yana durabilmeyi öğretti.
Bu, toplumsal bir itirazın patlamasıydı ve elbette bir devrim değildi. Ama devrimcilerin ön safta dövüştüğü bir toplumsal mücadele mevzisiydi.
Evet devrim, örgütlü bir alternatiftir, öncünün devrimci praksisidir; itirazın patlamasıysa protestodur. Bir eylem olarak protesto, meseleye dikkat çeker; esasa müteallik şeyi değiştir(e)mezken; ileride yaşanacakların yolunu döşer.
Gezi/ Haziran günleri de -“marjinal gruplar”[44] diye mahkûm edilmeye kalkışılan!- devrimcilerce geleceğin önü açtığı kendiliğinden birleşik hakikâti; “Gezi Parkı’ndaki protestocuların tamamı değilse de, çok büyük bir bölümü, Türkiye Müslümanlarının laik kesimini teşkil ediyordu,”[45] biçiminde tanımlayan Emrah Çelik zırvalıyordu! Çünkü Gezi Ayaklanması dinsel hiçbir kimlik iddiası içermiyordu.
Bu kadar da değil: “Gezi’de devrim yapmak için sokağa çıkmadık,”[46] vurgusuyla “Benim için artık Gezi hem toplumsal hem de kişisel bir dönüm noktası olarak hayatımda yer alacak. Toplumsal olarak Gezi’yi; dünyada 1999’da Seattle ile başlayan, “başka bir dünya mümkün” sloganıyla gelişen, 2002 ve 2003’de savaş karşıtı hareketlerle dönüşen, 2010’dan sonra dijital bir boyut kazanan, 2011, 2012 ve 2013’te dünyanın çeşitli yerlerinde ve dijital ortamlarda farklı şekillerde ortaya çıkan; hiyerarşik yapıları katı olmayan, liderliği net belirlenmemiş, anlık özellikleri çok fazla olan, adem-i merkeziyetçi, rizomatik, yayılan/ kaplayan/ sıçrayan, yaratıcılığın öne plana çıktığı ve mizah yüklü hareketler,”[47] diye tanımlayan Memet Ali Alabora’ya hatırlatmak yarar var: Gezi/ Haziran’ın en ön safında dövüşenler devrim yapmak için yola çıkanlardı; mesela Ethem Sarısülük gibi…
Bir ek daha: Memet Ali Alabora vari yorumlarla “depolitize edilen” Gezi’yi kimileri de “demokrasi kuruculuğu ya da yayıcılığı” katına çıkartıp, yataylığı yüceltti. Bu söylem(ler) mücadelenin araçlarını/ enstrümanlarını göz ardı eder bir noktaya geldi. Bunun sakıncası da toplumsal mücadelenin olmazsa olmazı olan “öncü örgütlüğü”nün inkârına kadar uzandı.
Eric Hobsbawm, önce ABD’yi daha sonra birçok ülkeyi saran/sarsan “Occupy Wall Street” hareketi için, sevdiği bir arkadaşının, “Çok iyi, çok yararlı ama eğer bir parti yoksa, geleceği de yoktur bu hareketin” dediğini aktarırken;[48] altını çizmek istediğimizi özetliyordu sanki…
III.1) NEYDİ, NASIL YORUMLANDI?
“Orta Sınıf”lıktan, “Yepyeni Bir Şey”e kadar binlerce biçimde yorumlanan Gezi/ Haziran konusunda ağzı olanın konuştuğu tabloda Miguel de Unamuno’nun, “Birçok ahmak arasında deliye dönmeyen daha ahmaktır,” sözünü anımsamamak mümkün değil!
Mesela dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, “… ‘Gezi’ gelişmişliğin bir göstergesi”dir.[49] “Gezi Parkı’nda çevre duyarlılığı ve şehir estetiği kaygılarını sergileyen gençlerin barışçı eylemlerini, demokratik gelişkinliğimizin yeni bir tezahürü olarak gördüm,”[50] diyebilmesi gibi…
Mesela dönemin ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin, “Gezi protestoları AKP’yi devirmeye yönelik değil. Türk demokrasisi tehlikede değil. Sağlam ve orada duruyor,”[51] ifadesindeki üzere…
Mesela “Gezi’den sonra herkesin daha politize olduğu, kitlelerin buluştuğu her yere Gezi ruhunun da çağrılmadan çıkageldiği aşikâr… Lig başladığında maçlarda bu sloganlar atılmaya devam edecek mi, bilmiyorum. Bildiğim, öyle olmasa iyi olur,”[52] maruzatındaki gibi…
Mesela “Gezi direnişi boyunca sürekli olarak gündeme gelen konulardan biri ‘isyancıların’ ve ‘direnişçilerin’ ortaya koyduğu mizahi performans oldu,”[53] seçmeli (mizah) abartı(sın)daki üzere..
Mesela “Adıyamanlıyım. Türk bir baba ile Kürt bir ananın 10 çocuğundan 8’incisiyim. ODTÜ ve Uludağ’da okudum. Kendimi Türk milliyetçisi ve ülkücü olarak ifade ettim,” diyen MHP İstanbul İl Başkan Yardımcısı Hasan Hüseyin Sünbül’ün, “Gezi’nin farklılığı ve büyüsü, farklı fikirlerin ve farklı düşünceye sahip insanların aynı çığlığa destek olmak için bir araya gelmesinde yatmaktadır. Cemil Meriç, ‘Evlat, bu ülkede sağcı-solcu, ilerici-gerici yoktur. Namuslular ve namussuzlar vardır. Siz namusluların safında olunuz. Görecekseniz çok kalabalık olacaksınız’ demişti. Gezi, Meriç’in haklı olduğunu gösterdi. Üç-beş çapulcu değil, çok kalabalıktık… Ancak gelinen noktada bundan sonra yapılacak olan eylemlerle Taksim protestoları marjinalleşecek, zayıflayacak. Bu da iktidarın istediği siyasal ortamı sağlayacaktır. Bundan sonra yapılması gereken, Taksim ve Gezi protestolarını sokaktan çekip, yaklaşan seçimler için aktif olarak teşkilâtlanarak çalışmak ve -her ne kadar demokrasi sandıktan ibaret değilse de- sandıkta gerekli cevabı vermektir,”[54] vaazındaki gibi…
Bu kadar değil; Henry Brougham’ın, “Üretici bir faaliyette olmayanlar, sadece fesat üretirler,” deyişini ile Rıfat Ilgaz’ın, “Ya ezenden yana olacaksın ya da ezilenden!/ Bu işin az şekerlisi, çok şekerlisi olmaz!” dizeleri eşliğinde anımsatılmadan geçilmemesi gereken dahası da var.
III.2) MUHTELİF ZIRVALAR
Gezi/ Haziran direnişi elbette çok önemliydi. Gariplik, Ludwig Wittgenstein’ın “Bir tasarımın doğru ya da yanlış olduğunu bilmek için onu gerçeklikle karşılaştırmamız gerekir,” uyarısını “es” geçerek; onun önemini “zırva”ya kadar götürüp, işe yaramaz hâle getirmekti! “Nasıl” mı?
Konda Araştırma Şirketi Genel Müdürü Bekir Ağırdır’ın, “Gezi geleneksel kutuplaşmaya kilitlendi,”[55] türünden sosyolojik söylemle ezen/ ezilen saflaşmasını gölgelemesi gibi!
Ya da AKP’li Markar Esayan’ın, Haziran Direnişi’ni, “Gerici/faşist ayaklanma” olarak tanımlayıp, Gezi Parkı protestolarının yaşandığı günleri “Çok karanlık ve o oranda öğretici günler” olarak nitelendirmesindeki üzere![56]
Veya solun “Türkiye’de olduğu gibi tüm dünyada bitme noktasında olduğunu” ileri sürüp, Erdoğan’a yaptığı muhalefetin “Yenilgi psikolojisiyle geliştiğini” ve “Solun vizyonsuz olduğunu” ileri süren Halil Berktay’ın, vizyonu olan tek partinin AKP olduğu vurgusuyla, “Dünya vizyonu olan tek parti AKP’dir. Bunun ötesinde şöyle bir mesele var. Yanlış veya doğru ben bunu başka bağlamlarda da söyledim. Çökmüş ve bitmiş olan bir XX. yüzyılın sonunda XXI. yüzyıla intikal eden güçler içinde yeni bir Türkiye ve yeni bir dünya vizyonu olan bir tek AKP var. Başka herkes geçmişte yaşıyor. Sol da geçmişte yaşıyor,”[57] hezeyanındaki üzere!
Ya da “liberal” Atilla Yayla’nın, “Eski DSİP’li, Gezi olaylarına katılarak içinden gözlemler yapmış, özgürlük taraftarlığı, demokrasi ve darbelere karşı olma bakımından iyi bir sicili bulunan Cengiz Ağlan”[58] diye lanse ettiği zatın(?), “Bütün alanı saran Atatürk’ün kalpaklı fotoğraflarının ardından burada özgürlükçü bir sol hareketin egemen olamayacağı belliydi ve ilk günlerden itibaren Gezi’den ümidimi kestim. ‘Gezi ruhu’ diye bir ruh zaten yoktu. İlk gelenler bağımsız insanlardı. Bir örgüte üye olmayan insanlar gelmişti. Sadece iktidar siyasetinden değil, muhalefetin siyasetinden de rahatsız olan insanlar vardı. Sonra klasik solun hâkimiyeti yerleşti Gezi’de. Son günlerinde ise 10. Yıl Marşı’nı söyleyen insanlar çoğunluktu. Bir ruhtan söz edeceksek kısa sürede Kemalizm ruhu ele geçirdi Gezi’yi’!”[59] ifadeleri!
Ve malum “bilge” şahısın, yani Murat Belge’nin, “Gezi’den bu yana bir ‘örüntü’ oluştu. Hedef hep Taksim olmak üzere bir hareket başlıyor (sürekli azalan bir katılımla). ‘Eylem’ denildiği zaman yalnız bunu yapmayı bilenlerden oluşan bazı gruplar var. Onlar bir molotof sallıyorlar. Polis de zaten bunu bekliyor. Kısa süreli bir arbede, gaz, toma, her şey yerinde. Talim yapar, prova yapar gibi, herkes bellediği ‘zorunlu hareketler’i yerine getiriyor. Asayiş berkemal! ‘Vur kır’ ortamını çıkış yolu olarak görenler var. Bu, hiçbir zaman çıkış filan olamaz. Onu da ayıca yazmak gerekiyor,”[60] türünde nakaratları!
Sonra “Erdoğan’ın öylesine parlak bir on yıllık başbakanlık performansından sonra bugün içine düştüğü durumu gerçekten bir ‘Shakespeare trajedisi’ olarak görüyorum… Yani, Erdoğan’ın hâli bir ‘trajedi’,”[61] sözleriyle Willian Shakespeare’in kemiklerini sızlatan Cengiz Çandar…
Devam edelim…
Ali Akay’ın, “Otoriterliğe, piramidal bir iktidar biçimine, dikey hiyerarşiye karşı neşeli başlayan bir ayaklanma oldu,”[62] dediği Gezi/ Haziran böyle miydi gerçekten? Kırmızı Kadın’ın, Sırrı Süreyya Önder’in gaza boğulmasını; hareketlenme ardından Ethem Sarısülük’ün Ankara’da, Mehmet Ayvalıtaş’ın İstanbul’da başına gelenler ve benzeri… Bunların neresi “neşeli”ydi?!
Berkeley Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Cihan Tuğal’ın, “Gezi’deki demokrasiyi laikliğe bağlamak solu bitirir,”[63] türünden “laikliksiz” bir demokrasinin mümkün olabileceği post-modern palavrası…
“Gezi direnişi ‘reel politik’in yani, politik tüm yapı ve örgütlerin yok saydığı kitlelerin sahneye apolitik olarak değil; ‘politik sistemin ötesi’ne sıçrayabildikleri potansiyele içkin olarak çıkmışlardır,”[64] derken, bir izahtan çok izaha muhtaç olan “analizler”…
“AB, Gezi’nin etkileri çok canlıyken ‘siyah-beyaz’ değerlendirmelerin dışına çıkarak ne ‘Gezi-fobik’liğe ne de ‘Gezi-kolik’liğe prim veriyor,”[65] türünden AB yalaklalığına…
“Gezi Direnişi’nin ortaya çıkardığı sinerji şayet anlaşılmış olsaydı, 2015’de yapılan 2 seçimden çok farklı sonuç alınırdı! Türkiye geldiği bu günkü yerde olmazdı,”[66] diyebilen parlamentaristliğe…
Bunlara Thomas Paine’nin, “Mantığı kullanmayı reddeden biriyle tartışmaya girmek, bir cesede ilaç tedavisi uygulamaya benzer,” saptamasını hatırlatmaktan başka ne denilebilir ki?!
Sonra da “Seçilmiş AKP’nin, Erdoğan’ın” şiddetini, “Gezi olayları, seçilmiş bir hükümetle, bazı uygulamalara karşı tepkilerini ifade eden bir grup muhalif kesim arasında gerçekleşti. Polis aşırı şiddet kullandı. Mısır’da ise seçimle yönetime gelen meşru bir iktidar, askeri darbeyle devrildi… Türkiye, tüm eksikliklerine rağmen bir hukuk devleti olarak kabul ediliyor. Yasadışına çıkanların bir şekilde bunun hesabını verebildiği bir ülke yani,”[67] diyerek aklamaya kalkışan Oral Çalışlar’ın satırları siz(ler)e, Sigmund Freud’ün “Ulaşamayacağın kadar yüksekte sandığın kişiler, aslında eğilemeyeceğin kadar alçaktadır,” sözlerini çağrıştırmıyor mu?
Ya da sağ cenahtan Nihal Bengisu Karaca, “Erdoğan ve AKP’li düşmanlığı Gezi’den çıkabilecek bütün mesajların üzerini örttü, ezerek öne geçti. Gezi’ye kadar olmayan ‘Erdoğanizm’ böyle doğdu,”[68] maruzatıyla ürettiği “mazeret” ile “Kırmızı Kadın” alerjisiyle İslâmcı Abdurrahman Dilipak’ın bir konferansta, “Kırmızı otomobil kullanan kadınların içki içtiklerini ve evlenemedikleri”ni belirtip, “Aynı kadınların çok kavgacı olup, CHP’ye oy verdik”lerini söylemesi gibi![69] Bu, kendi çapında bir “zirve”ydi!
Veya “Türkiye’de, İstanbul’da, 2013’de ve belli kuşaklarla gerçekleşen bir toplumsal olay başka bir toplumla, başka bir ülke ile başka bir çağla anlatılıyor. Taksim Komünü kavramlaştırması bunun en ilginç örneği” tarzı “bilimsel soslu” saptamaların ya da “Gezi sosyolojilerinin iflası”[70] ilanlarının hezeyanındaki üzere!
Ve “liberal” Prof. Dr. Atilla Yayla hep aynı makamda: “Solda yer alan bazılarının demokratlık sicilleri, insan hakları ve demokrasiden tapulu mallarıymış gibi bahsetmelerine rağmen, çok bozuk. Bu kötü sicillerine Gezi olaylarındaki tavırlarıyla yeni sayfalar eklediler…
Gezi olaylarında solcular demokratik prosedürleri ve ilkeleri ezdi geçti. Polis şiddetiyle meşru ve etkili mücadelenin, nefsi müdafaa durumu hariç, karşı şiddetle değil, idarî, hukukî yollarla ve barışçıl toplumsal protesto gösterileriyle verilebileceğini kavrayamadı. Polis şiddetini, onun sorumlularını idarî ve siyasî basamaklarda adım adım yukarıya doğru aramak yerine, şiddeti toplumsallaştırmanın aracı ve gerekçesi yaptı. Radikaller ‘devrim oluyor’, yaşlanmışlar ‘hükümet düşüyor’ havasına girdi. Olaylarda bilfiil yer alanlar ise, bizzat konuştuğum birçok genç veya kıdemli solcuda gözlemlediğim üzere, her şeyi kişiselleştirdi, şahsî intikam meselesine çevirdi. Sivillere, özel mülke ve kamu mallarına verilen zararları ‘bu olaylarda böyle şeyler olur’ diye açıkladı, meşrulaştırdı.
Türkiye’nin bu sol kafayla işi zor. Bu kafa ne özgürlüğe ne demokrasiye anlamlı ve yararlı bir katkıda bulunabilir.”[71]
İşin ilginç yanı, Gezi protestoları esnasında Erdoğan’ın arkasına dizilen liberallerin ve cemaatçilerin, Gezi’yi izleyen birkaç yıl içerisinde iktidar tarafından silkelenip atılması oldu. Bir başka deyişle, Gezi ne isyanın ne de devrimci/sosyalist sonu olmadı ama iktidardan nemalanan “aç tavuklar”ın darısı kesilince sönümlenip gittiler…
IV) “ORTA SINIF” MI?
“Orta sınıf kaygılarıyla açıklanabilir,”[72] denilen Gezi/ Haziran’a konusunda en büyük yaygara, bir “orta sınıf hareketi” olduğuna ilişkindi.
Herkesin bildiği üzere Gezi ardından solda bir “orta sınıf” tartışması başladı. Tartışmanın taraflarından biri Gezi Direnişi’nin bir “orta sınıf” ayaklanması olduğunu, dolayısıyla sınıfsal/ proleter bir karakteri olmadığını savunurken; diğer taraf ise direnişe katılanların hayat tarzları ve alışkanlıkları itibariyle kendilerini “orta sınıf”a ait hissetmekle ve “beyaz yakalılar”a dahil olmakla birlikte, emekleriyle geçindikleri için günümüz proletaryasına dahil olduklarının altını çiziyordu.
O günlerde, “Marksist perspektifle bakıyorsak, orta sınıflar terimine kuşkuyla yaklaşmamız gerekiyor. Dikkat ediniz ‘terimine’ diyorum; ‘kavramına’ değil; zira, Amerikan siyaset bilimi gevşekliği içinde kullanırsak, ‘orta sınıflar’ın tanımlanması o kadar güçtür ki, bu ifadenin ‘kavram’ mertebesine layık olmayan iki sözcükten ibaret olduğunu söylemek zorunda kalırız. Bu insanların çalıştıkları (ve ‘hizmetler’ sektörünün uzantılarını oluşturan) faaliyet kollarının ve doğrudan doğruya icra ettikleri iş sürecinin ‘üretken’ olup olmaması tartıştığımız bağlamda önem taşımaz. Ücretli işçiler olarak ya doğrudan doğruya işverenleri için artık değer yaratmaktadırlar veya işverenin başka sektörlerden aktarılan artık değere erişmesini, el koymasını sağlayan, kolaylaştıran bir emek süreci icra etmektedirler. Ve en geniş anlamda gerçek veya yedek emek ordusunun öğeleridir. Kısacası, bugünün koşullarında nesnel olarak, yani kendiliğinden işçi sınıfının içinde yer almaktadırlar ve bu sınıfın niceliksel olarak önemli bir öğesini oluşturmaktadırlar,”[73] saptamalarıyla, Korkut Boratav “orta sınıf” söylencelerini[74] yerli yerine oturtuyordu.
Malum üzere: Kapitalist toplumsal formasyonun temel sınıflarının ne olduğu konusunda tartışmalı bir durum yokken; toplumu “üçe bölüp” ortadakiler adına politika üretmeye soyunan “orta sınıf” söylemi; “yeni kimlikler” söylencelerine sarılsa da; “İki sınıf vardır, birinden değilsen öbürüne aitsin” yalınlığı devrimcilin amentüsüdür.
Hayır bu dünyaya siyah-beyaz bakmak değildir; hakikâttir ve sosyalist siyaset “gri bölge”yi inkâr ve ihmal etmezken; olmayanı da kutsamaz!
Siz bakmayın birilerinin “Şimdilerde dünyada bir orta sınıf patlaması yaşanıyor,”[75] söylemine; Prof. Dr. Atilla Yayla adlı bir liberal bakın “orta sınıf” meselesinde ne diyor?
“Orta sınıf kavramı aslında çok yeni bir kavram değil. Orta sınıf Antik Yunan’dan beri arzu edilen bir tabaka olmuştur. Çünkü toplumun tepedekiler ve diptekiler diye ikiye ayrılmasının toplumun sağlığı açısından zararlı olacağı düşünülmüştür. Bu bakış çok da yanlış değildir. Fakat tarihin uzun dönemleri boyunca ilginç bir şekilde toplumlar yukarıdakiler ve aşağıdakiler diye ikiye ayrılmış. Abartmakla beraber Marksistlerin anlayışına bu açıdan bakarsak bir doğruluk payı olduğunu görürüz aslında. Meseleyi daha iyi anlamak için Marksist terminolojide sıkça kullanılan burjuva proletarya kavramlarına bakmakta fayda var. Marksistler burjuva ve proletarya diye birbirine zıt iki gruptan, menfaatleri, ideolojileri birbirine zıt olması gereken iki sınıftan bahsediyorlar. Burjuva deyince de genelde akıllara zengin sınıf, zengin tabaka geliyor. Bu yanlış bir bakış. Orta sınıf demek burjuva demek…
Bugün orta sınıf deyince aklımıza; bir mesleği olan, bir işi olan, kendi ayakları üzerinde duran, devlete muhtaç olmayan ama hayatını sürdürebilmek için hak ve özgürlüklerin korunmasını talep eden, mülkiyet hakkının, serbest ticaretin, seyahat hürriyetinin korunmasını isteyen tabakalar geliyor.”[76]
Toparlarsak: 1844’de ‘İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu’nda Friedrich Engels, “orta sınıflar” kavramsallaştırmasını, emekçi sınıflar (proletaryayla birlikte diğer ücretli kesimler) dışındaki kesimleri, bazen de emekçi sınıfların karşıtını anlatmak için “burjuvazi” anlamında kullanıyordu.[77]
Karl Marx ile Friedrich Engels’de, ‘Komünist Manifesto’da küçük burjuvaziyi geçiş hâlindeki bir “ara sınıf” olarak tanımlıyordu.[78]
Bu iki saptama Marksizm-Leninizmin küçük burjuvazi sorununu ele alışının klasik çerçevesini oluştururken; sınıf sözcüğü, günlük kullanımında bazı ortak özellikleri içeren grup, topluluk anlamındadır. Bilimsel bir kavram değildir. Karl Marx da yazılarında, yapıtlarında sık sık sözcüğü bu özelliği ile kullanmıştır.
Ahmet Tonak, ‘Komünist Manifesto’dan Kapital’e Sınıflar’ başlıklı yazısında konuya ışık tutar. ‘Das Kapital’de de sözcük, sık sık böyle (ve çoğu kez “fırıncı, rahipler, üretmeden tüketen, eğitimli, rantiyeler” gibi bir meslek veya nitelik eklentisi ile birlikte) yer almıştır; ve orta sınıflar ifadesi de (bazen “alt” ve “yukarı” eklenerek) bu kullanımlardan biridir. Bu örneklerden birini, ikisini göstererek “orta sınıflar kavramı Marx’ta vardır” demek doğru değildir.
Ancak analitik (çözümleyici) bir kavram olarak toplumsal sınıflar (veya bu çerçevenin içinde yer alan “sınıf”) farklıdır. Tonak açıklıyor ki, ‘Das Kapital’de ayrı bir kavram olarak sınıflar Üçüncü Cilt’in son bölümünde yer alır; Marx bu bölüme başlamış; bitirememiştir.[79]
Toplumsal sınıflar analitik olarak maddeci tarih görüşünün açıklandığı, uygulandığı metinlerde, üretim ilişkilerinden türetilir; artı ürüne el koymanın özel biçimlerine göre (kendi karşıtı ile bağlantılı olarak) tanımlanır. Bu kavram çerçevesi içinde orta sınıflar (biraz sonra değineceğim istisnalar dışında) yer almaz. Kullanıldığında ise, günlük dildeki gibi iki sözcükten ibaret kalır…
Ahmet Tonak, orta sınıflar söyleminin bulanıklığını ve bu söylemin, Haziran kalkışmasını tutucu bir perspektif içine sıkıştırma çabası olduğunu ortaya koyar.
Haziran kalkışmasını bir halk isyanı (dolayısıyla bir “halk sınıfları hareketi”) olarak gören Sungur Savran da, Haziran 2013’te Taksim dışına taşmış olan Gazi, Okmeydanı, Tuzluçayır, Çiğli, Armutlu kalkışmalarının kitle tabanlarını ve isyanda kaybedilenlerin kimliklerini hatırlatarak soruyor: “Nerede ünlü orta sınıflar?”[80]
Gezi/ Haziran tek bir siyasal akımın sahiplenemeyeceği türden toplumsal patlamaydı; belli bir sınıfın damgasını görmek pek kolay olmasa da; emek/ ezilen eksenli olduğunu da kimsenin inkâr etmesi mümkün değildi.
IV.1) GENÇLİK İLE KADINLAR
Özgürlüklerini tehdit altında hissedenlerin, kendilerini aynı safta bulduğu emek/ ezilen eksenli Gezi/ Haziran’ın, bir gençlik hareketi olmadığından söz etmiştik; ancak gençlerin devasa/ enerjik katılımını da görmezden gelemeyiz…
Oral Çalışlar’ın, “Eylemin başlangıcına damgasını vuran, yeni dönem gençliğinin, kendi hayatına, kimliğine, varoluşuna yönelik bir tehdit algılaması ve sosyal-ekonomik hiyerarşi içindeki konumunu tehlikede görmesiydi”[81] ya da Mine Söğüt’ün, “Bu kesinlikle bir Türkiye baharı değildi; orası baştan beri belliydi ama olan bitenin gerçek kahramanları bizzat hayatlarının baharındaydılar. Bu öyle güzel bir bahardı ki, gazdan kaçarken bile çarpıştıklarında birbirlerinden özür diliyorlardı… Kurdukları yeni bir dille iktidara itiraz eden bu gençler baştan aşağıya haklılar ve son derece masumlar,”[82] biçiminde sunmaya kalkıştıkları hareket ne Çalışlar’ın “pragmatizm” ne de Söğüt’ün “masumiyet” vurgularıyla açıklanamazdı.
“X”, “Y” ve sair işaret betimlemelerini[83] de aşan Don Kişot’ca bir şeydi O…
Victor Hugo yaşlılık dönemlerinde kaleme aldığı ‘Boaz Uykuda’ başlıklı şiirinde “İnsan genç olunca yeniden başlayan her gün zaferle doludur!” ya da Albert Camus’nün, “Özgürlük olgusu; insanın özgürlük bilincine oranla gelişmemiştir. Başkaldırı haklarının bilincine varmış kişinin işidir” veya Bob Marley’in, “Sakın vazgeçme! Eğer sen vazgeçersen, hak etmeyen biri kazanacak,” deyişlerindeki üzere Don Kişot’caydı[84] çok şey; ancak dünya başka türlü güzelleştirilemiyordu…
2013’ün Mayıs ayının son günlerinde, Hareket hızla tüm ülkeye yayıldı. Üç hafta içerisinde, Bingöl ve Bayburt hariç, 80 ilde düzenlenen eylemlere toplam 2.5 milyon kişi katıldı…
“Apolitik olmak”la eleştirilen gençler tüm kesimleri şaşırttı. İstanbul’daki nadir yeşil alanlardan birisinin yok edilmesi ve dayatmalara karşı çıktılar.
KONDA’nın raporuna göre, Gezi Parkı’na gelen her beş kişiden dördünün herhangi bir siyasi parti, dernek ya da oluşum üyeliği yoktu. Yüzde 49’u “polis şiddetini görünce”, yüzde 19’u ise “ağaçları sökmeye giriştiklerinde” parka gelmeye karar vermişti.[85]
Parka gelenlerin yüzde 69’u olaylar hakkında ilk haberi sosyal medyadan, yüzde 15’i arkadaşından, yüzde 8’i de internet haber sitelerinden almıştı. Gezi Direnişi sürecinde dünyada atılan toplam eylem tweet’lerinin yüzde 80’inin Türkiye’den gönderilmişti…
“Gençler, Gezi Direnişi ile kendileri hakkındaki tüm haksız varsayımları yok ettiler. İtiraz ediyor, tartışıyorlardı. Özgüvenleri yüksekti. Otoriteye körü körüne boyun eğmiyor, haklarını korumaya çalışıyor ve adaletsiz olanla mücadele ediyorlardı.”[86]
Bu güzergâhta ilk anımsanması gerekenler Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Hasan Ferit Gedik, Berkin Elvan ve diğerleriydi…
Mesela 20 yaşındaki Semih Sağlam’ın hayatı 1 Haziran 2013 gecesi değişti. Siyasetle ilgilenmeyen bir gençti. Polis şiddetiyle hiç yüz yüze gelmemişti. Arkadaşlarıyla twitter’dan Gezi olaylarını izliyordu. Okudukça yerinde duramaz oldu, kalktı Gezi’nin yolunu tuttu. Tek başına. O gece Dolmabahçe’de gözünü kaybetti. “Gezi büyük bir akıl değişimine yol açtı. Ben bunun bir parçasıydım. Bundan daha onurlu bir şey yok. Oradaydım ve ben de çapulcuydum. Ben de üç-beş ağacı savundum. Ben de devlet terörüne maruz kaldım ve hâlâ buradayım. Bunu çocuklarıma anlatabileceğim; baban senin için bir şeyler yaptı. Bu olayla hayatım çok değişti,”[87] diyen O, başka biri oldu.
Ayrıca Antalya’daki Gezi Parkı eylemlerinde gözaltına alınıp, kırmızı fularıyla sosyalizm propagandası yapmakla suçlanan Ayşe Deniz Karacagil daha sonra dağa çıktı.[88]
Özetle sosyolog Prof. Dr. Esin Küntay’ın ifadesiyle, “Gençlerin yükselen sesi salgın gibi yayıldı…”[89]
“Hayır” bu yükseliş, Ankara Üniversitesi SBF’den Dr. Zafer Yılmaz’ın, “Meğer Türkiye’de eşitlikçi taleplerle ilerleyen emek ve tanınma mücadelesinin yanında, özgürlükçü bir arzu politikasının da işleyeceği güçlü bir alan oluşmuş ve muhafazakârlığın mikro düzeydeki etkililiği, onun karşılaştığı direnişin gücünü görmemizi fazlasıyla engellemiş. Bugün her tür siyasal muhalefetin başarılı olmak istiyorsa, özgürlükçü bir arzu politikasıyla buluşmak zorunda olduğu da artık ortada,”[90] biçimindeki “arzu politikası” türünden tekerlemeleriyle kavramazdı!
Tekrarlıyoruz: Nâzım Hikmet’in, “İnsanlar için ölebileceksin,/ hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,/ hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,/ hem de en güzel en gerçek şeyin/ yaşamak olduğunu bildiğin hâlde,” dizelerindeki üzere Don Kişot’ca bir şeydi O…
Ve Gezi/ Haziran’ın kadın(lar) hakikâti…
Anketlerin hepsinde Gezi Direnişi’ndeki katılımcıların yüzde 52’sinin kadın, yüzde 48’inin erkek olduğu ortaya çıkarken;[91] Kırmızılı, Siyahlı, Sapanlı ve Kızıl Fularlı kadınlar, Gezi/ Haziran’ın ön saflarındaydılar…[92] “Gezi” denildiğinde gözlerimizde ilkin onların direnen imgeleri canlanıyor.
Mesela Gezi eylemlerinde polisin müdahalesine elindeki sapanıyla karşılık veren “Sapanlı Teyze” Emine Cansever’in tutuklandığı Bolu T Tipi Cezaevi’nden, “Gezi’nin bitmedi… Yoksulluğun açlığın, işsizliğin, zulmün olduğu her yerde direniş devam eder,”[93] haykırışındaki üzere…
Mesela “Ayşe Deniz Karacagil’in öldüğü haberinin geçtiği gün boyunca, haber sunan CNN Türk spikerlerinin boyunlarında -sadece benim dikkatimi çektiğini sanmıyorum- tuhaf bir tesadüf gibi çeşitli renkte fularlar asılı dururken,”[94] yollu “çağrıştırmalarla” Ona ölümünden sonra bile nefret kusulduğu gibi…
Mesela Emel Korkmaz Ali İsmail’ine, Emsal Atakan Ahmet’ine, Hatice Cömert de Abdullah’ına hasretken; acıları ortak üç annenin, yitirdikleri evlatları için “Onlarla birlikte biz de öldük,”[95] feryatlarındaki üzere…
Mesela Ethem Sarısülük davasında Sayfı Sarısülük ananın, adalete artık güvenmediklerini[96] haykırdığı ya da “Ali’min dövüldüğünü belgeleyen o görüntüleri sadece Türkiye değil tüm dünya izledi. Katiller buna rağmen ceza almadı” diyen anne Emel Korkmaz’ın tepkisini “Adalet olmuş olmamış umursamıyorum ki artık. Biz Alişimi kaybettik. Ali’m geri gelmeyecek, gidenler geri gelmeyecek. Her gün aynı acıyı hissediyorum. Konuşmak bana saçma geliyor artık, sanki söylenecek her şeyi söyledim ama hiçbir şey değişmedi. Bu ülkede hiçbir şey değişmiyor,” diyerek dile getirdiği gibi…[97]
IV.2) SANATÇI(LAR) VE DURAN(LAR)
Robin Sharma’nın ifadesiyle, “En büyük başarısızlık, seni ürküten yerlere doğru yürümemektir,” güzergâhında yol alırken; yazar Anıl Nişancalı’nın, “Herkes yanındakinin Süpermen’iydi”[98] diye betimlediği Gezi/ Haziran’ın safında; Rıfat Ilgaz’ın, “Kaldır başını kan uykulardan./ Böyle yürek böyle atardamar./ Atmaz olsun./ Ses ol ışık ol yumruk ol,” dizelerini terennüm eden sanatçılar da yer alırken; sanattan iktidar soytarılığını anlayanlar karşısına dikildi.
Örneğin ‘Hürriyet’ten Ayşe Arman’a Gezi’yle ilgili röportajından ötürü ‘Yeni Şafak’ yazarlarından Ömer Lekesiz’ce, “kafirlik”le suçlanıp, “Sadece ideolojilerin değil dinin de hükmünün bittiğine inanıyor,” diye eleştirilen Murat Menteş, gazeteden ayrıldığını açıklarken;[99] Erdoğan, “Hiçbir sanatçımızın tahkir ve linç edilmesine izin vermeyeceğiz” diyordu demesine de, bu belli ki “bazıları” için geçerli değildi!
Hızla sıralarsak: “Gezi olaylarının baş mimarı Mehmet Ali Alabora cezaevine girmeli” yaygaralarına ölüm tehditleri de eklenen Memet Ali Alabora, “Can güvenliğim yok,” dediyse de linç hezeyanı durmadı, sonunda Alabora Londra’ya yerleşti…
Benzer linçten tiyatrocu Levent Üzümcü de nasibini fazlasıyla aldı…
Bu işin bir yanıydı; öteki yanda, “Adam gibi konuşacak olanlara bi sorum var? Diyelim hükümet istifa etti, yerine kim gelecek. Lütfen? Alternatif kim? Mantıklı cevaplar bekliyorum,” diye haykıran Şahan Gökbakar’ın tweet’i duruyordu.
Zerrin Özer de tepkilerini, “Aklınızı alırım küçük beyinli cahiller,” diye dile getiriyordu…
Gökbakar, Gezi Parkı’ndakileri aklı selime davet ederken, en ön saflarda parkı savunan biri vardı: Şafak Sezer.
Yolları kesiyor, eylemlerde en önde yer alıyordu. Gezi Direnişi bitti, bir ay sonra aynı Şafak Sezer AKP iftarında Erdoğan’ın önünde diz çökmüş bir hâlde görüldü. Pişmandı, özür diliyordu. Diyordu ki, “Bir insanı sevmek döneklikse, ben Başbakanımı seviyorum, ne AKP’den anlarım, ne de siyasetten… Kişileri sevmek emek ister”![100]
Bu kadar da değil!
Erdoğan, Yavuz Bingöl’ü şu sözlerle savunuyor: “30 Ağustos resepsiyonunda, çok değerli bir sanatçımızla Yavuz Bingöl’le Yemen Türküsü’nü birlikte söyledik. Aman Allahım! O sanatçımıza söylemediklerini bırakmadılar. Şu anda hâlâ Türkiye’nin bu büyük sanatçısını linç etmek için ellerindeki her vasıtayı kullanıyorlar. Böyle bir zihniyet olabilir mi? Böyle bir baskıcı anlayış olabilir mi? Hani siz sanata değer veriyordunuz? Hani siz sanatçının yanındaydınız? Bütün sanatçılar sizin gibi düşünmeye mecbur mu?”
Değil tabii. Ama bütün sanatçılar Yavuz Bingöl gibi düşünmeye de mecbur değildi; değil mi?!
Mesela Beren Saat bir oyuncu; kendini kanaat önderi ya da siyasi bir figür olarak tanımlamış değil. Fikrini zaman zaman paylaşan, hayatını siyaset dışı bir alanda sürdüren popüler bir figür ve “Ya bizdensin ya değilsin” diyorlar ona, “Ya bizim istediğimiz gibi konuşursun ya da terörist yaftasını yersin”…[101]
Ya da o Acun Ilıcalı ki Gezi ile ilgili yorumu sorulduğunda “Birilerinin bizim birbirimize düşmemiz için çabaladığını düşünüyorum,” demişti…
Ve Alev Alatlı adlı bir yazar, “Bugün George Orwell olsa sizi ayakta alkışlardı” deyip; Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü alırken eklemişti: “Sizin sahici dostlarınız sanatçılar ve edebiyatçılar arasındandır”!
Sonrasında da Haziran eylemlerinde “Gezi Parkı Filarmoni Orkestrası”na katıldıkları gerekçesiyle Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’ndaki iki sanatçıyı müdürlüğe şikâyet ederek, bunu “Korumak için yaptım, gammazlamadım” açıklaması yapan şef Orhan Şallıel, Antalya’daki görevinden alınarak Devlet Çoksesli Korosu’na atandı![102]
Özetle Fazıl Say’a, “Yaşamım da değişti, memleket de… İnsan hayatı değerli mi? Bir sanatçının hayatı değerli mi? Bu tarz adamlar için konu değildir. Her tür manipülasyonla elde ettikleri güç, onların tek varlığı,”[103] dedirten tabloda İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, “Berkin İçin 11 Mart’ta Hayatı Durdur” sloganıyla klip çeken Tarık Akan, Zuhal Olcay, Cahit Berkay, Sinan Tuzcu, Levent Üzümcü, Bülent Emrah Parlak, Efkan Şeşen, Tayfun Talipoğlu, Şevval Sam, Hüseyin Turan, Tarık Akan ve Grup Yorum üyeleri hakkında “Suç işlemeye alenen tahrik” suçundan soruşturma başlattı![104]
Haluk Bilginer, “Bir yaşlı adam olarak, Gezi’de umutlarım tekrar yeşerdiği için çok mutluyum,”[105] derken; Albert Camus’nün, “Onların eksiği hayal gücü. Asla felaketle boy ölçüşecek düzeyde değiller,” sözlerini anımsatan şeyler de olmuyor değildi…
Mesela “Gezi’nin senesi dolmadan ‘emekli Gezici’ oldular. Demokratik mücadeleyi bırakıp kendilerine dönek beğenenler. Demokrasi mücadelesi her gün sürer, bugün de sürmeli. Barikatta gaz maskesi ile selfie çektirmek değildir mücadele,”[106] deyişindeki üzere!
Bakın ne der bu konuda Işıl Özgentürk:
“Örneğin direnişin ilk günlerinde her şeyi kendisi için isteyen (ün, para ve itibar) Sinan Çetin, Sırrı Süreyya’nın yaralandığını duyunca, ‘Ben de orada olmalıyım, aman kaçırmak olmaz’ diyerek Taksim İlk Yardım Hastanesi’ne koşuyor, onun geldiğini gören genç-yaşlı pek çok kişi önünü kesip, ‘Hadi hadi Ağaoğlu’nun yanına’ diyerek, Sinan Çetin’i resmen kovalıyorlar. Olmaz Sinan, sosyalistlere sövüp, Gülen’in Türkçe Olimpiyatları’nda Gülen’e övgüler düzüp, ülkenin baş rantçısı Ağaoğlu’yla reklam partneri olduktan sonra bir de Gezi’nin baş aktörü olamazsın… Adama sorarlar…
Bak, bir başkası da denedi, Hopa’da biber gazıyla öldürülen Metin Hoca’ya ‘Bunu Ergenekon yapmıştır’ diyerek Hopa mitingini ve hocayı küçümseyen, her daim gündemde kalmayı iş edinmiş Murat Belge, akil adam olduktan sonra birden Gezi olaylarını görünce, ‘Eyvah rüzgâr başka yönden esiyor’ diyerek son toplantıdan önce istifa etti. Alkışlar… Karşınızda ‘Âkîldik bir günde alkolik olduk’ diyerek itibar kazanmaya çalışan Murat Belge’ye alkışlar!
Tam bunları düşünürken bir de baktım, bizim gazetede tam sayfa bir ilan, sanatçılar, yazarlar bir metin hazırlamışlar, imzalardan önce metnin başlığına takıldım, ‘Kaygılıyız!’ ne yazık ki, yazarlarımız, sanatçılarımız hâlâ kaygılıyız sahasında kalmışlar, AKP’nin milis kuvvetleri polisler, ‘Ya Allah ya Bismillah’ nidalarıyla insanları öldürmek için saldırırken ve öldürürken hâlâ Erdoğan hükümetinin onları dinleyeceği, polis şiddetini azaltacağı gibi bir hülyanın içindeler. Yahu Yavuz Top, Sunay Akın, Can Dündar, Nebil Özgentürk giyinip kuşanıp Erdoğan’la görüşmeye gittiniz, ‘Gezi’nin âkîl adamlarını başkalarına bırakmak olmaz’… Sonra ne oldu, en vahşi saldırılardan biri gerçekleşti, siz hâlâ kaygılı mısınız?
Metni imzalayanlar arasında, bu ülkede yaşayan her edebiyatçının, her sanatçının gözü kapalı ‘evet’ diyeceği duruşlarıyla, geçmişin direniş mirasını taşıyan yazarlar var ama Elif Şafak’ın neden orada olduğunu anlayamadım. Bir de Orhan Pamuk’un, evet onlar kaygılı olabilirler, başka bir açıdan, ne de olsa, Gezi Direnişi’ndeki gençler, onlar için birer müşteri! Müşteri kaybetmeye gelmez!”[107]
Gezi/ Haziran’dan geriye kalan belki de Albert Camus’nün, “Her şey geçer, anılardan başka,” betimlemesidir…
Ve performans sanatına protest bir önek olarak Gezi’nin duran(lar)ı…
Gezi/ Haziran’ın püskürtüldüğü, devrimcilerin “işlevsizleştirildiği” koordinatlarda; Stefan Zweig’ın, “Herkesin bu derece birbirine benzediği bir toplumda, yalnızca anormalliğin bir değeri vardır,” sözlerini hatırlatan “sivil ve sakıncasız” bir tepkiydi O(nlar)…
Richard Seymour’un, “Demir yumruğuna Erdem Gündüz’ün onurlu direnişiyle karşılık alan Türk hükümeti paniklemekte yerden göğe haklı… Gündüz’ün harekete geçirici, hareketsiz protestosu, Türk rejimi için büyük bir tehlikenin simgesidir,”[108] biçiminde betimlediği (#duranadam) Erdem Gündüz eylemine dair, “Sokakta hiçbir şey olmamış gibi göstermek şiddettir!”[109] derken; bu pasifist tavra bile tahammül edemeyen Özlem Albayrak hışımla haykırıyordu:
“O duran adamlar neden yüzlerini AKM’de asılı duran devasa Atatürk posterine dönerek duruyorlar? Hiç düşünmediniz mi? Bu mu yeni ‘vatandaş tipi’? Bunlara ‘yeni’ diyebilmek, gelecekteki güzel bir ihtimal olarak ‘yeni’yi boğmuyor mu?”[110]
V) KÜRTLER VE BDP’NİN TAVRI
Hepimize Maksim Gorki’nin, “Dünyanın gösterişli hâlleri, yapmacık çıkarcı insanları çekmiyor dikkatimi… Bana bi parça; yüreği güzel, samimi insan lazım,” uyarısını anımsatan Gezi/ Haziran günlerinde Kürtler (ile BDP) “çözüm(süzlük) süreci”ne taraftılar.
Gezi/ Haziran başlayınca BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, halkın Taksim Gezi Parkı’ndaki direnişini desteklediğini ancak bazı kesimlerin bu meseleyi çözüm sürecini baltalamak amacıyla kullanmasından endişelendiğini vurgulayıp;[111] “Vatandaşın tepkisini doğru buluyorum. Biz BDP olarak Gezi Parkı direnişçilerinin yanındayız” diyerek söze başlayıp, şöyle sürdürmüştü: “Bu eylemde şu an bazı ulusalcı, ırkçı ve milliyetçi kesimler ‘Kürt sorununu nasıl baltalayabiliriz’in içindeler. Bunların farkındayız. (…) Biz Gezi Parkı’nda yaşananların müzakere karşıtlığına çevrilmesine izin vermeyeceğiz. Çünkü biz onlarla hareket etmiyoruz. Kesinlikle ırkçı ve faşistlerle aynı etkinlikler içinde olmayız…”[112]
Aynı kesitte “Çözüm sürecinde alınan mesafe önemlidir. Gezi Parkı’yla başlayan gerginlik atmosferinin çözüm sürecini olumsuz etkilememesi gerekir,”[113] denirken; Başbakanlık Danışmanı Abdulkadir Selvi, Abdullah Öcalan’ın görüşmeci milletvekillerine, “Gezi eylemleri paralel devlet ayaklanmasıdır,” dediğini bunun da kamuoyundan gizlendiğini yazıp, “İmralı’ya giden bir heyet, Öcalan’ın, Gezi için, ‘Paralel devlet ayaklanması’ dediği kamuoyundan gizlendiği gibi, üstüne üstlük Öcalan’dan Gezi’ye selam çakıldı.”[114]
Bu tutum kesinlikle yanlıştı! Sonrasında Selahattin Demirtaş şunları dese de:
“Yıllardır bu halkın öfkesini örten bu kirli savaş gerçeği, Türkiye’nin batısındaki insanların öfkesini dışa vurmasını engelliyordu. Bu savaş durunca halkın tepkileri, öfkesi sokağa akmaya başladı. Gerçek budur. Bu yüzden savaşın durması gerekiyordu. Toplumun, muhalefetin demokratik sesini yükseltmesi gerekiyordu. Gezi Parkı eylemcileriyle yan yana olacağız. Ama biz aynı zamanda kalıcı barışı demokrasiyle taçlandırmak için müzakere yürüten bir hareketiz. Bu müzakerelerin durması, tıkanması demek yeniden ölümlerin başlaması demektir. Yeniden ölümlerin başlaması demek hükümetin eline daha ağır baskı imkânlarının geçmesi demektir.”[115]
Aynı konuda milletvekili Meral Danış Beştaş da (çok sonraları) şunları ifade ediyordu:
“Gezi, Türkiye’de tarihsel bir dönemece tekabül ediyor. En geniş anlamıyla baskıya, haksızlığa, hukuksuzluğa, halkın tepkisi, itirazı ve muhalefetidir. Gezi’nin bu kadar büyümesini ve yaygınlaşmasını da yine bu baskı politikalarının yaygınlığında ve derinliğinde aramak lazım. Çünkü herkesin itiraz nedenleri farklı olsa da temel noktası iktidarın uygulamaları, kararları ve var olan hukuksuzluğu diye düşünüyorum… Gezi’yi farklı toplumsal kesimlerin, farklı gerekçelerle de olsa merkeziyetçiliğe karşı çıkışı olarak okumak lazım. Aynı zamanda yerelliği, yerinden demokrasiyi savunan bir anlayıştı… Referandumda çıkan ‘Hayır’lar da bu merkeziyetçiliğe tıpkı Gezi’de olduğu gibi itirazdır. Gezi ayrıca Türkiye’nin batısıyla doğusunu buluşturan, yakınlaştıran, empati kurulmasını sağlayan bir süreci ifade ediyor. Medeni Yıldırım ile Berkin’in kardeşliğini ifade ediyor. İstanbul, Ankara veya İzmir’de yaşayan, Kürt olmayan, Kürt halkının yaşadığı acıları hissedemeyen, göremeyen yüz binlerin, milyonların bunu görmesini sağladı. O empati Gezi’yle çıktı ortaya.”[116]
BDP -“çözüm(süzlük) süreci” sürerken- söylem düzeyinde yanlıştan dönmüştü ve BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak da, “BDP neden mesafe koydu Gezi’ye?” sorusunu şöyle yanıtlıyordu:
“Mesafe filan koymadı. BDP başından son ana kadar oradaydı. Hem politik söylemleriyle, hem fiili olarak oradaydı. Milletvekillerimiz Sabahat Tuncel, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder…
Üçüncü günden sonra pek orada değillerdi… Partinizin Eşbaşkanı Demirtaş da “Sırrı Bey çekildi” dedi, mesafe koyduğunuz anlamına gelecek şeyler söyledi.
Galatasaray’dan Taksim’e çıkan ilk grup HDK’ydi. Bu BDP’nin çoğunlukla içinde olduğu ve Sabahat Tuncel’in de içinde olduğu bir yürüyüştü…
BDP Türkiye’nin demokratik refleksinin en önemli parçasıdır, itici gücüdür, hatta tetikleyenidir. Sayın Demirtaş’ın ve bizim söylediğimiz şey şudur; özellikle İstanbul dışında bazı merkezlerde, bazı küçük gruplar bazı heveslere kapıldılar. Oralarda ne yazık ki bu tür yaklaşım içinde olanlar Kürtleri dışladılar, parti binasına saldırdılar. Bizim sözümüz onlaraydı. Kürtlere linç girişimi yapacaksın, bir taraftan da “Ben Türkiye’de demokrasi istiyorum” diyeceksin. Bu akla ziyan bir şey. Kim buna inanır?..
Bizim hiç bir zaman, Gezi’nin toplamına ve demokratik reflekse dair eleştiren mahkûm eden, kendimizi dışında tutan bir yaklaşımımız olmadı. Ama Ergenekon’a, darbeye sahip çıkan, Kürt karşıtı da olan ırkçı yaklaşımları da eleştireceğiz. Türkiye’de demokratik muhalefeti büyütmenin yolu bu gruplarla yolların ayrılmasıdır. Çünkü onlar aslında demokrasi istemiyor.
Onlar, geçmişteki statükonun, tekçi zihniyetin devam etmesini, otoriter bir yönetimle toplumun bütün kesimleri üzerine baskı kurulmasını istiyorlar. Bu ayrışmanın kesinlikle yaşanması lazım. Bizim de Gezi vesilesiyle yapmak istediğimiz buydu, bu duvarı biz net koyuyoruz. Birileri bilerek bu grupları Türkiye demokrasi hareketine bulaştırmaya çalışıyor ki Türkiye demokrasi hareketi büyümesin.
Gezi olaylarında solcular, sosyalistler, liberaller, demokratlar Kürtler zarar görmüştür, herkes gözaltına alınmıştır ama o gruplara bir şey olmamıştır.”[117]
Toparlarsak:[118] O kesitte HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder,[119] “Türkiye yanıyor, dünyanın en büyük isyanlarından biri. DTK’dan tek cümle yok!”[120] diyordu!
Yani Gezi olaylarının patlak verdiği ilk günlerde Kürt siyasal hareketi göstericilere karşı sergilediği mesafeli tutum ile epey tepki toplamıştı. Özellikle BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın “Ulusalcılarla yan yana durmayız” sözleri dertleri gerçekten demokrasi olan geniş kitleler arasında büyük hayal kırıklığı yaratmıştı.[121]
BBC’ye değerlendirmelerde Gezi Parkı eylemleri ve Kürt siyasetinin tutumuna dair, “Zayıf katılım yanlıştı. Gerekçeleri ne olursa olsun!”[122] vurgusuyla KCK Eş Başkanı Cemil Bayık, “Süreç zarar görebilir” diye mesafeli yaklaştıklarını, bunun yanlış bir tutum olduğunu açıkladı.
“Gezi demokratik siyasetin önünü açan bir eylemdir. Dolayısıyla bu, çözüm sürecine de hizmet eden bir eylemdir. Ona katılmama, tereddütler yaşama yanlıştır,” diyerek, mesafeli yaklaşıma yönelik tavrı ise şöyle açıkladı: “Neden onu yaşadılar? Birincisi, ‘Katılırsak, devlet Türkiye’deki demokrasi güçlerine saldırabilir, eğer katılmazsak saldırı olmayabilir, o zaman bu hareket daha güçlü gelişebilir’ diye düşünüldü”![123]
Evet Bertolt Brecht’in, “Hatalar kötü değil. Onları düzeltmemek bile kötü değil. Kötü olan, onları gizlemektir,” saptamasını bir kez daha doğruluyordu yaşam…
VI) KÖR, DİLSİZ, SAĞIR “MEDYA”(LARI)
Gezi/ Haziran günlerinde egemen “medya”(ları) kör, dilsiz, sağır ve Alice Miller’in, “Üzerini örttüğümüz her şeyin altında kalırız,” sözünden bihaberdi!
Örneğin o günlerde işinden olan Milliyet yazarı Can Dündar,[124] “Gezi’nin cephelerinden biri de medyaydı. Medyada ağır kayıplara yol açtı. Kimimiz mesleğinden, kimimiz itibarından oldu, medya halkın gözünden düştü,”[125] notunu düştüğü süreçte Kanal Artı Bir’in Haber Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Hoş “Haber yapmak suç oldu,”[126] derken; Ayşenur Arslan da ekliyordu:
“Bu iktidarın bile değil Erdoğan’ın medyası… İktidardan beslenenler vicdanları olmadığını gösterdi, 19 yaşındaki bir gencin linç edilmesinde dahi kılları kıpırdamadı”![127]
Ayrıca medya üzerinde terör estirilirken; devasa bir tasfiye gerçekleştirildi; ardından da “ceza(landırma)” furyası devreye girdi…[128]
TGS İSTANBUL ŞUBESİ’NİN AÇIKLAMASI: İŞTEN ATILAN, İSTİFA ETTİRİLEN, ZORUNLU İZİNE ÇIKARILANLAR[129] | |
İSTİFA EDENLER | 1) Ntvmsnbc editörü Özkan Güven, 2) Ntvmsnbc Kültür Sanat Editörü Hasan Cömert, 3) Doğuş Yayın Grubu’nun dergilerden sorumlu Genel Müdürü Neyyire Özkan, 4) Doğuş Yayın Grubu CEO’su Cem Aydın, 5) GQ Türkiye dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Mirgün Cabas, 6) kapatılan NTV Tarih dergisinin Genel Yayın Yönetmeni Gürsel Göncü, 7) NTV Program Direktörü Murat Toklucu, 8) NTV Program Editörü Burcu Doğan, 9) NTV Program Editörü Onur Yazıcıoğlu, 10) NTV’de program yapan fotoğraf sanatçısı Mehmet Turgut, 11) NTV Gece Haber Prodüktörü Ömer Faruk Aykar, 12) NTV Haber Merkezi’nde dijital editörlük görevini yapan Dilara Eldaş, 13) NTV Ankara Temsilcisi Nilgün Balkaç, 14) NTV’de program yapan Çiğdem Anad, 15) NTV muhabiri Ergün Güven, 16) Sabah gazetesi yazarı Alper Bahçekapılı, 17) Sabah gazetesi Gece Yazı İşleri Müdürü Erdal Erkasap, 18) Kanal 24 spikeri ve moderatörü Remziye Demirkol, 19) Habertürk gazetesi röportaj yazarı Kutlu Esendemir, 20) Yenişafak gazetesi yazarı Işın Eliçin, 21) Artı 1 televizyonu Haber Yayın Yönetmeni Mustafa Hoş, 22) Artı 1 televizyonunda program yapan Banu Güven, 23) Artı 1 televizyonu ana haber sunucusu Uğur Dündar, 24) Artı 1 televizyonu ana haber sunucusu Özlem Gürses, 25) Artı 1 televizyonu Program Müdürü Uğur Tutçuoğlu, 26) Artı 1 televizyonunda program yapan Haluk Şahin, 27) Artı 1 televizyonunda program yapan Ece Temelkuran, 28) Akşam gazetesi yazarları Nihal Kemaloğlu, 29) Deniz Ülke Arıboğan, 30) Akşam gazetesi Yazı İşleri Müdürü Banu Kurt, 31) Akşam Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Süreyya Üstünel, 32) Akşam Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Semra Kardeşoğlu, 33) Akşam gazetesi muhabiri Alaz Kuseyri, 34) Milliyet gazetesi Ekonomi Servisi Ekler Koordinatörü Necla Unutmaz, 35) Milliyet gazetesi Magazin Müdürü Birsen Altuntaş, 36) Halk TV haber sunucusu Aydoğan Kılıç, 37) Vatan gazetesi yazarı Can Ataklı istifa etti. |
İŞTEN ATILANLAR | 38) İHA İnternet Editörü Diren Selimoğlu, 39) Bursa Olay gazetesi İnternet Sorumlusu Berhan Soner, 40) TMSF’nin el koymasının ardından Akşam gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya görevden alındı, yerine Mehmet Ocaktan getirildi. 40) Akşam gazetesi yazarları Tuğçe Tatari, 41) Hüsnü Mahalli, 42) Özlem Akarsu Çelik, 43) Gürkan Hacır, 44) Sevim Gözay, 45) Akşam gazetesi Ankara Temsilcisi Çiğdem Toker karşılıklı anlaşmayla gazeteden ayrıldı. 46) Akşam gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Nergis Bozkurt, 47) Yenişafak gazetesi yazarı Kürşat Bumin, 48) Sabah gazetesinde röportajlar yapan 49) Tuluhan Tekelioğlu, 50) Sabah gazetesi Ekler Yayın Yönetmeni Elçin Yahşi, 51) Sabah gazetesi Günaydın eki Genel Yayın Yönetmeni 52) Şirin Sever, 53) Sabah gazetesi muhabiri Bilge Eser, 54) AA Mardin muhabiri Serkan Yücel Aydın ile 55) Esquire dergisi Fotoğraf Editörü Uluç Özcü, 56) Takvim gazetesini protesto eden kadınlarla selamlaştığı için işten atıldı. Kanaltürk televizyonu Sabah Haberleri Sorumlu Müdürü 57) Serkut Bozkurt, 58) Artı 1 televizyonu CEO’su Tuncay Mollaveisoğlu’nun kanalla ilişkisi kesildi. 59) Beyaz TV muhabiri Çağrı Ulu, 60) İstanbul Valiliği’nde muhabirlik yapan 61) Metin Timur Tüfekçiler işten atıldı. |
ZORUNLU İZNE ÇIKARILANLAR | TMSF’nin el koymasının ardından Show TV’de çok sayıda gazeteci zorunlu izne çıkartıldı. Bu isimlerin, Ciner Grubu’na satılan kanala geri dönmeleri beklenmiyor. 62) Zorunlu izne çıkarılan gazetecilerden biri ana haber sunucusu Ali Kırca. 63) Show TV Haber Dairesi Başkanı Tuba Atav, 64) Show TV Haber Koordinatörü Ayhan Bölükbaşı, 65) Show TV Haber Müdürü Ozan Pezek, 66) Show TV Yurt Haberler Müdürü Nafiz Akyüz, 67) Show TV Kamera Şefi Ediz Alıç, 68) Show TV Ankara Büro Temsilcisi Funda Tuna Görey, 69) Show TV parlamento muhabiri Özgür Akbaş, 70) Show TV kameramanları Bülent Kördemirci, 71) Mesut Gengeç, 72) Show TV İç Yapımlar Müdür Yardımcısı Özgür Uzun, 73) Show TV İç Yapımlar Teknik Sorumlusu Metin Karaaslan, 74) Show TV İç Yapımlar kameramanı Hakan Kırboğa zorunlu izne çıkarıldı. |
Yeri gelmişken; Gezi/ Haziran günlerinde medyanın rezilliklerini kısaca hatırlatmadan geçmeyelim…
i) Gezi Direnişi’nin patladığı anlarda haberleştirmek yerine Penguen Belgeseli yayınlayan CnnTürk, direnişe sembol olacak bir an yaşattı tüm izleyicilere. CNN penguenle sembol olsa da diğer kanallar farksızdı. NTV, binasının önüne kadar gelip kendisini protesto eden vatandaşları haber yapmak zorunda kaldı.
ii) Gezi Direnişi’nin henüz kitleselleşmediği ilk günlerde ağaçlar kesilmesin diye parkta yerini alan Memet Ali Alabora, Yeni Şafak ve Akit gibi gazeteler tarafından bir dolu yalanla hedef gösterildi.
iii) Medya; faiz lobisi vs gibi deli saçmalarını kanıtlamak için acıklı bir çaba içine girdi. Yiğit Bulut’un “Telekineziyle Başbakan’ı öldürmeye çalışıyorlar” gibi iddiaları bu komedyanın tuzu biberiydi.
iv) Takvim gazetesi, Gezi süreciyle birlikte iyice zıvanadan çıkıp CNN Muhabiri Amanpour’la tamamen sahte röportaj yaptı. TOMA ve Gezi’deki ağaçlarla röportajlar ayrı saçmalıklardı.
v) Akit, Takvim gibi gazetelerin bir ileri aşamaya geçmesiyle; Yeni Şafak, Sabah, Akşam ve Star gibi gazeteler; Akit ve Takvim’in boşalttığı yere memnuniyetle yerleşti ve ciddi gazete taklidi yapmaktan vazgeçti. Sonradan bu gruba Türkiye gazetesi de eklendi.
vi) Polis kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülük’ün daha önce karakol inşaatında çalışırken hatıra olsun diye çektirdiği silahlı fotoğraflar medyaya “teröristmiş” algısı yaratmak için servis edildi.
vii) İsimlerini burada sayamayacağımız kadar çok gazeteci istifa etmek zorunda kaldı yahut işten çıkarıldı.
viii) Bizzat caminin müezzini tarafından yalanlanmış “Camide içki içtiler” yalanı medyada köpürtüldü. Bir eylemcinin elindeki cola kutusu, photoshopla bira kutusuna çevrildi.
ix) “Eylemciler Kabataş’ta türbanlı bacımıza tecavüz ettiler”, görüntüler cumaya çıkacak iddiası ortaya atıldı. Gazeteci İsmet Berkan görüntüleri izlediğini söyledi. Elif Çakır ve Balçiçek İlter, tecavüze uğradığı iddia edilen kadınla röportaj yaptı. Aylar sonra görüntüler hakikâten çıktı. Ortada ne bir tecavüz, ne de bir saldırı vardı. Olan biten o dönem algı yönetimi için yürütülen bir operasyondan ibaret gibiydi.[130]
x) Alper Görmüş, Gezi direnişinde korkunç bir şiddet uygulayan iktidar ve onun medyasına sorulacak onlarca soru varken, ölümlerde, direnişi başlatan Taksim Dayanışma’nın sorumluluğunu aradı, sonra “Maddi hata yaptım” diye geçiştirdi.
xi) Hilal Kaplan, Gezi Direnişi sonrası Başbakan Erdoğan’ı Chávez’e benzeten yazı yazdı. Star gazetesi yazarı Mustafa Karaalioğlu ise medyada, ‘Erdoğan’a Hakaret Pazarı Oluştu’ yazısıyla Gezi’den Başbakan Erdoğan’ı mağdur çıkardı.
xii) Reha Muhtar, Gezi’deki “dış mihraklar” masalının terkisinde “etki ajanlığı” gibi bir kavram gündeme getirerek, hükümete yakınlaşma ve pozisyonunu koruma fırsatını kaçırmadı.
xiii) Süreç boyunca sessizliğini koruyan Medya Derneği, “medya kuruluşlarının tacize uğradığını” söyleyerek, faturayı medyaya değil izleyiciye çıkardı.
xiv) Yeni Şafak gazetesi direniş boyunca, öldürülenlere ve şiddete kayıtsız kalırken; tencere tava eylemleri yüzünden bir papağanın depresyona girişini haber yaptı.[131]
xv) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ABD’de “Gezi olaylarının başlangıcı ile açıkçası gurur duyarım” dedi. Ancak Gül’ün konuşması Cumhurbaşkanlığı’nın resmi internet sayfasına, “gurur duyarım” ifadesi sansürlenerek konuldu.[132]
xvi) Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna, dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz Davası’nın il dışında görülmesi yönünde görüş belirtmesini haberleştiren İsmail Saymaz’a gönderdiği e-mail şöyleydi:[133] “Oğlum İsmail, yine rahat durmuyorsun. Benim Ali İsmail ile ilgili söylemediğim bir sözü tekrar ısıtıp veriyorsun ki sana özel olarak telefonda bunu izah ettiğim hâlde her fırsatta alçaklıkla bunu tekrar ediyorsun. Failler belirlendi, tutuklandı, yargılanıyor. Bunlardan pek memnun olmadın herhâlde,” dedi.[134]
xvii) RTÜK, Gezi Parkı eylemleri sırasında Taksim’de yurttaşlara palayla saldırdıktan sonra açılan soruşturma üzerine yurtdışına kaçan, döndükten sonra da serbest bırakılan Sabri Çelebi’nin görüntülerini yayımlayan 16 televizyon kanalının cezalandırılması istendi.[135]
xviii) Halk TV’ye, Gezi olayları öncesinde 5 yıl boyunca yalnızca 12 ceza kesen RTÜK, Gezi sonrasında 1.5 yılda 64 ceza uyguladı.[136]
Tüm bunlarla birlikte Başbakan Erdoğan, yine medyayı suçlu ilan etti, İmralı görüşmelerinin bir bölümünün basına yansımasına sert tepki göstererek, “Bir kısım medya hiç yanımızda olmadı. Eğer böyle gazetecilik yapacaksan batsın senin gazeteciliğin” demekten vazgeçmedi![137]
VII) DEVLET(İN) TUTUMU
“İnsan insana nasıl hükmeder, Winston?
Winston biraz düşünüp ‘Acı çektirerek’ dedi,”[138]satırlarıyla Orwell organize bir şiddetten başka bir şey olmayan devlet gerçeğini ortaya koyarken; bir yanıyla da Gezi/ Haziran karşısındaki T.“C”nin pozisyonunu betimler.
O günler korku iklimine inat özgürleşmenin -faturası ödenen ve değiştirirken değişen!- itirazıydı
Mücella Yapıcı anlatıyor: “Ben, Gezi kürsüde ‘Korkmuyoruz’ falan diye nutuk atarken oldu. Çarşı Grubu Beşiktaş’tan ‘İbne çevik kuvvet’ sloganlarıyla medyana geldi. Bu sırada bir LGBTİ birey ‘Velev ki ibneyiz, alışın her yerdeyiz,’ diye slogan attı. Önce kadınlar katıldı, sonra da bütün park ‘Velev ki ibneyiz, alışın her yerdeyiz,’ diye bağırmaya başladı. Çarşı önce bir durdu, sonra onlar da aynı slogana başladı… Bunun gibi birçok an var unutamadığım.”[139]
Değiştirirken değişmek buydu ve devlet değiştirerek değişen itirazdan rahatsızdı![140]
Ezgi Başaran’ın, “Ses kayıtlarımızdan birine göre… ‘Gerekirse onları s… atarım’ diyen… içişleri bakanı… Gözden çıkarmaktır. Bir ülkenin bir kısım vatandaşını gözden çıkarmak, birbirine çarpıp bölmektir. Hangi kısım o biliyor musunuz… AKP’ye oy vermeyen herkes… Başbakan’ı eleştiren herkes… Geri kalan yüzde 50… İşte artık gözden çıkarılan, hin-i hacette ‘s… atılacak’ bu insan grubu -ki büyük bölümü akıllı, sorgulayan, itiraz etmeyi bilen, kalbi ve vicdanı olan insanlardır,”[141] diye ifade ettiği koordinatlara ulaşılmıştı…[142]
Bunun adı polarizasyondu!
Örneğin Berkin Elvan’ın 269 gün komada kaldıktan sonra öldüğü 11 Mart 2014 günü derste öğrencilerine, “Arkadaşlar bugün 14 yaşında bir çocuk öldü,” diyen Yrd. Doç. Dr. Mustafa Şanlı bir öğrencisi ve babası tarafından “polise şikâyet” edildi ve Şanlı hakkında soruşturma açıldı…[143]
2013’de Gezi direnişinin damga vurduğu ve rektör Mehmet Karaca’nın da protesto edildiği İTÜ Mezuniyet Töreni 2014’de stadyumda yapılmayıp; toplu mezuniyet töreni yerine her fakülte ayrı ayrı tören gerçekleştirildi…[144]
Türkiye Foto Muhabirleri Derneği “Yılın Basın Fotoğrafları Yarışması”nın ana sponsoru Vakıfbank, Gezi’nin sembolü ‘Kırmızılı kadın’ fotoğrafı birinci olunca çekildi…[145]
Ankara semalarında bir helikopter, Melih Gökçek fotoğrafı ile AKP logosunun bulunduğu ve “Ankara’yı Gezicilere Teslim Etmeyiz” yazılı pankartıyla tur attı…[146]
O günlerin Başbakan Erdoğan’ının Gezi/ Haziran eylemlerine katılanları hedef alarak sorduğu “Neyiniz eksik” sorusuna (19 yaşındaki katledilen Mehmet Ayvalıtaş’ın babası) Ali Ayvalıtaş’ın verdiği bir yanıt, “Oğlum eksik”ti![147]
Özetle Louis Aragon’un, “Sakın görünüşe aldanma; görünüşte herkes insandır”; George Orwell’in, “Aslında hiçbir şey yasa dışı değildi; çünkü artık yasa diye bir şey yoktu,” betimlemelerini çağrıştıran çok ama pek çok zor günlerdi.
VII.1) ORGANİZE ŞİDDET
Gezi/ Haziran protestolarında 11 kişi hayatını, 11 kişi gözünü kaybedip, 146’sı ağır 8 bin kişi yaralanırken, T.“C” bu kayıtları ve soruşturmaları (Finlandiyalı Parlamenter Antti Kaikkonen’un raportörü olduğu) ‘Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi Komitesi’nden (CPT) gizledi.
CPT, protestolar sırasında polisin aşırı güç kullanımıyla ilgili araştırmaların sonuçlarını ayrıntılı olarak isterken, Türkiye’den 200 olayla ilgili “soruşturma sürüyor” yanıtı gitti. İstenen ayrıntılı bilgiye ise sadece 9 olayla yanıt verildi. Bakanlık, Gezi’de hayatını kaybedenlerden yalnızca Ethem Sarısülük’ü öldürmekle suçlanan polis Ahmet Şahbaz için de “kendini savunma sınırlarını aşarak cinayet” dediyse[148] de; bu da daha sonra “AK”landı![149]
Murat Sevinç’in, “Emniyet raporlarına göre 80 ilde yürüyüş yapıldı. Meydanlar işgal edildi, dehşetli bir devlet şiddeti yaşandı,”[150] notunu düştüğü devlet şiddetinin ulaştığı boyutlara dair Ertuğrul Özkök bile, “İktidara yakın medyaya bakıyorum. ‘Gezi’nin birinci yıl bilançosu’ndan çok memnunlar. Devlet gücünü göstermiş… Üç-beş yerde başlayan olaylar bastırılmış… ‘Muktedirin polisi’ bu olayları kaç kişiyle bastırmış… Övüne övüne anlatıyorlar. O gün 25 bin polis görev yapmış. TOMA’sıyla, biber gazıyla, tonlarca suyuyla, plastik mermisiyle, artık esirgemediğini ispat ettiği gerçek mermisiyle, arkasında kaya gibi duran muktedir salı belagatiyle… Devlet en derin hâliyle işbaşında… Tam 25 bin kişi görev almış! Pardon, pardon… Yetmemiş, çevre illerden de 2 bin 500 kişi takviye yapmışlar. Bu ne anlama geliyor?… Ne diyorsunuz… Orantılı güç mü… Bu ‘muktedir’ matematiğiyle hâlâ övünüyor musunuz?”[151] demeden edemez hâldeydi!
i) Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), Gezi/ Haziran günlerinde “öldürücü nitelikleri olduğu” bilinen FN 303 marka silah kullanıldığını resmen kabul etti. Ulusal Kriminal Büro’nun FN 303 ile ilgili raporunda, “biraz öldürücü tüfeklerdir” deniyordu. Emniyet’ten, Abdullah Koç isimli gencin yaralanmasına ilişkin soruşturmaya gönderilen yazıda, Gezi sırasında Kızılay’ın çeşitli noktalarında bu silahı kullanan personel bulunduğu bildirildi…[152]
ii) Lice’de kalekol yapımı protestosunda öldürülen Medeni Yıldırım soruşturmasında savcılık olaylarda 21 silahın kullanıldığını tespit ederken, İçişleri Bakanlığı “Hedef gözetilerek ateş açıldı,” dedi…[153]
iii) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın tüm Gezi dosyalarını elinden aldığı bilirkişilik makamı Ulusal Kriminal Büro’nun raporu, direnişindeki polis şiddetini bir kez daha gözler önüne sererken; Yıldız Teknik Üniversitesi araştırma görevlisi Burak Ünveren’i biber gazı kapsülüyle vurarak gözünü yitirmesine neden olan iki polisten birinin gaz kapsüllerini yere paralel bir şekilde, insanları hedef alarak ateşlediği belirtildi…[154]
iv) Sarıyer’de yaşayan 64 yaşındaki Elif Çermik, 22 Aralık 2013’deki İstanbul Kent Mitingi’nde polisin sıktığı biber gazından etkilenerek, komaya girdi ve 159 gün hayatta kalma mücadelesi verdikten sonra 30 Mayıs 2014 sabahı son nefesini verdi. Çermik, miting sırasında doğrultulan kameraya, “Nasıl bir ülke istiyorsunuz?” sorusuna karşılık, “Güzel bir ülke istiyoruz,” demişti…[155]
v) Mersin’de Gezi direnişi sırasında ağzına sıkılan biber gazı sonrası, bu gazdan etkilenip dil kökü kanserine yakalanan Mehmet İstif, tedavi gördüğü Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde hayatını kaybetti…[156]
vi) Taksim Meydanı’nda, çevresinde onlarca polisin olduğu gösterici yere yatırılmışken oradan geçen bir sivil tarafından tekmelendi. Ağır küfürler savuran bu kişi yoluna devam etti. Gösterici ise gözaltına alındı. Tekmeleme ve küfürler kameraya şöyle yansıdı: Bir gösterici yere yatırılarak etkisiz hâle getirilmiş. Çevresinde onlarca polis var. Bu sırada oradan geçen bir sivil, yerde yatan göstericiye bir tekme darbesi vuruyor. Bu kişi polislerden biri tarafından iteklenirken, tekme darbesiyle acı hissettiği anlaşılan göstericiden “Ahh” sesi yükseliyor. Bu ses görüntüye girmeyen sivili daha çok sinirlendiriyor. Ardından küfürler başlıyor: “A… k…. Ulen oğlum Türkiye Cumhuriyeti Devleti burası, burda yaşıyon de mi.. a… k.. i.nesi.. Burada bu kadar memur var, sana yol mu verecek.. Ne bağırıyon.. a…. avradını….”[157]
vii) Gezi Parkı Direnişinin sürdüğü günlerde kaydedilen bir ses kaydı 4 Ekim 2014 gecesi saatlerinde YouTube’a yüklendi. Türkiye’nin pek çok ilinde direnişin sürdüğü 16 Haziran 2013 günü, İstanbul Osmanbey’de gözaltına alınıp, polis otobüsüne götürülen bir kişi tarafından kaydedilen söz konusu ses kaydında gözaltına alınanlara polis otobüsünde işkence yapıldığı anlaşılıyor. Ses kaydında pek çok ses bulunuyor. Polis olduğu sanılan bir kişinin “Numara yapma…” sözleriyle başlayan kayıt, “Şunlara kelepçe takın. Biz üç gündür eve gidemiyoruz lan. 100-150 tane manyak, neyin davasını…” sözleriyle devam ediyor. Gözaltına alınanların “Biz bir şey yapmadık” yakarışlarıyla devam eden ses kaydında daha sonra küfür sesleri duyuluyor…[158]
viii) İstanbul’da 255 sanıklı Gezi davasının 8 Mayıs 2014 tarihli duruşmasında ifade verenlerin çoğu, eylemci olmadıklarını, Taksim’den geçerken gözaltına alındıklarını söyledi. Sanıklardan U. A. E, Taksim’de arkadaşlarla buluştum. Hamburger yerken bizi de gözaltına aldılar,” dedi…
Üniversite öğrencisi F. B. O. ise, “Durakta bekliyordum. Gazdan etkilenmiştim. Polise sığındım, limon sıkıp yardımcı oldular. Sivil polisler de vardı, toplu gözaltı yapıyorlardı. Beni de aldılar. ‘Suçum yok neden beni alıyorsunuz’ dediğimde bir polis, ‘Yanlış zamanda yanlış yerdesin’ dedi. Cep telefonumu zorla alarak hiçbir şekilde fotoğraf çekmediğim hâlde galeriyi sildiler,” dedi…
Sanıklardan L. E.’in ifadesi şöyle: “Motosikletimi park ettiğim sırada kaskım başımda iken gaz fişeği kaskıma geldi. Kaskım çatladı ben de düştüm. Kendime gelmeye çalıştığım sırada bir grup polis gördüm. Polislerin amiri olduğunu düşündüğüm kişi beni yanlarına çağırdı. 4-5 polis üzerime atladı ve kelepçeledi”…[159]
ix) Galatasaray Meydanı’nda iki gence polisin müdahalesini görüntülemek isterken kendisi polis müdahalesi ile karşı karşıya kalan muhabir Alpbuğra Bahadır Gültekin, yaşadıklarını şöyle anlattı: “İftar sonrası Galatasaray’da iki genç şarkı söylüyordu. Polis ‘Yeter, sizi mi dinleyeceğiz!’ diyerek gençlere bağırdı ve müdahale etti. Bunu görüntülemek istediğim sırada polis bu kez ‘Neden çekiyorsun!’ diye üzerime yürüdü. Polislerden bazıları çektiğim görüntüleri silmek istedi. Gazeteci olduğumu söyledim. Kurum kartımı gösterdim, o kartın geçersiz olduğunu söylediler. Kısa bir süre polis aracında bekletildim. Yaklaşık yarım saat, 45 dakika sonra herhangi bir gözaltı işlemi yapılmadan serbest bırakıldım”…[160]
x) Süleyman Göksel Yerdut, Gezi protestolarına katıldığı gerekçesiyle 24 Haziran 2013’te evi basılarak gözaltına alındı. Sağlık kontrolünden geçirildiği hastaneden çıkarılırken polisler tarafından ayaklarına ve koluna tekme atılan Yerdut’un kolu da parmak izi alınacağı gerekçesiyle büküldü. Polis, olaya ilişkin “şüpheli kelepçe takıldıktan sonra kollarını sıkıp gererek bileklerine zarar verdi” diye tutanak tuttu. Hastaneye sevk edilen Yerdut’a önce “herhangi bir kırık/çıkık tespit edilmedi” diye rapor verildi. Rahatsızlığının sürmesi üzerine yeniden hastaneye götürülen Yerdut’un sağ kol dirseğinde kırık tespit edildi. Yaklaşık 5 ay tutuklu kalan ve tahliye olduktan sonra kolundan ameliyat geçiren Yerdut, 16 Ağustos 2013’te İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Savcılık, şüpheli polise yönelik kimlik tespiti yapmadan, olayın yaşandığı hastanenin kamera görüntülerini toplamadan sadece polisin tutanakları üzerinden takipsizlik kararı verdi. Savcılığın kararında, polislerin zor kullanma yetki ve sınırları içinde hareket ettiği, Yerdut’un kendisine işkence yapıldığı süsü vermek için kendi kolunu sıkıştırdığı öne sürüldü…[161]
xi) Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’ın sopalarla dövüldüğü gün hemen yan sokakta, Tevfik Caner Ertay adlı bir başka üniversiteli de polisler tarafından demir sopalarla darp edilerek polis otosunun bagajına kilitlendi. Şehir içinde dolaştırılan Ertay, iki hastane gezdirildikten sonra avukatlarından saklanarak gözaltına alınmıştı. Eskişehir Devlet Hastanesi ve Yunus Emre Devlet Hastanesi’ne ait kameralarda Ertay’ın bagajdan çıkarılıp hastaneye götürüldüğü ana ait kayıtlar var. Savcılığın bilirkişi olarak atadığı Ankara Emniyeti, gencin yanında kameralara yansıyan ve yüzü açık olan polisleri teşhis edemedi…[162]
xii) Ali İsmail Korkmaz’ın dövüldüğü[163] gecenin yıldönümünde yine Eskişehir’de üniversite öğrencisi Ceren Ünver, kaçırılarak bayılana kadar dövüldü. Emniyet, ‘Araştırıyoruz’ açıklaması yaptı. Ceren Ünver’e yapılan işkence doktor raporuyla belgelendi…[164]
xiii) Eskişehir’de üniversite okuyan Gürcistanlı Akaki Avaliani’nin hayatı 2 Haziran 2013 tarihli Gezi eylemlerinde yediği dayak yüzünden altüstü oldu. Evine giderken Üniversite Caddesi üzerindeki olayların ortasında kalan Avaliani, bir polisin saldırısına uğradı. Başından aldığı darbeyle ağır yaralanan ve bayılan Avaliani, ambulansla hastaneye kaldırılarak tedavi altına alındı. 15 gün yoğun bakımda, 20 gün normal serviste kalan ve iki ameliyat geçiren Avaliani’nin kafatası kemiğinin kırıldığı, kırılan kemiğin beyne batarak sağ kolunun felç olmasına neden olduğu belirlendi…[165]
xiv) Okmeydanı’nda, Berkin Elvan’ın gaz fişeği kapsülüyle vurularak öldürülmesine ilişkin soruşturmada ifadesi alınan tanık Özgür Karagöz adlı genç, yüzünde gaz maskesi bulunan bir polisin hedef alıp Elvan’a ateş ettiğini ve gaz kapsülünün kafasına saplandığını kaydedip; Berkin’in de eliyle kapsülü çıkardıktan sonra kafasından kan geldiğini ve bayıldığını söyledi…[166]
xv) Berkin Elvan’ın öldüğü gün, 11 Mart 2014’de Ankara’daki gösterilerde, dershaneden çıkan A.U isimli öğrencinin kafasına polislerin biber gazı fişeğinin isabet ettiği görüntüler ortaya çıktı. Başlatılan soruşturma kapsamında ifade veren A.U, “Benim yapılan eylemle hiçbir ilgim yoktu. Deneme sınavına girmek için Kızılay’daydım. Bana gaz fişeği kapsülü atılırken direkt olarak hedef alıp attılar,” dedi…[167]
xvi) 22 Haziran 2013’de İstanbul’daki Gezi gösterilerinde baret, gaz maskesi, sualtı gözlüğü, düdük ve fularla yakalanan 13 kişiye açılmış dava dosyasına polis kamerası görüntüleri gönderildi. Göstericiler aleyhine delil amacıyla kullanılması için gönderilen bu polis kamerası görüntülerinden, eylemle hiç ilgisi olmayan bir yurttaşın yakın mesafeden hedef alınarak, ayağına biber gazı kapsülü atılmasının kaydı çıktı. Görüntülerde, ‘A-059’ kask numaralı polis tarafından atılan kapsülün ayak bileğine çarpmasıyla yaralanan yurttaşın acı içinde kıvrandığı ve bağırdığı görülüyor…[168]
xvii) Gezi’de gaz kapsülüyle vurulan Okan Göçer epilepsi şüphesiyle hastaneye kaldırıldı; daha önce de aldığı darbeden sonra 2 ameliyat geçirmişti…[169]
xviii) Volkan Kesanbilici 31 Mayıs 2013’de Tarlabaşı’nda yürürken sol gözüne isabet eden plastik mermiyle görme yetisini kaybetti.[170] Ulusal Kriminal Büro raporu, Kesanbilici’nin, dönemin İçişleri Bakanı Güler’in “Emniyet’te plastik mermi yok,” açıklamasının aksine Kesanbilici’nin “FN-303” diye adlandırılan plastik mermi silahıyla yaralandığını ortaya koydu…[171]
xix) 16 Haziran 2013’te Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir sınavda gözetmenlik yapan C. Ö., evine gitmek için ablası ile buluşmak üzere Tophane’ye giderken Fındıklı’da meydana gelen protesto gösterisinin ortasında kaldı. Polisin eylemcilere müdahalesi sırasında C.Ö’nün omurgası kırıldı. Adli Tıp Kurumu, Gezi Parkı eylemleri sırasında Fındıklı’da 16 Haziran 2013tarihli polis müdahalesinde omurgası kırılan 25 yaşındaki yüksek lisans öğrencisi C.Ö. için “işkence” tanısı koydu. Adli Tıp raporunda fiziksel ve ruhsal değerlendirme sonucu saptanan travma bulgularının tamamının “işkence” tanısı kapsamında olduğu belirtilerek, söz konusu saldırının, C.Ö’nün sağlığının ve algılama yeteneğinin basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek derecede bozulmasına neden olduğu vurgulandı![172]
xx) İzmir’de, Gezi’nin yıldönümüne katıldıkları için yargılanan 63 kişinin, gözaltına alındığı polis karakolundaki dayak görüntüleri, dava dosyasına konuldu![173]
xxi) Ve nihayet: Hekiminden öğrencisine toplam 255 kişinin yargılandığı İstanbul’un en büyük Gezi davasının ilk duruşmasına “kanuna aykırı toplantı ve gösteriye katılmak” ve “kamu görevlisinin görevini yapmasını engellemek” iddialarıyla hâkim karşısına çıkarılıp, yargılanan 14 vatandaş yaşadıkları polis şiddetini şöyle anlattılar:
Umut Aslan Erarslan: “Beşiktaş’tan Taksime çıktıktan sonra yemek yediğim sırada arkadaşlarımla birlikte sivil polisler tarafından çevrildik ve gözaltına alındım. Üzerimde gaz maskesi dahi bulunmadı”…
Mahmut Mert Baygüz: “Taşkışla’da polisin yoğun gazından kaçmak isterken 2 metrelik duvardan düşerek yüzüm ve kafam yaralandı. Her yerim kan içindeyken polisten yardım istedim ama yaralı olmama rağmen polis otosunda polislerden darp gördüm”…
Levent Erdem: “Gezi Parkı’nda devam eden eylemlere destek vermek için gittim. İstiklal’de motorumdan iner inmez kask olan kafama gaz bombası atıldı. Daha sonra polis amirinin yanına gidince beş polis tarafından darp edilerek gözaltına alındım”…
Furkan Bülent Ongan: “Taksim’de kullanılan yoğun gazdan korunmak için maskem yoktu. Yoğun gazdan etkilenince polislerden yardım istedim. Çevik kuvvet polislerinin yanındayken sivil polisler tarafından ‘yanlış zamanda yanlış yerdesin’ denilerek gözaltına alındım”…
Deniz Karakuş: “Tam 3.5 gün gözaltında tutuldum. İlk 28 saat boyunca gözaltında hiçbir şekilde yemek ve su verilmedi”…
Can Özkan: “Eşimle birlikte Taksim Meydanı’nda kaldığım otelden yemek yemek için çıktım ve otele dönerken gözaltına alındım. Gözaltı süresince darp edildim”…[174]
Bunlara daha birçok şey eklemek mümkünken; bir şeyi daha aktarmadan geçmeyelim: Gezi/ Haziran direnişinde uygulanan şiddet ve zulmü sonunda devlet de itiraf etti. Başbakanlık ile ilişkili özerk kuruluş olan Türkiye İnsan Hakları Kurumu (TİHK) tarafından hazırlanan Gezi Parkı raporunda “Toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin bir bölümüne yapılan müdahaleler haklı bir gerekçeye dayanmadığı gibi orantılı bir müdahale gerçekleştiğinden söz etmek de olanaksızdır” denildi.
Kamuya açık alanların toplanma özgürlüğüne de açık olması gerektiğine işaret edilen raporda, “duran adam” eylemine bile müdahale edildiği anımsatılırken, bunun toplanma özgürlüğüne aykırı olduğuna dikkat çekildi. Gezi Parkı Olayları sürecinde öne çıkan, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, yaşam hakkı, işkence ve kötü muamele yasağı konularına mercek tutan raporda yer alan saptamalar ana hatlarıyla şöyle:
xxii) Gezi Direnişi sırasında 8 Temmuz 2013’te polisin attığı plastik merminin sol gözkapağına isabet etmesiyle geçici körlük yaşayan fotomuhabiri Mehmet Kaçmaz, İçişleri Bakanlığı’ndan 2 bin 500 TL tazminat kazandı…[175]
xxiii) Anayasa Mahkemesi, 2013 Gezi Direnişi’nde gözaltına alınan ve yürüyüş yapmalarına engel olunan Öner Yakasız, Aral Demircan, Ahmet Kamil Tekerek, Erkan Baş ve Ali Çerkezoğlu’nun “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına” müdahalede bulunulduğunu kabul etti…[176]
TİHK’İN GEZİ PARKI RAPORU[177] | |
Kamuya açık yerler toplanma özgürlüğüne de açıktır | Kamuya açık alanların toplanma özgürlüğüne de açık olması gerekir. Gezi Parkı’nın kapatılması bu kapsamda değerlendirilebilir. Ayrıca, parkın kapatılması, toplanma özgürlüğünün söz konusu yerde kullanılmak istenmesinin anlamını arttırmaktadır. |
Müdahaleler orantısız | Olaylar sırasında gerçekleşen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin bir bölümüne yapılan müdahaleler haklı bir gerekçeye dayanmadığı gibi orantılı bir müdahale gerçekleştiğinden söz etmek de olanaksızdır. Daha önce belirtildiği üzere toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasa dışı olması, örneğin, bildirim koşuluna uyulmamış olması veya toplantı ve gösteri yürüyüşüne ayrılan mekânların dışında gerçekleştirilmesi, toplantı ve gösteri yürüyüşüne müdahale edilmesi için haklı bir sebep oluşturmayacaktır. Keza, toplanma özgürlüğünü kullananların bir kısmının şiddete başvurması da toplantı ve gösteri yürüyüşünün dağıtılması için yeterli bir gerekçe değildir. |
Duran adama müdahale haksız | Gezi Parkı Olayları kapsamında da sıklıkla karşılaşıldığı üzere eylem ve etkinliğe katılanların bir kısmının şiddete başvurması, tüm etkinliğin yasadışı ilan edilmesi sonucunu doğurmamalı, bu kişilerin tespiti ve ayıklanması cihetine gidilmelidir. (…) Gezi Parkı olaylarının yaşandığı dönemde ortaya çıkan ve “duran adam” olarak nitelendirilen eylem türü tamamen barışçıl bir nitelikte olmasına rağmen “duran adam”ın yanında duran insanların 18 Haziran 2013 tarihinde gözaltına alınması toplanma özgürlüğüne yönelik haksız bir müdahale olarak nitelendirilebilir. |
Polis hesap yapmadı | Gezi Parkı sürecinde, biber gazı kapsülleriyle meydana geldiği ileri sürülen yaralanmaların sayısı ve boyutları nazara alındığında, biber gazı fişeklerinin atılması sırasında, göstericilerin veya üçüncü kişilerin zarar görmemesi için gerekli hesaplamaların yeterince yapılmadığı, durumun gerektirdiği tedbirlerin tam olarak alınmadığı anlaşılmaktadır. |
Gazın kullanılış şekli de önemli | Gezi Parkı Olaylarına müdahale sırasında kullanılan biber gazı miktarı ve kullanım şekli yoğun eleştirilere yol açmıştır. Biber gazı, sadece kullanılan gazın miktarı itibariyle değil aynı zamanda kullanım şekli bakımından da önem arz etmektedir. Gezi Parkı Olayları sırasında gerekli sağlık tedbirlerinin alınmadığı kamuoyuna yansıyan görüntülerde, tanık anlatımlarında, düzenlenen raporlarda görülmektedir. Gezi Olaylarında kitlenin biber gazına ve diğer zor kullanma araçlarına yoğun olarak maruz kılınması kolluk güçlerine yönelik öfkeye yol açmış bu da şiddet olaylarını tetiklediği gibi eylemlerin sürekliliğine neden olmuştur. |
Basınçlı su yaşam hakkı ihlâli | Basınçlı suyun TOMA’nın güzergâhı üzerinde bulunan insanlara gelişigüzel sıkıldığı, basınç ayarının ve hedeflenen mesafenin orantılı olmadığı görülmüştür. Bir örnekte, polisin basınçlı su sıktığı gösterici havada takla atarak yere yığılmıştır. Uygulama kötü muamele iddialarının yanı sıra yaşam hakkı ihlâlini de gündeme getirebilecek boyuttadır. |
Alabora hakkındaki takipsizlik doğru | Gezi Parkı Olayları sırasında göstericilerin bir kısmının şiddete başvurmuş olması eyleme çağrıyı suç hâline getirmeyecektir. Bu kapsamda Gezi Parkı eylemleri sırasında Twitter hesabından “Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, sen hâlâ anlamadın mı? Hadi gel” mesajını paylaşan Mehmet Ali Alabora hakkında yapılan suç duyurusu sonrası “Suç işlemeye alenen tahrik” suçundan yapılan soruşturma neticesinde takipsizlik kararı verilmesi ifade hürriyetine ilişkin evrensel standartların gereğidir. |
Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Mustafa Sarı, Berkin Elvan ve Ali İsmail Korkmaz cinayetleri hakkında | “Devletin, ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü ve yaşam hakkı kapsamındaki pozitif yükümlülüğü gereği yaşam hakkına yönelik haksız müdahaleleri engellemesi gerekirken, Ali İsmail Korkmaz’ın ölümüyle sonuçlanan darp olayında polis memurlarının da dahlinin bulunduğu iddiası ayrıca irdelenmelidir,” denildi. |
Ve tüm bunlara rağmen! İçişleri Bakanlığı’na bağlı müfettişlerin Gezi Parkı gösterileri sırasında meydana gelen polis şiddetine ilişkin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve eski İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın ile polis şeflerini suçsuz buldukları ortaya çıktı…
Raporda, Gezi Parkı gösterilerinin ‘yanlış anlama’ sonucu çıktığı iddia edilirken olayların büyümesinin sorumlusu olarak, çadırları yakan zabıtalar işaret edildi. Polisin “münferiden” biber gazı ve su kullanımına “tevessül ettiği” ve hatta bunların yetersiz kaldığı ileri sürüldü…[178]
VII.2) DEVLET PRATİĞİ!
Devlet pratiğine ilişkin verileri “yorumsuz”(!) aktarıyoruz…
i) Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, Gezi Parkı olaylarında eylemcilerin arasına ekipler gönderildiğini ve Erdoğan’ın sabahlara kadar onları dinlediğini söyledi…[179]
ii) Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesini önlemek için kurulan çadırların 30 Mayıs sabahı saat 05.00’te yakılması olayı ile ilgili İçişleri Bakanlığı tarafından açılan soruşturma kapsamında görevden uzaklaştırılan 4 zabıta ve 3 taşeron firma çalışanı görevine iade edildi…[180]
iii) Gezi Parkı’nda çadırlarını zabıtaların yaktığı fotoğraflarla belgelenirken; 16 Nisan 2015’de görülen davada “yakma” talimatını verdiği öne sürülen Emniyet Müdür Yardımcısı Ramazan Emekli, “Talimat vermedim,” dedi. Zabıtalar ise “Yangın çadırlardaki mumlardan çıkmıştır,” dedi…[181]
iv) Gezi eylemlerine destek eyleminde Mehmet Ayvalıtaş’a aracın çarpması sonucu ölümüyle ilgili dava dosyasında Adli Tıp Kurumu raporu, sanıkların “kusursuz” oldukları, yaşamını yitiren Mehmet Ayvalıtaş ile olayda yaralanan Seyit Kartal’ın ise asli ve tam kusurlu oldukları bildirildi…[182]
v) Gezi Direnişi sırasında, polisin attığı plastik mermiyle tek gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın açtığı tazminat davasına,[183] İstanbul Valiliği’nin sunduğu dilekçede, “Davacı iş veya ikamet adresi olmadığı hâlde eylemlerin olduğu Gezi Parkı’na gitmiştir. Dikkatsiz ve özensiz davranarak, güvenlik çemberi dışındaki bölgeye gitmiş ve sonucu kendi iradesiyle göze almıştır,” vurgusuyla; “Haksız zenginleşmeye” neden olacağını, uğradığı zarara ilişkin “somut bir belge” sunmadığını iddia etti…[184]
vi) Gezi Direnişi’nde Taksim’de polisin attığı gaz fişeği kapsülü ile ayağından yaralanan Aydın Aydoğan’ı yaralayan polislerin soruşturulmasına valilik izin vermedi…[185]
vii) Birinci Sınıf Emniyet Müdürü Fikret Aydoğdu, Gezi eylemlerine destek verince başına gelmeyen kalmadı: Mahkemece suçsuz bulunduğu hâlde meslekten ihraç edildi hem de iki kez…[186]
viii) Afyon’da düzenlenen Gezi eylemlerine katılan 54 kişi hakkında açılan davada tanık olarak dinlenen polis memuru Ş.K., göstericileri can güvenlikleri için gözaltına aldıklarını belirterek, “Trafiği engelliyorlardı. Çevredeki diğer bazı vatandaşlar da sanıklara tepki gösteriyordu,” dedi…[187]
ix) Gezi eylemlerinde İstanbul Sancaktepe’de polisler tarafından feci şekilde dövüldükten sonra bir gözünü kaybeden Hakan Yaman’ın, Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen soruşturmada Yaman’ın gözünü kaybetmesine ve ağır yaralanmasına neden olan saldırıdan sorumlu olduğu iddiasıyla polisler ifade verirken; adeta, “Görmedim, duymadım, bilmiyorum,” dediler…[188]
x) Ş. Urfa Emniyet Müdürlüğü’nün Gezi eylemleri sırasında Ethem Sarısülük’ü öldüren polis Ahmet Şahbaz için yardım kampanyası düzenlediği ortaya çıktı. Valilik izniyle düzenlenen kampanyanın gerekçesi “Emniyet olarak Şahbaz’ın yanında olduklarını göstermek” ve “maddi manevi mağduriyetini gidermek” olarak açıklandı…[189]
xi) Gezi eylemlerinde polisin attığı plastik merminin yüzüne isabet ettiği Abdullah Koç’un yaralanmasına ilişkin soruşturmada Emniyet’in savcılığa gönderdiği yanıt, “delil saklanıyor” tartışmasına yol açtı. Ankara Emniyet Müdürlüğü, Koç’un yaralanmasına ilişkin “Olaylar sırasında plastik mermi kullanıldığı iddiaları asılsız olup şube envanterimiz kayıtlarında plastik mermi bulunmamaktadır,” dedi. Öte yandan Çankaya Emniyeti, savcılığa Koç’un vurulduğu sırada bölgede bulunan Mobese kayıtlarında “görüntü yok” yanıtını gönderirken Güvenlik Şube Müdürlüğü ise “kameralar bozuk” iddiasında bulundu. Bu yanıtlar nedeniyle soruşturmadan bir sonuç alınamadı…[190]
xii) 20 Kasım 2015 sabaha karşı polisin Gezi’de kafatasının yarısını gaz fişeğiyle yok ettiği lise öğrencisi M.A.T, ‘Dünya Çocuk Hakları Günü’ne tutuklanarak girdi…[191]
xiii) Gezi’de müzisyen Mustafa Düştegör’ü 3 Haziran 2013 gecesi öldüresiye döven polisler için yapılan suç duyurusunda, şüpheli 40 polisten 33’ünün kimliği hâlâ belirlenemedi…[192]
xiv) İstanbul’da Gezi gösterilerinde maruz kaldıkları yoğun biber gazından ötürü bir rezidansa sığınan gençler, kapıyı zorla açıp içeriye doluşan polislerce dövüldü. Koray Kırcaoğlu’nın kafasına kabzayla, tekme ve coplarla vuruldu. Erkek arkadaşının üzerine kapanan İpek Şenol da tekmelerden payını aldı. Hastaneye kaldırılan Kırcaoğlu’nun kafasına 12 dikiş atıldı. Kırcaoğlu, polislerin rezidansa giriş anını ve içlerinden birinin kask numarasını gösteren kamera kayıtlarını ve kafasına vurulan silahın yere düşen kabzasını savcılığa teslim etti. 10 ay geçtiği hâlde savcılık, kask numarası belli olan polisin dahi kimliğini tespit edemedi, ifadesini alamadı…[193]
xv) Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’la aynı saatlerde ve aynı sokakta dövülen Doğukan Bilir’le ilgili soruşturmada bir skandal daha ortaya çıktı. Eskişehir Başsavcılığı’nın “Şüphelileri belirleyin” talimatına rağmen Eskişehir Emniyeti sekiz aydır hiçbir işlem yapmazken, disiplin soruşturması yürüten Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bu isimleri 2013’ün Eylül ayında belirleyip ifadelerini aldığı ve raporun bir örneğini savcılığa gönderdiği anlaşıldı. İfadeleri alınan polisler, bugüne kadar savcılıktan saklanan en önemli bilgiyi başmüfettişlere açıkladı: Korkmaz ile Bilir dövülürken sokakta polislerin başında TEM Şube Müdürü Cüneyt Gökçek, yardımcısı Ayhan Karayel ve Şube Amiri Mutlu Umutlu da vardı…[194]
xvi) İstanbul’daki Gezi eylemlerinin başladığı gün Eskişehir’de sokağa çıkan onlarca genç, sokağın iki başından baskın yapan polislerce coplarla dövüldü. Kamera kayıtlarına göre, dayak sırasında bacağı kırılan bir genci alması için sokağa ambulans çağrıldı. Bir saat yüzleri duvara dönük hâlde tutulan gençler otobüslere bindirilerek gözaltına alındı. Bu görüntülere rağmen polisler hakkında takipsizlik kararı verilirken, Ali İsmail Korkmaz Davası’nda görev alan iki avukatın da aralarında bulunduğu 176 kişiye 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nu muhalefet suçundan dava açıldı…[195]
xvii) Dövülerek öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın doğum günü olan 18 Mart 2014’de memleketi Hatay’da yapılan ‘Ali/ Düşlerinde Özgür Dünya’ adlı belgeselin gösterimi valilikçe yasaklandı. Valilik, ücretsiz gösterilen belgesel için, ticari amaçlı yapımlarda aranan “tescil belgesi” şartı koştu…[196]
xviii) 2013 Mayıs’ında 7 öğrencisi ile birlikte Leonardo Da Vinci meslek eğitimi programı kapsamında Portekiz’e giden; orada Gezi eylemlerinde yaşananlara dikkat çekmek için hazırladıkları pankartlarla çektirdikleri fotoğrafları Facebook hesabından paylaşan Bartın Kız Meslek Lisesi öğretmenleri Aysun İleriler[197] ve Sebahat Polat görevden alındı…[198]
xix) Gezi protestolarına destek vermek için greve giden Eğitim Sen üyesi 11 asistan hakkında Marmara Üniversitesi yönetimi soruşturma açtı. 8 asistan hakkında 2 yıl boyunca kıdem durdurma cezası verildi. İletişim Fakültesi’nden Figen Akgül[199] ve Can Özbaşaran hakkında da “Göreve gelmemek” ve “verilen görevi yapmamak” suçlamasıyla, Disiplin Yönetmeliği’nin 11. maddesinin ilgili bölümü gerekçe gösterilerek, “kamu görevinden çıkarma” cezası verildi…[200]
xx) Eskişehir’deki Osmangazi Üniversitesi’nde araştırma görevlisi Nuriye Gülmen’e Berkin Elvan’ın ölümünü protesto eylemine katıldığı için iki yıl kademe durdurma cezası verildi…[201]
xxi) İzmit’te Gazi Anadolu Lisesi’nin mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada Gezi Parkı olaylarına değindiği için okul disiplin kuruluna verilen okul 1’incisi Işıtan Önder’e kuruldan kınama cezası verilince okul birinciliği elinden alındı…[202]
xxii) 43 okul ve kurumda inceleme ve disiplin soruşturması başlatıldı. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Ankara’daki Gezi eylemlerine ilişkin başlatılan idari soruşturma kapsamında müfettişlerin, 23 öğretmenin disiplin cezası ile cezalandırılmasını, 11 yönetici ve öğretmenin görev yerlerinin değiştirilmesini, 2 okul müdürünün ise yöneticilikten alınmasını teklif ettiğini açıkladı…[203]
xxiii) Gençlik ve Spor Bakanı Çağatay Kılıç, Kocaeli’nde Canan Ak ve Seda Macit adlı iki öğrencinin, Gezi Parkı eylemlerinin ardından kaldıkları Zekiye Gündoğdu Yurdu’ndan atılmasıyla ilgili olarak Yurt Yönetmeliği’ni gerekçe gösterip, “Milli birlik ve bütünlük duygularını zedeleyici veya bozucu maksatla bayrak ve sembol asmak, kullanmak, marşlar söylemek, açlık grevinde bulunmak, oturma eylemi yapmak, pankart taşımak veya asmak, ideolojik veya politik amaçlı gösteri, toplantı, tören düzenlemek, demeç vermek” bendi gereğince yurttan süresiz çıkarıldıklarını belirtti…[204]
xxiv) Gezi protestolarına katıldığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılıp, bir ay okuldan uzaklaştırılan Ersan Karababa’nın kadrosu, bu kez evinden iki saat uzaklıkta olan Sultangazi Endüstri Meslek Lisesi’ne alındı…[205]
xxv) Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, mezuniyet töreninde Gezi protestolarından söz ettiği için okul birinciliği elinden alınan Işıtan Önder ile ilgili “Çocuk korktuğumuz gibi bu olaydan ötürü çok fazla etkilenmemiş gibi görünüyor… Dolayısıyla burada ceza verenler bir anlamda mükafatlandırmışlar gibi,” dedi…[206]
xxvi) AKP, Gezi Direnişi’nde baş belası olarak nitelendirdiği sosyal medyayı dizginlemek için dört koldan çalışma yapıyor. Son olarak Kalkınma Bakanlığı, Bilgi Toplumu Stratejisi’ne altyapı teşkil etmek üzere hazırladığı raporda siber suçlara karşı kolluk kuvvetlerinin yetkilerinin artırılmasını istedi…[207]
xxvii) Gezi Direnişi’nde polisin attığı biber gazı kapsülünün ayağına isabet etmesi sonucu yaralanan ve bu nedenle üç kez ameliyat olan Aydın Aydoğan’ın Twitter hesabı, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK) İnternet Daire Başkanlığı’nın başvurusu üzerine erişime kapatıldı…[208]
VII.3) YARGI HÂLLERİ (Mİ?)!
Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH), Gezi Parkı protestolarının birinci yıldönümü dolayısıyla hazırladığı raporda, barışçı göstericilere karşı şiddet kullanan polislerin hiçbirinin yargı önünde sorumlu tutulmadığını bildirdi.[209]
Paris merkezli FIDH’nin raporunda, polislere ceza verilmezken 5 bin 653 gösterici hakkında 97 dava açıldığı vurgulanıp; Gezi protestolarında bir yıl içinde, şiddet içermeyen gösterilerin orantısız polis gücüyle “sistematik” olarak bastırıldığı da kaydedildi.[210]
Bununla birlikte Adalet Bakanlığı, Gezi Direnişi ardından ülkenin dört bir yanında eylemlere katılan pek çok yurttaşa Terörle Mücadele Yasası (TMY) kapsamında açılan davaları gizlemek için 2013 yılı istatistiklerini sakladı.[211]
Anlaşılacağı üzere “Yargı Hâlleri” malum üzereydi!
Mesela: Aydın Aydoğan, 3 çocuk babası bir turist rehberiydi. 11 Haziran 2013’te, gaz kapsülüyle sol ayağından yaralandı. 1 ay hastanede yattı, aylarca ayağının üstüne basamadı. Tazminat davası reddedildi…
Mesela: Polisler hakkındaki şikâyeti, sağ gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın dosyasıyla birleştirdi. Savcılığın isimlerini belirlediği 16 polis memuru hakkında, İstanbul Valisi Vasip Şahin soruşturma izni vermedi…
Mesela: Mehmet Ayvalıtaş, 2 Haziran 2013’te 20 yaşında hızla gelen otomobilin çarpması sonucu yaşamını yitirdi. Annesi Fadime Ayvalıtaş da bu acıya dayanamadı, 6 ay sonra kalp krizi geçirerek yaşamını yitirdi. Baba Ayvalıtaş, adalet arayışında umutsuzdu…
Mesela: Erdal Sarıkaya, iki çocuk babası, özel bir şirkette güvenlik görevlisiydi. Plastik mermi, göz merceğinden girdi. Sağ gözünün yerinde protez var. Valinin, soruşturma izni vermemesine tepki gösteriyordu…[212]
Mesela: 1-2 Haziran 2013 tarihinde Dolmabahçe Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii’ne girenlerin de bulunduğu 7’si yabancı uyruklu 255 tutuksuz sanığın yargılanmasında savunma veren doktor Erenç Yasemin Dokudan, “Suçlamalar beni çok şaşırttı. Tıp fakültesi eğitimini yanlış mı öğrendim diye düşündüm… Yaralılara yardım için camiye girdim,”[213] diyorsa da aldıran yoktu…
Ve benzerleri, ve diğerleri…
Polis, Gezi Parkı’na girer girmez göz altılara başladı. Sonrasında yaşanan ve tüm illere yayılan olaylarda ise toplam 5 bin 685 kişi gözaltına alındı, Türkiye genelinde de onlarca iddianame hazırlandı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açıkladığı resmi verilere göre İstanbul’da 41 iddianame hazırlandı ve iddianamelerde toplam 563 şüpheli yer alıyordu. Ayrıca bu iddianameler dışında savcılığın açıkladığı bilgilere göre İstanbul’da 6’sı Terörle Mücadele Kanunu’ndan olmak üzere toplam 42 soruşturma da devam ediyordu.
Olaylar hakkında ise toplamda 249 şikâyet bulunuyorken;[214] işte birkaç veri…
i) Gezi eylemlerine destek protestolarında Antalya’da gözaltına alınan avukatların, avukatları ile görüşmesine savcı Osman engel oldu…[215]
ii) Kırklareli’deki Gezi’ye destek eylemine katılanlar hakkında dört savcı, 1-17 Haziran tarihleri arasında yapılan her eylem için toplam 17 iddianame hazırlandı. İddianamelerde geçen isimler eylemlere katıldıkları gün sayısına bağlı olarak artarken; toplam bin 238 isim bulunuyor…[216]
iii) Ethem Sarısülük davanın 28 Ekim 2013’teki duruşmasında adliye önünde çıkan olaylar nedeniyle Sarısülük’ün iki kardeşinin de arasında bulunduğu 23 kişi hakkında Ankara 16. Asliye Ceza Mahkemesi’nce, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasına muhalefet” ve “kamu malına zarar vermek” suçlarından 6 aydan 12 yıla kadar hapis istemiyle iddianame hazırlandı…[217]
iv) İstanbul 73. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki “Kırmızılı Kadın” duruşmasında, “Görevi kötüye kullanma” suçundan 1 yıldan 3 yıla kadar hapsi talep edilen tutuksuz sanık polis memuru Fatih Zengin’dan şikâyetçi Ceyda Sungur, “Sanığın elinde silah olsaydı. Ethem Sarısülük’ü öldüren polis gibi beni de öldürebilirdi. Sanığın bu yönde savunmalarının geçerli olmayacağını düşünüyorum,” dedi…[218]
v) İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Gezi eylemleri sırasında gaz tüfeği ile zor kullanma sınırlarını aşan ve hedef gözeterek ateş ederek 60 yaşındaki Perihan Deniz’i yaralayan polis memurunun kimliğinin tespit edilememesi üzerine “daimi arama kararı” verdi. Karara göre polis memuru suçla ilgili zamanaşımı süresinin dolacağı 1 Haziran 2021’e kadar aranacak…[219]
vi) Genç üniversiteliyi ezdi, çarpma anını “Gezi eylemcileri taş attı zannettim,” diye anlattı, tutuklamaktan kurtuldu… Tandoğan’da kavşakta karşıdan karşıya geçmek isteyen Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisi 21 yaşındaki Safiye İşbilir’e çarparak ölümüne neden olan Anakent Belediyesi’ne bağlı EGO şoförü Nurullah Bekar, aradan 4 ay geçmesine karşın bir gün bile cezaevine girmedi…[220]
vii) Mersin Nevit Kodallı Güzel Sanatlar Lisesi resim öğretmeni Zehra Gürler facebook paylaşımları nedeniyle 2 ayrı soruşturma açıldı ve öğretmen sürgün edildi. Her iki soruşturma için de “delilleri” okulun müdür yardımcısı facebook üzerinden topladı. Gezi eylemlerine katılmak, devlet büyüklerine hakaret etmek, ahlâksız paylaşımlarda bulunmakla suçlanan öğretmenin ünlü yazarların yazılarını paylaşması, arkadaşlarının paylaşımları, eski bir öğrencisinin nü resim çalışması bile dosyaya “delil” diye girdi…[221]
viii) İstanbul Anadolu Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı, Berkin Elvan basın açıklamasına katılan mahkeme mübaşiri ve aynı zamanda İÜ Hukuk Fakültesi öğrencisi Salih Altungök’ün, “devlet memurluğundan çıkarılma” cezası ile cezalandırılmasını talep etti…[222]
ix) Gezi protestolarının Antalya ayağında, polis müdahalesinden kaçarak otoparka saklanan ve buraya gelen polislerce darp edildikleri kamera görüntüleriyle açığa çıkan üç gence yönelik yapılan işkenceyle ilgili iddianame hazırlandı. İddianamede, polislerin eylemi, kamera kayıtlarındaki darp görüntülerine ve adli tıp raporunda “çivili sopa” izleri görülmesine karşın, “basit yaralama” olarak nitelendirilirken, polislere üç genç için ayrı ayrı ceza istenmesi yerine hangi polis kime vurduysa buna göre ceza talebinde bulunuldu…[223]
x) İstanbul’da Gezi Parkı gösterilerinde gaz fişeği ile gözünü kaybeden Okan Özçelik, fişeği atan polis memurunu görüntülemeyi başardı. 1 Haziran 2014’deki gösteriler sırasında cep telefonuyla görüntü aldığı sırada vurulan Özçelik, gaz fişeği atıldığı sırada kayıttaydı. 15 metreden nişan alıp ateş eden polis memuru için, İstanbul Emniyet Müdürlüğü “Biz kendisini gözaltına almamışız, kusurlu değiliz” savunması yaptı. Yüzde 90 görme yetisini kaybeden Özçelik tazminat davası açtı. İçişleri Bakanlığı ise mahkemeye yaptığı savunmada Özçelik için, “Zararı belli değildir, zarara neden olan olayın idarenin eyleminden kaynaklandığına dair bir belge ve bilgi bulunmamaktadır. Davacı taraf sadece soyut iddialar ileri sürmektedir,” diyerek görüntü kaydını yok saydı…[224]
xi) Ankara’nın Dikmen semtindeki Gezi eylemine müdahâlenin ortasında kalıp, gözaltına alındığı Akrep aracında 1.5 saat dolaştırılarak dövülen 13 yaşındaki A. A. hakkında savcılığın “yasadışı eyleme katılmak” suçundan dava açtığı ortaya çıktı. Algılama yeteneğinin zayıf olduğu doktor raporuyla tespit edilen ve bu nedenle özel eğitim merkezine giden A. 13 Mart 2014’de Ankara 4. Çocuk Ceza Mahkemesi’nde beraat etti. A. A.yı Akrep’e alan, 1.5 saat dolaştırıp döven ve üzerine çöken 4 polis ise hâlen yargı önüne çıkartılamadı…[225]
xii) Tutuklu avukat Şükriye Erden’in kızı Merve Önem 6 Nisan 2018’de İstanbul 1. Sulh Ceza Hâkimliği’nce, 2014 yılında açılan soruşturma nedeniyle “Terör örgütü üyesi olduğu” iddiasıyla tutuklandı. Gezi Direnişi sırasında telefonla avukat Evrim Deniz Karatana ile yaptığı görüşmeyle suçlanan Önem’in, annesi tutuklandığında yapılan destek eylemine katılması da tutuklama gerekçesi arasında yer aldı…[226]
xiii) Ankara’da polis kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülük için vurulduğu yerde 16 Haziran 2014’de yapılmak istenen, ancak polisin basınçlı su ve biber gazlı müdahalesiyle gerçekleşemeyen anma törenine katıldıkları gerekçesiyle haklarında dava açılan 35 kişinin yargılanmasına Ankara 16. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki davanın sanıklardan Tarık Demirci, savunmasında olay günü cenazeye katılmadığını, Kızılay’dan geçtiği sırada polisin bazı kişileri darp ederek gözaltına aldığını gördüğünü belirtti. Demirci, polisin bir kişiyi kafasını otobüse vurarak gözaltına almaya çalıştığını gördüğünü, bu anı telefonu ile görüntülediği sırada kendisinin de darp edilerek gözaltına alındığını söyledi. Demirci, gözaltı alındıktan sonra 6 saat boyunca Başbakanlık’ta polisler tarafından darp edildiğini ifade etti…[227]
xiv) Gezi’de ve Güneydoğu’da (/Kürt illerinde-bn) insanları öldüren polisler İç Güvenlik Paketi’yle cezadan kurtulacak…[228]
VIII) ERDOĞAN (AKP) HÂLİ
Selahattin Demirtaş’ın, “Cumhuriyet tarihinin en fazla suça bulaşmış siyasi anlayışı… çürümüş bir parti,”[229] olarak tanımladığı AKP’nin icraatlarıyla; Baruch Spinoza’nın, “Zalim bir yönetimin üstünlüğü ve sırrı köleleri aldatmak, onları sindiren korkuyu özel din kılığı altında maskelemekte yatar. Böylece insanlar kölelikleri için sanki güvenceleriymiş gibi cesurca savaşacak, kan ve canlarını despotun boş gururu için utanma değil yüce bir onur duyarak riske atacaklardır,” deyişini anımsatırken; “Erdoğan’ın kendi adına gördüğü ilk başarısızlık Gezi Parkı… Gezi onun kırılma noktası ve siyasetinin çöküşünün başladığı yer oldu.”[230]
Tam da bu acıyladır ki İstanbul’daki ‘Fetih ve Gençlik’ konuşmasında Başbakan Erdoğan, “Fikrin, düşüncenin olmadığı yerde şiddet vardır. İşte bu Geziciler var ya Geziciler onlar fikri olmayandır. Onlar düşüncesi olmayandır. Onlar dikili bir ağacı olmayandır. İşte siz öyle bir gençlik olmayacaksınız,”[231] derken; İstanbul’da Yeditepe Bienali’nin açılışındaki konuşmasında da ekledi: “AKM için de çok bağırdı Geziciler. İstediğiniz kadar bağırın çatlayın patlayın yıktık. Aynı şeyi Ankara’da yaptık. Cumhuriyet tarihi boyunca bir tane eser ortaya koyun be. Demek ki bizi beklediler”![232]
Yine “15 Temmuz’da sokağa çıkanlar Gezi Parkı’nın gençleri değildi,” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Kongre Merkezi’nde Ensar Vakfı 38. Genel Kurulu’ndaki konuşmada ekledi:[233]
“Medyadan sinemaya, bilim teknolojiden hukuka kadar pek çok alanda hâlâ en etkin yerlerde ülkesine ve milletine yabancı zihniyetteki kişilerin, ekiplerin, hiziplerin bulunduğunu biliyorum. Açıkça söylemek gerekirse bu durumdan da büyük üzüntü duyuyorum.”[234]
Bunların yanında TBMM’de Gezi tartışmasında AKP’li Naci Bostancı, “Gezi’de toplananların 3 milyar ağaç diken AKP’ye teşekkür mitingi yapması gerektiğini,” söyleyebildi![235]
Oysa Gezi eylemleri sırasında “Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar. Hıristiyanlığın bu kadar etkili olmasının sebebi 2000 yıldır aynı şeyi söylüyor olması,” diyen Joseph Goebels’i aratmayacak şekilde onlarca yalanla halkı kandırmaya çalışan Erdoğan’ın yalanları bir bir ifşa oluyordu; işte o yalanların kısa bir dökümü:[236]
“ÇEVRECİNİN DANİSKASINDAN” AĞAÇ YALANI | Gezi Parkı’ndaki yıkıma gösterilen tepkilere “bizim iktidarımızda 2.5 milyar ağaç dikildi, biz çevreciyiz” diye yanıt veren Erdoğan’ın yalan söylediği ortaya çıktı. Resmi verilere göre, son 10 yıllık dönemde ağaçlandırılan sahaların toplam büyüklüğü ve dikilebilecek ağaç miktarı hesaplandığında dikilen ağaç sayısının kesinlikle Erdoğan’ın verdiği rakama ulaşmadığı görülüyor. Orman Genel Müdürlüğü’nün, yıllar itibariyle orman tesis çalışmaları istatistiğine göre 2003- 2012 kesitinde kamu ve özel, ağaçlandırma yapılan alanın toplam büyüklüğü 438 bin 732 hektar. Türüne göre, bir hektar alana en fazla 2 bin fidan dikilebilir. Bu durumda, 10 yılda dikilen ağaç miktarı en iyimser tahminle 877 milyon adet. Yani Erdoğan’ın dediği rakamın ancak üçte biri kadar. |
CAMİ’DE İÇKİ İÇTİLER YALANI | Başbakan Erdoğan Ankara Esenboğa Havalimanı’nda yaptığı konuşmada Gezi Parkı protestoları sırasında eylemcilerin Dolmabahçe Bezm-i Âlem Valide Sultan Cami’ne bira şişeleriyle girdiğini ifade etti. Polisin müdahalesi nedeniyle biber gazı ve tazyikli sudan etkilenen eylemcilerin camiye bira şişeleriyle girdiği ve içki içtiği yönündeki iddialara cami müezzini daha önce reddetmişti. Konuyla ilgili açıklama yapan Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii müezzini Fuat Yıldırım, “Burada içki içilmedi. Eylemciler buraya sığındıktan sonra içki içen görselerdi zaten kendileri dışarı atardı,” demişti. Cami imamı ise yaşananları şöyle anlatmıştı: “Polisin kovaladığı büyük bir grup kapıları zorlayarak içeri girdi. Engellemeye, kapıyı kapatmaya çalıştık ama başaramadık. Bu iki günlük süre içinde yaralılar tedavi edildi. Polis gazından kaçanlar camiye sığındı. Caminin içindeki kameralar kırıldı. Grupla polis arasında arabuluculuk yaptım. Polisin çekilmesini sağlayıp grubun dışarı çıkmasına yardımcı oldum. Lütfen bu olaylar bitsin. Sükunet gelsin” dedi. |
“TÜRK BAYRAĞINI YAKMA” YALANI | Erdoğan TRT Haber’in “Ankara’da bayrak yakıldı,” diyerek duyurduğu ancak görüntülerin yıllar önce İstanbul’da çekilen bir görüntü olduğu kanıtlanan yalanı ağzına dolayarak halkı tahrik etmeye çalışıyor. |
“TÜRBANLI BACILARA SALDIRI” YALANI | Erdoğan Taksim’de ve Gezi Parkı’nda “Türbanlı bacılarımıza saldırdılar” dedi, ancak 15 güne yakın zamandır süren eylemlerde değil Taksim’de, Gezi’de ülkenin hiçbir noktasında türbanlılara saldırı olmadı, tam tersine eylemlere birçok türbanlı kadın da katıldı. Kabataş yalanı da yerle yeksan oldu. |
“VATANDAŞLARIN ARAÇLARINA KADAR HERKESE SALDIRI” YALANI | Gösterilerde halkın mal ve can güvenliğine kast edenin polis olduğu tüm kamuoyunun bildiği bir gerçek olmasına rağmen Erdoğan yine eylemlere katılanları suçladı. Benzer suçlamalar sosyal medyada defalarca denendi. “Gezi’de türbanlılar taciz ediliyor” yalanından “Göstericiler esnafa saldırıyor” yalanına kadar bir çok tahrik girişimi denendi ve tutmadı. |
“BAŞKOMİSERİMİZİN DAHA DOĞMAMIŞ BEBEĞİ YETİM BIRAKILDI” YALANI | Erdoğan Adana’da beş metreden düşerek ölen baş komiser için de halkı suçladı. Oysa tüm devlet kurumları ve olayın tanıkları polisler ve hatta polisin ailesi baş komiserin kaza sonucu düştüğünü kabul ediyor ve “siyasete malzeme yapmayın,” diyor. |
“WALL STREET OLAYLARI’NDA 17 KİŞİNİN ÖLÜMÜ” YALANI | Başbakan Erdoğan’ın AB toplantısında yaptığı “Wall Street olayları’nda biber gazıydı, 17 kişinin ölümüydü, hepsi oldu” sözlerine, ABD Büyükelçiliği hesabından yanıt geldi. Başbakan Erdoğan, AB Bakanlığı’nın Swiss Otel’de düzenlenen, ‘Küresel Sorunlar Karşısında Türkiye ve Avrupa Birliği İçin Ortak Gelecek’ konulu konferansta, Gezi Parkı’ndaki polis şiddetine ilişkin, “Bize ders vermeye gayret edenler Wall Street olaylarına nasıl bakıyorlar? Orada biber gazıydı, 17 kişinin ölümüydü, hepsi oldu. İngiltere ve Fransa’da, Almanya’da, Yunanistan’da çok daha büyükleri yaşandı,” demişti. Kısa bir süre önce, ABD Büyükelçiliğin resmi Twitter hesabından bu konuda bir açıklama geldi. ABD Büyükelçiliği’nin attığı Tweet’te ‘US Occupy Wall Street/ Wall Street’i İşgal Et’ hareketi ile ilgili raporlar yanlıştır. Bu harekete istinaden hiçbir polis müdahalesi ölümle sonuçlanmamıştır” denildi. Yani Erdoğan, iktidarının bekası için hangi dala tutunmaya çalıştıysa da, hangi yalana sarıldıysa da yandaş medyasına, avantacı, ihaleci yeşil sermayesine rağmen hepsi elinde kaldı. |
Şimdi çok öncelerdeki bir soruyu hatırlayalım!
“Başbakan, ekranda gördüğü Türkiye’den memnun mu acaba?
İstanbul’daki Beyrut manzarasından hoşnut mu?
Türkiye’nin bir polis devleti görüntüsüne büründüğünü görmüyor mu?
Taksim’e bakıp “Gaz sıkıp hepsini temizledim” diye övünüyor mu?”[237]
Bu soru(n)lara “Evet” yanıtı vermek mümkünken; dönemin AKP Kütahya Milletvekili Prof. Dr. İdris Bal’ın yaptığı ‘Avrasya Global Araştırmalar Merkezi’nin araştırmasında Gezi olayları için “stratejik hata yapıldı” denilirken;[238] “Projede halka danışılmamasını, çevreci duyarlılıkla parkı sahiplenenlere müdahâlenin şekli” eleştiriliyordu.[239]
Ayrıca adı yolsuzluk ve rüşvet iddialarına karıştıktan sonra AKP tarafından “aklanan”, internette yayınlanan bir ses kaydında “Bu Bakara iyi makara” diyerek Kur’an’la dalga geçtiğinden söz edilen Egemen Bağış, İtalyan’daki ‘La Republica’ya röportajında, “Sosyal medya üzerinden seferber olmayı öğrenmiş, kendi sesini ve değişim getirme kapasitesini keşfetmiş kitleleri susturamazsınız,” dedi ve daha sonra da röportajını yalanladı.[240]
Nihayet eski İçişleri Bakanı AKP’li İdris Naim Şahin, Gezi eylemleri için “demokrasi buluşması” dedi.[241]
Elbette bu “muhalifleri” ciddiye almamakta yarar vardır; çünkü onlar; -Jack London’ın, “Kılıçla yükselenler yine kılıçla düşer,” ifadesindeki- AKP’nin reddi değil, restorasyonudurlar sadece! Ve iktidarın suç bilançosunun paydaşlarıdırlar.
IX) KENDİNDEN MENKUL “İDDİALAR”
Gelelim Gezi/ Haziran’a ilişkin kendinden menkul “iddialar”a!
Gezi/ Haziran, Cumhuriyet tarihinin büyük direnişlerinden birisi olarak tarihe geçti.
Herkesin farklı “anlamlar” yüklediği hâle ilişkin olarak abartılı bir iyimserlik de, karamsarlık kadar işlevsizdir; gerçekçi olmak, direnişe sahip çıkarak genellemelerden uzak durmak en iyisi. Tıpkı Benedictus De Spinoza’nın, “Aşırı değer verme ve küçümseme her zaman kötü duygulardır,”[242] uyarısındaki üzere…
Mesela; “Gezi’ye katılanların ortak simgesinin kalpaklı Mustafa Kemal bayrağı olduğunu hatırlayalım. Temel ideolojik konumları Cumhuriyetçiliktir. Gezi mitingleri de, Türkiye’nin Cumhuriyetçi ve demokrat insanlarını bir araya getirmiştir. Zira, Cumhuriyetçi, aslında demokrattır; çünkü aydınlanmacıdır,”[243] toptancılığındaki gibi…
Coğrafyamızın örgütsüz, kendiliğinden bir sınıf kalkışması olarak görülmesi gereken Gezi/ Haziran’ın başat öğesi emekçi niteliğidir.
Onlar “Beyaz Yakalılar” mı? “Beyaz Yakalılar” da ücretli; hayatlarını kafa emeğini satarak kazanan insanlar yani işçi değil mi? Hem Friedrich Engels açıkça, “Emeğini satan herkes işçidir,” demez mi? O hâlde?
Peki emekçiler dışında kim katılmıştı Gezi/ Haziran’a? Gençler/ öğrenciler… Onlar da yarın ki işçi sınıfının yedek emek ordusudur değil mi?
Şimdi bu yapısal özelliği “Mustafa Kemal bayrağı”na, “Cumhuriyetçilik”e bağlamaya kalkışmak nasıl mümkün olabilir?
Hayır ne bu mümkündür ne de AB Komisyonu Başkanı Barroso’nun, “Gezi insanları günlük hayatını etkileyen kararlarda söz sahibi olmak isteyen canlı bir sivil toplumun hikâyesi. Reformlarla büyüyen bu çocuklar sonuçta seslerini yükseltiyor,” tespiti![244]
Mesele Kemalizm’i de, “Sivil Toplumculuk”u da aşan bir yerdedir; Martin Luther King’in, “Kapitalizm iktisadi kaynakların düzenli akışına izin vermez. Bu sistemde küçük bir ayrıcalıklılar grubu tahayyül edilemeyecek ölçüde zenginken, geri kalan herkes şu ya da bu düzeyde yoksuldur. Sistem böyle işler. Ve sistemin kuralları değiştirmeyeceğini bildiğimize göre, sistemi değiştirmek zorundayız,” diye tarif ettiği koordinatlarda…
Ne reklamcı yazar Ateş İlyas Başsoy’un, “Türkiye’de siyasetsiz ve faydacı seçmen kitlesinin sonu iddiası”dır;[245] ne “Gezi olaylarında gözünü yitirenler, CHP Belediye Meclis üyeliklerine aday gösterilecek,”[246] siyasal pragmatizminin ucuzluğu; ne de Soros’cu bir “komplo”!
IX.1) “KOMPLO YAYGARALARI”
Gezi/ Haziran’ın akabinde Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “olayların” Türkiye’nin itibarı açısından çok fazla olumsuz etkisi olduğunu belirtip: “Türkiye’nin dış algısında ciddi bir hasar meydana geldi. Bu hasarın öyle hemen toparlanabilecek bir hasar olduğunu düşünmüyorum. Algı bozulduğunda o algı yatırımcı kararlarına etki ediyor,” demişti.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç da, “Türkiye’de her şey olumlu noktada zirve yapmışken, en büyük yatırımlar başlamışken, faizler düşüp enflasyon yerlerde sürünürken, Türk parası kıymetlenip şaha kalkmışken,” Gezi’nin Türkiye üzerinde soru işaretleri yarattığından şikâyet etmişti ve Türkiye’nin imajı, bile isteye yerle bir edilmişti.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da yükselen bir ülkeyle ilgili bir imaj operasyonu yapıldığından dem vurup, uluslararası basındaki belli odakların Türkiye’nin bir imaj kirlenmesi yaşamasını istediğini dile getirmişti.
Başbakan Erdoğan başta olmak üzere AKP ile AKP yanlıları Gezi hareketinin iç ve dış mihrakların elbirliğiyle hükümeti devirme, Türkiye’yi karanlığa sürükleme girişimi olduğu görüşünde hemfikirdiler![247]
Özetle Gezi/ Haziran’ı, Soros’cu bir “komplo” olarak “lekelemeye” kalkışan AKP zihniyeti; Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 2018 yılında 12. sınıflar için hazırlanan “Çağdaş Türk ve Dünya Tarihi” başlıklı kitapta Gezi/ Haziran direnişinin “Hükümeti devirmek için düzenlenen uluslararası komplo,” göstermeye kalkışıyordu![248]
James Madison’un, “Tiranlık ve baskı bu ülkeye gelecekse, bu yabancı düşmana karşı savaşmak kisvesi altında olacaktır,” ifadesindeki üzere “yabancı komplo” tezgâhına sarılanlar Gezi/ Haziran’ın, “Kapansın el kapıları,/ bir daha açılmasın./ Yok edin insanın/ insana kulluğunu./ Bu davet bizim,” dizelerindeki Nâzım Hikmet’in yoldaşları olduğundan bi haberdi!
IX.1.1) ONLARIN ZIRVALARI!
Albert Camus’nün, “Demokrasi çoğunluğun gücü değil, azınlığın korunmasıdır,” deyişiyle altını çizdiği gerçeği kavramayan Erdoğan (ile AKP), “Bilinç başkaldırıyla doğar,”[249] gerçeğinin kanıtı Gezi/ Haziran ile yüzleşmek zorunda kalıp; yalan(lar)a sarıldılar!
Mesela Özcan Tikit, “Gezi’nin sanıldığı gibi bir demokrasi arayışı olmadığı somut şekilde görüldü. Gezi’nin sandık yoluyla iktidara gelemeyenlerin ‘demokrasiden vazgeçiş’ eylemi olduğu iyice anlaşıldı. Ayaklanmayı sessiz sedasız izleyen milyonlar da bu gerçeği görüp ona göre pozisyon aldı. Neticede de olay eşyanın tabiatına uygun şekilde noktalandı. Demokrasi kendini savundu… Gezi’den 1 ay sonra ve biraz da Gezi’den alınan ilhamla Mısır’da yapılana bakalım…”[250] derken; Abdülkadir Selvi de ekliyordu:
“Belli ki, bir Sisi de bizde çıksa şu Tayyip’i devirse rüyaları görüyorlardı. Mısır’daki darbeye heyecanlandılar, Sisi’nin katliamları karşısında suskun kaldılar. Ama Tahrir üzerinden, ‘Tayyip’e mesaj vermeyi de ihmal etmediler.”[251]
Öncelikle “Mısır mı Gezi’yi örnek aldı” (İlk “iddia” bu!)? Yoksa “Mısır’daki darbe mi Gezi’yi heyecanlandırdı” (İkinci “iddia” da bu!)
Zırva tam da budur; böyledir.
Ayrıca “demokrasi kendini savundu” denilirken; insanların katlinden mi söz ediliyor?
Öte yandan Mehmet Ziya Gökalp’in, Gezi olaylarının… Tamamıyla önceden kurgulandığı çok belli bir senaryo çerçevesinde ortaya konmuş talimatlar fırtınası”[252] tespiti; ya da İstanbul Barosu üyesi bir grup avukat, Gezi Parkı’nın yıkılmaması mücadelesini haberleştiren 10 gazete ve 12 internet sitesini, “Hükümeti devirme gayretiyle toplumu maniple edecek kasıtlı haberler,” yaptıkları iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na şikâyeti;[253] veya “Ortak düşman Erdoğan’dı. Bugüne kadar kamuoyunu ona karşı harekete geçiremeyenler, darbe yapamayanlar, önünü kesemeyenler, Türkiye toplumuyla gönül bağını kurutamayanlar yeni senaryolar deniyordu,”[254] söylenceleri demogojik manipülasyonlardan başka bir şey değildi!
Ayrıca Başbakan Erdoğan’ın, batılı ülkeleri suçlayıp, “Bugün Mısır yarın Türkiye,”[255] diye haykırdığı tabloda Hilâl Kaplan’ın, “Gezi, 27 Mayıs’tan bu yana varolan mücadelede ‘ille de bürokratik oligarşi olsun, ister askerî ister F-tipi olsun’ diyenlerin kendilerine verdikleri isimdir”;[256] Yasin Aktay’ın, “Demokrat, tarafsız, hakkaniyetli gibi görünen birçok gazetecinin, sanatçının, ilerleyen saatlerde bile yangına körükle giden, olayı kışkırtan tavırlarının ağaç hassasiyetiyle veya hükümetin otoriterliğiyle hiç ilgisinin olmadığı çok açık. Onlar bu olay vesilesiyle Taksim’den Tahrir’e yol aradılar. Oysa Taksim’den bu yürüyüşle Tahrir’e değil Harbiye’ye gidilir, o yol da artık kapalı”;[257] Erol Kurubaş’ın, “Ülke Batı’nın tazyiki altında kaldı! Batılı hükümetler, başbakanlar, sözcüler, atıp tutmaya başladılar. Taksim Tahrir’di,”[258] kinayeleriyle Gezi/ Haziran’ı “darbeci” olarak sunmaya kalkıştığı nafile gafletin, “Çamur at izi kalır”cı yalandan başka hiçbir malzemesi yoktu; Honoré de Balzac’ın, “Yalancılık meslek dalı ilan edilmeli artık, o kadar çok ustası var ki,” deyişindeki üzere…
Bu kadar da değil! Mehmet Ziya Gökalp’in, “Gezi akademisinden neler öğrendik? Taksim dayanışmasının, Taksim dayatması olduğunu;… Cinin lambadan çıktığını öğrendik”;[259] Salih Tuna’nın, “Sivil dikta dediler; sivil darbe yapmak için her türlü tezviratı yaptılar. Bunlar kendilerine demokrat. Bunlar kedilerinin dışında kimseyi düşünmeyecek kadar bencil. Bunlar halkların, kardeşliğin, barışın düşmanı… Bunlar ikiyüzlü, riyakâr; çünkü bunlar sahtekâr mahlûklardır. Bunlar faiz lobisinin, Neo-Conların, vesayetçi İstanbul sermayesinin işbirlikçisidirler,”[260] türünden lağımları cephanelik olarak kullanmaya kalkışan tutumları; onların ne olduklarının da en özlü anlatımıydı!
Tüm bunların toplamı ise Gezi/ Haziran “suçlamaları” olarak karşımıza çıktı!
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosundan sorumlu İstanbul Cumhuriyet Başsavcıvekili Hasan Yılmaz, “Gezi olayları, planlı bir senaryonun ürünü”; “Sui generis, yapıya haiz odakların eylemleri”; “Kavala’nın amacı, yabancı ülkelerin silahlı müdahalesine uygun ortamı hazırlamak”; “Ülkenin başkanına karşı ayaklanmaya teşvik eden tiyatro oyunu”; “Gezi Parkı projesi 2011 yılında başladı,”[261] deyiverdi!
Şimdi burada Soros hikâyesine ilişkin bir parantez açmak gerekiyor!
IX.1.2) SOROS HİKÂYESİ
1970’li yıllarda kapitalizmin yaşadığı büyük kriz, neo-liberalizm dediğimiz ve sosyal devleti tasfiye edip hayatın her alanını piyasalaştırmayı hedefleyen bir anlayışı tüm kapitalist dünyada egemen düşünce hâline getirdi. Neo-liberalizmin “kurucu babaları” ise Mont Pelerin Cemiyeti’nin üyeleri Friedrich Hayek, Ludvig Von Mises, Milton Friedman’dı. Yani kuruluşunun üzerinden geçen 35 senenin sonunda cemiyetin fikirleri iktidar olmayı başarmıştı.
Cemiyet’in başka bir üyesi olan Karl Popper hayatını Marksizmi çürütmeye adamıştı. Bir bilim felsefecisi olan Popper bir yandan Marksizmin bilim olmadığını ispatlamaya çalışırken, öte yandan da “Açık Toplum ve Düşmanları” adlı kitabıyla Marx’ın Hegel ve Platon’la birlikte totaliter rejimlerin fikir babası olduğunu iddia ediyordu.
Onun öğrencilerinden ve hayranlarından biri olan George Soros adlı bir Macar finans spekülatörü, Popper’in kitabının isminden esinlenerek 1984’de “Açık Toplum Vakfı”nı ilk kez Macaristan’da kuracak, sonrasında da dünyanın birçok ülkesine bu vakıf ağını yerleştirecekti.
Soros’un adının ve vakfının esas popüler hâle gelmesi ise 2000’lerin başındaki “renkli devrimler” adı verilen toplumsal hadiselerle birlikte olacaktı. Gürcistan, Ukrayna, Sırbistan gibi ülkelerdeki “otoriter rejimler”e karşı başlayan isyanları ABD, AB ve bunlara bağlı sayısız örgütle birlikte Soros’un vakfı da destekledi ve fonladı. Eylemcilerin eğitilmesinde, yayınlarının ve eylemlerinin finanse edilmesinde, uluslararası bağlantıların kurulmasında Açık Toplum Vakfı büyük bir rol oynadı.
Soros’un ve Açık Toplum’un etkinliği “zamanın ruhu”na çok uygundu. 90’ları ve 2000’lerin ilk on yılını kapsayan Sovyet-sonrası küresel çağda, kapitalizmle demokrasi arasında bir özdeşlik kuruluyor, kapitalizmin tüm dünyaya refah, barış ve özgürlük getireceği iddia ediliyordu. Soros ise küreselleşmenin ideolojisinin tüm dünyaya yayılmasında özellikle sivil toplum alanındaki faaliyetleriyle ve renkli devrimler aracılığıyla önemli bir rol oynuyordu.[262]
3 Kasım 2002’de AKP’nin iktidara gelişi, o süreçte Sırbistan, Ukrayna ve Gürcistan’da yaşanan “renkli devrimler”den ayrı bir şekilde değerlendirilemez, AKP’nin iktidara gelişi açıkça bir “renkli devrim”dir.
Emperyalizmin küresel sistem açısından kullanışsız hâle gelen yönetimlerin yerine daha kullanışlı aktörler bulma arayışı ile Türkiye’de düzenin istikrar arayışının çakışmasının sonucu AKP iktidar olmuştur.
Diğer ülkelerden farkı ise iktidara geliş biçimidir. Türkiye’nin “renkli devrim”i bir halk ayaklanmasıyla değil, sandık aracılığıyla gerçekleşmiştir. Ancak süreç boyunca yaşananlar, Ecevit hükümetinin başına gelenler, ABD’yle yapılan görüşme ve pazarlıklar, Kemal Derviş vakası vs. ortada bir müdahale ve yönlendirme olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Türkiye’ye özgü bu “renkli devrim”le birlikte AKP, Kemal Derviş’in ekonomik programını devam ettirmiş, IMF politikalarına bağlı kalmış, özelleştirmeleri tamamlamış, taşeron ve güvencesiz çalışmayı kural hâline getirmiş, yani neo-liberal reçeteyi uygulamış, bunları yaparken de yarattığı “sadaka mekanizmaları” ile bir sosyal patlamayı önlemiştir. Kapitalist sistem açısından bundan daha iyisinin bulunmayacağı açıktır.
Öte yandan dış politikada da ABD, AB, İsrail ekseninde kalınmış, Afganistan ve Irak işgallerine destek verilmiş, NATO’da etkin bir rol üstlenilmeye çalışılmış, “Arap Baharı”nda ve Suriye’ye yönelik saldırıda emperyalizmin koçbaşı olunmuştur.
Tüm bunlar yapılırken ise “demokratikleşme” adı altında ve Batı’nın büyük desteğiyle devlet dönüştürülmüş, Ergenekon ve Balyoz operasyonları aracılığıyla büyük bir tasfiyeye girişilmiş, hükümet olmaktan devlet olmaya geçilmiş ve adım adım yeni bir rejim inşa edilmiştir.
Bu süreç boyunca hem Soros hem de onun Türkiye’deki uzantıları ve liberaller iktidarın arkasında durmuş, onu “demokratikleşme” ve “sivilleşme” adı altında desteklemişlerdir. Ancak özellikle 2013’ten itibaren iktidar partisi rejim inşasını hızlandırmaya başlamış, Soros uzantıları ve liberaller ise önce Gezi’nin gerçekleşmesi, sonra da “çözüm süreci”nin bitişiyle birlikte iktidara verdikleri desteği çekmişlerdir, zaten iktidarın da bu desteğe ihtiyacı kalmamıştır.
AKP iktidarı dünyadaki sağ popülist rejimlerin yükselişine paralel bir şekilde, yani küresel konjonktürü kullanarak kafasındaki rejimi daha kolay hayata geçirebilmiş, devletteki dönüşümü tamamladıktan sonra ise “demokratikleşme” masalından vazgeçmiştir.
Dolayısıyla, Türkiye’nin “renkli devrim”i Gezi değil, AKP’nin iktidara gelişidir. AKP önce “renkli devrim” konjonktürünü fırsat bilip devletleşmek için gereken adımları “demokratikleşme” makyajıyla atmış, sonrasında ise dinsel karakterli bir sağ popülist parti olarak kendi rejimini kurmuştur.
Gezi bu iktidara ve inşa etmek istediği rejime karşı bir isyandır ve renkli devrimlerden farklı olarak emperyalizmin ve Soros’un belirleyici olamadığı, dış güçlerden medet ummayan, bağımsızlıkçı, yurtsever bir eylemdir. Dolayısıyla kendisi “renkli devrim”le iktidara gelen ve Soros tarafından uzun yıllar desteklenenlerin “Gezi’nin arkasında Soros var” demeleri de anti emperyalizmleri ve Soros düşmanlıkları da koca bir yalandan ibarettir.[263]
Şunu net olarak ifade etmekte yarar var: Gezi Türkiye tarihinin en haklı, en meşru, en demokratik eylemlerinden biriydi. Gezi’yi kimse örgütlemedi, öfke kendiliğinden ve kimseler beklemezken patladı…
Sokakta milyonların olduğu her hadiseye birileri müdahale etmek ister, provokasyonlar, yönlendirmeler devreye sokulur, bunlar hep olmuştur, hep olacaktır. Gezi için de birileri, Sorosçular, Cemaat, ABD, her neyse, aynısını düşünmüş ve hatta denemiş olabilir, mümkündür. Ancak sokakta ortaya çıkan kolektif akıl, bu müdahaleyi minimuma indirmiş, olanca sağduyusuyla hadisenin meşruluğuna zarar verecek tek bir girişime bile izin vermemiştir.
Gezi’de bir tane bile ABD bayrağı, AB bayrağı, NATO bayrağı açılmamış, bir kere bile dış güçlere çağrı yapılmamış, bilakis eylemlere başından sonuna kadar bağımsızlıkçı, yurtsever, anti-emperyalist bir duruş damgasını vurmuştur.[264]
IX.1.3) SİLİVRİ SAVUNMALARI
Silivri’de İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki “Gezi Dava”sındaki savunmalarında Avukat Can Atalay, “Direnişin yurtdışından destek aldığı” iddialarına ilişkin olarak, “Gezi direnişi anti-faşisttir, polis şiddetine ‘Geçit yok/ No pasaran demektir. Gezi emperyalizme karşıdır. Hiçbir yabancı oyunu ile, ‘komplo’ ile izah edilemez. Bu başından beri Gezi’yi anlamama-anlayamama-anlamazlıktan gelme hâlinin devamıdır,”[265] derken; Mücella Yapıcı da savunmasında ekliyordu:
“Gezi bizim yarınımızdır, çocuklarımızın aydınlık geleceği için umut fişeğidir.”[266]
Bunlara ek olarak Tayfun Kahraman da savunmasında şunların altını çiziyordu: “Gezi öngöremediğimiz bir şey oldu. Gezi toplumun vicdanı hâline geldi. Toplumun vicdanı bazı yerlerde kabarıyordu, 1 Mayıs, Tekel, Emek Sineması, kürtaj gibi… Fakat bizlerin orada gördüğü şiddet ve Taksim’in özellikle siyasal simge olma özelliğini de eklerseniz polis şiddetiyle birleşince Gezi ortaya çıktı…
Gezi’yi büyüten unsur destek çağrıları değil, dönemin hükümetin gerilimi yatıştırmaktan uzak açıklamaları olmuştur. Gezi Direnişi yaşanan olaylarla birlikte kendiliğinden oluşmuştur. Bilinçli bir kurgu değildir. 10 milyon insana ne para yeter ne de organizasyon. İddianame başarısız bir senaryodur. Kusura bakmayın ama hiçbir senarist böyle bir protesto yazamaz…
Gezi anti-emperyalisttir. Gezi, temsil eksikliği hissedenlerin tepkisidir. Gezi barışma, kucaklaşmadır.”[267]
Ve nihayet İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Osman Kavala, “Soros İddiaları”na ilişkin soru(n)ları sıralıyordu:
“Gezi’yi benim aracılığımla Soros’un finanse ettiği iddia edilmekte ama MASAK (Mali Suçları Araştırma Kurulu) raporlarının da ortaya koyduğu üzere bu yönde bir delil ortaya konulamamıştır… George Soros’un hem Arap Baharındaki ayaklanmaları hem de Gezi’yi organize ve finanse ettiği fantastik biçimde iddianamede yer almakta, bazı siyasetçiler ve medya organları benzer değerlendirmeler yapmış ama bu konuda ne bir delil ne de bir bilimsel makale bile ortaya konulmamış… Somut olgular tahrif edilerek, fantastik bir kurgu üretilmiştir… Madem ki Soros’tan talimat alarak tüm bunları yapmışım, Gezi’yi finanse etmişim o zaman Soros’un bu davanın şüphelisi dahi olmaması bir garip değil mi?”[268]
X) GEZİ/ HAZİRAN DAVALARI (MI?)!
Friedrich Schiller’in, “Gelecek yavaş geliyor, şimdiki zaman uçuyor ve geçmiş sonsuza dek duruyor,” saptamasıyla müsemma Gezi/ Haziran’ın maruz kaldığı şiddet (ve hak ihlâlleri) ayan beyan ortadayken; davalar traji-komik bir tulûattan başka bir şey değildi.
Gezi/ Haziran Direnişi’nde polis şiddetiyle yaralanan, sakat kalan ve yaşamını yitirenlerin dosyalarında kayda değer ilerleme sağlanamayıp; dosyalar sumen altı edildi.[269]
Protestolarda öldürülenlerin yakınları ve avukatları, dava süreçlerindeki hukuksuzluğa dikkat çekerken; Taksim Dayanışması, “Hiçbir toplumun böylesi bir adaletsizliğe daha fazla tahammül edemeyeceğini biliyor ve uyarıyoruz. Adalet talep ediyoruz,” diye haykırıyordu.
Mimarlar Odası eski Genel Sekreteri Mücella Yapıcı ise, “Gezi direnişi süresince yaşanan devlet şiddetinin uygulayıcısından, emir verenine tüm sorumlulardan hem hukuken hem de toplumsal olarak hesap sorulması düne değil geleceğimize ilişkin bir yükümlülüktür. Hâlâ hiç utanmadan ve sıkılmadan 14 yaşında bir canın anısına dahi saygısızlık edebilenlerin karşısına dikilip Berkin Elvan’ın katillerinin ‘cezasızlık’ ile ödüllendirilmesine engel olmak görevimizdir. Hiçbir toplumun böylesi bir adaletsizliğe daha fazla tahammül edemeyeceğini biliyor ve uyarıyoruz,”[270] vurgusuyla ekliyordu:
“Suç işlemek için örgüt kurmuşum. Suçu işleyen, hukuka uymayan sensin. İçinde olduğum kurum seni hukuka davet ediyor, örgütü sen değil ben kurmuş oluyorum öyle mi? Evet, Taksim Dayanışması’nın sekreteriyim. Evet, bildirilerini yazıyorum. Hepsi açık, ne var? Niye öldürdün o çocukları? İnsan halkına bunu yapar mı?”[271]
Binlerce haksızlığa maruz kalan milyonların katıldığı Gezi/ Haziran Direnişi’nde katledilenlerin davalarındaki adaletsizlikler, hukuksuzluklar hiç son bulmadı. Yıllar geçmesine rağmen kimi davalarda bir arpa boyu dahi yol alınmadı. Berkin Elvan davasında 6 yıl sonra ancak keşif yapılırken, Ethem Sarısülük davası ise 15 bin lira cezayla kapatılıverdi!
Antakya’da ODTÜ’ye destek eylemlerinde öldürülen 22 yaşındaki Ahmet Atakan’ın ailesi yıllardır adalet bekliyor.
Diyarbakır Lice’deki askerlerin açtığı ateş ile öldürülen 19 yaşındaki Medeni Yıldırım’ın davasında 5.5 yıl sonra asli delillere ulaşılabildi![272]
Bu işin bir yanıydı; diğerine gelince!
Mesela; Anayasa Mahkemesi (AYM) Avukat Onur Cingil’in Gezi Direnişi sırasındaki polis şiddeti ile toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlâl edildiğine ilişkin başvurusunu “kabul edilemez” bulup; “Kötü muamele yasağı”nın ihlâl edilmediğini savunurken, “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı’nın da ihlâl edilmediğine karar verdi. AYM, kararına dayanak olarak ise, binlerce kişinin yaralandığı olaylarda, bireysel başvuru yapan Av. Onur Cingil’in “Yaralandığına dair kanıt olmaması”nı gösterdi![273]
Mesela; Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın önünü açan Danıştay 6’ncı Dairesi’nin bu kararında, değişen üyeler etkili oldu. Yeni HSYK, 15 Aralık 2014 tarihinde Danıştay’a yine cemaatin tasfiyesi amacıyla 33 üye atadı. Bu üyelerden Mehmet Gökpınar, Ekrem Özbek ve Ramazan Özdemir’in görevlendirildiği Danıştay 6’ncı Dairesi, eski üyelerin kışla ile ilgili 2014’de verdiği iptal kararını, atandıktan sadece 3 ay sonra değiştirdi ve yapılaşmanın önünü açan karara imza attı![274]
Mesela; Gezi soruşturması, direnişin ilk günlerinde o dönemin İstanbul Cumhuriyet Savcısı Muammer Akkaş tarafından başlatıldı. Akkaş, o günlerde soruşturmaya delil bulmak için belirlediği şüphelilerin telefonlarının dinlenmesi talimatını verdi. Yüzlerce sayfa telefon görüşmesi tapesi, polis fezlekesi, polisin fiziki takip sırasında çektiği fotoğraflar ve sosyal medya paylaşımları soruşturmanın delilleri arasına girdi. Akkaş, Gezi soruşturmasını yürütürken 17-25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk soruşturmasını yürüttüğü için görevden alındı. Temmuz 2013’te Gezi Direnişi nedeniyle Taksim Dayanışması üyelerinin de yer aldığı çok sayıda isim gözaltına alındı. İfadeleri alınan isimler daha sonra serbest bırakıldı. Haklarında iddianame hazırlanan bu isimler İstanbul 33. Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılandı ve beraat etti. Dört yıl sonra raftaki dosya yeniden indirildi. Şu an FETÖ firarisi olan Akkaş’ın topladığı delillerin yer aldığı ikinci bir Gezi iddianamesi yazıldı. İddianamede16 sanığın ayrı ayrı 606 yıldan 2 bin 970 yıla kadar hapisleri istendi![275]
Hepimize Friedrich Schiller’in, “Çanta çalmak bir suç, servet çalmak bir cüret, taht çalmak ise yücelik göstergesidir. Suç büyüdükçe kabahat küçülür”; Frederic Bastiat’ın, “Yasallaştırılmış yağmanın eninde sonunda yağmacıların da aleyhine döneceğini bilmek bir bilinçlenme sorunudur,” sözlerini hatırlatan bu duruma ilişkin kimi çarpıcı verileri ardı ardına sıralarsak…
X.1) İSTANBUL, ÇARŞI, HASAN FERİT, MEHMET AYVALITAŞ
Önce İstanbul ile başlayalım!
i) İstanbul’daki Gezi Direnişi’nde gaz kapsülünün isabet etmesi sonucu ayağından ağır yaralanan ve yürümekte zorluk çeken Aydın Aydoğan soruşturmasını yürüten savcı Mehmet Selim Kiraz, şiddet uygulayan polislerin tespiti için Ulusal Kriminal Büro’ya gönderdiği görüntüleri bir yıl sonra geri istedi. 28 Ocak 2015 tarihli “Bilirkişi İncelemesinden Vazgeçilmesi Kararı” dilekçesinde savcı Kiraz, “Her ne kadar 12 Aralık 2014 tarihli karar gereğince dosyamıza bilirkişi olarak atanmış ise de iş bu karar ile bilirkişi incelemesinden vazgeçilmesine karar verilmiştir,” dedi![276]
Aydın Aydoğan’ın İstanbul Valiliği aleyhine açtığı davada, valilik mahkemeye gönderdiği bir yazıda davaların 2013 itibariyle 5 yıllık iş hacmine ulaştığını belirtti. Dava sayısındaki patlama, mahkemelere “kes – yapıştır” ile oluşturulan matbu savunmaların da nedenini ortaya çıkardı. İl Emniyet Müdürlüğü davacının ayağının gaz fişeğinden ötürü yaralandığına ilişkin delil olmadığını, “ayağının takılıp düşmesi nedeniyle de” bu yaranın oluşabileceği savunuldu![277]
Polisin attığı biber gazı kapsülüyle bacağından yaralanan Aydın Aydoğan, kendisini yaralayan polislerin bulunamaması ve dosyanın ‘Faili Meçhul Suçlar Bürosu’na gönderilmesine itiraz etti. Aydoğan, soruşturmanın Faili Meçhul Suçlar Bürosu’na gönderilmesinin nedenini öğrenmek amacıyla 2 Ekim 2017’de savcılığa gitti. Savcının sözlü olarak bilgi vermemesi üzerine Aydoğan dilekçe vererek, “Hakkımda soruşturması yürütülen toplumda ‘Gezi Davası’ olarak bilinen 2016/12677 dosya No’lu soruşturmadaki polis memurları hakkında İstanbul 1. İdare Mahkemesi soruşturmanın devamına karar vermiştir. Bunun gerekçelerini savcılık makamınızdan öğrenmek istiyorum,” dedi.[278]
Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında da, Gezi eylemine katılanlar için söylediği sözler nedeniyle suç duyurusunda bulunan Aydın Aydoğan, şimdi, ne zaman adliyeye gitse gözaltına alındığını, polislerce darp edildiğini belirterek ekledi; “Başvurum takipsizlikle kapatıldı. İstanbul 10. Sulh Ceza Hâkimliği, mahkeme masraflarının da benden tahsil edilmesine karar vermiş. 6 Şubat’ta adliyeye gittim. İki sivil polis beni takip ediyordu. Mahkeme masrafının ne kadar olduğunu ve neden benden tahsil edildiğini öğrenmek için kaleme girdim. Yargıç oradaymış, ‘Bize hesap mı soruyorsun’ deyince polisler beni ite kaka dışarı çıkardılar. O sırada yere düştüm ve başımı yere vurdum. ‘Akıllı ol. Dua edin nefes alıyorsunuz, seni de etrafındaki herkesi de toza çeviririz’ diye tehdit ettiler. Gözaltına alındım. Akşam altı gibi bırakıldım. Bu olay hakkında da suç duyurusunda bulundum ama ailemle ilgili tedirginim, korkuyorum. 3 çocuğum var. Bizlere vebalıymışız, potansiyel suçluymuşuz gibi davranılıyor. Neden? En baştaki kişi bizleri terörist olarak tanıtıyor çünkü. Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yaptım. Oradan da bir şey çıkmazsa sayın Erdoğan’ın hakaretlerini AİHM’e taşıyacağım”![279]
ii) Gezi’de polisin attığı gaz fişeği ile tek gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya davasında yeni gelişmeler yaşandı. Dosyasında hatalar yapıldığı ve dosyanın “faili meçhul” yapılarak kapatılmak istendiği ortaya çıktı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosunun, 2 Mayıs’ta polisler hakkındaki “ek kovuşturmaya yer yoktur” kararını Sarıkaya’nın eski adresine tebliğ etmesiyle başladı. Ardından posta görevlisinin, 15 Mayıs 2017 tarihi kaşesi yerine 15 Nisan 2017 kaşesini basmasıyla Sarıkaya karara itiraz süresini kaçırdı![280]
Erdal Sarıkaya’nın epikriz raporları “buhar oldu”. Çapa Tıp Fakültesi “teslim ettik”, mahkeme “almadık” diyor. İstanbul 9. İdare Mahkemesinin Gezi Parkı gösterileri sırasında polisin attığı biber gazıyla sağ gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın epikriz raporlarını istediği Çapa Tıp Fakültesi, evrakların mahkemeye teslim edildiğini söylüyor. Ancak ne belge ne de belgeyi teslim alan memur ortada yok![281]
iii) 1 Haziran 2013’teki Gezi eylemleri sırasında Taksim’deki İngiliz Konsolosluğu önünde başından gaz kapsülüyle ağır yaralanan 25 yaşındaki Okan Göçer, vurulduktan sonra sol kulağı işitme yetisini kaybedip, aylarca iş bulamadı. Bu nedenle de üniversiteyi de bırakmak zorunda kaldı. Bacağındaki arter damarı da tıkanan Göçer’in sigortası olmadığı için tedavisi bir süre yarıda kaldı. Daha sonra ağabeyinin, sigortasını dışarıdan ödemesi sayesinde tedavisine kaldığı yerden devam edildi. Soruşturmada cezasızlığın sürdüğünü ifade eden Göçer’in avukatı Emine Erel de ulaştıkları görüntüde Okan’ı vuran ekibin belli olduğunu, fakat gaz kapsülünü atan polisin kim olduğunun belli olmadığını ifade ederek, “Soruşturmaya dair bir gelişme olmuyor. Bizim gibi 300 soruşturma daha var. Tümü tek dosya altında birleştirildi. Tüm şüpheli polislerin bu şartlar altında incelenmesi imkânsız. Bu birleştirmenin cezasızlık için yapıldığını düşünüyoruz,” dedi![282]
iv) Gezi Parkı Direnişi’nin başladığı 30 Mayıs 2013’te ağaçların kesilmesini engellemek isteyen yurttaşlar tarafından parkın içine kurulan çadırları yaktıkları iddiasıyla yargılanan 7 zabıta, “görevi kötüye kullanma” ve “kasten yangın çıkarma” suçunu işlediklerinin ispatlanamadığı gerekçesiyle beraat etti![283]
v) Gezi Direnişi’nde Fındıklı’daki polis müdahalesinde omurgası kırılan C. Ö.’nün İstanbul İdare Mahkemesi’nde İçişleri Bakanlığı’na açtığı tazminat davasında, bakanlık Hukuk Müşavirliği’nden “Her makul insan önlem alır,” savunması geldi. Bakanlık savunmasında, C. Ö.’nün polislerce dövülüp omurgasının kırılmasını tedbir almadan olaylarında merkezinde olmasına bağlayarak, kusurun kendisinde olduğunu savundu. Bakanlık talep edilen 10 bin TL tazminat talebinin fahiş olduğunu, sebepsiz zenginleşmeye neden olacağını belirtti![284]
vi) Gezi’nin birinci yılında haber takibi yapan ve bu esnada polisler tarafından darbedilen ‘Evrensel’ Gazetesi muhabiri Erdal İmrek’in şikâyetine “Kovuşturmaya yer olmadığı” yanıtı verildi![285]
vii) Gezi Direnişi’nin simgelerinden “Sapanlı Teyze” Emine Cansever hakkında tamamlanan iddianamede -Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD), Halkın Hukuk Bürosu ve 150 kişinin tutuklanmasına neden olan!- gizli tanık Berk Ercan’ın tek cümlelik ifadesi var: “Halk Cephesi’nin düzenlediği eylemlere katılır”![286]
viii) Gezi Parkı gösterileri sırasında polis müdahalesini protesto etmek için Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’nda eylem yapan 41’i avukat 44 kişi hakkında dava açıldı. Avukatlar hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa Muhalefet suçundan 3 yıla kadar hapis cezası istendi![287]
ix) Gezi Direnişi sırasında ekmek almaya giderken polis tarafından gaz fişeğiyle vurulan 14 yaşındaki Berkin Elvan’ın yaşamını yitirdiği gün, Avcılar Gezi Dayanışması, Marmara Caddesi’nde protesto eylemi yaptı. ÇHD Genel Merkez yöneticisi avukat Gökmen Yeşil, avukatlar Zülfükar Erden ve Turan Hançerli de olası hak ihlâllerine karşı hukuki destek vermek üzere olay yerine gitti. Polis, yürüyüşe izin vermeyerek, eylemcilere gazla müdahale etti. Bazı göstericiler gözaltına alındı. Müdahaleden iki buçuk yıl sonra, üç avukat dahil 9 kişiye dava açıldı. Erden ve Hançerli 6 yıl, Yeşil ise 9 yıl hapis istemiyle yargıç karşısına çıkacak. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan iddianamede, avukatlar Gökmen Yeşil ve Turan Hançerli’nin, yasadışı toplanan ihtara rağmen yürüyüşe geçen grubun içerisinde bulunduklarının tespit edildiği ifade edildi. Yeşil’in ayrıca, güvenlik güçlerinin müdahalesi sırasında koşarak yerdeki yeni atılmış gaz kapsülünü ayağı ile tekme atarak, görevli çevik kuvvet ekibine doğru fırlattığının görüntülendiği belirtildi![288]
x) Gezi eylemlerinde 1-2 Haziran 2013’te polisin orantısız müdahalesinden kaçanların sığındığı Dolmabahçe Bezm-i Âlem Valide Sultan Camii’nde içki içildiği iddiaları ve yaralılara tıbbi müdahale edilmesiyle ilgili 255 kişi hakkında açılan davada 14 sanık daha hâkim karşısına çıktı. Davanın 3. gününde savunma yapan Furkan Bülent Ongan, sıkılan biber gazından etkilendiği için polise sığındığını belirterek, “Toplu hâlde gözaltılar yapılıyordu. Beni de çekiştirdiler. Ne olduğunu sorunca ‘Yanlış zamanda yanlış yerdesin’ diyerek gözaltına aldılar,” dedi![289]
Aralarında iki doktor ile Dolmabahçe Bezm-i Âlem Camii’ne sığınan göstericilerin de bulunduğu 255 sanıklı “Gezi davası”nın 47. celsesi Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayı’ndaki İstanbul 55. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Dönemin Dolmabahçe Bezm-i Âlem Camii imamı Halil Necipoğlu ile caminin temizlik görevlisi Yaşar Tüylü “tanık” olarak ifade verdi. İmam Halil Necipoğlu, “Cami içerisinde alkol kullanan herhangi birisi görmedim,” dedi![290]
Dolmabahçe Bezm-i Âlem Valide Sultan Camisi’nde polisin orantısız müdahalesi sonucu ağır yaralanan kişilere tıbbi yardımda bulundukları gerekçesiyle yargılanan hekimlerin İstanbul 55. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davasında -insanları öldüren polis şiddeti cezasız kalırken- 244 direnişçi 2 ay ile 1 yıl 2 ay arasında değişen hapis cezasına çarptırıldı![291]
xi) Gezi protestolarında polisten aldığı darbeyle bir gözünü yitiren akabinde de işinden olan servis şoförü Hakan Yaman, Sancaktepe’de saldırıya uğramasının üzerinden 15 ay geçmesine rağmen olayın faillerinin hâlâ tespit edilemediğini ve dava açılamadığını dile getirdi!’[292]
xii) Gezi Direnişi sırasında İstanbul’da Talimhane’de eylemcilere palayla saldırmaktan yargılanan Sabri Çelebi’nin davasında tanık olarak dinlenen polislerle palalı saldırgan birbirine düştü. İstanbul 53. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmada Polislerin, Çelebi’nin kendilerine de saldırdığını iddia etmesi üzerine tutuksuz yargılanan Çelebi, polislere “Senin DHKP-C ile bir alâkân var mı?” diye seslendi![293]
Bir de çArşı mevzusu vardı…
Bilindiği üzere Gezi eylemlerine katıldıkları gerekçesiyle Beşiktaş’ın taraftar grubu çArşı’nın yöneticileri hakkında “hükümeti yıkmaya teşebbüs” iddiasıyla açılan davada aralarında çArşı liderlerinin de bulunduğu 35 kişi hakkında müebbet hapis cezası isteniyor.
Dünyada ilk kez bir taraftar grubu darbecilikle yargılanırken, balık pazarındaki restoranın garsonundan, kahvaltıcılar sokağı müdavimine, Ihlamurdere sakininden Köyiçi esnafına kadar herkes üç aşağı beş yukarı aynı değerlendirmede bulunuyor: “Dava komik, kısa bir süre sonra Türkiye bunu bir utanç madalyonu gibi göğsünde taşıyacak.” Semtin birikimi, “muktedirin” okuması için mahalle diliyle “Böyle başa, böyle tarak” misali bir dipnot iliştirmeyi de ihmal etmiyor: “Üç kornerden bir penaltı yaratmaya çalışmayın, ofsayta düşmeyiz. Bu dava sadece çArşı’nın değil, hepimizin!”[294]
Evet “darbe teşebbüsü” iddiasıyla çArşı’dan 35 kişiye açıldı. çArşı kurucularından Cem Yakışkan duruşma öncesinde (15 Aralık 2014’de) “Darbe gücümüz yok, olsaydı da Beşiktaş’ı şampiyon yapardık,” derken;[295] çArşı davasının temelinde bir polis memurunun çArşı’nın yürümek için para aldığı iddiası vardı. Başka da delil yoktu. O polisin telefondaki asılsız iddia ve iftirası, gözaltına hatta hakkınızda müebbet istenmesine dayanak olabiliyordu. Dosya o kadar özensizdi ki, sözü edilen para 25 bin TL’di! Bu para bazı yerlerde 24 bin olarak geçiyor; sonra yeniden 25 bine yükseliyor. “İnsanlar hakkında 49 sene istemişsiniz bin liranın ne önemi var değil mi! Bu da Türk hukuk istemi işte!”[296]
Sonra da Mehmet Ayvalıtaş…
Gezi Direnişi’nin ilk kaybı 20 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş’ın davası, aile için ıstıraba dönüşmüştü. Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 25 Mart 2015’de görülen 6. duruşmada baba Ali Ayvalıtaş ve yakınları darp edildi. Ayvalıtaş ailesiyle polisler arasındaki arbedede baba Ali Ayvalıtaş, fenalık geçirdi. Duruşmaya giren baba, “Hem oğlumu aldınız, hem eşimi aldınız. Şimdi de beni dövüyorsunuz. Kime sığınacağız size güvenmiyorum,” dedi.[297]
İzleyicilerin duruşma salonuna girmesi engellendi. Yargılamanın sonunda adaletin gerçekleşeceğine dair umudunu yitiren baba Ayvalıtaş, “Adalet arıyorum, yani okyanusun dibindeki bir iğneyi,”[298] diye haykırıp, gözyaşları içinde duruşmadan ayrıldı.
Daha sonra Gezi protestolarını destek için Ümraniye’de gerçekleşen yürüyüş sırasında 20 yaşındaki Mehmet Ayvalıtaş’ın, bir aracın çarpması sonucu ölümüyle ilgili görülen davada, olay yerine ait görüntüleri mahkemeye sunmadığı gerekçesiyle haklarında “Görevi ihmal” suçundan dava açılan 3 polisin davasını düşüren mahkeme hâkimi, Ataşehir Kaymakamlığı’nın polisler hakkında soruşturma izni vermediğini ve müşteki avukatlarının karara itirazı üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesi’nin değerlendirme yaparak “soruşturma izni verilmemesi” kararını onadığına dair cevap verdiğini belirtti.[299]
Konuya ilişkin olarak Anadolu 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan raporda “Söz konusu yolda emniyet şeridi ve yol şerit çizgisi vardır. Bu karayolunda yaya geçişine izin verilmemektedir” görüşüne yer verildi. Raporda şu bilgilere yer verildi: “Kazaya uğrayan yayalar Mehmet Ayvalıtaş ve Seyit Kartal’ın hiç bir önlem ve tedbir almadan bulunmaları yasak olan ve izin verilmeyen tek istikametli 2 şeritli karayolunda bulundukları için kazanın meydana gelmesinde asli ve tamamen kusurlu oldukları kanatine varılmıştır. Sanıklar Mehmet Görkem Demirbaş ve Cengiz Aktaş’ın çok ani gelişen bu olayda kazayı önleyecek ve yayalara çarpmamak için yapması gerekli önlemler açısından herhangi bir kusurlarının olmadığı sonucuna varılmıştır,”[300] denildi!
“Son”(uç) malumdu!
Ve İstanbul Gülsuyu’nda 2013’ün Eylül ayında uyuşturucu çeteleri tarafından katledilen Hasan Ferit…
Hasan Ferit Gedik davasında önce, sanıkların yargılandığı dava, dosyanın nakline ilişkin Adalet Bakanlığı’ndan üç ay yanıt gelmediği için kilitlendi. Mahkeme heyeti, bakanlığın yanıtının beklenmesine karar verirken, karşı oy kullanan üye hâkim davanın naklinin taraflarının kovuşturmayı takibini zorlaştıracağını, duruşmaların aleniliğini engelleyeceğini belirtse de, bir şey değişmedi.[301]
Daha sonra da İstanbul Anadolu 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki savcı ve sanık avukatlarının talebi üzerine mahkeme duruşmaların kapalı yapılmasına karar verildi.[302] Duruşmada çete üyeleri avukatları tehdit etti.[303] Polis adliye önünde saldırdı ve davada tutuklu yargılanan 22 kişiden 6’sı tahliye edildi. Adliye içinde pankart açan 5 kişi ise gözaltına alındı.[304]
Ardından davanın 25. celsesinde tutuklu sanık, diğer tutuklu sanıklara taş attı, küfretti. Tutuklu sanığın avucunda saklayarak duruşma salonuna soktuğu taşı ne şekilde temin ettiği müphemdi.[305]
Hasan Ferit Gedik davasında tutuklu sanık Zafer Tuna mahkemedeki ifadesinde, “Ben Saffet Okumuş polis karakolunu arayarak, ‘Size silahlı saldırı olacak’ diye ihbarda bulundum ve bu olay oldu. Eğer terör örgütleri insanlar üzerinde baskı kurarsa insanlar da polislerin yetişemediği yerde anayasal hakkını kullanır ve mermiyi çakar,” diyordu![306]
“Son”(uç) malumdu!
X.2) ANKARA İLE ETHEM SARISÜLÜK’Ü
Ankara ile Ethem Sarısülük’üne gelince…
i) Ankara 10. İdare Mahkemesi, Gezi protestolarında yüzüne isabet eden gaz kapsülü ile yaralanan ve yüzüne platin takılan Mustafa Başnamlı’nın açtığı tazminat davasını reddetti. Mahkeme, olayda idarenin bir kusuru olmadığını öne sürdü![307]
ii) Ankara 4. İdare Mahkemesi, Çankaya Belediyesi’nde temizlik işçisi olarak görev yapan Muharrem Dalsüren’in Gezi Parkı eylemlerine müdahale eden bir Akrep’ten atılan gaz bombası fişeğinin isabet etmesi sonucu bir gözünü kaybetmesi olayında İçişleri Bakanlığı’nı 142 bin TL tazminata mahkûm etti.[308] Bakanlığın “gaz bombası fişeğinin eylemlere katılan kişilerin kafasına gelecek şekilde kullanıldığı” gerekçesiyle yüzde 50 kusurlu bulan mahkeme, temizlik işçisi Dalsüren’i ise “Emniyetli bir alanda bulunmaması ve şahsi güvenliğini sağlama noktasında tedbirsiz davranması” nedeniyle yüzde 20 kusurlu gördü![309]
iii) Ankara’daki Gezi eylemlerinde katledilen Ethem Sarısülük’ün 16 Haziran 2013’te cenaze töreninde, gaz bombasıyla başından vurulan Dilan Dursun’un yaralanmasına neden olan polis memurlarının kimliği savcılıktan gizleniyor. Emniyet, savcılığa gönderdiği üç ayrı yanıtta farklı isimler bildirdi![310]
Dilan Dursun’u gaz bombası fişeğiyle başından vurarak ağır yaralan polis memuru, 5 yıl sonra bulundu. Soruşturmayı yürüten Ankara Savcılığı, olay tarihinde gaz tüfeği kullanmaya yetkili polis memurlarının cep telefonu sinyal bilgilerini inceleyerek, polis Serkan Kurnaz’ın ismine ulaştı. Ancak savcılık, Dilan Dursun’u başının arkasından hedef gözeterek vuran, beyin kanaması geçirip 4 gün yoğun bakımda yatmasına ve yüzde 10 engelli kalmasına neden olan polis Kurnaz hakkında “kasten öldürmeye teşebbüsten” değil; “bilinçli taksirle yaralamaya sebebiyet vermekten” dava açtı. İddianamede şüpheli polisin 2 yıla kadar hapisle yargılanması ve dava sonunda verilecek cezanın da paraya çevrilmesi istendi![311]
iv) Ankara’da Gezi Parkı eyleminin birinci yıldönümünde Ethem Sarısülük’ün vurulduğu yerde anma etkinliği düzenleyen gruba yönelik müdahaleye karşı çıktığı için polislerce kolu kırılan Avukat Engin Gökoğlu, polislere dava açılmasını beklerken sanık durumuna düştü. Gökoğlu ile kolu kırılan meslektaşlarını kurtarmak isteyen üç avukata “Polise direnme, mala zarar ve kamu malına zarar vermek”ten dava açılan iddianamede, “Şüphelilerin direnme ve karşı koyması gibi durumlar değerlendirildiğinde bazı şüphelilerde meydana gelen ufak sıyrıkların kabul edilebilir nitelikte olduğu,” savunuldu![312]
Yargıtay’ın bozma kararından sonra “güvenlik” gerekçesiyle Ankara’dan Aksaray’a taşınan Ethem Sarısülük davası skandallarla başladı. Tutuksuz sanık Ahmet Şahbaz, dosyanın daha güvenli denilerek gönderildiği Aksaray’a dahi gelmeyerek, duruşmaya “güvensiz” bulunan Ankara’dan telekonferans sistemiyle bağlandı. Sarısülük ailesi, sanığın duruşmaya getirilmesini ve tutuklanmasını isterken, görüşü sorulan savcı, “Sanığa, huzurda savunma yapmak isteyip istemediği sorulsun” dedi.
Sanık Şahbaz, “SEGBİS’le savunma yapmak istiyorum” karşılığını verdi. Sanığın tutuklanması talebini reddeden mahkeme, “Sanık huzura gelmek istemiyor” diyerek Şahbaz’ın Aksaray’a getirilmesi taleplerini reddetti![313]
Bu kadar da değil; Aksaray 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ethem Sarısülük davasındaki gerekçesinde sanık polis Ahmet Şahbaz’ın delil olarak saklanan silahının, sanığa teslim işlemlerinin yapılması için Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne verilmesine karar verdi.
Sanığa “Kamu görevine ait araç ve gereçleri suçta kullanma” maddesinden ceza arıtırımı yapılmasına gerek olmadığını belirten mahkeme, gerekçesinde silahın kamu malı değil, sanığa ait zati demirbaş olduğunu ifade etti.
Kararda, Gezi eylemlerinde sıkça dile getirilen “baskıya karşı direnme hakkı”, “ütopik” olarak nitelendirildi; “Polisler, mevcut linç girişimine ve yasal olarak silah kullanma yetkileri bulunmasına rağmen silah kullanmaktan sürekli imtina ettiler. Dolayısıyla hükümeti devirmeyi amaçlayan, ülke için güvenlik sorunu yaratan göstericilere karşı kolluk görevlilerinin sessiz kalması düşünülemez,” denildi.[314]
Sarısülük davasında tanık sıfatıyla ifade veren polislerden Erol Ulusağ, “Bugün olsa aynı şeyi ben de yapardım,” derken;[315] Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi’nde Sarısülük’ün avukatı mahkeme heyetine “Biliyoruz siz gene (Şahbaz’ı) tutuklamayacaksınız, ama biz de bıkmadan usanmadan geleceğiz ve sizleri rahatsız edeceğiz,” dedi.
Tutuksuz sanık polis memuru Şahbaz, savunmasında, “Yere düştüğümde eylemciler üzerime atlayacak sanarak, silahı çıkarttım ve havaya ateş açtım. Yerden doğrulurken bana doğru hamle yapan yanımdaki eylemciyi uzaklaştırmak için tekme attım. Tekme atmamla üçüncü atışı tamamlamam arasında 3 saniye var. Bu 3 saniye içerisinde vücuduma toplam 8 taş isabet ediyor,” dedi[316] ve mahkemeye heyeti de, Şahbaz’ın tutuklanması talebinin reddine karar verdi.
Sonrasında da Aksaray Ağır Ceza Mahkemesi, sanık polis memuru Ahmet Şahbaz’ın, “meşru müdafaa sınırını aşmak suretiyle taksirle ölüme neden olmak” suçundan yargılanmasını talep etti. Tarafların avukatları, savcılığın yargılanmasını talep ettiği cezanın alt sınırının 10 ay hapis cezası olduğunu söyledi.[317] Mahkeme heyeti sanık polis Ahmet Şahbaz’ı 1 yıl 4 ay 20 gün hapis cezasına çarptırdı. Bu cezayı da 10 bin 100 lira adli para cezasına çevirdi.[318]
Aksaray 1. Ağır Ceza Mahkemesi, Ahmet Şahbaz’ı 10 bin TL’lik para cezasıyla kurtardığı kararının gerekçesinde de öldürülen Sarısülük ve Gezi eylemlerini suçlayarak, “Polislerin de silaha sarılma yetkisi vardı, kullanmadılar,” dedi.
Gerekçeli kararda eylemlerin “hükümeti devirmeyi amaçlayan organize saldırı” olduğu değerlendirmesi yapıldı. Ethem Sarısülük ise “taşlı saldırıya iştirak etti, olaydan bir süre önce yerden taş topladı” denilerek suçlandı.[319]
Bu kadar da değil!
Ahmet Şahbaz’a verilen ve paraya çevrilen 10 bin 100 lira ceza kararı, Yargıtay tarafından bozuldu. Yeniden görülen davada ceza 15 bin 200 liraya yükseltildi![320]
Ve Yargıtay tarafından Aksaray’daki mahkemeye gönderilen Ethem Sarısülük davasının dosyasının tahrip edildiği ortaya çıktı. Tutanak tutan Aksaray 1. Ağır Ceza Mahkemesi, dosyanın klasörlerinin bozulduğunu, klasör sayısının 14’ten 9’a düştüğünü, dava dosyanın yüklü olduğu CD’nin kırıldığını bildirdi.[321]
“Son”(uç) malumdu!
X.3) ESKİŞEHİR İLE ALİ İSMAİL KORKMAZ’I
Eskişehir ile Ali İsmail Korkmaz’ına gelince…
Eskişehir’de Ali İsmail Korkmaz’la aynı gece, aynı sokakta dövülen Doğukan Bilir’i darp eden polislere verilen 3 biner lira para cezası Eskişehir 9. Asliye Ceza Mahkemesi’nce ertelendi; Bilir’e odunla saldıran Serkan Kavak’ın cezayı 12 taksitte ödemesine karar verildi![322]
Ve Ali İsmail Korkmaz![323]
Eskişehir’deki Gezi protestolarında sokak ortasında dövülerek katledilen 19 yaşında Ali İsmail Korkmaz davasında mahkeme, sanıkların suçunu “kasten adam öldürme” olarak değil, “kasten yaralama suretiyle ölüme sebebiyet verme” kararlar verdi.[324]
Kayseri 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 100 sayfalık gerekçeli kararında, “sanıklar ile maktul arasında öldürmeyi gerektirir bir husumet bulunmadığı ve sanıkların öldürme kastlarının olmadığı,” belirtildi.[325]
Davanın temyiz duruşması Yargıtay 1. Ceza Dairesi’nde yapılırken; Ali İsmail Kormaz’a son tekmeyi atarak ölümüne neden olmaktan 10 yıl 10 ay hapis cezası alan polis Mevlüt Saldoğan’ın avukatı Mutlu Karayılan, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın “emri ben verdim” dediğine dikkati çekerek; “Ama ne hikmetse görevi verenler değil sadece görevi alanlar, müvekkil konu mankeni olarak bu suçu işlediği yönünde algı oluşturulmuştur. Yargılamanın selameti açısından eğer yargılama olacaksa bahsettiğimiz kişiler de yargılamaya dahil edilmelidir,” dedi.[326]
Bu arada Ali İsmail Korkmaz’ın dövüldüğü sokağa bakan otele ait güvenlik kamerasını, “Kameraları kapatın, hatta daha önceki saate gel, on dakika öncesine” şeklinde emir vererek sildiren polis memuru Hüseyin Engin ile bu emre uyup şalteri indirerek görüntülerin silinmesine yol açan otel sahibi Erdoğan Gözseçen beraat etti.[327] Hüseyin Engin’e verilen 9 aylık ceza önce “iyi hâl”den 7.5 aya indirildi, ardından da “bir daha suç işlemeyeceğine” kanaat getirilerek ertelendi.[328]
Daha sonra da İçişleri Bakanlığı, Gezi protestolarında polis ve esnafın dayağı sonucu öldürülen Ali İsmail Korkmaz’ın ailesine 709 bin lira tazminat ödenmesine hükmeden mahkemenin kararının bozulması için istinaf mahkemesine başvurdu. Korkmaz’ın öldürülmesinde Bakanlığın “hizmet kusuru” olmadığını ve polislerin suç teşkil eden eylemlerinden devletin sorumlu tutulamayacağını savunan bakanlık, ayrıca emsal kararlara göre hükmedilen 650 bin TL manevi tazminatın fahiş olduğunu ve sebepsiz zenginleşmeye neden olduğunu ileri sürdü.[329]
Bu arada davaya ilişkin Yargıtay’ın bozma kararının ardından Kayseri 3’üncü Ağır Ceza Mahkemesi kararında direndi. Fırıncı üç sanık tutuklu kaldıkları süre dikkate alınarak tahliye edildi. Anne Emel Korkmaz “Bu ülkenin adaleti buymuş. Başka bir şey demiyorum. 19 yaşındaki bir çocuğun değeri bu kadarmış,” diye haykırırken;[330] Yargıtay 1. Ceza Dairesi, polis memurları Mevlüt Saldoğan’a verilen 10 yıl 10 ay ve Yalçın Akbulut’a verilen 10 yıl hapis cezasını onaylayıverdi.[331]
Tüm bunlar yetmezmiş gibi, Ali İsmail Korkmaz’a son tekmeyi atan polis memuru Mevlüt Saldoğan’ın avukatı, yargılandığı FETÖ davasında 6 yıl 3 ay hapis cezası aldı. Avukat Mutlu Karayılan’ın “varis ameliyatı olacağı” için karar duruşmasından önce tahliye edildiği ortaya çıktı![332]
Toparlarsak: Ali İsmail Korkmaz davasında sanıklara “yaralama sonucu ölüme neden olmak” suçundan ceza verilmesi benzer durumdaki davaları hatırlattı. Çok sayıda davada da “işkence fiillerinin yaralama” kapsamına alınması, sanıkların daha az ceza almasına yol açtı…[333]
“Son”(uç) malumdu!
X.4) ANTAKYA İLE ABDULLAH CÖMERT’İ
Antakya ile Abdullah Cömert’ine gelince…
Antakya’daki Gezi gösterilerinde Abdullah Cömert’in biber gaz fişeği atarak ölümüne yol açtığı için Balıkesir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde “olası kastla öldürme” suçundan en az yirmi yıl hapis verilmesi istenen polis Ahmet Kuş’a, Emniyet Genel Müdürlüğü’nce “işlem yapmaya gerek görülmediği” ve şüpheli polisler hakkında yürütülen idari soruşturma evrakının ulaşması sonucu “aklama raporu” açığa çıktı.[334]
Balıkesir’deki duruşmaya Antakya’dan gelen anne Hatice Cömert, “Ne adalet var ne vicdan,” diye isyan edip, Hatay’dan Balıkesir’e 18 saatte geldiklerini belirterek, “Katile değil bize ceza veriyorlar,” dedi.[335]
Gerçekten de öyle oldu; Abdullah Cömert’i öldüren polis memuru Ahmet Kuş, 13 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sanığa yurt dışı yasağı koyan mahkeme ayrıca, kararın temyize açık olması nedeniyle tutuklamayı da gerekli görmedi.[336] Polis Ahmet Kuş için “kasten öldürme” ya da “olası kastla öldürme” suçlarından ceza vermemesini gaz tüfeğinin öldürücü bir silah niteliğinde olmamasına dayandırdı…[337]
Mahkûmiyet gerekçesinde mahkeme sanığın gaz tüfeğini kural dışı bir biçimde Cömert’in başına gelecek şekilde kasten ateş ettiği belirtilen kararda, buna rağmen “kasten öldürme” suçundan ceza verilmemesi biber gazı fişeğinin “doğrudan öldürme sonucunu doğuran bir silah olmadığı” gerekçesiyle açıklandı. Oysa fişeğin üzerinde “Doğrudan insanların üzerine ateş etmeyin” uyarısı vardı.[338]
“Son”(uç) malumdu!
X.5) MEDENİ YILDIRIM İLE DİĞER KENTLER
Lice’nin Kayacık Köyü’nde 28 Haziran 2013 günü kalekol yapımına karşı çıkan grubun protesto gösterisi sırasında Medeni Yıldırım’ın vurularak öldürüldü, 8 kişi de yaralandı. Olayla ilgili olduğu gerekçesiyle 23 yaşındaki er Adem Çiftçi hakkında, “Haksız tahrik altında olası kastla adam öldürme” suçundan 18 yıla kadar hapis istemiyle Diyarbakır 7’nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın bir önceki duruşmasında, esas hakkındaki mütalaasını veren savcı, karakolda bulunan askerlerin havaya ateş açtığını, bu sırada grup içinde bulunan Medeni Yıldırım’ın vücuduna isabet eden kurşunla yaralandığını, daha sonra kaldırıldığı hastanede hayatını kaybettiğini söyleyerek askerin beraatını istemişti. 9 Kasım 2016’da kararını açıklayan mahkeme, tutuksuz yargılanan asker Adem Çiftci’nin beraatına karar verdi![339]
Yine ve bir kez daha “son”(uç) malumdu!
Devamla…
i) Adana’da Gezi protestolarına katıldığı gerekçesiyle devlet memurluğundan atılıp, hakkında TKP/K üyeliği iddiasıyla dava açılan Eğitim Sen Üyesi Eser Çapar’ın davasında,[340] 41 yaşındaki 17 yıllık sınıf öğretmen, “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla yargılanmasından beraat etti. Çapar’ın, meslekten atılma kararına karşı “yürütmenin durdurulması ve iptali” istemiyle İdare Mahkemesi’ne yaptığı başvuruyla ilgili ise henüz karar verilmedi![341]
ii) Antalya’daki Gezi olayları sırasında 3 Haziran 2013 gecesi Kaleiçi’ndeki bir ara sokakta, ellerinde sopa ve cop bulunan polisler tarafından dövülen Mustafa Düştegör, avukatı Hakan Evcin aracılığıyla 40 kişiden oluşan amir, müdür, komiser ve polis memuru hakkında 20 Kasım 2013’te suç duyurusunda bulundu. Müzisyen Mustafa Düştegör’ü sopa ve coplarla dövmekten yargılanan komiser yardımcısı A.S., “Kızlı- erkekli alkol alıyorlardı. Müdahale edip, cumhuriyet meydanından uzaklaştırdık,” sözleriyle kendini savundu![342]
iii) Antalya’da Gezi protestolarıyla ilgili iki davada 103 yıl hapis cezasıyla yargılanan, “Kırmızı Fularlı Kız” olarak tanınan 22 yaşındaki Ayşe Deniz Karacagil, “Davada kırmızı fular takmakla suçluyorlardı,” dedi![343]
iv) Antalya’da 1 Haziran 2013’teki Gezi olayları ve devamındaki eylemlere ilişkin 13 çocuğun yargılandığı dava sonuçlandı. 3 çocuğa barikat kurma, taş atma gibi suçlardan 8’er ay 10’ar gün hapis cezası verildi![344]
v) Gezi Direnişi nedeniyle Bursa’da polis tarafından THKP-C üyeliği iddiasıyla aylarca dinlenen ve 3 ayrı dava açılan oda yöneticileri, sendikacılar ve demokratik kitle örgütü yöneticilerine, Berkin Elvan ve ODTÜ’ye destek eylemleri nedeniyle de 2 ayrı dava açıldı. Hakkında 13 soruşturma bulunan ve 5 dava açılan eski TMOBB Kimya Mühendisleri Odası yöneticisi Ali Uluşahin “2 bin kişilik ODTÜ eyleminde 25 kişiye dava açıldı. İfade verirken polise bunu söylediğimde ‘biz tanıdıklarımıza dava açıyoruz’ cevabını aldım. Hedef seçerek dava açıyorlar. Polisler, ‘Siz olmasanız Bursa’da kimse yürümez’ diyor. Bu da zihniyeti ortaya koyuyor,” dedi![345]
vi) Berkin Elvan için 12 Mart 2014 tarihinde Pamukkale Üniversitesi’nde düzenlenen protesto eylemine katılan 65 öğrenci hakkında dava açıldı. Cumhuriyet savcısının hazırladığı iddianamede, öğrencilerin ellerinde taşıdıkları ekmek, tahrik aracı olarak nitelendi. Polisler hakkında ise basit yaralama ve hakaret suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi![346]
vii) Edirne’deki Gezi davasında 28 kişi hakkında 6 bin ile 22 bin TL arası para cezası ve 1 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Sanıkların hapis cezaları 5 yıl suç işlememeleri şartıyla ertelendi. Para cezalarında ise bazı sanıkların cezalarına erteleme yapılmadı![347]
viii) Gezi protestoları sırasında Erzincan’da gösteri yapan 16 kişiden 14’üne 1 yıl 8 ay ile 17.5 yıl arasında değişen hapis cezası verildi. Erzurum Özel Yetkili 4’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan davada, “Görevi yaptırmamak için direnme, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen kendiliğinden dağılmama, silahlı terör örgütüne üye olma, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme, terör örgütü propagandası” ile suçlanan 16 kişinin 2 Şubat 2016 tarihli karar duruşmasında, tutuksuz yargılanan Çetin K.’ya 17 yıl 6 ay; Hasan S.’ye 17 yıl; Mukamet Ç.’ye 14 yıl 6 ay; Ali S. ve Can K.’ya 14’er yıl; Özgün K., Özcan K., Dağlar D. ve Hasan Ş.’ye 13’er yıl 8 ay; Tuncay A.’ya 4 yıl 8 ay hapis; Emre E.’ye 2 yıl hapis, 15 bin TL para; Yücel T. ile Uğur P.’ye 1 yıl 8’er ay hapis, 15’er bin TL para; Davut D.’ye 1 yıl 8 ay hapis ile 13 bin TL para cezası verildi. Aynı davada yargılanan Fuat E. 6 bin TL, Ahmet D. ise 500 TL adli para cezası aldı![348]
ix) İzmir’de Gezi eylemlerine destek amacıyla 1 Haziran 2013 tarihinde, sosyal medya üzerinden yapılan çağrılarla gösterilere katıldıkları iddiasıyla 94 kişi hakkında, iki yıl sonra, 6’şar yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı![349]
x) İzmir’deki eylemlere katıldığı için 3 ay hapis cezası alan, İstanbul’daki polis müdahalesinde başına isabet eden gaz fişeği nedeniyle günlerce komada kalan lise öğrencisi Mustafa Ali Tombul hakkında iki yıl sonra bir soruşturma daha açıldı. Tombul’un avukatı Dinçer Çalım, Tombul’u başından gaz fişeğiyle vurup komaya girmesine neden olan polislerin ise aradan geçen iki yıla rağmen bulunmadığını ancak Gezi sürecinin hâlen hükümet tarafından takip edildiğini, Gezi’nin mahkeme salonlarına sıkıştırılmak istendiğini, siyasal sonuçlarından bu şekilde kaçılmaya çalışıldığını söyledi![350]
xi) Mersin’de 21 Haziran 2013’te yapılan Gezi protestoları nedeniyle, 6 kişiye 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet ve yol kapatarak trafiği engellemek suçundan dava açıldı. Ancak mahkemeye sunulan fotoğraflarda yolu göstericilerin değil polisin kapattığı ortaya çıktı![351]
Daha da uzatmamak için duruyoruz!
X.6) GEZİ/ HAZİRAN’IN BERKİN ELVAN’I
Albert Camus’nün, “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın”; Elias Canetti’nin, “Yaralara bakmak yücelticidir,” saptamalarını anımsatan Berkin Elvan, Gezi/ Haziran’ın vicdani hafızası oldu.[352]
Başından gaz fişeği kapsülüyle vurulup, 269 gün sonra tedavi gördüğü hastanede ölen Berkin Elvan davasında olanlar malum olsa da; tekrarda yarar var…
Berkin soruşturmasında Okmeydanı Mahmut Şevket Paşa Mahallesi’nde görev yapan polislerin ifadeleri alındı. Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü’nde görevli 7 polis, Memur Suçları Soruşturma Bürosu savcısı Abdullah Yıldırım’a verdikleri ifadede hiçbir suçlamayı kabul etmedi. Polisler eylemler sırasında çok yoğun çalıştıklarını, nerede görev yaptıklarını hatırlamadıklarını söyledi. Polisler Gezi olayları boyunca herhangi bir şekilde gaz kullanmadıklarını savundular. 7 çevik kuvvet polisi suçlamaları kabul etmeyerek Berkin’i yaralamadıklarını söylediler.[353]
Soruşturmada, sekiz ayı aşkın sürede hiçbir ilerleme olmadı. Berkin’in vurulduğu sokağa ait hiçbir görüntüye ulaşamadığını açıklayan polis ve savcılık, avukatların bulduğu üç tanığı da beş ay sonra dinledi. O sokakta polis görevlendirilmediğini ileri süren Emniyet, yanlış bir saate ait polis listesini savcılığa gönderdi. İfadesi alınan 14 polis ya o gün gaz tüfeği kullanmadığını ya Okmeydanı’nda olmadığını ya da hiçbir şey “hatırlamadığını” ileri sürdü.[354]
19 Mart 2014 tarihli dava soruşturmasında iki kişi tanık dinlendi. Görgü tanıklarından birinin polisin direkt Berkin’in kafasına ateş ettiğini söylediği belirtildi. Daha önce polis merkezinde, “Gaz kapsülü duvardan sekerek Berkin’in kafasına düştü” yönünde ifade verdiği belirtilen 14. yaşındaki M.A. söz konusu ifadesinin tutanaklara yanlış geçtiğini, gaz kapsülünün doğrudan Berkin’in kafasına geldiğini söylediği ortaya çıktı.[355]
Bu arada TRT’de katıldığı programda Başbakan Erdoğan, “Yurt dışında verilen reklamları biliyorum. Bir çocuk ölüyor, bunun için ekmek almaya gidiyordu deniyor, katili olarak da beni gösteriyorlar. Ekmek almaya giden çocuğun elinde bilyeler var. Annesi ölümünden beni sorumlu tutuyor. Çocuğun üzerinde patlayıcılar çıkıyor. Çıkıp derseniz bu uluslararası komplo değildir diye bu olmaz,”[356] diyerek cinayeti normal göstermeye çalıştı.
Oysa Berkin Elvan’ın gaz kapsülüyle vurulmadan 11 gün önce Emniyet’e çağrılıp “Eyleme katılma” diye uyarıldığı ortaya çıkarken; baba Sami Elvan, “Oğlumun bilerek öldürüldüğünü düşünüyorum,”[357] açıklaması yaptı.
Daha sonra Berkin’in anne ve babasının da aralarında bulunduğu 11 kişi hakkında “Cumhurbaşkanı’na hakaret” ve “izinsiz yürüyüş yapma” iddiasıyla soruşturma açıldı.[358]
Ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Berkin Elvan’ın polislerce vurulmasına dair yürütülen soruşturma kapsamında, bin 270 gün sonra şüpheli polis F.D. hakkında “olası kastla öldürme” suçundan hazırlanan iddianame, İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.[359]
Aylarca süren “soruşturma”da failden çok Berkin üzerinde yoğunlaşılırken; katliam failine yönelik bin 270 gün süren soruşturma sürecinde Elvan’a adeta suç arandığı ortaya çıktı. Şüpheli polis Fatih D. hakkında hazırlanan iddianamede Elvan’ın üzerinden çıktığı iddia edilen 11 adet torpil ile küçük çaplı bomba etkisi yaratılmak istendiği savunuldu. Buna rağmen, Elvan’ın üzerinden çıktığı iddia edilen torpil,[360] sapan ve cam bilyelerin olay sırasında kullanıldığına dair bilgi ve belgeye ulaşılamadığı belirtildi.[361]
Ardından da Berkin’in katil zanlısı Fatih Dalgalı’nın olası kastla öldürme suçlaması ile tutuksuz yargılandığı davada polisler tanık olarak dinlendi. İstanbul 17. Ağır Ceza Mahkemesi’nde 28 Şubat 2018’de görülen duruşmada 9 tanık polisten biri haricinde hepsi izletilen görüntülerde kimseyi hatırlamadı, olay gününe ilişkin hiçbir şey hatırlamadıklarını söylediler.[362]
Ancak Berkin soruşturmasında, hedef alarak gaz fişeği atan polis kısa bir süre önce belirlenmişti ve aynı polisin, 1 seneyi aşkın süre öncesinden kimliğinin bilindiği anlaşılmıştı. E.Y. isimli polisin kimliği çok önce tespit edilmiş. Ancak Ulusal Kriminal Büro’ya fotoğraf yollanmaması ve Adli Tıp’ın görüntülere rağmen çözümleme yapamaması işi uzatmıştı.[363]
Geçerken anımsatalım: Berkin’in ölümüne yol açan polis E.Y’nin; Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü Disiplin Büro Amirliği’ne verdiği ifadede kendi görüntülerini izleyip, “Ben değilim,” dediği ortaya çıktı. Rapora göre, arkadaşları da E.Y.’yi “tanıyamamış”tı![364]
Davanın 9. duruşmasında tanık polisler, sanık polis Fatih Dalgalı ile ilgili sorulan sorulara “Bilmiyorum, hatırlamıyorum,” şeklinde cevaplarını yenilediler.[365]
Bir şey daha: “TRT, ‘Berkin Elvan’ın vurulmasına ilişkin görüntüleri iyileştirecek uzmanı olmadığını’ mahkemeye bildirdi! Avukatlar, TÜBİTAK’ın ‘İyileştirdik’ dediği bazı fotoğrafların anlaşılmaz hâle geldiğini açıkladılar”![366]
Ayrıca Berkin’in davada ilişkin olarak avukat Çiğdem Akbulut, “Berkin yerdeyken insanların yardım etmesine izin verilmeyerek gaz sıkıldı. Diğer polisler de iştirakçidir,” dedi![367]
Berkin’in davasında, tam 6 yıl sonra olay yeri keşfi yapıldı![368]
Nihayet 26 Eylül 2019 tarihli 14’üncü duruşma mahkeme başkanı, avukat Çiğdem Akbulut’a, “Eleştirebilirsiniz ama dosya bize geldiğinden beri gerekeni yaptık. Konu toplumsal bir olay olunca rapor gelmesi zor oluyor, biliyorsunuz,” dedi![369]
Bunlara ilişkin olarak Berkin’in ailesi twitter üzerinden “Adil yargılama inancımız iyice bitmiştir,”[370] diyen bir mesaj yayınladılar.[371]
Toparlarsak; Anne Gülsüm Elvan’ın, “Benim çırpınışlarım, bir daha çocuklar ölmesin diye… Benim öfkemi acım bastırıyor. Umudumu kaybettiğim oluyor ama oğlum gözümün önüne geldiğinde başka çocuklar ölmesin diye mücadele duygum kabarıyor,”[372] diye haykırdığı tabloda; kardeşinin 269 gün komada kaldığını hatırlatan Berkin’in ablası Gamze Elvan da, “Kardeşim gözlerimin önünde eridi. Tek isteğim yaşamasıydı. Yeniden bisiklet sürmesiydi. Hayat sadece Berkin’i çalmadı bizden. Onun çocukluğuyla beraber benim ve ortanca kardeşimiz Özge’nin de çocukluğunu çaldılar… Biz yıllardır adalet bekliyoruz. Kardeşimi öldüren katil Van’da hâlen görevde. O polise ‘Berkin’i vur’ diyen kişi hâlen görevde. Berkin yaşamayı hak eden bir çocuktu. Bir an önce yargıçların bağımsızlaşmasını ve adaletin tecelli etmesini istiyorum. Katillerin, katillerin diyorum çünkü fail bir kişi değil. ‘Emri ben verdim’ diyen de faildir. Yani o günün başbakanı şu an cumhurbaşkanı olan kişi de faildir. Vuran kişi de, talimat veren de faildir,”[373] derlerken; sonuna dek haklılardı…
Coğrafyamızda Berkin Elvan benzeri, hemen her acı olaydan sonra “Unutmayacağız” ya da “Unutma, unutturma” gibisinden sloganlar dilimize dolanır. Ama “Unutmama” çoğunlukla yıldönümlerinde alevlenir. Fakat esas olan hatırlamaktır.
Hatırlamanın, diri ve özel bir tarafı vardır: Tek günü değil, bütün bir zamanı kapsıyor olması… Öyle olmalı zaten; hangi acıyı hatırlamamız gerekiyorsa, benzeri bir daha yaşanmasın diyedir…
Gezi/ Haziran Direniş hepimize pek çok şey öğretti ama en başta kendi vicdanımızla yüzleşmeyi. Berkin Elvan bunun büyük bir örneği. Elbette başkaları da: Ceylan Önkol… Uğur Kaymaz… Ali İsmail Korkmaz… Abdullah Cömert… Ethem Sarısülük… Ahmet Atakan… Medeni Yıldırım… Mehmet İstif…
Onlar vicdanımız oldular.
Ve en “alt”tan en “üst”e bir “örtbas organizasyonu”nun işbaşında olduğunu anımsatıyorlar bize…
XI) “SON(UÇ)”U SONRASI
Geniş yelpazeli direnişin duruşumuzu da düşüncelerimizi etkilememesi mümkün değildi; öyle de oldu; etkiledi…
Horatius’un, “Dün geçti, yarın gelmedi, öfkelenme, sakin ol,” uyarısını kulağımıza küpe ederek Gezi/ Haziran meselesini toparlarsak: 2008’deki krizin akabinde birbiri ardına dünyanın farklı coğrafyalarında patlayan halk hareketleri ile devamındaki Gezi/ Haziran Direnişi de kaçınılmaz olarak büyük bir deneyim ve esin kaynağıdır.
Gezi/ Haziran toplumsal muhalefet açısından muazzam bir sıçramaydı. Ancak örgütlülüğümüz söz konusu sıçrayışı sürekli kılamadı ve atılım önce yarım kaldı; sonra da geri çekilerek büzüldü. Ancak geriye önemli bir deyimin birikimini bıraktı. Yüz binlerce insan -şu ya da bu biçimde- sokakla tanıştı, militan deneyimler edindi… Bunlar, küçümsenmesi mümkün olmayan önemli şeylerdi…
AKP’yi derinden sarsarak, endişelere gark eden Gezi/ Haziran için Hilal Kaplan, “Gezi eylemi yatışsa bile, operasyonel odakların sadece şimdilik ‘uyumaya’ yatacağı ve yine günü geldiğinde saldırıya geçecekleri açıktır. Bu seferlik ağaç arkasına saklanıp ateş edenler, başka bir toplumsal ivme gördüklerinde göreve kaldıkları yerden devam edecektir”;[374] Süleyman Seyfi Öğün, “Taksim olaylarının Wall Street olaylarına daha fazla benzediğini görmek istememeleriyle âlâkalıdır,”[375] derlerken;[376] “Türkiye tarihinin en büyük sivil itaatsizliği”[377] bir halk hareketi ortaya çıktı.
Özetle Gezi/ Haziran, toplumun farklı kesimlerindeki ezilenlerin ağzından çıkan kocaman bir “Yeter” haykırışıydı!
Tarihsel önemdeki bu “Yeter”in toplumsal mirası hakkında düşünüp, yarattığı dönüşümün ve geleceği hakkında; “İkinci bir Gezi/ Haziran olmaz, olmaz; ama birinciyi aşan bir boyut mümkündür,” demek mümkünken; bir “öz-bilanço” çıkarmalıyız. Çünkü söz konusu koordinatlardaki hâlimiz ile etkili bir siyaset düzlemi inşa edemediğimiz kendiliğinden patlamanın; plansız-hesapsız parlamasının sunduğu imkânları değerlendiremediğimiz aşikârdır. Lakin Albert Camus’nün, “Herkes her şeye yeniden başlayacak… Yeniden başlayacak bir yaşam var,” deyişini unutmamakta da büyük yarar var.
Hayır; “Gezi sürecinde büyük umutlarla yükselen heyecan bu coğrafyadaki barışçıl direniş dilinin son nefesi, hatta ölüm iyiliğiydi. Aklın ve cesaretin bu ülkeye düzenlediği soylu bir veda töreniydi”;[378] veya “Gezi benzersiz bir tecrübe olarak sivil muhalefetin kendisine yeni bir dil, yeni bir üslup geliştirmesinde geniş bir yol açtı,”[379] türünden “yergi” ve “yüceltmelere” prim vermeden; yaşananlardan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacağını, olmayacağını unutmamak gerek. Bundan sonra geçmişini aşan bir Gezi/ Haziran’ın olabilme imkânıysa; kapitalizm karşısında, emek eksenli ve militanca her yerde olabilmesine bağlıdır.
2014 yılında ‘Gezi Hukuki İzleme Grubu’nun hazırladığı raporda, “Türkiye’nin giderek otoriter, hatta totaliter rejime doğru hızla yol aldığı,” belirtilirken;[380] “Nasıl” mı? Geçmişten dersler çıkartarak…
Bakın bu konuda Musa Piroğlu ne(ler) diyor:
“Gezi’nin yazılmayan tarihinde, Tarlabaşı barikatını tutanların, daha 1 Haziran günü tüm siyasi hareketlere ortak yürütme çağrısı yaptığı, bunun kabul edilmediği yazılıdır. Hatırlanması gereken bir diğer olgu polisin ortalığı gaza ve dumana boğduğu, insanların gaz fişekleriyle öldürüldüğü, gözünü kaybettiği ayaklanma sırasında ‘barışçıl eylem’ söylemleri altında, direnenlerin provokatör ilan edildiği, kitlelerin direnenlere karşı yönlendirildiğidir.
Aynı şekilde Taksim’e ve parka sıkışan eylem, tüm siyasi içeriğinden arındırılmış, bir çeşit karnaval havasına büründürülmüş, yaygınlaştırılarak iktidara karşı büyümesi durdurulmuştur. Oysa Gezi’nin ‘üç beş ağaç’ meselesi olmadığı, halkın iktidara karşı birikmiş öfkesinin bir yansıması olduğu biliniyordu. Siyasal kökenleri olan bir ayaklanma ekolojik, kültürel bir başkaldırıya dönüşmüş ve sönümlenmiştir.
Hepimiz ordaydık diye paylaşılan fotoğraflarda polisin Taksim’e girdiği ve aslında ayaklanmanın yenildiği, 11 Haziran gününe ait fotoğrafların bulunmaması normaldir. Çünkü aslında hepimiz ordaydık diyenlerin önemli bir kısmı, 11 Haziran günü polise direnenlerin yanında yoktur. Barikatlar boşaltılmış, direneler yalnız bırakılmıştır. Paylaşılmayan fotoğraflardan birisi de, TOMA’nın üzerine çıkıp polis megafonuyla, parktakilere yerinizden kıpırdamayan çağrısının yapıldığı fotoğraftır. Bütün ülke ve ebetteki parktakiler, ayaklanmanın yenilmesini televizyonlardan izlemiştir.
Bugün hatırlanmak istenmeyen fotoğraf budur. 11 Haziran saldırısı devletin son hamlesi idi ve barikatlar tutulsa ve direniş sahiplenilebilseydi, bugün Sarayın mutlak hâkimiyeti tartışılmıyor olunacaktı. Gezi’nin eğlenceli yönleri elbette sohbetlerde anlatılabilir, ancak yapılması gereken neden yenilindiği sorusuna cevap vermektir. Elbette 11 Haziran barikatlarında dövüşenlerin de halk kitlelerini harekete geçiremedikleri sürece, barikatları tutamayacaklarını görmeleri gerektiği gibi bir ders de mevcuttur. Eğer 1905’in ‘genel provası olmasaydı’, 1917 Ekim ihtilâlinin zaferi mümkün olmazdı. (Lenin). Gezi bir başlangıçtır ve yeni ayaklanma ancak hatalarından öğrenmeyi becerdiği oranda başarıya ulaşacaktır.”[381]
O hâlde Samed Behrengi’nin,[382] “Küçük Kara Balık” olabilme merak ve cüretiyle; aslî meselenin Terry Eagleton’ın, “Seyirciler aslanın aslan terbiyecisinden daha güçlü olduğunu bilir… Hatta aslan terbiyecisi de bunu bilir… Sorun aslanın bunu bilmemesidir,” saptamasında mündemiç olduğunu göz ardı etmeden; “Bir şeyle mücadele etmek için kendini o mücadeleye dönüştürmek gereklidir; başka bir deyişle, mücadele ettiğin şeyin tam zıddı olmak gereklidir,”[383] hakikâtinin altını çizerek; Samuel Adams’ın, “İnsanların akıllarında özgürlük yangınlarını tutuşturmaya kararlı, öfkeli, yorulmak bilmez bir azınlık yeterlidir”; Jack London’un, “Bu kez yenilgiye uğradık, ama her zaman yenilmeyeceğiz. Çok şey öğrendik,” uyarılarını kulağımıza küpe ederek geleceği bugünden biçimlendirmeliyiz…
27 Mayıs 2020 20:03:55, İstanbul.
N O T L A R
[1] Newroz, Haziran 2020…
[2] Friedrich Hegel.
[3] Mine Söğüt, “Gezi Ahlâkı, Evet, Bir Tehdittir”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2018, s.6.
[4] “Sivil otorite, mülkiyetin güvenliği için tesis edilmiş olduğu ölçüde, aslına bakılırsa, yoksullara karşı zenginleri ya da hiç mülk sahibi olmayanlara karşı bir parça mülkiyete sahip olanları savunmak için tesis edilmiştir.” (Adam Smith, Ulusların Zenginliği-Seçmeler, çev: Şükrü Alpagut, Say Yay., 2018.)
[5] Antonio Gramsci, , Modern Prens, Machiavelli, Siyaset ve Modern Devlet Üzerine, çev: Pars Esin, Dipnot Yay., 2014.
[6] Antonio Gramsci, Hapishane Defterleri, çev: Adnan Cemgil, Belge Yay., 1995.
[7] “Gezi Parkı Bir Miras”, Cumhuriyet, 7 Nisan 2017, s.18.
[8] “Özgürlük Oylanmaz”, Cumhuriyet, 14 Haziran 2013, s.5.
[9] “Kanadoğlu: Çevre Temel Haktır, Referandumu Olmaz”, Cumhuriyet, 14 Haziran 2013, s.5.
[10] Mehveş Evin, “Her Şey Nasıl Başladı?”, Milliyet, 28 Mayıs 2014, s.8.
[11] Ahmet Soner, “Gölge Etme”, Gündem, 8 Haziran 2013, s.15.
[12] M. Ender Öndeş, “Taksim’i ‘Devlet Avlusu’ Yapmak İstiyorlar”, Özgürlükçü Demokrasi, 30 Kasım 2017, s.10.
[13] Emre Kongar, “5 Yıl Sonra Gezi Direnişi?”, Cumhuriyet, 9 Aralık 2018, s.2.
[14] Fırat Kozok, “THİK Raporu: Devlet de Zulmü Gördü”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2014, s.6.
[15] “İntiharları Gizliyorlar”, Cumhuriyet, 11 Haziran 2013, s.9.
[16] “Konda Gezi Eylemlerini Sordu Yüzde 58 Provokasyon Yüzde 42 Demokratik”, Radikal, 6 Haziran 2014, s.17.
[17] Gezi Parkı eylemlerinin turizm sektörü üzerindeki etkileri de hissedilmeye başladı. Merkezi Almanya’da bulunan ve 30 ülkede faaliyet gösteren otel arama motoru Trivago’ya göre, 28 Mayıs 2013’den sonra İstanbul ile ilgili yapılan otel aramalarında yüzde 99’luk bir düşüş yaşandı. Aynı sürede Ankara için yapılan aramalarda ise yüzde 86 azalmanın görüldüğü kaydedildi. Aynı şekilde protestoların görüldüğü İzmir’deki oteller için Trivago’da yapılan aramalarda görülen düşüş oranı ise yüzde 95. İnternet sayfasının otel fiyat endeksine göre ise, Türkiye’deki otel fiyatlarında 2012’nin Mayıs’ına göre yüzde 19’luk bir indirim oldu. (“Gezi Eylemleri Otelleri Vurdu”, Milliyet, 13 Haziran 2013, s.11.)
[18] “Genişlik” dedik; Can Dündar’dan aktaralım: “12 Haziran 2013 tarihinde Gezi Parkı’nda bir Osmanlı prensesi vardı. Osmanoğlu ailesinin Sultan II. Abdülhamid Han soyundan gelen Ayşe Adile Nami Osmanoğlu, dünya televizyonlarının dikkatinin çevrildiği Taksim’i ve Gezi’nin direniş çadırlarını gezdi.
‘Niye buradasınız?’ diye sordum: ‘Olayları televizyondan izledim. İstanbul’u o hâlde görünce çok üzüldüm. Uykularım kaçtı. Gelip yerinde görmek istedim’ dedi.
Gezi Parkı’nda gördüğü manzaradan çok etkilenmiş. ‘Hepsi çocuk yaşında… Bir idealin peşindeler. Ama o kalabalık, yorgunluk içinde bile çok saygılılar. Kimi dans ediyor, kimi dua… Bu, beni çok etkiledi. İnsanın inandığı şeyler için savaşmasına inanırım. Onlara hak verdim. Ben de artık ‘Çapulcu Prenses’im.’ Gülümsüyor.” (Can Dündar, “Gezi Parkı’nda Bir ‘Ecdad’ Torunu Çapulcu Prenses”, Milliyet, 13 Haziran 2013, s.17.)
[19] Hazal Ocak, “Gezi İki Yaşında… Bütün Dünyada Her Yerde”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2015, s.6.
[20] Pelin Batu, “Antropolog Michael Taussig: İktidarın Taktiği Başarılı Olmadı”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2015, s.6.
[21] 15 Kasım 2014’de gerçekleştirilen Beşiktaş Divan Kurulu toplantısından üyelerle yönetim arasında ‘Gezi’ krizi yaşandı. Bir üyenin “2000 kişinin üyeliğinin 8 aydır neden bekletildiği” sorusuna siyah beyazlı yönetim adına cevap veren Basın Sözcüsü Metin Albayrak, “Gördük ki başvurular arasında Geziye’ye katılanlar da var. Bir kez daha incelemeye aldık” dedi. Bu cevaptan sonra bir diğer üye Ali Rıza Dizdar ayağa fırlayarak “Gezi’ye katılmak suç mu? Gezi’ye ben de katıldım, Çarşı Gezi’nin şerefidir… Peki bizi de üyelikten atacak mısınız?” diye sordu. (“Beşiktaş Divan Toplantısında Gezi Tartışması”, Hürriyet, 15 Kasım 2014… http://www.hurriyet.com.tr/spor/futbol/27585065.asp)
[22] TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) beş tonluk su tankı olan, ayrıca boya ve gaz solüsyonu tankına sahip, 180 kilo basınçla yaklaşık 20 metreye etkili vuruş yapabilen, herhangi bir yangın ihtimaline karşı sensörle otomatik çalışan yangın söndürme sistemi içeren, hayli pahalı bir araçtır (yaklaşık 330.000 TL)… TOMA’lar tazyikli su ile ortalama ağırlıktaki bir kişiyi 2-3 metre uzağa fırlatabilir. Yüzdeki elmacık kemiğini kırabilir ve hatta kaburgaları çatlatabilir. İşte üzerinde silahı bırakınız, maskesi ya da herhangi bir koruyucusu olmayan bir kıza, az da olsa tazyikli su sıkmak, o TOMA’nın aslında ne kadar gereksiz kullanıldığının göstergesidir. (Ahmet Turan Köksal, “TOKİ Neden TOMA’dır?”, Radikal, 17 Ağustos 2013, s.16.)
İngiltere’de Londra Metropolitan Emniyet Teşkilâtı ve Londra Belediye Başkanı Boris Johnson’un güvenlik güçlerinin TOMA kullanması yönündeki çağrılarına ülkenin en büyük polis gücünü barındıran 5 bölgenin ilgili birimlerinden “Hayır” yanıtı geldi. (“İngiliz Polisi TOMA İstemedi”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2014, s.12.) Ülkenin 5 büyük polis teşkilâtının yöneticileri, TOMA kullanımını “etkisiz ve pahalı bir yöntem” diyerek reddetti… Tüm Britanya’da sadece Kuzey İrlanda’da polis teşkilâtının elinde TOMA bulunuyor. (“Britanya’da TOMA Kavgası”, Radikal, 6 Şubat 2014, s.23.)
[23] Türkiye için gaz fişeği üreten Güney Koreli DaeKwang’ın fabrikası, biber gazı nedeniyle sekiz kişinin öldüğü ve binlerce kişinin yaralandığı Gezi Parkı protestolarının yıldönümünde kapatıldı. Şirkete, lisansı olmadığı hâlde barut ürettiği ve yasadışı yollarla ithalat ve depolama yaptığı gerekçesiyle 19 Ocak’ta soruşturma açılmıştı. Soruşturma neticesinde DaeKwang’a 20 bin dolar ceza kesildi ve fabrika bir aylığına kapatıldı. DaeKwang, Kore’nin gaz ihracatının yüzde 90’ını gerçekleştiriyordu.
Sivil Toplum Kuruluşları 2013’ten beri yana biber gazının yasaklanması için kampanyalar yürütürken; 30 STK’nın hazırladığı rapora göre ise 2014 yılında 224 gün güvenlik güçleri tarafından biber gazı kullanıldı. Biber gazından 8 kişi hayatını kaybetti, 453 kişi yaralandı.
Gezi Parkı protestolarında polis 20 günde yaklaşık 130 bin biber gazı fişeği kullandı. TÜİK verilerine göre sadece İstanbul’un Kadıköy, Şişli, Beyoğlu, Beşiktaş ilçelerinde yaşayan 1 milyon 272 bin kişi biber gazına maruz kaldı. TTB’nin bilgilere göre sadece Gezi Parkı eylemleri sırasında 8 bin kişi yaralanırken, 104 kişi ciddi kafa travması geçirdi, 11 kişi gözünü kaybetti. (Pelin Ünker, “Gazcı Fabrika Kapatıldı”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2015, s.8.)
[24] İzmir’deki protestoların renkli figürleri arasında yer alan “Bando Sol” üyeleri, “çapulcu” olarak nitelenmekten rahatsız olmadıklarını vurguluyorlar. Grubun üyesi Ahmet Semizer, “Biz çapulcu olarak anılmaktan hiç gocunmadık; aksine bu bizi ortaklaştıran, bütünleştiren bir üst kimlik oldu. Fransız Devrimi’nde aristokratlar, eşitlik ve özgürlük için sokaklara dökülen halkı sans culottes (baldırı çıplak) diyerek aşağılamaya kalkmıştı, ama baldırı çıplak ordusu karşısında kaybeden onlar oldu. Biz de geleceği elinde tutan milyonlarca çapulcudan birkaçı olmakla gurur duyuyoruz… Sokağın dili boyun eğmeyi reddeden herkesin hikâyesini anlatıyordu,” dedi. (“Sokak Bizi Çağırdı”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 2013, s.7.)
[25] İdris Emen, “Gün Gün Gezi”, Radikal İki, 1 Haziran 2014, s.24… Uğur Koç, “Direniş Güncesi Birgün Pazar, Yıl:11, No:377, 1 Haziran 2014, s.15-17… Mehmet Tezkan, “Gezi Ruhuna Zarar Vermeyin”, Milliyet, 30 Mayıs 2014, s.5…
[26] “Gezi’nin Hukuk Karnesi Açıklandı”, Birgün, 2 Haziran 2014, s.6.
[27] “Erdoğan’dan Yine Kışkırtıcı Gezi Parkı Çıkışı: Yapacağız”, Cumhuriyet, 19 Haziran 2016, s.5.
[28] Albert Camus, Düşüş, Çev: Ferit Edgü, Ataç Kitabevi, 1961.
[29] Nilüfer Göle, “Gezi: Bir Kamusal Meydan Hareketinin Anatomisi”, Haydi Çankaya, CHP Bülteni, No:7, Haziran 2013, s.4.
[30] Koray Çalışkan, “Gezi’nin 1. Yılı Kutlu Olsun”, Radikal, 30 Mayıs 2014, s.6.
[31] Ahmet İnsel, “Muktedire Karşı Dayanışma”, Radikal İki, 1 Haziran 2014, s.8.
[32] Arif Koşar, “Taner Timur: Gezi, AKP’nin Düşüşünün Baş Aktörü Olarak Yazılacak”, Evrensel, 4 Haziran 2014, s.5.
[33] Zafer Atakan, “Gezi’nin Büyüsü”, Birgün, 11 Eylül 2016, s.2.
[34] Şükrü Küçükşahin, “Gezi’yi Bugün de Doğru Okuyamamak”, Hürriyet, 1 Haziran 2015, s.21.
[35] Zeynep Oral, “Geziden Kalan Umut…”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2018, s.14.
[36] Deniz Yıldırım, “Gezi Bir Halk Hareketiydi”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2018, s.4.
[37] “Adalet, Demokrasi, Özgürlük İçin #Gezi5Yaşında”, Evrensel, 29 Mayıs 2018, s.3.
[38] Nazım Alpman, “Gezi Parkı Yazıları 2013”, Birgün, 2 Haziran 2016, s.9.
[39] Nazım Alpman, “Kutsal İsyan Gezi Parkı”, Birgün, 31 Mayıs 2014, s.7.
[40] “Kent Hakkı” kavramı ilk kez Henri Lefébvre tarafından kullanılmış ve 1968 Paris hareketinde önemli bir slogan hâline gelmiştir. Kapitalist üretim ilişkilerinin kentleri birer meta hâline getirdiğini belirten Lefébvre, sistemin artık kentleri de kullanım değeri yerine değişim değeri olan birer metaya dönüştürdüğünün altını çizer. Ona göre “Kent Hakkı”, kentte yaşayan dezavantajlı grupların koşullarının iyileştirilmesi ya da bütünüyle kente dahil edilmesi değildir. Kent kaynaklarına ulaşma bireysel özgürlüğünden çok öte bir şey, kenti değiştirerek kendimizi değiştirme hakkıdır. Yani bireysel değil, ortak bir haktır. (Henri Lefébvre, “Kent Hakkı”, Eğitim, Bilim, Toplum, Cilt:9, No:36, 2011, s.140-152.)
[41] Henri Lefébvre, Şehir Hakkı, çev: Işık Ergüden, Sel Yay., 2016
[42] Sedat Yurtdaş, “İstanbul’u Sarsan 3 Gün!”, Radikal, 3 Haziran 2013, s.17.
[43] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘Gezi’nin Zamanı’ İçinde Devam Ederken…”, Birgün Pazar, Yıl:11, No:378, 7 Haziran 2014, s.12-13.
[44] “Gezi sürecinin başından itibaren hep empati yaptım. Kendimi sürekli duyarlı çevrecilerin yerine koydum. Başlangıç itibari ile demokratik haklarını kullanan bu duyarlı grupları destekledim. Onlarla gurur duydum. Cuma namazında saf tutan bazı Gezi eylemcilerini görünce aslında benim gibi empati kurması gerekenlerin bu eylemleri anlamadığını düşündüm. Öyle ki öz oğlum bile Gezici olmuştu. Ancak ne zaman ki marjinal gruplar sahneye çıktı ve bunlarla birlikte gözü dünmüş polisler ortalığa dehşet saçtı. İşte o zaman Gezi, Gezi olmaktan çıktı.” (Sevilay Yükselir, “Berkin Elvan…”, Sabah, 13 Mart 2014, s.7.)
[45] Emrah Çelik, “Gezi’de Karşılaşan Dindarlıklar (2)”, Taraf, 13 Haziran 2014, s.10.
[46] “Alabora: Gezi’de Devrim Yapmak İçin Sokağa Çıkmadık”, 1 Mart 2020… https://www.avrupa-postasi.com/gundem/alabora-gezi-de-devrim-yapmak-icin-sokaga-cikmadik-h106500.html
[47] Esra Karataş, “Memet Ali Alabora: Kalbimle Boğazım Arasında Tarif Edemediğim Bir Yumru Hissediyorum”, 2 Haziran 2018… https://www.gazeteduvar.com.tr/kultur-sanat/2018/06/02/memet-ali-alabora-kalbimle-bogazim-arasinda-tarif-edemedigim-bir-yumru-hissediyorum/
[48] Mustafa K. Erdemol, “Gezi Parkı Direnişi: Beş Yıl Geçti Üzerinden”, Birgün, 29 Mayıs 2018, s.5.
[49] Aslı Aydıntaşbaş, “… ‘Gezi’ Gelişmişliğin Bir Göstergesi”, Milliyet, 27 Eylül 2013, s.19.
[50] Tarık Işık, “Gezi Eylemi Demokratik Gelişmişliğin Bir Tezahürü”, Radikal, 2 Ekim 2013, s.12-13.
[51] “Gezi’, Demokrasiye Tehdit Değil…”, Cumhuriyet, 19 Eylül 2013, s.8.
[52] Mirgün Cabas, “Statta Slogan Olmasın. Gerçekten”, Milliyet, 1 Eylül 2013, s.6.
[53] Burak Özçetin-Doğuş Sarpkaya, “Karnaval ve Direniş”, Birgün Kitap, Yıl:10, No:136, 29 Kasım-12 Aralık 2013, s.8.
[54] Hasan Hüseyin Sünbül, “Bir Ülkücünün Gezi Güncesi”, Radikal, 20 Ağustos 2013, s.17.
[55] Arif Koşar, “Bekir Ağırdır: Gezi Geleneksel Kutuplaşmaya Kilitlendi”, Evrensel, 2 Haziran 2014, s.7.
[56] “Markar Esayan, Gezi Milyonlarını Hedef Gösterdi: Gezi, Özünde Gerici ve Faşist Bir Şiddet Eylemiydi; Tarihe de Böyle Geçti”, 1 Haziran 2019… https://gazeteyolculuk.net/markar-esayan-gezi-milyonlarini-hedef-gosterdi-gezi-ozunde-gerici-ve-fasist-bir-siddet-eylemiydi-tarihe-de-boyle-gecti
[57] “İktidarı Koruma Psikolojisi!”, Birgün, 28 Mayıs 2014, s.9.
[58] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2014/06/22/artik-o-mahalle-ile-birlikte-yurumek-istemiyorum
[59] Atilla Yayla, “Gezi Neydi, Ne Değildi?”, Yeni Şafak, 28 Haziran 2014, s.17.
[60] Murat Belge, “Gezi’nin Yıldönümünde”, Taraf, 1 Haziran 2014, s.11.
[61] Cengiz Çandar, “Erdoğan Tarihe Nasıl Geçecek?”, Radikal, 21 Haziran 2013, s.15.
[62] Ali Akay, “Seçimlere Doğru: Üçüncü Tür Bilgi”, Radikal, 26 Mart 2014, s.17.
[63] Serpil İlgün, “Doç. Cihan Tuğal: Gezi’deki Demokrasiyi Laikliğe Bağlamak Solu Bitirir”, Evrensel, 23 Aralık 2014, s.14.
[64] Andaç Yazlı, “Müşterek Kaderin Ortak Reddi”, Birgün Kitap, Yıl:11, No:150, 1 Ağustos-4 Eylül 2014, s.13.
[65] M. Murat Erdoğan, “… ‘Gezi Hatt-ı Hümayunu’: 2013 İlerleme Raporu”, Radikal, 26 Ekim 2013, s.13.
[66] Fikri Sağlar, “Gezi ve Casusluk!”, Birgün, 2 Haziran 2016, s.10.
[67] Oral Çalışlar, “Mısır’daki Katliamdan ‘Gezi Ruhu’na”, Radikal, 19 Ağustos 2013, s.11.
[68] Nihal Bengisu Karaca, “Gezi Ruhu”, Haber Türk, 3 Haziran 2014, s.7.
[69] “… ‘Kırmızılı Kadın’ Korkusu”, Birgün, 28 Mayıs 2014, s.9.
[70] Ergün Yıldırım, “Gezi Sosyolojilerinin İflası”, Yeni Şafak, 1 Haziran 2014, s.10.
[71] Atilla Yayla, “Solcular Niçin Demokrat Olmakta Zorlanıyor?”, Yeni Şafak, 12 Ekim 2013, s.14.
[72] Murat Sevinç, “Gezi’de Ne Oldu? Kim, Ne Anladı?”, Radikal İki, 1 Haziran 2014, s.9.
[73] Günnur Aksakal, “Orta Sınıf: Efsane mi, Gerçek mi?”, Birgün Kitap, Yıl:13, No:179, 16 Aralık 2016-12 Ocak 2017, s.20.
[74] Kimileri şunları diyordu: “80’li yıllarda askeri darbeyle muhalefet susturulmuştu. Dünya ölçeğinde de bir siyasal gerileme yaşanıyordu. Çeşitli yollarla yayılan tek yanlı görüşler sonucunda; yoksul çocukların okul masrafları, halkın sağlık giderleri, diğer sosyal güvenlik harcamaları yeni orta sınıfın gözünde, kendilerinin sırtına yük olarak görülüyordu. Yüksek kazançlarından dolayı ödedikleri vergilerle kamuyu finanse ettiklerine inanıyorlardı.
Bu durum, yeni orta sınıfın dışlayıcı özelliklere bürünmesine neden oldu. Geleneksel mahalle hayatındaki dayanışmanın, aile bağlarının gerektirdiği yardımlaşma alışkanlıklarının dışında kalmak istediler. Daha doğrusu, kendi sınıflarından olmayanların dışarıda kalacağı bir hayatı tercih ettiler. Böylece, kent merkezlerinin biraz uzağında siteler kurarak yaşamaya başladılar.
Dışladıkları insanların kendileri gibi ‘steril’ yaşamayı hak etmediklerini ve beceremediklerini düşünmeleriyle bağlantılı olarak, yeni orta sınıf, aşağılayıcı bir dil geliştirdi. Artık dergiler, televizyonlar, kitaplar, ‘pazarlanan’ neredeyse bütün kültür sanat ürünleri yeni orta sınıfın onayına sunuluyordu. Kültür sanat endüstrisi, dışlayıcı düşünceler ve aşağılayıcı dil üreten bir mekanizmaya dönüştü. ‘Entel’, ‘maganda’, ‘zonta’, ‘kıro’ gibi sözcükler havalarda uçuşmaya başladı. Yeni orta sınıfın sırtında yük kabul edilen ‘devlet memuru’ çalışanlar, filmlerde ve skeçlerde ‘Bugün git yarın gel’ diyen tiplemelerle parodileştirildi.
Ali Şimşek, komedi filmlerini ele aldığı bölümlerde Kemal Sunal, Şener Şen, Cem Yılmaz, Ata Demirer gibi oyuncuları, Davaro ve Recep İvedik gibi filmleri analiz ederek konuyu somutlaştırıyor. Aynı şekilde, Gırgır, Limon, Leman, Penguen dergilerini de kapsamlı biçimde ele alıyor.
Bu çizgi, ilerleyen yıllarda Ekşi Sözlük, İnci Sözlük gibi internet mecrası ile birleşti. Hayatın belirleyici bir niteliği hâline gelen ‘hız’ faktörü de işin içine girince, düşünmek süreci yerini fikir beyan etmeye bıraktı. Gazete köşe yazarlarından internet forumlarındaki takma isimli ergenlere kadar birçok kişi, ‘hayatın gerçeklerini bilen’ birer ukalaya döndü.
Dünyada olduğu gibi bizde de en çok beyaz yakalıları vuran 2001 ekonomik krizinden sonra, serbest pazar anlayışı, rekabet kültürü, kapitalizm ideolojisi birdenbire sorgulanmaya başlandı. Marx’ın görüşleri yeniden yaygınlaştı.
Konumuzla ilgili Marx’ın önemli bir sözünü hatırlamakta fayda var: ‘İnsanlar düşündüğü gibi yaşamaz, yaşadığı gibi düşünür.’ Evet, yeni orta sınıf, o krizden sonra başka türlü yaşamaya mecbur kaldı. İşsizlikle, ekonomik sıkıntılarla, kapıdan içeri alınmamakla karşılaştı. Özellikle bu sınıfın yeni yetişenleri, yani 2010’ların gençleri, kendilerinin aslında beyaz yakalı işçi olduğunu keşfetme sürecine girdi. Net bir düşünce olarak ortaya çıkmasa da, bunun duygusu oluşuyordu. Çünkü artık sömürülen ve dışlanan bir kesim hâline dönüştüler. Ama dönüşmeyen bazı yönleri vardı: Dili, ifadelerindeki ironik üslup, parodileştirme eğilimi…” (Ali Şimşek, Yeni Orta Sınıf – ‘Sinik Stratejiler’, Agora Kitaplığı, 2014.)
[75] “İktisatçı Homi Kharas’a göre, dünyada 3.2 milyar kişi, çok geniş bir şekilde tanımlanmış, ’günde 11 ila 110 dolar arası gelire sahip’leri içeren orta sınıf tanımlamasına uyuyor. Bu rakam dünya nüfusunun yüzde 42’sine denk geliyor. Her yıl bu gruba 160 milyon kişi katılıyor. 2020’li yıllarda dünya nüfusunun çoğunluğunu orta sınıflar teşkil edecek. Önümüzdeki 5-6 yıl içinde orta sınıfa katılacak yaklaşık 1 milyar kişinin yüzde 88’i ise Asya ülkelerinde yaşayacak.” (Soli Özel, “Orta Sınıf Patlaması”, 29 Ağustos 2017… https://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/1614144-orta-sinif-patlamasi )
[76] Beytullah Çakır, “Prof. Dr. Atilla Yayla: Orta Sınıf Demek Burjuva Demektir”, Lacivert Dergi, No:40… http://www.lacivertdergi.com/dosya/2017/11/15/orta-sinif-demek-burjuva-demektir
[77] Friedrich Engels, İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumu, çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1997, s.66.
[78] Karl Marx- Friedrich Engels; Seçme Yapıtlar-1, çev: Ahmet Kardam-Sevim Belli-Muzaffer Ardos-Kenan Somer, Sol Yay., 1976, s.157.
[79] Sungur Savran-Kurtar Tanyılmaz-E. Ahmet Tonak, Marksizm ve Sınıflar: Dünyada ve Türkiye’de Sınıflar ve Mücadeleleri, Yordam Kitap, 2014, s.18-19.
[80] Sungur Savran-Kurtar Tanyılmaz-E. Ahmet Tonak, Marksizm ve Sınıflar: Dünyada ve Türkiye’de Sınıflar ve Mücadeleleri, Yordam Kitap, 2014, s.296.
[81] Oral Çalışlar, “Gezi’den ‘Yeniden Doğuş’ Beklemek”, Radikal, 20 Eylül 2013, s.10.
[82] Mine Söğüt, “Gençlik Bizzat Bahardır”, Cumhuriyet, 4 Haziran 2013, s.19.
[83] “Onlara, ben ben ben jenerasyonu, İndigo çocukları diyenler oldu. Amerikalı iktisatçılar X kuşağından sonra geldikleri için onlara Y kuşağı dediler. Sorgulayan bir nesildiler. Hatta bu yüzden, ‘Why’ sözcüğünü çağrıştırdığı için Y kuşağı dendiğini söyleyenler bile vardı. Kendileri için ne söylendiğini umursayan bir nesil olmadılar ama haklı olarak sorguladılar anlamsız gelen her şeyi ve niçin, neden, dediler. Zihinlerine yatmayan hiçbir şeyi kabul etmediler. Ailelerine bağlıydılar ama elbette çatışma da kaçınılmazdı. Her zor koşullarında yanlarında olan X kuşağı ebeveynleri, kuşaklarına özgü özgürlükçü ve sabırlı yanlarını çocuklarına da yansıtıyorlardı. Çok güzel ebeveynler oldular, çocuklarını desteklediler ve Gezi Parkı örneğinde olduğu gibi Y kuşağı çocukları ‘analarını da alıp’ Gezi’ye geldiler. Y kuşağı çocukları sevgiyle büyümüşlerdi. X kuşağı anne ve babaları, sevgilerini göstermekten kaçan kendi ebeveynlerinin aksine çocuklarını sevdiler ve çocuklarına söz hakkı tanıdılar. Fakat Y kuşağının rahata düşkünlüğünü ve teknoloji merakını anlamakta zorlandılar. Y kuşağı kapitalizmin tüket ve mutlu ol yaklaşımını mutlu olmak istiyorsan üret, yaşa ve yaşat anlayışına çevirdi.” (Özge Doğar, “Bıraksan Ağaç, Sadece Gölge Yapacaktı Şimdi Tarifi İmkânsız Meyveler Verdi”, Birgün, 1 Haziran 2019, s.5.)
[84] “yolu yok,/ yel değirmenleriyle dövüşülecek/ ölümsüz gençliğin şövalyesi,/ ellisinde uydu yüreğinde çarpan aklına,/ bir temmuz fethine çıktı…
güzelin, doğrunun ve haklının:/ önünde sağır, aptal devleriyle dünya/ altında mahzun fakat kahraman rosinantı…
bilirim,/ hele bir düşmeye gör hasretin hâlisine,/ hele bir de tam okka dört yüz dirhemse/ yürek/ yolu yok, Don Kişotum benim, yolu yok,/ yel değirmenleriyle dövüşülecek…
haklısın, elbette senin Dülsinyadır en güzel kadını/ yeryüzünün…
sen elbette bezirgânların suratına haykıracaksın/ bunu…
alaşağı edecekler seni/ bir temiz pataklayacaklar/ fakat sen yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,/ sen bir alev gibi yanmakta devam edeceksin ağır kabuğunun içinde/ ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek…” (Nâzım Hikmet Ran.)
[85] “Toplumun ‘Gezi Parkı Olayları’ Algısı: Gezi Parkındakiler Kimlerdi?”, 5 Haziran 2014, s.8.
[86] Hüseyin Kömürcüoğlu, “Gezi İki Yaşında”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2015, s.18.
[87] Günel Cantak, “Gezi Gazisi Semih Sağlam: Kin Besleyemiyorum… Tabii Ki Büyük Bir Öfkem Var”, Cumhuriyet Sokak, No:12, 31 Mayıs 2015, s.15.
[88] “… ‘Kırmızı Fularlı Kız’ Dağa Çıktı!”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2014, s.9.
[89] “Sosyolog Küntay: Gençlerin Yükselen Sesi Salgın Hastalık Gibi Yayıldı…”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2013, s.8.
[90] Zafer Yılmaz, “Gezi Parkı’nda Ne Öğrendik?”, Radikal İki, 16 Haziran 2013, s.4.
[91] Meral Tamer, “Hülya Gülbahar: Kadın Hareketi, Gezi Olayında Sınıfta Kaldı”, Milliyet, 12 Temmuz 2013, s.12.
[92] Antalya Cumhuriyet Meydanı’na Gezi Parkı eylemlerine destek için gelen Mehmet Kaparoğlu (33), eşini dövmeye kalkınca, göstericiler tarafından cezalandırıldı. Olay Kaparoğlu’nun, müdahale etmek isteyen bir eylemciye “Karım değil mi? Döverim de severim de” demesi üzerine büyüdü. Cebinden bıçak çıkartan Kaparoğlu, kendisini uyaran eylemciyi yaraladı. Meydandaki kalabalık, Kaparoğlu’nu dövdü. (“Linç Edilecekti”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2013, s.3.)
[93] Seyhan Avşar, “Gezi’nin Ruhu Kadındı”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2018, s.8.
[94] Özlem Albayrak, “Kırmızılı İki Kız, Kapkara Bir Haksızlık”, Yeni Şafak, 14 Haziran 2017, s.17.
[95] Akın Bodur, “Çocuklarımız Tertemizdi”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2015, s.19.
[96] Mehmet Kayhan Yıldız-Hasan Bölükbaş-Hasan Dönmez, “Sayfı Sarısülük: Dilin Kapansın”, Milliyet, 12 Ocak 2016, s.16.
[97] Dilek Şen, “Anneler Adalet Peşinde”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2016, s.12.
[98] Mehmet Keskin, “Kalemini ‘Gezi’ye Çıkaranlar Anlatıyor”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2015, s.19.
[99] “Menteş Noktayı Koydu!”, Vatan, 27 Temmuz 2013, s.7.
[100] Zeynep Miraç, “Zekâ ve İzan Artık Buralarda Oturmuyor”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2015, s.14.
[101] Zeynep Miraç, “Dil Acılaşınca Akıl Sürçer”, Cumhuriyet, 26 Eylül 2015, s.10.
[102] Selda Güneysu, “O Şefe Ödül Gibi Atama”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2014, s.6.
[103] Zeynep Miraç: “… ‘Yeni Türkiye’ Linç Seviyor”, Cumhuriyet, 24 Eylül 2015, s.14.
[104] “Berkin Elvan İçin Klip Çeken Sanatçılara Soruşturma”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2015, s.6.
[105] “Haluk Bilginer’den ‘Gezi’ Yorumu”, Hürriyet, 2 Aralık 2014, s.2.
[106] Ali Deniz Uslu, “Okan Bayülgen: Ben Emekli Bir Solcu Değilim!”, Cumhuriyet Pazar, No:1496, 23 Kasım 2014, s.2.
[107] Işıl Özgentürk, “Balık Hafızaya Dikkat!”, Cumhuriyet, 2 Temmuz 2013, s.8.
[108] Richard Seymour, “… ‘Duran Adam’ Devleti Neden Sarstı”, Radikal, 20 Haziran 2013, s.17.
[109] İpek İzci, “Sokakta Hiçbir Şey Olmamış Gibi Göstermek Şiddettir!”, Radikal, 23 Haziran 2013, s.14-15.
[110] Özlem Albayrak, “Göle’nin ‘Yeni Vatandaş’ı Hangisi?”, Yeni Şafak, 22 Haziran 2013, s.18.
[111] “Taksim’e Sağduyulu Destek Uyarısı”, Taraf, 2 Haziran 2013, s.10.
[112] Aktaran: Kürşat Bumin, “En Doğru Değerlendirme Demirtaş’tan”, Yeni Şafak, 3 Haziran 2013, s.12.
[113] Erol Erdoğan, “Bu Bir Gezi Parkı Sonrası Yazısıdır”, Radikal, 11 Haziran 2013, s.17.
[114] Abdulkadir Selvi, “Provokasyon Nasıl Aşıldı”, Yeni Şafak, 10 Aralık 2013.
[115] “Kirli Savaş Üstünü Örttü”, Taraf, 9 Haziran 2013, s.9.
[116] Mustafa Kömüş, “Meral Danış Beştaş: Gezi Medeni ile Berkin’in Kardeşliğidir”, Birgün, 31 Mayıs 2017, s.4.
[117] Tuğba Tekerek, “Gültan Kışanak: Kürt Kongresi Barışın Muhatabı”, Taraf, 20 Ağustos 2013, s.9.
[118] “Pişmanlık bir erdem değildir; tersine, yaptığından dolayı pişmanlık duyan insan iki kat zavallı, yani aciz bir insandır.” (Benedictus De Spinoza, Ethica, çev: Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yay., 2012, s.292.)
[119] Sırrı Süreyya Önder, “Birincisi Gezi’deki itiraz ve direniş bir suç değildir. Bunun bir suç olmadığı mahkeme kararıyla da tescillenmiştir. İkincisi Gezi Direnişi birkaç kişi ya da birkaç kuruma izafe edilemeyecek kadar yaygın ve kolektif bir itirazdır. Eğer Gezi suç sayılacaksa bunun tek bir suçlusu vardır: dönemin iktidarı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’dir,” (Zehra Özdilek-Seyhan Avşar, “Ne Gezi Terör Ne Kavala Terörist”, Cumhuriyet, 6 Kasım 2017, s.4.) diyordu.
[120] Murat Çakır, “Çözüm Sadece AKP ile mi?”, Gündem, 22 Haziran 2013, s.12.
[121] Amberin Zaman, “Kürtler Gezi Sınavından Nasıl Çıktılar”, Taraf, 28 Haziran 2013, s.9.
[122] “Bayık: Gezi’ye Zayıf Katılmak Yanlıştı”, 29 Ağustos 2013… http://www.alevizyon.com/haberler/bayik-gezi-39ye-zayif-katilmak-yanlisti.html
[123] Namık Durukan, “Bayık: Gezi’de Yanlışlar Yaptık”, Milliyet, 30 Ağustos 2013, s.23.
[124] “Hayatımda ilk kez bir patrondan telefon aldım. Arayan Erdoğan Demirören’di ve o günkü yazımı beğenmediğini söylüyordu. Tam Başbakan’ın tasmalarını çıkardık dediği dönem… Ona dair bir yazı yazmıştım. ‘Sert yazıyorsun, ben böyle yazı istemiyorum,’ dedi. Ben de ‘Böyle yazabiliyorum ama eğer isterseniz benimle çalışmayabilirsiniz’ demiştim. O dönem Tayfun (Devecioğlu) vardı gazetenin başında. O sahip çıktı ve çözdü krizi ama o gün bir çentik yemiştim artık. O çentik bu yıla sarktı tabii. Asıl Gezi sürecinde yazdıklarım, söylediklerim beni hedef hâline getirdi. Derya (Sazak) aracılığıyla haberdar oluyordum rahatsızlıklarından… Gezi süreciyle rahatsızlık dalgası tırmandı.” (Ezgi Başaran, “Bugünkü Sopa 28 Şubat’tan Daha Sert, Havuç ise Daha Büyük”, Radikal, 15 Ağustos 2013, s.10-11.)
[125] Esra Açıkgöz, “Can Dündar: ‘Gözdağı’ Çabaları Boşa”, Cumhuriyet Pazar, No:1472, 8 Haziran 2014, s.2.
[126] “Haber Yapmak Suç Oldu”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2013, s.7.
[127] Ali Deniz Uslu, “Sansürden Daha Ağırı Otosansür”, Cumhuriyet, 20 Temmuz 2013, s.7.
[128] Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın verilerine göre üst kurulun en yüksek para cezası kestiği kanallar Kanal D ve Show TV oldu. Kanal D’ye 14 milyon 739 bin TL fatura çıkartan RTÜK, bu cezanın 3 milyon 203 bin TL’sini tahsil etti. Show TV’ye kesilen 12 milyon 168 bin TL’nin ise 369 bin TL’si tahsil edilebildi. Bazı kanallara ceza kesilse bile bu cezalardan tek kuruş tahsil edilememesi dikkat çekti. Mesaj TV’ye kesilen 2 milyon 152 bin TL’den tek kuruş tahsilat yapılamazken, Kadırga TV de 1 milyon 10 bin TL’ye ulaşan cezaların hiçbirini ödemedi. ATV’ye kesilen 7 milyon 154 bin TL, Samanyolu TV’ye kesilen 560 bin ve TV Net’e kesilen 34 bin TL cezadan tahsilat yapılamadı. Bu çerçevede de 9 televizyon kanalına toplam 8 milyon 424 bin TL ceza kesilirken bunun 193 bin 964 TL’si tahsil edilebildi. Arınç, cezaların tahsilinin düşük kalmasının gerekçesini ise “dava süreçleri” olarak açıkladı. (Fırat Kozok, “RTÜK Kanalları Cezaya Boğdu”, Cumhuriyet, 13 Ekim 2013, s.7.)
[129] “Şimdi İşsizler”, Cumhuriyet, 23 Temmuz 2013, s.9.
[130] Ahmet Hakan, 14 Temmuz 2015 tarihli köşesinde, ‘Kabataş Yalanı’ konusunda Star gazetesinin eski ve yeni yazarları arasındaki tartışma ve ithamlara değinerek, “Siz o yalanı, sekiz sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla havalandırdınız. Bir köşede gizlenmiş iki küçük cümleyle kendinizi temize çıkaramazsınız,” diye yazdı. (“Yok Öyle Yağma Ey Kabataş Yalancısı”, Radikal, 14 Temmuz 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/yok_oyle_yagma_ey_kabatas_yalancisi-1396903)
Kabataş’ta türbanlı kadına saldırı iddiasını 2 yıl önce “Üzerleri çıplak, elleri deri eldivenli 70-100 kişi” detaylarıyla Türkiye’ye ilk kez duyuran Star Gazetesi’nde bugün ilginç bir analiz yer aldı. Gazetenin yazarlarından Cem Küçük, köşe yazısında Kabataş olayları için “Saçmasapan kurgular” nitelemesinde bulundu. (“Star Yazarı: ‘Kabataş’la İlgili Saçmasapan Kurgular Ürettiler’…”, Radikal, 13 Temmuz 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/kabatasla_ilgili_sacmasapan_kurgular_urettiler-1396300)
Star yazarı Cem Küçük’ün, 13 Temmuz 2015 tarihli yazısında, “Gezi sırasında Kabataş’ta saldırıya uğrayan kadın” iddiaları için “saçma sapan kurgu” demesinin ardından, iddianın ilk sahibi olan gazetenin eski yazarı Elif Çakır’dan çok sert bir yanıt geldi. Elif Çakır, twitter hesabından paylaştığı mesajda, Cem Küçük’ü kast ederek, “Allah tetikçinin de akıllısını versin! Tetikçi şuursuz talimatçı medya patronu şuursuz olursa. Seveyim savunayım derken ayağa sıkarsın,” diye yazdı. (“Elif Çakır’dan Cem Küçük’e: Şuursuz Tetikçi”, Radikal, 13 Temmuz 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/elif_cakirdan_cem_kucuke_suursuz_tetikci-1396524)
[131] Ümit Alan, “Gezi Direnişi’nde Medya, 14 Maddede Hatırla”, Birgün, 28 Mayıs 2014, s.9.
[132] Duygu Güvenç, “Gül’e Gezi Sansürü”, Cumhuriyet, 25 Eylül 2013, s.5.
[133] Vali Güngör Azim Tuna, İsmail Saymaz’a hakaret ve tehdit postasını önce kabul etti, sonra çark etti. (Murat İnceoğlu, “Gazeteciye Mektup: Yine Rahat Durmuyorsun”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2013, s.6.)
Vali Azim Tuna’dan gelen e-posta ile ilgili olarak İsmail Saymaz, “Benim bir süredir yapmakta olduğum haberlerin kendisini bunalttığını anlıyorum. Orada 4’ü tutuklu 8 kişinin yargılandığı bir dava ile bu meselenin kapanması gerektiğini düşünüyor anladığım kadarı ile. Oysa ki, vali henüz görevini yapmış değil, o gün sözlü emirle görev yapan 40 kadar sivil polis var. Ve Ali İsmail’in dövüldüğü noktadaki 11 ayrı kamera kaydına göre polisler Eskişehir’in caddelerinde ve sokaklarında elleri sopalı kişiler ile ellerinde copları ile koşuyorlar. Sadece bu manzara bile valinin o görevden çekilmesini gerektirdiği hâlde, bunu yapmadığı gibi, kendi tasarrufu altında olmasına rağmen ne bir polisi açığa aldı, ne bu sözlü talimatı veren görevliyi belirledi. Kendi yapması gerekenleri yapmadığı gibi yapılmasını isteyen gazetecileri de susturma veya gözlerini korkutma yoluyla hâlledebileceğini zannediyor. O maili atarken bunun da haber yapılacağını bilmesi gerekirdi,” dedi. (“Ben Görevimi Yapıyorum Tuna Yapmıyor”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2013, s.6.)
[134] “Oğlum İsmail, Yine Rahat Durmuyorsun”, Radikal, 3 Ekim 2013, s.7.
[135] Fırat Kozok, “Palalıya Değil Televizyonlara Ceza Girişimi”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2013, s.7.
[136] Fırat Kozok, “Gezi’den Önce 16, Sonra 64 Ceza”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2015, s.6.
[137] Coşkun Yaman, “Gazeteciliğin Batsın”, Cumhuriyet, 3 Mart 2013, s.4.
[138] George Orwell, 1984, çev: Celâl Üster, Can Yay., 1984.
[139] Elif İnce, “Mücella Yapıcı: Büyük Bir Kesimin Üçüncü Gözü Çıktı!”, Radikal, 1 Haziran 2014, s.4-5.
[140] Antalya Cumhuriyet Meydanı’ndan İstanbul Gezi Parkı’na kadar sürecek “Adalet Yürüyüşü” başlatan Kadir Canbek, Ulaş Çakar, Canberk Apiş ve Batuhan Yücel, 21 Temmuz 2013 tarihinde Burdur’un Bucak ilçesine ulaşırken polisten ilginç teklif geldi. Burada Bucak İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı bir ekip, yürüyüşteki 4 genci takibe başladı. Batuhan Yücel ayağındaki ödem nedeniyle yürüyüşü bırakmak durumunda kalırken polis gençlere ilginç bir teklifte bulundu. Polis, Bucak’tan sonra rampaların yoğun olduğu bir bölgede, gençlere Burdur civarına araçla bırakmayı teklif etti. Polisin rampalar nedeniyle yardım etmek istediğini belirten Kadir Canbek, polisin “Yürümüş gibi yapar, devam edersiniz” diyerek araçla bırakma teklifini kabul etmediklerini söyledi. (“Araçla Bırakalım, Yürüdük Dersiniz”, Cumhuriyet, 22 Temmuz 2013, s.5.)
[141] Ezgi Başaran, “Madem ‘S… Atacaklar’, Bari Bölünelim”, Radikal, 17 Mart 2014, s.4.
[142] “Gezi Parkı direnişinde büyük tepki toplayan polisin sert müdahalesi ile ilgili şok bir ses kaydı yayınlandı. Dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler, telefonda direnişçilerin açıklama yapmasına bizzat Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından izin verilmediğini anlatıyor. Güler, Gezi Parkı direnişçileri için ağıza alınmayacak küfürler de ediyor.” (“Erdoğan Nuh Diyor, Peygamber Demiyor”, Cumhuriyet, 15 Mart 2014, s.8.)
[143] İsmail Saymaz, “Derste Berkin’i Anan Doçente Soruşturma”, Radikal, 19 Haziran 2014, s.7.
[144] “İTÜ’de Tepki Çeken Mezuniyet Töreni Kararı”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2014, s.4.
[145] “Özgürlüğe ‘Vâkıf’ Değil”, Birgün, 25 Mart 2014, s.12.
[146] “Melih Gökçek Bu Sefer Gerçekten Uçtu”, Cumhuriyet, 19 Mart 2014, s.13.
[147] Özlem Güvemli, “Bize Bayram Yok”, Cumhuriyet, 10 Ağustos 2013, s.5.
[148] Duygu Güvenç, “Hükümetten Gezi Ölümlerine Sansür”, Cumhuriyet, 19 Ocak 2015, s.13.
[149] “Emniyet-Sen’in kurucularından ve avukatlığını da yapan eski polis Emrullah Aksakal, “Meslekte ikbal bekleyen yeni memurlar, emir verenin isteklerini fazlasıyla yapmak ister. Bunlar itaat etmezse aday memurluktan asil memurluğa geçemezler,” (İpek İzci, “Çevik Kuvvet: Genç, Muhafazakâr ve İtaatkâr”, Radikal, 4 Haziran 2013, s.10-11.) dedi…
[150] Murat Sevinç, “Gezi’de Ne Oldu? Kim, Ne Anladı?”, Radikal İki, 1 Haziran 2014, s.9.
[151] Ertuğrul Özkök, “Bu 25 Bin Kişiyle mi Övünüyorsunuz?”, Hürriyet, 3 Haziran 2014, s.25.
[152] Mesut Hasan Benli, “Emniyet: FN 303 Kullandık”, Hürriyet, 10 Ocak 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27934674.asp
[153] Veysi Polat, “Medeni’yi Hedef Gözeterek Vurmuşlar”, Radikal, 27 Nisan 2014, s.9.
[154] Canan Coşkun, “Polisin Kör Eden Alışkanlığı”, Cumhuriyet, 19 Şubat 2015, s.11.
[155] İsmail Saymaz, “… ‘Güzel Bir Ülke’yi Göremeden Öldü”, Radikal, 31 Mayıs 2014, s.6.
[156] “Organik Gaz Öldürdü”, Cumhuriyet, 14 Mayıs 2014, s.6.
[157] “Gözaltındaki Göstericiyi Yoldan Geçen de Dövdü!”, Radikal, 2 Haziran 2014, s.7.
[158] “Sosyal Medyada Korkunç Ses Kaydı: Polis Otobüsünde İşkence İddiası”, Cumhuriyet, 5 Ekim 2014, s.8.
[159] Aysun Yazıcı, “Otelden Köfte Yemek İçin Çıktım, Gözaltına Alındım”, Taraf, 9 Mayıs 2014, s.8.
[160] “Sil Onu”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2013, s.6.
[161] Alican Uludağ, “İşkenceyi Görün!”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2018, s.12.
[162] İsmail Saymaz, “… ‘Bagaj İşkencesi’nin Görüntüleri Çıktı”, Radikal, 5 Mayıs 2014, s.6-7.
[163] Ali İsmail Korkmaz, tekme ve sopa darbeleriyle, dört polis ve dört sivilin tesadüfi saldırısı sonucu değil, Eskişehir’de 31 Mayıs 2013’de başlayıp 3 Haziran’da son bulan örgütlü bir şiddetin kurbanı oldu. Sanıkların savunmalarından muhafazakâr ve milliyetçi oldukları görülüyordu. Ama daha önemlisi, iktidardan ilham almış, onun koruması ve teşviki altında canla başla çalışmışlardı. Gazeteci İsmail Saymaz, “Ali İsmail-Emri Kim Verdi?” adlı kitabında, tek “suçu” polis şiddetinden kaçmak olan Ali İsmail’in ölümüne yol açan olaylar zincirini ve bu cinayeti örtbas etmek için oluşturulan örgütlenmeyi tüm detaylarıyla inceler. (İsmail Saymaz, Ali İsmail-Emri Kim Verdi?, İletişim Yay., 2015.)
[164] Kemal Göktaş, “Eskişehir’de Ceren’e İşkence”, Milliyet, 4 Haziran 2014, s.17.
[165] “Gezi Dayağı Gürcü Öğrenciyi Felç Etti”, Radikal, 14 Nisan 2014, s.6-7.
[166] İsmail Saymaz, “Tanık: Polis, Berkin’i Hedef Alıp Ateş Etti”, Radikal, 18 Mart 2014, s.11.
[167] Mesut Hasan Benli, “Dershane Çıkışı Gaz Fişeğiyle Vurulmuş”, Radikal, 10 Mayıs 2014, s.10.
[168] İsmail Saymaz, “Vatandaş Nasıl Vurulur!”, Radikal, 16 Nisan 2014, s.7.
[169] Sıla Sezge Çınar, “Gezi Direnişçisi Hastanede”, Birgün, 30 Eylül 2014, s.7.
[170] Gezi Direnişi’nin ilk gününde Tarlabaşı Bulvarı’nda esnaf Volkan Kesanbilici’nin gözünü kaybetmesine yol açan plastik merminin ateşlendiği “Şortland” diye tabir edilen koyu renkli zırhlı araçlarda, Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü ile Beyoğlu Kaymakamlığı’nın yok dediği kamera sisteminin mevcut olduğu dosyadaki fotoğraflardan tespit edildi. Polisin akrep aracı üzerinden sıktığı plastik mermilerle gözünden vurulan Kesanbilici görme yetinisi kaybetmişti. Plastik merminin içinden ise boya değil metal parçacıklar çıkmıştı. (Zeynep Kuray, “Devletin ‘Şortland’ Yalanı”, Birgün, 11 Kasım 2014, s.7.)
[171] Canan Coşkun, “Bilirkişi ‘Plastik Mermi’ Dedi”, Cumhuriyet, 29 Aralık 2014, s.8.
[172] Canan Coşkun, “Adli Tıp ‘İşkence’ Dedi”, Cumhuriyet, 28 Aralık 2014, s.7.
[173] “Gezi’nin Yıl Dönümünde 63 Kişiye Karakolda Dayak”, Milliyet, 12 Aralık 2015, s.7.
[174] “Polisten Yardım İsteyen Darp Edildi”, Evrensel, 9 Mayıs 2014, s.3.
[175] Canan Coşkun, “Yargıdan Gazetecilik Dersi”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2015, s.10.
[176] “AYM’den Gezi Kararı: Yürüyüş Hakkına Müdahale Edildi”, 2 Mayıs 2019… https://www.birgun.net/haber-detay/aymden-gezi-karari-yuruyus-hakkina-mudahale-edildi.html
[177] Fırat Kozok, “THİK Raporu: Devlet de Zulmü Gördü”, Cumhuriyet, 18 Kasım 2014, s.6.
[178] İsmail Saymaz, “Al Sana Müfettiş Raporu: Emri Zabıta Vermiş!”, Radikal, 10 Nisan 2014, s.6-7.
[179] “Yalçın Akdoğan: Gezi Parkı’nda Eylemcilerin Arasına Ekipler Gönderdik”, Hürriyet, 27 Nisan 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28845750.asp
[180] “Gezi’yi Karıştıran Zabıtalar İşbaşında”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2013, s.6.
[181] “Gezi’deki Çadırlar Mumdan Yanmış”, Cumhuriyet, 17 Nisan 2015, s.15.
[182] “Adli Tıp Raporu: Sanıklar Kusursuz, Mehmet Ayvalıtaş Kendi Ölümünde Asli Kusurlu”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2016, s.3.
[183] Gezi direnişi sırasında polisin attığı gaz fişeğinin sağ gözüne isabet etmesi sonucu gözünü kaybeden Erdal Sarıkaya’nın soruşturmasında savcı, Sarıkaya’nın muayenelerinin yapıldığı hastanelerden raporları istedi. Ancak Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi hazırladığı raporda ‘şikâyet, bulgu, tedavi’ alanlarını boş bıraktı. Gaz fişeğinden söz edilmeyen raporun tanı kısmında “Bir başka şahıs tarafından darp ve çarpma” yazıldı. Şişli Hamidiye Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliğine dilekçe yazarak kendisine yapılan tedavi işlemlerinin kayıtlarını isteyen Sarıkaya’ya, “O dönemde yapılan kayıtlar otomasyon sistemimizden silinmiş” cevabı verilerek hastanenin Bilgi İşlem Merkezinden 12 Haziran 2013 tarihindeki 242845 No’lu rapor yerine başka bir rapor verildi. Ayrıca Sarıkaya’ya ilk müdahaleyi yapan Doktor Erkan Günay’ın uzun bir süredir Amerika’da olduğu ve ne zaman Türkiye’ye döneceğinin de belli olmadığı söylendi. (Tolga Alp Turgut, “Rapordaki Gaz Fişeği İbaresini Sildiler”, Evrensel, 13 Ocak 2015, s.4.)
[184] Ali Açar, “Gaz Fişeğine Skandal Savunma: Göze Bedel Biçtiler”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2016, s.3.
[185] Gizem Örnek, “Gezi’de Aydın Aydoğan’ı Yaralayan Polisler Görevini Yapmış!”, Evrensel, 6 Mayıs 2016, s.2.
[186] İsmail Saymaz, “Gezici Amire İki Kez İhraç”, Hürriyet, 30 Mart 2015, s.3.
[187] “Gezi’de Polisten Komik Savunma: Can Güvenlikleri İçin Gözaltına Aldık”, Cumhuriyet, 7 Mart 2015, s.8.
[188] Aysun Yazıcı, “Gözü ‘Temizlik’te Çıkmış”, Taraf, 16 Nisan 2014, s.4.
[189] Erk Acarer, “Madalya da Taksaydınız”, Cumhuriyet, 27 Aralık 2014, s.9.
[190] Alican Uludağ, “Plastik Mermi de Ne!”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2014, s.7.
[191] Hakan Dirik, “Gezi Gazisi Çocuğa Tutuklama”, Cumhuriyet, 20 Kasım 2015, s.11.
[192] “Dayakçı Polisler Ortada Yok”, Taraf, 3 Mart 2014, s.8.
[193] İsmail Saymaz, “Kask Numarası Belli, 10 Aydır Bulunamıyor!”, Radikal, 7 Nisan 2014, s.8-9.
[194] İsmail Saymaz, “Eskişehir Emniyeti’nin Amirleri de Oradaymış”, Radikal, 28 Şubat 2014, s.7.
[195] İsmail Saymaz, “Eskişehir’den Yeni Bir Polis Dayağı Görüntüsü”, Radikal, 5 Nisan 2014, s.7.
[196] İsmail Saymaz, “… ‘Ali İsmail’ Belgeseline Keyfi Yasak”, Radikal, 19 Mart 2014, s.9.
[197] Aysun İleriler, “Başbakan ve ülkede oluşturduğu hukuk sistemi bir kez daha sınıfta kaldı. Gezi’nin intikamı iki öğretmenden alındı,” dedi. (Burcu Cansu, “Gezi’nin İntikamı Sürüyor”, Birgün, 19 Mart 2014, s.3.)
[198] “Öğretmenlere Gezi Cezası”, Cumhuriyet, 19 Mart 2014, s.7.
[199] Görevine son verilen isimlerden Figen Algül üniversite yönetiminin kararının anti demokratik olarak yorumlarken grevin en temel haklardan birisi olduğunu söyledi. Fakültenin dekanı Yusuf Devran, daha önce de öğrencilerin fişlenmesi, öğretim üyelerinin tehdit edilmesi ile gündeme gelmişti. (Can Uğur, “Bu Korku Gezi’nin Korkusu”, Birgün, 5 Mart 2014, s.9.)
[200] “İki Asistana ‘Gezi’ Cezası”, Milliyet, 5 Mart 2014, s.24.
[201] “Berkin’i Anan Akademisyeni Şoke Eden Ceza”, Cumhuriyet, 2 Eylül 2014, s.8.
[202] “… ‘Gezi’yi Anlatınca Birinciliği Gitti!”, Radikal, 19 Haziran 2014, s.7.
[203] “Gezi AKP’nin Hep Aklında”, Cumhuriyet, 16 Ağustos 2014, s.8.
[204] Umut Erdem, “İdeolojik ve Politik Amaçlı Gösteriye Katılmış Olmak”, Radikal, 19 Nisan 2014, s.7.
[205] Sibel Bahçetepe, “Öğretmene Gezi Sürgünü”, Cumhuriyet, 27 Nisan 2014, s.7.
[206] “Bakan’dan Şaka Gibi Savunma: Ceza Değil Mükafat”, Cumhuriyet, 21 Haziran 2014, s.9.
[207] Şehriban Kıraç, “Hükümet, Sansür İçin Polise Daha Fazla Yetki İstedi”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 2013, s.10.
[208] Aydın Aydoğan’ın, 19 Nisan 2017 tarihinde paylaştığı ve “Gezi sürecinde nasıl bir arada mücadele ettiysek Gezi ruhu ile mücadelemiz bir beden bulana kadar devam edecektir. Hayır, korkmuyoruz” ifadelerinin yer aldığı paylaşım BTK tarafından yargıya taşınmıştı. Hesabın kapatılması talebiyle açılan davanın görüldüğü Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliği, 21.04.2017 tarihinde BTK lehine verdiği kararın gerekçesinde şu ifadelere yer vermişti “İnternet adreslerindeki terörü öven, şiddete ve suça teşvik eden kamu düzenini ve milli güvenliği tehdit eden, yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin korunması, suç işlenmesinin önlenmesine bağlı olarak içeriğin çıkarılmasına/erişimin engellenmesine dair tedbir kararının, 5651 sayılı Kanunun 8/A maddesinin 2. fıkrası uyarınca onaylanmasına karar verildi.” (Rabia Yılmaz, “Gezi, ‘Örgüt Propagandası’ Sayıldı”, Birgün, 6 Temmuz 2018, s.7.)
[209] ABD’de ‘Occupy/ İşgal Et’ eylemleri sırasında meydana gelen polis şiddetiyle ilgili önemli bir tazminat kararı alındı. California eyaletinin Oakland şehrinde 2011’de ABD’nin dört bir yanını saran gösterilerin bir benzerinde; başından gaz kapsülüyle yaralanan Scott Olsen’a 4.5 milyon dolar tazminat ödenmesine karar verildi. Irak savaşı gazisi 26 yaşındaki Olsen’ın beyninde gaz kapsülünden aldığı yaradan ötürü “geri döndürülemez” zarar oluşmuştu. (“Kafaya Gaz Kapsülüne 4.5 Milyon Dolar Tazminat”, Milliyet, 23 Mart 2014, s.17.)
[210] “Çocuklarımız İçin”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2014, s.9.
[211] Mahmut Lıcalı, “Gezi’ye Sansür”, Cumhuriyet, 11 Eylül 2014, s.5.
[212] Hilal Köse, “Bu Devran Böyle Gitmeyecek”, Cumhuriyet, 28 Mayıs 2016, s.11.
[213] “Tıp Fakültesi Eğitimini Yanlış mı Öğrendim?”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2014, s.7.
[214] Fatih Yağmur, “Gözaltı Sayısı: 5 bin 685!”, Radikal İki, 1 Haziran 2014, s.6.
[215] “Savcıya Gezi Soruşturması”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2015, s.13.
[216] “Kırklareli’de 1 Kişiye 13 Gezi Davası Açtılar”, Evrensel, 7 Şubat 2014, s.3.
[217] “Kardeşlerine 12 Yıl Hapis İstendi”, Birgün, 21 Mart 2014, s.9.
[218] “Kırmızılı Kadın: Elinde Silah Olsaydı…”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2014, s.8.
[219] Kemal Göktaş, “Bu Kez Polis Aranacak”, Cumhuriyet, 7 Haziran 2016, s.11.
[220] Alican Uludağ, “… ‘O’ Şoföre Ceza Verilmedi”, Cumhuriyet, 6 Ekim 2013, s.7.
[221] Abidin Yağmur, “Gezi Sürgünü Öğretmen”, Cumhuriyet, 10 Mart 2015, s.3.
[222] Mesut Hasan Benli, “Berkin Elvan Eylemine Katılan Mübaşire Devlette Yer Yok!”, Radikal, 6 Mart 2014, s.7.
[223] Gökçer Tahincioğlu, “Çivili Sopalı Dayak ‘Basit Yaralama’, Milliyet, 6 Mayıs 2014, s.23.
[224] İsmail Saymaz, “İşte Delil: Gözünü Çıkaran Fişeği Atılırken Kaydetti”, Radikal, 11 Nisan 2014, s.6-7.
[225] Alican Uludağ, “13 Yaşındaki Çocuğa ‘Gezi’ Davası”, Cumhuriyet, 14 Mart 2014, s.16.
[226] Seyhan Avşar, “Gezi Kini Bitmiyor…”, Cumhuriyet, 8 Nisan 2018, s.11.
[227] Ünal Çam, “Ethem Yürüyüşünde Dayak İddiası!”, Milliyet, 25 Ocak 2014, s.23.
[228] Erdem Gül, “İnfazcı Polislere Af Geliyor”, Cumhuriyet, 14 Mart 2015, s.5.
[229] Alican Uludağ, “Selahattin Demirtaş: İlk Sandıkla Tarihe Gömülecekler”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2019, s.6.
[230] Zehra Özdilek, “Ayşe Yıkıcı: AKM’yi Hırsla Yıktı”, Cumhuriyet, 1 Haziran 2018, s.8.
[231] “Erdoğan’dan ‘31 Mayıs’ Öncesi Çok Ağır Sözler”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2014, s.4.
[232] “Erdoğan: Çatlayın, Patlayın… Atatürk Kültür Merkezi’ni Yıktık”, Cumhuriyet, 1 Nisan 2018, s.5.
[233] Erdoğan’ın Gezi Parkı’na topçu kışlası yapılmasına yönelik tahrik edici açıklamalarına tepki yağdı. Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhcu, “Bu projenin gündeme gelmesi hâlinde Erdoğan bütün toplumun direnişiyle yüzleşmek durumunda kalacaktır. Erdoğan başkanlık sistemi adı altında savaş çığırtkanlığı ile bu süreci götürmek istiyor,” diye konuştu. (Hazal Ocak, “Direneceğiz”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2016, s.10.)
[234] “Erdoğan: 15 Temmuz’da Sokağa Çıkanlar Gezi Parkı’nın Gençleri Değildi”, Cumhuriyet, 29 Mayıs 2017, s.4.
[235] “TBMM’de Gergin Oturum… AKP, Gezi’de Teşekkür Beklemiş”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2016, s.5.
[236] M. Utku Şentürk, “Yalancı Bahar Gibi Yalancısın Tayibim”, toplumsol, 18 Haziran 2013… http://www.toplumsol.org/yalanci-bahar-gibi-yalancisin-tayyibim-m-utku-senturk/
[237] Can Dündar, “Polis Devleti Gibi”, Milliyet, 17 Haziran 2013, s.19.
[238] Tarık Işık, “Gezi’de Stratejik Hata Yapıldı”, Radikal, 12 Ağustos 2013, s.8-9.
[239] Mehmet Y. Yılmaz, “AKP’de Gezi Etkisi”, Hürriyet, 13 Ağustos 2013, s.17.
[240] “… ‘Makaracı’ Bağış’tan Direniş Yorumu: Değişim İsteyen Kitleleri”, Birgün, 10 Haziran 2015, s.9.
[241] “İdris Naim Şahin Geri Döndü”, Birgün, 9 Temmuz 2013, s.8.
[242] Benedictus De Spinoza, Ethica, çev: Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yay., 2012, s.288.
[243] Enver Aysever, “Korkut Boratav: Bugünkü İslâmcı Bir Faşizm”, Cumhuriyet, 8 Ocak 2019, s.9.
[244] Aktaran: Mehmet Tezkan, “Gezi İnsanları Türkiye’nin Şansı”, Milliyet, 30 Eylül 2014, s.7.
[245] Berkant Gültekin, “Başsoy’dan Analiz: Siyasetsiz Seçmen Öldü”, Birgün, 25 Mart 2014, s.11.
[246] Ayşe Sayın, “Gezi Mağdurları CHP Listelerinde”, Cumhuriyet, 9 Ocak 2014, s.8.
[247] Melis Alphan, “Bizi Dünyaya Rezil Edenler”, Hürriyet, 10 Şubat 2014, s.5.
[248] “Lise Kitabında Gezi Direnişi’ni Çarpıttılar”, Cumhuriyet, 18 Eylül 2018, s.5.
[249] Albert Camus, Başkaldıran İnsan, çev: Tahsin Yücel, Can Yay., 2015, s.25.
[250] Özcan Tikit, “Gezi Başarılı Olsaydı Yıldönümünde Anılmazdı”, Haber Türk, 2 Haziran 2014, s.14.
[251] Abdülkadir Selvi, “#direngezi”, Yeni Şafak, 23 Ağustos 2013, s.14.
[252] Mehmet Ziya Gökalp, “Gezi Olayları ve Son Operasyonun Ortak Noktası”, Yeni Şafak, 15 Ocak 2014, s.9.
[253] “Basın Hükümeti Devirmeye Çalışmış”, Cumhuriyet, 21 Eylül 2013, s.7.
[254] İbrahim Karagül, “Taksim’den Tahrir Çıkmaz!”, Yeni Şafak, 2 Haziran 2013, s.14.
[255] “Mısır’da Gezi’yi Gördü”, Cumhuriyet, 18 Ağustos 2013, s.4.
[256] Hilâl Kaplan, “Neden Hâlâ Gezi’yi Konuşuyoruz?”, Sabah, 16 Mart 2015, s.7.
[257] Yasin Aktay, “Taksim’den Harbiye’ye Seslenmek”, Yeni Şafak, 3 Haziran 2013, s.9.
[258] Erol Kurubaş, “Gezi Parkı Eylemleri Demokrasinin Neresinde?”, Yeni Şafak, 27 Haziran 2013, s.18.
[259] Mehmet Ziya Gökalp, “Gezi Akademisinden Neler Öğrendik?”, Yeni Şafak, 19 Haziran 2013, s.9.
[260] Salih Tuna, “Suçüstü Yakalandınız”, Yeni Şafak, 17 Haziran 2013, s.9.
[261] “Alabora Hakkında Tutuklama Kararı”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2018, s.9.
[262] Fatih Yaşlı, “Gezi’yi Soros mu Yaptı-I: Renkli Devrimler”, Birgün, 29 Kasım 2018, s.9.
[263] Fatih Yaşlı, “Gezi’yi Soros mu Yaptı-III: Asıl ‘Sorosçu’ Kim?”, Birgün, 5 Aralık 2018, s.9.
[264] Fatih Yaşlı, “Soros, Soğan, Seçim”, Birgün, 25 Kasım 2018, s.9.
[265] Rıfat Kırcı, “Gezi Direnişi Toplumun Vicdanıdır”, Birgün, 26 Haziran 2019, s.7.
[266] Seyhan Avşar, “Mimar Yapıcı ‘Gezi Yarınımız’ Dedi”, Cumhuriyet, 25 Haziran 2019, s.9.
[267] Rıfat Kırcı, “Gezi Direnişi Toplumun Vicdanıdır”, Birgün, 26 Haziran 2019, s.7.
[268] Eylem Nazlıer, “Gezi Davasının İlk Duruşması Görüldü”, Evrensel, 25 Haziran 2019, s.2.
[269] Elçin Yıldıral, “Gezi Dosyalarında İlerleme Yok”, Birgün, 15 Nisan 2015, s.6.
[270] “Taksim Dayanışması: Adalet İstiyoruz”, Cumhuriyet, 25 Kasım 2014, s.9.
[271] Pınar Öğünç, “Mücella Yapıcı: Biz O Gün ‘Dayanışma’yı Kurduk”, Radikal, 18 Ağustos 2013, s.14-15.
[272] Burcu Cansu, “Gezi’nin Çocukları İçin Hukuk İşlemedi”, Birgün, 13 Nisan 2019, s.5.
[273] Uğur Şahin, “AYM, Gezi’de İhlâl Bulamadı”, Birgün, 1 Temmuz 2018, s.7.
[274] Oya Armutçu, “İmza 33’lerden”, Hürriyet, 17 Temmuz 2015, s.14.
[275] “Gezi Direnişi’nin 6. Yılında Haklarında İddianame Düzenlenen 16 Kişi Hâkim Karşısında”, Cumhuriyet, 23 Haziran 2019, s.5.
[276] Elçin Yıldıral, “Gezi’deki Polis Şiddeti Savcı Eliyle Karartılıyor”, Birgün, 16 Şubat 2015, s.7.
[277] Kemal Göktaş, “Gezi’den Sonra Valiliğe 1 Yıl İçinde 5 Yıllık Dava”, Milliyet, 18 Mayıs 2015, s.13.
[278] Ali Açar, “Gezi Gazisi Aydın Aydoğan: Dosyam Neden Faili Meçhul?”, Cumhuriyet, 4 Ekim 2017, s.10.
[279] Hilal Köse, “Gezi Gazisi Aydoğan: Ailem İçin Tedirginim”, Cumhuriyet, 4 Mart 2018, s.11.
[280] “Gezi’de Gözünü Kaybeden Sarıkaya’ya ‘Posta’ Oyunu”, Birgün, 19 Temmuz 2017, s.7.
[281] Cansu Pişkin, “Sarıkaya Dosyasında Rapor Muamması”, Evrensel, 10 Mayıs 2018, s.3.
[282] Zeki Kadıoğlu, “Gezi’de Vurulan Okan Göçer İş Bulamıyor”, Evrensel, 19 Şubat 2015, s.4.
[283] Canan Coşkun, “Gezi’de Çadır Yakan Zabıtalar Aklandı”, Cumhuriyet, 4 Şubat 2015, s.7.
[284] Canan Coşkun, “Omurga Kıran Şiddeti Savundu”, Cumhuriyet, 3 Mart 2015, s. 6.
[285] Çağrı Sarı, “Polis Sınırı Aşmamış!”, Evrensel, 23 Aralık 2014, s.13.
[286] Seyhan Avşar, “Gizli Tanık: ‘Sapanlı Teyze’yi Bile Tanıyormuş”, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2018, s.9.
[287] Damla Güler, “Avukatlara 3 Yıl Hapis İsteniyor”, Milliyet, 29 Temmuz 2015, s.18.
[288] Seyhan Avşar, “Yeni Atılmış Gaz Kapsülüne Tekme Attın Davası”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2017, s.10.
[289] Canan Coşkun, “Polis Yoldan Geçeni Toplamış”, Cumhuriyet, 9 Mayıs 2014, s.5.
[290] “Dolmabahçe İmamı İfade Verdi: Camide İçki İçen Görmedim”, Cumhuriyet, 13 Haziran 2015, s.10.
[291] “Kurtarmak Suç Öldürmek Serbest”, Cumhuriyet, 24 Ekim 2015, s.6.
[292] “15 Ay Geçti Ama Hâlâ Yargılanmadılar”, Taraf, 6 Kasım 2014, s.7.
[293] “Palalı Saldırganla Polisler Birbirine Düştü: Senin DHKP-C ile”, Birgün, 22 Mayıs 2015, s.7.
[294] Erk Acarer-Arif Kızılyalın, “Yargılanan Gezi Ruhu”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2014, s.8.
[295] Önder Abay, “Yaşamak Görevdir Yangın Yerinde”, Birgün, 15 Aralık 2014, s.2.
[296] Erk Acarer-Arif Kızılyalın, “10 Maddede çArşı Davası”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2014, s.9.
[297] Esra Alus, “Hem Oğlumu Hem Eşimi Aldınız”, Milliyet, 26 Mart 2015, s.25.
[298] Hilal Köse, “Ölmek İstiyorum”, Cumhuriyet, 27 Mart 2015, s.11.
[299] Arzu Kaya, “Kaymakam İzin Vermedi 3 Polisin Davası Düştü”, Radikal, 29 Mayıs 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/kaymakam_izin_vermedi_3_polisin_davasi_dustu-1368699
[300] “Bilirkişi ‘Ayvalıtaş Asli Kusurlu’ Dedi”, Milliyet, 16 Ocak 2016, s.20.
[301] “Yargıç Bile İsyan Etti”, Cumhuriyet, 7 Ocak 2015, s.9.
[302] “Hasan Ferit Gedik Davasında 22 Tutukludan 6’sı Tahliye Edildi”, Evrensel, 7 Nisan 2015, s.3.
[303] Elçin Yıldıral, “Gedik Davasında Yasak”, Birgün, 7 Nisan 2015, s.7.
[304] “… ‘Hasan Ferit Gedik Davası’nda 2 Tutuklu Sanık Tahliye Edildi”, Cumhuriyet, 22 Mart 2016, s.5.
[305] “Sanık Mahkemede Taş Attı”, Cumhuriyet, 10 Mayıs 2016, s.13.
[306] “Hasan Ferit Gedik Davasında Tutuklu Sanıktan Skandal İfade: Polislerin Yetişemediği Yerde…”, Cumhuriyet, 27 Eylül 2016, s.11.
[307] “Kusursuz Şiddet”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2015, s.3.
[308] 3 Haziran 2013 tarihindeki Gezi eylemi sırasında polisin attığı gaz fişeği sonucu gözünden olan Çankaya Belediyesi İşçisi Muharrem Dalsüren’in bakanlık aleyhine açtığı tazminat davasına İçişleri Bakanlığından yanıt geldi. Mahkemeye gönderilen yanıtta, “İdaremiz olaylar gününde, yasaların kendisine yüklediği görevleri yerine getirmekten öte bir eylemi olmamıştır” dedi. Bakanlık yetkilileri davanın reddini talep etti. (Hasan Akbaş, “Dalsüren’in Gözünü Yasaya Uygun Çıkarmışlar!”, Evrensel, 23 Aralık 2014, s.3.)
[309] Alican Uludağ, “Yargıdan Bir Garip Tazminat”, Cumhuriyet, 23 Temmuz 2017, s.6.
[310] “1.5 Yıldır ‘Bulamadılar’…”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2015, s.4.
[311] Alican Uludağ, “Savcılık’tan O Polise Mükafat Gibi Ceza”, Cumhuriyet, 28 Temmuz 2018, s.9.
[312] İsmail Saymaz, “Polis Tarafından Kolu Kırılan Avukata ‘Direnme ve Mala Zarar’ Davası Açıldı”, 3 Haziran 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/polis_tarafindan_kolu_kirilan_avukata_direnme_ve_mala_zarar_davasi_acildi-1372202
[313] Alican Uludağ, “Buraya mı Gelirsin Orada mı Savunursun”, Cumhuriyet, 12 Ocak 2016, s.11.
[314] “Sarısülük Davasının Görüldüğü Mahkemeden Bir Skandal Karar Daha”, Cumhuriyet, 11 Ocak 2017, s.6.
[315] Can Uğur, “O da Ethem’i Vururmuş!”, Birgün, 23 Şubat 2016, s.6.
[316] “Ethem Sarısülük Davasında Yine Tutuklama Yok”, Cumhuriyet, 20 Eylül 2016, s.6.
[317] “Ethem Sarısülük Davasında Sanık Polis Şahbaz İçin Ödül Gibi Ceza İstemi”, Cumhuriyet, 29 Kasım 2016, s.7.
[318] “Bir Canın Bedeli 10 Bin Lira…”, Cumhuriyet, 20 Aralık 2016, s.5.
[319] Alican Uludağ, “Suçlu Ethem Sarısülük Oldu”, Cumhuriyet, 10 Ocak 2017, s.7.
[320] “Sarısülük’ü Vuran Polise Para Cezası”, Cumhuriyet, 22 Mart 2018, s.7.
[321] Alican Uludağ, “Ethem Sarısülük’ün Dosyası da Tahrip Edilmiş”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2018, s.10.
[322] Can Hacıoğlu, “Odunla Dayağa 12 Taksit”, Cumhuriyet, 24 Aralık 2014, s.7.
[323] Ali İsmail Korkmaz Eğitim Vakfı’na destek (ALİKEV) olduğu için Turkcell’deki 12 yıllık işinden çıkarılan TMMOB Fizik Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkanı Alper Merdoğlu, açtığı davayı kazandığı hâlde işine geri dönemedi. Turkcell, İstanbul İdare Mahkemesi’nde karara itiraz ederken Merdoğlu’nun işe iade talebinin samimi olmadığını savundu. (“Turkcell’den Bir Garip Savunma”, Cumhuriyet, 20 Şubat 2018, s.10.)
[324] Alican Uludağ, “Son Tekme Yargıdan”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2015, s.9.
[325] “Gerekçeli Karar: Ali İsmail’i Öldürme Kastı Yokmuş”, Cumhuriyet, 14 Şubat 2015, s.13.
[326] Alican Uludağ, “Polisin Avukatı: Emri Veren Nerede?”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2016, s.6.
[327] İsmail Saymaz, “Ali İsmail’in Dövüldüğü Sokakta Görüntüleri Sildiren Polise Beraat”, Radikal, 19 Haziran 2015… http://www.radikal.com.tr/turkiye/ali_ismaili_dovuldugu_sokakta_goruntuleri_sildiren_polise_beraat-1381996
[328] “Öldürülen Gençler, Gelmeyen Adalet”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2017, s.6.
[329] Kemal Göktaş, “Bakanlık Ali İsmail Tazminatına İtiraz Etti”, Cumhuriyet, 30 Mart 2017, s.10.
[330] Oktay Ensari-Zafer Barış-Yasin Dalkılıç-Olcay Düzgün, “Bu Ülkenin Adaleti Buymuş”, Milliyet, 19 Nisan 2016, s.18.
[331] “Yargıtay Ali İsmail Korkmaz Davasında Cezaları Onadı”, Cumhuriyet, 23 Aralık 2016, s.13.
[332] “Varis İçin Tahliye Ettiler”, Cumhuriyet, 27 Mayıs 2017, s.12.
[333] Yargıtay’ın işkence olarak gördüğü ancak mahkemelerin veya savcılıkların yaralama kapsamında değerlendirerek cezasız kalmasına neden olduğu vakalardan bazı örnekler şöyle:
– İzmir Karabağlar Polis Merkezi’nde polislerin dakikalarca dövdüğü Fevziye Cengiz’le ilgili dava da önce “yaralama” suçundan açılmıştı. Ancak polis bilirkişisinin görüntülerdeki işkence fiillerini tutanağa almadığı ortaya çıkınca mahkeme görevsizlik vererek dosyayı işkence suçundan ağır ceza mahkemesine gönderdi. Burada da savcı suçun “yaralama” olduğunda ısrar etti. Bu yüzden sanık polislere istenen ceza 1 yıl 1 ay oldu.
– Taksim Polis Merkezi’nde dalağı patlayacak kadar dövülen Nezir Çirik davasında savcı, “İnsan onuru ile bağdaşmayan, kişilerin aşağılanmasına yönelik davranışlar içermediğinden işkence sayılmaz” gerekçesiyle yaralama suçundan ceza verilmesini istedi. Mahkeme de 6 polise “kasten yaralama” suçundan 11 ay 20 gün hapis cezası verip hükmün açıklanmasını geri bırakılmasına hükmetti.
– Beyoğlu Polis Merkezi’nde bir bar çalışanını önce tahta copla ve ardından plastik copla döven Komiser Mehmet Kurt, “işkence”den yargılandığı dava sonunda, “basit yaralama” suçundan iki yıl iki ay hapis cezasına çarptırıldı. Yargıtay kararı bozarak işkence suçundan ceza verilmesini istedi.
– Antalya’daki Gezi eylemleri sırasında polis şiddetinden kaçarak otoparka sığınan 3 genci darp eden polisler için “basit yaralamadan” ceza istendi.
– Antalya’daki Gezi olayları sırasında müzisyen Mustafa Düştegör’ü sopa ve coplarla döven 3 polis hakkında önce “yaralama” suçundan dava açılda ama Asliye Ceza Mahkemesi suçun işkence olduğunu belirterek dosyayı ağır cezaya gönderdi.
– Tiyatro yönetmeni Metin Boran’ı Beyoğlu’nda darp eden 3 polis hakkında açılan “Sistematik işkence uygulanmamıştır” diyerek bu suçtan hüküm kurulmasına gerek olmadığına karar vermişti. Ancak Yargıtay polislerin işkenceden yargılanması gerektiğini belirterek mahkemenin kararını bozdu.
– Şırnak İdil’de bir gösteride gözaltına alınan 5 kişiye yönelik kaba dayak ve işkence uyguladıkları belirtilen 5 polis hakkındaki dava da yine “basit yaralamadan” açıldı, sanıklar beraat etti. (Kemal Göktaş, “Yargının Yaralayan Kararları!”, Milliyet, 26 Ocak 2015, s.16.)
[334] İsmail Saymaz, “Polis Müfettişleri Cömert’in Katil Zanlısını Böyle Aklamış”, Radikal, 27 Şubat 2016… http://www.radikal.com.tr/turkiye/polis-mufettisleri-comertin-katil-zanlisini-boyle-aklamis-1518583
[335] “Anne Cömert: Ne Adalet Var Ne Vicdan”, Milliyet, 16 Ocak 2016, s.20.
[336] Yusuf Özkan, “Abdocan’ın Katiline 13 Yıl 4 Ay Hapis Verdiler, Temyiz Hakkı Var Diye Tutuklamadılar”, Cumhuriyet, 15 Mart 2016, s.14.
[337] Gökçer Tahincioğlu, “Gaz Tüfeği Öldürücü Nitelikte Silah Değil!”, Milliyet, 4 Nisan 2016, s.21.
[338] Kemal Göktaş, “Abdullah Cömert Davasında Skandal Gerekçe”, Cumhuriyet, 4 Nisan 2016, s.6.
[339] “Medeni Yıldırım’ın Katil Zanlısı Beraat Etti”, Cumhuriyet, 9 Kasım 2016, s.15.
[340] “Cadı Avı Devam Ediyor”, Evrensel, 8 Ocak 2015, s.3.
[341] Yusuf Baştuğ, “Gezi’den Meslekten Atılan Öğretmen Beraat Etti”, Hürriyet, 3 Mart 2015… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/28348261.asp
[342] “Kızlı Erkekli İçki İçiyorlardı”, Evrensel, 6 Kasım 2014, s.3.
[343] “… ‘Kırmızı Fularlı Kız’ Kandil’e Uzanan Öyküsünü Anlattı”, Cumhuriyet, 25 Mart 2015, s.3.
[344] “Gezi Davasında Şok Karar… Çocuklara Ceza Yağdı”, Taraf, 14 Ocak 2015, s.7.
[345] Selin Görgüner, “Hedef Seçerek Dava Açıyorlar”, Cumhuriyet, 15 Kasım 2014, s.8.
[346] “Ekmek Tahrik Ediciymiş”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2015, s.7.
[347] Burak Ekici, “Edirne’deki Gezi Parkı Davasında Sanıklara Ceza Yağdırıldı”, Birgün, 26 Ocak 2017, s.6.
[348] “Erzincan ‘Gezi’ Davasında Mahkeme Ceza Yağdırdı”, Radikal, 4 Şubat 2016… http://www.radikal.com.tr/turkiye/erzincan-gezi-davasinda-mahkeme-ceza-yagdirdi-1505157
[349] “94 Kişiye Gezi Davası”, Cumhuriyet, 23 Eylül 2015, s.7.
[350] Taylan Yıldırım, “2 Yıl Sonra da ‘Gezi’den Soruşturma”, Hürriyet, 20 Nisan 2015, s.23.
[351] “Yolu Eylemciler Değil Polis Kapatmış”, Cumhuriyet, 14 Kasım 2014, s.14.
[352] Mersin Pakize Kokulu Lisesi’nde öğrenciler Berkin Elvan için eylem yaptı. Milli Eğitim Müdürlüğü, okulun müdür yardımcısını “eyleme destek vermek ve devlet aleyhine konuşmakla” suçladı. Milli Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü’nün 2014’ün Mart ayında valiliklere gönderdiği yazıda, okul müdürlerinin “okullarda siyasi yorum, yönlendirme ve faaliyette bulunan öğretmen ve öğrenciler hakkında yasal işlem yapması” istenmişti. Bakanlığın bu yazısının valiliklere ulaşmasından kısa süre sonra Mersin’de ilginç bir soruşturma yaşandı. Pakize Kokulu Anadolu Lisesi’nde Müdür Yardımcısı Mustafa Özçelik ve 10 öğrenciye soruşturma açıldı. (Abidin Yağmur, “Milli Eğitim’de ‘Cadı Avı’ Başladı”, Cumhuriyet, 13 Nisan 2014, s.4.)
Mezuniyet töreninde Berkin Elvan’ı andığı için okul birinciliği elinden alınan Işıtan Önder’e üniversite yolunu açan mahkeme kararına itiraz edildiği ortaya çıktı. İtiraz, Önder’e verilen cezanın bozulmaması durumunda “kaos ortamının oluşacağı ve kamu düzeninin bozulacağı” gerekçesine dayandırıldı. İzmit Gazi Anadolu Lisesi öğrencisi Işıtan Önder yüksek dereceyle bitirdiği okulun 12 Haziran 2014 tarihli mezuniyet törenindeki konuşmasında “Bu kürsüde aklıma Berkin Elvan’ın ve Ali İsmail Korkmaz’ın gelmemesi herhâlde imkânsız, çünkü bu insanların eğitim hakları, yaşam hakları da gasp edildi. Bu yapılan gaspa en büyük cevabı tarih verecek, en büyük cezayı tarih kesecektir,” dedi. (Sinan Tartanoğlu, “Berkin’i Anma Toplumda Kaos Oluşturur”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2015, s.6.)
[353] Canan Coşkun, “Hafızalarını Yitirdiler”, Cumhuriyet, 1 Şubat 2014, s.7.
[354] İsmail Saymaz, “Tanığı Avukat Buldu, Görüntü Kayıp, Polisler Hatırlamıyor…”, Radikal, 12 Mart 2014, s.10.
[355] “Görgü Tanığı: Polis Direkt Kafasına Ateş Etti”, Cumhuriyet, 19 Mart 2014, s.7.
[356] “Erdoğan Suçluyu Koruyor”, Cumhuriyet, 21 Mart 2014, s.6.
[357] İsmail Saymaz, “Polis Berkin’i ‘Eyleme Gitme’ Diye Uyarmış”, Radikal, 27 Mart 2014, s.10-11.
[358] “Berkin’in Ailesine ‘Cumhurbaşkanı’na Hakaret’ Soruşturması”, Evrensel, 20 Ekim 2015, s.4.
[359] “İddianame Bin 270 Gün Sonra Kabul Edildi”, Özgürlükçü Demokrasi, 8 Aralık 2016, s.10.
[360] Emniyet’in raporunda Berkin Elvan’ın üzerinden “torpil” çıktığı belirtilerek piyasadan rahatlıkla satın alınan torpiller ‘küçük çaplı bomba’ diye nitelendirilmiş. Berkin’in ‘üzerinde bulunan’ o torpiller de nedense savcılığa 2 gün sonra teslim edilebilmiş.” (İsmail Saymaz, “Berkin Komadayken İfadeye Çağrılmış”, Radikal, 14 Mart 2014, s.6-7.)
[361] Canan Coşkun, “İddianamede Berkin’i Suçlu Çıkarma Çabası”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2016, s.7.
[362] Canan Coşkun, “Polisin ‘Hatırlamama’ Geleneği”, Cumhuriyet, 28 Şubat 2018, s.10.
[363] Erk Acarer, “Berkin’in Katili 1 Yıl Önce Bulunmuş!”, Birgün, 9 Mart 2016, s.7.
[364] Erk Acarer, “Berkin’i Vuran Polis de Görüntüleri İzlemiş Ama Kendini Tanımamış!”, Birgün, 10 Mart 2016, s.7.
[365] “Berkin Elvan Davası’nda Tanıktan Sanığa ‘Abi’li Hitap”, Cumhuriyet, 29 Kasım 2018, s.9.
[366] Canan Coşkun, “Fotoğrafları Daha da Bozmuşlar”, Cumhuriyet, 17 Kasım 2017, s.11.
[367] Çiğdem Akbulut da olay gününe ait görüntüleri TÜBİTAK’ın iyileştiremediğini söyleyerek, görüntülerin Ulusal Kriminal Büro’ya gönderilmesi gerektiğini belirtti. Akbulut, Berkin Elvan’ın vurulduğu andan sonraki 18 saniye içerisinde 5 gaz fişeğinin daha aynı doğrultuya sıkıldığını söyledi. Bu görüntüde dahi Fatih Dalgalı’nın suratının açık şekilde göründüğünü söyleyen Akbulut, “Berkin yerde yaralıyken, insanların yardım etmesine, ambulans çağırmasına izin verilmeden gaz fişeği sıkılmaya devam edildi. Diğer polisler de iştirakçidir” dedi. Akbulut, İsrail askerlerinin gözlerini bağlayarak gözaltına aldığı 14 yaşındaki Filistinli çocuğun fotoğraf karesini hatırlatarak şunları söyledi: “Cumhurbaşkanı Erdoğan bu olay için, ‘İsrail terör devletidir. Bu teröristler 14 yaşındaki çocuğu, gözleri bağlı olarak sürüklüyorlar’ dedi. Bizler Cumhurbaşkanı’nın bu ifadelerine katılıyoruz. Ama Gezi Direnişi sırasında aynı zulüm bu ülkede yaşandı. Cumhurbaşkanı o dönem Başbakan’dı. Cumhurbaşkanı’na sorarsak Filistinli çocuğa bunu yapanların tutuklanmasını ister. Ama 14’ündeki Berkin Elvan’ın katilleri ise hâlen görevde ve ellerinde silah var. Sanığın tutuklanmasını ve duruşma salonuna getirilmesini talep ediyoruz.” (Seyhan Avşar, “Diğer Polisler de Suçlu”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2017, s.10.)
[368] “Berkin Elvan’ın Vurulduğu Yerde 6 Yıl Sonra Keşif”, Cumhuriyet, 11 Nisan 2019, s.12.
[369] “Berkin Elvan Davasında İtiraf”, Evrensel, 26 Eylül 2019, s.3.
[370] Berkin Elvan ile babası Sami Elvan’a Twitter üzerinden hakaret ettiği gerekçesiyle Mustafa A., hakkında “Tehdit”, “Kişinin hatırasına hakaret” ve “Hakaret” suçlarından açılan dava karara bağlandı. “Hakaret” ve “Tehdit” suçlarından, beraat kararı veren mahkeme, Mustafa A.’nın “ölenin hatırasına hakaret” suçundan 4 bin 200 TL adli para cezasına çarptırılmasına hükmetti. (“Berkin Elvan’a Hakaret Davasında Karar”, Cumhuriyet, 11 Kasım 2015, s.6.)
[371] “Berkin Elvan’ın Ailesi’nden ‘Son Açıklama’…”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2015, s.5.
[372] Zehra Özdilek, “Gülsüm Elvan: Yanımızda Olun”, Cumhuriyet, 16 Kasım 2017, s.10.
[373] Seyhan Avşar, “Çocukluğumuzu da Çaldılar”, Cumhuriyet, 11 Mart 2020, s.9.
[374] Hilal Kaplan, “Gezi Dersleri”, Yeni Şafak, 16 Haziran 2013, s.17.
[375] Süleyman Seyfi Öğün, “Daha İyi Bir Dünya ve Taksim-Gezi…”, Yeni Şafak, 13 Haziran 2013, s.10.
[376] “Komplocunun bir komplosu varsa, onun karşısında mutlaka başka komplolar da vardır. Hiç uzatmadan bitirelim, kısaca, şer güçlerin bir planı varsa Allah’ın da bir planı vardır.” (Yasin Aktay, “Gezi’deki Komplo ve Sosyoloji”, Yeni Şafak, 22 Haziran 2013, s.14.) İktidarın yapıp ettiklerini “Allah’ın iradesi” olarak gösteren bir profesör!
“AKP’nin başarılarını gölgelemek ve Sn. Başbakanımızın imajını zedelemeye yönelik başlatılan dezenformasyon çabaları çerçevesinde ifade edilen ‘diktatör Erdoğan’, ‘Türk Baharı’ gibi söylemler ancak bir akıl tutulması ile açıklanabilir. Yaşanan olayları Arap Baharı ile kıyaslamak ancak cahillik veya art niyetle ifade dilebilir. Zira Arap Baharının ortaya çıkışına neden olan toplumsal dinamikler ile ülkemizde yaşanan protestoların toplumsal dinamikleri taban tabana zıttır.” (Emrullah İşler, “Arap Baharı’ndan Gezi Parkı’nı Okumak”, Yeni Şafak, 19 Haziran 2013, s.17.)
“Tahrir’de ‘iş, aş’ diyen umutsuz bir kitle var. Taksim’de ‘Açız’ diyen çıkmadı. Çıksaydı da herhâlde çok inandırıcı olmazdı. Taksim’in talepleri ‘hayat tarzıma dokunma’ diyen çok, ama çok lüks bir çizgide tezâhür etti.” (Süleyman Seyfi Öğün, “Tahrir ve Taksim”, Yeni Şafak, 4 Temmuz 2013, s.12.)
[377] Zehra Özdilek, “Beş Benzemezi Bir Araya Getirdi”, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2018, s.2.
[378] Mine Söğüt, “Gezi… Bu Ülkenin Neresi?”, Cumhuriyet, 31 Mayıs 2017, s.11.
[379] Eray Özer, “Sokak’ın Gündemi Gezi: Artık Hiçbir Şey Eskisi Gibi Değil”, Cumhuriyet Sokak, No:12, 31 Mayıs 2015, s.12-14.
[380] “Gezi Raporu: Türkiye Totaliter Rejime Gidiyor”, Cumhuriyet, 31 Aralık 2014, s.13.
[381] Musa Piroğlu, “Hepimiz ‘Gezideydik’…”, Yeni Yaşam, 20 Kasım 2018, s.6.
[382] “Küçük karabalık biliyordu dünyanın sadece yaşadığı gölden ibaret olmadığını. Denizlerin, okyanusların olduğunu biliyordu ve görmek istiyordu. (…) Yeni balıklar yeni yerler görmek istiyordu ama ailesi ve çevresi öyle değildi. Onlar yaşamı sadece o gölden ibaret sanıyorlardı. Onların dünyasında başkaları olamazdı, farklılıklar olamazdı. Küçük kara balık onlara inat doğrularına, aklına ve kalbine uydu. Kamasını da aldı yanına ve yola çıktı. Pelikana, kılıç balığına inat gördü denizi, okyanusu. Aşmayı bildi engelleri…” (Samed Behrengi, Küçük Kara Balık, çev: Lena Mahmoudi Azar, Doğan ve Egmont Yay., 2017.)
[383] Jean Paul Sartre, Sartre ile Sartre Hakkında, çev: Yücel Göktürk, Metis Yay., 2016, s.48.