Kolay mı? Selim İleri’nin Akbal için söyledikleri adeta edebiyat tarihine not düşmek gibi:
“İlk gençliğimden bugüne en önemli en büyük ustalarım arasındaydı. Çok uzun yıllar onun öykülerine sonsuz bir hayranlık duydum. Hep onun gibi yazmaya özendim, nice öyküsü nice denemesi bana anlam kattı.”[12]
Ve bir gün son yazısında “Ah şu daktilo onunla son buluşmamız gibi,”[13] notunu düşüp, gitti…
“DUYARLILIĞIN İNCELİĞİN ESENLİĞİN YAZARI”: OKTAY AKBAL[*]
TEMEL DEMİRER / Diğer yazıları için tıklayınız
“Ne ölmek nefessiz kalmaktır
ne de yaşamak nefes almaktır.
Yaşamak, sevilmeyi hak edene
yaşamını harcamaktır.”[1]
Selim İleri’ye, “Ustalarımdan biri”ydi[2] dedirtendi; “Büyük yazar”dı.[3]
Yazın dünyasında yankı uyandıran, ‘Önce Ekmekler Bozuldu’ başlıklı ilk yapıtını 1946’da çıkarmış; onu, 1949’da ‘Aşksız İnsanlar’ı izlemişti.
Bu yapıtlarda, hümanizm, vicdan vardı. Oktay Akbal’ı da yazar yapan buydu zaten.
Yazmayı yaşamaya, yaşamayı yazmaya dönüştürmüştü. Onun sıcak kısa cümleleri, insana dostça yaklaşan, içine sinen içtenlikli bir anlatımı vardı.
Yaşam deneyimlerinden, çocukluk anılarından yola çıkıp, küçük kent insanını da gözardı etmeden, duygu yüklü öyküler kaleme alan Oktay Akbal, -Behçet Necatigil’in deyişiyle- “Konulu hikâyeler değil de, belli konular çevresinde oluşan anılar toplamıdır.”
Kolay mı?
“Şairlerden dizeler kalır belleğimizde ama öyküden, düzyazılardan pek bir şey anımsamayız,” kuralını değiştirdi Oktay Akbal; bir öyküsünün ilk cümlesiyle: “Önce ekmekler bozuldu sonra her şey…”
Savaşın trajikliğini, ürpertici bir üslupla anlattı. Yüz binlerce insanın bombalar altında yok oluşunu, bir günde kurşuna dizilenlerini…
Ve insanın kanıksama duygusunu özetledi, “Kahkahalarla, radyoda okunan ölü listeleri birbirine karışmaya başladı,” sözleriyle…
Ve öykü şöyle noktaladı: “Her şey ekmekle başladı, ekmekle bitecek…”
* * * * *
“Önce Ekmekler Bozuldu” başlıklı yapıtıyla edebiyata damgasını vuran gazeteci-yazar Oktay Akbal, 92 yaşında hayatını kaybetti.
20 Nisan 1923 tarihinde İstanbul’da doğan Akbal, ilk gerçekçi romancılardan Ebubekir Hâzım Tepeyran’ın torunuydu. Hukuk Fakültesi mezunu olan yazarın babası Salih Şehabettin Bey de avukattı.
Akbal, Kumkapı’daki Saint Benoit Fransız Lisesi’nde başladığı ortaöğrenimini, 1942 yılında İstiklal Lisesi’nde bitirdi. Bir süre İstanbul Üniversitesi Hukuk (1944) ve Edebiyat (1946) fakültelerine devam etti, ancak yükseköğrenimini yarıda bırakarak kendini yazarlığa verdi. 1943 ve 1944 yıllarında ‘Servet-i Fünun Uyanış’ dergisinde sekreterlik, 1947 ve 1951 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı Tercüme Bürosu’nda memurluk yaptı. Fakat yaşamını asıl anlamda gazetecilik yaparak kazandı.
1939 ve 1940 yıllarında ‘Yeni Sabah’ ve ‘İkdam’ gazetelerinde çevirileri ve öyküleri yayımlanan Oktay Akbal, 1951-1956 yılları arasında ‘Vatan’ gazetesinde düzeltmen, sekreter ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı.
1956’da köşe yazarlığına başlayan Oktay Akbal, 1985’den itibaren ‘Hürriyet’ gazetesinde, daha sonra ‘Milliyet’ gazetesinde çalıştı. ‘Cumhuriyet’ gazetesinde “Evet/Hayır” başlıklı köşede yazdı.
Akbal, 12 Eylül döneminde ‘Cumhuriyet’teki köşesinde kaleme aldığı yazılar nedeniyle yargılandı ve 1983’te hapis cezası alarak bir süre cezaevinde yattı.[4] Akbal, cezasını geceleri cezaevinde yatıp gündüzleri ise serbest kalarak tamamladı.
* * * * *
“Zaman bu, elle tutulmaz, gözle görülmez, geçer gider… Bir bakarsın, nerden nereye gelmişsin. Evet, edebiyatta, sanatta gençlik-yaşlılık diye bir şey yoktur. Yaratanlar, yeni, taze duyarlılıklar, anlamlar getirenlerin yaşı da,”[5] diyen Oktay Akbal’ın; ‘Önce Ekmekler Bozuldu’ (1946), ‘Aşksız İnsanlar’ (1949), ‘Garipler Sokağı’ (1950), ‘Bizans Definesi’ (1953), ‘Bulutun Rengi’ (1954), ‘İkisi’ (1955), ‘Suçumuz İnsan Olmak’ (1957), ‘Berber Aynası’ (1958), ‘Yalnızlık Bana Yasak’ (1967), ‘Tarzan Öldü’ (1969), ‘İstinye Suları’ (1973), ‘İnsan Bir Ormandır’ (1975), ‘Karşı Kıyılar’ (1979), ‘İki Roman’ (1982), ‘Lunapark’ (1983), ‘Düş Ekmeği’ (1983), ‘Ey Gece Kapını Üstüme Kapat’ (1988), ‘Hücrede Carmen’ (1998), ‘Batık Bir Gemi’ (1997) gibi birçok yapıtta imzası vardı.
“Bozuk düzene karşıtlığı, emek bilinci”yle anımsanması gereken;[6] “Sonunda çareyi buldum. Yazmak, yine yazmak,”[7] diyen Oktay Akbal; “İçten, candan iyi bir insandı. Marifet ‘Suçumuz İnsan Olmak’ın yazarı kadar iyi bir insan olmaktı. Ölünceye kadar içindeki çocuğu öldürmedi.”[8]
“Duyarlılığın inceliğin esenliğin yazarı”[9] olarak anılırken; Ali Sirmen de, “Oktay Akbal su kadar berrak, duru, içindeki çocuğu son anına kadar canlı tutmuş, candan bir insandı. İyi yazar olduğu ölçüde iyi insandı. Gıllı gışlı bir yanı hiç olmadı.”[10] “O her şeyi göze alarak, bile bile yazıyordu,”[11] diye eklemeden edemiyordu.
Kolay mı? Selim İleri’nin Akbal için söyledikleri adeta edebiyat tarihine not düşmek gibi:
“İlk gençliğimden bugüne en önemli en büyük ustalarım arasındaydı. Çok uzun yıllar onun öykülerine sonsuz bir hayranlık duydum. Hep onun gibi yazmaya özendim, nice öyküsü nice denemesi bana anlam kattı.”[12]
Ve bir gün son yazısında “Ah şu daktilo onunla son buluşmamız gibi,”[13] notunu düşüp, gitti…
29 Haziran 2016 13:35:12, Ankara.
N O T L A R
[*] Kaldıraç Dergisi, No:190, Mayıs 2017…
[1] Oğuz Atay.
[2] Selim İleri, “Yarının da En İyi Türk Yazarlarından Biri”, Cumhuriyet Kitap, No:1334, 10 Eylül 2015, s.14.
[3] Coşkun Özdemir, “Oktay Akbal: Yitirdiğimiz Büyük Yazar”, İnsancıl, Yıl:26, No:304, Kasım 2015, s.21-22.
[4] 12 Eylül darbesinden bir gün sonra kaleme aldığı yazısında darbe için, “Kaçınılmaz bir hareket…”, “Bir yerlere gidiyorduk, bu gittiğimiz yer bugünkü yerdi. Başka yer yoktu,” demişti… Bununla da kalmayıp, “Atatürk devriminin yandaşları, erleri, Atatürk ilkelerinin sahipleri böyle bir duruma sürgit göz yumamazlardı elbet. Nasıl 27 Mayıs 1960’da göz yummadılarsa, daha sonraki yıllarda nasıl zaman zaman uyarı mektuplarıyla anımsatmaları, iktidarı ellerinde tutanları Atatürk devriminin yoluna çağırdılarsa bir kez daha aynı kutsal görevi yapacaklardı. Bu kaçınılmaz bir gerçekti. Öyle de oldu,” diye eklemişti!
[5] Hikmet Altınkaynak, “Oktay Akbal Günü”, Cumhuriyet, 20 Nisan 2016, s.16.
[6] Serdar Kızık, “Cumhuriyet Çınarı Oktay Ağabey”, Cumhuriyet, 31 Ağustos 2015, s.18.
[7] Orhan Bursalı, “Oktay Akbal: Onun da Sırası mı Var”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 2015, s.6.
[8] Ayşe Emel Mesci, “Yol Bitti Sanırız”, Cumhuriyet, 31 Ağustos 2015, s.17.
[9] Doğan Hızlan, “Duyarlılığın İnceliğin Esenliğin Yazarı”, Hürriyet, 31 Ağustos 2015, s.22.
[10] Ali Sirmen, “Oktay Akbal ve Yazar Cesareti”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 2015, s.4.
[11] Mehmet Emin Berber, “Oktay Akbal’ı Uğurladık”, Cumhuriyet, 1 Eylül 2015, s.15.
[12] Doğan Hızlan, “Oktay Akbal’ın Haber Değeri Yok mu?”, Hürriyet, 1 Eylül 2015, s.22.
[13] “Yazarımız Oktay Akbal’ı Kaybettik”, Cumhuriyet, 29 Ağustos 2015, s.7.