Osmanlı’dan İttihatçılara, daha sonraları cumhuriyete ve de günümüz Türkiye’si de dahil yapılan bütün sözde reformsu düzenlemeler, aslında düzenlemeler demek daha doğru olurdu, iktidar değişiklikleri, rejimi koruma-kollama amacı ile yapılan askeri darbeler, son AKP iktidarı birilerinin hesabına yapılmıştır. Dün cumhuriyetin hemen ilk basamağı öncesi kompradorlaşmaya çalışarak emperyalizmle bütünleşmeye karar veren İttihatçı zümre, bugün ise oligarşi. Bu oligarşinin Türkiye’de tipik bir özelliği var ki oda sermaye-ordu-Sünni mezhepçi bürokrasi ile bir kare içerisinde olmasıdır. Bu kare içerisinde bazen ordusal yön yani darbe ve yasaları ön plana çıkar, bazen sermayenin laikliği ön plana çıkar, bazen de Sünnisel mezhep yanı ön plana çıkar ve hep bu kare içerisinde birbirlerini idare ederler. Çünkü hepsinin de çıkarı böyle yürümektedir. Eğer tabir uygun düşer ise bu konuya, bilerek yanlış yapan bir muhasebeci gibi ‘işi defterine uydurmaktadır’lar. Çıkarlarına uyarlayarak dini inançları, örf ve adetleri kullanmaktan çekinmemektedirler; gayet iyi biliyorlar ki kapitalistlerin muhasebe cetvelindeki (régle de comptable) gibi bazı numaralar ile başlayan hesaplar alacaklılar hanesine uygun düşmesi için yapılmıştır. Kah yeri gelir dini duygular kullanılır, kah yeri gelir örf ve adetler kullanılır. “Halk”, “Vatan”, “Millet”, sözcüklerinin arkasına sığınılarak yine yukarıda belirttiğim oligarşinin hesabına kullanılır. Osmanlı’da açık açık “her şey Allah’ın sonrada padişah hazretleri efendimiz içindir ve onun için yapılıyor” denilirdi. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ve günümüzde yaptıkları ise “Vatan, Halk, Millet içindir” denilir ve de halk bir seyirci misali oyalandırılır. Halkın çoğunluk kesiminde var olan dini, örf, adet, gelenek, görenek duyguları okşanarak bu oligarşik zümrenin mitsel dini haline getirtilerek muhafazakarlaştırılmıştır. Süper-egocu ve çıkarcı grup ve çevre kompradorlaşmaya çalıştığı evrede ve kompradorlaştığı dönemde bir zamanlar kendisi gibi olmayan, kendisi gibi ibadet yapmayan, kendi dininden ve inancından olmayan, kendi “millet”inden olmayan Ermeni’yi, Rum’u, Süryani’yi yani bir bütün “gayri-müslim”leri içselleştirememiş, onların farklılıklarını var sayıp, bir zenginlik sayıp onlara bir komşu gözüyle dahi, bırakalım onların bu toprakların yerli halkı olduğuna, bakmamıştır. Bu farklılıklar üzerinden hesap yaparak terör ve vahşet uygulayarak egemen olmuştur. “Kemalizm” şu bu yöntemlerle yürümeyen iktidarlar, bu kare içerisinden OYAK ve sermayesi ile var olan ordu, 12 Eylül ‘80 darbesi ile birlikte özellikle Kürt coğrafyasında yer edinemeyen “Ne mutlu Türküm diyene”ciliğin yerine darbeci generallerinde iştiraki ile İslamcılık adı altında halkın dini duyguları üzerinden neo-liberal adeta yeni bir İslam burjuvazisi (süsliman) yaratırcasına muhafazakarlık yapılaraktan çıkar hesabı güdülmüştür. Osmanlı’dan günümüze bu gelenek hep devam etmektedir. Osmanlı’da özellikle Yavuz döneminde “Alevi’nin katli vacip” görülmüş. İttihatçıların kompradorlaşma aşamasına doğru “bir Ermeni’nin öldürülmesi sevap” sayılmıştır. Cumhuriyet döneminde “bir rum’u Anadolu’dan kovmak sevap” sayılmış. Kürde “vahşi” denilmiştir. Normal dini görüşü olanlara “kara cahil” yakıştırması yapılmıştır; kendisi gibi muhafazakar düşünmediği için olsa gerek ya da ne gerekiyorsa onu da ben yaparım örneğinde olduğu gibi. 1980 katiller darbesinden sonrada “Aman ha, ne olur isen ol, Kürt olma!” denmiştir. Özcesi bu topraklarda çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş Anadolu ve Mezopotamya topraklarında çoğulculuğun, başkası olmanın, benim gibi olmamanın güzelliklerini tatmak gerekirken acılar, kötülükler tattırılmış bu muhafazakarlar tarafından. Birilerinin kendisine Osmanlı demesi, birilerinin cumhuriyetçi, Atatürkçü, laik, milliyetçi, sağcı, solcu, İslamcı demesi hiçbir şeyi değiştirmemiş ‘Al birini vur ötekine’ halk sözünde olduğu gibi. Kendisi gibi düşünmeyen, kendisi gibi yatmayan birilerinin hesabı için malzeme yapılmış. Ki, hele de seçimler yaklaştıkça dozajı iyice komikleştirilmiş, daha doğrusu komedi-dramlaştırılmış, RTE örneğinde olduğu gibi. Cumhuriyetçilikte, solculukta, sağcılıkta, İslamcılıkta hep bir azınlığın süper-ego çıkarı için muhafazakarlaştırılmıştır. Bakan M. GÜLER “o evlerden silah eğitimi veriliyor, fuhuş yapılıyor” demeye kadar işi vardırmış ve bu ‘laf’lar ile iyi bir “yobazlık” örneği sergilenmiştir. “Silahlı eğitim yapıyorlar” ‘lafı’ ile de terörizmin işlerine yaradığını imalı biçimde belirtmek istemiştir ki ben bunu haklı olarak böyle yorumluyorum. Sayın RTE “kızlı, erkekli evler bizim hayatımıza terstir” diyor. Bu söz bile bilinçli olarak seçilmiş sanki kızlı erkekli evler tehlikeliymiş gibi bir imaj yaratılmak istenilmiştir. Yani olayı saptırma şu halk sözünde olduğu gibi “şeytan-i” bir pozisyon ve resmen ‘çamur at izi kalsın’ gibi bir şeyden de beter. Geçim şartlarından dolayı kızlı erkekli bir arkadaş grubu üç, beş kişi, rakamsal olarak az ya da çok, bir evi kiralayarak, evin kirasını paylaşarak bir arada kalamaz mı; hem de evin kirası ucuza gelmiş olmaz mı? Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ama bir hanımefendinin saçlarını görür görmez hemen ürkerek “zındık”laşan vücut ısısı sıcaklığı aniden 40, 41c° ye yükselen bir “yobaz”a anlatmak ‘deveye hendek atlatmaktan zordur’ diyelim mi? AKP canı gönülden AB’ye girmek istiyor. AB nedir diye sorulursa AB bu yönü ile ihtiyaç duyulduğunda, ki AB de dahil işsizliğin, yoksulluğun küreselleştiği bir dünyada kızlı erkekli bir evde kalarak o evin kirasını paylaşanlar ile dolu bir AB’dir. Ve de bunun adı da co-habitatıon (birlikte oturmadır), co-location (birlikte kiralamak, kirayı birlikte paylaşmaktır). Bitmedi birçok yaşamsal içerikli pratik alternatifler mevcuttur örneğin co-voiturage (otomobili birlikte kullanma, otomobilin yakıtını, sigortasını, tamir giderlerini birlikte ödeme) de bunlardan biridir. Hatta tekellerin, oligopollerin, monopollerin mallarını pahalıya almamak için alternatif belediyecilik projeleri dahi gerçekleştirilmek isteniyor commerce municipale (Belediye ye yani kamuya ait satış merkezler)i vsg. Halkın ve halkların yeni yaşama buluşlarına, icatlarına diyelim (paylaşım, bölüşüm, imece her zaman vardı) Napolëon’nun dahi gücü yetmedi. RTE’nin seçim hesapları için birine oynaması ve yeni bir İslami burjuva (süsliman) alışkanlığı yaratma girişimi de bu alternatif seçenekleri durduramaz.(1) Sayın M. GÜLER’ e sorulmaz mı Türkiye genelevleri sayısı bakımından belki de dünyada ilk sıralar kategorisindedir? 5 Ekim 2013 tarihli Birgün gazetesinin yazdığına göre “Türkiye’de 100 binden fazla seks kölesi var. 50 bini ise çocuk”. “Özellikle Doğu ve Güneydoğu’dan iş ve evlilik vaadi ile kandırılıyor”. Bu ayıbın ve vahşetin önlenmesi gerekmiyor mu? Fransa’da müşteriye bile ceza verilmesi parlamento alt komisyonundan geçti. Sizde ne gibi bir önlem var diye sorulursa? “Kızlı erkekli bir evde kalmak”mı “örf ve adetlerimize ters” yoksa “yüz binlerce seks kölesi’’mi?
Newroz Gazetesi
Sayı: 244
Tarih: 25 Aralık 2013