Hüsnü GÜRBEY / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Günümüzde en geçerli meslek din tacirliğidir; geçmişte bir bakanımızın da dediği gibi; “iki kulhuvallah, bir ayet” twit attın mı senden daha dindarı olamaz. Hıristiyanlığın aksine İslam’ın bu dünyayla ve toplumsal yaşamla ilgilenmesi, günlük yaşamı tanzim etmeye çalışması, din tacirliğinin cazipleşmesine neden olur. Elli metre arayla bir cami olmasına rağmen, hoparlörleri son demine kadar açıp, sabahın şafağında ezanın okunması, bunun somut ifadesidir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bütçesi, şimdiden bir iki icraatçı bakanlığın dışında, diğer bakanlıkların bütçelerini fersah fersah aşmıştır. Devasa bir bütçeye sahip bir kurumun yaratacağı katma değeri, muhakkak hepimiz merak ediyoruz, ama böyle bir değer yok, ya ne var; yokluk ve yoksulluk içinde çırpınan halka, “şükür” diletmek var. Oysa Diyanet İşleri Başkanlığı’na harcanan para, halkın yararı için harcansa ne yokluk ne yoksulluk kalır ne de şükür etmek.
Görülüyor ki dinin toplumsal yaşamda yeri yoktur; toplumsal yaşamda yeri olmayan bir şeyin geleceği de yoktur. O nedenle dinin de geleceği yoktur.
İlk insanlarda din diye bir kavram yoktu, din, uygarlığın belli bir aşamasından sonra insan hayatına girmiştir. Avcı-toplayıcı toplumlar, çözemedikleri doğaüstü güçlere tapmaya başlayınca, önce sihir ve büyü, ardından çok tanrılı inançlar insan yaşamına girmiştir. Dinin bir ideoloji olarak insan yaşamını yönlendirmesi, tarım toplumuyla başlar. Başka bir ifadeyle, günümüzde hâlâ varlığını sürdüren din, tarım toplumunun bir ideolojisidir. Kapitalist toplumda din olmaz / olamaz, yerini paraya ve servette bırakmıştır. Fakat kapitalist toplum aynı zamanda kendi mezar kazıyıcısını, yani işçi sınıfını da yaratmıştır. Bu sınıfı kontrol altında tutmak, uyutmak için de bir ideolojiye ihtiyaç duyulmuştur, ilk başlarda “milliyetçilik-ırkçılık, ulusçuluk” gibi ideolojilerle toplumun tüm kesimleri kontrol altında tutulmaya çalışılmışsa da bu ideolojilerden istenilen başarı elde edilememiştir. Bunun üzerine burjuvazi, çöp sepetine attığı tarım toplumunun ideolojisini yeniden canlandırıp, emekçi kesimleri, geri bıraktırılmış halkları uyutmak ve sömürü sistemini devam ettirmek için yeninden kullanmaya başlar; başka bir ifadeyle burjuvazi, inandığı için değil, çıkarı gereği dini elde bulundurmaktadır. Saf aklın ürünü olarak, aşkın bir dünya vaadiyle insanları korkuyla oyalayan dinin, insanlığa vereceği hiçbir şeyinin olmayacağı çoktan anlaşılmasına rağmen, varlığını hâlâ korumasının nedeni, sömürü sisteminin varlığı ve devamıdır.
İnsanlığın gidişi sınıfsız topluma doğrudur ve bu, önlenemez bir gidiştir. Sınıfsız toplum demek; sömürünün olmadığı, herkesin eşit olduğu bir toplum demektir. İşte o zaman insanları uyutmak, korkutmak için bir ideolojiye ihtiyaç duyulmayacak; dolayısıyla din de sönükleşecek ve toplum hayatının tamamen dışına atılacaktır. O güne kadar da insanlığa sabır dilemekten başka, yapılacak pek de bir şey yoktur…
17.02.2019