11 Ekim günü büyük Kürt şairi Osman Sebri‘nin 27. ölüm yıldönümüydü. O’nu bir kez daha anarken, O’nun devrimci mücadeleye olan katkısı önünde saygı ile eğiliyorum.
Abuzer Balî Han / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
Osman Sebri’yi Kürdistan tarihinde sadece bir şair, yazar veya siyasetçi olarak tanımlamak bence eksik bir tanıtım olur. Osman Sebri’yi günümüze taşıyan O’nun yılmak nedir bilmeyen uzun nefesli mücadele ruhu ve pratikteki savaşçı kişiliğidir. Kürtler arasında O’nun têkoşer (mücadeleci, savaşçı, militan) olarak tanınmış olması, halkın kendisine olan güven ve inancından kaynaklanmaktadır. O’nun gençliğinde halk arasında hep têkoşerê çekdar (komitacı) olarak dolaşması ve girdiği eylemlerin çoğunu başarı ile bitirmesi Osman Sebri’yi daha sağ iken Kürt halkının nezdinde kahramanlaştırmıştı. Ne yazık ki süreç içerisinde yoldaşlarının çoğu kendisinden ayrılarak, menfaatlerinin ağır bastığı yerlerde çıkarları için çalışmaları O’nu hüsrana uğratmıştı. O, bu konumda olan arkadaşlarını hiç affetmedi. O’nu 70 yaşlarında tanıdığımda çok mütevazi bir hayat yaşıyordu. Kendisine yetecek kadar bir geliri yoktu. Suriye’de yaşayan birçok Kürt gibi Osman Sebri de nüfusa kaydedilmediği için nüfus hüviyet cüzdanına sahip değildi. Bu nedenle de emekli maaşını alamıyordu. Suriye Devleti zaten kendisine kalıcı bir işi de hiçbir zaman vermemiş, 18 kez hapse girip çıkmalarla da emekli olacak kadar çalışması olmamıştı!.. Ömrünün son yıllarında Berlin’deki oğlu Hoşeng Sebri eczacı olduktan sonra kendisinin imdadına koşmuş ve O’nu maddi olarak desteklemişti.
Osman Sebri’nin şahsi yaşantısı ve aile durumuna biraz değinecek olursak O’nu tanımak biraz daha kolaylaşır. Soyu Mirdes Beyliği’nin Mirdes ağalarına dayanan Osman Sebri, Adıyaman ilinin Kahta ilçesinin Narince beldesinde zengin bir ailenin çocuğu olarak 7 Ocak 1905 tarihinde dünyaya gözlerini açmıştı. Babası Sebri Ağa, erken öldüğü için O’na amcası Şükrü Ağa ve Nuri Ağa bakarlar. Şükrü Ağa aynı zamanda yörenin bir nevi hükümeti gibi güçlü olan Haci Bedir Ağa’nın da damadıydı. Hem Osman Sebri’ye babalık hem de toprakların bölünmemesi için Şükrü Ağa, Osman Sebri’nin annesi ile de evlenir.
Osman Sebri ilk ve ortaokulu (rüştiye mektebi) bitirdikten sonra askeri okula gidip Osmanlı subayı olmak ister. Amcası bu isteğe karşı çıkarak daha 17 yaşındayken Osman Sebri’yi 1922 yılının sonbaharında amcasının kızı Ayşe ile evlendirirler. Bir yıl sonra Welat adındaki ilk erkek çocuğu dünyaya gelir. O’nu Horiye ve Emine adlı kızları takip eder. Bir süre sonra hanımı Ayşe hastalanarak vefat eder…
Osman Sebri ilk kez sosyal adalet, özgürlük ve sosyalizm kelimelerini o zamanlarda öğretmensiz köye sürgün edilen İsmail Efendi adında bir Türk öğretmenden işitir. Öğretmen İsmail Efendi, feodaliteye ve gericiliğe düşman olan ilerici bir kişiliğe sahipmiş. Feodallerin köylülere yaptıklarını bir angarya ve zulüm olduğunu ilk kez ondan işitmiş. Öğretmen, Osman Sebri’ye zorbalığın, haksızlığın, adam öldürmenin ve kan davalarının yanlış olduğunu, gelecekte genç aşiret ağası olacak olan Osman Sebri’ye hep bu yeni kavramları anlatıp durmuş. Bu yeni görüşler Osman Sebri’ye de bir hoş gelirmiş. Önceleri dinlemeyi ve sonraları ise bazan çatışarak, bazan da uzlaşarak aralarında bir dostluğun temelini atarlar. Gelen öğretmen devrimci Türk şairlerin şiirlerini bazan O’na okurken Osman Sebri’nin de ilk şairlik ruhunun temel taşları döşenmiş olur. Bu ilişki her ikisi arasında bir dostluğu perçinleştirirken, çağın halktan yana olacak olan mücadeleci büyük sosyalist Kürt şairini de yaratmış.
Bu öğretmen ve öğrenci ilişkisi, köylü sorunu, toprak ağalarının köylüleri karın tokluğuna arazilerinde çalıştırmalarını eleştiren öğretmen toprak reformunu ve çiftçi haklarını da Osman Sebri’ye kavratmaya çalışmış!..
Osman Sebri’nin bana bu konudaki anlatımı aynen şöyleydi: “Öğretmenin bana anlattıkları doğru düşüncelerdi. Fakat bizim yöreye göre de ters düşen düşüncelerdi. Bir gün amcamı karşıma alarak konuşuyorduk. Bir ara amcam ve aynı zamanda babalığım da olan Şükrü Ağa‘ya “Amca, ben artık büyüdüm. Bana düşen toprak payımı istiyorum” dedim. “Amcam da payını ne yapacaksın! Toprakların hepsi senin olacak! Çünkü aşireti de sen yöneteceksin.” dedi. Ben ise O’na: “Yok kendi payımı istiyorum. Ben topraklarımı halka dağıtacağım. Köylüler toprağı kendi malı gibi işletsinler! Gönüllerince de topraklarında çalışsınlar. Payıma düşen ne ise ben onu alırım!” dedim. Amcam bana: “Oğlum seni okutmak istedik adam olasın, aşiretini de bilgi ve adaletinle yönetesin diye! Seni malını halka bedava dağıtasın diye mi okuttuk? Bu itilaflar aramızda sürerken iki amcam ile birlikte Şeyh Said Efendiye yardımdan dolayı tutuklandık. Şeyh Said ayaklanmasına katıldınız veya destek verdiniz gerekçesiyle İstiklal mahkemesi tarafından kısa bir soruşturmadan sonra Şükrü ve Nuri Ağalar ile birlikte ben de tutuklandım. Hakkımızda idam kararı verildi. Şükrü amcam idamdan önce koğuşta birlikte kaldığımız için vasiyet olarak isteklerini bana aktardı. Benim yaşım küçük olduğu için bu davada bana da altı yıl ceza verildi. Önce Adana cezaevinde, sonra Konya cezaevine nakledildim. Üç ay da orda yattım. Denizli cezaevinde ise bir buçuk yıl kaldıktan sonra Malatya’ya gönderildim. Orda bir defa daha hakim huzuruna çıkarıldım. Şansım Malatya’da yaver gitmişti. Dersimli bir hakim yaşımın da bana verdiği olanakla idam edilecek bir suçumun olmadığına inanmıştı. Bir ara ikimiz arasında geçen bir konuşmada ne zaman fırsat bulursan kaç demesi, bana moral vermişti. Mahkeme çıkışı bana tanınan bu kaçtan yararlanarak kaçmaya çalışırken. Bir de baktım ki arkamdan gelen kimse yoktu. Bey Dağı’nı aşarak kendimi Nemrut’un zirvesinden aşağı bırakarak kendimi Narince’de buldum…
Osman Sebri, artık Türkiye hudutlarını aşarak kendini Suriye topraklarında bulur. Şam’da bir Çerkez kızı olan Şadiye Hanım ile ikinci evliliğini yapar. Ondan da üç oğlu (Hoşeng, 1945, Hoşin, 1946, Heval, 1955 ve iki kızı Hingûr, 1948,Hêvî,1951) ve iki kızı dünyaya gelir.
Osman Sebri’ye konuk olduğumda kızı olarak bana tanıttığı Kewê ise kardeşinin kızıydı. İhtiyar olan Osman Sebri’ye yardımcı olmak için gönderilmişti. O’nun işi çok zordu. Gelen gidenlere çay ve kahve pişirmek, bazan da yemek yapmak Osman Sebri’nin evi için pek de kolay bir iş değildi. Evinde çok yatanlar da olmuş. Osman Sebri’nin bana bizzat anlattığı biri vardı ki altı ay kadar evinde yatmıştı. Adam kuzeyden kendisine misafir gitmiş! Altı ay sonra Allaha ısmarladık bile demeden aniden evinden ayrılıp kaybolmuş! Sonradan Fransa’da olduğunu Osman Sebri bana anlattı.
Araştırdığımda adamın akademik bir kariyere ve sosyalist bir düşünceyi savunduğunu öğrendim. İnsan bile sayılmayacak birinin sosyalist ya da devrimci olması mümkün müdür?!.
1980’li yıllarda yurtdışına çıkan, Kürt sosyalist hareketinin içine karışan bu tipler yurtdışında gelişen demokratik mücadeleye büyük darbeler vurdular. Sonraları da hiç bir şey yapmamışlar gibi tekrar memlekete dönerek birlik önündeki engellemelerini yurt içinde de sürdürdüler. Yurtdışında kalanlar ise halen Kürt işçi federasyonlarının bir çatı örgütü şeklinde birleşmelerini engelleyerek varlıklarını yaptıkları iş ile belli etmekteler. Avrupa gibi demokrasinin geliştiği ülkelerde halen Kürtler birbiriyle dayanışma içinde değilseler ve Kürt Ulasal Bayramı olan Newroz’u bile birlikte kutlamıyorlarsa, insan kendi kendine sormaz mı? Sosyalistlik, devrimcilik ya da yurtseverlik bunun neresinde?!. Bunca yıl milyonu aşan işçi, aydın ve öğrenciler neden yurtdışında da birbirlerine karşılar? Bir çatı örgütü altında birleşmek için yarım asra varan bekleme hala yetmiyor mu?..
Osman Sebri çok ihanet görmüş devrimci, sosyalist bir Kürdistan şairi idi. Çok sayıdaki ölümcül saldırılardan kıl payı sıyrılan ender şanslı devrimcilerden biriydi. En büyük ihanetleri de en yakın yoldaşlarından gördüğü için onları hiçbir zaman affetmiyordu. Bu şartlar altında kendisine hangi çizgide olduğumu söylemeden divanını hazırlarken O’nu daha da yakından tanıdım. Oğlu Hoşeng’in arkadaşım oluşu, O’nun bana olan güvenini de pekiştirmişti. Sanki kendisiyle yoldaşmışım gibi kendisinde bir güven yaratmıştım.
Divanı tamamlayıp bastırdıktan sonra kendisine bir an önce bir miktar gönderecektim. Divanın önsözünü O’nun gençlik arkadaşı Prof. Dr. İsmet Şerif Vanlı’ya yazdırılmasını birlikte kararlaştırmıştık. İsmet Şerif Vanlı ile de benim o dönemde bir yakınlığım ve sık sık buluşmamız da olurdu. Hoca çok dil bildiği halde Kürtçe’ye pek de hakim değildi. Uzunca olan divanın önsözünü Arapça olarak hazırladı. Halen Duhok Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan dilbilimci arkadaşım İzetin Naso önsözü Arapçadan Kürtçeye çevirmişti. Divanı basacak olan İsveç’teki Apec yayınevi tercümenin yeniden bir başkası tarafından yapılacağını bildirdi. İzetin Naso’dan daha iyi bir Kürtçe’yi pek az kişi yapabilirdi. Derken divanın basımını geciktiren yayınevi ile aramızda itilaf doğdu. Basım gecikince büyük usta şair ve devrimciye verdiğim sözü elimde olmadan zamanında yerine getiremedim. Ölümünden sonra basılan divan üç defa yayınlandı. Şam’dan getirttiğim yeni basılmamış şiirleri ile divanı dördüncü baskısına hazırlıyorum. Bu arada oğlu Hoşeng Sebri ile de “Hevalê Çak” adlı yapıtını Lis Yayınları arasında okuyuculara ulaştırdık. Sağolsun Yayınevi Osman Sebri arşivinde yer alsın diye birer adet dahi gönderemedi!..
İyiki bir Osman Sebri’yi tanımışım. İyi ki O’nun ile komünist Kürt şairi olan Cigerxwîn arasındaki uyuşmazlıklara aracılık etmişim. Her ikisinin de kendilerine göre haklılıklarını birbirine ileterek sonucu tatlıya bağlamışız.
Osman Sebri’nin ölüm yıldönümünde O’nu anarken, devrimci ve örnek sosyalist kişiliği önünde saygı ile eğilir ve kendisine rahmet dilerim.
Osman Sebri’nin yapıtları:
Elîfbêya Tikuz, 1982.
Çar Leheng, 1984 – Şam- 40 rûpel.
Bahoz û çend nivîsarên din, 1956 – 68 rûpel.
Elîfbeya Kurdî, 1955- Şam- 56 rûpel.
Derdên me (gotar û helbest).
Dîwana Osman Sebrî- A. Balî -1998 Stockholm – 215 Rûpel.
Dîwana Osman Sebrî- A. Balî 1998, İstanbul.
Kanun, 2005 Berlin, Evra Verlag 3. Basımı yapıldı.
Divanın 4. Basımı daha önceki baskılarda yer almayan yeni şiirlerle basıma hazırlanmaktadır.
Bîranînên Osman Sebrî – 2003.
Hevalê Çak, A. Balî, Hoşeng Sebri,Ekim 2011 Lis yayınları.
11.11.2020