KÜRT MESELESİNDE ÇÖZÜM-ÇÖZÜMSÜZLÜK KISKACINDA TIKANMAYI AŞAMAMAK!
Bunalım derinleşiyor!
- ÇİFTYÜREK
I – Bir süreden beridir kamuoyu, “demokratikleşme paketi” hazırlandı/hazırlanıyor ile oyalandı. Nihayet “paket hazırlandı” deniliyor, ancak bu kez de “paket açıklanacak” oyalaması yaşanıyor. Hükümet, özelde de Başbakan Erdoğan paketin kamuoyuna açıklanmasını bu sefer de Eylül ayının sonuna bıraktı.
Açıklanması beklenen paket ile hükümet, Kürt meselesinin çözümüne dönük planını ilan edecekti ki Öcalan-Hükümet mutabakatı da bunu gerektiriyordu.
“Demokratikleşme Paketi”nin içeriği hakkında basında bazı haberler çıktı, ancak resmen açıklanmadan doğrudan içeriği üzerinde konuşmak mümkün değil. Zaten hükümet sözcüsü Arınç da gazetecilerin sorularını yanıtlarken daha çok pakette nelerin (anadilde eğitim vb.) olmayacağını söyledi ama neleri içerdiğini belirtmedi.
Paketin eylül ayında gündeme taşınmasında PKK’nin “sınır dışına çekilmeyi durdurdum” açıklamasının rolü var elbette. Fakat sokakların yükselen siyasi ateşini düşürme hedefinin daha ön planda tutulduğunu belirteyim.
Taksim Gezi Parkı ile başlayan ve kısa sürede belli başlı kentlere yayılan halk direnişi dalgası geri çekildi, ancak sokaklar daha güçlü yeni kalkışmalar yönünden güçlü potansiyeli barındırıyor. AKP hükümeti de aylardır bu potansiyelin basıncı altında sıkışmış durumda. Öyle ki parti ve hükümet olarak AKP, aylardır sokaklarda yeni isyanların patlak vereceği korkusunu yaşıyor. Dolayısıyla hükümet bir süredir, “okullar açılıyor, sokaklar hareketlenecek, sokakların ateşini nasıl düşürebilirim” arayışındaydı. Aslında hükümet süreci doğru okuyor, çünkü meclis yaz tatilinde olsa da siyasetin nabzının esas olarak mecliste değil meydanlarda atacağının birden fazla verisi bulunmakta. Dolayısıyla açıklanması planlanan paketle İmralı’daki mutabakatın gereklerini yerine getirmenin yanı sıra “sokakların siyasi ateşini nasıl düşürürüm” hesabı daha fazla öne çıkıyor, çıkacak.
Ayrıca hükümetin “demokratikleşme paketi”nin zaman ve içeriğini belirleme de “ya bu kez metropollerdeki kalkışmalara Kürdistan muhalefeti de eşlik ederse” korkusu da önemli rol oynuyor. Bu nedenle, hazırlanan paketle Kürt meselesinin çözümünden çok Alevi camiasına, gençliğe, beyaz yakalılara dönük kimi taleplerin karşılanmasına yer vererek yeni halk direnişlerini engellemek, olmazsa en azından halk muhalefetini parçalayarak güçten düşürmek istiyor. Paket halihazırda açıklanmasa da bu hedefi gözeteceğinin güçlü verileri bulunuyor.
II – Türk devleti kurulduğundan beri Kürdistan meselesiyle savaş halinde olmasına, artık asker dahil tüm devlet kurumlarının “bu meselenin silahlı çözümü yok” noktasına evrilmesine rağmen… Güney Kürdistan’da işleyen yarı bağımsız devlet statüsüne ve Rojava’da yaşanan fiili duruma rağmen; yani Ortadoğu’da Kürdistan coğrafyasının hızla siyasallaşan bir içerik kazandığı gerçekliği herkesçe görülmesine rağmen… Son yıllarda siyasal çözüm amaçlı Oslo, İmralı görüşme trafiğini doğrudan başbakana bağlı MİT geliştiriyor olmasına rağmen… Ve nihayet Başbakan Erdoğan “çözüm sürecinden dönen, vazgeçen kaybeder, halka hesabını verir” diyerek Kürt meselesinin “demokratik çözümünden yana olduğunu” sıkça belirtmesine ve üstüne üstlük “Akil Adamlar” adı altında oluşturulan heyetlerin Anadolu ve Kürdistan kentlerini gezerek tabandaki çözüm iradesini arkalamalarına rağmen devlet ve hükümet halen çözüm değil çözümsüzlük üretiyor!
Devlet ve hükümet halen Kürtleri, Kürdistan ulusal demokratik yapılarını bölüp parçalamanın, birini diğerine karşı nasıl kullanacağının plan ve hesabı içerisindedir. Halen Sünni Kürtler ile Alevi Kürtleri, Kurmanclar ile Zazaları, laik Kürtler ile dindar Kürtleri “birbirine nasıl düşürürüm”, “birini diğerine karşı nasıl kullanabilirim ki güçten düşüreyim” plan ve taktiklerini geliştirme, uygulama peşindedir.
Kürt Alevilerin aslında “Türkmen oldukları”nın propagandası yıllardan beri işleniyordu ama özellikle 1990’lı yılların ortalarından itibaren Cem Evlerinin açılmasına yeşil ışık yakılmasıyla birlikte Kürt Alevilerin “Türkmen olduğu” tezi daha bir sistemli işlenmeye başlandı. Benzer bir propagandayla Zaza Kürtlerinin aslında “Kürt değil ayrı bir ulus oldukları” tezi görünmeyen ama bilinen odaklarca geliştiriliyor.
İlginçtir; Kürtlerin ayrı bir halk ya da ulus olarak varlığını kabul etmeyen devlet, Kürt ulusal demokratik hareketinin gelişip güçlendiği, bölge düzeyinde Kürdistan meselesinin çözümlenmesi gereken birincil mesele halini almaya başladığı bir sırada “Aleviler Kürt değil Türkmendirler, Zazalar Kürt değil ayrı bir ulusturlar” propagandasını geliştirebilmektedir. Sünni Kürde gelince, o da “ümmet kardeşliği” ile Sünni Türk’le zaten “kardeş”tir tezi halen planlı sürdürülüyor.
Bütün bunları sadece Kuzey Kürdistan’da yapmakla kalmıyor, Güney Kürdistan başta olmak üzere diğer parçalarda da benzer çabalarını sürdürüyor. Doğrudan devlet ve hükümet kurumlarının yanı sıra Gülen Cemaati’nin okul açma, işletme kurma benzeri adlar altında geliştirdiği sivil misyonerlik faaliyeti de bugün farklı Kürdistan parçalarında önemli bir işlev üstlenmiş durumda.
Türk devletinin Kürde dönük “böl ve birbirine karşı kullan” siyaseti Rojava’da da, Güney’de de az ya da çok devam ediyor. Eğer Kürt Ulusal Kongresi ikinci kez ertelendiyse, bunda Türk Devleti’nin de parmak izinin olduğunu daha önce yazmıştım.
III – Türk Devleti bütün bunları yaparken, son aylarda artan bir yoğunlukla “Kürtlerle bölünmeyi değil büyümeyi” hedeflemeyi de ihmal etmiyor! Bütün bunlar bir arada nasıl olacak ya da nasıl başarılacak?
Türk Devleti, özellikle de “Osmanlı’nın son bakiyesi” adı altında bölgede emperyal hesaplar peşinde koşan parti ve hükümeti ile AKP, Kürtlerle bölgeye açılarak “büyümeyi”, yani Güney ve Batı Kürdistan’ı da sınırları içerisine veya egemenlik sahasına alarak “1916 parantezini kapatmayı” tartışıyor. Dahası Ortadoğu’da yeni devlet sınırlarının çizileceğinin konuşulduğu günümüzde “sınırları çizilen değil, sınır çizen bir Türk Devleti” hedefiyle “ Kürtlerle birlikte büyüyelim, kazanalım” propagandasının yoğun yapıldığı görülüyor. Öcalan, KCK ve BDP de “devlet istemiyoruz, sınırlarla bir sorunumuz yok” söylemiyle AKP hükümetini Kürtsüz “Kürtlerle büyüme” hedefinde cesaretlendiriyor.
Türk Devleti ve özellikle İslam ümmet kardeşliğini arkalayan AKP bir kez daha “Kürtlerle birlikte büyümeyi” hedefliyor, ancak önünde birden fazla sorun var.
Birincisi; AKP ve hükümeti bilmeli ki Kuzey parçasında Kürtlerin varlığını ve anadilde eğitim başta olmak üzere ulusal özgürlük taleplerinin kabulünü yasalar hükmünde güvenceye almıyorsan; Suriye ve Rojava’da stratejini Kürtlerin hak elde etmemesi üzerinde kuruyorsan, bölgede “Kürtlerle birlikte büyümeyi” de unutmalısın.
İkincisi; yine bilinme ki Kürt halkı ve siyaseti de yaşadıkları 1071’den, 1514’ten, 1843’ten ve 1923 ve sonrası yaşananlardan dersler çıkararak bugüne geldi. Türk hükümetleri için, bir kez daha Kürtleri bölgesel-emperyal hesapları doğrultusunda koltuk değneği yapmak “çantada keklik” değil artık.
Üçüncüsü; Kürt/Kürdistan meselesinde işgalci devletler arasında çözüm-çözümsüzlük kıskacında en fazla sıkışan devletin Türk devleti olduğunu belirtelim. Irak’ta federal hatta konfederal bir yapı var; Suriye’de -ister BAAS ayakta kalsın, ister muhalefet iktidara gelsin- Kürtler bir biçimiyle siyasi statü elde edeceklerdir. İran, tarihsel arka planına da dayanarak, bölgedeki gelişmeler dayattığında, halihazırda Doğu Kürdistan’ın çok az kısmını içine alan “Kürdistan Eyaleti”ni genişleterek yeni adımlar atabilir, kendini şimdiden buna hazırlıyor. Bu işgalci devletler içerisinde Türkiye, birden fazla nedenle Kürdistan meselesinde yeni adımlar atmada en sorunlu olan devlettir. Tam anlamıyla çözüm-çözümsüzlük kıskacında kıvranıyor.
Türk devleti, başta kendine, özellikle de Kürdistan ve Anadolu’daki arka planına güvenemiyor, her önemli gelişme üzerinden “parçalanırım” korkusunu yaşıyor. Kendine güvenmediği gibi, yine aynı tarihsel arka plan nedeniyle Kürt halkına, ulusal demokratik güçlerine ve özelde de sabah-akşam “devlet istemiyoruz”u tekrarlamalarına rağmen PKK’ye güvenemiyor. Türk devletinin aklı, “Kürtler fırsatını bulduğu anda ayrılırlar” şeklinde işliyor.
Bunların toplamından şunu belirtebiliriz: Türk Devleti, gerek bu yapısıyla, gerekse Ortadoğu’nun mevcut siyasal koşullarından dolayı Kürtlerle “birlikte büyümek” bir yana, bu haliyle Kuzey parçasıyla bile birlikte yaşamayı başaramaz, çünkü birlikte yaşamanın gerektirdiği adımları atamıyor. Ne ileriye doğru adım atarak birlikte yaşamanın koşullarını oluşturuyor ne de Kürtlerin yakasını bırakıyor. İşte bir başka açıdan çözüm-çözümsüzlük kıskacında bunalmak tam da bu olsa gerek.
IV – Kürdistan halkı, siyaset dinamikleri dün de bugün de meselenin demokratik, barışçıl çözümünden yana oldular. Kürt halkı savaşın soğuk yüzü ile ağır yükünü Koçgiri, Şeyh Sait, Ağrı, Dersim ve 1990’lı yıllarda yoğun yaşadı. Halk, sadece savaş mağduru değil, aynı zamanda savaş yorgunudur da.
Yaşanan savaş nedeniyle evinden, toprağından göç etmek zorunda kalmanın, askerlerce evi yakılarak göçe zorlanan milyonların metropollerde çektikleri büyük acıların ne olduğunu en iyi onu yaşayan halk biliyor ve haklı olarak tekrar savaş istemiyor. Ayrıca uzayan savaşın onca bedele rağmen çözüm getirmemesi ve kendini tekrarlayan kan gölüne dönüşmesi de halkın savaş yorgunluğunu ağırlaştırıyor. “Silah ile olmuyorsa başka çözüm yollarını bulalım” arayışı halk saflarında da karşılık buluyor.
Silahlı mücadeleyi sürdüren PKK de her defasında “silahla ezerim” politikasıyla davranan devlet de artık silahlı çözümün karşılığı yok noktasına evirildiler ki bu yeni de değil.
Silahların susmasına ve meselenin demokratik çözüm ile ele alınmasına dönük sıkça dile getirilen “halkın büyük desteği var, çözümden dönen kaybeder” belirlemesi doğrudur. Kürt halkı elbette silahla değil siyasetle meselenin çözümünü istiyor. Hele bir de yıllar sonra dağına, yaylasına, toprağına yeniden gidebilme fırsatını yakalamış olan halk, elbette sürecin devamından yana olacaktır. Ancak Türk Devleti bu reel durumdan kalkış yaparak, “ben sözü edilir bir şey vermesem de halkın desteği devam eder, süreci götürürüm” yanılgısına düşerse mesele tıkanır, şimdi önemli oranda tıkandığı gibi. Süreci destekleyen halk, aynı süreçte Kürt/Kürdistan meselesinde devlet ve hükümetin anadilde eğitim başta olmak üzere tayin edici adımlar geliştirmesini de bekliyor.
Hükümet “çözüm, çözüm” diyerek somutta üniter devlet yapısına dokunmayacaksa, Türk kimliği anayasada varlığını koruyacaksa, anadilde eğitim-öğretim olmayacaksa, genel siyasi affa bile yanaşmayacaksa, hakikatleri araştırma komisyonlarına “hayır” diyecekse, Kürdistan’da siyasal statüye hazırlık yapmayacaksa… Devlet ve hükümet Kürt halkına ve siyasetçisine dönüp çözüm adına “Kürtçe TV, radyo verdim, Kürtçe yazmak ve propaganda serbest, okullarda seçmeli ders hakkı getirdim, yerleşim yerlerinin Kürtçe otantik adlarını iade edeceğim, düğünlerinizde Kürtçe türkülere serbestlik getirdim, daha fazla istemeyin. Bunlar benim atacağım adımların sınırlarıdır” diyecekse… Bu demektir ki çözüm-çözümsüzlük kıskacında bunalım derinleşecektir.
V – Kürt siyasetinde “21. Yüzyıl Kürtlerin olacaktır” belirlemesi çok yapılıyor. Ortadoğu’daki hareketli gelişmelere Kürdistan’ın hareketlenen jeopolitiği eklenince bölgede neredeyse her taşın altından Kürdistan olgusunun çıkması yukarıdaki belirlemeye güç katıyor. Ancak gerek parçalar gerekse parçalar arası düzlemde Kürdistan ulusal demokratik siyaseti güven verici pozisyon alamıyor. Kürt Ulusal Kongresi’nin örgütlenmesi meselesinde düşülen durum bile yüzleşilen sorunu yeterince izah ediyor. Mesele kongrenin ikinci kez ertelenmesinin de çok ötesinde kongreye bakış ve yüklenen misyonda görülen ufuksuzluk veya dar grupçu bakışlarda odaklanıyor.
Yüzleşilen ana mesele, Kürdistan siyasetinde parti çıkarlarını aşan ulusal demokratik birlik stratejisi ile davranmanın halen oldukça zayıf oluşudur. Birlik söylemi yoğun kullanılıyor ama pratikte buna uygun tutum almada aynı kararlılıkla davranılmıyor. Küçük partilerimiz etkin olma, güçlenme arayışındayken, güçlü olan partiler ise “ben nasıl hakim olurum” anlayışını halen aşamıyorlar. (19.09.2013)
* Newroz Gazetesi’nde yayınlanan yazıları internet sitemizde bir hafta sonra yayınlıyoruz. Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın bugün açıklayacağı ‘Demokrasi Paketi’ nedeniyle S. Çiftyürek’in bu yazısını erken yayınlıyoruz.
Sayı: 241
Tarih: 27.09.2013