30 Mart’ta yerel seçimden çok, bir genel seçim havasında hatta onun da ötesinde bir referandum havasında geçen bir seçimi geride bıraktık. Seçim geride kaldı. Ama seçim tartışmaları ve sonuçları görünen o ki daha çok tartışılacak.
Her halde Türkiye tarihinin en çok tartışılan ve üzerinde yazılıp- çizilecek seçimi gerçekleşti. Öyle ki, aradan üç gün geçmesine rağmen hala kesin sonuçlar alınmış değil. Hala birçok il, ilçe ve belde de seçimlere itirazlar var. Ve itirazlar devam ediyor. Kimi yerlerde oylar birkaç kez sayılıyor. Sayımlar tekrar ediliyor. Birçok yerde gösteriler devam ediyor. Polis her zaman olduğu gibi yine şiddet kullanıyor. Onlarca gözaltı var. Ve Ceylanpınar’da adeta olağanüstü hal ilan edilmiş durumda. 30 gün boyunca; basın açıklaması, gösteri, vb. yasaklanmış durumda. Yine bir çocuk polisin kullandığı gaz kapsülü sonucu bir gözünü kaybetmiş bulunuyor. Yani her yönüyle devlet şiddeti devam ediyor.
Yerel seçimler tam bir gerilim ortamında yapıldı. Erdoğan bütün seçim sürecini yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının üzerini örtmek, kendini ve çevresini temize çıkarmak için kullandı. Ve belirttiğimiz gibi bu süreci adeta bir referanduma çevirdi. Sanki seçim sonrasında bir güvenoyu alacak ve aklanacak gibi. Erdoğan seçim süreci boyunca, özellikle 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra ısrarla bir “paralel devlet” ten bahsedip, bunun mevcut devleti ele geçirdiğini ve hükümete bir darbe girişimi olduğunu kendi tabanına benimsetti. Tıpkı Gezi direnişinde olduğu gibi. Gezi direnişini de kendi tabanına böyle izah etmişti. Gezi direnişinin de hükümete bir darbe girişimi olduğunu ısrarla söyleyip durmuştu. Ama ne hikmetse kimse de çıkıp, bir “paralel devlet” varsa neden bunların yakalanmadığını sorma gereği duymadı/duymuyor. Kendi tabanı Erdoğan ne derse ona inanmış durumda. Her halde bu da Ortadoğu halklarının kaderi olsa gerek. Liderin her dediğine inanma, onun hiç yanlış yapmayacağını düşünen ruh hali. Aslında dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise Erdoğan hemen hemen girdiği her seçimde, seçim öncesi bir gerilim politikası yaratıyor ve bütün seçim çalışmasını bu politika üzerinden sürdürüyor. 30 Mart yerel seçimlerinde de bunu yaptı. Ortada yolsuzluk ve rüşvet operasyonları varken, hukuksal anlamda bunların üzerine gitmek yerine; “paralel devlet”, “darbe”, “çözüm sürecine karşılar” vb. söylemlerle seçim sürecini sonlandırdı. Ve asıl bu süreçte kendisini her şeyin yerine koyarak, kendisinin bizzat söylemleriyle kimi yasakları gündeme koydu. Sosyal medya üzerinde ciddi bir terör estirdi. Başta twitter ve youtube olmak üzere kapattırdı. Biz bu yazıyı kaleme aldığımız saatlerde Anayasa Mahkemesi’nin twitter ile ilgili ciddi bir kararı olmasına rağmen halen twitter açılmış değildi. Yani Anayasa Mahkemesi kararına rağmen twitter’ı açmayan TİB (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) suç işliyor.
Evet, tartışılan ve ileride de çok tartışılacak bir yerel seçim sürecini geride bıraktık. Herkes bu seçimin kazananı olduğunu iddia ediyor. Tabii ki şöyle bir gerçek var. Bu seçim sonuçları bize gösterdi ki küçük partilerin hepsi aslında silindi. Bu seçim de dört parti kaldı. AKP, CHP, MHP, BDP diğer partilerin hiçbiri bu seçim de varlık gösteremediler.
Ortaya çıkan tablo gösterdi ki 30 Mart yerel seçimleri AKP’nin daha somutta ise Erdoğan’ın başarısı oldu. Yukarıda da belirttiğimiz üzere 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonları AKP seçmeni tarafından karşılık bulmadı. Ve 2002’den bu yana girdiği her seçimi kazanan Erdoğan bir kez daha kazandı. Ve seçimden %45 gibi bir oy oranıyla birinci parti olarak çıktı. CHP; %27.8, MHP; %15.2 ve BDP-HDP; %6.5 oy aldılar. Yani, yolsuzluk, rüşvet, tapeler ve sosyal medya yasağı AKP’yi tercih edenleri hiç etkilemedi. Aslında bunun üzerinde düşünmek gerekiyor. Bunun kanımca basit bir gerekçesi var. Geniş seçmen kitlelerini ilgilendiren onların ekonomik refah düzeyi. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen geniş seçmen kitlelerinin ekonomik refahı bozulmuş değil. Tabii ki uzun süredir küresel kriz üzerinde yaşadığımız coğrafyayı da etkiliyor. Ama bu etki henüz hane halkında ciddi rahatsızlıklar yaratacak, gelirlerinde rahatsızlık verecek bir kayıp yaratacak boyutlara ulaşmış değil. Bu ise tercihleri etkiliyor/etkiledi. Yüksek oy oranı olmasına rağmen AKP diyebiliriz ki düşüşe başlamıştır.
Seçim sonuçları kimilerine hüsran yarattı!
Özellikle Gezi Direnişi ve ardından 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan sonra sözde sosyal demokratlar ve kimi devrimci çevreler AKP iktidarının ve Erdoğan’ın sonunun geldiğini dillendirip duruyorlardı. Hatta bütün politikalarını AKP ve Erdoğan karşıtlığı üzerine inşa ediyorlardı. Erdoğan’ın öyle ya da böyle 30 Mart seçimlerinde hüsrana uğrayacağı senaryoları üretiyorlardı. Ve bunun için birçoğu seçimlere birkaç gün kala CHP’ye oy verme çağrıları çıkardılar. Oyların bölünmemesi gerektiğinden dem vurdular. Hatta kendine sosyalistim, devrimciyim diyenlerin birçoğu CHP’ye oy verdi. Tek dert AKP olmasın idi. Ama durum hiç de böyle olmadı. Ve asıl hüsrana uğrayanlar kendileri oldu. Çünkü ne sözde sosyal demokratlar, ne de CHP’ye oy çağrısı yapan kimi çevreler kitleleri, toplumu yeterince tanımıyor. Bu bir kez daha ortaya çıktı. Tam tersine sözde sosyal demokrat CHP’nin elinde bulunan belediye başkanlıklarını AKP aldı. Örneğin bir önceki dönem tüm ilçeleri elinde bulunan CHP İzmir’de 5 ilçeyi AKP’ye 2 ilçeyi MHP’ye kaptırdı. Hele işçi ve emekçilerin yoğun olduğu, işçi, emekçi diyince ilk akla gelen Aliağa ilçesinin MHP’ye kaptırılması, sözde sosyal demokratların ve onlara destek veren kimi devrimci ve sosyalistlerin başını iki elinin arasına alıp düşünmelerini gerektiriyor.
AKP’nin yerel seçimlerde ciddi bir oy kaybedeceğini düşünenler hüsrana uğradı. Yukarıda da belirttik. AKP özellikle Erdoğan yüksek bir oy oranı ile zaferini ilan etti. Ama bu aynı zamanda bir düşüşünde başlangıcı…
BDP, K. Kürdistan’da belediye başkanlıklarına yenilerini ekledi. Kimi yerlerde, Urfa vb. gibi oy oranlarını da arttırdı. Ama görmek gerekir ki kimi yerlerde BDP oylarında kısmi düşüşler var. Başta Diyarbekir olmak üzere. Bu tablo karşısında BDP’nin seçim çalışmalarını yürütürken ısrarla dillendirdiği ‘özerklik’ mümkün mü? Mevcut durumda bunun zor olduğunu düşünüyorum.
Kanımca HDP projesi Türkiye metropollerinde umduğunu bulamadı. Hatta İstanbul, İzmir, Adana, vb. illerde oy düşüşü yaşadı. HDP ile “Türkiyelileşme” projesi metropollerdeki Kürtleri görünen o ki yeterince ikna edemedi. Bu anlamıyla Türk kemsini de ikna edemediği görüldü. Bütün bunlara rağmen görünen o ki, HDP projesiyle yola devam edilecek.
Sonuç olarak; kesin sonuçları belli olmayan, onlarca itirazın yapıldığı ve tartışmaları hala devam eden bir seçimi geride bıraktık. Ve önümüzde daha iki seçim var. Ve görünen o ki, en azından Erdoğan seçim sonrası yaptığı ‘balkon’ konuşmasında bunun ipuçlarını verdi. Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı söz konusu. Ama Erdoğan ve AKP hükümeti bu oy oranı ile başarı elde edebilmek için genel seçimleri erkene alabilir. Ya da her iki seçimi – cumhurbaşkanlığı ve genel seçimi- birleştirebilir. Bunu önümüzdeki günlerde göreceğiz. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz üzere; geniş seçmen kitlelerini ilgilendiren onların ekonomik refah düzeyi. Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen geniş seçmen kitlelerinin ekonomik refahı henüz ciddi anlamda bozulmuş değil. Tabii ki uzun süredir küresel kriz üzerinde yaşadığımız coğrafyayı da etkiliyor. Ama bu etki henüz hane halkında ciddi rahatsızlıklar yaratacak, gelirlerinde rahatsızlık verecek bir kayıp yaratacak boyutlara ulaşmış değil. Bu ise tercihleri etkiliyor/etkiledi. Yine kimi verilere göre bu durumun fazla uzun sürmeyeceği toplumun her an ciddi bir ekonomik krizle yüz yüze geleceği ortada. Bu nedenle Erdoğan ve AKP hükümeti böyle bir durumla karşılaşmamak için yapılacak olan seçimleri erken bir tarihe çekebilir.
Diğer bir nokta ise; 2015 Ermeni soykırımının 100’cü yıl dönümü. Devlet alttan alta bu sürece de hazırlanıyor. Ergenekoncuların, vb. bırakılmasını birazda bu açıdan okumak gerekiyor. 2015’in bu gerilimli ortamından önce de seçimleri yapma gündeme gelebilir. Ayrıca kimi ekonomistler önümüzdeki yıl ciddi bir ekonomik krizin de söz konusu olduğunu dillendiriyorlar. Seçimlerin erkene alınmasını bütün bunlarla birlikte değerlendirmek gerekiyor.
Kürt/Kürdistan sorununda ise ‘çözüm’ anlamında bir adım atılacağını kendi adıma düşünmüyorum. Devlet ve mevcut AKP iktidarı oyalamalarına devam edecek. Bütün bunları görüp ona göre politikalar geliştirmek gerektiğini düşünüyorum. 03 Nisan 2014