Paket açıklandı. Sonuç: Halkta oluşturulan umudun yıkılışı! Onca gök gürültüsüne, çakılan onca şimşeğe karşın ancak birkaç damla yağmur yağabildi. Buna rağmen hükümet her zamanki pişkinliği ile topluma, özelde Kürtlere “bekleyin, arkası gelecek” mesajını vermeye devam ediyor.
Bir yıla yakındır Öcalan ile MİT yetkilileri sözde “çözüm” için görüşmeler yapıyordu, sözde “üç aşamalı bir çözüm planı” üzerinde anlaşmışlardı. Ve yine sözde bugünlerde artık “görüşme”lerden “müzakere aşaması”na geçilecekti. Öyle ki günler, haftalar, hatta aylardır köşe yazarları “üç aşamalı planı” krokiler eşliğinde anlatarak kamuoyunu “bu kez essahtan çözüme gidiliyor” üzerine ikna etmeye çalıştılar.
Bunlar yetmedi, devlet ve hükümet bir de “Akil Adamlar” adıyla yedi bölgeye yedi ayrı heyet oluşturup gönderdi. “Akil Adamlar”, bölge bölge halkla, siyasi ve sivil kurumlarla görüşüp halkların ve siyasi temsilcilerinin çözüme dönük görüş ve önerilerini derleyip toparlayacaklardı. Bölge bölge toparlayıp kendi kanaatlerini de ekleyerek hükümete sundular.
Yetmedi, yine sözde “çözüm” amacıyla AKP Hükümeti, İmralı, Kandil ve PKK Avrupa kanadı ile görüşme ve aralarındaki mektup trafiğini bizzat MİT üzerinden sürdürdü. Başbakan Erdoğan’ın birkaç kez “bedeli ne olursa olsun demokratik açılımdan geri adım atmayacağız, süreçten geri dönüş yok” demesi halkta ve hatta siyaset kadrolarında çözüme dönük beklenti çıtasını yükseltti. Bu durum Öcalan’ı bile büyük beklentiye sokmuştu ki, İmralı görüşmelerinde Sırrı Süreyya’ya, “Ne ev hapsi ne de af, bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız” demiş ve bu PKK tabanında büyük heyecan yaratmıştı.
Yetmedi, Öcalan’ın önerisiyle dört ayrı konferansın örgütlenmesi gündeme geldi. PKK-BDP çizgisi dört elle bu konferansları örgütlemeye çalıştılar, ÖSP dahil diğer Kürdistani parti ve örgütler de buna omuz verdiler. Derken Ankara, Diyarbakır ve Brüksel konferansları gerçekleştirildi. 29-30 Haziran’da Brüksel’de yapılan Barış ve Demokrasi Konferansı’nın sonuç bildirisinde, “Ankara ve Amed konferanslarında alınan kararlara, sonuç bildirilerine katılıyor ve sahipleniyoruz” denildi.
Diyarbakır’da 15-16 Haziran’da gerçekleştirilen “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı” önemli sonuçlara vardı, ancak vardığı sonuçlar öncekiler gibi yine ortada bırakıldı, bunun üzerinde duracağım.
Dördüncü ve sonuncu konferans olarak planlanan Hewler Konferansı’nda durum değişti, iki defa üst üste ertelendi. Başta konferans yerine kongre çağrısı ve çağrıyı içeren kararın da alelacele alınması, peşinen sırtına bir dizi sorunu da yüklemiş oldu. Konferans gibi geçici bir yapılanma yerine kongre gibi kalıcı bir yapılanma kararı, bölgesel ve küresel aktörlerin bir biçimiyle kongre meselesine burunlarını sokmalarını da beraberinde getirdi.
Konferans yerine kongre kararı, bölge devletleri, özelde de Türkiye için evdeki hesabın çarşıya uymaması durumuna yol açtı. Türk Devleti konferansın “PKK’nin silah bırakma mercii” olmasını bekliyor ve destekliyordu. Ancak “ulusal kongre” kararının alınması ve dört parçada Kürdistan ulusal demokratik güçlerinin başta ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ve BM’de temsil hakkı olmak üzere talep ve hedeflerin öne çıkması Türk Devleti’nin karşı tutum almasına yol açtı. Elbette kongrenin ertelenmesinde Suriye’ye askeri müdahalenin gündemde olmasının da payı olmuştur.
Kürt Ulusal Kongresi halen gerçekleşmedi, ama gerçekleşen üç konferansta önemli karar ve çağrılar üretildi. Aynı süreçte Öcalan’ın önerisi doğrultusunda gerilla Kandil’e dönmeye başladı. KCK davalarında krize dönüşen Kürtçe savunma sorunu kısmen çözüldü ve KCK tutuklama furyası büyük ölçüde durduruldu, hatta kısmi tahliyeler gerçekleştirildi. Bu adımlar da “bu kez çözüme gidiliyor” umudunu diri tuttu.
Derken beklenen paket açıklandı ve dağ fare doğurdu! Yaratılan yüksek beklentinin aksine paketin hayal kırıklığı yarattığı koşullarda Öcalan “yeni formatlama” ile “müzakereye geçiş”i öneriyor, ama hükümet bunları bir başka bahara (pakete) bırakmış durumda. Eğer hükümet olağanüstü bir zorlama ile yüzleşmezse tutumunu değiştirmeyecek.
Devlet ve hükümet, çözüm-çözümsüzlük sarkacında zamana oynuyor, çünkü zamanın kendi lehine işleğinden hareket ediyor. Paket ile ilgili açıklamamda belirttiğim gibi “çözüm-çözümsüzlük kıskacındaki tıkanma” üzerinden krizi yöneterek yol almak istiyor. Devlet ve hükümet ne “çözmem” diyor ne de “çözüyorum” diyor. Tam anlamıyla iki ara bir derede bırakarak ve “sorunları idareli kullanayım” hesabıyla zamana yayıyor, oyalıyor.
Amiyane tabirle hükümet kendi işini yapıyor, mesele Kürdistan ulusal demokratik hareketinin ne yaptığı ya da ne yapacağıdır. Bu açıdan yani bizim mahalleden bakıldığında aşılması gereken birden fazla sorun bulunuyor.
I – Birlik Çözüm Komitesi yaşama geçirilmelidir
15-16 Haziran’da Diyarbakır’da Kuzey Kürdistan Konferansı ile ulaşılan sonuçlar bugüne kadar Kürtler arası birlik toplantılarında varılan sonuçların en ilerisidir denilebilir. Örneğin:
“2- Kürdistan halklarının kendi tercihleriyle statülerini (özerklik-federasyon-bağımsızlık gibi) belirleme hakkına sahip olduğunu, Kürdistan halklarının kendi kaderini tayin hakkının sadece Kürdistan halkının kararına ve onayına bırakılması Konferansımızda ortaklaşılan bir ilkedir. Konferansımız Kürdistan’ın bir statüsü olmadan Kürt sorununun nihai olarak çözülemeyeceğini karar altına almıştır.” diyor ve şu somut adımı atıyordu:
“12- Konferans delegasyonu Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı’nın iradesini temsil edecek ‘Birlik ve Çözüm Komitesi’ oluşturma kararı vermiştir. … Bu komite demokratik müzakare sürecinin etkili organı olma misyonuyla çalışmalarını yürütür.”
Öcalan da Konferansa gönderdiği mektupta konferansın bu yaklaşımına paralel görüş ve önerilerini dile getiriyordu: “Bundan sonraki aşamada görev ve sorumluluk daha çok da konferans bileşenlerinindir. Elbette devletin ve hükümetin de bu süreçte son derece ciddi görevleri vardır. Bu temelde geniş katılımla toplanan konferansınız müzakere sürecinin en temel siyasi mekanizması olmak durumundadır. Sizlerin alacağı kararlar ve varacağı sonuçlar bizim yürüttüğümüz müzakere sürecine de yol gösterecektir.”
Konferansın üzerinden dört ay geçti, fakat “müzakere sürecinin en temel siyasi mekanizması olması” şurada kalsın, şu ana kadar herhangi bir “görev ve sorumluluk” üstlenmiş değil.
Konferans, sonuç bildirisi ve oluşturduğu mekanizmayla diğer konferanslardan temelden farklı ve ileriydi. Öcalan’ın gönderdiği mektup da, gerek diğer konferanslarda gerekse 21 Mart’ta okunan mektuplarından temelde farklı ve ileriydi. Ancak diğer konferans ve ortak toplantı sonuçlarında olduğu gibi Birlik ve Çözüm Komitesi’ni üreten konferans sonuçlarının da ortada kalma durumu var. Bunun da temelde iki nedeni bulunmaktadır:
Birincisi; BDP dışındaki parti ve örgütler, alınan ortak kararları BDP hareketlenmeden hayata geçirmede zorlanıyorlar, çünkü Birlik ve Çözüm Komitesi’nin BDP dışındaki bileşenlerinin örgütsel ve kitlesel dayanakları hâlihazırda zayıftır. Bu durum birlik çalışmalarının tüm çehresini belirliyor.
İkincisi; PKK-BDP çizgisinin, ulusal demokratik birliğe stratejik değil, anlık, geçici taktik yaklaşımları halen aşamamış olmasıdır. Dışındaki Kürdistani parti ve örgütlerle ulusal demokratik birlik meselesine kalıcı ve iktidarlaşma perspektifiyle halen yaklaşmıyor olmasıdır. BDP yetkilileri konferans öncesi görüşmelerde ve konferans sırasında “biz ulusal birliğe stratejik yaklaşıyoruz” deseler de BDP’nin fiiliyattaki tutum ve davranışları geçici taktik yaklaşımların aşıldığını göstermiyor. Örneğin: BDP seçim siyasetini açıklıyor ve güya “stratejik ittifak içerisinde oldukları” Birlik ve Çözüm Komitesi bileşenlerinin haberi ancak basın üzerinden olabiliyor. Böyle ulusal demokratik birlik, hele de stratejik birlik olur mu!? PKK-BDP çizgisinin, kendi dışındaki Kürdistani yapıları halen ciddiye alıp almaması gibi kilit bir meselenin bulunduğu anlaşılıyor. Öncelikle bu sorunun aşılması gerekiyor.
PKK-BDP hâlihazırda Türkiye sosyalist hareketiyle birliği esas alan bir yönelim içerisindedir. Türkiye sosyalist hareketiyle birlik yönelimlerine karşı olmak gibi bir tutum içinde değiliz, ama önce Kürdistan’da stratejik ulusal birlik diyoruz. Biz de Türkiye sosyalist hareketiyle geniş birlikten yanayız, ancak tek tek partiler olarak değil, Kürdistan’da cephe ya da kongre adı altında birleşmiş ulusal demokratik güçleri temsilen bir ilişkilenme olmalıdır. Burada Türkiye devrimci hareketinden de beklentimiz, sadece güçlü Kürt partisiyle değil, Kürdistan’da oluşturulacak ulusal birlikle ilişkilenme yaklaşımında olmalarıdır.
II – Birlik genişletilerek kalıcılaştırılmalıdır
Bir an evvel Birlik ve Çözüm Komitesi toplanıp konferansta yüklendiği misyona uygun davranmanın pratiklerini önüne koymalıdır. Öncelikle HAK-PAR, PDK-B olmak üzere birliğin dışındaki yapıların da katılması için yeni çağrılar çıkarmalıdır. Kürdistan’da kalıcı ve geniş ulusal demokratik birlik hedefleniyor ve devletin taktiklerine karşı konulmak isteniyorsa HÜDA-PAR üzerinde de düşünülmelidir. Kürdistan’daki siyasal yapılar arasında HÜDA-PAR’a en uzak olan biziz, ama eğer geniş ulusal demokratik birlik diyeceksek onu da birliğe çağırmalıyız, varsın o gelmesin!..
Türk rejiminin Kürdistan meselesinin her kritik aşamasında ulusal demokratik hareketi parçalamaya dönük özgün taktikler geliştirdiğini biliyoruz. Dün Alevi kartını açan, şimdi “Zazalar Kürtlerden ayrı bir halktır” kartını elinde tutan, yarın Kürtleri coğrafik olarak bir alana sıkıştırmak için Şafii-Hanefi Kürtler ayrımını körükleyebilecek ve önemlisi de güçlü Kürt örgütüne karşı zayıf olanı geçici destekleme taktiğini Osmanlı’dan beri elinde tutan Türk rejiminin yarın yeniden Hizbullah kartını açabileceğini dikkate alarak davranmalıyız. HÜDA-PAR meselesine, yüklü acılar nedeniyle duygusal değil siyaseten bakılmalıdır.
III – Birden fazla karar merciinin getirdiği sorunlarımız var
Partiler, örgütler birer karar merciidirler. Cephe ya da kongre benzeri yapılar içerisinde bir araya gelmeleri onları ayrı ayrı karar mercii olmaktan çıkarmaz, sadece üst çatıda ortak bir karar merciinde birleştirir.
Kuzey Kürdistan’da bu açıdan niyetlerden bağımsız olarak fotoğrafımızdan gelen sorunlar bulunmaktadır. Şöyle ki: Birer karar mercii olarak yasal ve yasa dışı parti ve örgütlerimiz var. Yurtdışında bir karar mercii olarak Kürdistan Ulusal Kongresi var. Yine ayrı karar mercileri olarak KCK ve DTK var. Ve ayrıca başlı başına bir karar mercii olarak İmralı’da Öcalan var. Şimdi bir de farklı parti ve örgütlerin ortak karar mercii olarak 15-16 Haziran’da Birlik ve Çözüm Komitesi oluşturuldu ki bu, Öcalan’ın da mektubunda “konferansınız müzakere sürecinin en temel siyasi mekanizması olmalı” dediği komite.
Birlik ve Çözüm Komitesi de tıpkı KNK, DTK, HDK gibi ve üstelik daha kapsayıcı bir üst karar mercii olma iddiası taşır. İşte bu fotoğrafın kendisi karar mercii alanında tam anlamıyla karmaşaya işaret ediyor. Kuzey’de sadece PKK’nin KNK, DTK, KCK ve Öcalan gibi birden fazla karar mercii var, bunların arasında karar karmaşası yaşanıyor mu bilemem. Birden fazla partiler üstü karar mercii ne Hindistan, Vietnam, Cezayir, Güney Afrika gibi ülkelerde vardı, ne de şimdi Güney Kürdistan ve Rojava’da var. Belirttiğim tüm yerlerde parti ve örgütler birleşip, bir ortak üst karar mercii oluşturmuşlardır.
DTK var, ayrıca paralel bir DTK olarak Birlik ve Çözüm Komitesi tasarlanırsa oradan bir şey çıkmaz. KCK ile DTK arasında ya da Öcalan ile DTK arasında görüş ve karar farklılığı yaşandığında bu kuruluş KCK ya da Öcalan lehine tutum değiştirebilir. Fakat içerisinde BDP dışındaki Kürdistani parti ve örgütlerin de yer aldığı Birlik ve Çözüm Komitesi aynı manevrayı gösteremez. Fotoğrafımızdan gelen güçlük dediğim şey tam da budur ve bunun üzerinde herkes sorumlulukla düşünmelidir. Kısacası Rojava’daki “Desteya Bilind” (Kürt Yüksek Konseyi) benzeri bir ortak karar mekanizmasına ihtiyaç var.
IV – Bu yerel seçimlerde ulusal demokratik birlik önemlidir
AKP için nasıl ki İstanbul’u kaybederse gerileme ve iktidardan düşme sürecinin hızlanacağı söyleniyorsa, BDP de bir süreden beridir yerelde iktidar olmanın getirdiği yıpranmışlığı yaşadığını unutmadan davranmalıdır.
Seçimlere Birlik ve Çözüm Komitesi olarak blok katılmakla aritmetik toplam değil geometrik büyüme hedeflenmelidir.
Öcalan, Yunanistan’daki Syriza (radikal sol koalisyon) benzeri bir ittifakı hedeflemekle kalmamış, “BDP kendini feshederek HDP’ye katılmalı” önerisini getirmişti. Ancak BDP “Batı’da HDP, Kürdistan’da BDP ile seçime gireceğiz” formülünü geliştirdi. 15’ten fazla parti, örgüt ve dernek bileşeniyle Syriza HDP için model olarak görülüyor, ancak arada ciddi farklılıklar bulunuyor. BDP ağırlıklı HDP ile Syriza arasında birçok açıdan önemli farklar bulunmaktadır.
Birincisi; Yunanistan solunun Kürdistan benzeri bir meselesi yoktur.
İkincisi; Yunanistan Türkiye ile kıyaslanmayacak düzeyde derin bir ekonomik kriz yaşadı ve halen aşamadı. Eğer Almanya merkezli AB olmasaydı Yunanistan’da rejim devrilebilirdi. Yani Syriza sokakta olmanın yanı sıra böylesine derin bir kriz ortamında sokakta hızla büyüdü ki halen Türkiye’de Yunanistan benzeri bir ekonomik krizden söz edilemez.
Üçüncüsü; Taksim-Gezi Parkı isyanı haklı bir öfke patlamasıydı, birden fazla çelişkiden beslenerek patladı ve dalga geri çekildi, tekrar ne zaman ve nasıl gelişir, kimse şimdiden kestiremez. Türkiye sosyalist hareketindeki yapılar ağırlıkla Gezi’yi tam olarak okuyamadılar ve her yerde kendiliğinden hareket ile devrimci sosyalist hareketin arası açılmaya başladı.
AKP Hükümeti, Gezi isyan ruhundan korkuyor ve açıkladığı “demokratikleşme paketi”nin içerik ve zamanlama olarak “sokakların tansiyonunu düşürmeyi” hedeflediğini belirtelim.
Sonuçta üç öneri:
1- PKK silahlı yapısını Kandil’e çekmeyi sürdürmelidir, silahlı mücadeleye geri dönüşün süreci ilerletmeyeceği görüşündeyim. Eğer gerçekten Sykes-Picot’un yerini Rusya-ABD Anlaşması alacaksa, yani Rusya-ABD ve müttefikleri bölgenin geleceğinde önemli rol oynayacaksa PKK’nin silahlı mücadelesi yeni bölgesel ya da küresel müttefik bulmakta zorlanacaktır. Geniş ulusal demokratik birlik silahıyla sivil siyaset öne çıkarılmalıdır.
2- Örgütün lideri Türkiye-Batı ekseninde öneriler sunarken, örgüt esas olarak Doğu ekseninde davranmayı sürdürürse etkili sonuç almak başka açıdan ağırlaşır. Bu kısmi belirsizlik aşılmalıdır.
3- En geniş ulusal demokratik birlik icin, başta BDP ve HAK-PAR olmak üzere Kürdistani tüm siyasal yapıların, günlük siyaset dilinde birbirlerine karşı kriminal yakıştırmalarda bulunmaktan uzak durmaları gerekiyor. 20.10.2013