Site icon Rojnameya Newroz

BATI İLE DOĞU BLOĞUNUN SAVAŞI; SYKES-PİCOT ALANI İLE SINIRLI DEĞİL! / SİNAN ÇİFTYÜREK

Suriye üzerindeki egemenlik savaşında, dış müdahalelerle paralel gerilim tırmandıkça karşılıklı hamleler de birbirini izlemeye başladı. Rusya’nın, bölgedeki son kalesi Suriye’yi, Batıya kaptırmamak için Eylül ayından beri askeri müdahalede bulunmasına ve Rus desteğindeki Suriye’nin ilerleyerek Halep’i kuşatmasının yanı sıra muhalefetin Kuzeyden gelen ikmal yolunu kesme hamlesine, S. Arabistan ile Türkiye’den “askeri müdahalede bulunuruz” yanıtı gecikmedi. Hesaplar fena karışınca, “Üçüncü Dünya savaşı çıkar” uyarıları gelince, tehlikenin büyüdüğünü  gören ABD ile Rusya şimdi tansiyonu düşürme çabasında!

 

I – Uzatmalı postmodern savaşın kapsam alanı, Sykes-Picot ile sınırlı değil!

Sıkça dile getirdiğim Avrasya üzerinde 20 yıldır sürdürülen vekâlet savaşları, önlem alınmazsa artık Suriye üzerinden tarafların doğrudan savaşmaları gibi tehlikeli bir evrenin kapısını çalmaya başladı. Yapılacak NATO toplantısında, eğer Suudilerin, Suriye’ye asker gönderme önerisi kabul görürse savaş daha da ağırlaşacak demektir. Kabul görürü mü? Zor!

ABD ve Rusya’nın başını çektiği Batı ile Doğu blokları, 100. yıldönümünde salt Sykes Picot’u mu aşmak istiyorlar? Batı ile Doğu güç eksenlerinin 20 yıldır aralıksız süren kavgaları Sykes Picot’un düzenlediği alanla mı sınırlı? Her iki soruya yanıtım hayır! Çünkü kavga sadece Sykes-Picot’un kapsadığı alanlarla sınırlı olmayıp Avrasya’yı kapsamaktadır.

Savaş, neden Avrasya, daraltılmış Avrasya olarak da, Afganistan-Mısır-Ukrayna üçgeninde (yarın öbür gün Pasifike/Güneydoğu Asya’ya kayabilir)  sürdürülüyor? Yanıtını “Afganistan-Ukrayna-Mısır üçgeninde savaşın ekonomi politiği” başlıklı yazımda ele almıştım.

ABD ve müttefikleri, genel olarak Sykes-Picot alanını da kapsayan Üçgende statükoyu kendi emperyal çıkarları doğrultusunda değiştirilmesini; somutta Ortadoğu, İran, Rusya, Çin’de yeni ulus devletin kurulmasını hedeflerken; aynı ABD bu genel politikasının yanı sıra yine çıkarları gereği statükoyu savunup bekçiliğini yaptığı birden fazla alan (rejim) da var. Arap isyanları sırasında ABD’nin, Körfez ülkeleri ve Mısır’da statükoyu savunarak muhalefete karşı aldığı tavır bunun kanıtı. Denilebilir ki ABD ve müttefikleri, 11 Eylül 2001 saldırısından beri genelde saldırı, bazen de saldırı içerisinde savunma politikasını izliyorlar.

Rusya ve müttefikleri ise, Avrasya, özelde de belirttiğim Üçgende emperyalist çıkarları gereği mevcut statüko ve sınırlarının devamından yana olup bu geniş alanda savunma ya da savunma içerisinde saldırı pozisyonundadırlar. Rusya genelde mevcut statüko ve sınırların devamından yana bir savunma hattı izlemekle birlikte Gürcistan’da yaşandığı gibi çıkarları gereği yeni sınır ve devletlerin oluşumunu da savunabilir. Dolaysıyla Rusya’nın, Kürdistan’da yüz yüze olduğu handikap, Ortadoğu ve Avrasya ölçeğinde ABD karşısında mevcut sınır/statükoyu savunuyor olmasıdır. Yoksa Kürtlere daha geniş destek verebilirdi!

 

II – Doğrudan ya da dolaylı müdahil olan aktörlerin Ortadoğu özelde de Suriye’de ki pozisyonları ise şöyle özetlenebilir: ABD, Afganistan ve Irak’ta çıkardığı derslerle kara birliklerine dayalı müdahale yerine daha çok yerel güçlere hava desteği ile yol almak istiyor. AB’nin derdi ise varsa yoksa “mülteci bana gelmesin” ile sınırlı! Türkiye hem izlediği bölgesel politikalar hem de Rus uçağının düşürülmesi üzerinden sınırlarına hapsedilmiş durumda. Rusya ve İran ise kararlı ve militan davranıyorlar!

Ortadoğu’da İran ile birlikte statükoyu savunan Rusya, PYD’yi Suriye rejimi ile birlikte hareket etme çizgisine çekmeye çalışırken; ABD’de tersine statükoyu değiştirme hedefinde PYD’yi Batı bloğu özelde de PDK-Güney ile aynı çizgiye çekmeye çalışıyor! Her ikisi de Rojava’da askeri üs kuruyor. Peki, hem Rusya hem ABD “desteği” genel de Rojavalı Kürtler, özelde de PYD için bir avantaj mı yoksa dezavantaj mı? Kürtler/PYD arada sıkışır mı yoksa sıyrılır mı? Büyük devletlerin bile aynı süreçte iki ayrı blokla ittifakı sürdürmede zorlandığı dikkate alınırsa, PYD giderek iki eksenden birini tercih etmekle yüzleşecek. Zaten Rusya, Cenevre –III’te, “ya benimlesin ya da ABD ile” diyerek PYD lehine ağırlığını koyamayarak mesaj vermiş oldu!

PYD, tercihle yüzleştiğinde, Batı ekseni ile mi yoksa Doğu ekseniyle mi ittifak kurmalı sorusuna yanıt önemlidir. PYD’nin “üçüncü alan siyaseti” teorik olarak doğru ancak aynı süreçte hem Rusya hem ABD’nin elini tutarak uzun soluklu yürümesi zor!

ABD’nin PYD’ye doğrudan veya Rusya üzerinden dolaylı desteği, öncelikle Türkiye ile ABD arasında ilişkileri ciddi geriyor. ABD, YPG’nin Kobanê ile Efrin arasını birleştirmede destek vermek için aşamadığı Türkiye engelini Rusya eliyle aşılmasına olumlu bakması Rusya’nın da işine geliyor çünkü PDY üzerinden Kürtlerle ilişkisini geliştiriyor.

Türkiye cumhurbaşkanı, ABD’ye “ya biz ya PYD” diyor! ABD bu dayatma karşısında halen geri adım atmış değil ama zorlandığı görülüyor. Hatta bölgesel çıkarları açısında Türkiye’nin jeopolitik ağırlığını zayıflatmak için orta vadede İran ile ilişkileri geliştirdiği gözlemleniyor.

Türkiye, daha büyük tavizlerle ABD’yi PYD ile ilişkiyi kesmeye zorlayabilir mi? Yarın içeride kendini rahat hissederse, Suudilerle birlikte Rojava’ya müdahale eder mi? ABD askeri olarak da Rojava’dayken ve önemlisi hem hava sahasında hem de Qamışlo’ya yerleşerek karadan da mevzilenen Rusya’ya rağmen Türkiye operasyon yapabilir mi? Rus Başbakanın “üçüncü dünya savaşı çıkar” uyarısına rağmen Türkiye ile Suudi Arabistan karadan müdahaleyi göze alır mı? Zor, zor!

 

III – Ankara’yı, “Eyvah siyasal Kürdistan ile çevriliyorum” korkusu yönlendiriyor!

Ankara’nın “eyvah siyasal Kürdistan ile çevriliyorum” korkusu sadece Kürtlere dönük değil bölge politikasını belirliyor. Ankara için, Kürdistan’daki parti adlarının KDP, YNK, PYD, KDP-İ, PKK olması fark etmiyor çünkü önemli olan partilerin adları değil taşıdıkları Kürt kimlikleridir. Rojava’da PYD yerine Batı ekseni yanlısı PDK-S ya da PYDKS olsa Türk devleti yine aynı tepkiyi gösterecekti.

Ankara, bölge politikasını Kürt karşıtlığı üzerinden kurduğu için, Batı bloğunda yer almasına karşın mevcut statükonun devamını dolaysıyla Suriye ve Irak’ın toprak birliğini savunmakta. Dikkat edilirse Erdoğan sıkça “Irak’ta düştüğümüz hataya Suriye’de düşmeyeceğiz. 1 Mart teskeresine hayır demek yanlıştı. Eğer Türk askeri Irak’a, koalisyon güçleriyle girseydi bugün Kuzey Irak olmayacaktı” derken verdiği mesaj açık! Ki Davutoğlu da “gerekirse Rojava’ya askeri müdahale yaparız” diyerek Erdoğan’ı tamamlıyor. Ancak bu söyleme rağmen Ankara’nın Rojava’ya saldırması zor! Zira böyle bir kara hareketi Türk devletini birden fazla bölgesel, küresel aktör (Rusya, İran, ABD, Kürtler, Suriye) ile karşı karşıya getirecek!

Ankara, Suriye politikasında hem cami hem de kiliseden olma misali yalnızlaştı. Sınır ötesi her hareketine bölge ve küresel aktörler karşı çıkmakta. Ankara müttefiki ABD ile başta Kürtler konusu olmak üzere bölge siyasetinde anlaşamadığı gibi Rusya’nın başını çektiği Doğu ekseni ile uzlaşmazlık içerisinde! Musul Beşika meselesinde bu net görüldü. Demek Suriye’ye müdahale meselesinde sadece Rus bariyeri yok yanı sıra İran, Hizbullah ve Arap milliyetçiliği de karşı duracak. Ya Kürtler! Sadece Rojava’da değil dört parça, Türk rejiminin saldırılarına karşı tutum alır. Bunun için Yaşar Yakış Suriye’ye “saldırı bizden olacağından NATO bizi savunmayabilir Cerablus-Azez’i alalım derken Hatay’ı kaybedebiliriz” diye uyarıyor! Kısacası Türkiye; Suriye-Rojava’da meselelerini çözme kapasitesini büyük oranda yitirdi ama jeostratejik konumuyla halen sorun ve engel çıkarma kapasitesini koruyor!

 

Hamleler peş peşe gelmeye başladı!

Rusya, ABD’yi dengelemek için Suriye’de varım dedi. ABD, Türk basıncı nedeniyle kendisinin yapamadığını Rusların yapmasına göz yumdu fakat Ruslar belirlenen sınırı aşınca hesaplar yeniden karıştı. Tekrarı göze alarak özetlersek:

Rusya, ABD’nin göz yummasını fırsat bilip, YPG’ye desteğin ötesinde Suriye rejiminin Halep başta olmak üzere sahada yeniden hakimiyet sağlamasına giden yolu açmaya yönelmesi… YPG, Azez’i Kuzey ve Güney’den kuşatmaya alması… Davutoğlu’nun “PYD’yi vururuz” demesi… S. Arabistan ve Türkiye destekli muhalefetin ikmal yolunun kesilmesinin gündeme gelmesi… Suudi Bakanının tarih verip “Suriye’ye karadan müdahale ederiz” beyanı… Derken Rus başbakan Medvedev’in “sakın gelmeyin Üçüncü Dünya savaşı çıkar” açıklaması geldi.

Bu gelişmeler zinciri üzerine rahatsız olan ABD, Ruslara; “bakın savaşı durdurmazsanız S. Arabistan’ın karadan müdahalesi gelir” mesajını vermeye başlaması üzerine Rusya ile ABD dışişleri bakanları yaptıkları ortak basın açıklamasıyla tansiyonu düşürmeye çalıştılar. Lavrov ile Kerry, “Suriye’de Esat rejimi ile muhalifler arasında bir hafta içerisinde ateşkes sağlanmasında tarafların uzlaştığı ve bu anlaşmaya IŞİD ile El Nusra’nın dahil olmadığı”nı duyurdular. Ki ateşkes sağlanırsa Cenevre-III müzakerelerini de yeniden başlatabilir.

Rusya ile ABD’nin uzatmalı postmodern savaşının Suriye ayağını kontrollü sürdürmeleri demek, Suriye üzerinde “anlaştılar” anlamına gelmez, geçici uzlaştılar denilebilir çünkü ABD ile Rusya hesaplaşmasının Avrasya bütününde sürdüğü ve Suriye ile Irak’ın bu bütünün birer halkasını oluşturdukları; Afganistan, Kırgızistan, Gürcistan, Ermenistan-Azerbaycan, Kırım, Ukrayna, Yemen gibi savaş ve kriz alanları devam ettikçe Suriye halkası üzerinde olsa olsa tansiyonu düşürmek için uzlaşmış olabilirler.

Ankara sıkıştıkça özellikle Rus basıncı altında nefes alamaz hale geldikçe sınırlarının ve hava sahasının korunmasını, “aynı zamanda NATO hava sahasıdır. Onlar da gerekli adımları atmak durumundadır” diyerek NATO’ya havale ediyor ancak ABD ve NATO ise tersine, Türkiye’yi “Rusya ile sürtüşmeye yol açacak Suriye hava sahasına girme” diye uyarıyorlar!

Ankara’nın önü Ruslarca kesilince, bu kez “Suudi Arabistan, ABD liderliğindeki uluslararası koalisyonun kabul etmesi durumunda, IŞİD’e karşı savaşmak üzere Suriye’ye kara gücü göndermeye hazır olduklarını açıkladı. ABD, açıklamayı ‘memnuniyetle karşıladı’” ama bu açıklamanın daha çok Rus operasyonlarını frenleme amacını taşıdığını düşünüyorum. Zaten BM Güvenlik Konseyi’nde Rusya’nın vetosu nedeniyle böyle bir kararı ABD zor çıkartır ki BM kararı olmadan da Türkiye yanaşmaz! Şunu da ekleyelim; Türkiye ile S. Arabistan’ın askeri yakınlaşmasının Suriye’ye dönük potansiyel bir hazırlık olarak algılansa da, İran karşıtı bölgesel Sünni eksen özelliği daha ağır basıyor.

 

IV – BAAS rejimi sahada güçlendikçe Kürtleri hedef alacağının işaretlerini veriyor

BAAS rejiminin, IŞİD’i geriletilmede Kürt dinamiğine ihtiyacı vardı. Gücünü bölmemek için de ta başında Rojava’dan çekildi. Rejim kendince geri dönmek üzere çekilmişti ve zaten sahada bir parça ilerleme sağlar sağlamaz ilk aklına gelen, “bu Kürtler de fazla ileri gittiler” diyerek Suriye’nin toprak bütünlüğünü hatırlatmak oldu. Cenevre’de BAAS’ı temsil eden Caferi, PYD’nin özerklik talebine ilişkin soruya “Cenevre’ye Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması şartıyla katıldıklarını, federalizme kesinlikle karşı olduklarını” söyleyecekti.

İlginçtir BAAS’ın kanlı kavgalı oldukları Türkiye’yle aynı kaygıları yani Kürtlerin “Rojava’da federatif yapı” kuracağı korkusunu taşımaya başlaması ise iki “düşmanı” yakınlaştırabilir!

Kürtlerin, özelde de PYD/YPG’nin siyasi, askeri olarak güçlenmesi ve hem ABD hem Rusya tarafından destekleniyor olması, Esat rejimini bugünden çok yarına dönük rahatsız etmeye başladı. Esat, PYD konusunda, Rusya’nın desteğinden çok ABD’nin desteğinden korkuyor çünkü ABD projeksiyonunda Rojava Kürtleri ile Güney Kürtlerinin birliğini yaratma gibi bir “tehdit” algılamakta ki tüm sömürgeci devletlerin esas korktukları da budur!

Kısacası Suriye rejiminin, Rusya’nın hava, İran ile Hizbullah’ın karasal militan askeri desteğini arkalayarak sahada yeni mevziler kazanması, başta Halep olmak üzere Kuzey’e ilerleyişi sürdükçe, Kürtlerle yüzleşeceği açık! Ya işbirliği ya da çatışma! Görünen o ki Suriye rejimi güçlendikçe, Kürt ulusal hareketine “federalizm yok, kültürel haklarınızı kullanabilir ve silahlarınızla Suriye Ordusuna katılabilirsiniz” dayatmasıyla gelebilir. Suriye rejiminin yeniden toprak birliğinin sağlaması zor ama her seçeneğe hazırlıklı olmak lazım!

 

V– Cenevre-III meselesi

Suriye’de askeri güç dengesi, 30 Eylül’den beri gelen Rus müdahalesiyle paralel BAAS rejimi lehine değişmeye başladı. Cenevre-III görüşmeleri başlarken, Rusya desteğindeki Suriye, “siz orada konuşun ben bu işi sahada çözeceğim” diyerek Halep’i hedefledi. Tam da toplantıların başlayacağı günlerde, Halep “kuşatmasının ilk aşaması olan Başköy üzerinden Nubul, Zehra beldelerini alması, Cihatçı grupların Halep ile bağlantılarını kesmesi, Cenevre-III’ün amacını yerle bir etti ve toplantının bitmesini sağladı.”

Türkiye sınırını oluşturan Cerablus-Azaz arası ile Halep’in oluşturduğu alan önemlidir. Bu alanın rejimin eline geçmesiyle muhaliflerin ikmal yolları da önemli oranda kesilecek demek.

Savaşın belirleyici cephesi kabul edilen Halep’te, rejimin üstünlük sağladığı ve eğer bu üstünlüğünü sürdürebilirse 25 Şubat’ta yeniden Cenevre-III masası kurulsa bile rejim “ben sahada çözdüm gelmiyorum” diplomatik çözüme kapılarını kapatabilir.

Cenevre sürecinde BAAS rejiminin elini güçlendiren bir diğer unsur; Rojavalı Kürt ulusal muhalefeti gibi Suriye muhalefetinin de kendi içerisinde parçalı durumudur. Yamalı bohça Suriye muhalefetinin başarısızlığı; IŞİD ile mücadele ve savaşın ağırlaşması gibi faktörler ABD’yi geçici çözüm adına Rusya’nın tezi olan Esat’a razı olmaya ikna etmişti. Bu süreçte  Riyad merkezli “Yüksek Müzakere Heyeti”de, Cenevre’ye gelmenin ön şartı olarak; “rejim ablukasının kaldırılması ve varil bombalarıyla yapılan saldırıların durdurulmasını” istemişti.

Cenevre görüşmelerine, Suriye rejimi ile “ılımlı muhalefet” denilen gruplar çağrıldı ama bağımsız bir güç olarak Kürtler özelde de PYD ile ENKS ne ortak ne ayrı çağrılmadılar.

Rusya, ABD, Türkiye, S. Arabistan vb. devletler doğrudan masanın bileşenleri değil perde arkasındaki aktörleri. Perde arkasındaki aktörler, masada doğrudan görüşmelere katılmasalar da doğrudan katılan taraflardan daha belirleyici rolleri olduğu açık. Örneğin Cenevre-III’ün yapılması bile Viyana sürecinde Amerikan-Rus mutabakatıyla çıkmıştı. Ayrıca ABD, Rusya ile bölgesel aktörler, gerek doğrudan savaşta yer alarak gerekse sahadakilere, silah başta olmak üzere destek sağlayarak savaşın gidişatında çoğu kez belirleyici olmaktadırlar.

Cenevre-III, gerek 2015 Aralık ayında alınan BM Güvenlik Konseyi kararına (2254) dolaysıyla ABD ile Rusya’nın arkalanmış mutabakatına; gerekse Viyana Sürecinde İran ile Suudi Arabistan’ı aynı masaya getirebilme kapasitesine sahip olması nedeniyle çok şey bekleniyordu ama maalesef  öncekilere yanı Haziran 2012 ve Aralık 2014’te gerçekleştirilen ve “sonuçsuz” kalan Cenevre I ve Cenevre II’ye oranla Cenevre III başlamadan ertelendi.

Cenevre-III’ün başlar başlamaz ertelenmesi, sahada netleşme sağlanmadan Cenevre’de daha çok masalar kurulup dağılacak demektir. Görünen odur ki sahadaki güç dengeleriyle paralel Cenevre masasının oyuncuları da değişkenlik gösterecek.

Cenevre-III görüşmelerine Kürtlerin alınmaması elbette olumsuz bir durumdur ama kalıcı olmayacağı kanaatindeyim, çünkü Ankara’nın tüm çabalarına rağmen “PYD eşittir IŞİD” propagandası hiç kimse tarafından ciddiye alınmadı. Ankara’nın kırmızı kartını çıkararak PYD’yi Cenevre dışında tutması da kendi başarısından çok ABD’nin kararsızlığı, Rusya’nın PYD’yi test etme tavrı ve Rojava’nın kendi içerisinde ulusal ittifaktan yoksun olmasıdır.

Kürtlerin Cenevre-III’e katılmayı “çantada keklik görülüyordu” çünkü “ABD’nin zaten PYD’ye itirazı yok. Rusya da isterse PYD masaya gelebilir” deniliyordu!

Cenevre’ye Kürtlerin bağımsız bir taraf olarak katılamamasında Türkiye’nin, “PYD gelirse, ben boykot ederim” demesi ve “perde arkası”nda S. Arabistan ile Katar’ın da “boykot”a katılacaklarını ABD’ye iletmesinin önemli etkisi olmuştur. Bu üçlünün paralel tavır alması, ABD’yi Kürtler özelde de PYD konusunda karasızlığa itmiş, Rusya ise hem ABD hem de kendisiyle işbirliğini sürdürmek isteyen PYD’ye mesaj vermiştir. Demek istediğim, ABD ile Rusya ikili oynadılar Kürtlerin gönlünü almak içinde “üzgünüz, bir dahaki sefere” diyerek teselli etmeye çalıştılar. Böylece ABD ile Rusya’nın PYD ile işbirliği, bölgesel denklemin çıkardığı engeller nedeniyle siyasal alana taşınamayıp askeri alanla sınırlı kaldı.

Kürtler somutta PYD ile ENKS (Suriye Kürtleri Ulusal Konseyi) eğer Cenevre’ye katılmadılarsa dış faktörler kadar Kürtlerin kendi içerisinde ulusal ittifaktan yoksun durumlarının da önemli payı bulunmaktadır. Sonuç Rojava’da ulusal birlik oluşturulamayınca ne TEV- DEM ne de ENKS gidemedi. Cegerxwîn’in tam da dediği yaşandı Rojava’da: “eger hûn nebin yek, hûnê herin yek bi yek”!

Sonuç olarak;

1 – Suriye askeri olarak sahada kaybettiği toprakları yeniden alma sürecine girdi ancak buradan kalkarak Suriye toprak bütünlüğünü sağlayabilir mi? Zor! Bu meseleyi “Irak-Suriye-Ürdün’ün… geleceği ve test edilen Kürdistan bağımsızlığı” başlıklı yazımda ele almıştım.

2 – Sahada askeri olarak güçlenmesinden hareketle “federalizme hayır, Suriye bölünecek olanlar rüya görüyor” diyen Suriyeli yetkililer asıl rüya gördüğünü ekleyeyim.

3 – Kürt siyaseti hiç beklenilmeyen bir gelişmeye; sıkışan Türk devletinin, Suriye rejimi ile anti Kürt politikalarda yakınlaşma-ortaklaşma ihtimaline hazırlıklı olmalıdır!

4 – Kürt siyasetine, yaşananlardan hareketle ulusal çıkarları parti çıkarlarının başına alarak ulusal ittifakı yaratmaları kendini dayatıyor. Bu açıdan Cenevre öncesi Rojavalı 16 Kürt partisinin ortak açıklaması önemliydi kalıcılaştırılmalı. Kuzey’de de benzer adımlar atılmalı.

5 – PDK ile Goran’ın Güney’de yeni bir anlaşmaya hazırlanmaları, iki PDK-İ’nin yakınlaşma çabaları olumlu gelişmeler olup sonuçlandırılmalıdır. 14-02-2016

canbegyekbun@hotmail.com

Exit mobile version