Site icon Rojnameya Newroz

BAŞKALDIRIDIR MİZAH YA DA HİÇ!

Gerçekten de biz(ler)i rahatsız eden şeyleri ve rahatsız edenleri, rahatsız edici bir uğraştır mizah. Şöyle söylemek de mümkün: mizah, trajedinin saçı başı ağarmış, ihtiyarlamış hâlidir; toplumsal bir fenomendir. Bu özelliğiyle de, zor zamanlarda bir hayatta kalma stratejisidir…

BAŞKALDIRIDIR MİZAH YA DA HİÇ! [*]

SİBEL ÖZBUDUN – TEMEL DEMİRER / Tüm yazıları için buraya tıklayın

“en masum,

en aykırı sığınağı insanın

gülmek…”[1]

Atilla Dorsay’ın ‘Recep İvedik’ filmine, “Buna gülen bu kadar insan, aslında kültürümüzün ne kadar yozlaştığının göstergesidir,” dediği koordinatlarda, kapitalist çürüme ve yabancılaşma ortamında gülmekten utanır olduk. Gülmelerimizi neredeyse saklayacağız. Acılarımıza saygısızlık gibi sunulur oldu gülmek!

Kolay mı? Egemenler ile resmî ideolojisi işbaşında ve gülmenin karşısındadırlar…

Umberto Eco’nun ‘Gülün Adı’ başlıklı yapıtında gülmenin, “Tanrı katında meşru olup olmadığı”nın sorulduğunu anımsayın: Verilen yanıtta “Gülmek, şeytanın dünyaya hükmedeceğinin bir sinyali” değil miydi?

İbn-i Abbas’ın, “Gülerek isyan eden, ağlayarak cehennemde yanar”; bir ‘Yeni Akit’ yazarının “Dine en büyük zararı Kemal Sunal verdi,”[2] demesi boşuna değildir elbet. Malum: “İslâm’da asıl olan ciddiyettir”![3]

Özetle Ortaçağ’da gülmek günahtı. O günden bugüne iktidarlar için gülmek şeytani, sakıncalı ve istenmeyendir hâlâ. Çünkü Aleksandr Herzen’in, “Gülmek, onlara meydan okumaktır. Kahkaha, devrimci bir şey içerir. Kilisede, sarayda, geçit törenlerinde, bölüm başkanının, polis memurunun, Alman idaresinin karşısında hiç kimse gülemez. Serfler, toprak sahibinin huzurunda gülümseme hakkından yoksundurlar. Ancak eşitler gülebilirler. Aşağıdakilere üstlerinin karşısında gülme izni verilseydi ve kahkahalarını bastıramasalardı, bu, saygıya veda anlamına gelirdi,” deyişindeki üzereyken her şey; mizah verili olanın olduğu gibi kabullenilmesini engeller, korkuyu ortadan kaldırır, yaşamın yükü ve baskısını hafifletir. İşte bu nedenledir ki, tarih boyunca iktidar asasını ellerinde bulunduranlar gülme eylemine karşı tavır alagelmişlerdir.

* * * * *

“Kötülüğü önlemenin en geçerli yollarından biri, onu açığa çıkarmaktır; mizahın işlevi de işte budur”[4] der Tan Oral. Doğrudur.

Gerçekten de biz(ler)i rahatsız eden şeyleri ve rahatsız edenleri, rahatsız edici bir uğraştır mizah. Şöyle söylemek de mümkün: mizah, trajedinin saçı başı ağarmış, ihtiyarlamış hâlidir; toplumsal bir fenomendir. Bu özelliğiyle de, zor zamanlarda bir hayatta kalma stratejisidir…

Korkutan şeylere gülmek, korkutan neyse ona başkaldırmanın biricik yoludur. Çünkü mizah ve gülme, tarih boyunca insan imgeleminin yarattığı özgürlük alanları olmuştur.

Şurası çok açıktır ki, “sesini duyuramayanların sesi” olan kahkaha, ilahi planları bozup, iktidarı gülünçleştirirken; Mihail Bakhtin’in de işaret ettiği üzere, tarih boyunca daima bir özgürlük silahı olarak kalmıştır.

Bir topluma bakış açısı olarak mizah çelişkiyi görme yeteneğidir. Mizahsız bir toplum aptallaşmaya mahkûmdur. Aptallar mizah yapamazlar. Mizah yapmayanlar da aptallaşırlar; başkaldıramazlar.

İş bu nedenle toplumsal yaraları görünür kılmayı/ deşmeyi amaçlayan mizah, gülmeyi resmî kültürün yaygınlaştırdığı korku karşısında, sıradan insanın direnç alanı olarak değerlendirir. Bu bağlamda mizah eylemi, insanlığın özne olma bilincini ve özlemini ayakta tutar. Özgürlük umutlarını besler. Başkaldırının önünü açar.

* * * * *

“Korkuyu yok etme sanatı” olarak tanımlanan mizah, karşıtlıkları ile yeşerir; Aziz Nesin’in tabiriyle “çok ciddi bir iştir.”

Devrimci bir eylem, hayata isyandır gülmek. İki kişi arasındaki en kısa mesafedir; damarları genişleten yararlı eylemdir; özgürlük habercisidir.

Hayata tutunmaktır gülmek, mümkün olanın/ imkânsızın içindeki sıçrayışıdır. Aynı zamanda, en kestirme ve en zekice isyan ve aşağılama yöntemidir de.

Milan Kundera’ya göre, “İki çeşit gülüş vardır: Gülmek aslında şeytanların keşfidir; melekler ise şeytanların bu gülüşünü taklit ederler”ken;[5] aslında her şeydir gülmek. Gülen insan, gülmeyi becerebilen insan hayatı değiştirebilecek insandır.

Güldürürken düşündüren mizah, zekâ işidir; konuşmadan, kelimeden, yazıdan da önce var olan şeydir.

Ya da Yevgeni Yevtuşenko’nun dizelerinde anlattığıdır:

“krallar,/ imparatorlar ve çarlar,/ tüm evrenin hükümdarları,/ buyrukları altında bulundurmuşlar orduları/ ama becerememişler hiç/ mizahı.

ezop, yayan yürüyüp yolları/ uğradığında ünlü kişilerin her gün/ rahatlık içinde yüzen saraylarına,/ onları dilenciden daha üstün görmemişti.

iki yüzlülerin/ ayak izlerini damga gibi bastığı/ evlerde, toplantılarda/ nasreddin hoca,/ iğneli şakalarıyla,/ altüst etti/ kafalarını/ kahkahalarıyla/ bir dizi paytak gibi!

kimileri/ ısmarlama/ mizah istedi-/ ama mizah parayla satın alınmaz ki!

kimileri/ tuttu mizahı/ katletti/ ama mizah ölmedi,/ katillerine/ keskin dişlerini gösterdi!

çünkü durup ahmak ahmak/ güçtür/ mizahla/ savaşmak.

tekrar tekrar idam ettiler mizahı/ ama o,/ koltuğa alıp gövdeden ayrılmış kafayı/ alay etti, savaştı./ mumyacıların kavalları çalmaya başlar başlamaz/ alaylı bir havayı,/ mizah da şaştı, ve bir/ meydan okuyuşla haykırdı:/ “işte geldim geri, buradayım gene”

keyifle, görseniz, hem de nasıl oynardı./ tuttular tekrar hapsettiler mizahı/ şimdi o,/ lime-lime olmuş eski bir palto içinde,/ sarkık bir suratla/ ve bir yapmacık pişman maskesiyle/ siyasal bir suçlu/ hem de tutuklu/ yürür/ ama özgür/ idam sehpasına.

dış görünüşüyle içine çekilmiş, biraz da pişman,/ sanki de hayattan öte hayat olduğuna inanmış,/ ama apansız/ kayıverir/ giydiği paltonun içinden,/ ve el sallayarak/ yağlayıverir tabanı./

mizah şimdi taş duvarlardan, demir parmaklıklardan/ dalmış içeri/ onlar gösteredursun dar hücreleri,/ ve zindanı/ o bayağı bir insan gibi öksürüp/ yürür cesurca öne doğru/ dudağında bir türkü,/ elde tabanca, kış sarayının üstünden.

alışıktır o kaş çatmalara,/ çünkü bilir ki bir zarar getirmez onlar;/ ve zaman olur mizaha/ kaş çatar/ mizah.

ölümsüzdür o,/ hafif ve çabuktur./ içinden geçemeyeceği eşya/ ve insan yoktur.

öyleyse-/ mizaha hem şeref dileyelim, hem şan/ çünkü-/ odur en cesur insan.”

* * * * *

Çoğu kez, gerçeğin keskin olarak algılandığı anda, aşırı duyarlılık ve bilinçlilik anında ortaya çıkan gülmenin “bulaşıcı” olduğu 1962 yılında kanıtlanmış bir gerçektir.

Gülme sayesinde vücudun daha çok bağışıklık maddesi salgıladığı kanıtlanmışken; gülme anında vücudumuza, normalden 14 kat daha fazla oksijen pompalanıyor ve bu bir dakikalık gülmenin, 12 dakikalık bir koşuya eş değer olduğunu gösteriyor.

Çocuklar günde yaklaşık 200 kez, yetişkinler ise 20 kez gülüyorken; karşıdakine güven + mutluluk + moral ve bilimum iyi şeyleri hissettirmenizi sağlayan gülmenin -İsviçre’de yapılan araştırmalara göre-, ömrü uzattığı da iddia edilir.

Mikhail Bakhtin’in, “Gülmenin olağanüstü bir gücü vardır. Nesneyi yakına getirir. Onu parmağın bildik bir hareketle her yanına dokunabileceği somut temas bölgesine çeker, baş aşağı döndürür, içini dışına çıkarır, ona yukarıdan ve aşağıdan bakar, dış kabuğunu kırar, merkezine bakar, ondan kuşkulanır, onu böler, parçalarına ayırır, soyup sergiler, özgürce inceler ve onunla deneyler yapar,” diye betimlediği mizah ile putları yıkmak yolunda devasa adımlar atılır…

Kolay mı? Doğası gereği her mizah eylemi, bir uyumsuzluk yaratır. İktidar yapısındaki “tekçiliği”, kahkahada sekteye uğratır. Özgür ve eleştirel düşüncenin gereğini yerine getiren mizah tiranların, despotların, diktatörlerin korkulu rüyasıdır. Çünkü mizahi eylemi, iktidarın baskıcı kapsayıcılığını “yapıbozumuna” uğratır.

Resmî ideolojinin pompaladığı egemen değerler, ideolojiler mizah sayesinde sarsılır, önemsizleşir.

“Mizah acı ve düşün yüklüdür,” diyen Aziz Nesin ekler: “Gülmece yoluyla, gülünç olan üstüne toplumsal baskı kurulur.”

Güldürü sadece bir eğlence aracı değildir; o, insan davranışlarını ve toplumsal realiteyi değiştirmede de önemli bir işlev yüklenir. “Bir kahkahanın eşlik etmediği her hakikâti sahte saymalıyız,” diyen Friedrich Nietzsche’nin, insanları özgürleştirebilecek tek şeyin “zincire vurulmamış biçim bozucu gülme” olduğunun altını çizmesi boşuna değildir.

Özetle şiddet ve iktidarın karşısında gülmenin gücü yadsınamaz bir gerçekken; gülersen, özgür olursun; gülersen korkmazsın…

* * * * *

Batı’da Ortaçağ boyunca kilise’ye hâkim olan anlayış, “Aşırı gülme şeytanı ayartır”ken; Mark Twain’in, “Mizahın gizli kaynağı neşe değil, hüzündür. Cennette mizah yoktur,” notunu düştüğü gülmek eylemi, cennetle alay etme cesareti olup çıkmıştır.

Bu nedenledir ki insani bir yansı olan gülme eylemi, çağlar boyunca yasaklanmış ve kötücül bir duygunun alâmeti olduğu düşünülmüştür. Nedenini bulmak zor olmasa gerek: Gülmek fiilinin temelinde ya da gülünesi olanda her zaman çarpık ve yerleşik bir toplumsal inanış, gerçeği gizlemeye çalışan karanlık bir güç vardı. Gülmeyi lanetleyen dinsel öğretilerin altında saf ve yıkılmaz olduğu düşünülen bir “hakikat” sanısı bulunur çoğunlukla. Oysa, Enis Batur, gülmek ve öfkelenmek arasındaki yakın bağıntıya dikkat çekerken; “Kişisel düşüncem bellidir: Mizahın en karasına konu edilemeyecek hiçbir değer olmamalıdır,”[6] der. Hiçbir yetke, hiçbir “hakikat” düşüncesi, yakayı mizahın eleştirisinden kurtaramaz. Ne kadar çok Tanrı fıkrası, ne kadar bol kral karikatürü olduğunu bir düşünsenize…

Oğuz Aral’ın, “İnce olmalı, düşündürmeli,” notunu düştüğü mizahın sosyal dokusu vardır. Çünkü o hayatın içindeki bir olgudur. Gülmeyi anlamak için gülmenin toplumsal bağlamını görmek gerekir.

Çünkü gülmek, engelleri yıkar, asidir, boyun eğmez ve en mahrem mekânlara kadar sızabilir. Tarih boyunca gülmek, mizah, komedya insanlığın özne olma bilincini ve mümkün insan olma özlemini ayakta tutmuştur. Özgürleştirici ve gerilim giderici yönü mülksüz ve eğitim olanağından yoksun bırakılmış geniş halk yığınlarının siyasal özgürlük umutlarını beslemiştir.

Birçok açıdan gülme ve mizah birbirinin yerine kullanılan anlamlar taşır. Gülme, kişinin kontrol edilebilir bir iletişim aracı olarak bir bedensel boşalma tarzı iken; mizah da, kişide oluşan birtakım anlama ve kavrama değişiklikleridir.

Mizah canlılık katar, uyarıcı bir etkisi vardır. İster gülme isterse de mizah eylemi olsun ikisinde de başat özellik özgürleştirici, gerilim giderici olmalarıdır. Onlarla birlikte reel yaşamın sınırlılığının dışına çıkılır; bu eylemden kaynaklanan haz birlikte paylaşılır. Gülme eylemi birleştiricidir, kaynaştırıcıdır.

Henri Bergson, gülmenin diğer gülenlerle bir anlaşma, bir suç ortaklığı olduğunu belirtmişti. Bir başka/ öteki insanla birlikte herhangi bir nesneye gülmek demek aradaki mesafenin azalması, sınırların ortadan kalkması, o insana yakınlaşmak demektir. Gülmek “ben”lerin “biz”e dönüştüğü evrensel bir bütünleşme özlemini imler.[7]

* * * * *

Charles Bukowski’nin, “Cehennemde kahkaha eksik olmaz,”[8] notunu düştüğü mizah toplumsal başkaldırıdır; tabancadaki mermidir.

Ortaçağda olduğu gibi modern çağda da kutsal, ilahi, değişmez, dokunulmaz, sorgulanmaz olarak kabul edilen yerleşik değer ve katılıklar, mizah eylemi ile “buharlaştırılır”. Mizah, egemen değerleri itibarsızlaştırıp, dünyevileştirirken; baskıyı ters yüz edip, korkuyu azaltırken; bir şeylerin değişmesi gerektiği duygu ve düşüncesini güçlendirir.

“Gülmek devrimci bir eylemdir” diyenler boş bir laf ediyor değiller. Bir kahkaha atmak için bile “mevcut değerlere”, “dini öğretilere” karşı çıkmak zorundayız hepimiz. Nasıl bir kuşatma altında olduğumuz ortadayken; “gülmek” için çok ama pek çok uğraş vermek ve dik durup, diklenmek durumundayız.

Kolay mı? Gülme korkunun ve acının en güçlü panzehridir. Özgürlük gülme ile örtüşür. Mizaha izin verilen yerlerde, özgürlük vardır. Bu yüzden direnişin olduğu toplumsal mekanlarda yaşanan birçok acıya karşın mizah üretimi yükselir. Nazi rejimi altındaki Çek direnişinin en önemli silahı yaygın bir şekilde üretilen mizahtı. Hayatı daha katlanabilir kılıyordu.[9]

Resmî ve otoriter kültüre meydan okumakla mükellef olan gülme eylemi, korkunun kaynağı olan kutsal nesneyi sıradanlaştırır. “Kutsal”ın büyüsünü, ona değgin yanılsamaları bozar. Çünkü ağlamak pasif direniş, gülmek de başkaldırıyken; mizah bir tepki, itiraz, isyandır; direncin en anlamlı simgesidir.[10]

* * * * *

Asık suratlı efendilerin, resmî ideolojinin karşısında sadece gülmenin bile politik bir eylem olduğu koordinatlarda gülmek, elbette devrimci bir eylemdir…

İlk kez demiyoruz “Gülmek devrimci bir eylemdir” diye. Mesela, Deniz Gezmiş’in Yusuf Aslan’la duruşma sırasında çekilmiş bir fotoğrafı var aklımda. Deniz’in elleri göğsünde birleşmiş, Yusuf öne doğru eğilmiş, ellerini dizlerinin arasında birleştirmiş. Hatırlarsınız… Gülümsüyorlar, hakikâten içten, hakikâten inanç ve sevgiyle. O sırada karşılarında, o yüksek kürsüde oturanların adlarını hatırlamıyor çoğumuz; ama muhtemelen iki devrimcinin gülümsemesi karşısında devletin o pek ciddi, o pek suratsız hâliyle hukuku temsil ettiklerine inanıyor, böbürleniyor, mağrur ifadeleriyle içerideki jandarmaya, bu gülümsemeleri bitirmesi için emir vermeye hazırlanıyorlardı. Devrim orada, o kifayetsiz kalan böbürlenmenin karşısında gerçekleşti bir kere…[11]

O hâlde devrimin sadece yıkıcı değil, gülmek gibi yaratıcı bir eylem olduğunu da sakın ola “es” geçmeyin.

Che Guevara, “Dik dur ve gülümse. Bırak neden gülümsediğini merak etsinler,” dememişti boşuna…

 

14 Mart 2017 19:59:10, Ankara.

 

N O T L A R

[*] Sancı Kültür Sanat‏ Dergisi, No:13, Mayıs-Haziran 2017…

[1] Şükrü Erbaş.

[2] Ahmet Hakan, “Dine En Büyük Zararı Kemal Sunal Vermiş”, Hürriyet, 5 Temmuz 2016… http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/ahmet-hakan_131/dine-en-buyuk-zarari-kemal-sunal-vermis_40130780

[3] Faruk Furkan, “Şakalaşma ve Gülme Âdabı -1”, Tevhid Aylık İslâmi Eğitim Dergisi, 1 Haziran 2016… http://tevhiddergisi.net/makale/sakalasma-ve-gulme-dabi–1

[4] Tan Oral, Yaza Çize, İris Yay., 1998.

[5] Milan Kundera, Gülüşün ve Unutuşun Kitabı, Çev: Erhan Bener, Can Yay., 2016.

[6] Enis Batur, Gülmekten Ölmek, Sel Yay, 2016.

[7] Artun Avcı, Toplumsal Eleştiri Söylemi Olarak Mizah ve Gülmece, Birikim, No:166, Şubat 2003.

[8] Charles Bukowski, Factotum, Çev: Avi Pardo, Metis Yay., 2016, s.38.

[9] Murat Yaykın, “Gülüp Geçmiyoruz!”, Birgün, 21 Nisan 2016… http://www.birgun.net/haber-detay/gulup-gecmiyoruz-109670.html

[10] Boyabat Ağır Ceza Mahkemesi’nde 27 Mart 2002 tarihinde yargılanan karikatürist Aşkın Ayrancıoğlu ve Seyit Saatçi, Halk Kütüphanesi’nde sergilenen ve F Tipi cezaevlerinde tutukluluk koşullarını işleyen karikatür sergisinde, “devletin emniyet kuvvetlerini tahkir ve tezyif” iddiasına; “Türkiye’de işkence var, dünyada da var. Biz sadece acı çeken insanların acılarını dile getirdik. Karikatür, güldürme değil bir başkaldırı sanatıdır,” yanıtını verdiler. (Erol Önderoğlu, “Karikatür Bir Başkaldırı Sanatıdır”, Bia, 28 Mart 2002… http://bianet.org/biamag/medya/8844-karikatur-bir-baskaldiri-sanatidir)

[11] Mahmut Çınar, “Bir İhtimal Daha Var, O da Gülmek mi Dersin…”, BİA, 6 Haziran 2015… http://bianet.org/biamag/siyaset/165117-bir-ihtimal-daha-var-o-da-gulmek-mi-dersin

 

Exit mobile version