Otoriter, tekçi, ataerkil, dogmatik Türk(iye) eğitim(sizliğ)inin/ akademyasının barıştan yana olamayacağının; onu var eden neo-liberal zeminli resmî ideolojisinin savaş, yıkım ve kıyımdan yana olduğudur.
AKADEMİ VE TÜRK(İYE) ÜNİVERSİTELERİ!
EĞİTİM/ OKUL MESELESİ
DOGMA DAYATMALARI
PİYASACI EĞİTİM(SİZLİK)
GELECEKSİZLEŞTİRİLEN GENÇLİK
BİLİMİN SORUMLULUĞU
SAVAŞ VE BARIŞ
BARIŞ İÇİN AKADEMİ (Mİ?)[1]
TEMEL DEMİRER
“Barış,
insanların birbirlerine
gerçek adlarını
söyleyebildikleri bir zamandır.”[2]
Barış için savaş karşısında akademiyi, sorumluluklarını konuştuğumuz bu toplantıyı neden Ege ya da Dokuz Eylül veya herhangi bir Üniversitesi’nin bir salonunda, kampüsünde düzenleyemiyoruz? Neden bu insanî eylemimiz üniversitelerde yasaklı, “sakıncalı”? Bu soru(n)ların yanıtını verebilirseniz, barış için savaş karşısında Türk(iye) akademisinin zavallılığının vardığı sümsüklüğün ne demek olduğunu da kavrarsınız.
Otoriter, tekçi, ataerkil, dogmatik Türk(iye) eğitim(sizliğ)inin/ akademyasının bugündeki özeti (neo-liberal) resmî ideolojisinde somutlanırken;[3] “Üniversitelerde kuzuların sessizliği”[4] egemendir coğrafyamızda!
Oysa darbecilerin diktatörlerin ilk hedeflerinden biri olan akademi, sorar, eleştirir, itiraz ederse vardır; özgürdür; aksi hâlde yoktur; hiçtir!
Çünkü bilim itaatsizdir.
Bilimin özgürlüğü, dinsel dogmaya (tanrıya), sermayeye (sınıflı-sömürücü egemenliğe) ve devlete (resmi ideolojiye) teslim olmadığı ölçüde ve sürede söz konusudur!
Yeri geldi belirteyim: Barış ile akademinin varlık nedeni birbirleriyle iç içe geçmişken; barış toplumsal adalettir, toplumsal adaletsiz barış olmaz!
Bu çerçevede toplumsal adalet olmadan gerçekleşmesi mümkün olmayan barış, dinsel dogmaya, sermayeye, sınıflı-sömürücü devlete (resmi ideoloji) rağmen, onlara inat gerçekleştirilebilir…
Akademi deyip geçmeyin; akademi hayat karşısında toplumsaldan, özgürlükten, eşitlikten, insanî olana mündemiç etikten yana saf tutan barışçı bir mücadeleciliktir.
“Nasıl” mı?
Siz hiç Georges Politzer ismini duydunuz mu?
3 Mayıs 1903 (Nagyvárad, Avusturya-Macaristan) doğan; 23 Mayıs 1942’de (39 yaşında) Fort Mont-Valérien’de Naziler tarafından kurşuna dizilen; “Kızıl Kafalı Filozof” olarak anılan; Marksist yazar ve felsefeciyi…
1919’daki Macar ayaklanması katılan Politzer, Béla Kun yönetimindeki komünist konsey cumhuriyetinin yenilgiye uğramasından sonra 17 yaşında sürgüne gitmek zorunda kaldı.
Sonra 1929 ve 1931 yılları arasında Fransız Komünist Partisi’ne katıldı. 1930 yılının başında Fransız Komünist Partisi 1939’daki Alman işgaline kadar faaliyet gösterecek olan Paris İşçi Üniversitesi’ni kurmuştu. Bu üniversitedeki faaliyeti sırasında Politzer Diyalektik-Materyalizm derslerini üstlendi.
Nazi Almanyası’nın Fransa’yı işgali sırasında 1940 yılındaki seferberlikte Paris’te görevlendirildi. Komünist Partisinin gizli önderliğine bağlı kaldı. Temmuz 1940’da seferberlik bittikten sonra, yasadışı bir gazetenin yayıncıları arasında yer aldı.
Paris İşçi Üniversitesi’ndeki son dersinde şimdi özgürlüğün savunulması için felsefenin silahlanması gerektiğinin altını çizerek Nazilere karşı dövüştü; Şubat 1942’de Politzer kendisi gibi bir direnişçi ve komünist olan eşi Mai’yle birlikte tutuklandı. Ağır işkenceden geçti. 23 Mayıs 1942’de kurşuna dizilerek idam edildi. Eşi Mai Auschwitz imha kampına gönderildi ve Mart 1943’de orada katledildi.
Georges Politzer, Paris İşçi Üniversitesi’ndendi!
Ya Curie’lerden haberdar mısınız?
Frédéric Joliot-Curie ile Irène Joliot-Curie’yi… Nobel Ödüllü bilim insanlarıydı onlar…
Paris Kimya ve Fizik Okulu mezun olan Frédéric Joliot-Curie, 1925 yılında Radyum enstitüsünde Marie Curie’ye asistan olmuş ve ardından da aşık olduğu Irène Curie ile 1926’da evlenmişti.
1940 Nazi işgalinde Joliot çalışmasının belge ve materyallerini Hans von Halban ve Lew Kowarski ile gönderip, işgali günlerinde Fransız Direnişinde aktif bir rol aldı; Irène Joliot-Curie’yle…
Ha bir şey daha: Curie’ler, Sorbonne Üniversitesi’nden, Fransız Bilimler Akademisi’ndendiler; yani akademisyendiler!
Ya “Tanrılar hep iflâs eder,”[5] diye haykıran; 2000 yılında Lübnan sınırında İsrail karakolunu taşlayan Profesör Edward Said’i bilir misiniz?[6]
Veya 1950 yılında kurucusu ve başkanı olduğu Barışseverler Cemiyeti, Menderes hükümetinin Kore’ye asker göndermesini kınayan bir bildiri yayımlayınca 15 ay hapis cezası alan Doç. Dr. Behice Boran’ı anımsar mısınız?
Onlar akademinin varlık nedenini, onurunu savunan barışçılardı…
Yeri geldi özel bir anımı paylaşayım sizinle: Nikaragua’ya Yankee (ABD) emperyalistlerinin müdahale günlerinde VIII. Paris Üniversite’sinde (Politzer’in Paris İşçi Üniversitesi), Prof. Costas Vergopoulos’un öğrencisiydim.
Bir gün, alışık olmadığımız hızla anfiye daldı; sert bir sesle hepimize sordu: “Ne yapıyorsunuz burada?”
Ön sıradan “Ders için sizi bekliyoruz” yanıtı verilince öfkeyle; “Yankeeler Nikaragua’ya saldıracakken, şimdi esas ders ABD Elçiliği’nin önündeki protestodadır; ben oraya gidiyorum,” deyip anfiyi terk etti…
Onu ardına düştük; yol boyunda topladığı taşları cebine doldurdu; hocamız gibi yaptık; hep birlikte ABD Elçiliği’ni “Kahrolsun emperyalizm, yaşasın barış!” haykırışlarıyla taşladık; gözaltına alındık; ikişer ikişer kelepçelendik (onunla kelepçelenemediğime hâlâ hayıflanırım!); benim VIII. Paris Üniversite’sinde (Politzer’in Paris İşçi Üniversitesi) aldığım en büyük ders buydu ve ben Prof. Costas Vergopoulos’un öğrencisi olarak bu dersi hiç unutmadım!
AKADEMİ VE TÜRK(İYE) ÜNİVERSİTELERİ!
Abbas Güçlü’nün, “Türkiye’de bilim ve üniversite var mı?”; Adnan Gümüş’ün, “Üniversiteler Emniyet Amirliği’ne mi bağlanıyor?” -haklı- sorularına muhatap olan -biçimsel ve içerik olarak da demokratik hakkaniyetten, bilimsel özgürlükten uzak- Türk(iye) akademisi; Mustafa Sönmez’in, “Üniversite panayırı,” diye nitelediği mekânlardır.
İşte bir örnek: “Slogan: Güzel bir kariyer için ilk adım… Olay mahalli: Maltepe Üniversitesi… Hadise: Miss Maltepe Güzellik Yarışması… Bir üniversitenin güzellik yarışması düzenlemesine şaşırmalı mıyız? Acun Ilıcalı’nın sektöre girme zamanıdır,”[7] diyor Pınar Öğünç! Yalan mı?
Kimsenin inkâr edemeyeceği üzere: Üniversiteler ülke gündeminden uzak ve sessizlik içinde. Ülke gündemini işgal eden birçok sorun karşısında her nedense üniversitelerden, üniversite senatolarından beklenen tepki ne yazık ki yok. Bir uyuşma, kilitlenme söz konusudur!
Bu hâlin bir artısı daha var: “Üniversiteye gelen on öğrenciden ancak bir, ikisi hümanizma düşüncesinden, edebiyat ve sanattan haberdar.”[8]
Sanattan, bilimden, edebiyattan bihaber, hümanizma düşüncesinden yoksun birisinin, düşünen/ eleştiren/ itiraz eden insan olması mümkün müdür?
Öte yandan öyle bir ülke düşünün ki, bilim yapmak ve düşüncelerini açıklamak ancak kahramanların cesaret edebileceği bir iş olsun!
Kolay mı? AKP iktidarı, ülkedeki üniversiteleri ve bilim kuruluşlarını da tam bir baskı altına aldı; susturmaya, teslim almaya başladı!
Örneğin “Kocaeli Üniversitesi Rektörlüğü’nün talimatı ile kurulan komisyon, Dilovası’nda anne sütünde ve bebeklerin dışkısında ağır metaller bulunduğu yönünde sonuçlar içeren bilimsel araştırmayı “henüz bilimsel bir dergide yayınlanmadan önce kamuoyuna açıkladığı” gerekçesiyle Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu’na uyarı cezası verdi.
Ayrıca üniversitelerde yeni tür kamu güvenlik memurlarının görevlendirilmesi gündemdeyken; bu özel asayiş bölgesinde çalışacak kamu güvenlik personelinin adı “üniversite korucuları”dır![9] Ve AKP döneminde üniversitelerde baskı-denetim mekanizmaları çoğalırken sivil polislerin sayısı da ciddi biçimde artması yanında; yeni disiplin yönetmeliğinin getirdiği bir diğer yenilik, artık çevik kuvvetin de üniversitede fink atmasıdır![10]
Yani üniversiteler karakol ve gözetim/ denetim mekânlarına dönüş(türül)ürken; alın size Türk(iye) üniversitelerinin hâl-i pür melaline dair somut veriler!
- i) Yıldız Teknik’te, İstanbul’un Kuzey ormanlarıyla ilgili bir panel, “siyasi” bulunduğu için rektör tarafından engellendi![11]
- ii) ODTÜ’de tam 28 yıldır düzenlenen Uluslararası Bahar Şenliği, aralarından “alkol tüketiminin” de yer aldığı bir dizi gerekçeyle iptal edildi![12]
iii) Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Halka İlişkiler Tezli Yüksek Lisans mülakatına girecek öğrencilerin fişlendiğini iddia eden bir belge ortaya çıktı![13]
- iv) Afyon Kocatepe Üniversitesi kayıt sırasında yöneltilen bir anketle öğrencileri fişlemekle suçlanıyor. Sorulardan bazıları: “Hangi partiye oy verirsiniz?” “Hiç protesto gösterisine katıldınız mı?” “Aşağıdaki dini kimliklerden hangisi sizi tanımlıyor?”[14]
- v) Kobanê için oturma eylemi düzenlemek isteyen Ankara Üniversitesi öğrenci ve hocalarının, okula baskın düzenleyen polis tarafından yaka paça gözaltına alınmalarının Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in polisten istediği “yardım” üzerine yaşandığı ortaya çıktı![15]
- vi) 167 akademisyenin baskılar yüzünden Dicle Üniversitesi’nden ayrıldığı belirtildi. Rektör Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç döneminde akademisyen kıyımı yaşandı. Çoğu profesör ve doçent olmak üzere en az 167 isim, Saraç ve yönetiminin baskı politikaları nedeniyle ya istifa etti ya da başka üniversitelere gitti. AKP’den milletvekili adayı olan, bir önceki rektörlük seçimlerinde üçüncü sırada olmasına karşın DÜ Rektörlüğü’ne atanan Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç, ikinci kez rektörlüğe aday oldu. Saraç’ın rektörlük döneminde 400 dolayında yardımcı doçentin ataması yapıldı. Üniversitedeki baskılar o kadar arttı ki, yeni atanan yardımcı doçentler, kimi birimlerde profesörlerin başına bölüm başkanı olarak atandı. Kalp ve Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalı’ndaki Prof. Dr. Nesimi Eren’in odası, Saraç’ın talimatıyla basılarak arandı![16]
vii) Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesi tarafından Fırat Nehri’nde bulunan ancak bugüne kadar dünya bilim literatürüne girmemiş 3 yeni sazan türü fakülte Dekanı Doç. Dr. Davut Turan, Prof. Dr. F. Güler Ekmekçi, Araştırma Görevlisi Cüneyt Kara ve Esra Doğan’dan oluşan araştırma grubunun çalışmaları neticesinde keşfedildi. Araştırma ekibince Fırat Nehri’nde bulunan 3 yeni sazan türüne Alburnoides Emineae, Alburnoides Velioglui, Alburniodes Recepi isimleri verildi![17]
viii) Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi, 2013’ün Ağustos ayında öğretim üyesi almak için verdiği ilanda, kimlerin bu kadrolara alınacağını yazarak bir skandala imza attı![18]
- ix) Tıbbi cihaz üretmeyi öğreten fakülteye beyin cerrahı ve ürolog atandı. İki akademisyen profesörlüğe yükselmiş oldu… Karabük Üniversitesi’nin Mühendislik Fakültesi’nde ilginç bir atama gerçekleşti. Fakültede 2012 yılında açılan Tıp Mühendisliği Bölümü’ne beyin cerrahı Doç. Dr. Orhan Şen ile ürolog Doç Dr. Fatih Yalçınkaya atandı. Şen ve Yalçınkaya bu atama ile doçentlikten profesörlüğe yükselmiş oldu![19]
- x) Giresun Üniversitesi’ne öğretim üyeleri alınacak. Ancak alınacak öğretim üyelerinden bazılarının alanları özelinde “Anastrazolün sıçan testisi üzerindeki etkisi alanında çalışması olmak”, “Siyasal modernleşme ve seçkinler konuları üzerine çalışmaları olmak” gibi özel koşulları yerine getirmesi gerekecek![20]
- xi) Malatya İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik’in kızı Elif Çelik, sadece kendisinin katıldığı sınavla hukuk fakültesi bünyesinde acılan insan hakları hukuku anabilim dalı başkanlığında öğretim görevlisi yapıldı![21]
xii) AKP’ye yakın 2 profesör için 6 ay öncesinden “kadro siparişi” verildi. Hacettepe Üniversitesi’ne atanacak kişilerin önceden belli olduğuna ve AKP ile yakın ilişkiler içerisinde bulunduklarına dikkat çekildi. Tıp Fakültesi Üroloji öğretim üyeleri, bölüm için açılan iki profesör kadrosuna atanacak kişilerinin önceden belli olduğunu noter onaylı tutanakla tespit etti. Prof. Dr. Çetin Dinçel ve Prof. Dr. Doğan Ünal tutanak tarihinden 6 ay sonra, atanacakları belirlenen kadrolara atandı![22]
xiii) RedHack grubunun, sosyal paylaşım ağı Twitter üzerinden 14 Ocak 2013’de açıkladığı yeni belgeler, Ege Üniversitesi’nin eğitim alanı olan arazisinin nasıl alışveriş merkezine dönüştüğünü deşifre etti![23]
xiv) ‘Radikal’ yazarı Ezgi Başaran’ın İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Mehmet Karaca hakkında, 30 Eylül 2014 günü kaleme aldığı eleştirel yazı, TİB’e verilen olağanüstü yetkilerin ardından engellendi![24]
- xv) Ankara Üniversitesi bünyesinde 2008’de kurulan Afrika Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin yayınladığı ‘Afrika’ dergisinde polis karakolunda öldürülen Festus Okey’e ilişkin bir vaka analizi yayınlanacaktı. Ancak dergi rektörlüğün sansürüne takıldı![25]
xvi) Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, bilim hırsızlığı yapan öğretim üyelerinin üniversiteden atılmalarının yasal dayanaktan yoksun olduğuna hükmetti. Bir anlamda intihali serbestleştirdi![26]
xvii) Not karşılığı cinsel istismarda 3’ü öğretim görevlisi 14 kişi gözaltına alındı. Hakkâri Üniversitesi bir skandalla sarsıldı. Üç öğretim görevlisi ders notu karşılığında öğrencilerle cinsel ilişkiye girdi; kızları tehdit ederek başka erkeklerle ilişkiye girmelerini sağladı. Üniversitede öğretim görevlisi olan İ.Y., H.Y. ve R.Y., kız öğrencilerle yakın ilişki kurdu. Zor durumda kalan kız öğrencilere yardım ederek onların güvenini kazanan öğretim görevlileri, kızlarla üniversite dışında da vakit geçirmeye başladı.
Öğretim görevlileri kızlara, “Size yüksek not vereceğiz” diyerek kendilerine bağladı; kızlarla vakit geçirebilmek için bir de daire kiraladı. Öğretim görevlileri ve öğrenciler sık sık kiralanan bu dairede bir araya geldi. Görevliler, ilk sınavdan sonra öğrencilerine yüksek not verdi. Kızları yine notla tehdit eden öğretim görevlileri, başka erkeklerle de birlikte olmalarını sağladı. İ.Y., H.Y. ve R.Y. daha sonra dersten geçmek isteyen başka öğrencilerle de birlikte oldu. Bir kişi polise ihbar etti. Polis, 8 ay süren teknik ve fiziki takip sonucunda öğretim görevlilerinin bir fuhuş şebekesi içinde olduğunu ve bu şebeke üyelerinin de kız öğrencilerle cinsel ilişkiye girdiklerini belirledi![27]
Elbette akademi bu değildir ve böyle olmamalıdır; ama ne yazıktır ki bu ülkede üniversiteler, boylu boyunca rezilliğe batmış durumdadır!
Üniversitelerde iktidar baskısıyla yaşanan dönüşüm konusunda, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr İbrahim Kaboğlu, durumu “hicap verici” diye nitelerken, hem iktidarı hem de kendisini iktidara göre konumlayan öğretim üyelerini eleştirmekte sonuna kadar haklıdır!
Ayrıca ‘Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği’ Başkanı Tahsin Yeşildere, “Üniversiteler fikir üretemez hâlde. Bunun için özerk ve demokratik bir yapıya bürünmesi lazım,” derken; üniversitelerde akademik özgürlüklerin zedelendiğini, sermayeye dayalı vakıf üniversitelerinin, özel üniversitelerin arttığı vurgusuyla; hiçbir toplumsal sorun karşısında sesini çıkaramayan üniversitelerin olduğuna dikkat çekerek ekledi: “Adeta suskun, kendi içine dönük öğretim elemanları var. Dekan ve rektörün yetkili olduğu, özgürlüklerin olmadığı bir üniversite modeline girmiş durumdayız”!
Ve İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, İTÜ’nün artık eskisi gibi olmadığını, bir bilim insanının taşıması gereken evrensel ölçütlerin tehdit olarak görüldüğünü söyleyerek, “İTÜ, inanılmayacak ölçüde geriye düşen öğretim üyesi profiliyle inanılmayacak düzeyde fukaralaşan üniversiteye dönüştü. Genel olarak üniversitelerde insanlar uluslararası standartlardaki başarıları ile, araştırmaları ile algılanmıyor. Bizden mi bizden değil mi, hangi topluluğa, hangi düşünceye aidiyeti var gibi saçma sapan bir yolun içine girildi. Eğer belirli bir düşüncenin insanı değilseniz sizi görmezlikten geliyorlar. Öyle olunca da gerçek bilim adamları küstürülüyor. İnsanlar artık kendi üniversitelerine aidiyetlerini yitirdiler,” diye eklediği Türk(iye) akademisi böyledir; ama böyle olmamalıdır!
Oysa üniversite, çok genel olarak, “Bilimsel özerkliğe ve kamu tüzelkişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim, öğretim, bilimsel araştırma ve yayın yapan fakülte, enstitü, yüksekokul ve benzeri kuruluş ve birimlerden oluşan öğretim kurumu, bilimtay” olarak tanımlanır. Çok boyutlu bir gerçeklik ve kavram olan üniversiteyi, tarihsel düzlemde, kiliseye, engizisyona, bağnazlığa, baskıya, bilimdışılığa, giderek faşizme karşı savaşımın yarattığı anıtsal kurum saymak da hiç yanlış olmaz.
Üniversite denince, bilim tarihinden çok öğretici bir olayı, “Göttingen Yedileri”ni anımsatmak gerekir. Olay, 1737’de kurulan Göttingen Üniversitesi’nde yaşanır. Kentin bağlı olduğu Hannover Krallığı’nda, 1837’de kral olan, Göttingen Üniversitesi mezunu Ernst August, 1833’te kabul edilmiş anayasayı fazla özgürlükçü bularak yürürlükten kaldırır.
Bu anayasa gerçekten de özgürlükçüydü. Kralın söz konusu kararı üzerine Göttingen Üniversitesi’nden yedi profesör krala bir karşı çıkış yazısı gönderirler; anayasaya bağlılıklarını bildirirler. Ardından yedi profesörün görevine son verilir. Bununla da yetinilmez, yedi öğretmen arasında en sakıncalı sayılan Jacob Grimm ile Wilhelm Grimm’in üç gün içinde kentten ayrılmaları buyurulur. Halkbilimin kurucuları ve büyük dilbilimciler olarak bilinen “Grimm Kardeşler” kendilerini çağıran Berlin’de 20 yıl çalışırlar. Yedi kişi arasındaki ünlü fizikçi Wilhelm Weber de ülkeyi terk eder, Laipzig’de profesör olarak çalışır.
Üniversiteye saldırının etkileri ancak 1848 devriminden sonra onarılabilir. İzleyen dönemlerde Göttingen Üniversitesi dünyanın en önemli buluşlarına imza atan bilim insanlarının kurumu olur. Eski saygınlığına yeniden kavuşur. Günümüzde gerek Göttingen Üniversitesi’nde, gerekse kentin çeşitli yerlerinde “Yediler”le ilgili yapıtlar, anmalıklar bulunmaktadır.
“Göttingen Yedileri” bilimin, usun, nesnelliğin onurunu yüceltmiş, bu uğurda boyun eğmemiş, gelecek kuşaklara yönelik sorumluluklarının gereğini yapmaktan kaçınmamışlardır.
“Üniversite idesi, yalnızca Humboldt’un ünlü tasarımıyla (1810) ilişkili olmayıp, Schelling’in ‘akademik öğrenimin yöntemleri’ üzerine verdiği derslerden beri yoğun bir biçimde tartışılmıştı. Bu bağlamda Schelling’le birlikte Fichte’yi, Schleiermacher’ı ya da Henrik Steffens’i de anmalıdır. Tüm bu düşünürlerde bilginin özgürlükten ayrı düşünülemeyeceği; bilginin ‘saptayan’, ‘donduran’ anlamında, ‘tamamlanmış’, ‘kapanmış’ bir şey sayılamayacağı; böylelikle onun salt sıradan bir kullanıma, uygulamaya yönelikmiş gibi görülemeyeceği; aksine bilginin diğerleriyle alış-verişe giren özgür bireysel bir araştırma sürecinde oluştuğu kanısı ağır basmaktadır.
“Buna göre, bilginin (bilimin) birliği idesi yanında kendini özgürce yetkinleştirme idesine de yönelik bu etkin eylemenin mekânı, üniversitedir. Öğretimdeki bu araştırma Eros’unun etkinliği, özellikle öğrencilere bakıldığında, kişiye kendini özgürce eğitme ve biçimlendirme olanağı sağlayacaktır. ‘İçe’ dönüş, tinsel olana, kavranabilir olana dönüş olarak deneyimlenebilecek bir yoğun araştırmayla; bu araştırmadan zenginleşerek gelen, ‘dışa’ dönüş, akademik ilgiyle bezenmiş öğrenci kamuoyuna ve nihayet topluma dönüş olarak deyimleyebileceğimiz bir öğretim, üniversitede karmaşık bir birlik olarak anlaşılmalıdır.’[28]
Kant ‘Fakültelerin Çatışması’ adlı son yapıtında (1798) çok önceden bu temel özgürlükten bize söz ediyor.
Derrida’nın ‘Koşulsuz Üniversite’sindeyse (L’université sans condition) üniversitenin koşulsuz özgürlüğünün ancak koşulsuz bir direnmede güncelleşeceğini; bu direnmenin eğitimle, yetkinleşmeyle iç içe bulunduğunu; üniversitenin ancak böyle bir özgür eğitimin mekânı olabileceğini okuyoruz. Buna göre üniversitenin özgürlüğü ayrılmaz bir biçimde direnme fenomeniyle bağıntılıdır.
Schleiermacher (1808) ‘üniversitenin amacının bir biçimde öğrenmek değil, tanımak, ayırdına varmak; hafızayı tıka basa doldurmak yerine, bütünüyle yeni bir yaşamın, hakiki, yüksek bir bilimsel tinin uyandırılması olduğunu’ tüm öteki özgür üniversiteciler gibi bir özgürlük ve sorumluluk bağlamıyla dile getiriyor.
Bireyin üniversiteyle özgürleşmesinin ancak insanlığın özgürleşmesi perspektifinde kavranabileceğini; üniversitenin bir meslek okulu pratiğine indirgenmesiyle bu en büyük insanlık projesinin: özgürleşme projesinin, en önemli taşıyıcısını yitireceğini bugünler için artık en açık bir biçimde duyurmalıyız. Bilimlerin buradaki özgürlüğünü ancak insan onuruyla olan sıkı bağında kavrayabileceğiz. Çünkü ‘insanın özü özgürlüktür.’[29]
Özgürlük ve hakikât bize güneşi gösteren gözlerimizdir. Bilimi ve bilgiyi bunlarsız düşünebilmek olanaksızdır. Bunlarsız bilgi ve bilim kötü niyetlerin gizlendiği yalanlar olmaktan öteye geçemez. Üniversiteyi yalnızca özgürlüğe ve hakikâte yönlendirecek kurallar tasarlayıp, uygulamak gerekiyor.”[30]
Tıpkı bilim ve resmi ideoloji ilişkisi ile ilgili bir konuşmasında Dr. İsmail Beşikçi’nin, Türkiye’de siyasal sistemin en önemli kurumunun resmi ideoloji olduğunu belirterek, bu kurumun düşün ve bilim hayatını tarih boyunca derinden etkilediğini dile getirdiği üzere…
Evet Türkiye’de ifade özgürlüğü olmadığını ve dolayısıyla bilimsel özgürlükten bahsedilemeyeceğini ifade eden Beşikçi, “Bilim için sınırsız düşün ortamı gerekmektedir. Sosyal bilim, sosyoloji tek parti döneminden beri baskılarla karşılaşmıştır. Günümüzde de bu baskılar sürmektedir. İfade özgürlüğü yoksa, siyasi sistem kısıtlamalar getiriyorsa, akademik özgürlükten de söz edilemez,” gerçeğini hatırlatırken; “Üniversitenin üç boyutu vardır: Kurum, birey ve iş. Akademya, akademisyen ve akademik faaliyet.”[31] Her üç unsurda özgürlük “olmazsa olmaz”ken; “İdari ve mali özerklik ile akademik özgürlük olmadan gerçek bir üniversiteden bahsetmek de imkânsızdır.”[32]
O hâlde üniversiteyi sadece “çocukların okudukları, meslek öğrendikleri yer” olarak görmek yanlıştır.
Üniversite; tek başına bilginin aktarıldığı değil, üretildiği yerdir; anne babalarımızdan öğrendiklerimizin yanlış olduğunu anladığımız yerdir; muhaliftir; özgürdür; kuşkucudur, rehberi akıldır; “bu dünya” için vardır, ötesi yoktur; Yunanlıların dediği gibi; “yaşam için” öğrenmeye çalışır; meraktır; bilgidir; eleştiridir; itirazdır!
Eğer bu böyleyse, bugünün piyasacı üniversiteleri, üniversite değildir!
EĞİTİM/ OKUL MESELESİ
Buraya dek ifade ettiğim soru(n)ların temelinde, sınıflı sömürücü egemenliğin eseri olan eğitim/ okul meselesi yatar.
Albert Einstein’ın, “Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değil, düşünmek için aklın eğitilmesidir… Eğitim insanın öğrendiklerini unuttuktan sonra geriye kalan şeydir,” diye betimlediği konu hakkında İsmet Berkan, “Parya sınıfı yaratmanın garantili yolu” notunu düşerken; Türkiye eğitimde OECD’nin en kötülerindendir; yine OECD verilerine göre, “Türkiye eğitim fakiri”dir;[33] kaldı ki MEB’in 2014-2015 verileri de eğitimde çöküşü belgelemiştir![34]
“Felaket bir eğitim sistemimiz var. 2015’de üniversite girişte ilk aşama olarak uygulanan YGS sonuçları tabloyu artık kimsenin karşı çıkamayacağı kadar açık ve net ortaya koydu. 1 milyon 987 bin öğrencinin ter döktüğü sınavda her biri 40’ar soru içeren alanlarda matematikte ortalama 5.4, fende 4.5, Türkçede ise 15.9 sorunun yanıtı verilebildi.”[35]
Prof. Dr. Ayhan Aydın’ın, “Eğitimin, nitelikli insan gücü, üretkenlik, verimlilik, toplumsal gönenç, sosyal barış ve adalet, bilimsel ve teknolojik, gelişme, inovasyon, yaratıcılık, gelir dağılımında adalet, nezaket, hoşgörü, sanatsal farkındalık ve estetik duyarlılık gibi sayısız yansımaları ya da türevleri vardır. Belki de bu yüzden herhangi bir toplumsal sorun karşısında her derde deva anlamında, ‘eğitim şart’ diye bir söz kullanılır,”[36] türünden karmaşık kokteyliyle anlaşılması/ anlatılması mümkün olmayan eğitimin temel meselesi “Ne ve Kim İçin?” sorularına verilen yanıta mündemiçtir.
Evet “Eğitim ne ve kim içindir?” soru bugün her zamankinden daha günceldir.
“Literate”, “okuryazar” demektir. “İlliterate” “okuryazar olmayan” demek. Tamam da, okuma yazma bilip de okumayan yazmayana ne denir. Ona da “okumazyazmaz” denir…
Demem o ki, işte “Eğitim diploma almak için değil.” Ne için peki? Kısası “insan olmak için.”
Açılımı, bir, “okuryazar” olmak için.
İki, “saymak hesaplamak” için.
Üç, “düşünmek, yapmak” için.[37] Yani dünyayı değiştirmek içindir!
Nihayet Albert Einstein’ın, “Ne ben okula göreydim ne de okul bana göre. Sıkıyordu beni. Öğretmenler komutan gibi davranıyorlardı. Ben öğrenmek istediğimi öğrenmek istiyordum, onlarsa öğrenmemi istedikleri şeyleri öğretiyorlardı. En nefret ettiğim şeyler rekabetçi ortam ve özellikle spordu. Onlara göre, işe yaramazın tekiydim ve birçok kez okulu bırakmamı söylediler. Münih’te bir Katolik Okulu’ydu. Bilgiye olan açlığımın öğretmenler tarafından baltalandığını hissettim. Onların tek ölçütü sınav notlarıydı. Bir öğretmen, böyle bir sistemde öğrencilerini nasıl anlayabilir ki?” diye betimlediği okul meselesine ilişkin olarak coğrafyamızdan birkaç örnek aktararak ilerleyelim:
- i) Eski Eğitim Sen Başkanı Alaaddin Dinçer’in yaptığı taramaya göre, okulların isimleri yüzde 52 ile yerleşim yerlerinden geliyor. Yüzde 10’u okulu yaptıran kişinin adını taşıyor, yüzde 9 ise gazi, şehit ve paşa isimlerinden geliyor. Türk-İslâm düşünce yapısını savunan sanatçı-yazar-şairlerin adlarının verildiği okulların oranı yüzde 6, Osmanlı döneminde görev yapmış devlet yöneticilerinin isimlerinin verildiği okulların oranı yüzde 3![38]
- ii) Amasya’da “65 bin dev öğrenci” projesinde toplanan paralarla İl Milli Eğitim Müdürü’ne 78 bin TL değerinde makam aracı alındığı ortaya çıktı![39]
iii) Ankara’nın Yenimahalle İlçesinde bulunan bin 800 öğrencili Yenimahalle Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde öğrenciler, bulaşık yıkayıp, yemek servisi yapıyor![40]
- iv) Üsküdar Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen ‘Çocuk Odaklı Sosyal Risk Araştırması’nın Marmara Bölgesi sonuçlarına göre, lise öğrencilerine yönelik cinsel şiddetin son 5 yılda arttığı belirlendi. Öğrencilerin, çevrelerinde ayıp ifade kullanma, imalı ya da erotik hareket, sarkıntılık ve benzeri duruma yüzde 56.71 oranında tanık olduğu ortaya çıktı. Bu tür tacize haftada birkaç kez tanık olduğunu söyleyenlerin oranı yüzde 20.24 iken, yılda birkaç kez tanık olduğunu ifade edenlerin oranı ise 22.15![41]
Kenan Çayır’ın, “İnsanların milliyetçiliği, maço davranışları, ayrımcı söylemleri ve ataerkil pratikleri öğrendikleri mekânlardır,” diye betimlediği okullar hakkında Cem Kirazoğlu da şunların altını çizer:
“İktidar zulme karşı duran kitleler fikrinden rahatsız olur, çaresiz kalır, meşruiyetini kaybetme tehlikesiyle karşılaşır. İktidar ister ki, insanlar birbiriyle dayanışmasın, rekabet etsin, birbirinden uzak dursun, insanlar tek kalsın, yalnız, çaresiz ve güçsüz hissetsin.
İktidarın bu dili kullandığı ve bu dilin dayandığı anlayışı öğretmek ve yeniden üretmek istediği bir ortam ‘OKUL’dur…
Okul hangi mekanizmalarla veya nasıl yapar da insanların birbiriyle dayanışmasını engeller, bireylere birbiriyle rekabet etmeyi öğretir, bireyleri birbirinden nasıl uzak tutar, bireyleri nasıl tek, yalnız, çaresiz ve güçsüz bırakır veya nasıl eder de bireyleri yalnız, çaresiz ve güçsüz hissettirir?
Örneğin sınıftaki oturma biçimi… Öğrenciler birbirinin ensesini görür. En fazla, aynı hizada oturduğu kişilerin omuzlarını, yüzlerini görme şansı vardır, bakarsa ya da bakmaya yeltenirse tabii. Öğrenci ders sırasında kafasını sağa sola çevirir de aynı hizada olduğu kendi gibi öğrencilere bakmaya kalkarsa öğretmen uyarır; bunu fazlaca yaparsa, öğretmen onu sınıftan atar, cezaya kaldırır, en öndeki duvar köşesine gönderir ve sınıfa arkası dönük ve tek ayak üstünde durmasını ister. Böylece kimseyi göremez ceza alan öğrenci ama ceza alan öğrenciyi herkes görür ve ibret alır(!)
Herkes kendi aldığı başarı notundan sorumludur. İlla ki bir not alırlar, çok gerekliymiş gibi… Ve bu notu alırken, örneğin yazılı sınav sırasında birbirlerinden uzakta tek başına oturtulurlar ve kopya çekmeleri yasaktır. Sözlü sınavda öğrenci sınıftakilere bakamaz, yoksa ona doğru cevabı söyleyebilirler ve bu yine kopya sayılır. Her öğrenci kendi başına bu sınavların üstesinden gelmek zorunda kaldığı için tek ve yalnız başınadır ve kendisini güçsüz ve çaresiz hisseder. Bu da kaygısını arttırır. Bunu da sınav kaygısı diye etiketleyip psikolojik yardım paketi olarak pazarlayan uzmanlar vardır öğrencilere yardım ettiklerini iddia eden… Öğrenci niye öğrenmek istediklerini öğrenip öğrenmemekten kendisi sorumlu olmasın; illa sınıfta düzeni sağlayan bir otoriteye mi gerek var? Öğrenme yardımcısı olmaktan öte niye korkutucu ve kaygı yaratıcı bir rol oynasın öğretmen.
Öğrenme süreci içinde öğrenciler birbirlerinin yüzlerini göremedikleri için birbirlerinden yardım da alamazlar. Oysaki birbirlerine ayna vazifesi görmeleri, etkileşim ve dayanışma yoluyla öğrenmelerini kolaylaştıran bir şeydir. Ama ne gerek var ki etkileşim ve dayanışma yoluyla öğrenmeye? O zaman hepsi öğrenir. O da olmaz. Sadece bazıları öğrenmeli. Birçok bazısı da başarısız olmalı ki, okula devam edemesin. Bu şekilde herkes birbiriyle rekabet etmeyi de öğrenir. Zaten gerek yazılı gerekse sözlü sınav sırasında yalnız başına kalır öğrenci. Böylece kendini güçsüz ve çaresiz hissedenler dışındaki bir avuç öğrenci güçlü ve başarılı olabilir. Zaten kapitalist sistemin de güçlü ve başarılı yönetici ve girişimci kişilerle, kendini güçsüz ve çaresiz hissedip piyasada emeğini ucuza satmak durumunda kalan ve başkalarıyla etkileşim kurmayı ve dayanışma yapmayı öğrenemediği için sendikalaşmaktan korkan bir dolu önemsiz işçiye ihtiyacı var. Öyle değil mi?
Başka birçok mekanizmanın yanında yukarıda sözünü ettiğimiz mekanizmalar yoluyla birey, birey olmaktan çıkartılıp önemsizleştirilir, duyarsızlaştırılır…”[42]
DOGMA DAYATMALARI
Resmî ideolojinin önemli enstrümanlarından (ve argümanlarından) olan dinsel doğmaların eğitim ve akademi için kabullenilmesi mümkün değilken;[43] “İktidarın bütün öğrenciler imam hatipli olsun anlayışı”[44] ile “Eski Başbakan, günümüz Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dindar ve kindar” gençlik olarak ilan etmiş olduğu eğitim politikaları”[45] tüm vahametiyle karşımızdadır!
Evet Erdoğan’ın, “dindar bir nesil” yetiştirmekten söz ettiği coğrafyamızda toplanan 19. Milli Eğitim Şurası’nda ise, 36-72 aylık çocuklara okulda, “Allah kavramı ve Allah sevgisi” anlatılması, “cennet ve cehennem kavramları” öğretilmesi kararlaştırıldı.
Ortada istismar edilen ve egemen amaçlar için kullanılan bir din olgusu var. Din dersi de fetvalar, vaazlar vb. de devlet eliyle veriliyor. Ve sonuçta halk, kaderciliğe, mevcut gidişata rıza göstermeye, kanaatkâr/ itaatkâr bir yaşam çizgisine yönlendiriliyor. Böylece yukarıdan aşağı devlet eliyle empoze edilen din; sınıfsallığı örten, rıza üreten ve gerçekte eşitsizlik üzerine kurulu ilişkilerin egemenden yana devamını güvenceye alan bir işlev görüyor; ezilenin ezene karşı muhtemel tepkisini yumuşatıyor; sahte bir eşitlik/ sınıfsızlık algısı oluşturuyor. İşte egemenlerin eğitimde laikliğe karşı durması, dinin toplum üzerindeki etkilerinin devamından yana çıkarlarının olması sebebiyledir.
Kaldı ki nihai kertede “Sorun din ağırlıklı eğitim veren okulların varlığı değildir. Dindar oranı bu kadar yüksek bir toplumda doğal olarak bu okullar da olacaktır. Sorun, mayası İmam-Hatip olan bir toplum projesinin bir devlet politikası olarak devletin başı ve çocukları tarafından yönetilmesidir. Sorun militan laikliğin, laikçiliğin yerini militan muhafazakârlığın, dindarcılığın almasıdır.”[46]
Kolay mı? Başbakanlık döneminde Recep Tayyip Erdoğan’ın, “İmam hatiplerle hasret bitti” açıklamasıyla verdiği startla[47] birlikte gölge eğitim bakanı Bilal Erdoğan,[48] İzmir’de imam hatip lisesi müdürleriyle görüştü. Toplantıya İzmir Valisi’nin hangi gerekçe ile katıldığı anlaşılamazken; İzmir’de Türgev’in yurdunu ziyaret etti ve de yerde oturarak üyelerle toplantı yapması dikkat çekti!
Bilal Erdoğan’ın, inançlı nesil yetiştirmek için okul müdürlerinden daha kaliteli bir eğitim istediği, 50 kişinin katılımıyla gerçekleşen toplantıda okul müdürleri yaşadıkları sıkıntıları aktardı.
Bilal Erdoğan’ın “İnançlı nesil yetiştirerek başarıyı göğüseleyeceğiz” sözleriyle okul müdürlerinden daha kaliteli bir eğitim istediği öğrenildi.[49]
İşte bu hâlin verileri!
- i) Daha önce il ve ilçe milli eğitim müdürlükleri aracılığıyla gerçekleştirilen Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, 2015 yılından itibaren Milli Eğitim Bakanlığı merkez teşkilâtı tarafından yapılıyor![50]
- ii) İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, amacını “cihatçı şuuru yaymak” olarak açıklayan Şuurlu Öğretmenler Derneği’ne kent genelindeki ilkokul, ortaokul, lise ve dengi okullarda faaliyeti için onay verdi![51]
iii) Milli Eğitim Bakanlığı, yalnızca Kur’an-ı Kerim, peygamberin hayatı ve temel dini bilgiler dersleri için materyal ihtiyaç listesinin hazırlanmasını istedi. Kur’an, peygamberin hayatı ve dini bilgiler dersini seçenlerin ihtiyacı karşılanacak![52]
- iv) 2014 yatırımları için toplam 2 milyar 863 milyon lira ayıran MEB, bu bütçenin 1 milyar 75 milyonuyla 109 yeni imam hatip lisesi yaptı![53]
- v) AKP’nin “dindar nesil” yaratma çabası, ilköğretimdeki uygulamalarla tüm hızıyla sürüyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yurt çapında başlattığı ve İzmir’de de Çiğli Kaymakamlığı’nın yürüttüğü ‘81 İl 81 Kitap Projesi’ kapsamında ilköğretim öğrencilerine dağıtılan kitapların, hurafelerle dolu olduğu anlaşıldı.[54] sınıf öğrencilerine gönderilen ‘Müslümanlar Kardeştir’ başlıklı kitapta geçen kan ve savaş görüntüleri, küçük çocukları din adına savaşmaya, öldürmeye ve kan dökmeye yönlendiriyor. 3. sınıflara gönderilen ‘Mestik Hanım’ kitabında kadın, “bir böcek” olarak gösteriliyor ve “evlenmek için kendini en az dövecek kocayı aramaktadır” tümcesi yer alıyor. Bir başka kitapta da, “İnsanın görevi Allah’a kulluk etmektir,” deniliyor. Kitapların zorunlu olarak okutulduğunu belirten eğitimciler ise uygulamaya isyan ediyor![55]
- vi) Zeytinburnu’da Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından öğrencilere okutulmak istenen kitaplarda çıktı karşımıza Prof. Dr. Arif Sarsılmaz. Bu imzaya ‘Hayvanların Gizemli Dünyası’ başlıklı kitap setinin üzerinde rastladık ama bu isimin ne bir akademik çalışması ne de bir akademik kariyeri varken; Prof. Dr. Arif Sarsılmaz, kitapların içerisinde hayvanlar birtakım özelliklerinden dolayı tanrıya şu şekilde şükrettiriliyordu:
* ‘Balina Kitabı’: En büyük hayvan olarak yaratılmışım…
* ‘Fil Kitabı’: Kendimizi nasıl koruyacağımızı, suya ve yiyeceklere nasıl ulaşacağımızı Yaratıcımızın yönlendirmesiyle bulabiliyoruz…
* ‘Albatros Kitabı’: Her şeyi en doğrusu ve en güzeli ile bilen Rabb’imiz, neslimizi özel yapıdaki yumurta kabuklarımız ile korumaya almıştır…
* ‘Zürafa Kitabı’: Beni uzun boylu yaratan Rabbim yarattığı her bir canlıya farklı üstün özellikler vermiştir…
* ‘Ahtapot Kitabı’: Bütün organlarım ve vücut tipim sizinkinden çok farklı bir plan üzerinde yaratıldığı hâlde, gözlerimizdeki bu benzerlik, Yaratıcımız’ın birliğinden başka şekilde izah edilemez![56]
vii) MEB tarafından ders kitaplarında yaratılış teorisinin ilk adımları atıldı. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 9. sınıf coğrafya ders kitabının ikinci baskısını yaratılış teorisine göre yeniden düzenlediği ortaya çıktı. Kitabın Jeolojik Zamanlar Tablosu bölümündeki “İlk insan ortaya çıkmıştır” ifadesinin “İnsan yaratılmıştır” olarak değiştirildiği öğrenildi![57]
viii) Gaziosmanpaşa Belediyesi, Gaziosmanpaşa Müftülüğü ve İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ile birlikte kitap okuma kampanyası başlattı. Kampanya kapsamında Müftülüğün Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı’ya hazırlattığı ‘Sorulu Cevaplı Temel Dini Bilgiler’ kitabını belediye ilçedeki okullara kültür armağanı olarak dağıttı. Kitabın 55. Sayfasında yer alan 26. maddede “İslâm dininde önemli görülen bazı yasakları söyleyiniz” ifadesinin altında 7 yasağa yer verildi. 3. sırada yasaklanan, “Haksız yere insan öldürmek” ilkesi ‘haklı yere insan öldürmenin yolunu açıyor’ gerekçesiyle öğretmenlerin tepkisine yol açtı. Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hasan Tahsin Usta okulları gezerek kitaptan bütün öğrencilerin sınava tabii tutulacağını, dereceye girenlere çeşitli ödüller verileceğini kaydetti![58]
- ix) Kurucuları arasında eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer’in de bulunduğu Ensar Vakfı hazırladığı “Hz. Muhammed’i Nasıl Öğretelim” kitabında, İslâmiyet öncesinde kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesinin gerekçesini “fuhuş” olarak açıkladı. Kitapta, “diri diri gömme” için “Mekke’nin kenar mahallelerinde fuhuş yapılmaktaydı. Anne babalar, kız çocuklarını büyüdüğünde bu bataklığa düşmesine vicdanları razı olamayacağı düşüncesiyle onları diri diri gömmeyi daha uygun görüyorlardı,” ifadesi yer aldı![59]
- x) Beykoz Fevzi Çakmak Anadolu Lisesi’nde okul müdürü 24 seçimlik dersten Hz. Muhammed’in Hayatı, Kur’an-ı Kerim, Osmanlı Türkçesi ve Beden Eğitimi derslerini öğrencilere zorunlu kıldı![60]
- xi) Sene sonunda muaf olduğu Din Kültürü dersi karnesine ikinci olarak geçen Eskişehir Süleyman Havva Kamışlı İlkokulu 7’nci sınıf öğrenicisi N. E., tüm dersleri pekiyi olmasına rağmen takdirname alamadı![61]
xii) Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu (YURTKUR), ülke genelindeki karma öğrenci yurtlarının tamamen kız ve tamamen erkek yurduna dönüştürülmesi için düğmeye bastı. Kurumdan tüm bölge müdürlüklerine gönderilen ve “Yurt kapasite düzenlemeleri” konulu talimatta, karma öğrenci yurtları, erkek yurdu ve kız yurdu olarak yeniden düzenlendi![62]
xiii) YURTKUR, Kırklareli’nde kız ve erkek öğrencilerin yemekhanelerini bile ayırdı![63]
xiv) İstanbul Esenler’deki Akşemsettin İmam Hatip Lisesi’nde karma eğitim kaldırılarak, erkek ve kız öğrencilerin ayrı saatlerde eğitim gördüğü uygulamaya geçildi. Eğitim döneminin başından itibaren erkek öğrenciler sabahçı, kız öğrenciler ise öğlenci olarak eğitim görüyor![64]
- xv) Afyon’da Oruçoğlu İlkokulu’nda 2 sınıf boşaltılarak kadın ve erkekler için ayrı ayrı mescit yapıldı. Üstelik okul camiye 50 metre uzaklıkta![65]
xvi) Acıbadem’deki Ahmet Sani Gezici Lisesi’nin de imam hatibe dönüştürülmesiyle[66] Acıbadem’de öğrencilerin gidebileceği “normal” lise kalmadı![67]
xvii) MEB özel ilkokul, ortaokul ve liselerde ibadethane kurma zorunluluğu getirdi![68]
xviii) MEB’den Kur’an, Peygamber’in yaşamı ve temel dini bilgilerden sonra müfredata yeni ders: Osmanlı Türkçesi![69]
xix) Tüm liselere mescit açılmasının önünü açan Milli Eğitim Bakanlığı’nın önüne din kültürü ve ahlâk bilgisi öğretmenlerinden yeni bir teklif geldi. Düzce Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersi zümre başkanları, bakanlık desteği ve Diyanet İşleri Başkanlığı işbirliği ile okullarında “din laboratuvarı” açılmasını istedi. Din öğretmenleri din laboratuvarının din öğretimi için sadece imam hatip liseler için değil, düz liseler için de bir “ihtiyaç” olduğunu dile getirdi![70]
- xx) Sinop’ta Müftülüğün talebi, Valiliğin oluruyla altı okula Kur’an kursu açıldı. Açılan kurslar için okulların kütüphane ve laboratuvarları bile dersliğe çevrildi![71]
xxi) MEB, “vatandaşların ilgisinin arttığı ancak kapasitenin talepleri karşılayamadığı” gerekçesi ile yeni imam hatip liseleri açıyor. 26 ilde açılan 29 imam hatip lisesinin 16’sı kızlara eğitim verecek![72]
xxii) 8 bin lise, 10 bin Kur’an kursu var![73]
xxiii) Mardin Artuklu Üniversitesi’nde bir grup akademisyen, Rektör Serdar Bedii Omay ve yönetimi, “İslâmi kesimle mesafeli durmak” ile suçlayan bir rapor hazırlayarak YÖK[74] ve bazı üst düzey devlet yöneticilerine gönderdi![75]
xxiv) Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde mescit sayısı 53 oldu. Mevcut camiye ek iki cami inşaatının daha devam ettiği üniversitede, ibadethane kapasitesi 15 bini aşacak![76]
xxv) Dünya üniversiteleri ortak bir bildiri yayımlayarak, “Evrim Teorisi”nin varlığını kabul ederken, Marmara Üniversitesi’nde yaratılışı savunan evrim karşıtları tek taraflı bir sempozyum düzenledi![77]
xxvi) İstanbul’da felsefe dersine soruşturma açıldı. İstanbul Ataşehir Nuri Cıngıllıoğlu Lisesi’nde felsefe öğretmeni ve Eğitim Sen işyeri temsilcisi Adnan Marangoz hakkında, “çocuklarımıza tevhit inancımıza aykırı bilgiler vermek ve ateizm gibi konulardan bahsederek çocuklarımızın kafasını bulandırmak” suçlamasına dayanılarak soruşturma başlatıldı![78]
xxvii) İzmir Güzelyalı İlköğretim Okulu’ndaki Türkçe öğretmenleri hakkında, Muallim Naci’nin “Ömer’in Çocukluğu”, “Çılgın Babam” ile Bilgin Adalı’nın “Çatalhöyük Öyküleri-1 Dünyamızın İlk Şafağı” kitaplarını okutarak “Türk örf ve âdetlerine uygun olmayan” bilgileri çocuklara öğrettiği gerekçesiyle soruşturma açıldı![79]
PİYASACI EĞİTİM(SİZLİK)
Murat Çetin’in, “Parasız üniversite adaletsizliği daha da arttırır”;[80] Haşmet Babaoğlu’nun, “Eğitimin kafası özelleştirilmeli!”[81] zırvalarına sarıldığı coğrafyamızda iş bu kadarla sınırlı değil; eğitim ile akademinin bir de piyasalaştırılması söz konusudur!
Gündüz Vassaf’ın hepimize bir kez daha anımsattığı üzere, “Üniversite ticarethane değildir!”
Eğer “Üniversite paralı olur,” derseniz, toplumsal bilginin hem kendisinin hem de yenilenerek tekrar toplumla buluşma sürecinin “Parayla satılmasını” savunuyor pozisyonuna düşersiniz. Bilim alınır satılır bir meta olarak düşünüldüğü zaman akademiye gereksinme yoktur.
Elbette bunu, “Üniversite-Sanayi İşbirliği” kisvesiyle savunanlar da yok değil![82]
Ali Akay’ın, “Üniversitelerde yaşanan, bir kriz olmaktan çok daha fazla bir sistem değişikliğidir. Bir yanda eğitimin piyasaya yöneltilmesi, diğer yanda eleştirel düşüncenin kısıtlanıp ılımlı toplum yaratılmasıdır,” diye betimlediği piyasacı hâli Raşit Tükel de şöyle özetler:
“Neo-liberal modellere göre üniversiteler yeniden yapılandırılırken şu unsurlar öne çıkmaktadır: Devletin üniversiteleri finanse etme olanaklarının azaltılması, üniversitelerin finansman olanaklarını, kendi sponsorlarını kendilerinin bulmaları, araştırma-geliştirmelerin sermayenin istekleri doğrultusunda yapılması. Küreselleşmenin yükseköğretime etkileri; bütçe kısıntıları, tekno-bilime öncelik verilmesi, çok uluslu şirketlerle ilişkilerin geliştirilmesi, fikri mülkiyete odaklanma olarak görülüyor.
Böylelikle üniversiteler sadece şirket gibi yönetilmiyor, aynı zamanda şirketlerle yakın bir çalışmaya itiliyorlar. Sermaye tarafından doğrudan kullanılabilecek ve onun yararına olan araştırmalar, üniversiteler tarafından yapılmaya başlanıyor. Üniversiteler ve özel şirketler arasındaki ortaklık, güçlü bir şekilde destekleniyor. Bu ortaklıklar, üniversitelerin şirketlerle araştırma sözleşmeleri yapmaları, onlara danışmanlık hizmeti vermeleri, birlikte projeler tasarlamaları gibi çeşitli biçimlerde olabilmektedir.
Üniversite araştırmaları hükümet ve sanayinin talepleri doğrultusunda yönlendirilmeye başlanıyor. Üniversite eğitimi, piyasa ekonomisinin gereklerine koşut olarak işgücü piyasası taleplerine açık hâle geliyor.”[83]
Evet böylelikle de, “Artık üniversitede düşünmeye, eleştirmeye, sosyal bilimlerde araştırma yapmaya, toplumu yapısal olarak sorgulamaya, yöneticileri sorularla rahatsız etmeye paydos. Onun yerine üretilmiş bilgiyi ezberletmek hedefiniz olmalı. Hangi üretilmiş bilgiyi? Ticari değeri olan bilgiyi…”[84]
Ancak üniversiteyi, sermayeye eklemleyenlerin unuttuğu: Üniversiteyi üniversite olmaktan çıkarttıkları… Bunun yanıtının da London School of Economics öğrencileri gibi isyandır![85]
GELECEKSİZLEŞTİRİLEN GENÇLİK
İyi de bu tabloda “Gençlerimiz ne durumda” mı? Hızla yanıtlayalım!
Türkiye’de gençlerin yüzde 83.9’u 2013 yılında gelecekten umutlu iken bu oran 2014’te yüzde 78’e düştü.[86]
Gelecekten umutlu olan gençlerin oranı da, mutlu gençlerin oranı da düşüşte! Her 100 genç erkeğin 19.3’ü 2011’de ümitsiz iken 2015’de ümitsizlerin oranı 20.3 oldu.[87]
Söz hakları olmayan gençlik, 16-17 yaşında evleniyor, liseye devam oranı yüzde 76, yüzde 33’ü yoksulluk yaşıyor, eşitsizliklerle karşı karşıya.[88]
Gençler hayatlarının baharındalar ancak geleceğe ilişkin beklentileri neredeyse yok… Kiminin elinde bir diploma, kiminde o bile yok!
Diplomasızlar genelde vasıfsız işçi. Torpilli iş bulabilen bir yere kapağı atıyor, kalanı, daha doğrusu büyük çoğunluğu taşeron… Diplomalıların işi de kolay değil. Çünkü çoğu diploma sadece çerçevelik, içi boş… Başvurduğu işveren bir iki sorudan sonra anlıyor, aslında hiçbir şey öğrenmemiş olduğunu, kibarca kapıyı gösteriyor.
Beriki “ben üniversite mezunuyum” deyip, karşısına çıkan diğer işleri beğenmiyor, “mühendis adam, teknisyen mi olur?” diyerek… Ya da üç kuruş ücrete tam bir kölelik ve sömürü çarkı içine kaptırıyor kendini…
Türkiye’nin gençliğinden bahsediyorum… 77 milyon Türkiye nüfusunun yüzde 16.6’sını oluşturan 13 milyona yakın bir kitleden… 2014 TÜİK verilerine göre bu gençlerin yüzde 17.9’u işsiz. Tabii bunlar resmi rakamlar. Eğitimli genç işsiz oranı ise yüzde 30’lara ulaşmış durumda.[89]
Türkiye’de 15-24 yaş arası gençlerin yüzde 18.7’si işsiz iken yükseköğretim mezunu olan gençlerde bu oran yüzde 29.3’e çıkıyor. Yani üniversite okuyan gençlerin üçte biri işsizlikle boğuşuyor. Lise mezunu gençlerin ise 5’te 1’i işsiz.
Genç işsizlik oranı 2013 verilerine göre erkeklerde yüzde 17, kadınlarda yüzde 21.9. Yükseköğretim mezunu gençler dikkate alındığında genç erkeklerde işsizlik oranı yüzde 23.4’e çıkarken genç kadınlarda işsizlik yüzde 34.4’e ulaşıyor.[90]
Ve nihayet Gazi Üniversitesi’nden Işıl Kurnaz’ın analizine göre; Mart 2014 itibariyle Türkiye işgücü piyasasında 15 – 64 yaş grubunda üniversite eğitimini tamamlamış olan kişiler açısından aşırı eğitimlilik oranı yüzde 31.8. Yani, Türkiye’de istihdam edilen her 10 mezundan 3’ü yaptığı işin gerektirdiğinden daha yüksek eğitime sahip![91]
Bunlara eklenmesi gereken, öğrenci gençlik ve akademi üzerinde yoğunlaş(tırıl)arak yaygınlaş(tırıl)an terörist baskılardır!
İşte öğrenci gençliğe yönelik uygulamalar!
- i) YÖK’ün hazırladığı yeni yasaya, 12 Eylül darbe döneminin disiplin yönetmeliğindeki hüküm de eklendi. “Yükseköğretimin demokratikleştirilmesi” gerekçesiyle yasa taslağı hazırlayan YÖK, disiplin suçları arasına “yükseköğretim kurumlarında alkollü içki içmek” hükmünün yanı sıra “yükseköğretim kurumlarına sarhoş gelmeyi” de ekledi![92]
- ii) Gezi ayaklanmasının ardından üniversitelerdeki baskılar arttı. Eğitim Dayanışması’nın verdiği bilgiye göre, 2000 yılında tüm üniversitelerde açılan soruşturma sayısı 2601 iken, 2010 yılında bu sayı 6001’e yükseldi, 2011’de ise 5871 oldu![93]
iii) ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar, üniversitede 4 yılda 270 öğrenci hakkında soruşturma başlatıldığını söyleyip, şu bilgileri verdi: “ODTÜ 25- 26 bin öğrencinin öğretim gördüğü bir yer ve bu öğrencilerin aynı politik görüşte olmadığı çok açık ortada. 4 yılda 260- 270 öğrenci hakkında çizgiyi aştığı için soruşturma başlattık ve bir kısmı disiplin cezası aldı![94]
- iv) 12 yılda 49 bin öğrenciye soruşturma Üniversiteliler hakkında 2000 yılından bu yana toplam 48 bin 268 disiplin soruşturması açıldı. Öğrencilerden 34 bin 818’ine çeşitli disiplin cezaları verilirken 598’i süresiz olmak üzere 12 bin 939 öğrenci okuldan uzaklaştırıldı![95]
- v) Ankara’daki özel bir yükseköğrenim öğrenci yurdunun müdürü, arkadaşlarıyla ateizm ve tanrı inancına ilişkin sohbet ettiği için yurt görevlileri tarafından şikâyet edilen Hacettepe Üniversitesi öğrencisi Enes N. hakkında “yurt düzenini bozduğu” gerekçesiyle tutanak tuttu. Yurt müdürü Enes’e, “Ben sana Ateizm propagandası yapmayacaksın dememiş miydim? Bölücülük yaptığın için tutanak düzenleyip seni yurttan atmadığıma dua et,” dedi![96]
- vi) Muğla’da 12 Mayıs 2010 tarihinde çıkan olaylarda Şerzan Kurt’u öldürdüğü mahkeme kararıyla tespit edilen ve 8 yıl hapis cezasına çarptırıldıktan sonra serbest bırakılan polis memuru Gültekin Şahin’in artık Şerzan’ın gezemediği üniversite kampusunda tekrar gezmeye başlamasını protesto etmek suç oldu! Polisin hâlâ kampusta dolaşmasını ve öğrenciler üzerindeki baskıları protesto etmek için 17 Ekim 2012’de öğrencilerin kampusta yaptığı yürüyüş ve basın açıklamasının “izinsiz” yapıldığını gerekçe gösteren Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Rektörlüğü, 75 öğrenciye soruşturma açtı![97]
vii) Trakya Üniversitesi’nde afiş astığı, bildiri dağıttığı, stant açtığı, kızlı-erkekli kitap okuma ve fotoğraf çektirme etkinliği düzenlediği için 60’a yakın öğrenci hakkında soruşturma açıldı![98]
viii) İstanbul Teknik Üniversitesi’nde bazı öğrenciler hakkında rektörün fotoğrafıyla dart oynadıkları gerekçesiyle soruşturma başlatıldı![99]
- ix) Mersin Üniversitesi’nde 3 Mayıs Türkçülük Günü’nü kutlamak isteyen ülkücü öğrencilerle solcu öğrenciler arasında gerginlik çıkmıştı. Mersin Cumhuriyet Başsavcılığı, 2012 yılı mayıs ayında Mersin Üniversitesi’nde yaşanan ve 5 öğrencinin yaralandığı olaylara karıştığı iddia edilen 108 öğrenci hakkında dava açtı. Şüphelilerin tamamının eğitim-öğretimi engellemek ve gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefet suçlamasıyla yargılanmasını isteyen savcılık, 19 öğrencinin ayrıca kasten adam yaralama suçlamasıyla yargılanmasını istedi![100]
- x) Daha önce bildiri dağıtmak ve akıllı kart uygulamasını protesto etmek gerekçesiyle iki kez Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi’nden (MKÜ) atılan Mühendislik Fakültesi son sınıf öğrencisi Mithatcan Türetken ile 2. sınıf öğrencisi Haydar Eren Öztürk bu kez de akıllı kartla yemek alımına iki kat para ödenmesini yemekhaneye yer sofrası kurarak protesto ettikleri için okuldan atıldı. Bir öğrenciye ise uzaklaştırma verildi. MKÜ’de daha önce poşu taktığı için bir arkadaşlarının dövülmesini, akıllı kart uygulamasını ve Uludere katliamını protesto eden 9 öğrenci okuldan atılmış, 100’ün üzerinde öğrenciye bir ayla iki yıl arasında değişen uzaklaştırma cezaları verilmişti![101]
- xi) Hacettepe Üniversitesi Beytepe Yerleşkesi’nde 18 Mart 2013’de Şehitler Haftası’nda çıkan olaylar nedeniyle 96 öğrenci hakkında soruşturma açıldı. Öğrencilerden Türk Dili ve Edebiyatı 4. sınıf öğrencisi İlker Gündoğdu, “Rektörlük taraf oldu, bizi hedef gösterdi. Rektör olayları yatıştırmak yerine terör estiriyor,” dedi![102]
xii) Marmara Üniversitesi yönetimi tarafından okulun Bilim ve Felsefe Kulübüne üye olan bir öğrenciye karşıt görüşlü öğrencileri bakışlarıyla tahrik ettiği gerekçesiyle soruşturma açıldı. Üniversitenin kayıtlı öğrencisi Erce Tilav’a gönderilen tutanaktaki bilgiye göre soruşturmanın nedeni okulda bulunduğu sırada karşıt görüşlü öğrencilere tahrik edici biçimde bakması![103]
xiii) Sivas’ta öldürülen şair Metin Altıok’un kızı Zeynep Altıok Akatlı, katliamın yıldönümünde kaleme aldığı ‘Sizin Hiç Babanız Yandı mı?’ başlıklı yazı nedeniyle, kurumsal iletişim biriminde yönetici olarak çalıştığı Doğuş Üniversitesi’nce işten atıldığının altını çizip, kararı “kurumun boyun eğmişliği ve mecbur kalmışlığı” olarak yorumladı![104]
xiv) KTÜ’de öğrencilerin en temel demokratik taleplerini dahi şiddetle bastırmasıyla tanınan üniversitenin özel güvenlik birimleri bu sefer de öğrencilerden şikâyetçi oldu![105]
İşte akademiye yönelik uygulamalar!
- xv) Türkiye’deki çeşitli üniversitelerden 389 öğretim elemanı, YÖK ve hükümetin üniversitelere yönelik uygulamalarını protesto ederek, “Tasfiyelere, Baskılara ve Hukuksuzluklara Karşı Akademik Özgürlük İçin Mücadeleye Çağrı” başlıklı manifesto yayınladı![106]
xvi) Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Seydi Çelik’in, öğrencilerine Karl Marx ve Friedrich Engels’in ‘Komünist Manifesto’ adlı eseriyle ilgili ödev verdiği itibarıyla ifadesi alındı![107]
xvii) Üniversitedeki yolsuzlukları ihbar ettiği için hakkında 9 ayrı soruşturma açılan eski Yozgat Bozok Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Hasan Acar’ın profesörlük unvanı geri alındı. Acar’ın üniversiteyle ilişiği de kesildi![108]
xviii) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi araştırma görevlileri Barkın Asal ve Mehmet Cemil Ozansü hakkında “Yeni YÖK” kanununu protesto etmek için toplanan öğrencilerin düzenlediği toplantıda konuşma yaptıkları gerekçesiyle Rektörlük tarafından disiplin soruşturması açılmasının ardından, bu kez toplantıya katılan 38 öğrenci hakkında soruşturma açıldı. Gerekçe ise “Yeni YÖK tasarısını protesto etmek amacı ile izinsiz toplanarak konuşmak ve yürüyüş yapmak” olarak gösterildi![109]
xix) İstanbul Aydın Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunduğu için yeni öğretim yılında derslerden el çektirildi… İstanbul Aydın Üniversitesi ise bu nedenle Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz hakkında disiplin soruşturması başlattı. Üniversitenin başlattığı soruşturmanın ardından yeni eğitim ve öğretim yılı için Prof. Dr. Ökçesiz’e ders görevlendirilmesi yapılmadı![110]
- xx) Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde bölüm ve üniversitenin işleyişini eleştirdiği için “kademe ilerleme cezası” verilen Doç. Dr. Çetin Balanuye’nin ardından benzer gerekçelerle Doç. Dr. Şahin Özçınar’a da maaştan kesme cezası verildi. Doç. Dr. Şahin Özçınar bölüm hakkında eleştiri ve temennilerde bulunduğu için önce soruşturmaya maruz kaldı ardından da “maaş kesim” cezası aldı![111]
xxi) Mersin Toros Üniversitesi’nde 25 Haziran 2014’de 10 öğretim görevlisiyle birlikte işten atılan Yrd. Doç. Rana Gürbüz, işten çıkarılmasının ardından İİBF Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Süleyman Türkel’in yanına gitti. Gürbüz, bu görüşmede Türkel’in kendisine “Onursuz o..u defol” dediğini belirtti![112]
Evet tablo budur!
Ve özetle kapitalizmin “kullan-at kültür(süzlüğ)ü dünyası”ndaki gençlik, devasa bir geleceksizlikle yüz yüzeyken; günümüzde alternatif eğitim ve akademinin görevi insanı yeniden kazanmak ve tarihin sahnesine çıkartmak için elinden geleni ardına koymamaktır.
Evet günümüzde alternatif eğitim ve akademinin çok önemli bir görevi vardır:
İnsan(lık)ı metalaşmaktan kurtarmak ve yeniden kazanmak…
Kendimizi yönetmeyi yeniden öğrenmek…
Tüketim kültürünün yönlendirdiği “sen, sahip olduğun şeysin” yanılsamasından kurtulmak…
Kişiliğimizi satın aldığımız nesnelere teslim etmekten ve yaşamımızı uluslararası şirketlerin tüketim saldırısından kurtarmak…
Ekran fetişizmini anlamak ve onu kullandığımız bir araç ile küreselleşmeyi paranın ve metaların değil, emeğin ve insanın küreselleşmesi yapmak…
Çılgınca rekabetin yerine insanca dayanışmayı koyarak; dünyayı yağmalanacak topraklar olarak görmekten vazgeçip, onunla yaşadığımızı bilerek, doğaya saygı göstererek; doğaya egemen olmanın yerine, doğanın bir parçası olduğumuzu bilerek yaşamak…
Yaşam değerlerini, sahip olunan metalarla değil, sahip olunan insan değerleriyle tanımlamak…
Kaybedilen dürüstlüğün, sorumluluğun, dayanışmanın, barışın, başkasını anlamanın, birlikte yaşamayı öğrenmenin asıl değerler olduğunu bilmek…
İnsanın yaşamını doğaüstü güçlere teslim etmeden, kendi aklı ve iradesi ile yaşamanın gücünü anlamak ve anlatmak…
İnsanlar olarak, birbirimize hükmetmek yerine, birbirimize saygı duyarak, çoğulculuk içinde birlik perspektifiyle yaşamayı öğrenmek…
İnsanı metalaştıran, onu da alınır satılır kılan, bunu da küreselleşme olarak sunan yanılsamaya teslim olmamak…
İnsanı yeniden kazanan, evrensel değerlere sahip çıkan, insan aklı ve iradesini yaşamın ortak değeri yapan anlayışı paylaşmak…[113]
Kolay mı? Sokrates’in dediği gibi, “Sorgulanmayan hayat, hayat değil”ken; alternatif eğitim ve akademinin görevi bunları toplumsallaştırarak, dünyayı değiştirme eyleminin önünü açmaktır…
BİLİMİN SORUMLULUĞU
Francis Bacon’un, “Bilgi güçtür”; W. Goethe’nin, “İnanç başlangıç değil, bütün bilgilerin sonudur,” vurguları eşliğinde bilimin sorumluluğu deyince:
Epikuros’un, “Bilginin amacı; insanı bilgisizlik ve boş inançlardan tanrı ve ölüm korkusundan kurtarmaktır. Bu olmadan mutlu olmaya imkân yoktur”…
John Desmond Bernal’in, “Bilimin görüşlerinin kabul edilmesi, insanlığın mevcut durumunun üstü örtülü bir eleştirisini de beraberinde getirir ve onun ilerlemesinin yolunu açar”…
Ralph Waldo Emerson’un, “İnsan merak etmeye bayılır; bilim dediğimiz şeyin özü budur”…
Adam Smith’in, “Bilim, heves ve boş inanç zehrinin büyük panzehiridir”…
François Rabelais’nin, “Vicdansız bilim, ruhun yıkımından başka bir şey değildir”…
Miguel de Unamuno’nun, “Bilimlerin en zoru, kendini bilmektir”…
Yunus Emre’nin, “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır”…
Neil de Grasse Tyson’un, “Bilim, bilgi ile cehalet arasındaki cephede çalışır. Bilmediğimiz şeyler olduğunu kabul etmekten korkmayız. Bunda utanılacak bir şey yok. Utanılması gereken, tüm cevaplara sahipmişiz gibi davranmaktır”…
Nicolas Boileau’nun, “Nezanîn, wekî ji xuyîna dizanebûnê hê baştir e/ Bilmemek, biliyor gibi görünmekten çok daha iyidir”…
Isaac Asimov’un, “Bilim dünyasında duyulabilecek en heyecan verici söz, yeni bir buluşu müjdeleyen söz, ‘Eureka!/ Buldum!’ değildir, ‘Aa, ne tuhaf!’tır,” saptamaları eşliğinde Bertolt Brecht’in 1955/1956 yıllarında kaleme aldığı üçüncü ‘Galilei’nin Yaşamı’ metninin 14. sahnesindeki şu uyarıları asla unutulup/ unutturulmamalıdır:
“Bilimin sürdürülmesi, bana özel bir yürekliliği gerektirir gibi gözüküyor. Bilim, kuşku aracılığı ile kazanılan bilgiyi işler. Her şey konusunda herkese bilgi sağlayarak, herkesi kuşkucu yapmayı sağlar. Oysa halkın büyük bir bölümü hükümdarlar, büyük toprak sahipleri ve din insanları tarafından batıl inançlarla ve eskimiş sözlerle örülmüş bir sis perdesine sarılıyor; perdenin amacı bu kişilerin türlü dolaplarını gözden saklamak. Çoğunluğun yoksulluğu sıradağlar kadar eski ve bütün kürsülerden bu yoksulluğun sıradağlar kadar yıkılmaz olduğu ilan ediliyor (…).
Kitleyi dışlamamız, buna rağmen yine de bilim insanı olarak kalabilmemiz, mümkün müdür? Gökteki cisimlerin hareketleri çok daha saydamlaştı; ama halklar, kendilerini yönetenlerin davranışlarını hâlâ kestiremiyorlar. Gökyüzünün ölçülebilirliğini sağlama uğruna yürütülen kavga, kuşkunun aracılığı ile kazanıldı; oysa Romalı ev kadını, süt uğruna atıldığı kavgayı inanç yüzünden hep yitirmek zorunda (…), bilim, bu iki kavgayla da ilgilidir (…).
Sizler ne için çalışmaktasınız? Bana göre bilimin tek amacı, insan yaşamının güçlüğünü hafifletmektir. Eğer iktidar sahiplerince sindirilen bilim insanları, bilgiyi yalnız bilgi uğruna toplamakla yetinirlerse, o zaman bilim kötürüm olabilir ve bulacağınız yeni makineler yeni boyunduruklar anlamına gelebilir. Zamanla bulunabilecek her şeyi bulabilirsiniz, ama ilerleyişiniz, sizi insanlıktan uzaklaştırmaktan başka bir sonuç vermeyecektir.”[114]
Ancak İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Altan Onat’ın, “Bilimdeki tıkanmaya”[115] dikkat çektiği coğrafyamızda, “MEB Bilim yerine değer yargısı”nı[116] ikameye kalkışırken; her şey Özgür Mumcu’nun, “AKP’nin dindar nesil hayalini gerçekleştirmek için attığı adımlardan biri daha somutlaşıyor. Milli Eğitim Bakanlığı, Hizmet Vakfı adında dini bir vakıfla bir protokol yapmış. Bütün eğitim kurumlarında bir ‘değerler eğitimi’ semineri yapılacakmış. Bu eğitime ilişkin bir kitapçık valiliklere gönderilmiş. Kitapçığa bakılırsa değerden anlaşılan salt dine dayanan bazı öğütler. Daha doğrusu Hizmet Vakfı ile Milli Eğitim Bakanlığı’ndaki bazı bürokratların kendi din anlayışlarına uygun gördükleri. ‘Değerler eğitimi’ kisvesiyle iktidarın kafasındaki din anlayışına göre öğrenciler şekillendirilmeye çalışılacak,”[117] satırlarındaki üzeredir.
Ancak bu da elbet aşılacaktır!
SAVAŞ VE BARIŞ
Buraya kadar ifade ettiklerimizden çıkarılması gereken ilk ve en esaslı sonuç otoriter, tekçi, ataerkil, dogmatik Türk(iye) eğitim(sizliğ)inin/ akademyasının barıştan yana olamayacağının; onu var eden neo-liberal zeminli resmî ideolojisinin savaş, yıkım ve kıyımdan yana olduğudur.
Görmezden gelemezsiniz: “Savaşlarda faturayı halklar öder”ken;[118] “Kapitalizm bir savaş ekonomisidir.”[119] “Sermaye barışçıl olamaz”![120]
Resmi ideolojinin, sermayenin, dinsel dogmaların mekânlarından barış çıkmaz; oralar savaş ocaklarıdır; Bertolt Brecht’in işaret ettiği gibi, “Vatan millet hep palavra/ savaşlar da bahane/ bu düzende tek kural var/ artmalı hep sermaye…/ kapıların arkasında/ bölüşürler pazarı/ çıkarları çatışınca/ başlatırlar savaşı”!
O hâlde muhtaç olduğumuz toplumsal adaleti yani ezilenlerin barışını, kendimiz, mücadelemizle kazanabiliriz!
Çünkü, toplumsal adaletin eseri olabilen barış için Emiliano Zapata’nın, “Halka adalet yoksa, hükümete barış olmasın”…
- İ. Lenin’in, “Gerçekte demokratik barış için çalışanlar; pasifizmin genel, hiçbir şey ifade etmeyen, hiçbir şeyle yükümlendirmeyen, masum dileklerini tekrar edenler değil, gerek bu savaşın gerekse de onu hazırlayan emperyalist barışın emperyalist karakterini teşhir eden ve halkları zorba hükümetlere karşı devrime çağıranlardır”…
“Sürekli ve demokratik barış isteyen herkes, hükümetler ile burjuvaziye karşı, bir iç savaştan yana olmak zorundadır”…
“Kapitalist sömürü ve cinayet dünyasının karşısına, proleter barış ve halkların birliği dünyasının çıkartınız”…
“Biz sınıflar ortadan kalkıp komünizm kurulmadıkça savaşların ortadan kalkmayacağını biliyoruz”…[121]
Che Guevara’nın, “Barışı bize çok pahalıya ödetmeyi amaçlıyorlar. Cevabımız, hiçbir bedelin onurumuzdan daha yüksek olamayacağıdır”…
Murat Çakır’ın, “Bedelsiz barış olamayacağını anımsayın… görevinizi yapın yeter”…[122]
Ömer Ağın’ın, “Barış, eşitlik için verilen devrimci savaşımın diğer adıdır”… [123]
Özgür Müftüoğlu’nun, “Kalıcı bir barışın kazanılmasının yolu, savaşın gerçek nedenlerinin topluma anlatılması ve savaşın nedenlerinin ortadan kaldırılması için topyekûn bir mücadeleye girişilmesine bağlıdır”…
Doğan Göçmen’in, “Barış ve özgürlük amacı birbirini tamamlayan ve muhakkak birleşmesi gereken iki erektir”…[124]
Bertolt Brecht’in, “Sizsiniz uluslar, kaderi dünyanın./ Bilin kuvvetinizi./ Bir tabiat kanunu değildir savaş/ Barış ise bir armağan gibi/ verilemez insana:/ Savaşa karşı barış için/ katillerin önüne dikilmek gerek,/ ‘Hayır yaşayacağız!’ demek./ İndirin yumruğunuzu suratlarına!/ Böylece mümkün olacak savaşı önlemek”…
Khaled Hosseini’nin, “Savaş onuru ortadan kaldırmaz. Tam tersine, barış zamanından çok daha fazla onur gerektirir,”[125] uyarılarını asla göz ardı edilmemesi gerek bu bir!
İkincisi: “Si malarum causa bellum est, erit emendacio pax/ Savaş bütün kötülüklerin sebebiyse, barış da kurtarıcı olur” genellemeleri yerine, “Barışın tanımını yaparken ‘pozitif barış’ ve ‘negatif barış’ arasındaki ayrımı belirlemek önemlidir.”[126]
Nihayet üçüncüsü: İç savaş potansiyeli taşıyan coğrafyamızdaki kirli savaşın ulaştığı boyutlar, halkların barış ve eşitlik için direnme hakkına meşruiyet kazandırmıştır.
Siyasal literatürde direnme hakkı, haksızlığa, insan onurunun ayaklar altına alınmasına, güçsüzün ezilmesine, farklının ötekileştirilmesine, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına veya ortadan kaldırılmasına karşı durmaktır. İnsanlık tarihi kadar eski olan direnme hakkı, siyasal ve toplumsal mücadeleler sonucu kazanılan, evrensel hukuk normlarında ve doktrinlerde yerini bulan demokratik bir haktır. Seçimle gelmiş olsa bile bir iktidar istibdat devri başlatarak insan hak ve özgürlüklerine dokunur ve onları sınırlamaya kalkışırsa totalitarizme yöneliyor demektir.
Direnme hakkını içeren ilk metin 1776’da yayınlanan Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’dir. Bildirge’de “Eğer bir yönetim, bu kuruluş amacını yıkıcı bir yön tutacak olursa, halk onu değiştirmek ve devirmek hakkına sahiptir” hükmü yer almıştır. 1789’da Fransız Devrimi ile bağlantılı olarak ilan edilen İnsan ve Vatandaş Hakları Bildirgesi’nde, “Her siyasal topluluğun amacı, insanın tabii ve zamanaşımıyla kaybolmaz haklarının korunmasıdır. Bu haklar, hürriyet, güvenlik ve zulme karşı direnmedir. (…) Hükümet, halkın haklarını çiğnediği zaman, isyan etmek, halkın her sınıfı için hakların en kutsalı ve ödevlerin en gereklisidir” denilmiştir.
O hâlde toplumsal adalet yani barış için savaşa ve zulme karşı direnmek/ isyan etmek bir hak ve ödevdir!
Ve unutulmamalıdır ki, barış isyanın değil, savaşın karşıtıdır!
27 Ekim 2015 13:51:34, Ankara.
N O T L A R
[1] 28 Ekim 2015 tarihinde İzmir Kültürpark Fuar Alanı Gençlik Tiyatrosu’nda “Sarayın Savaşına Karşı Gençlik Kol Kola” başlıklı panelde yapılan konuşma… Kaldıraç’ın 4 Kasım 2015 tarihinde ODTÜ’de düzenlediği etkinlikte yapılan konuşma…
[2] Chris Cleave, Küçük Arı, Çev: Nalan Işık Çeper, Pegasus Yay., 2009.
[3] Siz bakmayın ‘Menzil’ci -“Mercedes’ini satan rektör” olarak anılan(!)- Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat Tuncer’in, Ankara’da bir ‘Hyde Park’ oluşturup, üniversite kampüsüne “serbest kürsü” yaparak, “Burada ağzı olan konuşacak. İzin de olmayacak, engellemede de. İsteyen öğrenci, istediği fikri kürsüde dile getirecek,” (Ömer Şahin, “Hacettepe’de Bir ‘Hyde Park’…”, Radikal, 10 Haziran 2012, s.19.) demesine! Bir de Hacettepe öğrencilerine sorun bakalım…
[4] Emre Kongar, “Üniversitede Kuzuların Sessizliği”, Cumhuriyet, 22 Ağustos 2014, s.2.
[5] Edward Said, Entelektüel, çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 2004, s.104.
[6] Taş atınca Edward Said’in, Columbia Üniversitesi’ndeki öğretim üyeliğine son verilmesini isteyenler oldu. Özellikle Amerikan üniversitelerinde çok güçlü olan Yahudi lobisi üniversitenin mütevelli heyeti üzerine çok baskı yaptı. Öğrenciler ise büyük bir çoğunlukla Edward Said’i desteklediler. Bunun üzerine Rektör Jonathan R. Cole, akademik özgürlük çerçevesinde Said’i savunan yazısında şöyle diyordu: “… Akademik özgürlükten kasıt, bütün öğretim görevlilerinin, sınıflarında konularını tartışırken özgür olmalarıdır; bu özgürlük, araştırma ve bu araştırmaların sonuçlarını yayımlama özgürlüğünü de içerir. (…) Öğretim görevlileri fikirlerini ifade etmelerinden veya özel ya da kamusal alanda kurdukları ilişkilerden dolayı üniversite tarafından cezalandırılmaz… Kısacası, üniversite, bir görevlisinin fikirlerini açıklamasına veya davranışlarına karşı, bunlar yargının alanına girse bile müdahale etmeyebilir. Karşılığı, hâl ve şartlar belirler. (…) Bir üniversite için, bireyin siyaseten baskın bir ideolojinin titreten-felç edici etkisinden korkmaksızın, görüşünü ifade etmekte kendisini özgür hissetmesinin güvence altında olmasından daha temel bir ikinci şey yoktur. (…) Fikirler, sınıf içinde veya dışında kamusal ifade buldukça anlam taşır; bazı fikirler bize çirkin gelebilir, ‘doğruluk’ mefhumumuza aykırı düşebilir, yargılarımıza veya kabullerimize meydan okuyabilir, ama ne olursa olsun akademik düzenimizin temel yapısını tehdit etmedikçe güvence altında olmaları gerekir. (…) Bu nedenle, Said’in etrafında süregiden son tartışma da bizi rahatsız etmemelidir; yeter ki tartışma özgür fikir alışverişine zincir vurma veya Profesör Said’e yaptırım uygulama çanlarını içerir hâle gelmesin. Hepimizi ve akademik özgürlüğü tehdit eden işte tam da Said’in ifade özgürlüğünü ya da eleştirilerini sınırlama düşüncesinin kendisidir. Öğretim üyelerimizin görüşlerine yönelik bu tür kısıtlamaların, bu üniversitenin saygın bir özelliği açısından uzun süreli olumsuz etkileri olabilir: Bu özellik, çoğunluğun kabul edilemez görebileceği fikirlere karşı hoşgörü göstermektir. (…) Columbia’da öğretim üyeleri ile öğrenciler için farklı farklı belirlenmiş davranış kuralları vardır. Ne var ki, ifade özgürlüğünü içeren akademik özgürlük söz konusu olduğunda, bir öğrenciye sunulanla Said’e sunulan güvenceler açısından bir fark yoktur. Nasıl Said meselesinde ifade ve eylem özgürlüğünü savunuyorsam, öğrencilerin haklarını da aynı şekilde savunurum. Ve Said hakkında üniversitenin uygulayacağı herhangi bir yaptırım olduğuna inanmadığımı da ifade etmek isterim. Öğrenciler ve öğretim görevlileri benim de pek doğru bulmayabileceğim şeyler yapabilirler, ancak üniversitenin otoritesini asla bir dizi fikri, o sıra yönetsel pozisyonları işgal edenlerin fikirlerine uymaya zorlamak yönünde kullanmam… [John Stuart Mill’e göre,] “Eğer tüm insanlığın, farklı düşünen tek bir kişiyi susturmasını haklı buluyorsanız, gün gelip o tek kişinin iktidarı ele geçirdiğinde tüm insanlığı susturmasına karşı çıkmaya da hakkınız olmaz…” (“On Liberty”, p.23)” Meraklısı için Rektör Cole’un Yazısının tam metni ve Yazının kaynağı:http://www.vansiyaseti.com/van/o-tas-h6186.html
[7] Pınar Öğünç, “Bu Olay Bir Üniversitede Geçiyor: Miss Maltepe”, Radikal, 27 Nisan 2012, s.4.
[8] Feridun Andaç, “Toplumsal Aydınlanmada Nitelikli Eğitimin Önemi”, Milliyet, 22 Ağustos 2013, s.22.
[9] Ahmet İnsel, “Üniversiteye Korucu Sistemi”, Radikal İki, 26 Mayıs 2013, s.3.
[10] Ali Emre Mazlumoğlu, “Öğrenciler Bir Adım Öne!”, Radikal İki, 16 Eylül 2012, s.13.
[11] “Sonunda Üniversiteye Konuşma Yasağı Geldi”, Taraf, 15 Aralık 2013, s.4.
[12] “ODTÜ’nün 28 Yıllık Bahar Şenliği İptal: Alkol Tüketiliyor, Çevre Kirleniyor!”, Birgün, 28 Nisan 2015, s.3.
[13] “Marmara’da ‘Fiş Belgesi’…”, Radikal, 10 Ağustos 2012, s.4.
[14] İdris Emen, “Üniversite: Kime Oy Vereceksin?”, Radikal, 6 Eylül 2013, s.6-7.
[15] Sinan Tartanoğlu, “Polise Üniversite Basma Yetkisi”, Cumhuriyet, 11 Ekim 2014, s.6.
[16] Mahmut Oral, “Üniversitede Kıyım”, Cumhuriyet, 13 Haziran 2012, s.7.
[17] “RTE Üniversitesi Keşfettiği Balıklara Hangi İsimleri Verdi?”, Sol, 23 Ocak 2014, s.15.
[18] Meltem Özgenç, “… ‘Malum İsimler’ RTEÜ’de”, Hürriyet, 1 Aralık 2013… http://www.hurriyet.com.tr/gundem/25249641.asp
[19] İklim Öngel, “Bir Fıkrada Bir de Türkiye’de Olur”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2013, s.3.
[20] “Üniversiteye Alınacak Öğretim Üyeleri İçin İlginç Kriterler”, Milliyet, 31 Ağustos 2013… http://gundem.milliyet.com.tr/univerisiteye-alinacak-ogretim-/gundem/detay/1757205/default.htm?ref=yahoo
[21] Selahattin Gökatalay, “Rektörün Kızına Özel Kadro”, Cumhuriyet, 17 Ekim 2013, s.8.
[22] Sinan Tartanoğlu, “… ‘Lekeli’ Atama”, Cumhuriyet, 9 Haziran 2013, s.18.
[23] Emre Döker, “Eğitim Alışverişi!”, Cumhuriyet, 15 Ocak 2013, s.8.
[24] “Ezgi Başaran’ın İTÜ Rektörüyle İlgili Yazısı”, Cumhuriyet, 3 Ekim 2014, s.5.
[25] “Üniversite’de Afrika Sansürü”, Birgün, 22 Kasım 2012, s.3.
[26] “İntihal Suç Olmaktan Çıkarıldı!”, Sol, 7 Aralık 2013, s.7.
[27] Bedirhan Özyiğit, “Üniversitede Utanç!”, Haber Türk, 10 Kasım 2013… http://www.haberturk.com/gundem/haber/893079-universitede-utanc
[28] Leinkauf, sic et non. zeitschrift für philosophie und kultur. im netz. 31.1.2006.
[29] E.Ode, Das Ereignis des Wiederstands (…), Würzburg 2006.
[30] Hayrettin Ökçesiz, “Direnen Üniversite-4”, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, No:1292, 23 Aralık 2011, s.14.
[31] Ahmet Çiğdem, “Üniversite…”, Taraf, 31 Ocak 2013, s.9.
[32] İrem Yeşilyurt-Nazan Bedirhanoğlu-Murat Sevinç, “YÖK Reloaded”, Radikal İki, 2 Aralık 2012, s.10-11.
[33] Figen Atalay, “Eğitim Fakiriyiz”, Cumhuriyet, 13 Şubat 2014, s.7.
[34] Burcu Cansu, “MEB Verileri Eğitimde Çöküşü Belgeledi!”, Birgün, 21 Nisan 2015, s.3.
[35] Özlem Yüzak, “Gençliği Bozuk Para Gibi Harcıyoruz”, Cumhuriyet, 25 Mart 2015, s.9.
[36] Ayhan Aydın, “Toplumsal Sorunlar Karşısında ‘Eğitim Şart’…”, Milliyet, 6 Ağustos 2013, s.21.
[37] Erdal Atabek, “Eğitim Ne İçindir?”, Cumhuriyet, 5 Mayıs 2014, s.4.
[38] Umay Aktaş Salman, “100 Okulun 9’u Gazi ve Şehit”, Radikal, 28 Mart 2013, s.7.
[39] Meriç Tafolar, “Eğitim Parasıyla Müdüre Otomobil!”, Milliyet, 27 Eylül 2014, s.5.
[40] Burcu Cansu, “Temizlikten Sonra Bulaşık”, Birgün, 12 Kasım 2014, s.3.
[41] “Liselilere Taciz Kuşatması”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2013, s.3.
[42] Cem Kirazoğlu, “İnsan Olmanın ve Barışın Önündeki Engel: Okul”, Evrensel, 22 Temmuz 2015, s.4.
[43] “Proletarya, din aldatmacasının gerçek kaynağı olan ekonomik köleliğin kalkması için açık ve yaygın mücadele verecektir.” (V. İ. Lenin.)
[44] Figen Atalay, “Eğitimde İmam Dayatması!”, Cumhuriyet, 3 Haziran 2014, s.3.
[45] Şükran Soner, “Eğitimde ‘Dindar-Kindar’ Yetiştirme Seferberliği…”, Cumhuriyet, 20 Eylül 2014, s.11.
[46] Ahmet İnsel, “Yeni Türkiye’nin Mayası İmam-Hatip mi?”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2015, s.13.
[47] “İmam Hatiplerin Yeniden Doğuşu”, Radikal, 19 Eylül 2012, s.7.
[48] CHP Genel Sekreteri Gürsel Tekin, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a ait olduğu belirtilen ve yandaş vakıf yöneticileriyle eğitim sistemini “dinsel temelli” olarak yeniden dizayn ettiği konuşmaların kaydını açıkladı. Ses kayıtlarında Bilal Erdoğan, “kızlı-erkekli” karma eğitime karşı uygulamaya koyacakları planları anlatırken, babasının “kızlı erkekli aynı evlerde kalıyorlar” diye eleştirdiği üniversite öğrencilerinin kaldığı yurtlarla ilgili de “bir dizi önlem”le ilgili hazırlığı anlatıyor. (“Arkadaş’ın Kızlı Erkekli Alerjisi”, Cumhuriyet, 5 Ağustos 2014, s.6.)
[49] Emre Döker, “Gölge Eğitim Bakanı Bilal Müdürleri Bu Kez de İzmir’de Topladı”, Cumhuriyet, 30 Nisan 2015, s.12.
[50] Sinan Tartanoğlu, “Kutlu Doğum MEB’in İşi Oldu”, Cumhuriyet, 4 Ocak 2015, s.4.
[51] Serbay Mansuroğlu, “… ‘Cihatçı Şuur’ Eğitimi Geliyor”, Birgün, 11 Mart 2015, s.3.
[52] Sinan Tartanoğlu, “Seçmeli Ders Ayrımcılığı”, Cumhuriyet, 7 Ekim 2012, s.5.
[53] Ayşegül Kahvecioğlu, “Aslan Payı İmam Hatiplere”, Milliyet, 24 Şubat 2014, s.19.
[54] Çiğli Kaymakamlığının “81 İle 81 Kitap Kampanyası” kapsamında okullara dağıttığı kitapların öğrencilerin ruh hâlini bozabileceği konusunda uyardı. “Tek tip öğrenci” yetiştirilmek istendiği belirtildi. Kitaplardan bazılarının isimleri oldukça dikkat çekici: ‘Allah Nasıl Yaratıyor’, ‘Müslümanlar Kardeştir’, ‘Sevgi Peygamberi’, ‘Meleklere İnanıyorum’ ‘Ahirete İnanıyorum’, ‘Peygamberimizin Son Yılları’ ve ‘Yavuz Sultan Selim’! (“Tek Tip Öğrenciye Tek Tip Düşünce”, Evrensel, 11 Aralık 2013, s.6.)
[55] Emre Döker, “İlköğretimde Hurafe Kitapları!”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2013, s.7.
[56] Fırat Turgut-Mustafa Mayda, “Olmayan Profesör İlkokula ‘Sızdı’…”, Evrensel, 29 Nisan 2013, s.3.
[57] Sinan Tartanoğlu, “Adım Adım Yaratılış”, Cumhuriyet, 28 Mart 2013, s.8.
[58] Serbay Mansuroğlu, “Haklı Yere Öldürebilirsiniz”, Birgün, 6 Nisan 2015, s.3.
[59] Sinan Tartanoğlu, “Ensar’dan Şok Gerekçe”, Cumhuriyet, 1 Eylül 2013, s.3.
[60] Serbay Mansuroğlu, “Seçimli Zorbalık”, Birgün, 4 Haziran 2015, s.3.
[61] “Din Dersine Girmeyince Takdirnameyi Kaçırdı”, Birgün, 26 Ağustos 2013, s.3.
[62] Sinan Tartanoğlu, “Harem Selamlık Öğrenci Yurdu: Dönüşümün Adı Kapasite”, Cumhuriyet, 12 Ağustos 2013, s.7.
[63] Mahmut Lıcalı, “Harem-Selamlık Yurt”, Cumhuriyet, 2 Ağustos 2013, s.8.
[64] “İstanbul’da Harem Selamlık Eğitim”, Cumhuriyet, 29 Ekim 2014, s.6.
[65] Huriye Mazi, “500 Derslik Açığı Bulunan Afyon’da Sınıfı Mescit”, Cumhuriyet, 14 Eylül 2014, s.9.
[66] “Üçüncü nakil döneminde İstanbul’da imam hatip ve meslek liseleri dışında çok az seçenek kaldı. İmam hatiplerde ise 8 bine yakın boş kontenjan var. (“İmam Hatiplerden 8000 Boş Kontenjan”, Cumhuriyet, 2 Eylül 2015, s.14.) İstanbul’da imam hatip liselerinin de boş kalması üzerine, ilçe milli eğitim müdürlüklerinde “tanıtım seferberliği” başlattı. (Serbay Mansuroğlu, “İmam Hatip Seferberliği”, Birgün, 4 Eylül 2015, s.3.)
[67] Neslihan Karataş, “İmam Hatip Lisesi Dışında Seçenek Yok”, Birgün, 8 Eylül 2015, s.8.
[68] “Özel Okula da İbadethane Zorunlu”, Cumhuriyet, 19 Temmuz 2014, s.7.
[69] Sinan Tartanoğlu, “Liselere Osmanlı Türkçesi”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2013, s.8.
[70] Sinan Tartanoğlu, “Laboratuvarda Din Eğitimi”, Cumhuriyet, 29 Ekim 2014, s.6.
[71] Serbay Mansuroğlu, “Diyanet Milli Eğitim’e Girdi: Okullarda Kur’an Kursu”, Birgün, 25 Ekim 2014, s.3.
[72] Sinan Tartanoğlu, “Haydi Kızlar İHL’ye!”, Cumhuriyet, 29 Haziran 2014, s.9.
[73] Selmane Ertekin-Züleyha Karaer, “Dindar Değil İtaatkâr Nesil İstiyorlar”, Evrensel, 30 Ocak 2015, s.2.
[74] Siz bakmayın “YÖK, Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’ni değiştiriyor: Afiş ve pankart asmak, bildiri dağıtmak suç olmaktan çıkıyor. Eyleme katılmak ve okul yönetimini eleştirmek okuldan atılma nedeni olmayacak,” (Can Güleryüzlü, “Üniversitede 12 Eylül Disiplinine Son”, Radikal, 3 Ağustos 2012, s.17.) denmesine; örneğin YÖK, öğrencilerine Komünist Manifesto ile ilgili ödev verdiği gerekçesiyle Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekan Yardımcısı Seydi Çelik hakkında soruşturma başlattı. (“Komünist Manifesto’ya YÖK Soruşturması Geldi”, Birgün, 24 Şubat 2013, s.3.)
[75] Adnan Avuka, “Üniversitede Fişleme İddiası”, Cumhuriyet, 23 Şubat 2013, s.5.
[76] “Üç Cami ve 53 Mescitli Üniversite…”, Taraf, 5 Mart 2015, s.7.
[77] Önay Yılmaz, “Yaratılışçılardan Sempozyum”, Milliyet, 17 Mayıs 2012, s.23.
[78] Utku Özmakas, “Felsefe Dersine Soruşturma Açıldı”, Sendika.Org, 27 Kasım 2012.
[79] “Kitap Skandalı Bitmiyor”, Cumhuriyet, 9 Ocak 2013, s.7.
[80] Murat Çetin, “Parasız Üniversite Adaletsizliği Daha da Arttırır”, Taraf, 23 Temmuz 2012, s.9.
[81] Haşmet Babaoğlu, “Eğitimin Parası Değil, Kafası Özelleştirilmeli!”, Sabah, 23 Nisan 2012, s.4.
[82] “Son dönemde işsizlik ve kalifiye eleman eksikliğinin çözümü için Türkiye’nin önde gelen sanayi işletmeleri ve holdingleri kendi eleman eksikliğine çözüm olarak özel meslek liseleri kuruyor. Bu çerçevede Türkiye’de reel sektörün en büyük temsilcisi olan ve bünyesine 70 sektörü temsil eden üyelerin oluşturduğu İstanbul Ticaret Odası (İTO), son yıllarda eğitimde de önemli projelere imza atıyor. 2012 yılında mücevherat mühendisliği bölümünü açarak Türkiye’de bir ilki gerçekleştiren Ticaret Üniversitesi, bu girişimiyle Türkiye’nin en eski mesleklerinden olan kuyumculuk sektörüne destek veriyor. (M. Ali Yıldırımtürk, “Üniversite-Sanayi İşbirliğinde Bir İlk”, Zaman, 4 Mayıs 2013, s.9.)
[83] Raşit Tükel, “Neo-Liberal Dünyada Üniversiteler Dönüştürülmek İstenirken”, Birgün Pazar, Yıl: 11, No: 419, 22 Mart 2015, s.12-13.
[84] Cem Kirazoğlu, “Sermayenin Vesayeti Altında Bilimsel Bilgi”, Evrensel, 14 Kasım 2012, s.6.
[85] Bakın onlar diyorlar: “Mevcut üniversite sisteminin değişimini talep etmek için London School of Economics (LSE), neo-liberal üniversitenin somutlaşmış hâlidir. Üniversiteler artan bir şekilde özelleştirilirken yüksek eğitim kâr amaçlı, bürokratik ‘iş modeli’ne dönüştürülüyor. Öğrenciler devasa borç yükleriyle mezun olmaya itiliyor. Üniversiteler diploma fabrikası, öğrenciler de tüketici hâline getiriliyor.
LSE, Britanya ve ötesindeki pek çok üniversite sisteminin dönüştürülmesi için bir model oldu. Yüksek borçluluk, piyasa tarafından yönlendirilen ölçümler ve şirketlerin çıkarlarına boyun eğilmesi üniversite ve eğitimin ne olması gerektiği hakkındaki fikirleri yoldan çıkardı. Biz özgürleştirici bir eğitim talep ediyoruz, fiyat etiketi olmayan bir eğitim. Öğrenciler, eğitmenler ve işçiler tarafından yönetilen bir üniversite istiyoruz.” (“LSE Öğrencileri Özgür Bir Üniversite İçin Ayaklandı: Neden İşgal Ediyoruz?”, Birgün, 23 Mart 2015, s.10.)
[86] “Gençler Umutsuz İşsiz ve Mutsuz”, Hürriyet, 15 Mayıs 2015, s.19.
[87] Güngör Uras, “Umutsuz Bir Gençlikle Ne Kalkınma Olur, Ne Büyüme”, Milliyet, 18 Mayıs 2015, s.9.
[88] Belgin Temur Yağlıtaş, “Geleceksiz Gençlik”, Birgün, 19 Mayıs 2015, s.11.
[89] Özlem Yüzak, “2015 Gençliği ve Ötesi…”, Cumhuriyet, 20 Mayıs 2015, s.9.
[90] “Üniversiteyi Bitiren Üç Gençten Biri İşsiz”, Cumhuriyet, 12 Temmuz 2014, s.11.
[91] Cem Kılıç, “75 Bin Üniversiteli Hiç Nitelik Aramayan İşe Girdi”, Milliyet, 5 Ağustos 2014, s.10.
[92] Sinan Tartanoğlu, “Üniversiteye ‘Sarhoş’ Yasağı”, Cumhuriyet, 8 Kasım 2012, s.9.
[93] Roza Ekin Çelik, “AKP ile Soruşturmalar Yüzde 300 Arttı”, Birgün, 17 Aralık 2013, s.11.
[94] Esra Kaya, “ODTÜ Bilançosu 4 Yılda 270 Soruşturma”, Hürriyet, 9 Mart 2013, s.20.
[95] “12 Yılda 49 Bin Öğrenciye Soruşturma”, Gündem, 5 Haziran 2012, s.6.
[96] Doğu Eroğlu, “Yurt Müdüründen Öğrenciye: ‘Ateistsen Sus!’…”, Birgün, 18 Aralık 2013, s.6.
[97] “… ‘Şerzan’ın Katilini Neden Protesto Ettin’, Soruşturması”, Birgün, 17 Aralık 2012, s.9.
[98] Doğuş Öntaş, “Trakya Üniversitesi’nde Soruşturma Terörü Sürüyor”, Birgün, 21 Aralık 2013, s.11.
[99] İdris Emen, “Öğrencilere ‘Dart’ Oynadın Soruşturması”, Radikal, 5 Ocak 2014, s.10.
[100] Abidin Yağmur, “108 Üniversiteliye Dava Açıldı”, Cumhuriyet, 23 Mart 2013, s.9.
[101] Akın Bodur, “Atmaya Doyamadılar”, Cumhuriyet, 6 Haziran 2012, s.7.
[102] Sinan Tartanoğlu, “HÜ’de 96 Öğrenciye Soruşturma”, Cumhuriyet, 23 Mart 2013, s.9.
[103] Can Uğur, “Bir Bakış Baktın Soruşturmayı Aldın”, Birgün, 22 Mayıs 2013, s.7.
[104] Selahattin Günday-İsmail Saymaz, “Şair Altıok’un Kızına Sivas Cezası İddiası”, Radikal, 24 Eylül 2011, s.8.
[105] “Saldırmaktan Şikâyetçiyiz”, Birgün, 2 Nisan 2013, s.7.
[106] Esra Kaya, “12 Eylül’ü Anımsatan Baskıya Son Verin”, Hürriyet, 28 Mayıs 2013, s.23.
[107] Güray Öz, “Üniversite ve Marx”, Cumhuriyet, 27 Şubat 2013, s.6.
[108] Gökçer Tahincioğlu, “Yolsuzlukla Mücadele ‘Profesör’lükten Etti!”, Milliyet, 27 Nisan 2015, s.21.
[109] “Hocam Konuşabilir miyim?”, Birgün, 26 Şubat 2013, s.3.
[110] “Erdoğan İçin Suç Duyurusunda Bulundu, Derslerden El Çektirildi”, Cumhuriyet, 22 Eylül 2014, s.4.
[111] Serbay Mansuroğlu, “Üniversiteyi ‘İşleyiş Yanlış, Baskı Var’ Diye Eleştirdi, Ceza”, Birgün, 14 Temmuz 2015, s.11.
[112] Burcu İnal, “Üniversitede Küfür Krizi”, Milliyet, 2 Ekim 2014, s.22.
[113] Erdal Atabek, “ Gençlerin İdeolojisi: Bağımsızlık”, Cumhuriyet, 2 Ocak 2014, s.9.
[114] Bertolt Brecht, Bütün Eserleri, Cilt:7 (Galilei’nin Yaşamı (1938/39)/ Galileo (Amerika Metni)/ Galilei’nin Yaşamı (1955/56)/ Dansen/ Demirin Fiyatı Nedir), Çev: Ahmet Cemal, Mitos Boyut Yay., 2000.
[115] Altan Onat, “Bilimdeki Tıkanmamıza Göz Yumamayız”, Radikal, 8 Mart 2014, s.19.
[116] Sinan Tartanoğlu, “Bilim Yerine Değer Yargısı”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2013, s.8.
[117] Özgür Mumcu, “Hangi Değerlerin Eğitimi”, Cumhuriyet, 3 Ocak 2015, s.3.
[118] “Savaş ve Barış Üzerine”, Güney, No:74, Ekim-Kasım-Aralık/ 2015, s.11.
[119] Barış Yıldırım, “Savaş Neden Çıkmıştı?”, Mevsimlik, No:1, Bahar-2015, s.11.
[120] Şenol Karakaş, “Sermaye Barışçıl Olamaz”, Mevsimlik, No:1, Bahar-2015, s.35.
[121] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1992.
[122] Murat Çakır, “Biline: Bedelsiz Barış Olmaz”, Gündem, 29 Ağustos 2015, s.13.
[123] Ömer Ağın, “Barış, Eşitlik İçin Verilen Devrimci Savaşımın Diğer Adıdır!”, Gündem, 13 Ağustos 2015, s.11.
[124] “90’lar Bu Ülkenin Kaderi Değildir”, Evrensel, 2 Eylül 2015, s.10.
[125] Khaled Hosseini, Uçurtma Avcısı, Çev: Püren Özgen, Everest Yay., 7. Basım, 2008, s.118.
[126] Yusuf Polat, “Barışın Anlamı Üzerine”, Mevsimlik, No:1, Bahar-2015, s.3.