Amed’in merkez Bağlar ilçesi, Kaynartepe Mahallesi sınırlarında yer alan 53 dönümlük alan, 25 Eylül 2020 tarihinde Resmi Gazete’de Cumhurbaşkanı kararıyla riskli bölge ilan edilerek kentsel dönüşüm kapsamına alındı. 60 yıla uzanan bir tarihe sahip olan ve 90’lı yıllarda köy yakmalar sonrası özellikle insanların bu bölgeye göçle gelerek şekillendirdiği ilçenin güncel nüfusu, resmi rakamlara göre 396 bini aşmış durumda.
Röportaj: Yaşar Kazıcı / Rojnameya Newroz
2,5 milyon metrekarelik alanı olan ve şehir planı açısından eski ve yeni olarak adlandırılmaya başlanan Bağlar’daki kentsel dönüşüm kararı, 260 bin nüfusa sahip Eski Bağlar bölümünü kapsıyor. Birinci etapta girilmesi düşünülen pilot bölge olarak seçilen Kaynartepe Mahallesi’ndeki 53 dönümlük alanda, 1354 hane var ve bu projeden 7 bin kişinin etkileneceği ifade ediliyor. Bağlar’daki kentsel dönüşüm projesinin merkezde olduğu ancak Sur’daki kentsel dönüşümde gelinen son aşamayı, şehri ikiye bölecek olan duvarı TMMOB Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Doğan Hatun ile konuştuk.
Başta TMMOB olmak üzere STK, meslek odaları ve siyasi partilerin tepki göstermesine rağmen tren hattının hemen yanına örtülmek istenen 12 KM uzunluğundaki 2.5 metre yüksekliğindeki duvar çalışması devam ediyor. Önce durdular sonra yeniden başladılar. O süreç nasıl gelişti? Niye durdular niye geri başladılar? Ve bu duvarı örmekle ne yapılmak isteniyor?
İhaleye çıkan projede 70 cm beton bunun 20 cm’i toprak altında olacak şekilde, 50 cm’i de yüzeyde, üstüne 1.80 cm panel çit, üstüne de 30 cm jiletli tel, 12 KM boyunca, istasyondan yani Ofis’ten başlanıp Ergani’ye doğru 12 KM uzunluğunda, tam da Bağlar ile Yenişehir’i aynı şekilde Kayapınar ile Yenişehir’i birbirinden ayıran, kenti tam da ortadan ikiye bölecek bir duvar, bir ihata duvarı örülmek isteniyor. Temel gerekçelerini güvenlik olarak adlandırıyorlar. Bahsi geçen gar 1930-1935 yıllarında yapılmış, yaklaşık 60-70 yıldır varlığı kentte sürekli olan bir gara ilk defa ihata duvarı yapılması tartışılıyor, güvenlik gerekçesiyle planlamaya, ihaleye alınıyor. İhale yapılırken, kentin hiçbir bileşeni dahil edilmediği gibi toplumun, esnafın hiç kimsenin geliş geçişleri, sosyo-ekonomik ilişkileri, toplumsal-psikolojik hiçbir şey düşünülmemiştir. Tamamen Malatya TCDD 5. Bölge oturmuş kendi bürosunda bir ihale yapmış, doğru düzgün keşif bile yapmamış, burada insanlar yaşamıyormuş gibi sanki yapacakları duvar çölün ortasından geçecekmiş gibi bir ihaleye çıkarmışlar. Tabi ihale sürecini duymadık ancak yapımına başlandığı esnada kentin bileşenleriyle birlikte biz de o zaman fark ettik. Fark ettiğimizde de bir görüşme talebimiz oldu. Malatya 5. Bölge Müdürü, Diyarbakır Valiliği’ni ziyarete gelmişti. Aynı zamanda Ticaret Odası’yla da bir görüşmesi olmuştu. Bir yıl önce küçük sanayi sitesinin 1.600 metrelik bir alanında bir panel çit ve bir ihata duvarı talepleri olmuştu. 5. Bölge gerekçesini de o 1.600 metrelik alanı emsal göstererek, böyle bir talep üzerinden 12 km’lik bir ihale sürecini başlatmış. Biz de süreci duyduğumuzda kentin sivil toplum örgütleri olarak bir araya geldik. Bunun doğru ve iyi bir şey olmadığını, hiçbir şekilde fizibilite çalışması yürütülmediğini, ne teknik ne ekonomik ne sosyal ne de psikolojik şartlar göz önünde bulundurulmamış bunun üzerinde durduk. Kabul etmeyeceğimizi ifade ettik. Malatya 5. Bölge Müdürü ile görüşemedik, Diyarbakır’daki il müdürleri ile konuyu görüştük, Ticaret Odası üzerinden Diyarbakır Valisi’ne önerilerimizi aktardık. Vali bizim önerilerimiz doğrultusunda bize bir vagon ayarladı. Gidin 12 km’yi gezin, eksik gördüğünüz ne varsa tamamlanıp öyle başlanacak dedi. Ama aynı zamanda ihale çalışmasına başlanmış, inşaat süreçleri devam ediyordu. Bütün kentin sivil toplum örgütleriyle bir sabah kalkıp gittik. Bütün detaylarıyla teknik, ekonomik, sosyolojik, psikolojik açılardan tespitlerimizi ilettik yetkililere. Belirttiğimiz eksiklikleri tamamlayıp projeye öyle devam edeceklerini söylediler bize. Ama biz fark ettik ki 2 gün sonra vardiya sayısı 1 iken, bir kere de vardiya sayısını 3’e çıkarıp bir anda her tarafın beton olan kısmını bitirdiler. Esasında bizimle yaptıkları görüşmenin bir oyalama süreci olduğu açığa çıkmış oldu. Örülmek istenen duvarın geçtiği yerde yaklaşık 11 okul var, 11 okulun öğrencilerinin geliş gidişleri düşünülmemiş. Özellikle Bağlar ve Ofis’in insan sirkülasyonu nereden bakarsak günde 100.000 ile 200.000’in üzerindedir. Proje uygulandığında hiçbir şekilde yaya geçişi yok. Ofis alt geçidinden, Körhat denilen kısımdan veya İstasyon Meydanı’nın olduğu üst geçitten başka Ofis’e bir geçiş yolu kalmıyor. Bu da doğalında Ofis’teki esnafı ve Bağlar’daki halkı sosyo-ekonomik açıdan çok ciddi sıkıntıya sokacak bir konudur. Aynı şekilde bir kentin içerisinde 12 km boyunca jiletli telleri olan sağlı sollu duvarın varlığı kentin psikolojisini olumsuz etkileyecektir. Siz burada bir ihale süreci başlatırken hiçbir şekilde bir fizibilite çalışması yürütmeden, kentin yaya kontrolünü düşünmeden (ki dünyanın her yerinde yaya üstünlüğü diye bir kural vardır) projeyi ihaleye çıkaramazsınız. Kaldı ki kentin böyle bir projeye de ihtiyacı yoktur. Devlet Demir Yolları’nın bize sundukları kaza raporları var. Son 10 yıla ait, 4-5 yıla ait vs. bize hepsini parça parça getirdiler. Aslında kentte uzun bir süredir, 90’lı yıllardan sonra ciddi bir kazada olmamış. Haliyle duvarı gerektiren bir güvenlik sorunu yok. İşin birkaç farklı boyutu var esasında, temel mesele burada gerçekten güvenlik meselesi değildir. Birincisi, Cengizler Holding’in Mazı Dağ Fosfat tesislerinden yükünü taşıma durumu bunun bir boyutu, onlar saniye hesabı yaparak iş yaparlar, bir de halkı polisiye önlemlerle kontrol altına almak. Temel mesele siyasal açıdan güvenlik meselesi olarak karşımıza çıkıyor. İnsan geçişlerini izin verilmeyen bir projede esasında insanları kontrol altına almaya çalışan bir yaklaşım var. Biz sivil toplum örgütleri gidip valinin emriyle demir yollarındaki eksiklikleri görüp bildiriyoruz, bildirdiğimiz esnada bir vardiya bir anda üç vardiyaya çıkarılıyor. Yangından mal kaçırır bir pozisyona giriyorlar. Temel tutarsızlık burada, validedir. Sadece devlet demir yollarında değil. Madem sana rağmen bir şey yapılıyorsa bu kentte vali olmanın bir anlamı yoktur. Vali çıkıp neden bu proje durmuşken yeniden başlandığının izahını yapmalıdır. Bu bizim görevimiz değil valinin görevidir. Bu projeyle ilgili küçük sanayi sitesinde 1.600 metrelik alan için ihtiyaç vardır, bizim de talebimizdir. Eğer gerçekten bu isteniyorsa bir itirazımız yok ancak istenen 12 km’lik duvar başka amaçları içeriyor. Yaklaşık bir ay oldu küçük sanayi sitesine bir çivi çakmadılar. Neden talep edilen yer değil de talep edilmeyen yerler yapılıyor? Amaç nedir? Bunun cevaplanması gerekiyor. Bakanlık düzeyinde bir açıklama gerekiyor. Bence vali de bundan bihaberdir, kendisi de bu proje neden yapılıyor bilmiyor. Eğer bu kentte bir şey yapılacaksa ve tüm kenti ilgilendiriyorsa biz de muhatabıyız, elbette ki sürecin takipçisi olmaya devam edeceğiz. Öyle Ankara’dan, Malatya’dan yönetilmeye müsait bir kent değil burası. Devlet Demir Yolları’nın il müdürü ile yaptığımız toplantıda dayatmacı bir şekilde kentin imar planının bu duvara göre şekillenmesini istedi. Biz bunun bu kente, kentte yaşayan insanlara, kurumlara karşı hadsizlik olduğunu o toplantıda dile getirdik.
Projede ciddi usulsüzlükler bulunuyor. Kentin içinde (75 metre) usule göre yapmışlar kentin dışında kalan kısımlarda (11 küsür km) usulsüzlük yapmışlar. Normalde ihalede betonun 20 cm’lik bir kısmı toprağın altında kalması gerekirken bunlar direk toprağa bir kod verip yüzeyine düz bir şekilde betonu döküp etrafını toprakla kaplamışlar. Fotoğrafları basınla paylaştık. Burada net bir şekilde yolsuzluk var. Kazı ihale bedeli alınmış, toprağın altına gömülmesi gereken betonun parası alınmış, demirin parası alınmış direk toprağın yüzeyine beton dökülmüş buna rağmen. Karşı çıktığımız bu proje kamu kaynakları ile vergilerimiz ile yapılıyor. Yani üzerine kapattıkları toprak ile dökülen betonu toprağın altındaymış gibi göstermeye çalışıyorlar. Şantiye şefini uyardık, toprak kayması veya ciddi bir yağmur olduğunda o duvar devrilirse bunun hesabını kim verecek? Bu kamu malının heba edilmesi, çalınmasıdır, ayrıca kamusal olarak sorumsuzluktur. Fotoğrafları paylaştık validen, devlet demiryollarından, bakanlıktan cevap istiyoruz.
Bağlar ilçesi 25 Eylül tarihinde Resmi Gazete’de Cumhurbaşkanı kararıyla riskli bölge ilan edilerek kentsel dönüşüm kapsamına alındı. Bağlar Belediyesi resmi kararın ardından konuyla ilgili resmi sitesinde açıklamalarda bulundu, bilboard tahtalarında kentsel dönüşüm reklamları yer almaya başladı, yerel ve ulusal basında konuyla ilgili haberler dolaşmaya başladı. Kentsel dönüşümden kimsenin mağdur olmayacağı, hasarlı binaların ve madde bağımlılarının kullandığı alanlardan mahallelinin şikayetleri olduğu gibi gerekçeler yerel makamlar tarafından ifade ediliyor. Yasalara, kente, tarihsel dokuya ve mahallede yaşayan insanların yararına bir kentsel dönüşüm mü hedefleniyor? Anlatılanlar gerçeği yansıtıyor mu?
Riskli alan ilan edildikten sonra sahanın koordinatları vs. de paylaşıldı. Kaynartepe, Döryol’dan başlayıp yaklaşık 53 dönüme tekabül eden içinde 1354 hane yaklaşık 7.000 nüfusa sahip bir alandan bahsediyoruz. Burada sıkıntılı olan noktalar şunlardır: Devlet son süreçlerde herhangi bir işe giriştiğinde konuyla ilgili herhangi bir fizibilite çalışması, saha çalışması hiçbir şey yapmadan direk uygulamaya başlayıp daha sonra yasal anlamda oluşacak sorun sıkıntılara uygun kanunla, yasalarla süreci tamamlama çalışmalarına giriyor. Mevcut durumda bizim TMMOB olarak, kentteki sivil toplum kuruluşları olarak bu sürece dahil olmamız için ve bu işin sağlıklı yürütülmesi için imar planının ve yapılacak projenin detaylarına ihtiyacımız var. Ne yazık ki devlet yetkilileri bu konuda halen deklare ettiği bir belge bulunmuyor. Ne imar planı ne de proje hakkında hiçbir bilgimiz yok doğal olarak. Orada ne yapılacağını ne halk ne de biz bilmiyoruz. Büyük ihtimalle proje ve imar planlarını halktan ve STK’lardan uzak tutmak, açıklamak istemiyorlar. En önemli konu halkın yaşayacağı mağduriyetler. İşin teknik kısmından çok biraz daha işin sosyolojik, psikolojik ve siyasal boyutuna baktığımızda ne yazık ki dünyada ve Türkiye’de çok sağlıklı yürütülen bir kentsel dönüşüm süreci yok. Elbette Avrupa kendi sürecini, halkı da dahil ederek 25-30 yıl önce bitirmiş ama Türkiye’de ne yazık ki bu süreç karşımızda tamamen mağduriyet yaratacak mevcut alanları ranta açacak bir şekilde işletiliyor. Türkiye’deki uygulamalar genellikle rant odaklı projeler halinde gelişiyor. Kürdistan’da ise bu işin içerisinde ranttan ziyade temel odak güvenlik politikaları bulunuyor. Güvenlik politikalarının üzerine rant da eklenirse güvenlik ve rant odaklı bir imar planı, proje, ihale bir arada geliştiriliyor. Diyarbakır Valisi’nin yaklaşık bir ay önce yaptığı açıklamada bir deklarasyonu olmuştu. Valilik açıklamasında ‘biz orada yerinde dönüşüm yapacağız’ diyordu. Yerinde dönüşümden kastı bence işin toplumsal boyutu değildir yıkılan yapıların yerine yeni yapılar yapacağını ifade ediyor. Biz teknik olarak şunu söylüyoruz; yerinde dönüşüm, kentsel dönüşümün bir uygulama yöntemidir. Asıl meselede oradaki halkın bir bütün olarak tekrar kendi komşusuyla, kendi kültürüyle bir daha orada yaşamasıdır. Doğalında devlet yerinde dönüşümü yaparken bu kısmı çok dikkate almayacaktır. Burada yıkılan binaların yerine tekrar yerinde bina yaptık diyerek halkı kandırmaya yönelik çalışma yürütecekler.
Projedeki rant kısmını açmak gerekirse çok uzağa gitmemize gerek yok. Sur süreci yanı başımızdadır. Sur sürecinde yaratılan mağduriyetlerin ve işletilmeyen hukukun orada nasıl bir mülksüzleştirme yarattığını gördük. Bununla birlikte yoksul Sur halkını oradan göç ettirerek aynı şekilde soylulaştırma, elitleştirme çabası da açığa çıktı iki politikayı aynı anda yürütüldü. Orayı biraz daha soylu, kendince tabiri caizse biraz elit kesime hitap edecek, yoksul halkın ev alamayacağı bir süreç yarattılar. Nitekim Bağlar Belediye Başkanı şunu söyledi: ‘’Asla Bağlar’ın Sur gibi olmasına izin vermeyeceğiz’’ yani şu demek oluyor Sur’un yanlış bir sürece evirildiğini, hata yaptıklarının itirafıdır. Eğer Bağlar Belediye başkanı ağzıyla Sur’da bir yanlış yapıldığını itiraf ediyorsa aynı şekilde şu sorumluluğu da üstlenmiş oluyor: Bağlar Belediyesi eğer bu sürecin içerisindeyse, birinci derecede rol ve misyon sahibiyse oradaki hukuksuzlukların, mağduriyetlerin önüne geçilmesi için bu süreci şeffaf yürütmeliydi. Ancak şuana kadar şeffaf yürütülen bir süreç yok karşımızda. Bu süreci gizli, saklı, arka planda, kimse ile paylaşmadan bir şekilde götürüyorlar. Nitekim biz belediyenin açtığı Kentsel Dönüşüm Büroları’na da gittik. Hiçbir çalışma yok, hiçbir bilgi yok, sadece papağan gibi tekrarladıkları iki şey var: mağdur olmayacaksınız. Kentin bilboardları herhangi bir imar projesi yokken, imar uygulaması yokken astıkları afişlerde de nasıl bir algı yaratacaklarını, bu durumun nasıl bir sürece evirileceğini bize yeterince anlatıyor. Bu süreci politik olarak iyi okuyup değerlendirirsek esasında Bağlar’da şu süreç yaşanacaktır: Zamana yayılmış bir şekilde halk göç ettirilecek, Diyarbakır’daki konut stoğu bu projeye bir kere de girmelerine fırsat vermediği için bir bütün olarak Bağlar’a girmediler. Ama bu birinci etap nasıl başlarsa bundan sonraki süreçte o şekilde devam eder.
‘’Biz burada yataya imar vereceğiz’’ diyorlar, dikey imar yönetmeliğiyle gitmeyecekler. Yani yüksek katlı binalar olmayacak düşük katlı binalar olacak bu da şunu getiriyor; oradaki halkın minimum %75’ini oradan uzaklaştıracaklar, %25’lik bir dilim bırakılacak yine bu dilimde oranın halkı olmayacak büyük ihtimalle biraz daha lükse kaçan yapılar yapıp orada soylulaştırma sürecini çok aktif ve diri bir şekilde yönetecekler. Bu süreci iyi değerlendirmek gerekiyor.
Diyarbakır Barosu geçtiğimiz günlerde konuyla ilgili açıklama yayınladı. Dikkat çektiği noktalar arasında ‘uzlaşma’, ‘protokol’, ‘şeffaflık’, ‘mahallelinin ve meslek odalarının görüşlerinin alınması’, ‘kira yardımı’ gibi önemli başlıklar vardı. Kimi mahalleliler Sur’da yaşananlardan hareketle tedirginlik duyuyor. Sizce Bağlar’ı da Sur gibi bir dizi hukuksuzluğun açığa çıktığı, mağduriyetlerin yaşandığı bir şekilde kentsel dönüşüme tâbi tutma ihtimalleri var mı? Varsa buna karşı ne yapılmalıdır?
Biz de bu süreçte konuyla ilgili bütün siyasi partiler, STK’lar ile görüştük. Diyarbakır Barosu, ÖHD gibi kurumlar da bunun içerisindedirler. Sur’da ciddi mağduriyetler yaşandı. Eğer gerçekten halkın yararına şeffaf, yaşanılabilir bir kent yaratmak istiyorlarsa öncelikli olarak oranın halkının, ilgili meslek odalarının (TMMOB, Diyarbakır Barosu, İHD vb.) bu sürece gözlemci de olsa dahil edilmesi gerekiyor. Biz bu konuda öncülük edebilir, gönüllü olarak çalışabiliriz ancak ne yazık ki devletin bu konuda meslek odalarına yaklaşımı sıkıntılı, rant ve talanlarına karşı durduğumuzu, rant ve talanlarını sürekli deşifre ettiğimiz bildikleri için bizi bu sürecin içerisine dahil edeceklerini sanmıyoruz. Defalarca çağrı yaptık biz de bu sürecin içerisinde dahil olmak istediğimizi belirttik ancak olumlu ya da olumsuz herhangi bir geri dönüş yapılmadı. Biz bundan şunu anlıyoruz Ankara’dan herhangi bir yetki buradaki yerel kurumlara verilmemiştir. Çünkü verilmiş olsaydı buradaki mülki amirler olumlu olumsuz herhangi bir geri dönüş yaparlardı. Kentsel dönüşüm bürosu kurup ancak kentsel dönüşüm ile ilgili hiçbir soruya cevap veremeyen, açık davranmayan Diyarbakır Valiliği, Çevre Şehircilik İl Müdürlüğü, TOKİ ve Bağlar Belediyesi bu halkı mağdur edecektir. Projeler bakanlık düzeyinde TOKİ’ye devredilmiş bunu duyduk, şuan somut bir bilgi yok elimizde. Halkın ve bizim konuyla ilgili açık davranılmadığı için doğal olarak detaylı bir yorum yapma alanımız olmuyor. Bu konuda elbette bizler kentin bileşenleri, meslek odaları olarak halkın hiçbir şekilde mağdur olmaması için elimizden geleni yapacağız. Bu sürece dair bilgi, proje, plan deklare edilmediği sürece henüz yapacağımız detaylı bir şey yok ancak halkı doğru bir şekilde bilgilendirme, herhangi bir protokole, belgeye imza atmamaları yönünde, kendi yasal haklarını bildireceğimiz bir çalışmayı şimdilik önümüze koyduk.
Sur’da 2015 sonrası başlatılan kentsel dönüşüm projesinde sona doğru geliniyor. O süreç nasıl işletildi? Şuan son durum nedir? Sur’un gerçek sahipleri Sur’da oturabilecek mi?
Alibey, Lalepaşa’daki kentsel dönüşüm süreci 2012’de başladı. O dönem Büyükşehir belediyesi, Sur Belediyesi, Çevre Şehircilik ve TOKİ’nin ortak bir protokolü var. Tabi bu protokolde Sur’un tarihsel, sosyolojik, kültürel dokusu göz önünde bulundurularak tartışılmış. İşe başlandığı gibi Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Sur Belediyesi protokole uygun davranılmadığı için geri çekilmişti. Birkaç ev yıkıldı daha sonrasında durdu. Sözde oranın sokak dokusu bozulmayacaktı, tarihi yapılara dokunulmayacaktı, sadece sonradan yapılmış betonarme yapılar yıkılıp, tarihi doku bozulmayacak şekilde yeniden yerinde bir dönüşüm süreci olacaktı. Belediyeler kendini çekince; TOKİ ve Çevre Şehircilik süreci yürütemedi. Ta ki Sur’daki 2015 çatışmalı süreç sonrasına gelene kadar. Çatışmalı süreç bahane edilerek devlet dünyada ilk defa görülmüş olan bir şey uyguladı TEM ile birlikte kentsel dönüşüm yaptı. Halbuki Alipaşa, Lalebey’de tek bir çatışma dahi yaşanmamıştı. Esasında intikam alındı, devlet yasaklı 6 mahallede hırsını alamadı, hırsını Alipaşa, Lalebey’e kadar devam ettirdi. Tabi o zaman kentin bileşenleri Sur Platformu’nu oluşturdular. Kentin tüm kurumları bu platformda yer alarak yıkımı engellemek istedi ancak buna rağmen yıkıldı. Devlet Sur’da halka üç şey sundu: yapılan TOKİ’de protokol imzalayıp sana ev verelim, paranı verelim git, Sur’da yıkılan evinin yerine yapılan evi verelim
En son gelinen bu süreçte yapılan yerlerde butik oteller, ticari alanlar vs. eklendi. Yapılan evlere gelirsek insanların yaşayamayacağı şekilde evler yapmışlar. 15 metrekareyi geçmiyor en büyük odası. Sur’un tarihi evleri ile hiçbir alakası yok, tamamen betonarme mimari açıdan böyle bir ev şekli yok, kendileri yaptık oldu edasıyla bir şeyler ortaya çıkarmışlar. Dışını bazalt yapınca sanki burası Diyarbakırevi oluyormuş gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar. Aynı şekilde Koruma Kurulu’na da sessiz kalmaları için bu yönde bir baskı yapıyorlar. Gelinen noktada bir çözümsüzlük var, kim ne yapacağını bilmiyor. Parasını alıp gidenler, TOKİ’de ev alanların dışında kalanların durumu bir kriz konusu olarak duruyor, 5 yıldır mağduriyet içerisindeler. Kentsel dönüşüm süreci diye ifade edilen sürecin 6. yılına giriyoruz. Bizce orada kentsel dönüşüm diye bir şey yapılmadı, insanlar mağdur edildi, evlerine dönemedi, bu şekilde dönemeyecektir de. Orayı soylulaştırdılar, oradaki halkı mülksüzleştirdiler, perişan bir pozisyon yarattılar ve hesabını da vermediler. Altında kaldıkları bir işin halen hesabını da vermiyorlar. Bizim korkumuz, Bağlar; Sur’dan daha kötü bir hale getirilebilir. Bizim talebimiz eğer devlet gerçekten sosyal devlet olma anlayışından hareket ediyorsa; TOKİ burada kar elde etme derdine düşmesin. Kar elde etme derdine düşmediğinde doğal olarak rant müteahhitleri kalmayacak. Yapılan yeni yapının elbette ki bir bedeli olacaktır ancak Bağlar’da yaşayan insanlar yoksul, biz insanlarla görüştüğümüzde bakkala olan borcumuzu ödeyemiyoruz diyorlar bir eve nasıl para vereceğiz. Mesele çok basit; ultra binalar yapmak zorunda değiller burada orta halli, yaşanabilecek, sağlamlığı olan, halkı borcun altına sokmayacak, halkı yerinden etmeyecek bir projeyle burası çok düzgün ve sağlıklı bir şekilde yapılabilir. İlk etapta uygulayacakları projeyi ve sonrasındakileri de bu temelde yapabilirler. Böylelikle oradaki 7.000 insan kendi yerinde yaşamaya devam eder. İmkansız bir şey değil. Bir dert edineceklerse bunu kendilerine dert edinsinler.
Kentteki yapısal dönüşümlerde, restorasyon çalışmalarında TMMOB, UNESCO ve yerel halk dikkate alınmıyor. Özellikle kentin meslek odasının dikkate alınmamasının sizce nedeni nedir?
Türkiye’deki hiçbir kentte hiçbir zaman meslek odaları dikkate alınmıyor. Ama şu gerçeği unutmamak gerekir teknik açıdan veyahut doğayı korumak açısından bu ülkenin emniyet sübabı meslek odalarıdır. Hükümetin kim olduğunun hiç önemi yok, devletin başında kimin olduğunun hiç önemi yok. Biz bu kentlere bu topluma doğrusu neyse daima onu anlatmakla mükellefiz, doğruyu savunuruz. Kendi ilkelerimize göre, kendi meslek disiplinlerimize göre olması gereken neyse biz onu söyleriz. Bizim söylemlerimiz onların rantının önüne engel oluyor, ultra gereksiz devasa mega projelerine engel oluyor. Bu yüzden bizi kendilerine bir muhalif olarak görüyorlar. Biz kimsenin muhalifi değiliz. Biz aslında bir bütün olarak yanlış olan her şeyin muhalifiyiz. Biz meslek odası olarak ne AKP’nin ne MHP’nin ne HDP’nin muhalefetlik örgütleyen kurumlar değiliz. En sosyal demokratı da gelse iktidara yanlış bir şey yapsa biz ona da karşı çıkarız, kim olduğunun önemi yok. Yapılan proje toplumsal değilse, rant amaçlıysa, doğaya zarar veriyorsa biz elbette karşı çıkarız. Biz iktidarın hırsızlık, talan projelerine karşı çıktığımız için, deşifre ettiğimiz için bizi doğal olarak sevmiyorlar. Biz kent için halk için çalışma yürütüyoruz. Hükümetler, devletler, partileri esas alan bir yaklaşımımız yok biz siyaset üstü, partiler üstü bir noktada duruyoruz. Bir ideolojiye, partiye entegre olacak veya ona karşı refleks geliştirecek kurumlar değiliz. Biz tamamen toplumun çıkarlarını ve ihtiyaçlarını, sağlığını esas alıyoruz, bu tarz projelere öncülük edebilecek kapasitemiz, misyonumuz var. Toplumu yönetenler bize bu zeminde projeler ile gelseler biz niye geri çevirelim, karşı çıkalım? O projelere de öncülük ederiz ancak ortada böyle bir yaklaşım yok.