AB başta Suriye olmak üzere daha Orta Doğu’daki gelişmeler hakkında herhangi ortak bir tavır tespit edemedi. Herkes ilk başta sadece mülteci sorununu görüyor ona göre hareket ediyor. HTŞ’nin ne olduğu ya da ne yapacağı Avrupa hükümetlerini çok da ilgilendirmiyor.
Orta Doğu’da sınırların yeniden çizileceği artık gün gibi önümüzde duruyor. Kürdler için artık Bakur, Başur, Rojava, Rojhilat olmamalı. Ana sorun var olan tüm statülerin korunması ve onlara yenilerinin katılmasıdır.
ABD, Avrupa Birliği, Rusya, Çin, Japonya, İsrail (ABD, AB’nin desteği ile söz sahibi) gibi ülkeler Ortadoğu, Kürdistan ve Ukrayna üzerine konuşuyorlar...
Herhalde hegemonya ya da hegemonyacılık insanlığın yerleşik topluma geçtiği süreçten itibaren vardı. Aile içinde; baba veya anne, köyde köy ileri gelenleri, dini liderler, kabile ya da aşiret reisleri vs.
“Kim Hindenburg’u seçerse, Hitler’i seçmiş olur. Kim Hitler’i seçerse, savaşı seçer.” Bu, Ernst Thälmann liderliğindeki KPD’nin 1932’deki cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki ana sloganıydı.
AfD’ye kızan düzen partilerinin hepsi, onların slogan ve önerilerini üstlenmiş durumdalar. Sürecin en kolay günah keçisi olarak yabancılar ve mülteciler seçildi.
Perşembe günü Berlin İdare Mahkemesi gazetenin Almanya Anayasayı Koruma örgütü tarafından yıllık raporlarda aşırı sol olarak gösterilmesinin yasal olduğu yönünde karar verdi. Dolaysıyla gazete Anayasayı Koruma Örgütünce anayasaya düşman yayınlar statüsünde gözetim altında tutulacak.
Avrupa görülmemiş oranda sağa kaydı faşizmin karanlığına bir adım daha yaklaştı. Ancak bütün bu olumsuzluklar Avrupa’nın faşistleştiğini ya da faşistlerin yakın bir sürede iktidar olacağını göstermiyor.
Yeni gelişmeler NATO’nun biz Rusya’ya karşı savaşmıyoruz, sadece kendini savunan bir ülkeye uluslararası anlaşmalar çerçevesinde yardım ediyoruz yalanının da sonuna gelindiğini gösteriyor.