Site icon Rojnameya Newroz

ALAYINA İSYAN, HEPSİNE “HAYIR”!

Eninde sonunda nihayete erecek karanlık ve kaotik bir dönemin ortasındayken; 12 Mart’ları, 12 Eylül’leri aratmıyor yaşa(tıl)dıklarımız! Hatta aşıyor ve “küçük çaplı” bir 1915’i anımsatıyor nerdeyse…

ALAYINA İSYAN, HEPSİNE “HAYIR”![1]

TEMEL DEMİRER

 

“Ne varsa yarım kalmış, geleceğindir.

Bir kez girilmiş sokaklar

Açılmamış kapılar…”[2]

Eninde sonunda nihayete erecek karanlık ve kaotik bir dönemin ortasındayken; 12 Mart’ları, 12 Eylül’leri aratmıyor yaşa(tıl)dıklarımız! Hatta aşıyor ve “küçük çaplı” bir 1915’i anımsatıyor nerdeyse…

Evet zor günlerden, hatta zamanlardan geçtiğimiz; acı çektiğimiz, zorlandığımız doğrudur; bunu saklayacak değiliz…

Tam da bu kesitte karşımıza dikilen 16 Nisan 2017 referandumu; basit bir referandumdan da ötede değer ve anlam taşıyor; ama bu kadarla da kalmıyor…

Erich Fromm’un, “Direnme gücü, dünya ‘Evet’ sözcüğünü duymak istediğinde ‘Hayır’ diyebilme yetisidir”…

Epictetus’un, “Hiçbir zaman kaybettiğini düşünme, kazanacağına emin ol”…

Carla Gorrell’in, “Çaresiz olmadığımızı anımsamak yararlıdır, her zaman yapabileceğimiz bir şeyler vardır”…

George Washington’ın, “Bir defa değil, yüzlerce defa yenilseniz de mücadeleyi bırakmayınız”…

Napoléon Bonaparte’ın, “İmkânsızlık yalnız sersemlerin sözlüğünde bulunan bir kelimedir,” uyarıları eşliğinde “Alayına İsyan, Hepsine ‘Hayır’!” diye haykıran kararlı, sınırlandırılmamış bir mücadele gereğini hatırlatıyor hepimize…

DURUM(UMUZ)

Kararlı ve asla sınırlandırılmamış, “Alayına İsyan, Hepsine ‘Hayır’!” perspektifli bir mücadeleden başka yolumuz yok!

Egemen sınıf devleti yeniden organize ederken; Kürt meselesinin boyutları, Ortadoğu’da yaşanan savaş ve Gezi/ Haziran başkaldırısının körüklediği siyasal istikrarsızlık, kapitalist devletin geleneksel politikalarını iflasın eşiğine getirdi. Bu durumda, Erdoğan önderliğindeki sermaye kesiminin reorganizasyonel müdahalesiyle devletin tekelini ele geçirmek faaliyetleri oldukça etkili oldu.

Erdoğan kliği, müdahalesine anayasal bir kılıf geçirerek, “kuvvetler ayrılığı”na dayanan parlamenter rejimin yerine, tekçiliğe dayanan totaliter bir rejimi ikame etmek istiyor. Bunu hem kendisi kurtuluşu, hem de “devletin bekası” için amaçları doğrultusunda biçimlendirerek sonuçlandırmak istiyor.

Erdoğan kliği, ırkçı Türk ulusçuluğu ve dini istismar eden totaliter bir tahkimatla kurumsallaşmak, kalıcılaşmak için (15 Temmuz’un lütfuya![3]) “taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayan” icraatını devreye sokmuştur.

Şunları bir an dahi anımsamanız, “neyin ne olduğu”nu yeterince net olarak ortaya koyar:

Totalitarizmi hortlatan tüm iktidarlar, fırsat bulur bulmaz mafya bozuntularını, cihat meraklılarını, gerçek çapulcuları ortalara salarlar!

Kimi din adına, kimi millet adına saldırganlığın sırtını sıvazlarlar!

Akıl, bilim, felsefe, sanat, mantık, hukuk, ahlâk falan tanımazlar!

Demokrasinin, adaletin, eşitliğin, kardeşliğin esamisi okunmaz!

Bu yolda insan avı başlatırlar. Kadınlara saldırırlar; LGBTİ’leri kovalarlar; ateistleri ve başka inançları olanları yakarlar; Kürtler gibi ötekileştirilenleri kahrederler!

Sanatı ve sanatçıları sahneden silerler; yazarları, gazetecileri susturup, mahpuslara doldururlar!

Emeğin sömürüsünü katmerlendirirler!

Farklı insanlarla bir arada yaşamayı zül sayanların kontrolsüz iktidarı, “ötekiler” için tehlikelidir!

Hayalleri farklı olanları istemezler; bağıra çağıra, “Ya Sev Ya Terk” nakaratıyla yok ederler!

Bunları da korkuyu egemen kılıp, halkı “Hayır” diyemeyen ve her şeyi “Evet”leyen bir sürüleştirmeyle gerçekleştirirler!

Düşünce özgürlüğünü gasp edip, ifade özgürlüğünü zincire vururlar!

İtirazı, özgürlüğü, eylem hakkını yasaklarlar!

Sokaklara çıkamaz; insan(lar)ın ağzını açamaz hâle getirirler!

Çoğunluğu korkup, hayallerinden vazgeçmeye mecbur kılarlar!

Böylelikle de halk içine kapanır; ürkekleşir!

Okullar camiye çevrilir; altüst edilen üniversiteler de kışlaya!

Cahilliğe övgüler düzülür; eğitim, eğitim olmaktan çıkarılır!

Kadınlar ahlâk kıskacına alınır, toplumdan soyutlanır; “ikinci sınıf”laştırıp, öncelikli yerini evi, öncelikli görevini annelik olarak tanımlayan ataerkillik dayatılır!

Kadın düşmanlığı körüklenir, kadın cinayetleri sıradanlaştırılır, eşitlik yok edilir!

Sanatı milli olan ve olmayan diye etiketleyip, iktidarı eleştiren sanatçıları susturur!

Sinema, tiyatro, opera, bale salonlarını kapatıp; heykelleri “ucube” ilan eder!

Medyayı ele geçirir; yalaka yandaşlarını vitrine koyar!

Medya yoluyla dolandırılan halkı kandırır!

Kendi yasalarını bile iplemez; hiçe sayar!

Cihada methiyeler düzer; dini siyasete alet eder; ötekileri “kâfir” ve “terörist” ilan eder!

Böylelikle yozlaştırılıp, yabancılaştırılan halklar kendi cellatlarına aşık olur…

Bunu siyasetteki adı totalitarizmdir!

TOTALİTARİZM=BAŞKANLIK DAYATMASI

Taha Akyol’a, “Hukuk mu, Demokrasi mi?”;[4] Saadet Partisi eski Genel Başkanı Mustafa Kamalak’a, “Bu başkanlık sistemi değil, despotizmdir,”[5] dedirten hâle ilişkin olarak M. Sinan Mert, “Anayasa değişikliği Erdoğan’ın egemenlik gaspı”[6] notunu düşerken; başkanlık sistemi totalitarizme eşitlenmiş bir dayatmadan başka bir şey değildir!

Etyen Mahçupyan’ın dahi, “Hâlen sürdürülen iktidar olma biçimi, geniş bir seçmen kitlesinde kaygı uyandırıyor. Bugün her konuda kolayca ve hiçbir kurumsal itiraza maruz kalmadan ‘tek adam’ yönetiminin uygulanabilmesi, ileride kurumsal denetimin kabul edilme ihtimalinin inandırıcılığını azaltıyor,”[7] demek zorunda kaldığı hâle ilişkin olarak Nuray Mert de ekliyor:

“… ‘Türk tipi başkanlık’ veya bazılarının ‘üniter başkanlık’ dediği sistem, şimdiye kadar izah edildiği kadarıyla, siyasi gücün tek elde toplanmasını hedefleyen, bunu düzenleyen bir sistem arayışı. Önerilen sistemde, kuvvetler ayrımı yok, yargı bağımsızlığı yok, denetlenebilirlik yok, hak ve özgürlükleri güvence altına alan tedbirler yok, tam da bu nedenle mesele Erdoğan değil, böyle bir sistemin otoriter rejimden başka bir vaadi olmaması. Bu sistemi savunanlar, kuvvetler ayrımını, denetlenebilirliği, özgürlükleri, siyasal bir zaaf olarak görüyorlar, ‘İrademizi güçlü bir lidere teslim edelim, o en iyisini bilir, yapar’ diyorlar, gerisi laf ebeliği. Anayasa profesörü olanın söyleyemediğini, gazete köşelerinde açıkça söyleyenler daha samimi; ‘padişah seçilemediği için başkanlığı savunuyor’lar.”[8]

Özetle 1993 yılında “Başkanlık sistemi bir özentinin sonucu ya da Amerikan emperyalizminin bize bir tavsiyesidir,”[9] diyen Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı dayatmasında öne çıkan toplumun korporatif, devletin monolitik tekçi örgütlenmesidir ve bu tahkimatla, “tek millet, tek din, tek dil olmazsa olmazı” mutlaklaştırılmaktadır.

Evet, evet “Padişah seçilemediği için başkanlığı savunuyor” notu düşülmesi gereken “Evet” karşısında, Elie Wiesel’in, “Adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir, ama itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı” çığlığı asla unutulmamalıdır!

BAŞKANLIK TEKELCİ GERİCİLİĞİN ÜRÜNÜDÜR

Totaliter başkanlık dayatması, sürdürülemez kapitalizm gerçeğinden soyut ele alınmamalıdır. Çünkü o, tekelci gericiliğin en rafine getirisidir, ürünüdür

“Nasıl” mı?

Öncelikle bir kez daha hatırlatalım: “Küreselleşme” denen şey, emperyalizmdir; emperyalizm de küreselleşmenin kendisi…

Konuyla bağıntılı bir şey daha: “Emperyalizmin kendine özgü siyasal özellikleri şunlardır: Mali oligarşinin baskısı ve serbest rekabetin ortadan kaldırılması yüzünden her alanda gericilik ve artan ulusal baskı,” diyen V. İ. Lenin ekler:

“Emperyalizm, her yere, özgürlük değil, egemenlik eğilimi götüren mali sermayenin ve tekellerin çağıdır. Bu eğilimin sonucu ise şöyle olmaktadır: Siyasal rejim ne olursa olsun, her planda gericilik ve bu alanda mevcut uzlaşmaz karşıtlıkların aşırı derecede yoğunlaşması…”[10]

V. İ. Lenin’in bu tespiti, emperyalist siyasal gericilik eğilimiyle emperyalizmin ekonomik temeli arasındaki dolaysız bağa işaret eder: “Bu yeni ekonominin, tekelci kapitalizmin (emperyalizm tekelci kapitalizmdir) siyasal üstyapısı, demokrasiden siyasal gericiliğe değişimdir. Demokrasi serbest rekabete tekabül eder. Siyasal gericilik tekele tekabül eder,” vurgusuyla; “Emperyalizm, banka sermayesi çağı, dev kapitalist tekeller çağı”nda, “… ‘devlet mekanizması’nın olağanüstü bir güçlenişini, gerek monarşist gerekse de en özgür, cumhuriyetçi ülkelerde proletaryaya karşı baskı önlemlerinin artırılmasıyla bağıntı içinde onun bürokratik ve askeri aygıtının görülmedik bir büyümesi”ne[11]tanık olunduğunun altını çizer.

Evet, “Tekel egemenliği siyasal gericiliğe tekabül eder” diyen V. İ. Lenin’e göre, sermaye merkezileşip iktisadi ve siyasi egemenlik de buna paralel olarak, zamanla güçlenen daralan bir mali oligarşi etkisine girdikçe toplumsal çelişkiler de eskinin bilinen devlet biçimleriyle sermaye egemenliğinin korunmasına imkân vermeyecek ölçüde şiddetlendi. Tüm Avrupa’yı saran 1848 devrimleri ve Paris Komünü’nün dersleri, oligarşiye örtülü diktatörlük biçimlerinin artık egemenliği sürdürmeye yetmeyeceği gibi, bilinen açık diktatörlüklerin de yetersiz kalacağı dersini vermemiş miydi?

Veya kapitalizmin tüm büyük kriz dönemlerine, burjuva düzenin artan baskıları, totaliterleşme ve bu gidişatın durdurulamaması hâlinde de faşizm eşlik edip; İtalya ve Almanya örneklerindeki “Duçe”lerin, “Führer”lerin ortaya çıktığını göstermemiş miydi?

V. İ. Lenin’in dikkat çektiği de buydu; yani “Genel olarak kapitalizm ve özel olarak emperyalizm, demokrasiyi bir hayal hâline getirir – ama aynı zamanda kapitalizm, yığınlarda demokratik esinler uyandırır, demokratik kurumlar yaratır, emperyalizmin demokrasiyi yadsıyışıyla demokrasi için yığınsal savaşım arasındaki çatışmayı şiddetlendirir.”[12]

O hâlde başkanlık dayatması karşısında, düzenin totaliterleşmesinin tekelci kapitalizmle ilintisini ve de değişimin değişmeyen tek şey olduğunu unutmamak önem kazanıyor.

TOTALİTER REJİM

Sürdürülemez kapitalizmin III. Büyük Bunalımı ile emperyalist savaşların yaygınlaşmasına ve siyasal gericiliğin köklenmesine bağlı olarak, dünya genelinde tanık olduğumuz totaliterleşme eğilimi, çürüyen kapitalist burjuva rejimlerinin yarattığı somut bir gerçektir.

Bu durum “burjuva demokrasisi” denilen manipülasyonun alanını daraltırken; kapitalist devlet gerçeğini daha net biçimde karşımıza diker. Burjuva devlet, “burjuva demokrasisi” diye nitelenen manipülatif işleyişinde bile sadece egemen sınıf için demokrasi; fakat sömürülen-ezilen kitleler için bir diktatörlüktür.

Gerçeğin öne çıktığı güzergâhta “burjuva demokrasisi” denilen manipülasyon can çekişirken, burjuva düzen tam bir plütokrasi (zenginlerin yönetimi) zorbalığına dönüşüyor.

Bu bağlamda sürdürülemez kapitalist sistemin insanlık açısından türlü belâlarla yüklü, kaotik ve acılı bir sürece dönüşmesi tesadüfi değildir. Büyüdüğü ölçüde kendi sonunu hazırlayan bir üretim tarzı olarak kapitalizm, topyekûn tekelci zorbalığa dönüşmeden işleyemez. Bunun içinde tekelleşmeyle paralel olarak toplumun korporatif, devletin monolitik, tekçi örgütlenmesini tahkim eder.

Bu tarihsel eğilim V. İ. Lenin’in -yukarıda değindiğim- emperyalizm dönemi çözümlemelerine, burjuva demokrasisindeki gericileşme tespiti olarak yansırken; Lenin’in siyasal gericileşme tespitine benzer biçimde Jack London da, 1908 tarihli romanı ‘Demir Ökçe’de, Amerika’daki değişimden hareketle burjuva rejimlerdeki anti-demokratik gidişatı çarpıcı biçimde anlatıp; bu durumu kapitalist düzenin demir ökçesi, plütokrasinin iktidarı olarak tasvir etmişti.

Genel hatlarıyla totaliter rejim, burjuva diktatörlüğün katı ve monolitik hâlidir. Totaliter diktatörlük, parlamenter rejimin direği kabul edilen kuvvetler ayrılığı ilkesini ezip geçen, parlamentoyu fiilen işlemez kılıp, her türlü siyasal erk kaynağını, yasamasından yargısına yürütme tekelinin sultası altına sokan bir siyasal rejimdir.

Bu özellikleriyle totalitarizm otoriterizmi içeren, ancak toplumda onu aşan bir biçimde kuşku, korku yaratan ve baskıları açıkça alabildiğine yoğunlaştıran bir niteliğe sahiptir.

Totaliter diktatörlük kanun hükmünde kararnamelere dayanan işleyişlerle burjuva parlamentarizmini sona erdirir, burjuva demokratik hakları, hukuku yok eder.

Totaliter bir rejimin meşruiyetini gerekçelendirmek gibi bir mecburiyeti yoktur; keyfidir; zorbadır!

Totaliter rejimlerde, toplumsal yaşamın yeniden biçimlendirilmesinden hukukun toplumun düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü yok edecek şekilde elden geçirilmesine dek, her alan liderin emri altına sokulur. Kuşkusuz bu tür bir işleyiş, liderin etrafında kümelenen ve onun attığı her bir adım için birbirleriyle övgü yarıştıran ve böylece bir anlamda da lideri “yoktan var eden” bir yandaşlar topluluğu olmaksızın sürdürülemez.

Burjuva diktatörlüğün en uç örneğini teşkil eden totaliter diktatörlük savaş ve kriz gibi olağanüstü koşulların ürünü olduğundan, yasama, yürütme ve yargı arasındaki olağan işleyişe son verir.

Parlamenter rejimin kuvvetler ayrılığıyla anlatılan dengesi mutlak anlamda son bulur. Yasama ve yargı dahil tüm güçler, yürütmenin mutlak başı olan liderin elinde toplanır. Devlet gücü bu temelde alabildiğine merkezileştirilir. Rejimin niteliği gereği, lider, devletin silahlı güçlerinin de mutlak başkanı pozisyonundadır. Fiili savaş durumunun yoğunluğuna da bağlı olarak, rejim alabildiğine militarize edilir. Kitleler ulusal birlik, bölünme tehlikesi, uluslararası terör tehdidi ve benzeri motifler eşliğinde “iç ve dış düşmanlar”a karşı savaşmaya hazır hâle getirilmeye çalışılır.

Böylelikle de Bernard Shaw’ın, “İnsanlar neden ölür gerçekten bilir misiniz? Tembellikten, inançsızlıktan ve yaşamı yaşanmaya değer kılmayı becerememekten!” notunu düştüğü tablo yaratılır!

HÂL VE GİDİŞAT

15 Temmuz’u, “Allahın lütfu” olarak niteleyen AKP, darbe girişimi ardından darbecilere ve muhaliflere karşı saldırıya geçti.

Darbe girişimini bir nimet olarak değerlendiren Erdoğan, 15 Temmuz’dan sonra kamuda ve özel sektörde tüm muhalifleri temizlemeye başladı. On binlerce kamu çalışanının işine “FETÖ” ile ilişkide oldukları ve darbeci oldukları gerekçesiyle son verildi.

Darbe girişimini fırsata çeviren AKP totaliter dönüşümü adım adım hayata geçirirken; tüm muhalefeti FETÖ’cü olarak yaftalayıp, KHK’ler ile baskı ve sindirme politikalarına karşı çıkan sosyalistlerin, Kürt halkının siyasetçilerinin ve tüm muhaliflerin sesleri kısmaya çalıştı.

Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun da “Referandum öncesi ‘Hayır’ diyecekleri imhaya vardırabilecek işaretler verilmeye başlandı,”[13] notunu düştüğü totaliter yöneliş güzergâhında 16 Nisan 2017 referandumu bir tehlike olması yanında; bir olanaktır da!

Dünya ve coğrafyamızdaki koşullar dikkate alındığında referandum, yalnızca ülkenin üstüne çöken, gerici tek adam diktasından kurtulmak için değil, dağılma ve çürüme noktasına gelen koordinatlarda devrimciler için siyasete müdahale açısından bir olanaktır da!

16 Nisan 2017 referandumunu, öncekilerden farklı kılan, kendiliğinden, sınıfsal ve siyasal bağlanma açısından heterojen geniş ve katmanlı bir “Hayır”ın oluşmasıdır. Bu referandumun gücü, -ama aynı zamanda zaafı!- “Hayır”ın bu heterojen bileşiminden geliyor.

Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu, “Hayır çıkarsa hiçbir şey değişmeyecek” veya “Bu anayasa taslağı İslâm’a aykırıdır” diyerek CHP’nin “Hayır”dan sonra Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak kalmasına, 15 yılda oluşturulan İslâmcı mezhepçi devlet ve toplum ilişkilerine rıza ve onayını açıklasa da; referandumda “Hayır” diyen devrimciler böyle düşünmüyor (ve davranmayacaklar da).

Bu saptamayla “Hayır” cephesini bölücü davranışlarda bulunmayı önermiyorum. Ama farkımızı da gözler önüne sermekten vazgeçmemeliyiz.

Evet, “Hayır” cephesinin ileri, sol, sosyalist öğeleri, yalnızca oya kilitlenmeyen, “Hayır”ın kritik önemini öne çıkarırken, sonrasının olanak ve görevlerine işaret etmeyi ihmal etmelidir.

Emre Kongar’ın, “Kendilerinin de açıkça belirttiği gibi, bu referandum, fiili durumun, yani tek adam yönetiminin yasallaştırılmasından başka bir anlam taşımıyor!”[14] diye betimlediği dayatmayla “İdiokrasi”[15] egemen kılınmak istense de bunun gerçekleşmemesi hâlinde unutulmasın: “Hayır”dan sonra hiçbir şey eskisi gibi devam edemez, etmeyecek de!

Ve Halbert Otto’nun, “Değişim ve gelişim insan kendisini riske attığında ve kendi hayatıyla içli dışlı olmaya cesaret ettiğinde meydana gelir,” diye betimlediği umudun olanakları devreye girecektir; Colin Wilson’un, “Kelebek bir defa kanatlandı mı bir daha asla tırtıl hâline gelmez,” haklı uyarısındaki üzere…

TOTALİTER “ANAYASA ÖNERİSİ” KARŞISINDA

Bunlardan ötürü, totalitarizmin “anayasa önerisi” karşısında, “Hayır” demekle yetinmeyip, alternatifini de öneren bir tutuma sahip olunması gerekiyor.

Yani “Demokratik cumhuriyet dediğinizde olmazsa olmazını eklemeniz şart: Kuvvetler ayrılığı,”[16] türünden genellemelerle yetinmeyip, “Hayır”(ımız)ın gerekçesinin açık ve net olmasına ve yeniyi muştulamasına müthiş dikkat edilmelidir!

“Bu bir anayasa değişikliği değil, anayasasızlaştırma hamlesidir” diyen ‘Sosyal Haklar Derneği’ Genel Sekreteri avukat Can Atalay’ın, “Paket geçerse kararnameler rejimi olacak,”[17] notunu düştüğü dayatma ile bir istibdat rejiminin inşa edilmek hedefleniyor.

Söz konusu istibdat, emperyalist şirketlerin, borsa yatırımcılarının, yerli büyük sermayenin ve modern tefeci bankaların çıkarları üzerinde yükseltilmek isteniyor.

Bu düzenleme teklifi özü itibariyle tekçiliktir. Kişi-parti güdümlü devlet yönetim projesidir.

Kolay mı? Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk’ın, “Bu metin yasalaşırsa ortada anayasa kalmayacak! Bu bir güldürüdür. Demokratik başkan bile diktatör olmak zorunda kalır! Taslağa göre başkan diktatör olmak zorunda; savunanlar bile doğduklarına pişman olacak,”[18] uyarısını dillendirdiği tekçilik dayatmasına hatırlatılması gereken 16 Ağustos 1789 tarihinde yayımlanan, ‘Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bilidirisi’nin XVI. maddesindeki “Toute la société dans laquelle…, ni la séparation des pouvoirs déterminée n’a pas point de constitution/ Erkler ayrılığının bulunmadığı toplum(lar)da anayasa yoktur” ibaredir.

Anayasa değişikliğinin bel kemiğini yargıya tekçi hâkimiyet arzusu oluşturuyor. Bu değişiklikler ile birlikte kuvvetler ayrılığı sisteminden kuvvetler birliği (ve tekliği) sistemine geçilmektedir.

Bir sahtekârlık belgesi niteliği taşıyan[19] önerinin demokratikleşme diye bir derdi yoktur. Örneğin HSYK’nın yapısını değiştiriyorsunuz ama Adalet Bakanı Müsteşarını Kurul içinde tutmaya devam ediyorsunuz. Yani Yargı’yı Yürütmenin kontrolünde tutmak istiyorsunuz!

Sonra… 12 Eylül’ün seçim ruhu barajlardır. Barajlara acaba niçin dokunmuyorsunuz?

12 Eylül’ün simgesi YÖK’ü ortadan kaldırmak için neden küçük parmağınızı bile kıpırdatmıyorsunuz acaba?

Bu paket idarenin yargısal denetiminin içini boşaltırken meclis çoğunluğunu elinde tutan iktidara kamu deneticisi yetkisi vererek, tüm kamu kurum ve kuruluşlarını denetim baskısına alarak ülkeyi totaliter polis devleti keyfi rejimine sürükleyecektir.

Coğrafyamıza bir “deli gömleği” giydirmeyi hedefleyen anayasa değişikliği önerisi bir dayatmadır! Usulden ve esastan reddedilip, “Hayır” denilmelidir.

Çünkü süreklileşmiş ve daha koyu bir OHAL rejiminin olağanlaştırılmasıdır.

Teklif tek bir kişiye mutlak bir iktidar bahşetmekte, onu totaliter, keyfi ve yekpare bir rejimin kişiselleşmiş ifadesi kılmaktadır. Bunun literatürdeki adı totalitarizmdir.

“REFERANDUM” MU DEDİNİZ?!

Demiştik: Referandum hem bir tehdit hem de bir imkândır.

Bu ikili özelliğin herhangi biri, ötekinden daha önemli veya önemsiz addedilmemeli; şunlar da unutulmamalıdır:

“Referandumla halka sunulacak 18 maddelik anayasa değişikliği paketi, askeri cuntanın eseri olan 1982 anayasasının, başkanlık hedefiyle ve kimi yönlerden de MHP’nin bakış açısıyla güçlendirilmesinden ibaret. Ortada rejim değişikliği yok, yapılan değişiklik, Türk İslâm sentezine dayanan ırkçı-tekçi yapısıyla katı merkeziyetçi devletin güvenceye alınma arayışıdır. Yani 1982 anayasasında zaten var olan katı merkeziyetçi üniter rejim hem pekiştiriliyor hem de iktidar yetkisi, doğu despotizmi dokusuna uygun tek adam elinde merkezileştiriliyor.

Yani XXI. yüzyıl başında sürdürülmesi mümkün olmayan katı merkeziyetçi üniter rejimin, doğu despotizminin yeni hamleleriyle sürdürülmesi arayışıdır. ‘Türk tipi başkanlık’ demek doğu despotizminin İslâmi versiyonunun ta kendisi olup demokrasi ve özgürlükler açısından da mevcut olanın gerisinde bir içeriğe sahiptir.”[20]

O hâlde bu tür bir zorbalıktan “normal” bir referandum beklenmemelidir; tıpkı 30 Ocak 2017’ta tahliye edilen HDP Grup Başkanvekili İdris Baluken’in, “Ama bu kadar HDP’li cezaevinde iken referandumun meşruiyetinden söz edemezsiniz,”[21] vurgusundaki üzere!

“Hayır” kampanyası yürütenlere ilişkin birkaç şey daha eklemeden geçmeyelim:

Durum bu ve daha da ağırlaşacak; buna kuşku yok.

Bunlar böyleyken Alfred Capus’un, “Umutsuzluğa kapılmak doğru değildir. Kaybetmenin ilk basamağı umutsuzluğa düşmektir”: Che Guevera’nın, “Kaybettiğinde değil, vazgeçtiğinde yenilirsin,” uyarıları kulaklara küpe edilmelidir.

ERDOĞAN (PATENTLİ AKP) YALANI

Tüm bunlara bir de Erdoğan (patentli AKP) yalanı da eklenmeli…

AKP Ankara Milletvekili Cemil Çiçek, başkanlık sistemiyle ilgili uyarılarda bulunarak, “Başkanlık… diktatörlüğe yönelebilir,”[26] derken; ‘The Financial Times’ın ‘Erdoğan Suriye ve Irak’ta Siyasi Suları Bulandırıyor’ başlıklı yazısında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bölgedeki gelişmeleri, Türkiye’yi başkanlık sistemine taşımak için kullandığının altı çizilerek “Putinvari bir başkanlık sistemini getirecek referandum”a[27] dikkat çekilmesi boşuna değildir.

T.“C”, referandum ile yeni bir birikim modeline geçmenin eşiğindedir.

Siz bakmayın Başbakan Yıldırım’ın, “Sayın Kılıçdaroğlu, rejim tartışması 1923’te bitti. Türkiye ‘Cumhuriyet’ dedi, rejimini seçti. Rejim değiştiren yok,”[28] demesine!

Bu yalanların bir tek hedefi var: Totaliter başkanlık…

Kolay mı? Bu yolda onlar için her her şey mubahtır! Tıpkı AKP’ye yakın ‘Karar’ gazetesi yazarı Elif Çakır’ın, “Bu yetkilerle bizi Ahmet Necdet Sezer gibi birisinin yönettiğini bir düşünelim bakalım? Sonuç ne olur?” diye sorup, “Öyleyse yapılması gereken belirli bir süre için, mesela beş yıllık bir süre için, Erdoğan’a geçici olarak bu yetkilerin verilmesi. Daha sonrası için daha risksiz bir yönetim yapısının teminat altına alınması. Benim teklifim, referandumdan sonra anayasaya eklenecek geçici bir maddeyle bu sorunun çözülmesi. Bir düşünün bunu,”[29] türünde “çözüm” önerdiği üzere…

Onlar için totaliter başkanlık bir “varlık, yokluk”tur artık. “Çünkü iktidarın lideri ya herro ya merro ikilemi içine kendisini sıkıştırdı. Olumsuz bir sonuç, büyük bir kırılma yaratır.”[30]

O hâlde “Hayır” (veya “Evet”) bir kırılmaya denk düşecektir. Nitekim AKP çevreleri bunu ifade etmeye başladılar: “Referandumdan ‘Evet’ çıkmazsa iç savaş çıkar,”[31] diyen AKP Manisa İl Başkan Yardımcısı Ozan Erdem gibi…[32]

Tıpkı Jean Paul Sartre’ın, “İnsan sahip olduklarının toplam değil; fakat henüz gerçekleştirmediklerinin, sahip olabileceklerinin toplamıdır,” uyarısındaki üzere!

“HAYIR”!

Bu tabloda “Kullandığınız kelimeler, nasıl yaşayacağınızı belirler,” diyen Yunan atasözü unutmadan; alayına isyan, hepsine “Hayır” diyoruz!

“Yönümüzü değiştirmezsek hedeflediğimiz yere varabiliriz,” uyarısının altını çizen Çin atasözünü “es” geçmeden;[33] kulağımıza, “Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır,” diye fısıldayan Xsentos ile “İnsanın yalnızca gerçeğin ne olduğunu bilmesi yeterli değildir; doğruyu istemesi ve yapması da gereklidir,” diyen Johann Wolfgang von Goethe’nin uyarılarına da büyük değer veriyoruz…

Toplumsal sözleşme (uzlaşma) metinleri olarak sunulup, nihai kertede toplumsal kesimler arasındaki mevcut ilişkilere bir çerçeve çizmeyi esas alarak, bu ilişkileri yeniden düzenleme iddiası taşıyan anayasa, sınıflı toplumda (hukuk gibi) bağımsız ve tarafsız olamayacağı için halkı siyaset dışına iterek kişi diktatoryasını dayatan otokrasiye “Hayır” diyoruz!

AKP ve yandaşlarının otokratik dayatmasına “Hayır” diyen sosyalistleri, kapitalist düzeni ve 12 Eylül Anayasası’nı savunmakla “suçlamak” yersiz ve temelsizdir.

Bu referandum ile emperyalizmin ve tekelci sermayenin tahakkümünü pekiştiren otokratik dayatmaya güçlü bir “Hayır”, sadece bu saldırıyı püskürtmekle kalmayacak, özgürlüklere de yeni bir kapı açıp, imkânlar sunacaktır.

Görülmesi gerek: Coğrafyamız, yoğun bir keyfilik zorlaması altındadır. Bu kapsamda iktidar, 15 Temmuz darbe girişimini fırsata çevirerek, OHAL baskı rejimine soktu; kanun hükmünde kararnamelerle, denetimsizce bütün yetkileri tek elde toplayacak başkanlık rejiminin inşası için fırsata dönüştürdü.

Bu saldırılar karşısında: Herkesin farklı kimliği ile eşit yurttaşlık haklarına sahip olduğu; eşitlik ve özgürlük içinde yaşayabileceği; herkesin inancına, inançsızlığına, yaşam tarzına, siyasi düşüncesine karşı saygılı olduğu; kadına ve cinsel kimliklere yönelik şiddetin nihayete erdirildiği; tarihi ve doğal varlıkların, diğer canlıların yaşam alanlarının ve kentlerin korunduğu; Kürtlerin ulusal taleplerinin dikkate alındığı; laik, demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir coğrafyanın yaratabilmesi gerekiyor…

Tam da bunun için “Hayır” diyoruz!

Tüm bunların müsebbibinin de kapitalizm olduğundan şüphe duymadan “Hayır” diyoruz!

“HAYIR”IN ÖNEM VE İŞLEVİ

Coğrafyamızın ezici çoğunluğunu oluşturanlar emekçi halklar ve işçi sınıfımızken; biz geleceğimizi halk düşmanlarının burjuva fraksiyonların aralarındaki çıkar çelişkilerine bağlamıyoruz.

Bu nedenle biz, emekçilerin üzerimizdeki sınıf tahakkümünü pekiştirecek olan istibdat rejimine “Hayır” diyoruz.

Bizim “Hayır”ımız, referandum günüyle sınırlı bir çağrı değildir.

Bugün sandıkta verilen mücadele yarın fabrikada, madende, tersanede, tarlada ve okulda katlanarak artacaktır. İşçi sınıfı ve emekçiler kapitalist istibdada razı olmayacaktır!

Sandıklardan çıkması olası bir “Hayır”, sermayeye ve istibdada karşı sınıf mücadelemizi güçlendirecektir.

Toplumu bu referandum aşamasında “Hayır” için mobilize edecek güçler çeşitlilik arz ediyor ve bu da iyi bir şey. Devrimci çevrelerin, sınıf devrimcilerinin de kendi etkileme kapasiteleri oranında emekçi kitlelerde faşizme karşı bir “Hayır” bilinci ve uyanışı yaratabilmeleri son derece gerekli ve kıymetli. Açık ki, bu referandumda “Hayır” oylarının yükseltilmesi, kitlelerin yalanlara aldanışlardan, pasif ve bezgin ruh hâlinden ve bir şey yapılamaz psikolojisinden çıkartılabilmesi bakımından önem taşıyor.

Referandumda “Hayır” oylarının yükseltilmesi, kitlelere, isterlerse en temel demokratik haklarını kazanabilecekleri ve genişletebilecekleri, emperyalist paylaşım savaşlarına dur diyebilecekleri, Kürt ulusunun hakları için demokratik taleplerini yükseltebilecekleri bir mücadeleye muktedir olduklarını göstermek bakımından önem taşıyorken; emekçilerin menfaatini yansıtan tek seçenek “Hayır” olacaktır. İşçi ve emekçinin “Hayır”’da birleşmesi kardeş kavgasının yerine sınıf kavgasını geçirecek tek yoldur.

Bu düzenden şikâyetçi olan herkesi, referanduma yaşam tarzı, kimlik, memleket millet ya da mezhep temelinde yaklaşanlardan farklı olarak, sınıf tahakkümünü istibdat ile pekiştirme girişimine karşı birlikte mücadeleye seferber etmek istiyoruz.

Heraclitus’un, “Değişiklikten başka bir şey devamlı değildir,” saptamasını doğrulayan “Hayır”cı tavırların çoğaldığı güzergâhta DİSK de, “Memleketin ve işçilerin geleceği için ‘Hayır’!…”[34] derken; egemenlerin “istikrar”/ “huzur” dedikleri zülüm ve ölümdür; toplumu bütünüyle köleleştirmektir. Bunu kabul etmiyoruz! Buyun eğmiyoruz! Diz çökmüyoruz! Başkaldırıp, “Hayır” diyoruz!

Evet, “Kurtuluş Yok Tek Başına; Ya Hep Beraber, Ya Hiçbirimiz!” diyen biz özgürlük için “Hayır” diyoruz. Bizim için anayasa sokakta yapılır. Sokağın gündemi ise başkanlık değil, özgürlüktür.

Onlara da, onların bombalarına da, tankına da, kanalizasyonu andıran televizyon kanallarına da, KHK’larına da “Hayır”! Halkların önüne gelecek diye koydukları karanlığa “Hayır”! Anayasa’larının 1980’ine de, 2017’sine de “Hayır”!

BOYKOT VE SAİR ZIRVALAR

Şimdi “Hayır” zamanıdır…

Hem de “İstemek, ‘İstiyorum’ demek değil, harekete geçmektir,” diyen André Maurois’yı; “Karanlığı lanetlemektense, bir mum yakın,” diye haykıran Konfüçyüs’ü; “Yapacağım diye vakit geçirme, yaptım de!” notuyla Plautus’u unutmadan “Hayır” deyip; boykot tutum(suzluğ)u ve sair zırvalar vakit kaybetmeme zamanıdır!

Mesela “boykot”: “Faşist diktatörlüğün giymeye çalıştığı yeni gömleği başkanlık, halk oylaması ile değil halkın mücadelesiyle durdurulur!… Esasında sonucu başından belli bir Referandum süreci yaşanmaktadır. Faşist diktatörlük ‘halkın iradesini’ ideolojik ve siyasi baskıyla, manipülasyon yoluyla gönüllü olarak ‘Evet’ şeklinde biçimlendiremese bile elindeki devlet olanakları ile cebren ya da hile yoluyla mutlaka gerçekleştirmeye çalışacaktır. Bu anlamda ‘Halk Oylaması’ denen yöntem sadece göstermelik bir tiyatro oyunudur,”[35] saptamaları “doğru” olsa da, bu oyunu bozmak ve lehimize döndürmek için mücadeleden niye vazgeçelim?

Mesela Kürtçe bir “zırva”: “Kürtlerin Aşil topuğu ‘yetkileri kimin kullanacağı’ değildir. ‘Yeni sistem’ önermelerinin Kürt ulusal talepleri etrafında şekillenebilecek çeşitli fırsatları gözden kaçırılmamalı; başkanlık sistemi dahil olmak üzere yarı-başkanlık, yetkileri güçlendirilmiş cumhurbaşkanlığı gibi her türlü önermeye açık olunmalıdır. Kürtler için esas olan, Kürt Meselesi’nin kalıcı ve demokratik çözümüdür. Bu uğurda her türlü araç birer müzakere mevzisi olarak kabul görmelidir. Acilen karar verilmesi gereken, referandumda ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ oyu kullanmak değildir. Siyaset uzun erimli dinamik bir zaman dizini, taleplerin kabulü için yürütülen bir ikna süreci ve uzlaşma aracıdır… Başka örneklere başvurmadan, yanı başımızda Güney Kürdistan’ın geçirdiği aşamalar ilham vericidir.”[36] İşte siz(ler)e dar milliyetçi bir körlük!

Mesela liberal bir “zırva”: “Başkanlık, yarı başkanlık, ya da parlamenter sistem… Hangisinin daha iyi, hangisinin daha özgürlükçü olduğuna dair net bir sonuca varmak zor.”[37] Buna dair bir şey demek bile gerekmiyor!

BİZİM “HAYIR”IMIZ

Totaliter dayatmalar yanında, boykot tutum(suzluğ)u ile sair zırvalara inat bizim “Hayır”ımızın mücadelesi müthiş bir önem taşıyor.

Çünkü bizim “Hayır”ımız; Lev Tolstoy’un, “Ümit, uyanık insanın rüyasıdır”; Napoléon Bonaparte’ın, “İradenin karşısında durabilecek bir güç göremiyorum”; Desmond Tutu’nun, “Bana güç veren, doğru olanı yaptığımı bilmektir,” uyarılarıyla neyi reddettiğini gayet iyi bilir…

Eduardo Galeano’nun, “Diktatörlüklere hayır, demokrasi kılığına girmiş diktatörlüklere hayır derken, gerçek bir demokrasi için mücadeleye evet diyoruz; kimsenin ekmeğinin ve sözünün reddedilmeyeceği, Neruda’nın bir şiiri ya da Violeta’nın bir şarkısı kadar tehlikeli ve güzel olacak bir demokrasi için mücadeleye evet diyoruz”…

“Onursuz barışa hayır derken, adaletsizliğe karşı kutsal isyan hakkına ve onun halk direnişleri tarihi kadar uzun tarihine evet diyoruz”…

“Paranın özgürlüğüne hayır derken, insanların özgürlüğüne evet diyoruz”…

“Dünyayı bitimsiz bir kışlaya çeviren güçlülerin intihara varan egoizmine hayır derken, bize evrensel bir anlam katan, tüm o gardiyanlara rağmen bütün sınırlardan daha güçlü olan insan direnişine evet diyoruz”…

“Hayal kırıklığının hüzünlü cazibesine hayır derken, umuda evet diyoruz,”[38] satırlarını rehber edinirken; bu yoldaki farklılığını da gölgeletmez…

Biz elbette “Hayır” diyeceğiz. Ancak “Hayır”ımız, CHP’nin, Perinçek’in, Akşener’in “Hayır”ı olmayacak!

Net ifade edelim: Herkesin “Hayır”ı kendisine benzer…

Sakın bize, “Nisan ayında, referandum akşamı oy sandıkları açılacak. Sandık kurulundan biri yüksek sesle pusulayı okuyacak; ötekiler kontrol edecek, not tutacak, sayacak…

-Evet… Hayır. Evet. Evet. Hayır. Hayır. Hayır. Hayır. Hayır. Evet. Hayır. Hayır…

O kadar. Sadece ‘evet mi, hayır mı’ sayılacak.

O yüzden referandum akşamına kadar ‘Benim hayır’ım başka, seninki başka’ ya da ‘Benim hayır’ım senin hayır’ını döver’ yollu itiş kakıştan ve anlamsız yarıştan vazgeçilmesini öneriyorum,”[39] türünden ufuksuz liberal nasihatler vermeye kalkışmayın! Bizim “Hayır”ımızın bunlara karnı tok!

Kapitalizmin ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn edilmiş ya da sürdürülen bir “Evet ile Hayır”ının ikisi de bizim için değil!

Kapitalizme mündemiç “Evet” de, “Hayır” da demek namümkün…

Örneğin “Vatan, millet, bayrak” deyip “ulvi” değerlerin ardına saklanıp, “Evetçiler ülkeyi bölecek” sloganıyla “Hayır”ı dayatanlardan; malumun ilamı “Evet”çilere…

Ne “Evet”in “tek”çi muktedirleri, ne de “Hayır”ın “vatan elden gidiyor” söylemiyle “bayrak açan”lar coğrafyamıza “daha çok demokrasi” gelsin diye sahada değiller…

Ralph Emerson’un, “Ancak kendi ayakları üzerinde durabilenler hayat savaşını kazanırlar,” sözlerini kulağına küpe edinen bizim “Hayır”ımız, burjuvazinin önderliğindeki tüm sistem ve rejimlerin karşısındadır.

“SON” DEĞİL YENİ(DEN)

Dostlarımdan kimilerinin doğruların altını çizen “coşkusuzluğu”na[40] rağmen; bu günlerde okuduklarımdan aklımda kalan en coşkulu tümce, “Aydınlatacaksak biz aydınlatacağız yeryüzünü,”[41] diyen Rahmi Öğdül’e ait…

İhtiyacımız olan bu…

Mesela Halil Cibran’ın, “Her kışın yüreğinde titreyen bir bahar vardır. Her gecenin peçesinin ardında tebessümle bekleyen bir şafak vardır” ya da Bernard Shaw’ın, “Hepimiz yeniden doğmalıyız, sonra bir daha ve bir daha” satırlarındaki üzere!

Şimdi bizim “Hayır”ımızı örgütlerken internette “Hayır” etiketli kampanyalar yürütmekle sınırlanmamalı. Bu da yapılmalı. Ancak yetersiz olduğu unutmamalı!

İnternette, Twitter ya da Facebook veya benzeri kanallardan çoğu kez “kendimize benzeyen, bizim gibi düşünen”lere ulaşıyoruz ki, bu da “Türk’ün Türk’e propagandası”ndan başka bir değer taşımıyor.

Şimdi Andrew Carnegie’nin, “Başkalarının sözlerine daha az kulak veriyorum. Sadece ne yaptıklarına bakıyorum”; Ahmed el-Gazzâlî’nin, “Hareketsizlik çürümenin eşiğidir,” uyarılarını anımsayıp/ anımsatarak, klavyelerin başından kalkıp, yüzümüzü sokağa dönmek gerek.

İşte tam da bunun için Kerim Hanedan’ın, “kırmızı giymek lazım/ korkuya inat…/ elma yemek lazım/ cennete inat…/ güzele bakmak lazım/ günaha inat…/ yaşamak lazım/ düşmana inat…/ türkü söylemek lazım/ zulme inat…/ şiir yazmak lazım/ ölüme inat,” dizeleri eşliğinde bizim “Hayır”mız için Malcolm X.’e kulak verin: “Gelecek, bugünden ona hazırlananlara aittir.”

“Kimse sana özgürlüğünü vermez. Kimse sana eşitliği, adaleti ve başka hiçbir şeyi vermez. Eğer gerçekten insansan, bunları kendin alırsın!”

“Eğer uğrunda ölmeye hazır değilseniz, ‘özgürlük’ kelimesini lûgatınızdan çıkarın.”

“Özgürlüğü savunanların direnme gücü, zulmedenlerin gücünden daha fazladır.”

“Eğer demokrasi özgürlükse neden bizim insanlarımız özgür değil. Eğer demokrasi adaletse neden biz adalete sahip değiliz. Eğer demokrasi eşitlikse neden biz eşitliğe sahip değiliz. Demokrasi ikiyüzlülüktür.”[42]

15 Şubat 2017 16:54:14, Ankara.

Yazarımızın bir önceki yazısını okumak isterseniz

http://rojnameyanewroz2.com/zulanizdaki-siir-mavzerinizdeki-mermi-gibidir-9506.html

N O T L A R 

[1] 16 Şubat 2017 tarihinde Genç-Sen’in Eskişehir’de düzenlediği etkinlikte yapılan konuşma… Kaldıraç Dergi, No:188, Mart 2017…

[2] Cemal Süreya.

[3] “Bu darbe mevcut devlet yapısını korumak için değil yeni bir devlet oluşturmak için yapılmakta olan bir darbedir. Bu darbeyle yeni bir devlet, yeni bir ulus, yeni bir sistem planlanmaktadır. Yeni devletin ihtiyaç duyduğu kurtuluş savaşı 15 Temmuz’dur. Yeni devletin ihtiyaç duyduğu başkomutan Erdoğan’dır. Yeni devletin hedeflediği insan tipolojisi 15 Temmuz’da sokağa çıkanlardır.” (Ali Kenanoğlu, “15 Temmuz Cumhuriyeti”, Evrensel, 13 Ocak 2017… https://www.evrensel.net/yazi/78278/15-temmuz-cumhuriyeti)

[4] Taha Akyol, “Hukuk mu, Demokrasi mi?”, Hürriyet, 30 Kasım 2016, s.18.

[5] “Kamalak: Bu Başkanlık Sistemi Değil, Despotizmdir”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2016, s.4.

[6] M. Sinan Mert, “Anayasa Değişikliği ya da Erdoğan’ın Egemenlik Gaspı”, Sosyalist Dayanışma, Yıl:7, No:51, Ocak 2017, s.4-6.

[7] Etyen Mahçupyan, “AKP’nin Başkanlık Sınavı”… http://www.karar.com/yazarlar/etyen-mahcupyan/ak-partinin-baskanlik-sinavi-2600

[8] Nuray Mert, “Yetmez Ama Hayır!”, Cumhuriyet, 21 Ekim 2016, s.5.

[9] http://www.halkhaber.org/2016/12/02/rte-baskanlik-amerikan-emperyalizminin-bize-bir-tavsiyesidir/

[10] V. İ. Lenin, Emperyalizm, Çev: Cemal Süreya, Sol Yay., Ekim 2006.

[11] V. İ. Lenin, Emperyalist Ekonomizm, Marksizmin Bir Karikatürü, Çev: Yurdakul Fincancı, Sol Yay., 1991.

[12] yage.

[13] “Bugünleri de Aratacak Bir Döneme Sürükleneceğiz”, 9 Şubat 2017… http://t24.com.tr/haber/prof-kaboglu-referandum-oncesi-hayir-diyecekleri-imhaya-vardirabilecek-isaretler-verilmeye-baslandi,387860

[14] Emre Kongar, “7 Haziran’dan Günümüze-1”, Cumhuriyet, 24 Ocak 2017, s.2.

[15] İdiokrasi, “demokrasi”ye gönderme yapılarak ortaya çıkarılmış, uydurulmuş bir terim. Aptallığın iktidar olduğu, iktidarı belirlediği bir rejimi işaret eder.

[16] Aydın Engin, “Neye Evet, Neye Hayır?”, Cumhuriyet, 29 Ocak 2017, s.10.

[17] Mehmet Menekşe, “Can Atalay: Anayasasızlaştırma Hamlesi”, Cumhuriyet, 31 Ocak 2017, s.5.

[18] “Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk: Bu Metin Yasalaşırsa Ortada Anayasa Kalmayacak!”, 18 Ocak 2017… http://t24.com.tr/haber/yargitay-onursal-baskani-sami-selcuk-bu-metin-yasalasirsa-ortada-anayasa-kalmayacak,383825

[19] Eski AKP Elazığ Milletvekili Feyzi İşbaşaran, Anayasa değişikliği paketinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’a gönderilmemesinin sebebine ilişkin olarak AKP ve MHP arasında kriz çıktığını öne sürdü. İşbaşaran, Genel Kurul’un ardından AKP’nin pakette oynama yaptığını, MHP’nin de durumu fark ederek rest çektiğini iddia etti. (“Eski AKP’li Feyzi İşbaşaran: AKP, Anayasa Paketini Erdoğan’a Gönderirken Değiştirdi”, 2 Şubat 2017… http://siyasihaber3.org/eski-akp-feyzi-isbasaran-akp-anayasa-paketini-erdogana-gonderirken-degistirdi)

[20] Sinan Çiftyürek, “Referandumda Neye #Hayır Diyeceğiz!”, 27 Ocak 2017… http://rojnameyanewroz2.com/referandumda-neye-hayir-diyecegiz-8257.html

[21] Kemal Göktaş, “İdris Baluken: HDP Seçmeni Boykot Etmez”, Cumhuriyet, 6 Şubat 2017, s.11.

[22] Ali Kenanoğlu, “… ‘Hayır’ Diyenlere Yönelik Saldırıların Çetelesi”, 10 Şubat 2017… https://www.evrensel.net/yazi/78453/hayir-diyenlere-yonelik-saldirilarin-cetelesi

[23] “Korku Aklı Aştı; ‘Sigaraya Hayır’ Yasak!”, 14 Şubat 2017… http://www.nitelikmedya.com/korku-dagi-asti-sigaraya-hayir-afisi-de-yasak/

[24] “Orhan Pamuk: Ne Yazık Ki Doğru; ‘Hayır’ Oyu Vereceğimi Söyledim, Röportaj Hürriyet’te Yayımlanmadı!”, “Kararımı Gerekçeleriyle Açıkladım”, 14 Şubat 2017… http://t24.com.tr/…/orhan-pamuk-ne-yazik-ki-dogru-hayir-oyu

[25] “Şok!.. Sinan Ogan’ın Bu İddiası Gündeme Bomba Gibi Düştü!”, Sözcü, 15 Şubat 2017… https://sarizeybekhaber.com.tr/sok-sinan-ogan-in-bu-iddiasi-gundeme-bomba-gibi-dustu

[26] “AKP’li Çiçek’ten ‘Başkanlık’ Uyarısı: Diktatörlüğe Yönelebilir”, Cumhuriyet, 28 Ekim 2016, s.5.

[27] “FT: Erdoğan Suları Bulandırıyor”, Özgürlükçü Demokrasi, 3 Kasım 2016, s.5.

[28] “Başbakan Yıldırım’dan Kılıçdaroğlu’na Yanıt”, Cumhuriyet, 21 Kasım 2016, s.5.

[29] “Elif Çakır AKP’nin ‘Gerçek Niyetini’ Dillendirdi”, 15 Şubat 2017… http://www.birgun.net/haber-detay/elif-cakir-akp-nin-gercek-niyetini-dillendirdi-146912.html

[30] Orhan Bursalı, “Bir Referandum Hesabı: HAYIR’lar Yüzde 50’yi Aşabilir”, Cumhuriyet, 29 Ocak 2017, s.6.

[31] “AKP’li İl Başkan Yardımcısı: ‘Referandumda Evet Çıkmazsa İç Savaşa Hazırlanın!’…” T24, 15 Şubat 2017… http://t24.com.tr/haber/akpli-il-baskan-yardimcisi-referandumda-evet-cikmazsa-ic-savasa-hazirlanin,389079

[32] Bu “yeni” değil… Örneğin, “Erdoğan geleceğe ilişkin planlarını, tasarladıklarını anlatmış. Deneyimli yüksek bürokrat da ‘Bu dediklerinizin yarısını yaparsanız ülkede iç savaş çıkar’ demiş. Cumhurbaşkanı’nın cevabı çok yalın: – Çıksın. Ezer geçeriz… Bir haber olarak medyaya yansıyan bu cümle sıradan bir cümle değil, ‘iç savaş’tan söz ediliyor. Söyleyen de bencileyin sıradan bir yurttaş değil, bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan zat. Bu kadar önemli, bu kadar yakıcı ve bu kadar yıkıcı bir cümle yalan olaydı anında yalanlanırdı. Hayır, herhangi bir yalanlama yok. Demek ki…” (Aydın Engin, “İç Savaş Çıkarsa Ezer Geçeriz”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2016, s.10.)

[33] “Bazı insanlar hayatta hiçbir gayeye sahip olmadan yaşarlar. Böyle insanlar bir nehir üzerinde akıp giden saman çöplerine benzerler. Onlar gitmezler; ancak suyun akışına kapılarak akarlar.” (Seneca.)

[34] “DİSK’ten ‘Kahverenkli’ Referandum Açıklaması: Türkiye’nin İşçi Cehennemine Dönüşmesine Hayır”, Cumhuriyet, 8 Şubat 2017, s.9.

[35] “TKP/ML MK: Faşist Diktatörlüğün Giymeye Çalıştığı Yeni Gömleği Başkanlık, Halk Oylaması İle Değil Halkın Mücadelesiyle Durdurulur!”, Şubat 2017… http://ikk-online.org/tkpml-mk-fasist-diktatorlugun-giymeye-calistigi-yeni-gomlegi-baskanlik-halk-oylamasi-ile-degil-halkin-mucadelesiyle-durdurulur.html

[36] Hamiyet Çelebi, “Kürtlerin Aşil Topuğu Ulusal Çıkar”, Bas, No:4, 23-29 Ocak 2017, s.5.

[37] Oral Çalışlar, “Başkanlık Sistemi, Ama Nasıl?”… http://www.posta.com.tr/baskanlik-sistemi-ama-nasil-oral-calislar-yazisi-1243045

[38] Eduardo Galeano, Biz Hayır Diyoruz-Seçme Yazılar, Çev: Bülent Kale, MetisYay., 2008.

[39] Aydın Engin, “Onun Hayır’ı Seninkini Döver”, Cumhuriyet, 2 Şubat 2017, s.10.

[40] “Diyebileceğini sanmıyorum ama mücadelenin morali açısından halkın ‘Hayır’ demesi iyi olur. Bununla birlikte, yakıcı gerçek ‘Hayır’da yatmıyor. Zorla gelen zorla yıkılıyor. Halkı ‘Hayır’ demeye çağırırken, ‘Hayır’ın her derde deva olduğu hayalini yaymaktan kaçınmak, bu diktatörlüğün ancak zorla, uzun erimli, soluklu bir mücadele ile yıkılabileceği gerçeğini öne çıkarmak ve güçleri bu can alıcı gerçeğe göre yapılandırmak gerekiyor. Doğru ve zor olan bence budur.” (Muzaffer Oruçoğlu, “Doğru ve Zor Olan”, 28 Ocak 2017… http://kurdistan-post.eu/tr/guncel/dogru-ve-zor-olan-muzaffer-orucoglu)

[41] Rahmi Öğdül, “Bir Ateş Ver Ateş Böceği!”, Birgün, 30 Aralık 2016, s.15.

[42] Aktaran: Alex Haley, Malcolm X., İnsan Yay., 8. baskı., 2016.

 

Exit mobile version