AKP ve Erdoğan Ne Yapmak İstiyor? 

1 Ekim 2024’te başlayan ve hala ortak bir isimle anılamayan süreç devam ediyor. PKK, Öcalan’ın çağrısına uyup kongresini topladı ve kendini feshetti. Toplum artık 7-8 aydır devam eden süreçten somut adımlar, gelişmeler bekliyor. Bu beklentilere devletin ve hükümetin cevabı olmalı. Örneğin, tüm politik rehinelerin serbest kalması için bir takvim açıklanmalı. HDK, Kobani ve Gezi kumpas davaları bütün sonuçları ile iptal edilmeli. Hiçbir şekilde ertelenmesi mümkün olmayan yaşlı ve hasta tutuklular derhal bırakılmalı. Keyfi bir tutum olan infaz ertelemelerinden derhal vazgeçilmesi gibi adımlar atılarak yumuşama ortamı yaratmak mümkündür. Kürt tarafı üzerine düşeni yapmaya çalışırken, devlet ve hükümet, özellikle de AKP ve Erdoğan süreci baltalamak için ellerinden geleni yapıyorlar. Erdoğan ve Uçum şimdiye kadar kullanılan dilden ısrar ediyorlar. Erdoğan Lozan mesajında (daha düne kadar Lozan bir zafer değil, bir hezimettir diyordu) “Devletimizin birliği, rejimi, bayrağı, resmi dili konularının tartışmaya açılmasına rıza göstermeyiz,” diyor. Peki, samimiyseniz bu nasıl olacak? Mehmet Uçum yeni anayasa için “tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet ilkeleri temel olacak” (18 Mayıs 2025) diyor. Bir devlet memuru olan (Erdoğan’ın memuru) bu kişi kimin adına bu açıklamaları yapıyor? TBMM başkanı sıfatını taşıyan Numan Kurtulmuş, 19 Mayıs günü savaş kazanmış bir işgal kuvvetleri komutanı edasıyla maiyeti ile beraber Gabar’a giderek gövde gösterisinde bulunuyor. Bu yetmiyor, Şırnak Üniversitesinde yaptığı konuşmayla milyonlarca Alevi’ye hakaret ediyor. Dostları Colani Suriye’de Alevi katliamına devam ederken, bu noktada iki dost olarak buluşuyorlar, İslam şemsiyesi altında. Numan Kurtulmuş, Türklerin Anadolu’ya gelişlerini birkaç tarihle andıktan sonra şöyle diyor: “Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi’nin yapmış olduğu ittifaktı. 1514’te Çaldıran’da o ittifakımız Anadolu’daki Müslüman toplulukların başının daha dik bir şekilde dolaşmasına, esenlik ve birlik içerisinde birlikte var olmasını sağlamıştır.” Peki bay Kurtulmuş, Müslüman olmayan Alevilere, Hristiyanlara, Êzidilere ve daha birçok inanca ne oldu? Onların başı mı eğildi? O günkü koşullarda kırk binin üzerinde Alevi katleden Yavuz’u överken, yapılacakların neler olduğunu düşündünüz mü? Alevi katliamını Müslümanlığın zaferi olarak kutsuyorsunuz, o zaman bugün Kürdistan ve Türkiye’de yaşayan milyonlarca Alevi ile nasıl ortak bir yaşam kuracaksınız? Ya da her şey İslam’ın şemsiyesi altında mı düşünülüyor, bu düşünce halktan gizleniyor mu? İslam şemsiyesi altında yaşamak istemeyen on milyonlarca insanı ne yapacaksınız? Kürdistan ve Türkiye halkları AKP ve hükümetinden bu sorulara cevap vermelerini ivedilikle talep ediyorlar. AKP’yi yönetenlerin, hükümetin bu dili ve tavrı sürece bilerek zarar veriyor, samimiyetsizliğinizi ortaya koyuyor. Ayrıca AKP yöneticileri ortakları Devlet Bahçeli’nin Mecliste komisyon kurulsun teklifini de değişik bahanelerle reddediyorlar. Kürdistan sorunu meclise taşınmayacaksa nerede ve nasıl tartışılacak? 

Bu gelişmelerin bir yanı, öteki yanı bundan daha da umut verici değil. Başta ana muhalefet olmak üzere, muhalefetin önemli bir kesimi vatanın tapusu mu değil mi tartışması ve hafifliği ile meşgul. Oysa yüz yıl sonra bilimsel olarak Lozan Antlaşması’nın Mezopotamya ve Türkiye halklarına ne verdiği ne vermediği üzerine konuşulsa Kürtlerin ne demek istediklerini anlayacaklardır. Kürtlerin ülkelerinin 1514’ten sonra bir daha bölünmesini karar altına alan bu anlaşmaya karşı çıkmaları, onu reddetmeleri kadar doğal bir tavır olamaz. Tarihsel bazı büyük haksızlıkların değiştirilememesi onları haklı göstermez. Ama Kürtler Lozan’ın değişmesi ve Kürtlerin lehine olan maddelerin hayata geçirilmesi için mücadelelerine devam edeceklerdir. Bu mücadele sonunda birleşik bağımsız Kürdistan’ı getirmese de. Ayrıca Lozan’a karşı çıkmak, onu değiştirmeye çalışmak mutlaka bugünkü sınırları reddetmek anlamına gelmeyebilir. “Ortak vatan” ya da “demokratik cumhuriyet” deyimleri bunun belirtileri değil midir? Barışa ulaşılmak isteniyorsa sansürsüz her konuyu konuşmak, tartışmak bir zorunluluk olmalıdır. Oysa Erdoğan ve hükümeti belediyelerin yetkilerini kısıtlamak için hazırlıklar yapıyor. Yetkilerin seçilenlerden alınarak atananlara aktarılması düşünülüyor. Aklımıza kayyım atamadan kayyımla idare geliyor. Bu da Erdoğan’ın kayyım atmalarının istisnai hale geleceği belirtmesinin arkasındaki gerçeği ortaya koyuyor. Yeni süreçle birlikte tüm Kürdistan ve Türkiye’de kitleler demokratikleşmeyi, merkezden uzaklaşmayı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini beklerken, hükümetin demokrasiden, ademi merkeziyetçilikten ne anladığı da yavaş yavaş ortaya çıkıyor. 

Üçüncü bir tavır da Türk solunun ortaya koyduğu ya da koymadığı tavır. Ülkede yer yerinden oynarken arkadaşlar olup bitenlerden bihaber yaşıyorlar. TKP yaptığı açıklamada süreci “sermayenin barışı” diye adlandırarak küçümsemeye çalışıyor ve soruyor: “Sömürüsüz bir düzene ne dersiniz?” Halkların barış istemine “Türkiye bölünmesin diye karşı çıkmak sömürüsüz düzen yerine Kemalist düzen olur,” deriz. 

Sol Parti, “Partimiz uzun yıllardır ülkemizi bir savaş ve şiddet ortamına sürükleyen politikalara karşı Kürt sorununda bir arada yaşam temelinde demokratik ve barışçıl çözümden yana olmuştur. Son yaşanan gelişmeleri bu yönüyle olumlu buluruz,” diyor. Alışıla gelmiş suya sabuna dokunmama fakat bir arada yaşama haline atıfta bulunularak “kutsal” sınırları korumakta ihmal edilmiyor. 

Emek Partisi, “Ülkede demokrasi, bölgede barış talebini yükseltmeye devam edeceğiz! Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü, çatışmaların son bulması, demokratik bir ülkede eşit koşullarda yaşam talebi yakıcılığını devam ettirmektedir. Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan örgüte yapmış olduğu ‘kongre toplama, silah bırakma ve kendini feshetme’ çağrısının Kürt sorununu çözüm sürecinde yeni bir eşik olduğu açıktır. On yıllardır süren çatışmaların sona ermesi, sürecin demokratik tartışma zemininde ele alınması ve demokratik yollardan çözülmesi için bir fırsattır,” diyor. 

Türkiye İşçi Partisi, sırtını dayadığı sosyalizm düşüncesinin doğal bir gereği olarak en ağır tehdit ve saldırılar altında bile barış ve halkların kardeşliğini, Kürt halkının eşit yurttaşlık başta olmak üzere temel haklarını savunmaktan bir an kaçınmamıştır. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da ülkemizde olduğu gibi bölgemizde ve dünyada da barışı, kardeşliği ve halkların özgürlüğünü savunmaya aynı kararlılıkla devam edeceğiz,” denilmekte. 

Kürtler iki yüz yıla yakın bir süredir Osmanlı’ya ve Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı özgürlükleri için büyük bedeller ödediler. Son kırk yıldır devletin aralıksız sürdürdüğü kirli savaşı sona erdirmenin, ülkede barış ve eşit yurttaşlık koşullarının somut olduğu böylesine önemli bir ortamda olumlu da olsalar sadece açıklamalarda bulunmak sol, sosyalist ve komünistlerin tavrı olmamalı. Bu mücadeleye aktif katılınmalıdır. Kürdistan sorununun çözümünün sadece Kürdistan halkları için değil Türkiye halkları için de kutsal bir görev olduğunun anlaşılması gerekir. Türkiye bölge ve dünya barışı için atılacak her adımda sol, sosyalist ve komünist güçlerin en önde olması gerekmiyor mu? 

Yazarın diğer makaleleri 

Verified by MonsterInsights