Muharrem İnce, ‘Ben bir parti kurmuyorum, yola çıkıyorum. Bu yol Diyarbakır’da karpuz tarlasına gidiyor. Diyarbakır’da kardeşlerimle karpuz toplayacağım’ diyor. Özal-Yılmaz-Demirel-Erdoğan… derken İnce de Diyarbakır’dan yola çıkma kervanına katıldı.
Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
İktidar ve muhalefetiyle “Erken seçim yok” diyorlar ama seçim sathı mahalline girilmiş olarak davranıyorlar. Dikkat edin, taktik planlama ve ittifak çalışmalarını erken seçim odaklı sürdürüyorlar. Çünkü uzun süredir, Cumhur İttifakı’nın seçimde sandığında çıkamayacağı, sadece anket sonuçları değil, ekonomik, siyasal yaşamın verileri siyasetle ilgili herkese zaten kendiliğinden servis ediliyor. Bu nedenle AKP erken seçim odaklı peş peşe paket, kanun, askeri harekât vb. adımları atarken “hele dur turpun büyüğü heybede” misali en son Ayasofya adımını attı. Fakat Ayasofya dâhil gerek içerideki hamleler, gerek Kürdistan-Suriye- “Mavi Vatan” Libya’ya uzanan ve nerede durdurulacağı bilinmeyen emperyal adımların tamamında, evdeki hesap çarşıya uymuyor. Uymayacağının verileri güçlendikçe de Cumhur İttifakı liderleri daha fazla kaos siyasetine sarılıyorlar.
İktidar; içeride baro, kıdem tazminatı, esas İstanbul Sözleşmesi gibi kendi çekirdek kitlesinde bile kabul görmeyen hamlelerden ya geri adım atıyor ya da geri adım atmaya zorlanıyor. İdlib, “Mavi Vatan”, Libya’da ise durum içeriden daha vahim. Yandaş medyanın “Ceddin deden, neslin baban” mehter marşı propagandasına bakmayın, bu alanlarda Türk İktidarı ya geri adım atıyor ya da tavizlerle durumu idare ediyor. Fakat geri adım atsa da savrulsa da Cumhur İttifakı daha önce belirttiğim gibi mayın tarlasında yürümeye yani “nasıl olsa kaybediyorum bu adımlarla belki kazanırım” umuduyla zar atmaya devam ediyor.
Cumhur İttifakı; milliyetçi muhafazakârları birleştirerek, Kürtlerin seçimdeki kilit konumunu etkisizleştirmek istiyor ama..!
AKP “iktidarda kalabilmek için her yol mübah” şiarıyla her şeyi deniyor, deneyecek. Örneğin, tek başına iktidarı ilk kaybettiğinde MHP’nin ipine sarıldı. Türk-İslam sentezinin tipik ittifakı olarak içeride yakın tarihin en ağır baskı makinesi kuruldu. Dışarıda ise Kürdistan’dan Libya çöllerine, Enver Paşa’nın “Turani” hayallerinin peşine düştü.
Bunlara rağmen Cumhur İttifakı sandıktan çıkamayacağını görünce, bu kez İYİ Parti (İYİP) ipine sarılmayı, yani milliyetçi muhafazakâr ittifakı genişletme arayışına girdi. Bununla hem seçimde Kürtlerin kilit konumunu etkisizleştirmek hem Millet İttifakı’nın muhafazakâr seçmen ile bağını zayıflatmak istiyor. İktidarda kalmanın günübirlik taktik oyunlarından ibaret tipik postmodern siyasetin kalıpları. Yani iktidar uğruna her oyun her taktik mübah.
Bunlar olurken “kıymetlendik” diyen İYİP ise bir yandan CHP nezdinde pazarlık kartını güçlendirmenin diğer yandan ise “kıymetlendik buna halel getirmeyelim” gazıyla sabah-akşam Kürt “bölücülüğünden” nasıl uzak olduklarını açıklıyorlar. Zavallılar! Bahçeli’nin çağrısına uyup eve yani MHP veya Cumhur İttifakı’na dönmek bir dert; olumsuz cevap vermek ise “bakın milliyetçi muhafazakârlarla işbirliği yerine, solcu, bölücüleri iktidara taşımak istiyorlar” eleştirisiyle yüzleşmek iki dert misali kıskacındaki İYİP yöneticileri; en kestirme ve en çok prim yapacak çıkışı Kürt siyasetine karşıtlık üzerinden aradılar. Sözcüleri “biz MHP-AKP’nin temsil ettiği milliyetçi muhafazakâr değerlere yakınız” diyor ve devamında Kürdistan’da “HDP dışında AKP, olmazsa CHP kim oy alırsa olumludur, devlet yararına olup destekleriz” demesi İYİP’in Cumhur İttifakı’ndan yana saf değiştirebileceğinin mesajını da vermiş oldu.
İYİP’in duruşunda esas ayrıştırıcı olan Kürdistan meselesi! Fakat zaten mesele Kürt, Kürdistan olunca sadece İYİP ile MHP değil Türk sistem partilerinin tümü aynılaşır. Terazinin bir kefesine Kürdistan ve Kürt meselesi koyun, diğer kefesine sistem partilerinin tümü zaten kendiliğinden yerleşir. Ve “ben, senden daha fazla Kürt/Kürdistan karşıtıyım” yarışından da geri durmazlar. İYİP’in yaptığı da budur ve bu Türk rejiminin yüz yıllık kurumsal ırkçılığının, sistem partilerinin, ulusal basın ve üniversitelerin genetik kodlarına adeta nakşedilmiştir.
Ancak Kürt siyasetinin bu kurumsal ırkçı blokun engellerini aşarak Kürdistan ve Türkiye metropollerinde merkezi iktidar denkleminde de kilit siyaset/parti konumuna gelmesi bütün hesapları alt-üst etti. Son yerel seçimlerde çıplak görüldü ki “Kürtlerle olmuyor” diyenler Kürtsüz de kendilerine iktidar kapıları açılmıyor! AKP-MHP bu açmazı aşmak için bütün milliyetçi muhafazakârların ittifakı peşinde!
Cumhur İttifakı’nın son taktiği, iktidarını sürdüremiyorsan muhalefetin iktidarını önle!
Cumhur İttifakı gelecek seçimde “nasıl iktidara gelirim” hedefinden çok muhalefetin iktidara gelmesini nasıl engellerim taktiğini izliyor. Yani İktidarda kalamıyorsan muhalefetin gelişini önle! Erken seçimde sandıktan çıkamayacaksan, muhalefetin çıkmasını engelle. Kaosa dayalı yönetim politikasının tipik örneği.
Öyle ki yıllardır CHP’yi “katı seküler, muhafazakâr kesimin hassasiyetlerini dikkate almamakla eleştiren AKP-MHP şimdi sırf muhalefet güçsüz düşsün diye Muharrem İnce’nin çıkışını destekliyor. Aslında siyasetleri gereği desteklemeleri gereken CHP’nin, İmamoğlu ve Yavaş üzerinden muhafazakâr kesime açılan siyaseti. Bu, elbette kendi iç meseleleri sadece postmodern siyaset kalıplarında hiçbir ölçü-değer kalmadığı, iktidar uğruna her yolun mübah sayıldığını belirtmek istedim.
Muharrem İnce “Diyarbakır’da karpuz toplamaya” değil halkın iradesini tanımaya gelsin!
İnce, “Ben bir parti kurmuyorum, yola çıkıyorum. Bu yol Diyarbakır’da karpuz tarlasına gidiyor. Diyarbakır’da kardeşlerimle karpuz toplayacağım” diyor. Özal-Yılmaz-Demirel-Erdoğan… derken İnce de Diyarbakır’dan yola çıkma kervanına katıldı. CHP’nin en katı Kemalist milliyetçilerinden İnce, Kürt halkının ulusal özgürlük mücadelesinde; kendi kendini yönetecek statü talebini savunuyor mu? Yok! En azından Kürtlerin anayasada varlığını, ilkokuldan üniversiteye kadar ana dilden eğitim hakkını savunuyor mu? Yok! O zaman ne işin var Diyarbakır’da? Karpuz, ciğer… yemeye-içmeye geliyorsa buyursun! Yok, Kürt halkının iradesine talipse zahmet etmesin Yalova’dan başlasın!
Kürtler statüsüzlüğü kabul etmez!
Diyarbakır’dan siyasete adım atmak isteyen herkes, bir: Beğenin beğenmeyin Kürt halkının sandıktan çıkan iradesini tanıyacaklarını… İki: İrade gaspı olan Kayyum siyasetinden hesap sorup içerideki eşbaşkanların şartsız tahliyesini gerçekleştireceklerini… Üç: İlçe, il belediyelerin, muhtarlıkların, şirketlerin bir bayrağı, kimliği ve belirlenmiş statüsü varken 20 milyon Kürt halkının statü talebini tanıyacaklarını… Dört: Acil olarak ana dilde eğitim hakkı, Anayasa’da Kürt halkının varlığının tanınması ve de halkımızın kanayan yaralarından biri olan Şeyh Sait ve dava arkadaşlarının cenazelerini ailelerine teslim edileceklerini açıklayacaklarsa… buyursunlar gelsinler. Özal-Yılmaz-Demirel-Erdoğan’ı tekrarlayacaklarsa hatta İnce gibi bunların bile gerisinde Kemalist ulusalcı çizgiyi temsilen gelecekse, zahmet etmesin!
Etmesin çünkü Kürt meselesi, iç ve bölgesel gelişmelerle etkileşim içerisinde çoktandır makas değiştirdi, çözüm çıtası yükseldi. Artık gerek SHP/CHP’nin 1989 “Kürt Raporu” ile gerekse AKP’nin 28 Şubat 2015 tarihinde HDP ile birlikte açıkladığı Dolmabahçe Mutabakatı ile Kürt meselesine yanıt üretilemez. O günden bu yana köprünün altında çok sular aktı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi, resmen ayrı ulusal ordusuyla, parlamento ve hükümetiyle konfederal yapıdan bağımsızlığa geçiş mücadelesi veriyor. Kuzey Doğu Suriye Özerk Yönetimi ise fiilen Kürdistan Bölgesi benzeri konfederal bir yapıya sahip olup bunun resmiyet kazanmasının mücadelesini veriyor. Ve bu iki parçanın diğer parçalarla karşılıklı etkileşimi sınırda örülmüş fiziki ya da beton duvarlarla engellenemiyor, engellenemez.
Kaldı ki sadece Kürdistan’ın bu iki parçası değil, bir bütün olarak Kürdistan coğrafyası hızla siyasal içerik kazanırken bireysel, kültürel haklarla sınırlı çözümü içeren yeni paketler Kürt meselesine çözüm üretmeyecek.
Altına hücum savaş işareti!
İnsanlık tarihinde altın, daima kavga ve savaş nedeni olmuş. Küresel para sisteminin de temeli olan altının bu durumu yeni ve Türkiye’ye özgü değil geneldir. 1929 Bunalımı yani İkinci Dünya Savaşı öncesinde de altına hücum yaşanmıştı. Türkiye’de son bir yılda özellikle de son haftalarda altına hücum var. Bir ülkede halk altına hücum ediyorsa bu üç şeyin işaretidir, bir: Derin bir ekonomik buhranın, iki: Halkın iktidara derin güvensizliğinin, üç: İktidarın savaş hazırlığı. Ki üçü de şu an Türkiye’de yaşanıyor.
Kürdistan’ın merkezinde yer aldığı bölgede; halklar ve coğrafya zaten savaş yorgunu! 25 yıldır sürdürülen postmodern savaşın görünür gelecekte bitirileceğinin işaretleri yok. Üstelik vekâlet savaşlarının doğrudan savaşa dönüşme riski Güney Kafkasya’dan (Ermenistan-Azerbaycan arasında) Suriye ve Libya’ya kadar tırmanıyor. Bölge düzeyinde bir savaş en başta halkımız için felaket olur.
Kürt siyasetine düşen görev
Bu koşullarda Kürt siyaseti, taktiklerde değil stratejide ortaklaşmalı
1 – Kürt parti, aydın ve stratejistleri ulusal özgürlük mücadelesinde günü kurtarmak yerine geleceği kazanmaya, taktiklere değil stratejiye, partinin değil halkın çıkarlarına ODAKLANMALI! Yani taktik odaklı anı kurtarma bakış ve pratiği aşılmalı yoksa pusuda bekleyen sömürgeci odakların koordineli planları halkımıza felaket getirebilir. Sonbaharda savaşa karşı barış şiarı etrafında mücadeleyi yükseltmek her zamankinden daha önem kazanıyor.
2 – Kürt siyaseti; Şırnak halkımızın uzman çavuşun bir çocuğa aleni cinsel saldırısını kitlesel olarak protesto ederek Kürdistan’da uzun süredir süren taş çatlatan sessizliği bozmasını büyütmek, artan siyasi, sosyal saldırılara karşı halkımızın demokratik tepkisini örgütlemekle yüz yüze!
Kaynak: