I – ABD ile Türkiye, Rojava üzerinden yaşadıkları gerilim-restleşme sonunda ucu açık bir uzlaşmaya vardılar. Denilebilir ki iki taraf açısından da mecburi ya da kerhen bir anlaşma yapıldı. Kerhen çünkü Türkiye, ABD ile Kürdistan özelde Rojava Kürdistan’ı, S-400, F-35 vb. içeren gerilimi daha da tırmandırmak istemiyor zira bir adım ötesi NATO’da geriye dönüşü olmayan yol ayrımını derinleştirebilir ki bunu istemiyor.
Türkiye bal gibi biliyor ki; toprak birliği, NATO güvencesi altındadır, büyük-küçük herhangi bir saldırı doğrudan NATO’ya yapılmış kabul edilir. Asıl NATO’dan ayrılmış bir Türkiye, saldırı ve bölünmeye daha da açık hale gelecek. Batıdan kopmuş bir Türkiye ekonomisinin de ağır sorunlarla yüzleşmesi ayrı bir sorun. Zira Türkiye hem İran, Rusya gibi zengin enerji kaynaklarına sahip değil hem zaten ekonomi baştan itibaren Batıya bağımlı şekillendi.
Sinan Çiftyürek / Yazarın diğer makaleleri için tıklayınız
İki derede bir arada sıkışmış Türk iktidarı ancak kendi jeopolitik, jeostratejik konumunu özelde İncirlik Üssü gibi kartlarını pazarlayarak ve Rusya ile ABD’yi birini diğeri ile keserek çıkış arayıp masada elini güçlendirmek istiyor.
ABD’ye gelince, hem NATO müttefiki hem de küresel emperyal (imparatorluk) stratejisinde coğrafik konumuyla da önemli yeri olan Türkiye’yi daha fazla Rusların kucağına itmek istemiyor. Ki varılan mutabakatla Türkiye’nin NATO’dan uzaklaşma sürecine en azından şimdilik frene basıldı. Ama aynı zamanda sahada ki yeni müttefiki olan SDG’yi (Kürtleri) de kaybetmek, dolayısıyla Türkiye saldırısıyla yüz yüze bırakmak istemiyor. İşte bu denklemde, ikisinin de elini tutarak yürümeyi hedefleyen bir uzlaşma aradı.
Erdoğan: “Çok yakında farklı bir aşamaya geçeceğiz. ABD’den gerçek müttefikliğe yaraşır adım atmasını bekliyoruz… Güney sınırımızda adeta kanser hücresi gibi büyüyen, müttefiklerimizin ağır silahlarıyla büyütülen bu yapı ortadan kalkmadıkça Türkiye rahat edemez… Fırat’ın doğusuna gireceğiz. Bunu Rusya ile Amerika ile de paylaştık.” Savunma Bakanı Akar’da, “uzlaşma olmazsa Türkiye güvenli bölgeyi tek başına oluşturacak, hazırlıklarımız tamam Cumhurbaşkanımızın talimatını bekliyoruz” derken, gerçekleşen Milli Güvenlik Kurulu sonuç bildirisi de malumu ilan etti; “Bütün gücümüzle bir barış koridorunun inşası için kararlılığımız teyit edilmiştir.”
Bu söylemlere, bir yılı aşkındır Kobani, Tel Abyad, Resulaynı… hedef alan tanklı-toplu askeri araç desteğinde 100 bin civarında askerin konuşlandırılması da eklenince durumun vahametini gören ABD, önce CENTCOM Komutanı Orgeneral K. McKenzie “Türkiye’nin müdahalesine izin verilmeyeceğiz”; ardından Savunma Bakanı Esper “Türkiye’nin Suriye’de tek taraflı adımlarını engelleyeceğiz” denilince yani bu karşılıklı restleşmelerin gölgesinde alelacele Ankara’da uzlaşma masası kuruldu.
Taraflar bu pozisyonlarıyla masaya taleplerini taşıdılar. Türk Devleti, “barış koridoru, güvenli bölge” kavramları ile süslenmiş 35-40 km derinliğinde Rojava Kürdistan’ının tümünü işgal etmek istiyor. Yoksa NATO üyesi ve ikinci büyük ordusuna sahip Türkiye küçük Rojava’dan neden tehdit algılasın ki? Rojava “tehlikesi” hikaye ve kökten kurgudur! Türkiye, Kürdün statü elde etmesini engellemek ve İran ile bölge üzerindeki emperyal yarışta son Osmanlı bakiyesini elde etmek hedefiyle Rojava’yı işgal etmek istiyor. Mesele bundan ibarettir.
ABD ise Avrasya üzerinde emperyal egemenlik savaşının önemli bir ayağı gördüğü Ortadoğu’da çıkarları gereği Kürt ulusal kurtuluş hareketiyle ilişkilenmiş, Güney ile Rojava Kürdistan’ındaki güçlerle siyasi ve askeri müttefik olarak ortak harekât etmekte. ABD kendi emperyalist stratejisinde Türkiye’yi nasıl stratejik bir müttefik görüyorsa, Kürtleri de aynı stratejide yeni bir müttefik olarak görüyor. İkisiyle aynı stratejide birlikte yürümek istiyor ama bu durum beraberinde aşılması zor sorunlar içermektedir.
II – Belirsizliklerle yüklü uzlaşma!
Taraflar, bu sorunlar yumağı altında üç gün sürdürdükleri Ankara görüşmeleri sonucunda vardıkları anlaşma ile ilgili şu ortak açıklamayı yaptılar;
“Görüşmelerde, Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderecek ilk aşamada alınacak tedbirlerin bir an önce uygulanması, bu çerçevede, güvenli bölge tesisinin ABD ile birlikte koordine edilmesi ve yönetimi için Türkiye’de Müşterek Harekat Merkezinin en kısa zamanda kurulmasını müteakiben, güvenli bölgenin bir barış koridoru olması ve yerinden edilmiş Suriyeli kardeşlerimizin ülkelerine dönmeleri için her türlü ilave tedbirin alınması konularında mutabık kalınmıştır” deniliyor. Bu anlaşmayı nasıl okumak gerekiyor?
Bir; Öncelikle anlaşmaya dair en önemli sorun, asıl dava sahibi olan ve üzerinde hesaplar, planlar yapılan Rojava Kürdistanı halkının ve karar sahibi siyasi iradelerinin dikkate alınmaması. Rojava Kürdistan’ına ilişkin hayati önemde karar ve yönelimler belirleniyor ama siyasal temsilcisi masada yok! Daha da vahim olanı karar vericiler de kendi aralarında masadaki temel konularda ayrı düşünüyor olmalarıdır.
İki; Taraflar aralarındaki önemli gerilim ve anlaşmazlık konularının hiçbirinde anlaşma sağlayamadan zamana yaydılar. Bu nedenle anlaşma ilk başta ucu açık sonuçlar üretti. Ucu açık olma taraflara hareket serbestliği sağladığı gibi farklı yorumlara malzeme sunan özelliğiyle de dikkat çekici. Tarafların hedeflerinin ucunu açık bırakmaları bir zorunluluk gibi de görünüyor çünkü ancak böylesine genel geçer ve güç dengelerine göre farklı yönlere çekilebilir üç madde üzerinde anlaşabildiler. Ve anlaşmanın ayrıntılarının açıklanmamış olması da sanki belirttiğimiz zorunluluğun bir parçası gibi duruyor.
Ayrıntılar önemli zira esas hesaplar-tuzaklar ayrıntılarda saklı. Dolayısıyla ayrıntıların zamanla karşılıklı açıklanacak kartlar da saklı olması beraberinde tarafların birbirlerine kuracakları tuzakları da içermekte. Varılan uzlaşmanın açık uçluluğu, belirsizliği, kurulması planlanan “Müşterek Harekat Merkezinin” esas gündemini sürekli işgal edecek gibi.
Üç; Az-çok net olan “ABD ile birlikte koordine edilmesi ve yönetimi için Türkiye’de Müşterek Harekât Merkezinin kısa zamanda kurulması” dışında anlaşmanın belirsizliklerle yüklü olması en net “Güvenli Bölge”de görülüyor. Kavram ve kurulmasında anlaşılmış ancak nasıl bir “güvenli bölge” yani çapı-derinliği-süresi-kimin-kimlerin denetiminde ve nereleri kapsayacağı… belirsiz. Dün olduğu gibi bugün de “herkesin kendine göre bir güvenli bölge tarifi var” misali ABD ve Türkiye’nin farklı “Güvenli Bölge” tarif ve hedefi devam ediyor.
Hakeza “yerinden edilmiş Suriyeli kardeşlerimizin ülkelerine dönmeleri için her türlü ilave tedbirin alınması” cümleciğinde de aynı belirsizlik var. Bu cümlecikten Türk Devletinin anladığı ve hedeflediği; Türkiye’de bulunan üç milyon Arap mülteciyi Rojava Kürdistan’ına yerleştirerek iki Kürdistan parçası arasında Arap Kemerini oluşturmak ve böylece Rojava Kürdistanı coğrafyasında demografik yapıyı kökten değiştirmek… hesabı var.
ABD, Türkiye’nin bu plan ve hesabının neresinde duruyor? Kesin bir şey diyemeyiz ama Kürt halkı yok olmak pahasına Türkiye’nin bu planını asla kabul etmeyip sonuna kadar direnecek. Çünkü planın kendisi Rojava halkımızın tümüyle imha ya da toprağından sökülüp atılmasını yani zaten yok edilmesini içerdiğine göre halkın direnip ya işgalcileri tıpkı IŞİD benzeri yenilgiye uğratmak ya da yok olmak! Başka seçeneği yok.
ABD, eğer Kürt savaşçıları karasal savaşta esas müttefik güç olarak görüyorsa o zaman Türkiye’nin, Arap göçmeni “her türlü ilave tedbirin alınması” belirsizliği altında Rojava’ya yerleştirmesi hesabına karşı durması lazım. ABD şayet bölgede hem Türk hem de Kürtlerin elini tutarak yürümek istiyorsa bu tutumu almak zorunda. Dolayısıyla belirsizlikler ya da ucu açık bırakmalar, taraflara güçleri ile orantılı yeni hareket alanları oluşturacağı gibi her hamle de yeni sorunlarla, krizlerle yüz yüze getirmesi de büyük olasılıktır. Zira taraflar mutabakattan farklı şeyleri sadece anlamıyorlar pratiğe dönük açıklamaya da devam ediyorlar. Örneğin Türk Dışişleri bakanı Çavuşğlu “ya birlikte terör örgütünü orada temizleyeceğiz ya tek başımıza temizleriz. Biz hazırız Cumhurbaşkanımızın talimatıyla girmeye hazırız” diyor.
Dört; Türkiye’nin yakın vade de Rojava’ya saldırmasında frene basılmış yani “bir gece ansızın gelebilirim” işgalini şimdilik durdurmuş gibi görünüyor! Gibi diyoruz çünkü devletin en yetkilisi cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ağustos ayı bizim tarihimizde zaferler ayı olarak geçer. İnşallah bu Ağustosta da tarihimizin zaferler halkasına bir yenisini daha ekleyeceğiz” deyince, MHP lideri Bahçeli’de, “Zafer de süreklilik kazanan her zaman yenilenmesi gereken değerli bir kavram. Allah bu milleti zaferden yoksun bırakmasın” açıklamaları… ABD-Türkiye mutabakatına rağmen yakında Rojava’ya tek yanlı işgal harekatı başlayabilir demektir. Çünkü güç kaybeden ve aşılamayan ekonomik krizin kitle dayanaklarını daha da eriteceğinden hareketle “Rojava fatihi” reytingi ile erken seçim hesabı yapılıyor. Siz Bahçeli’nin sıkça “seçim yok” demesine bakmayın! Rojava’da hedefleri gerçekleştiği an kameraların karşısına geçip “erken seçim koşulları hasıl olmuş bundan kaçamayız. Hodri meydan” diyecektir!
İlginç olan Erdoğan ve Bahçeli tarafından barış, huzur, kardeşlik kavramları yüklenen Kurban Bayramı mesajlarında Kürde karşı zaferi hedefleyen savaş çığırtkanlığı yapmaları. Ağustos’ta kime karşı zafer? Rojavalı Kürde! Neden? Nedeni açık; Kürdün kendi yurdunda kurmanın ilk adımlarını attığı statüsüne son vermek!
Beş; Demek ki Kürdistan’ın merkezinde bulunduğu Ortadoğu’da savaş uzayacak!
ABD ile Türkiye’nin Ankara mutabakatı, bölgede savaşın uzayacağının teyididir. Bu konuda Kürdistan Komünist Partisi (KKP) Kasım 2018 IX. Genel Kongresi’nin “Ortadoğu ve Kürdistan Üzerine” alınan kararında;
“ABD liderliğindeki Batı ile Rusya liderliğindeki Doğu eksenlerinin son 25 yıldan beri süren Küresel hâkimiyet savaşları, esas olarak Asya üzerinde sürmekte olup Ortadoğu-Kürdistan bu savaşın merkezinde yer almaktadır. Bu uzun süren savaşın yakında sonlanacağının işaretleri görünmüyor çünkü savaşın küresel ve bölgesel aktörleri ne uzlaşarak ne de savaşarak çözüm üretemiyorlar. Üstelik ABD’nin Körfez’de İran’a karşı uygulayacağı ambargo ile savaşı daha da ağırlaştıracaktır” deniliyor. Suriye, Irak başta olmak üzere gelişmeler, bölgede savaşın uzayacağının göstergesidir.
III – Varılan Mutabakata rağmen Türk yetkililerince yapılan açıklamalar, Rojava’ın halen Türk devletinin işgal tehdidi altında olduğunu gösteriyor.
TC gündemi yıllardan beri Kürdistan, özelde Rojava Kürdistanı! Türkiye ABD ile pazarlık masasında son kartını açıp “Batı ittifakında kalmamı istiyorsan Rojava’da denetimimde güvenli bölge olacak yoksa tek başıma işgal ederim” diyor! Yani “ya kırk katır ya kırk satır” misali güvenli bölge olmazsa operasyon” ikilemini dayatıyor. Devlet Bahçeli açık konuştu; “Ya Güvenli Bölge kurulur ya Fırat Doğusu baştanbaşa ateşe verilmeli”! diye buyurmakla Moğolistan’dan yola çıkıp Bağdat-Şam’a kadar uygarlıkları yakıp-yıkan Moğol ordularını hatırlattı! Açıktır ki Türkiye’nin derdi “Güvenli Bölge” değil. O, Efrin’den Qamışlo’ya Batı Kürdistan’ı istiyor! Derdi sınır güvenliği olsa “sınırda ortak devriye”ye evet der, illa da “35 km derinlikte güvenli bölge” ile Rojava’nın tümüyle işgalini hedefliyor. O, Güney Kürdistan’ı Rojava’ya bağlayan ve Akdeniz’e ulaşan karayolunu denetlemek istiyor!
Öncelikle şu soru sorulmalıdır? Ne için kimin için “Güvenli Bölge”?
Rojava zaten güvenlikli olup, güvenli bölgedir! Yani İdlib, Doğu Guta, Dera… gibi Rusya-Türkiye-İran üçlüsünün oluşturduğu “Güvenli Bölge”ye ihtiyaç yoktur yeter ki var olan güvenliğine saygı duyulsun! Türkiye tutturmuş, “Güvenli Bölge, Barış Koridoru”! Rojava’nın tank-topla getirilecek “Barış Koridoruna” “Güvenli bölge”ye ihtiyacı yok. O zaten güvenlik içinde! Türkiye “Güvenli Bölge”yle Rojava’yı Efrinleştirip Arap Kemeri oluşturmak Rojava üzerinde yeni “Ağustos zaferleri”(!) istiyor.
NATO üyesi Türkiye’nin, Rojava üzerinden algılayacağı bir güvenlik durumu yoktur! NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip Türk devleti, Küçük Rojava’dan tehdit algıladığı koca bir yalan, daha doğrusu manipülasyondur. Kesin olan şudur; Türkiye, Rojava Kürdistan’ı halkından ve siyasal yapısından korkmuyor. Hayır, Türk Devleti kendi geçmişinden günümüze izlediği siyasetinden;1850’lilerden beri Kürtlere yaptıklarının halkımızda yarattığı öfkeden; haksız-hukuksuz uygulamalarından ve de Kürtlerin haklılığından, dahası Kürt davasının artık uluslararasılaşmasından ve Kuzey Kürdistan’da da statüsüz çözümün olamayacağından korkuyor! Özetle kendinden korkuyor!
Türkiye’nin derdi güvenli bölge değil O, Rojava Kürdistanı’nı istiyor! O, baba Esad’ın gerçekleştiremediği Arap Kemerini oluşturarak beton duvar ve canlı asker kalkanıyla başaramadığı şeyi yapmak istiyor: Kuzey Kürdistan ile Güney Kürdistan arasındaki tarihi bağları kesmek! Elbette bölge ve uluslar arası güç dengeleri el verirse kalıcı işgal planı da ajanda da yedekte duruyor.
IV- Bir taş yerinden oynatıldı 40 taş yerinden oynayacak gibi…
Türkiye-ABD ortak “Güvenli Bölge” oluşturma ihtimali bile birçok gelişmeyi tetikleyecek gibi.
*En başta Rusya-İran ve Suriye yani Astana ortakları, Türkiye’ye kaş çatmaya başladılar. Suriye, “bu emperyalist işgaldir” demekle kalmadı, “Türkiye’nin gereklerini yerine getirmediği İdlib’teki ateşkesi de bozuyorum” derken aslında Rusya ve İran’ın tepkisini de açıklamış oldu. Bununla birlikte el altından ABD ile hareket eden Kürtlerin yüzünü Şam’a dönmesi için Türkiye’nin hamlesini de bekliyor.
*Rusya, ABD ile Türkiye mutabakatı sahada işleyip derinleşirse, tepkisi Suriye üzerinden İdlib ile sınırlı kalmaz, Efrin ve Şehba Bölgesi’nde de Türkiye’ye çıkış kapısı göstermesi yüksek ihtimal. Ama şu aşamada esas hedef olan ABD’nin burnunun tıpkı S-400 meselesinde olduğu gibi Türkiye eliyle sürtülmesini görmek öncelikli hedefi. Rusya için bu burun sürtülmesi meselesi yine ABD ile ilişkileri nedeniyle Kürtler için de geçerli.
*ABD, şayet Türkiye ile varılan mutabakat ile ibreyi Türkiye’den yana bükerse (güvenli bölgenin kentleri içermesi ve 5 km’yi aşması)… Kürtlerin de alternatif olarak Suriye rejimi ile yakınlaşmasına zemin hazırlayacak.
*Türkiye, Esad rejimini devirme planından vazgeçtiğini resmen ilan etmese de ana hedef Kürtlerin olması nedeniyle fiiliyatta vazgeçmiştir. Hatta Rusya, İran ve Suriye’ye “bakın beni İdlib’te zorlayıp durmayın ben Kürtleri hedef alırken sizin adınıza da kılıç sallıyorum. Zira yeni bir Çekiç Güç olayını görmek istemiyorsanız, Irak ve Suriye Kürdistan’ını Akdeniz’e bağlayacak karayolunu denetlememi istiyorsanız beni destekleyin” mesajını veriyor.
Sonuç olarak;
a – Güney ve Rojava Kürdistan’ını doğrudan hedef alan böylesine geniş çaplı bir askeri işgal karşısında, başta Güney ve Rojava siyasal dinamikleri olmak üzere Kürdistan ulusal demokratik dinamiklerinin parti çıkarlarını aşan bir duruşla kazanımları korumak için ortaklaşmaları gerekiyor.
b – Parçalanmış Kürdistan’ın tarihsel trajedisinin Kürt siyasetinde yol açtığı “düşmanımın düşmanı dostum” siyasetinin ağır sonuçlarıyla bir kez daha yüzleşme durumu var. Bunu hafifletmenin yolu aranmalıdır. Kek Mesut Barzani’nin ulusal lider kimliğiyle dört parçadan partileri “kazanımlarını nasıl koruyacağız, engelleri nasıl aşacağız” gibi tek gündemle çağırmasının tam zamanı. Ve tam da bu süreçte dün “Bir kez daha Kürt kanının, Kürt eliyle dökülmesine izin vermeyeceğiz” demesi çok değerlidir.
c – Kürt siyasetinin CHP’ye sıcağı sıcağına Rojava’ya yaklaşımı üzerinden “ne oluyor 31 Mart ve 23 Haziran’ı unutma” mesajını vermenin tam zamanı. Yani Kürt siyasetinin, 31 Mart, 23 Haziran’da “AKP sana söylüyorum, CHP sen anla” taktiğini Kılıçdaroğlu’na hatırlatma zamanı. Çünkü “sonbaharda Türkiye’de, Suriye Konferansı düzenliyoruz. Esad temsilcisi dahil tüm aktörler katılacak” diye açıklayan Kılıçdaroğlu’na; “Kürt temsilcileri çağrılacak mı” sorusuna,“Hayır onlar katılmayacak” demesi önemlidir. Yani Tavuk hırsızı ÖSO, kelle kesen Cihatçılar çağrılı IŞİD’e karşı binlerce gencini toprağa vermiş Kürtleri yok sayan ve “Türkiye’deki göçmenlerin oluşturulacak bölgeye yerleştirilmeleri, oluşturulacak okul, donatıların yapımı; bütün bunları gerekirse Türkiye, AB desteğini de alarak yapmalı” diyen, hatta işgal ve Arap Kemerini savunan CHP’ye tutum alınmalı.
d – “KKP, Ortadoğu ve Kürdistan üzerinde devam eden tüm işgallere “hayır” der. Güney ve Rojava Kürdistan’ında yaşanan yeni tür işgaller olarak Kerkük, Diyala, Şengal ve Efrin, Şehba bölgelerinin işgalini kabul edilemez görür ve halklarımızı sömürgeci kıskaca karşı mücadeleye çağırır.” KKP Kasım 2018 IX. Genel Kongresi’nin “Ortadoğu ve Kürdistan Üzerine” alınan kararında.
13.08.2019
Sosyalist Mezopotamya / Eylül 2019 / Sayı: 6
Tüm sayıların PDF formatları aşağıda
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 1 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 2 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 3 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 4 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 5 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın
Sosyalist Mezopotamya / Sayı: 6 – Derginin PDF formatı için buraya tıklayın