Ana SayfaSIYASETSİYONİZM KARŞISINDA FİLİSTİN İLE ARAFAT’I/TEMEL DEMİRER

SİYONİZM KARŞISINDA FİLİSTİN İLE ARAFAT’I[*]/TEMEL DEMİRER

“Ölümsüz olan icraattır.”[1]

Sömürgeci Siyonist İsrail, emperyalist ABD saldırganlığının Ortadoğu’daki işgalci/ terörist üssü ve Filistin’in kâbusudur.

Rakan El Mecali’nin “Balfour Deklarasyonu, Filistin’de Yahudilere ulusal bir vatan tesis edilmesi için çalışılması vaadini içeriyordu. Bu amaç deklarasyonun birinci şıkkıydı. İkinci şık da dönemin Britanya Başbakanı Arthur James Balfour’un şu vaadiydi: ‘Britanya, Filistin’deki Yahudi olmayan toplumların çıkarlarına ve haklarına zarar verebilecek hiçbir çalışmada bulunmayacaktır.’

Bu sözlerin aldatıcılığı sır değil. Filistin’in yerli bir halkının bulunduğu, Yahudi göçmenlerin Filistin topraklarına sızan yabancılar ve işgalciler olduğu zikredilmiyordu. Dahası, Filistinlilerin çıkarlarına zarar verilmeyeceğinden dem vurulması koca bir yalandır. Zira ‘Yahudilere ulusal bir vatan’ deyişiyle Filistinlilere zaten zarar verildi,”[2] diye ifade ettiği tarihsel arka planın bugününde “İsrail’in Gazze’de 1.5 milyon Filistinli’yi tecrit ederken; “Azami güvenlikli bir hapishaneye girmek, 1.5 milyon Filistinli’nin yaşadığı ve uzunluğu 45, genişliği en fazla 8 kilometre olan Gazze’ye girmekten kolay”dır…[3]

Durum bu kadarla da sınırlı değildir!

Örneğin İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Kudüs’ü Filistinlilerle paylaşmaları ya da 1967 sınırlarına çekilmelerinin asla söz konusu olamayacağı ya da Filistin’le gelecekte bir barış anlaşması imzalasalar bile İsrail’in, kurulacak Filistin devleti topraklarında varlığını sürdürmeye niyetli olduğunu açıklamalarına kadar uzanırken; İsrailli Prof. Uri Ben-Elizer de, bu hâlin İsrail’de halkı “ultra nasyonalist ve ortodoks” yönde etkilediğine dikkat çekiyor.[4]

Söz konusu hâl, İsrail’deki ırkçılığın da münbit zeminini oluşturmaktadır.

Örnek mi? İsrail vatandaşlık yasasını değiştirdi. Sadece gayri Yahudiler vatandaş olmak için “Yahudi ve demokratik İsrail devletine sadakat” yemini edecek. Nüfusun beşte birini oluşturan Arap asıllı vatandaşların “ırkçılık” olarak nitelendirdiği sadakat yemininin ardında Siyonizm gerçeği ve anti-Semitizm yaygaraları yatmaktadır!

İsrail ırkçılığına ilişkin itirazlara konusunda Christopher Hitchens’in, “Niçin anti-Semitizm suçlamasına ve yaygaraya yol açtığını anlamıyorum,”[5] notunu düştüğü tabloda; saldırgan ve dolayısıyla da “Kışkırtıcı Bir Tarih”[6] olarak “Siyonist oluşum, tıpkı Filistin halkının talepleri konusunda olduğu gibi insanî yardım ve hukuk kuruluşlarına da güvenlik penceresinden bakıyor,”[7] Hazım Ayyad’ın ifadesiyle…

Kolay mı? Şaş Partisi’nin ruhani danışmanı Haham Oveida Yosef, “Ebu Mazen ve bütün bu kötü insanlar dünyadan silinsin. Tanrı onları bir salgınla vursun,”[8] diye haykırırken; “İsrail, Kutsal Topraklar’da din savaşı çıkarmayı bir çıkış yolu olarak görüyor,”[9] saptaması dillendiriyor Macid Keyali…

Bu tablonun öteki yüzüne gelince; orada Siyonist olmayan başka Yahudiler var.

“Nasıl” mı?

Larry Derfner’in, “İsrail ordusunun Filistinlilere yönelik ihlâllerini araştıran ‘Sessizliği Kırmak’ adlı kuruluş, Gazze ve Batı Şeria’da görev yapmış 21 askerin tanıklıklarını yayımladı. İsrailliler bu hikâyelerden bıkmış olabilir ama neyse ki İsrail’in dışında hâlâ vicdanı olan ve işgali eleştiren bir dünya var,”[10] diye tanımladığı söz konusu gerçek “Yeter Artık” diyor…

Mesela… 5 yıl boyunca Hamas’ın elinde rehine tutulan İsrail askeri Gilan Şalit’in babası Noam Şalit, bir İsrail televizyonuna verdiği mülakatta, İsrail askerlerinin kaçırılması ile ilgili olarak, eğer Filistinli olsaydı kendisinin de benzer eylemlere katılacağını söylüyor![11]

Mesela… Filistin işgalini hâlâ sürdüren ve evsiz yurtsuz bıraktıkları topraklara yerleşim kuran İsraillilerin hayalleri artık çıkmaza girdi. Ülkedeki ekonomik sıkıntılarla uğraşan İsrailliler artık bu topraklarda yaşamak istemiyor. ‘Haaretz’ gazetesinin yapmış olduğu anket İsrailli yerleşimcilerin yüzde 40’ının ülkeyi terk etmek istediğini yazıyor. Ankete katılan İsraillilerin yüzde 75’i ekonomik bir iyileşme tahayyül etmezken, yüzde 78’i ise Tel Aviv yönetiminin hiçbir şekilde iyileşmeyi sağlayacak bir planının olmadığını düşünüyor![12]

Mesela… “İsrail’de insanlar durmaksızın ‘Gölge’den söz ediyor. Hiçbir şeyin peşini bırakmayan bu gölge Filistinliler değil, İsrail’in Filistinlilere reva gördüğü ve kendi korkusuyla bağlantılı olan muamele. Filistinliler meşru devletlerine sahip olmadıkça bu gölge de bir yere gitmeyecek,”[13] diye haykırıyor Margaret Atwood…

Haksız da değil! Çünkü Hüseyin Aga ile Robert Malley’in, “Yıllardan beri dikkatler Filistin devletine, sınırlarına ve yetkilerine odaklanıyor. Fakat meselenin kalbi illa ki bir Filistin devletinin nasıl tarif edileceği değil. Bu İsrail devletinin nasıl tarif edileceği meselesi! İhtilafın kökenleri görmezden gelindiği sürece iki devlet de çözüm olmayacak,”[14] notunu düştükleri tabloda barış “imkânsızlaşıyor”!

Emperyalist ABD’nin, ‘The Financial Times’ tarafından, “İsrailli siyasetçilerin Amerikan desteğini çantada keklik görmek gibi bir eğilimi var,”[15] diye formüle edilen tutumu “Elbirliğiyle Gazze’yi bir ‘toplama kampına’ dönüştürüyor”ken;[16] “ABD’nin İsrail-Filistin kördüğümünü çözmeye çalışan ‘dürüst bir arabulucu’ olduğu yönündeki hâkim yanılsamayı ortadan kaldırmak gerek,”[17] diyen Noam Chomsky’nin saptamasının altını özenle ve defalarca çizmek gerek!

Bunlardan niye mi söz ediyorum?

Gayet basit!

Siyonist İsrail gerçeği kavranılmadan; Fatva Tukan’ın, “Aşk ver bize, aşk ver./ Aşkın içinde patlar bizim büyük cevherimiz,/ aşkın içinde ışıldar.

Aşk ile yeşerir türkülerimiz bizim,/ aşk ile yeşerip dökülür kalbimiz,/ dökülüp yayılır/ ve zenginleşir toprağımız aşk ile.

Aşk ver bize, aşk ver.

Aşk ver ki,/ kuralım yeniden/ yıkılan dünyamızı,/ aşk ver ki,/ serpelim tekrar tekrar/ bereketli kıvancı/ kısır dünyamıza.

Kanat ver bize, kanat ver.

Açalım dört bir yandan kuşatılmış bu zindanı,/ bu demirden, çelikten duvarları yıkalım,/ uçurtalım özgürlüğü ta yukarılara, doruklara./ Işık ver bize, aydınlık ver.

Zifiri karanlıkları yarıp geçecek bir ışık ver,/ parlak soluğuyla hepimizi/ yücelere fırlatacak bir aydınlık.

Özgürlük getir bize./ Var olmanın tek olanağını,/ tek amacını yaşamanın!” dizeleriyle tanımlanan Filistin ile Arafat’ı anlaşılamaz…

Umarım hâlâ herkesin belleğindedir: İsrail’in kuşatması altında yaşamını yitiren ve ölüm nedeni şüpheli bulunan Filistin’in efsane lideri Yaser Arafat’ın elbiselerinde polonyum 210 maddesi bulunduğu açıklanmıştı.

İngiltere’nin önde gelen tıp dergilerinden ‘The Lancet’in yayımladığı rapora göre, 2004’te 75 yaşında ölen Arafat’ın zehirlendiği şüpheleri güçlendi. İsviçreli radyasyon uzmanları, Arafat’ın eşi Suha Arafat tarafından temin edilen kıyafetleri ile diş fırçasındaki kan, idrar ve salya örnekleri dahil 75 numune üzerinde yaptıkları inceleme sonucunda yüksek oranda polonyum 210 radyoaktif maddesi tespit etti. Ölmeden önce Arafat’ta görülen mide bulantısı, kusma, hâlsizlik ve karın ağrısı zehirlenme ihtimalini gündeme getirmişti.

Evet isminin başına “efsanevi lider” tanımlaması getirilebilecek sayılı şahsiyetlerden biri Arafat. Henüz üniversitede Filistinli savaşçılara silah taşınmasına yardım eden, mezuniyetinden sonra gittiği Kuveyt’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) en önemli parçası hâline gelecek El Fetih hareketini başlatan, 27 yıl boyunca ‘sürgünde’ kalan ve nihayetinde Filistin yönetiminin başına gelen Arafat’ın ‘yaşam felsefesi’ hakkında temelde iki şey söyleniyor: Herkesin yardımına yetişen(!) ABD’nin arabuluculuğunu yaptığı barış görüşmelerinde hep son anda cayan Arafat belki varılacak yeri değil, yolculuğun kendisini seviyordu. Belki de “üzüm yemek değil bağcıyı dövmek” misali asıl isteği Filistin devleti kurmak değil İsrail’i yıkmaktı.

Nitekim 13 Kasım 1974’te BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasının son cümlesi ile ‘bizi sınamayın’ mesajı vermişti: “ Bugün buraya bir zeytin dalı ve bir özgürlük savaşçısının silahı ile geldim. Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin. Tekrar ediyorum: Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin.” Ancak otopsi raporu o zeytin dalının yerine birilerinin zehir koyduğunu gösterdi. Baş zanlı ise hâliyle İsrail…

Ramallah’taki karargâhı Mukata’da Mart 2012’de İsrail’in ev hapsine aldığı Arafat’ın 2 yıl sonraki ani vefatı, ‘tarlanın ortasındaki ezilmiş bir dikeni’ hatırlatır hep. 638 suikast girişiminden kurtulmayı başaran Küba lideri Fidel Castro’yla yarışabilecek ‘son anda yırtmaları’ yüzünden uyurken bile tetikte olan Arafat’ın ‘sağlığı’ 20 Ekim’de bozuldu. Mide sancıları geçiren Arafat’ın safrakesesinde taş olduğu söylendi, 25 Ekim’de kurmaylarıyla toplantı yaparken birden kusmaya başladı. Mısır, Tunus ve Ürdün’den getirilen doktorlar da derdine derman bulamayınca 29 Ekim’de apar topar Fransa’nın başkenti Paris’teki Percy Askeri Hastanesi’ne yatırıldı. O dönem de zehirlenmiş olabileceğinden şüphelenen doktorlar bu iddiayı destekleyecek bir bulguya rastlamadı. Ancak 3 Kasım’da komaya giren Arafat’ın vücudu hızla iflasın eşiğine geldi, 8 gün sonra da 75 yaşında hayatını kaybetti. Doktorlar ölüm nedenini bir kan hastalığından kaynaklanan felç olarak açıklasa da Arap dünyasında başlayan ama Batı’da ‘komplo teorisi’ diye eleştirilen ‘Öldü mü öldürüldü mü’ tartışmaları bugüne dek geldi.

Çok sigara içtiği de konuşuldu. AIDS olduğu da. Ancak eşi Süha’nın talebiyle İsviçreli, Rus ve Fransız uzmanlar tarafından geçen yıl başlatılan incelemede önce kişisel eşyalarında radyoaktif polonyum-210 maddesine rastlandı. Polonyumla zehirlenen bir kişi kanserin son evresindeki bir hastayla aynı belirtileri gösteriyor. 1898’de bulunan ve dünyadaki en nadir maddelerden biri olan polonyum yerkabuğunun düşük yoğunluklu katmanlarından çıkarılabiliyor veya nükleer reaktörlerde üretilebiliyor. İnsan vücuduna girdiğinde ise bir daha dönüşü olmuyor…

Dönemin İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron, Maariv’e 1982’deki Lübnan savaşında Arafat’ı öldürmedikleri için pişman olduğunu söylemişti. Eylül 2003’te Başbakan Yardımcısı Ehud Olmert “Arafat’ı öldürmek de seçenekler arasında” demişti. 2004’te ABD Başkanı George W. Bush, Arafat’ın kaderini Tanrı’nın eline bırakmanın en iyisi olduğunu söylemiş, Şaron ise “Bazen birilerinin Tanrı’ya yardım etmesi gerekir” yanıtı vermişti. New Yorker’daki bir Şaron profilinde ise şu ifadeler vardı: “Arafat, Şaron’un kendisini 13 kez öldürmeye çalıştığını söylüyor. Şaron ise belli bir sayı vermiyor ama şimdiye kadarki tüm İsrail hükümetlerinin Arafat’ı yok etmek için uğraştığını vurguluyor.” Muhabir kılığındaki Mossad ajanlarının Arafat’ı yüksek teknoloji ürünü ve içi zehir dolu bir lazer tabancasıyla hedeflemiş olabileceği de söylentiler arasında.

Arafat’ı zehirledikleri iddiasını ‘pembe dizi’ olarak niteleyen İsrail’in yakın geçmişte ‘aksiyon filmi’ çevirmişliği de var. 1996’da Hamas üyesi Yahya Ayyaş cep telefonuna yerleştirilen 15 gramlık patlayıcıyla havaya uçuruldu. 1997’de Mossad ajanları Hamas komutanı Halid Meşal’in kulağına zehir enjekte etti. 1972’den beri buna benzer 27 vaka mevcutt

Muhammed Abdülrauf Arafat es Qudwa el-Hüseyni, yoldaşları arasındaki adıyla Ebu Ammar ya da tüm dünyada bilinen adıyla Arafat, Paris’te Percy Askeri Hastanesi’nde 2004 yılında hayatını kaybettiğinde onunla birlikte bir devir de kapanmıştı. Filistin sorununu dünyaya duyuran heyecanlı konuşmasıyla, kısa boyuyla, askeri üniformasıyla ve elbette ünlü kefiyesiyle tam bir ikon hâline gelmiş olan Osmanlı subayı bir babanın çocuğu bu Ortadoğulu küçük dev adam geride ihanetlere, arkadaş kayıplarına, siyasi cinayetlere tanıklık etmiş bir yaşam ve acılı bir halk bırakmıştı.

El Fetih, 1959’da silahlı mücadelenin başarıya ulaşmak için tek seçenek olduğu fikriyle yola çıkan, bugün hiçbiri hayatta olmayan Arafat (Ebu Ammar) Salah Halef (Ebu Iyad) ve Halil El Vezir (Ebu Cihad) üçlüsünün, Filistin sorununu gerçek anlamda Filistinlileştirmesinin hikâyesidir. Bu üçlü 1957’de Mısır’dan mühendis olarak çalışacakları Kuveyt’e gittiklerinde El Fetih’in ilk yayın organı olan ‘Filistinuna’ yani ‘Bizim Filistin’i çıkardıklarında belki bugün gelinen noktadan çok daha fazlasını amaçlamışlardı. Yine de büyük iş başardılar.

Filistin’in en büyük direniş hareketi El Fetih’in Beytüllahim’de yapılan tarihi 6. kongresinde, Filistin’in efsanevi lideri Arafat’ın ölümüyle ilgili dosyanın soruşturulması kararlaştırıldı. Kongre çalışmalarının sözcüsü Nebil Amr, Arafat’ın 2004’te Fransa’da ölümüyle ilgili dosyanın, ölümün ardındaki sır perdesi ortaya çıkana kadar kapanmaması kararı alındığını belirtti.

Tunus’ta sürgünde yaşayan El Fetih Genel Sekreteri Faruk Kaddumi’nin, Arafat’ın El Fetih liderleri, ABD ve İsrail’in ortak komplosuyla öldürüldüğünü iddia etmesi gerginliğe yol açmıştı.

Bunlarla birlikte aradan sekiz yıl geçtikten sonra, eşi Süha Arafat’ın “zehirlenerek öldürüldü” iddiası çarpıcıydı ama kimse için şaşırtıcı olmadı. İddianın doğruluğundan ötürü değil, böyle bir ölümün Arafat için çok normal olacağına inanıldığından. Çünkü General Arafat’ın İsrail’den olduğu kadar yakın çevresinden de kaynaklanan suikast girişimlerinin hedefi olduğu bilinmedik değildi. Süha Arafat’a göre eşinin giysilerinde istihbarat örgütlerinin kullandığı bilinen Polonyum zehrinin izine rastlanmıştı.

Lozan Üniversitesi Adli Tıp Merkezi ve Radyasyon Fiziği Enstitüsü’nden uzmanları, 7 Kasım 2013’deki basın toplantısında tıbbi kayıtlarda inme sonucu hayatını kaybettiği belirtilen Arafat’ın ölümünün “kazara olamayacağını’” belirtirken; ‘Radyasyon Fiziği Enstitüsü’nden Profesör François Bochud, “Ölüm nedeninin polonyum olduğunu ne onaylayabiliriz ne reddedebiliriz. Ancak polonyum kalıntısının miktarı üçüncü kişilerin dahline işaret ediyor,” deyip, polonyumun doğada bulunan bir madde olmadığını vurguladı.

Ayrıca Arafat’ın eşi Süha ise raporun “siyasi suikast” iddiasını kanıtladığını söyledi. ‘El Cezire’ye 6 Kasım 2013 tarihli demecinde “Rapor şüphelerimizi doğruluyor. Eşimin öldürüldüğü bilimsel olarak kanıtlandı” diyen Süha sorumlu konusunda ise yorum yapmadı. Süha Arafat 7 Kasım 2013’de AP’ye demecinde ise bu kez İsrail’i işaret etti: “Hiç kimseyi suçlayamam ama sadece nükleer reaktörü bulunan ülkelerin polonyuma sahip olduğu açık” diyen Süha, eşinin ‘haleflerinin adaletin peşine düşmesi’ çağrısı yaptı: “Top Filistin Yönetimi’nde. Uluslararası mahkemelere başvurabilirler.”

FKÖ yöneticisi Vasel Ebu Yusuf da ‘sorumlunun bir devlet olduğunu’ savundu: “Arafat’ın polonyumla zehirlendiği kanıtlandı. Bu radyoaktif maddeye bireyler değil devletler sahip olur. Bu da bu suçu bir devletin işlediğini gösterir.” Yusuf ayrıca, Lübnan Başbakanı Refik Hariri suikastında olduğu gibi Arafat için de uluslararası soruşturma komitesi kurulmasını talep etti. Yusuf, “Fail sorumlu tutulmalı. Bu ölümden çıkarı olan ise işgalcidir,” dedi.

Arafat katledildi; sebebi, Filistin için mücadelesiydi…

Arafat, mücadelesinde asıl zorluğu İslâmi Cihad, Hizbullah ve Hamas gibi İslâmcı örgütlerle yaşadı. Bu örgütler Arafat’ın liderliğinde bağımsız bir Filistin olacağına inanmadıklarını hep dile getirdiler. Aslında hep İsrail’le görüşmeler gerçekleştirilmesinden yana olan Arafat’ın, kontrol edemediği İslâmcı örgütlerce gerçekleştirilen İsrailli sivillere yönelik saldırılar, İsrail’in işine geliyor, Arafat’ı dünya kamuoyunun gözünde zor durumda bırakıyordu. Uyguladığı kuşatma ile her türlü kurumunu çökme noktasına getirdiği Filistinliler arasında Hamas özelinde İslâmcı hareketlerin gelişmesinde dolaylı katkısı olmuştur İsrail’in.

Ama yine de İsrail’in “siyasi liderliği bitmiştir” dediği, İslâmcı örgütlerin “bizi temsil edemez” diye çıkıştıkları Arafat, 1993 yılında İsrail’i Oslo Anlaşması için Washington’da masaya oturtmayı başarmıştır.

Bu anlaşma sonucunda İsrail, Arafat’ın 1958 yılında kurduğu ve yıllarca liderliğini yaptığı FKÖ’nün Filistinlilerin tek temsilcisi kabul etmiştir. Arafat, yıllarca savaştığı İsrail’in Başbakanı İzak Rabin ile birlikte Nobel Barış Ödülü’ne layık görülecektir.

Ama İsrail ne Oslo Anlaşmasındaki ne de sonra yapılan anlaşmalardaki vaatlerini tutacaktır. Kudüs’de, Batı Şeria’da Yahudi yerleşim birimleri kuracak, Gazze Şeridi’nde katliamlar gerçekleştirecektir. Ariel Şaron’un, 2002 yılında “Oslo Anlaşması ölmüştür” demesi malumun ilanıdır sadece. Arafat’ın, Filistin’de dizginleri artık elinden kaçırdığı, İslâmcı hareketler sokaklara egemen olduğunda anlaşılacaktı. 1995’te İkinci Oslo Anlaşması’nı imzaladığında Filistin’de Hamas’lı militanlarla FKÖ militanları çatışıyordu.

Arafat, İsrail ile mücadele ettiği kadar Suriye’nin entrikacı lideri Hafız Esad’ın “büyük Suriye” hayalleri ile de mücadele etmek zorunda kaldı. Esad, FKÖ’ye uzun yıllar destek verdi ama örgüt içinde Suriye yanlılarını etkin hâle getirmeye çalıştığı bilinir. Hafız Esad’ın desteklediği Lübnan’daki Şii Emel örgütü militanları, 1985 yılında Beyrut’ta bir Filistin mülteci kampına saldıracak, büyük bir Filistinli mülteci kıyımı gerçekleştirecektir. Emel örgütü ile Filistinlilerin savaşı üç yıl sürecektir. Tam 3000 Filistinlinin hayatına mal olmuş bir “kirli savaş”tır bu. Uzun süre kuşatılmış olan kamplardaki Filistinlilerin açlıktan kedileri, köpekleri bile yediği haberlere konu olmuştur. Hafız Esad, FKÖ’nün efsanevi lideri Arafat’la arasını 1991 yılında düzeltebilecektir.

Yurdunun bayrağından çok kefiyesinin tanındığı dünyadan 2004’de ayrıldı Arafat. Ölümüne içtenlikle üzülenler İntifada çocukları ile yoksul Filistinliler oldu. Dönemin İsrail Adalet Bakanı Yosef Lapid’in, “Dünyanın Arafat’tan kurtulmuş olması sevindiricidir” sözleri anlaşılabilirdi ama Hamas ile İslâmi Cihad’ın ve Hizbullah’ın gizli bir sevinç duyarcasına ölüm hakkında açıklama yapmamaları anlaşılabilir gelmez yine de. FKÖ içindeki en büyük örgüt olan El Fetih’in önde gelenlerinden Ahmed Ganim, Filistinli liderin naaşının karargâhı olan Mukata’da toprağa verileceğini ilan edip, “Onu tahta değil, taş bir lahitle defnedeceğiz. İleride özgür Kudüs’te yeniden toprağa vermek için,” demişti.[18]

O günde gelecek elbet!

 

30 Aralık 2014 10:19:12, Ankara.

 

N O T L A R

[*] Kaldıraç, No:170, Eylül 2015…

[1] Ermeni Atasözü.

[2] Rakan El Mecali, “… ‘Yahudi Devleti’ Etnik Temizliğe Yol Açar”, Düstur, 7 Eylül 2010.

[3] “İsrail İdeallerini Gazze’de Kaybetti…”, Radikal, 10 Ağustos 2010, s.14.

[4] Taha Akyol, “İsrail Nereye?”, Hürriyet, 15 Temmuz 2014, s.20.

[5] Christopher Hitchens, “Lobinin Hikmetinden Sual Olunmaz”, Slate İnternet Sitesi, 4 Ekim 2010.

[6] Yücel Kayıran, “Kışkırtıcı Bir Tarih”, Radikal Kitap, Yıl:13, No:694, 4 Temmuz 2014, s.20.

[7] Hazım Ayyad, “… ‘Düşman Listesi’ Kabarık”, Sebil, 20 Haziran 2010.

[8] Stephen M. Walt, “Hamas Ne Düşünüyordu?”, Radikal, 3 Eylül 2010, s.15.

[9] Macid Keyali, “İsrail Çözümden Kaçışı Din Savaşında Bulduğunu Zannediyor”, Hayat, 24 Mart 2010.

[10] Larry Derfner, “İsrail İstediği Sessizliği Sağlayamıyor”, The Jerusalem Post, 3 Şubat 2010.

[11] “Filistinli Olsam Ben de Yapardım”, Habertürk, 15 Mart 2012.

[12] “İsrail Halkının Üçte Biri Ülkeyi Terk Etmek İstiyor”, Birgün, 17 Aralık 2012, s.11.

[13] Margaret Atwood, “İsrail Kendi Gölgesinin Altında Yaşıyor”, Ha’aretz, 2 Haziran 2010.

[14] Hüseyin Aga-Robert Malley, “İki Devletli Çözüm Hiçbir Şeyi Çözmez”, The New York Times, 11 Ağustos 2009.

[15] “Netanyahu Dostlarını Utandırıyor”, Financial Times, 17 Mart 2010.

[16] Mete Çubukçu, “Gazze ‘Toplama Kampı’na Dönerken”, Radikal İki, 3 Ocak 2010, s.7.

[17] Noam Chomsky, “Kördüğüm Çözülür mü?”, Truthour, 3 Ocak 2010.

[18] Mustafa K. Erdemol, “Kefiyeli Cengâver: Yaser Arafat”, Cumhuriyet, 30 Ağustos 2012, s.12.

 

- Advertisment -

Recent Comments

Verified by MonsterInsights